S.KAÇMAZ

Safa Kaçmaz
Sayın Safa Kaçmaz,
Önce sevgi demezsem olmaz.

Bilgisayarım çöktüğün de adresin silinmişti.
Bu nedenle size ileti gönderilememişti.

Adresini bir arkadaş verdi bana.
Bütün iletilerimden gönderilecek bundan böyle sana…

Şimdi kal sağlıcakla,
Av. Hayri Balta, 5.5.2007
X
ALLAH MADDE OLARAK VAR MIDIR?

Ebu Ubeyde Bin Nihat adlı bir okurumuz bana “Siz kalkıp hangi rütbenizle Rahman ve Rahim olan Allah’tan hesap sormayı düşünebilirsiniz? Yoksa Hayri Balta artık ilahlık peşinde midir?” demektedir. Anlaşılan o ki bu okurumuz benim yazdıklarımı anlamamış.
Bir kere ben, insanın dışında bir Allah’ın varlığına inanmıyorum ki gidip ondan hesap sorayım…
Kaldı ki benim; Allah, Tanrı,Yaratan anlayışım insanların anladığı gibi değildir. Benim Allah, Tanrı, Yaratan anlayışım aşağıda açıkladığım gibidir.
Allah: Hayal ürünüdür. Yani sanaldır. İnsanların bilgisizliğinin, korkusunun, umutlarının sonucudur…Kısaca söylemek gerekirse insanların zannından doğar ve bu gerçeği İslam Peygamberi Kuran’da şöyle söyler: “İçlerinde bir takım ümmiler vardır ki Kitabı (Tevrat’ı) bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar.” Bu gerçek yalnız bir yerde değil altı yerde yinelenir. (K. 2/78. 6/116,148. 10/36, 66. 53/28)
Tanrı: Bütün insanlıkta genel doğrular, yüce değerler, olumlu kavramlar; yani doğruluk, dürüstlük, sevgi, barış, vicdan, sağduyu, bilgi, bilim vb… Yüce olduğu için Tanrı olarak adlandırılır.Buna da örnek: “Tanrı sevgidir. Sevgide yaşayan Tanrı’da yaşar.Tanrı da onda yaşar…” (İncil. 1. Yuhanna. 4/16. Tevrat. Yeremya. 29/12) Demek isteniyor ki sevgi nefretten iyidir. Daima iyi olan, doğru olan, güzel olan vb. tercih edilmelidir. Çünkü bu kavramlar yücedir. Yüce olan da Tanrı’dır.
Yaratan: Bu ise gördüğümüz, üzerinde gezdiğimiz, elimizle tuttuğumuz toprak; yani madde, yani Dünya, yani Evren’dir. Enasırı erbadır. (Güneş toprak, hava, su…) Yani yaratılışın dör ögesi, unsuru… Kutsal kitaplar Allah derken maddeyi, Dünyayı, Evreni amaçlar. Televizyonlara dikkat ederseniz Allah’ın geçtiği her konuda dünya, güneş, ay, yıldızlar, çağlayan sular, şelaleler, hayvanlar, bitkiler gösterilir.
Bu açıklamalardan sonra aşağıdaki geçecek olan Allah, Tanrı, Yaratan kavram ve nesnelerini böyle anlamak gerekir.
Tanrı, Kendini (nefsini) bilen insanın ruhsal dünyasında vardır. Bu yüzden “Nefsini bilen Rabbini bilir!” denmiştir.
Sen kendini bilmediğin sürece Tanrı’yı bilemezsin ki? Bu gerçeği Şemseddin-i Sivasî şu sözlerle dile getirmiştir. Anlayan varsa beri gelsin: “Gözle seni sen sende/Düşme diğer sevdaya/Sende seni buldunsa/Erersin vuslat yâr’a…” (Bedri Özbey, Veliler Bahçesi. S.16)
Bu konuda İbrahim Hakkı Erzurumlu’nun aşağıdaki sözleri dikkatle okunmaya değer: “Halk ile meşgul olmak bir perdedir. O perde insanı Tanrı’nın kapısından içeri koymaz. Bina aleyh halkı terk eden nefsinden haberdar olur ve nefsini terk eden Arif-i Billah (Tanrı’yı bilen) olur.” (Marifet name. s. 30).
Tanrı’yı bilmek ve bulmak için öncelikle; halkın değil, ariflerin, ermişlerin, sözleri üzerinde düşünmek gerekir.
Burada İbrahim Hakkı Erzurumlu’nun halk dediği halkın nakle ve taklide dayanan; yani zan’na dayanan Tanrı ve Din anlayışıdır. Halka gerçek Tanrı ve din bilgisi vermeyenler ise her gece televizyona çıkarak yalanda yarışan, uydurmada uyuşan ilahiyatçılardır. Ne acı ki bunlar bilmeyerek halkımızı (insanları) Tanrı’dan uzaklaştırmaktadırlar.
Yunus Emre bizim Anadolu’muzun ariflerinden biridir. Mevlana’ya ne demiştir? “Ete kemiğe büründüm Allah diye göründüm.” Yunus burada ne demek istiyor. Bunu da okuyucularım düşünsün.
Ben yalnızca yaptığım şu Tanrı tanımına dikkatinizi çekerim: “Tanrı; madde olarak yoktur, mana olarak vardır. Maddî bir varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Tanrı ruh olarak yoktur, simge olarak vardır. Yine tanrı zat (kişi) olarak oktur, sıfat (nitelik) olarak vardır…”
Bu durumda kitap indiren, Peygamberler gönderen bir Allah da yoktur. Bunların hepsinin anlamları başkadır. Ancak halkın ve de ilahiyatçılarımız anladığı gibi değildir. Çünkü “Bu bilgiler akıllılardan, bilgililerden gizlenmiştir.” (İncil. Matta. 11/25)
Hiçbir ilâhiyatçının Tanrı madde olarak vardır deyeceğini sanmıyorum. Çünkü kendi ifadelerine göre “Tanrı zamandan ve mekandan münezzehtir” ve “Tanrı, İnanan insanın kalbinden başka bir yerde de değildir” ve yine Kuran’a göre: “Allah Kişinin kalbi ile kendisi arasına girer.” (K. 8/24. 50/16)
Tanrı’nın; kişinin kalbi ile kendisi arasına girmesi demek; insanın, olumlu ve yüce kavramlar yanında; genel doğruların, üstün değerlerin, insanlıkça kabul edilmiş etik ahlakın varlığını her zaman kalbinde (sağduyusunda, vicdanında) duyması ve daima haktan yana, doğrudan yana, iyiden, güzelden yana olmasıdır.
İnsan, bu olumlu kavramlara, genel doğrulara, üstün değerlere yer verip yaşamına uyguladığı sürece huzur ve mutluluk içinde olur ki insanın bu ruh hali cennet ile ifade edilir. Bu genel doğruların tersi olan olumsuz kavramları; yani kötülüğü yaşamına uygularsa huzur ve mutluluğu yitirir ki bu da cehennem ile ifade edilir.
Bu açıklamalarım Adem ile Havva’nın cennetten kovulması ayetlerinde çok güzel ifade edilmiştir. Orada Yaratan (İnsanın aklı, sağduyusu, mantığı…); insana, şöyle seslenmektedir: “Her şeyi yap, ama şu ağacın meyvesini yeme!” (K. 2/35) demiştir. O ağaç kötülüğün simgesidir ve kötülüğün çeşidi yoktur. O meyveden yeyen huzur ve mutluluğunu yitirir. Yani cennetten kovulur…
Biline ki cennet de, cehennem de insan yaşarken söz konusudur. Öldükten sonra gidilecek ve hesap verilecek bir yer yoktur. Yine biline ki “Tanrı, ölülerin değil; dirilerin Tanrı’sıdır.” (İn. Matta. 22/32. Markos. 12/27. Luka. 20/38)
Değil fiziksel olarak ölmüş insanın; kalp gözü kapalı bir insanın bile Tanrı ile ilgisi yoktur. Bu nedenle derim ki; olgun insanın olmadığı yerde Tanrı da yoktur…
Bu kavramların din edebiyat ve felsefesinde başka anlamları vardır. Tanrı kelâmının anlamı başkadır. Tanrı kelâmı demek bilge kişilerin ahlak, edep, insanlık, hikmet içeren sözlerle insanı tekamüle sürüklemesidir…
Eğer kutsal kitaplar var olan Allah tarafından indirilmiş olsaydı; Allah, kendi yarattığı insanı cezalandırmak için: “Allah onları yok etsin!” (K. 9/30) diyerek başka bir Allah’a havale etmezdi.
Yine davranışını beğenmediği bir insanı “…çok yemin eden alçak zorbaya!” (K. 68/14) benzeterek aşağılamazdı. Öfkelenmek, aşağılamak gibi insana özgü özellikler Allah’ın yüceliği ile ne oranda bağdaşır? Takdirini size bırakıyorum.
Vahiy demek; ezoterik bilgi sahiplerinin; olaylar, sorunlar ve sorular karşısında içine doğan duygu ve düşünceleridir. Bu duygu ve düşüncelerin ahlakî, edebî, insanî olanına ve insana tekâmül yollarını gösterenine dinsel bir terimle vahiy denilmiştir.
Bu duygu ve düşüncelerin ahlakî, edebî olmayanına ise ilham denir. Vahyin de, ilham’ın da hepsine Türkçe’de “İçe Doğuş” ya da “Esin” denir. Bütün esinlerin (Vahiy, ilham, içe doğuş…) kaynağı insanın gelişmiş aklıdır, sağduyusudur, yaşam deneyleri ve kültür birikimidir. Gelişmemiş insana ne vahiy gelir ne de ilham…
Artık doğa olaylarını, toplum olaylarını, tıbbî olayları, uzay olaylarını ilâhir Allah kavramı ile karıştırmamalıyız. Bırakalım tıp bilimi ile doktorlar uğraşsın. Toplum olaylarını sosyologlar incelesin. Uzay hakkında uzay bilimcileri konuşsun. Bizler doğa olayları ile Tanrısal olayları birbirine karıştırmayalım. Tanrısal olan nedir onu bulmaya çalışalım.
Tanrısal olaylar yaşam deneyleri ile ortaya çıkar. Uygulandığında insanın yüzünü kızartmayan, başını ağrıtmayan, kendisini utanca boğmayan ve her zaman başını dik tutan yaşam yöntemi Tanrısal yaşamdır.
Böyle bir yola gitmeyi öğütlemek kolay ama uygulamak zordur. Bunun içindir ki “En büyük cihat insanın kendi nefsi ile yapacağı savaştır.” denmiştir.
Kendini bilmeyen insan Tanrı’yı bilemez. Önce insanın kendisini bilmesi; yani eleştirmesi, yargılaması ve eksiklerini görerek gidermesi, kötü olanı yapmaması ve kötülerle ilişkiyi kesmesidir. Böyle yaşayan insan Tanrı yolunda sayılır. Aksi takdirde ham gelir ham gider.
HB, 1.5.2007
X
DİN’LERDE “EVLİLİK, FUHUŞ, ZİNA, UÇKUR” FALAN…

6.11.2008
Unutmamak gerekir ki, bu gerçek İslam’ın gerçek peygamberi Muhammed, 9 yaşındaki “Hz. Aişe anamızı”, sokaktaki oyun arkadaşlarının arasından alıp zifaf odasına sokarak, “bellemiş” birisidir.
Okurdan, aşağıda yer alan gazetelerdeki köşe yazıları yanısıra, daha önce yayınlanmış çalışmalarımızı karşılaştırmalı olarak okumalarını tavsiye ederiz. Çünkü, sayın Alkan’ın yazısında “tek eşlilik”in bugün kazandığı anlam ile tarihteki “tek yasal evlilik”, “4 kadınla evlilik” gibi farklı “aile” biçimleri arasındaki ilişkiler yeterince belirgin değildir, hatta yanlış kurulmaktadır.
Bu tür hataları, bir çok toplum bilimcimiz de yapıyor. Kadın ve erkek arasında “tek evlilik” kuralı, eşlerin başkalarıyla cinsel ilişki kurma hak ve-ya görevlerinin engeli değildi. İbrahim ve karısı Sara, birbirlerinin tek yasal karı-kocalarıydı ama, hem Abraham, Sara’nın kölesi olarak satın alınan Agar-Hacer ile cinsel ilişkisini yasal olarak sürdürebiliyordu; hem de Sara, Mısır Firavununun, bazı Ortadoğu Melek-Melik/Malik’lerinin koynuna girebiliyordu.
Günümüzde, “böyle Müslümanlık olur mu?” çizgisi üzerinden İslami kesim arasında giderek yaygınlaşmaya başlayan çok kadınla evlilikler, küçük yaşta kız ve erkek cocuklara tasallut ve iğfal, organize yolsuzluk, hırsızlık ve hortumculuk/Çalıklamacılık falan, “İslam’a bu yakışmaz” temelinde eleştirilmemelidir. Çünkü aslında İslam’a tam da bunlar yakışmaktadır.

Günümüze kadar olan işlerde, bir bakıma İslam, devlet ve toplum tarafından arzu edilenin “İslam” diye tanıtılmasıyla şekillendirilmiş toplumumuza aitti. Şimdi İslam Arap kökenleriyle birlikte Türkiye’de de uygulanmaya başlandıkça, “gerçek” İslam’la karşılaşıyoruz.Öncekiler bizim toplumumuzun hayalindeki İslamdı.
Unutmamak gerekir ki, bu gerçek İslamın gerçek peygamberi Muhammed, 9 yaşındaki “Hz. Aişe anamızı”, sokaktaki oyun arkadaşlarının arasından alıp zifaf odasına sokarak, “bellemiş” birisidir. Onun mümin Abd’ulları da, biraz “yasal”, biraz “yasadışı” tarzda 14’lükleri, 15’likleri zifaf odalarına sokuyorlarsa, İslama aykırı davranmış olmaz, cemaat olarak hoca’larının edimlerini sürdürmüş olurlar. Üstelik bu tür uygulamalar, salt islama özgü değil, kendini “sahici solcu” sayan Murat Belge gibi iflah olmaz nihilist ve AKP’cilerin misyonerce davranarak “akıl-fikir” yönünü övdükleri Hiristiyanlık ve Musevilikte de vardır.
Katolik evlilerin “boşanma yasağı”, onun çift taraflı “fuhuş”,”aldatma” ile tamamlanmasını sağlayan en önemli iman dürtüsüdür. “Boşanma” yasağı ile çevrelenmiş eşler bakımından birbirlerini, hem de gözlerinin içine bakarak “aldatma!”, o evlilik türlerinin kaçınılmaz kaderidir. Bütün bunlar, insanbilim ve sağlam bir ateizm ışığında bilinçlere çıkarıldıkça, temiz bir sivil toplumun, hiç olmazsa bilinçlerde tomurcuklanması sağlanabilir.
Safa Kaçmaz, 8.11.2008
+
“Çocuk cinsel istismarı’ Üzerine 2
Musa Yasalarında ‘Kayınbiraderlik Görevi’…
Kutsal Evliliğin Kaynakları
Sümer Kutsal Kadınları…
‘Kızlar 9 yaşında evlenebilir’ diyen Profesör ve Muhammed
“Aişe Validemiz” Kaç Yaşında Evlenmiş!
Töre ve Tören Kaynakları…
Modern toplumun içindeki eski toplum
Kutsal Evliliğin Kaynakları
Sümer Kutsal Kadınları…
‘Kızlar 9 yaşında evlenebilir’ diyen Profesör ve Muhammed
“Töreniz Batsın” Ve “Amin”
Eski toplumda “iğdiş”lik kurumu
Eski Ahit’te “Kutsal Erkek Fahişeliği”
Eski Ahit’te Erkek Sünnet’i Motifleri
Eski Ahit’te bir Adem tanımı ve Aden!
Kutsal ‘İlk Ürün…’
‘İlk oğul’ kurbanı ve Eski Ahit
19. Yüzyılda BEKTAŞÎLİK-1
Bekâret fetvası…Zifaf..Kadın Sünneti
ABD’de Bekáret Yemini,Bekâret fetvası…Zifaf..Kadın Sünneti
Erkek Çocuk Sünneti Ve Kirvelik
Hitit Kraliçesinin ‘Kardeş Kocası’
Musa Yasalarında ‘Kayınbiraderlik Görevi’…
Eski toplumda “iğdiş”lik kurumu
Asur Ticaret Kolonileri Devrinde kadın -1
“Mercimeği Fırına Verdiler”
İnanna’dan Havva Ana’ya…
Eski Ahit’te “kardeş karı-koca”lık…
Eski Ahit’te “kısır”lık…
Eski Toplumda “Monogami” ..
Kutsal Evliliğin Kaynakları
Sümer Kutsal Kadınları…
Kutsal Kadın Fahişeliği ve Kutsal Erkek Fahişeliği – 1
Eski Ahit’te “Kutsal Erkek Fahişeliği”
Lut’un ‘Melek’leri ve Erkek Fahişelik…
Evlilik Ahlakı ve Aile’nin Tarihi
Eski Toplumda “Monogami” ..
“Karı-koca kardeşliği…”
Hitit Kraliçesinin ‘Kardeş Kocası’
“Çocuk cinsel istismarı’ Üzerine-1
“Emmim kızı” ve “Akraba evlilikleri”
Asur Ticaret Kolonileri Devrinde kadın -1

Toplum Ve Tarih

http://toplumvetarih.blogcu.com/