MEKTUPLAR 4

İÇİNDEKİLER
Z.
Z. K.’ye

Sayın H. Tahsin Emiroğlu,
Ada Sok. Hayırsever no. 5,
KONYA

Önce selam, sevgi…
Tarafınızdan yazılmış olan ESBAB-I NÜZUL (Kuran ayetlerinin iniş sebepleri ve Tefsirleri) adlı kitabın 12. cilde kadar olanlarını Zafer Çarşısından almıştım. 12. ciltten sonra çıkanlar da geldikçe verilecekti…
Birkaç kere gittimse de hep “gelmediği” söylendi.
Sonra öğrendim ki kitap tamamlanmış…
Şu an bende 12 cilt var; ancak, 13. cilt ve devamı yok…13. cilt ve devamını aşağıdaki adresime ödemeli olarak göndermenizi rica eder saygılarımı sunarım. 16.6.1989
Av. Hayri Balta
X
Sayın İsmet Arslan,
Berfin Bahar Dergisi
İstanbul:

Önce saygı, sevgi; okudum, gönderdiğini…
Abonelik konusunda bir yanlışlık olsa gerek. Benim aboneliğim 2003 Ocak ayından başlasa gerek.
15.11.2002’de Ankara Kızılay postanesinden 30 milyon göndermişim. Altına da “2003 yılı bir yıllık abone bedeli” demişim.
Bu duruma göre ben, abone bedelini Aralık ayının 15’de göndermeliyim. Böylece 2004 yılı için Dergiler istemeliyim.
Bu arada iki konuda isteğim var.
Bir: Derginiz bana ayın on beşinden sonra (Şükrü Günbulut’a da…) geliyor. Hayri Balta, aboneyim diye dergiyi alamıyor, nasıl olsa gelecek diye bekliyor, kitapçı tezgahlarına bakıp duruyor.
Buna öncelik tanınamaz mı?
İki: Bana gelen dergileri gözden geçirdim. “2003 Ocak ayından başlamış, hepsi gelmiş, Ağustos ayı dergisi gelmemiş.
Gönderilmedi demiyorum, gönderdiğiniz dergiyi posta kutusundan bir başkasının aldığını sanıyorum.
Mümkünse 2003 Ağustos ayı Dergisini yeniden göndermeni rica ediyorum.
Gecen yıl ki hesap belgesine düştüğüm notu ekli olarak sunuyorum. Ne yapmam gerektiği konusunda önerini bekliyorum.
Derseniz ki bizim hesaplarımız doğru abone bedelini göndermeye söz veriyorum.
Saygılarımla,
Av. Hayri Balta, 25.9.2003
Not: Bu ara size çok eskiden yazılmış bir fıkramsı-öykümsü gönderiyorum. İlginizi çektiği takdirde koyabilirsiniz….
X

Sayın Bilge Balta
İlkönce teşekkürlerimi sunarım…
Ardından her halde iyi takıp edemedim.
Merak bu ya şu Eren Bilge ile Hayrı isimlerine bir açıklık getirirseniz sevinirim
Baba kız mı? Anne oğul mu? Ağabey kardeş mi?
Yoksa ” Eren Bilge mi Hayri Balta” mı?
Saygılarımla
Z. K.22.12.2005
X
Sayın …
“Ne dersin bana, bilmem, güzel bir soru sordun!” desem.
Ardından da sitem etsem.

Desem ki, senin gibi yaşını yaşamış dişini dişemis,
Yetmiş yasına gelmiş,
Bir gazete köşesine yerleşmiş aydın birine,
Kendine mahlas olarak “Eren Bilge” sıfatını seçen biriyle,
Yakışır mı alay etme,

Ne demek şu:
Baba kız mı? Anne oğul mu? Ağabey kardeş mi?
Deme…

Sen benim erkek olduğumu bilmen mi? Bir erkeğe “kız mısın?” denir mi?
Sonra bir erkek anne olur mu?
Böyle bir ifade e-posta topluluğunda herkese yol gösteren senin gibi bir aydına uygun mu?
Hem giden iletilerimde “Hayri@bilgebalta.com” adresini görmen mi?
Böyle bir açıklama varken bir insanla alay edilir mi?
Bir başkası ile alay edene yaşlı başlı, aklı başında bir aydın denir mi?

Türkçe Sözlük bilge’yi söyle tanımlar:
“İyi ahlaklı, olgun ve örnek kimse.
Kendini tanımanın bilgisine eren bilge…”
Bu tanıma göre ben kendime hedef olarak “Bilge”liği seçtim.
“İşte benimhedefim” dedim.
Arab’ın imamı olur, Yahudi’nin Hahamı, Hıristiyanların Papa’sı, papazı.
Bu sıfatlar dinsel anlamlı.
Bende ise bilinen anlamda bir Allah-din anlayışı olmadığına göre;
Laik bir toplum olan Türklerde de, iyi kötü, bir Bilge olmamalı mı?

Sonra; Ermişliğime, Eren’liğime gelince
Yine iyi kötü bir Tanrı ve Din bilgisine ermişim kendimce…
Böylece bir takma ad (mahlas) seçme ögürlüğüm yok mu kendimce

Senden rica ediyorum: Eğer Bilge’liğe yakışmayan bir davranışımı görürsen beni uyar;
Değil senin; herkesin de bilgeliğe yakışmayan bir davranışım olursa beni uyarma yetkisi var.
Olursa böyle bir eleştiri beni istediğim Eren Bilge yapar.
Ben 25 yaşına değin dinsel deyimle “ölü” idim; yani, duyarsız, sorumsuz, toplumsal konulara ilgisiz,
Tanrı ve din konusunda bilgisiz,
Asıl önemlisi iradesiz;
Yani, sigara içmenin zararlı olduğunu bile bile içen bir hissiz…
25 yasında yeniden doğdum (dirildim). Bunda Sayın Öğreticim Dr. Emin Kılıç Kale’nin rolü büyüktür.
Ne var ki sonunda onunla da ters düştüm. Onun doğruları bana ters gelmeye başladı.
Örneğin; önceleri toplumsal konulara ilgi duyduğu halde sonra bundan vazgeçti…
Örneğin sık şöyle derdi:
“Köylüsü donla gezen memlekette taksiye binmeye utanırım!”
Sonraları ise: “Sen ağa, ben ağa. Bu ineği kim sağa?” dedi.

Toplumsal konulara duyarlılığım ve yerel gazetelere yazı vermem en büyük suçum olmuştur. Bu nedenle Gaziantep ileri gelenlerine: “Hayri Balta ile ilgimiz kalmamıştır.” diye genelge gönderilmiştir…

Özetlersem: Ben maddecilikte karar kıldım.
“Yaratan maddedir” (Materyalizm) dedim.

Hocam ise: “Maddeyi yaratan da insan! İnsan olmasaydı, madde deyen olmazdı. Allah deyen, madde deyen sensin!” (Ruhçuluk; idealizmin solipsizm kolu.) demiştir.
Bu felsefî görüş ayrılmamızı gerektirmiştir.

Bu konuya sunun için girdim: Yirmi beş yaşıma değin yaşantıma sahip çıkmaya utanırım…
Ama Yirmi beş yaşımdan sonrakinin hesabini vermeye her zaman hazırım.

Yeniden doğduktan sonra “yanlış davranışlarım olmamıştır” deyemem.
Ama bu yanlışlarım, iki elin parmaklarını geçer mi bilmem…

Bu olumlu rol sayesinde de gerçeği görmeye başladım.
Tanrı bilgisi ve din duygusu ne demek anladım.

Çektiğim sıkıntılar, yokluklar, yoksunluklar ve en önemlisi aşağılamalar, suçlamalar beni bilge yaptı.
Yani olgunlaştırdı, Tanrı bilgisine ve din duygusuna ulaştırdı.
Tam bir Ermiş, Eren Bilge yaptı.

Ayrıca Türkiye’de şeyhliğe, ermişliğe, tarikat liderliğine, mehdiliğe, imamlığa sahip çıkan gördüm ama “Eren Bilgeliğe” sahip çıkan görmedim.
Ben de kendi kendime, kendi halimce, bir “Eren Bilge” olayım dedim.

Ola ki bundan böyle belki Eren’liğe, Bilgeliğe özenen çıkar,
Kendime Eren Bilge demekte ne kötülük var…

Bilgelik beni yönlendiriyor.
Bana ters gelen olaylar karsısında aşırı tepki gösterecek olursam “Eren Bilge” adım beni frenliyor…
“Ama Eren Bilge, bu davranışın; Eren’liğe, Bilge’liğe yakışmaz!” dedirtiyor.

Böylece “Eren Bilge”lik kavramı beni bana getiriyor.
Bütün bunlar yanında;
İnsana yakışmayan edimlerden önlemeye çalışıyor.
Bilgelik, Osmanlıca da Arif olarak da anılır.
Arif ise “Osmanlıca Sözlük”te:
“Tanrı’yı hakkıyla anlamış, Tanrı sırrına ermiş, Tanrı’yı tanımış kişidir…”
Olarak tanımlanır…

Tanrı kavramını ve din duygusunu hakkıyla anlamış, kavramış biriyim.
Dünyada söyle bir Tanrı tanımı yapan ilk kişiyim.
“Tanrı madde olarak yoktur, manâ olarak vardır.
Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır.
Ruh olarak yoktur, düşünce olarak vardır.
Zat (Kişi) olarak yoktur, simgesel olarak vardır.”
Bu sözleri söyleyen kişi tam bir “Eren Bilge’’dir,

Bu demektir ki; kitap indiren, peygamber gönderen bir Allah (Tanrı) yoktur.
Bütün dinsel kavramların temsilî, simgesel ve değişmeceli bir anlamı vardır.
Din ilminde yol almak isteyenler önce bu kavramların ne anlama geldiğini bilmelidir.

Ayrıca “İnsanın olmadığı yerde Tanrı yoktur!
Yaratanın her yerde olmasına karşın;
Tanrı (Allah) yalnızca insanın olduğu yerde vardır.
Ve Eren Bilge bunu deyen ilk kişidir.

Ne dediğimi biliyorum, sarhoş değilim.
Tanrı konusunda böyle bir açıklama yapan ikinci bir kişi görebilir miyim?

Allâmelerin tümü “Tanrı her yerde hazır ve nazırdır!” der.
Lağım çukuru da her yerden biri sayılır.
Böyle olunca nasıl olur da “Tanrı, her yerde hazır ve nazırdır!” denir…

Bu ne büyük Tanrı bilgisinden habersizliktir.
Bu ne büyük bir bilgisizliktir..
Böyle diyen bir toplumda:
“Tanrı, insanın olduğu yerde vardır. İnsanın olmadığı yerde Tanrı (Allah) yoktur! Ancak Yaratan vardır!” deyen bir adam Eren Bilge olmaya layık değil midir?.
Bu konuyu da söyle özetliyorum:
Yüce duygular, genel doğrular, üstün değerler, olumlu düşünce ve eylemler kötülüğe göre iyi sayıldığı için Tanrısaldır (Rahmanîdir) diyorum..
Saydığım bu iyi kavramların tersi ise toplum tarafından benimsenmediği için Şeytan, Şeytanî olarak dile getirilir, diyorum…
.
İyi kötü ayrımında bulunan ve iyi olanı yapmak için nefsine direnen kişi dindardır.
Bu demektir ki iyi ile kötünün ayrımında bulunmayan kişide din duygusu yoktur.

İstediği kadar mensup olduğu dine sahip çıksın.
Haham olsun, Papaz olsun, İmam olsun.

Bu konular uzar gider.
Eren Bilge, www.bilgebalta.com adlı binlerce sayfayı bulan sitesinde bu konuları sergiler…
Şimdi böyle düşüncelere sahip olan bir kişi kendini olumlu yönlendirsin diye Eren Bilge’liği hedef tahtasına korsa, onunla alay mı edilmelidir?
Kulakları olduğu halde duymayan, gözleri olduğu halde görmeyen, aklı olduğu halde idrak edemeyenler arasında yaşayan biri kendini Eren Bilge olarak kabul ederse çok mudur?
“Kendini bilen Rabbini bilir” dendiğine göre,
Bu benimle alay etmen neye?

Biliyorum bu düşüncelerim çoğuna ters gelecektir…
“Hayri Balta, bu kez de kendini övüyor!” denecektir.
Beni gören, sözlerimi anlayan yok ki beni değerlendire…
Ağam nerde ben nerde?..
Söylediklerimi anlayan varsa beri gele…

Bil ki dostum, halkın değer yargıları her zaman doğru değildir.
Bu nedenle derim ki “İnsan, önce kendini bilmelidir.”
Ve derim ki olumsuz düşünce ve davranışımı gören herkes beni,
“Bu düşüncen ye da bu sözün Eren Bilge’liğe yakışır mi?” diye eleştirmelidir.

Böyle bir yazı yazdırdığın için teşekkür sana.
Benimle alay ettiğin için çok ağır sözler söylerdim ama,
Ne var ki böyle bir hamlık,
Eren Bilge olduğum için yakışmaz bana…

Simdi kal sağlıcakla.,
Sevgilerimle,
Eren Bilge, 22.12.2005
G. 18.5.2010
x
Sayın Hayrı Balta
Ben sıze bu mektubu ozelınıze gondermıstım. Sızı ılkonce avukat hayrı balta olarak tanımıstım, sonra yazılarıma begenıler bılge balta olarak geldı.
Sankı aynı bılgısayardan ıkı kımlıkle guzel yazılar alıyorum sanmıstım, yanı aynı bılgısayardan bazan hayrı bazan da bılge ımzalı mektuplar okudum sanıyorum..
Yaptıgım yanlıslıgın kaynagını bılmem anlata bıldım mı…?
Ben bu sorularda cok cıddı ve ıctenlıklı ıdım yanı kendımı ayrıntısını cozemedıgım bır ıkılı karsısında sanıyordum
Bes senedır bu obeklerde ve gercek hayatta bır omur boyu kımlık ve kısılık uzeınde asla yorum yapmadım sadece yazılan ve agızdan cıkan soz uzerıne haddım ıcınde bır seyler soylemeye calıstım
Sızın ıcıne dustugunuz ve acıkladıgınız ve onu da tam olarak
anlayamadıgım hatalar, kusurlar ve yanlıslıklar ıcınde asla olmadım
Butun bunlar sızın benım yazımı benım ıfadey-ı meramda yaptıgım eksıklıkten kaynaklandıgını gormekle bırlıkte sıze ozel adresınıze gonderdıgım mektubun yanıtını obekte vermenız daha buyuk bır yanlıslıga neden oldu sanıyorum..
Yıne durumun acıklıga kavustugunu sanmıyorum ama burada noktayı
koyuyor ve saygılarımı sunuyorum (bu mektup ozelınıze gonderılmıstır…!)
… 28.1.2006
x
Ertürk Dostum,

Önce sevgi sundum. Dinlenme uykusundan kalkar kalkmaz yazını okudum, hayran kaldım.
“- Efendi! Madem ki din hassas bir konudur, ne diye her fırsatta dinsel söylemlerle yola çıkıyorsunuz!!!” demişsin…
Din hassas konu ise neden Müslümanlar saldırıyorlar Yahudiler’e, Hıristiyanlar’a ve de başka dinlere.
Neden “.. Hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (K. 9/29) deniyor betiklerinde…
Yine Kuran’ın 2/120, 4/189. 5/51 ayetlerinde niçin “Hıristiyanları Yahudileri dost edinmeyin!” deniyor. Niçin “… din yalnız Allah’ın Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” deniyor.
Peki, sen onlarla savaşmayı Allah’ın emri sayarsan, onlar kendilerini savunmazlar mı? Elbette duşman düşmana gazel okumaz, elinden geleni yapar…
Şu an dünyada 460’ın üzerinde dinin olduğu söyleniyor. Hepsi de “Kendi dinlerinin Hak din olduğunu söylüyor!” Bunun ölçüsü ne? Bu Hak dinin hangisinin Hak din olduğunu ölçecek bir alet, kişi ve yer göstersene.
İslam dünyasının geri kalmış olmasının nedeni eleştiri ve hoşgörü anlayışının olmamasıdır. Böylece İslam dünyası koyu bir karanlık içinde kalmıştır. İçinde bulundukları karanlıktan o denli hoşnutturlar ki kendileri gibi inanmayanları; inandırmaya çalışmayı Allah’a hizmet sanıyorlar.
Bunlar işin ayrımında değillerdir. Bir olaydan, bir buluştan bir saniye içinde dünyanın haberdar olduğunu bile bilmezler.. O yasaklamaya çalıştıkları karikatürler ınternette fink atıyor. Sen yasaklasan ne çıkar.
Asıl önemlisi Batı’nın bu iletişim sayesinde İslam’ın zihniyetini iyiden iyiye anlamış olmasıdır.
Artık bu tür olaylar artarak sürecek. Kıran kırana bir savaş başlayacak.
Adama “Silahın kadar, paran kadar, tekniğin kadar, ordun kadar, uygarlığın kadar konuş!” deyecekler. İşte o zaman bunların aklı başına gelecek…
Neyse sıkma canını. Gerçekleri kimseyi tahrik etmeye çalışmadan sakin sakin anlatmalıyız… Ne olursa olsun bizim gibi düşünmeyenlerin de bu toplumun insanları olduğunu unutmamalıyız…
Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana ve aile efradına…
Bilge Balta, 3.2.2006
G. 27.5.2010
x
Sayın Osman Çalışkan,
Önce sevgi sana eksik kalan…
Ne mutlu sana;
Aydınlığa çıkmışsın karanlıktan…

İletine yanıt vermekte geciktiğim için özür diliyorum.
Niçin geciktiğimi de biliyorum.
Birkaç günden beri sıcaklardan olsa gerek yorgunluk çekiyorum.
Bu nedenle de bana gelen iletilere yetişemiyorum.

Aynı gazetede yazmak; seni tanımış olmak yanında, ayrı bir mutluluktur.
Parada pulda gözü olmayan amatör yazarlar
Yazmakla mutlu olur.

Bu yorgunlukta, bir kitap okudum bitirdim.
Sensiz boğazımdan geçmedi,
Bir tane senin için alıp gönderdim.

Pazartesi sana bildirecekler.
İstersen işyerine getirecekler…

Kitabın adı: ÖZÜN ÖZÜ’dür.
Muhittin Arabi’nin bütün yazdıklarının özetinin bütünüdür.
Tam bir ezoterik içeriktedir.
Bu kitabı okuyup anlamak din ilminde mesafe almak gerektir.

Kitabın ilk sayfasına önemli satırların sayfa numarasını yazdım.
Kitabın ilk sayfasına da şu düşüncelerimi aktardım:

“Ne mutlu o değerli dosta,
Bu kitap koca Gaziantep’te gide gide, gitti ona…”
+
Görünen, görünmeyen Doğa, Evren yaratandır.
İnsan da yaratandan bir parçadır.
Yaratanın bir parçası olduğumuza göre,
Dünyaya gelmekten murat: İnsan-ı kâmil olmaktır.

İnsan-ı kâmil: Eksiklerini görerek gideren,
Kimseyi incitmeyerek kendini geliştiren,
Güzel, mükemmel ve örnek insanı gösteren… “

Yazdığın bütün yazılardan gönder bana…
Okuyup bilgilendikçe teşekkür ederim sana…
Yarın kitap için telefon edecekler sana…
Şimdi kal sağlıcakla,
Hayri Balta, 28.5.2006
G. T. 5.6.2010
X
Sevgili Balta
Dini görünüşüme tahammülü olmayan modern Türkler (herhalde dinsizlerdi) beni bu öbekten attılar fakat yine de takıp ediyorum ama yazılarımı öbeğe gönderme olanağım yok.
Onun için yararlı yazılardan yararlanamıyorum
Benim bir gazeteci olarak Alevi dernekleriyle az – çok, çok iyi ilişkilerim var; adamlarla cami yolunda, hac yolunda birlikte oldum
Fakat sizin dediklerinizle kafam iyice karıştı. Hıc bir şey bilmediğimi yeni yeni anladım
Bırand’ı ve sizi okudum ama Alevcilik hakkında açık bir bilgi kazanamadım
Yazdıklarınızdan Müslümanlık ile bir ilişki olmadığını anladım
Kitabının adı nedir? Kim göndermiş, kim yazmıştır? İlmi hal’ı var mıdır?
Büyük Müslüman Hacı Bektas’ın Alevcilik ile bir ilgisi var mıdır?
Tapınaklarına ne ad verilir? Havra / sinagog – kilise – mescide / cami vb.
Lütfen tarikatın dergâhı “cem evi” tanımını yapmayınız…
Sağlık içinde mutluluk ve başarılar sizin olsun
Saygılarımla,
Zeki kentel , 10.7.2006
(Yanıtınızı bu satırlarla birlikte öbekte yaparsanız sevinirim)
x
Sayın Kentel,
Önce saygı sundum.
Çoktandır sizi öbekte göremediğim için merak ediyordum.
Görememenin nedenini şimdi anlamış oldum.
Şunu da içtenlikle belirteyim ki öbekten silinme işleminizi doğru bulmadım.
Ayrıca birkaç kaç kere özeline yazı gönderdim.
Kabul edilmemiş açıklaması ile geri geldi.

Şimdi gelelim sorularına.
Bu sorular yanıtlanmaz böyle bir iki satırla.
Öyle ki 20-30 sayfayla…

İyisi mi size beş kitap adı vereyim.
İşe önce bu beş kitabı okumakla başla diyeceğim.
Önce şu kitabı okumanı önereceğim.
HERMES (METİNLER-ÇALIŞMALAR) Ege Meta Yayınları
Hermes üç kere bilge anlamına gelir.
Bilgeliğini Mısır Gizemcilinden alır…

Gizemcilik; ezoterizm, batınılik, gizlicilik anlamına gelir ki bütün tek tanrıcı peygamberler bu adamın yolundan giderler ve öğretilerini anlatmaya çalışırlar.
Ne var ki insanların geleneksel katılaşmış inançlarını değiştiremezler…
Görürler ki anlamıyorlar, sonunda insanların ağızlarınca verirler.

Bunlar içinde yalnız İsa “dediğim dedik” diye diretmiştir.
Bu direncinin karşılığını da hayatı ile ödemiştir.

Hermes adı Tevrat’ta, İncil’de ve Kuran’da geçer.
Tevratta’ki adı: Hanok’tur. Kuran’a göre de İdris peygamberdir.

İncil’deki adını da hatırlayamıyorum, üstelik hangi kitaptan okuduğumu bilemiyorum…

Tek Tanrılı dinlerin iki yüzü vardır.
Literatürde adı şöyledir:
Zahirilik, Batınilik…
Yani halkın din anlayışı (zahiri);
Seçkinlerin din anlayışı (Batınî)…

Zahirilikte din öğretisi gelenekseldir; babadan oğula geçer.
Batınilikte ise geleneğin ötesine geçer. Talip (Mürid: İsteği olan…), bir mürşid’e hizmet eder.

Mürşit, isteklisine, din bilgisini anlayış seviyesine göre verir.
Bunun en güzel örneği Örneğin. Yunus Emre’dir.

Yunus emre7ye önceleri sır verilmemiştir.
Yunus Emre’de kırk yıl dergah mutfağına odun getirmiştir.

Neyse ben bu işe girersem işin içinden çıkamam;
Size de okuyucularıma da yararlı olamam.
Bu nedenle yararlanabileceğim kitapların adını veriyorum.
Bunlrı okursanız ne dediğimi anlarsınız sanıyorum.
1. Damlanın İçindeki Gerçek. Alevilerin Büyük Sırrı. Ünsal Öztürk. Yurt Yayınları.
2. Alevilik Batınilik Ezoterizm TANRININ GİZLİ DİLİ. Süleyman Diyaroğlu. Chiviyazıları (mjora)
3. Aleviliğin Kayıp Bin Yılı (325-1325) Erdoğan Çınar. Chiviyazıları (mjora)
4. Aleviliğin Gizli Tarihi (Demirin Üstünde Karınca İzi). Erdoğan Çınar. Chiviyazıları (mjora)
5. HERMES (METİNLER&ÇALIŞMALAR) Ege Meta Yayınları.
Dediğim gibi adlarını verdiğim bu kitaplarda sizin kafanızı kurcalayan bütün soruların yanıtları vardır.
Ancak önce bunların babası olan Hermes, okunup anlaşılmalıdır.
Okuup anlama da yetmez bir bilene hizmet edilmelidir.
Bu da şöyle dile getirilir:
“Okumak deva değildir.
Anlamak şifa değildir.
Kendine ey gönül
Başka bir tabib ara…”
Verdiğim bu bilgiler ezoterizm (belli bir topluluğun bildi dinsel sırrı…) ile ifade edilir.
Bu bilgiler günümüzde Masonlar, Bektaşiler ve Alevilerin bilge dede-babalarınca bilinir.

Ancak bilinmeli ki Alevcilik; tek Tanrılı dinlerin dışında bir yaşam felsefesi ve ahlak öğretisidir.
Dinin aslı; ahlaktır, erdemdir, insanın tekâmül etmesi ve kimseyi incitmemesidir.
Bu da Alevilikte “Eline Diline Beline sahip ol” olarak dile getirilir.

Aleviler; Alici olamaz. Çünkü Ali’nin kılıcı iki çataldır ve her iki çatalından da kan damlamaktadır.
Ali’nin nasıl acımasız bir kan dökücü olduğunu anlamak için Emile Dermenghem’in yazdığı ve Reşat Nuri tarafından türkçeye çevrilen Hz MUHAMMED’İN HAYATI adlı kitabın (İnkılap ve Aka yayınları1958) özellikle 231 – 233. sayfası okunmalıdır.

Oysa Aleviler kan dökmeyi sevmez.
Barışçı ve 72 milleti bir gören insanlardır.
O,
“Gelin canlar bir olalım
Münkire kılıç çalalım” diye türkü okuyanlar Alevci değil Alicilerdir.
Ve bu Alevciler nereden geldiklerini de bilmezler…
Bunlar, Musa’dan, İsa’dan, Muhammed’ten önce Anadolu’da yaşayan Ulivilerdir.
Alevilik adı da bu Ulivilerden gelir…

Bizim kimi Atatürkçülerimiz Sünniliği devlet dini olarak kabul ederler.
Bunlara din konusu açıklamaya kalkarsa “Dinsiz devlet olmaz!” derler…

Siz bakmayın Devletimizin laikliğe sahip çıkmasına.
Devletimiz sunniliğin bir numaralı finansmanı, koruyucusudur ve propagandacısıdır…

İşte benim anlaşılamamış olmanın, sevilmememin, kırk köyden kovulmamın, nedeni bu aykırı görüşlerimdir.
Ne diyelim halk bilmezse Halik bilir…
Şimdi kal sağlıcakla,
Saygılar, sevgiler sana…
hayri@bilgebalta.com – 11.7.2006
G. 14.3.2010
x
Sevgili Balta
Bizden de önce saygı.
Çok teşekkür adıyorum.
Sağlık içinde tüm mutluluklar ve basarılar sızların olsun efendim.
Zeki Kentel, 11.7.2006
X
Sevgili Güzel Bilge İnsan Hayri Balta
Soyadınız gibi kesen parçalayan değil de birleştiren ışık saçan en eski kandil gibisiniz. Sizi anlayan anlıyor da anlamayana nasıl anlatırsınız sayın bilge?
08.07.2006 tarihli Alevilik ile ilgili yazınızı zevkle okudum. Tamamına katılıyorum. Çocukluğumuzda çıra söndürmelerden ve karanlıkta kadın erkek birbirleriyle bu gününün deyimiyle toplu seks yaptıklarını anlatırlardı. Çocuk olduğumuz için bir şey anlamazdık. Bir şeyler öğrendikçe Alevilerin Cumhuriyete Atatürk’e nasıl da sahip çıktıklarını gördükçe, ne büyük haksızlığa uğradıklarını daha iyi anladım.
Sayın Bilge kişi Size sık olarak yazamıyorum. Beni bağışlayın. Yazılarınızın tümünü okuyorum . Benim işim yazmak değil çizmek. S.S.S. kitabınızı bitirmek üzereyim. Çizerek okuduğum için ağır gitti.
Sevgiyle kalınız.
M.Ali Diyarbakırlıoğlu, 11.7.2006
X
Sayın Hayri Balta.
Yazınızı okudum. Geneline de katılıyorum.
Ancak söylediklerinizin hiç birini Aleviler kabul etmez.
Aleviler gözlerini Arapların Ali’siyle kör etmişlerdir.
Ne aydınlık ne alev ne de güneş onları ilgilendirmiyor.
İlgilendikleri tek şey Arapların hayalleri.
Aleve tapanlar 1000 yıl önceydi.
Şimdi Aleviler “aydınlığın önderleri” olan Ilhan Arsel ve Turan Dursun’u her andıkları zaman kötülemeleriyle kalıyorlar.
Ayrıca insan olanın Mezhebi, dini, ırkı olmaz.
Sevgilerimle…
Tansel Semir, 11.7.2006
+
Sayın Tansel,
İletini aldım, memnun oldum, sevgiler sundum.
Söylediklerinin geneline değil hepsine katılıyorum. Alevilerin onulmaz Alici olduklarını ben de biliyorum.
Ne var ki biz; Aliciler beğensin, kabul etsin, diye yazmıyoruz. Biz; gerçek saygımız gereği (Buna din ilminde Allah için denir…) yazıyoruz.
Ayrıca biz balımızı yesinler diye de yapmıyoruz. Biz balı arı olduğumuz için yapıyoruz…
Şimdi kal sağlıcakla, yeniden sevgiler sana…
Hayri@bilgebalta.com – G. T. 12.7.2006
x
Sayın Balta, ( her şeye zıplayan bir işgüzar üye olarak dayanamadım, kusura bakamayın )
Bu ne tatlı bir yazım
Geliştirin ( işte işgüzarlığım : )) eminim zaten yazıyorsunuz : )) ) lütfen.
Çünkü bende gördüm sizde, mahrum bırakmayın insanları sizden.
En çok ihtiyaç duyacağımız günler geliyorken hem de : ))
X
Sayın Yılmaz,
İletini aldım. Önce sevgi sundum. İletimle ilgilendiğin için memnun oldum.
55 yıldır, amatör, yazarım, hem de hep böyle yazarım.
Gaziantep’te onlarca gazetede, Ankara’da da üç dört gazetede, yazdım; şu an da, Gaziantep Ekspres’te günlük yazmaktayım. (Adresi: www.ekspreshaber.net )
Bu adresi tıklarsanız her gün günlük yazımı okuyabilirsiniz. Ayrıca www.bilgebalta.com adresindeki Sitem’de de diğer konulardaki yazılarımı görebilirsiniz.
Özelinize yazmam için bana soru sormalısınız ya da bir istekte bulunmalısınız. Bizim gibiler; sorulmazsa söylemez, istemezse vermez. Biz ermişler tabakasındanız bizi sıradan kişiler bilmez.
Sakın beni şeriat yanlısı bir inançlı sanmayınız. Biz ermişler, Bilgeler, akıldan, sağduyudan, vicdandan ve de bilim verilerinden başkasına inanmayız. Asıl önemlisi kendimizin dışında, evrenin dışında bütün varlıkları yöneten birini de var saymayız.
Ne varsa insandadır. İnsanın dışında olduğu söylenilen Allah, Ruh, Uzaylılar, sanaldır. Sirus topluluğunda kalem oynatanlar bunu anlamalıdır.
Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana…
hayri@bilgebalta.com – 9.8.2006
G. 2.7.2010
X
NE KADAR CİN ve ŞEYTAN TAİFESİ VARSA GEÇMİŞİNE GELECEĞİNE YUH!..
Merhaba Hayri Balta Bey.
Sizleri tüm içtenliğimle, aydınlıkçı yönümle ve yüreğimden gelen sıcaklıkla kucaklıyorum ve selamlıyorum.
Bir konu hakkında sizlerin yardımınıza ihtiyacım var. Fakat öncelikle kendimi tanıtayım. Ben üniversiteyi gecen sene bitirmiş ve mesleğimi elime alabilmem için sınavlara (KPSS.. gibi) hazırlanan biriyim.
Bugüne kadar hayatımda din denilen kavram olmadı, çünkü inanmadım. Bu sebeple din ile ilgili hiçbir şeyi (namaz kılma, oruç tutma gibi hiçbir şeyi) yapmadım.
Çünkü ben Muhammed denilen birinin söylediklerinin kendi sözleri olarak görüyorum ve hiçbir şeye inanmıyorum.
Ayrıca 1997 yılında Turan Dursun’un Tabu Can Çekişiyor – Din Bu, 3 isimli kitabini almıştım. Fakat derslerim ve zamanımın fazla olmamasından dolayı kitabi tam anlamıyla okuyamadım.
Bu güne geldiğimde ise bir sorunla karsı karşıyayım. Ve sizin yardımınıza gerçekten ihtiyacım var.
Aralık 2005’te yayınlanan Yeni Aktüel dergisinde bir yazı okudum ve hayatim bazı şeylere inanmamama rağmen tamamen değişti. (Dediğim gibi ben hiçbir dine inanmıyorum)
Bu dergide yazan bir konu var, ve o zamanlar gösterimde olan Şeytan Çarpması isimli filmin güya Türkiye’deki karşılığını ele almışlar ve bunu cinle ilgili olarak açıklıyorlar. Sözde cinle görüşenlerle, konuşanlarla, ilişkiye girenlerle röportaj yapmışlar.
O terbiyesiz ve şerefsiz dergi yöneticileri, sırf baskı sayısı kaygısından böyle uydurma bir şeyler yazdılar ve ben bunu biliyorum. Fakat kendime laf anlatamıyorum. Bu yazıyı okuduktan sonra, inanmadığım halde sanki etrafımda cin varmış gibi hissediyorum. Sanki ben ders çalışırken görünmeyen varlıklar varmış da, benim ders çalışmamı engelliyorlarmış gibi hissediyorum.
Ben ders çalışırken sanki etrafımda görünmeyen varlıklar bulunuyormuş da, her an bana zarar verebilirlermiş gibi hissediyorum. Şunu da belirteyim. O dergide yazılan kişiler gibi ben halisunasyon.. vb. hiçbir şeyle de karsılaşmadım. Ama elimde olmadan ve cin gibi şeylere kesinlikle inanmamama rağmen, ders çalışırken çevremdeymiş gibi hissediyorum.
Bu durum bende Aralık 2005’den beri var. Ve ben su an ne yapacağımı ve bu sıkıntıdan nasıl kurtulacağımı bilmiyorum. Şu anki düşüncem, Turan Dursun ve Erdoğan Aydın’ın kitaplarını alıp okumak.
Sizlere şunu sormak istiyorum.
– Bana bu konu ile ilgili önereceğiniz neler olur? (Önereceğiniz başka bir kitap veya yapmam gereken başka bir şey var mı?)
Bana yardımcı olursanız, inanın sizlere çok ama çok minnettar kalırım.
B. S. 16.8.2006
G. 13.7.2010, YANIT VERİLECEK…
XXX
Sayın B.S.
Önce sevgi…
İçinde bulunduğun durum ruhsaldır (psikolojik). Cin, şeytan diye insanın dışında bir varlık yoktur.
Cin: Öfkesine kapılan insanın ahlaka, hukuka, insanlığa aykırı çılgınca davranışlarıdır. Öfkesine kapılarak; yasaya, ahlaka aykırı bir işlem yapan “Ne yapayım cinlerim tepeme çıktı!” der. Yani öfkemden ne yaptığımı bilmez duruma geldim, demek ister.
Şeytan ise; insanın kötülüğe olan meylini simgeler. Bu tür kişiler başkasına bir kötülük yaptıkça kendisini mutlu hisseder.
Diyelim; dediğin gibi cinler çevrende dolaşmaya başladı. Onlara şöyle seslen! “Ankara’da bir Hayri Balta var. Sizlere kafa tutar. Eğer bir marifetiniz varsa eğer; Hayri Balta’ya gösterin; ondan sonra bana gelin…” deyiver.
İşte sana bir olay. Bir gün bir doktor beni ziyarete geldi. “Salt sana verdiğim randevuya yetişebilmek için Cuma namazını kılmadan geldim.” Dedi.
Bunun üzerine ona şöyle dedim: “Eğer günahsa yaptığın; söyle Allah’a da; bunu benim hesabıma yazsın!”
Şimdi seni rahatsız eden o cin tayfasının tümüne sesleniyorum. Seni rahat bıraksınlar. Benimle uğraşsınlar.
O çevrendeki cinlerin, şeytanların tümüne, yedi kat sülalesine, geçmişine ve geleceğine sunturlu bir küfür savuruyorum.
Oysa ben hayatımda hiç kimseye küfür etmedim. Ama senin hatırın için seni rahatsız eden cinlere, şeytanlara küfür ettim.
Seninle uğraşacaklarına gelsin benimle uğraşsınlar. Varsa bir marifetleri gelsin bana göstersinler.
Sizi bu vesveselerden bilgilenmek kurtarır. Bu nedenle diğerleri bir yana öncelikle Erdoğan aydın’ın “İslamiyet ve Bilim” adlı kitabı okunmalıdır.
Sana önerim; bu iletimin bir çıkışını al. En kısa zamanda bir psikanalize (Doktora) git. Mektubu ona göster ve kendisinden gereken yardımı iste…
Yanlış hatırlamıyorsam bir ay kadar önce bana “Hayri Bey, yardımına ihtiyacım vaaar!” diye yazmıştım. Açıklama olmadığı için o zaman ciddiye almamıştım.
Şimdi ciddiye aldım, yapılması gerekeni yaptım.
Şimdi kal sağlıcakla. Sana gelenleri bana yolla, o hayalî ve sanal varlık bile olmayanlardan korkma!
hayri@bilgebalta.com – 17.8..2006
x
Sayın Emre Kongar,
Sevgiler, saygılar; bilimsel niteliğinizden ötürü size derin saygım var. Ancak İslam söz konusu olunca, gerçekleri söylemekten çekinmeniz nedeniyle size olan saygım, sevgim bocalar…
Aşağıda genç bir arkadaşın sizinle ilgili bir yazısı var. Bu yazınızda kullandığınız şu cümleler gerçek saygısı içinde olanları yaralar. İki satır yazınız içinde düzeltilmesi gereken çok konular var:
Örneğin şöyle demektesiniz: “İslam dini, semavi dinlerin sonuncusu olarak her zaman saygıdeğer ve çağdaş bir inanç sistemi biçiminde varlığını sürdürecek, ürünlerini verecektir.“ (1)
Bir kere İslam dini; son din değildir, İbrahim dinine bir dönüştür.
Kaldı ki İslamiyet’ten sonra da yüzlerce din gelmiştir; ne var ki bunlar, mevcut dinlerin etkisi ile ve bir de “Ya imana geleceksin, ya öleceksin!” demedikleri için güçlenememiştir.
Aşağıdaki kurallarını sıraladığım bir inanç sistemine nasıl olur da “… çağdaş bir inanç sistemi…” diyebiliriz?
“Köleliği-cariyeliği olumlayan, kadına dayak atılmasını hoş gören, dörde kadar almaya cevaz veren, koşullar oluştuğunda Hulle yapılır deyen, hırsızın elini kesen, ağır suç işleyenin elini ayağını çapraz kesen, zina yapan evlileri taşlayarak öldüren (Recm), bekarlara ise yüz kırbaç vuran, dininden dönenin katlini vacip gören, İslam olmayan ülkeleri darül harp gören ve bunlarla dost olmayı yasaklayan” ki bu çağımızın; ahlak, mantık, hukuk kurallarına aykırı kurallar saymakla bitmez.
Genç yazarımız; aşağıda yazısında, ahlak, mantık, hukuk kurallarına aykırı ayetlerden birkaç örnek vermiştir. Bakalım Sayın Hocamız bunlara ne deyecektir?
Hele son tümceniz düşünmeye değer. Merak ediyorum bu İslam dininin ürünleri neler? İlimde mi, fende mi, sinemada mı, sporda mı, teknikte mi, buluşta mı… Bunlar da saymakla bitmez ve kaldı ki yazının ikinci bölümünde “niçin geri kaldık?” sorusu ile siz de bu gerçeklere yüzeysel de olsa değinmektesiniz…
Ülkemiz; bu gün laiklik ile irtica arasında çıkmaza düşmüşse, bunun sorumlusu, sizler gibi gerçekleri ters yüz eden Kemalist aydınlardır. Sizlere Kemalist Müslümanlar da diyebiliriz ki; başat özelliğiniz İslam dini ile laikliği bağdaştırmaya çalışmanızdır…
Kemalist Müslümanlar; Ne Türklerin önderi Atatürk’ü, ne de Arapların önderi Muhammet’i anlamışlardır. Bu ikisi arasında yüz seksen derecelik uzlaşmaz bir zıtlık vardır. Bilimsel niteliği olan bir aydın bu ikiliyi bir arada kabul edemez.
Bu iki önder arasındaki zıtlığı anlamadıkları içindir ki demokrasi adı altında iktidarı, altın tepsi içinde, şeriat özlemi ile yanıp tutuşanlara sunmuşlardır ve şimdi de işin içinden nasıl çıkacaklarını araştırmaktadırlar.
Zaman aydınlık düşünceliler ve ülkemiz aleyhine işlemektedir. Genel Kurmayımız bu gerçeği şu yargısı ile dile getirmiştir. “Bölücülük ve İrtica en büyük ve en yakın tehlikedir!” Yaklaşmakta olan tehlikeyi önlemek için hiç olmazsa aydınların doğru olanı ve gerçekleri söylemesi gerektir.
Tarih, gerçekleri doğruları ve gerçekleri söyleyenlere yer verecektir; söylemeyenleri ise, silecektir.
Sizin toplumumuz üzerinde büyük bir etkinliğiniz var. Gerçek dışı en küçük bir açıklamanız sizin bilimsel niteliğinizi ve bizi yaralar.
Siz bilimsel kişiliğinize sahip çıkmazsanız, kim sahip çıkar?..
Bizler de gerçekleri söylemezsek kim söyler?…
Saygılarımla,
hayri@bilgebalta.com – 11.9.2006
+
İNSAN; DEĞİŞİME İNANANDIR

Emre KONGAR “Kültür Üzerine” adlı eserinde İslam dini üzerine şunları söylemektedir:
“İslam dini, semavi dinlerin sonuncusu olarak her zaman saygıdeğer ve çağdaş bir inanç sistemi biçiminde varlığını sürdürecek, ürünlerini verecektir.“ (1)
Herhalde şu ayetler Sayın Kongar’a göre saygıdeğer ve çağdaş görünüyor;
Nisa 89- Onlar, küfür işledikleri gibi, sizin de küfür işleyip kendileriyle bir olmanızı arzu ettiler. Onun için, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün; Onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinmeyin.
Nisa 91- Diğer birtakım kimseleri de bulacaksınız ki; hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak isterler. Fitne için her davet olunuşlarında onun içine baş aşağı dalarlar. Eğer bunlar sizden çekinmezlerse, kendilerini bulduğunuz yerde yakalayın ve öldürün. İşte bunlar aleyhinde size açık bir ferman verdik.
Bakara 191- Onları nerede yakalarsanız öldürün ve sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın. O fitne, öldürmeden daha şiddetlidir. Yalnız Mescid-i Haram yanında onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa, hemen onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir.
Tevbe 5- Şu haram aylar bir çıktı mı artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, yakalayın, hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun. Eğer tevbe ederler ve namaz kılıp zekatı verirlerse onları serbest bırakın. Muhakkak ki, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Maide 51- Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.
Maide 38- Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah’tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir.
Nisa 34- Erkekler, kadın üzerine idareci ve hakimdirler. Çünkü Allah birini (cihat, imamet, miras gibi işlerde) diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler mallarından (aile fertlerine) harcamaktadırlar. İyi kadınlar, itaatkar olanlar ve Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır. Fenalık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince: Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse dövün. Eğer size itaat ederlerse kendilerini incitmeye başka bir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür.
Nahl 75- Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile, kendisine güzel bir rızık verilen ve o rızıkdan gizli ve açık olarak harcayan hür bir insanı misal verdi. Hiç bunlar eşit olur mu? Bütün hamd Allah’a mahsustur. Doğrusu insanların çoğu bilmezler.
Sayın Kongar’ın bu ayetlerden habersiz olması olası değildir. Kendisi Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük sosyologlarından biridir. Çok güzel tespitleri bulunmaktadır.
Bakın Sayın Kongar aynı eserinde bu sefer de şu tespitlerde bulunmaktadır:
“…işaret etmek istediğim nokta , Türkiye’nin kurtuluşunu İslam’da görenlerin önce, niçin İslam topluluklarının geri kalmış olduklarına ilişkin akılcı ve bilimsel açıklamalar getirmek zorunda olduklarıdır. Hem en ileri, hem en güzel, en geliştirici dine sahip olacaksın, hem din toplumsal ilerlemenin bir nedeni olacak, hem de geri kalacaksın. Bakın bu durumu açıklamak insanı nerelere götürüyor:
Din elden gittiği için geri kaldık savı. Bu savı ileri sürenler, (dikkat edin!) dinin elden gitmesinin nedenlerini açıklamak zorundadırlar: En güzel, en ileri olan din, yani Müslümanlık hangi nedenlerle güzsüzleşmiştir? Güçsüzleşmeye neden karşı koyamamıştır? Elden giden dinin yerine ne gelmiştir? Yerine gelen şey, neden gerileme nedeni olmuştur? Müslümanlığın yerine gelen şey, ahlaksızlık ve zındıklık ise, kendisini ahlaksızlık ve zındıklığa karşı koruyamayan bir din, ne denli geçerlidir? Dinin asıl görevi ahlakı ve Allah korkusunu yerleştirmek değil midir?” (2)
Biz sadece Müslümanları değil tüm dünyanın düzen içinde barışçıl bir ortamda kardeşçe yaşamasından yanayız. Yalnız bu barış için savaşım gerekmektedir. Barış için savaşa evet dememiz, geleceği böylece güvence altına almamız gerekmektedir. Oysa İslam dünyasının böyle bir kaygısı yoktur. İslam dünyası değişime şiddetle karşı çıktığı için her zaman bir anarşi ortamında birbirlerini yok etmektedirler. Yalana hayır demeyen hiç kimse bu anarşiden kendini ve toplumu kurtaramaz.
Din olgusu soyut bir kavramdır. Din insanımsının düşüncesizliğidir. Bu düşüncesizliği, dini yok etmekle değil, bilimle-düşünceyle-düşünmeyle çözebiliriz. (Toplumsal gelişmenin evrimsel sürece bağlı oluşu, düşünsel gelişimi de bir sürece tabi kılmaktadır. )
Sayın Kongar biraz daha öz verili ve tutarlı olsaydı (arada kalmasaydı) aydınlığa daha büyük katkılarda bulunabilirdi.
Ahmet Taner KIŞLALI ve Bahriye ÜÇOK gibi “dini çağdaşlaştırma” veya “birilerine yaranma” politikası içerisinde olanlar ne aydınlığa bir fayda sağlayabilir ne de aydın sıfatı kazanabilirler.
Din değişimi kapısından içeri sokmaz. Değişim her zaman dinsizlik olarak görülmüştür. Değişim sömürünün, yalanın zehiridir. İnsanımsı dine inanırken, insan değişime inanmalıdır. Değişim yoksa evren de yoktur.
Değişim devletleri de kapsamalıdır. Değişim geçirmeyen bir devlet devletsizleşmiş demektir. Örneğin Osmanlı bir din devletsizliğiydi. Devlet asla din ile bir araya getirilemez. Din içeren bütün devletler, devletsizliği yani eşitsizliği-düzensizliği-karmaşayı-anarşiyi beraberinde taşır.
Bir toprak parçası üzerinde hüküm kurmakla devlet olunmaz. Devlet birey için vardır, toplum için vardır. Devlet toplumdaki tüm bireylere eşit haklar tanımalıdır. Bunu tanıması için bireycilerin oluşturduğu topluluklar, bireylerin oluşturduğu topluma dönüşmelidir. Bu toplum-bireyler değişimi her zaman içerisinde taşımalı ve yaşatmalıdır.
Osmanlı devletsizliği milyonlarca bireycinin-sürünün emeğiyle parazitleşmiş, değişimi içinde barındıramadığı için de yok olmuştur. Din’in yaşam alanı da bu devletsizliklerin yıkılması-kurulması aşamalarındaki karmaşa ortamıdır. Devletsizlikle din iç içedir. Devletsizlik dini, din devletsizliği yaşatmaktadır.
Değişim insanoğlunun inanacağı tek şeydir. Değişimler her zaman belirli kuralarla gerçekleşir. İnsan da bu kuralları bilim ile açığa çıkarmalıdır. Doğru değişmekle birlikte tektir. Zaman-mekan içerisinde bu değişim gerçekleşir. İnsan değişimi iyi kavramalı ve kurallarını belirleyerek devletleşmelidir-düzenleşmelidir.
1- Emre KONGAR “Kültür Üzerine” Çağdaş Yayınları, 2.B s.152 1984
2- Aynı eser. s.154

http://tanselsemir.blogspot.com/

Güncelleme: 12.9.2006
x
EY KÜFÜRBAZ! BU YAZDIKLARIM AZ BİLE SANA
BİR DAHA ALLAH’IN VELİLERİNE DOKUNMA

Bu adresteki (http://www.bilgebalta.com/din.htm); kusuntuları gaflete düşüp okumaktan dolayı; kendimden nefret etmekle beraber şunu da belirtmeliyim ki; çok balta gördüm ama senin gibisini görmedim. Sen nev-i şahsına münhasır özel bir baltasın. Aslında balta bile değilsin, sen balta sapı; hatta mal değneği bile olamazsın.
Sen var ya dokuz ay süren bir kabızlık sonucu dünyaya sıçılmış bir boksun. Hatta bok bile değilsin, seni nasıl tarif etsem acaba bilemedim.
Bu kadar yazı yazıp içinde iki dakka saçmalamadan duramamışsın. bide eğer gerçekten avukatsan yazık bu memlekete yahu..
swordfish-49@hotmail.com 27.9.2006
x
BU YAZDIKLARIM AZ BİLE SANA
ALLAH’IN VELİSİNE DOKUNMA

Bu adresteki (http://www.bilgebalta.com/din.htm); kusuntuları gaflete düşüp okumaktan dolayı; kendimden nefret etmekle beraber şunu da belirtmeliyim ki; çok balta gördüm ama senin gibisini görmedim. Sen nev-i şahsına münhasır özel bir baltasın. Aslında balta bile değilsin, sen balta sapı; hatta mal değneği bile olamazsın.
Sen var ya dokuz ay süren bir kabızlık sonucu dünyaya sıçılmış bir boksun. Hatta bok bile değilsin, seni nasıl tarif etsem acaba bilemedim.
Bu kadar yazı yazıp içinde iki dakka saçmalamadan duramamışsın. bide eğer gerçekten avukatsan yazık bu memlekete yahu..
swordfish-49@hotmail.com 27.9.2006
x
Sword Fish’e,

Sen Türk değil misin de; kendine Sword Fish dedin?
Sorarım BU MİLLET: Kâfir adını kullanan birine nasıl olur da Türk ve Müslüman desin…

Sahi sen “Hangi bağın bağıbanısan gülüsen/Aldın aklım, ettin beni delisen”
Kim yetiştirdi seni böyle, hangi dinden, hangi mezhepten, hangi tarikattensen…
Din de, mezhep de, tarikat de utanır senin gibi ağzı kokmuş birinden…

Allah bile Peygamberine: “Onların hidayete ermesi senin üzerinde bir yükümlülük değildir.” (K. Bakara. 272) derken
Senin bu yaptığına ne denir? Sabahleyin erken erken…

Bir de şu ayete bak: “O kimi dilerse onu doğru yola iletir.” (K. Bakara. 142) diyor.
Şimdi senin beni doğru yola iletme çabana ne denir?
Al sana bir soru: “Neden Allah beni senin gibi doğru yola iletmemiştir?”

Allah dilerse; beni de, senin gibi birine çevirir…
Demek ki benim senin gibi düşünmemem Allah’ın emridir…

Yani şimdi ben senin beğeneceğin yazı mı yazmalıyım?
Peki, herkesin beğeneceği biçimde yazar söylersem nasıl Bilge olayım…

Bil ki ben mahkeme kararı ile “Atatürkçü ve aydın bir kimseyim!”
Bunun yanında hem Hukukçu hem de Bilge’yim…
Böyle olan ben, nasıl olur da:
“Abdest suyu alyuvarları artırır… Tansiyonu düşürür…” derim.

Kim dedi sana “www.bilgebalta.com”a gir diye…
Neden kapatmadın da okudun yazılarımı hoşuna gitmediyse…

Gaflete düşmüş, siteme girmişsin.
Ama kapatmamış, okumuş bitirmişsin.
Benden değil; “kendinden nefret etmişsin…”
Gerçekten de nefret edilecek kişiyi iyi seçmişsin…

Cennetlik mi, Cehennemlik mi? Söyle bana şimdi sen nesin?
Ne Cennetlik, ne de Cehennemlik… Çünkü sen bir hiçsin…

Dünyaya bile gelmemişsin. Daha sen, ana karnında bir ceninsin.
Dahası, Din ilmine göre, bir ölüsün!
Bak ne diyor Kuran:
“… ölülere ve sağırlara işittiremezsin.” (K. 27/80. 30/52)
Bilge Balta, gerçekleri ölülere nasıl iletsin?

İnsanların çoğu “Hayallerinde yarattıkları Allah’a tapar.” (Bak. K. 6/116, 148. 6/116, 148. 10/36,66. 53/28)
Zanna tapanlar, tarih boyunca, Allah’ı bilenlere çatar…
Kimisin derisini yüzer, kimisini de ya asar, ya keser, ya da yakar…

Sana derim ki kendini bil kendini.
Allah’a karşı gelirsem cezalandırır Allah beni…
Şöyle şimdi bana: Bu kadarı yetmez mi?
hayri@bilgebalta.com – 2.9.2006 PAZARTESİ için…
Not:
Swordfish’ten gelen yanıt aşağıdadır. Bir öncekine göre biraz edeplicedir. Çok kısa zamanda gereken yanıt verilecektir…
x
baltaların en bilgesi,
Swordfish kılıçbalığı demektir, sen anlamazsın.
Ama varya ben gerçekten gülmekten öldürdün, sen baltaların en komiğisin aynı
zamanda.
Demek sen Allahın velisisin. Bu bir ilk inan. İlk defa bir veli, veli olduğunu ilan etti.
Sen olsa olsa delisin denebilir.
Sana sevgili atatürkünle cehennemde mutluluklar dilerim (eğer tevbe etmezsen)
Swordfish, 2.10.2006
X
Swordfish’e 2. Yanıt:

Sorunu yanıtlamakta geciktim.
Özür dilerim…
Çünkü rahatsızlık çekmekteyim.

Swordfish’tin “Kılıçbalığı” olduğunu nerden bileyim.
Ortaokulu ve Lise’yi akşam okullarında
Gündüz çalışıp akşamları okuyarak
Fakülteyi de dışarıdan orta derece ile bitirebilmiş biriyim.
Ben, yabancı dili bile olmayan, cahil biriyim.
Ama cahilim diye düşüncelerimi söylememeli miyim?

Şimdi gelelim takılmana:
“Demek sen Tanrı’nın velisisin.” diye takılıyorsun bana…

Bir kere bak; ben “Deli” değilim.
Eğer dediğin gibi “Deli” olsaydım;
Kendim için, “Peygamberim, Mesihin, Mehdiyim! Mürşid’im…” derdim.
Ama ben ne Peygamberim, ne Mesih’im ne de Mehdi’yim.
Ben kendini, dinini ve de Tanrı’sını bilen sıradan bir “Veli”yim!..

Bir okulda öğrenciye “Senin velin kim?” diye sorarlar.
Kaldı ki biraz kafası çalışan; Veli karşılığının “koruyucu” olduğunu anlar.
Veli kavramını böyle açıklar sözlükler, lüğatlar…

Şimdi gelelim Tanrı nedir?
Tanrı; Bütün genel doğruları (Başkasının hakkını yememek, hırsızlık yapmamak, kimsenin namusuna tasallut etmemek… saygın gitsin…), olumlu kavramları (Doğruluk, güzellik, iyilik… esma-i hünsa dedikleri), yüce duyguları (Sevgi, bağışlama, kin tutmamak… say gitsin…) kapsayan simgesel bir anlatım ki bu kavramlara sahip çıkan “Rahman’ın Velisi” olarak kabul edilir. Yine bunun gibi bu kavramların tersi kavramlar ise Şeytan’ın Velisi olarak kabul edilir…
Yani, eğer bir insan; genel doğruları, olumlu kavramları, yüce duyguları yaşamına uygular ve bu kavramlara sahip çıkarsa; Tanrı’yı korumuş olur. Yani Tanrı’nın Velisi olur…
Yok bu kavramlara saygı göstermeyerek; genel doğruların, olumlu kavramların, yüce duyguların tersini yaparsa, nefsine uyarak şeytanın yolundan gitmiş olur ki buna da Şeytan’ın Velisi denir…
Elbette bu söylediklerim size saçma sapan gelir. Size göre; insanın dışında, Dünya’nın dışında, Evren’in dışında bir zamandan ve mekandan münezzeh bir Allah vardır ve bu Allah insanın kaderini belirler, Peygamber gönderir kitap indirir.
Bu anlayış insanın yaptığı karşılaştırma (mukayese) sonucu vardığı yargıdır. Bu ise hem de Kuran’a göre bir zan’dır. Bak. Kuran: 2/78. 6/116, 148. 10/36,66. 53/28…)
İşte ben Tanrı’nın velisine dokunma derken bunları kast etmiştim. Yoksa ben yaşamım boyunca ne namaz kılmışımdır, ne oruç tutmuşumdur, ne de diğer vecibeleri yerine getirmişimdir. Yine ben ne Musevi ne de İsevi’yimdir… Ben doğuştan garip bir ademimdir.
Bile bile kimseye kötülük etmemişimdir, çocukken bile bana küfredenlere küfretmemişimdir, kolay kolay iradeli olarak yalan söylememişimdir, bana kötü söz söyleyenlere iyilikle karşılık vermişimdir. Dayanağım kutsal kitaplardaki yüzlerce ayet yanında bir de şu ayettir: “Kestiğiniz kurbanların ne etleri, ne kanları Allah’a ulaşmaz; Allah’a ulaşacak olan yalnızca iyi davranışlarınızdır…” (K. 22/37)
Demek ki bana düşen iyi ameldir…
Ne demek istediğim anlaşılıyor mu acaba?
Bizim bu bildiklerimiz Tanrı; “Akıllılardan ve hikmetlilerden gizlemiştir.” (İncil. Matta, 11/25)
Bu gerçek Kuran’da şu ayetle dile getirilir: “Dirilerle ölüler bir değildir. Şüphesiz ki Allah kimi dilerse ona gerçekleri duyurur. Sen kabirlerde olanlara işittirecek değilsin…” (K. 35/22)
Bu günlük bu kadarı sana yeter sanırım. Ben “ölülere” (Yani fikre karşı küfürle karşılık verenlere, fikirlerinden dolayı başkasını küçük görenlere ve onlarla alay edenlere…) gerçekleri nasıl anlatırım?
Bu kadar açıklamadan sonra sana; Tanrı’nın velileri ile alay etmemeni öneririm… Kabul edersen eğer; senin sövgülerine sevgiler gönderirim… Çünkü ben nefsine (şeytana) mahkum biri değilim…
Hem Atatürk’e de dil uzatma… Çarpılırsın sonra…
Av. Bilge Balta, 27.10.2006
x
Kendine yazık ettiğin yetmiyormuş gibi insanları da zehirliyorsun , dışarı çık ve çevrene bak, kendine bak, bu güzellikler kendiliğinden mi oldu ?sen mi yarattın ? bir ağacı ,bir böceği ,bir sineği ,yapabilir misin ?bunları yaradan, başı boşmu bıraktı sanıyorsun ?seni yaradanın verdiği nimetle besleniyorsun , eleştirdiğin kitabın içinde, hiçmi gerçek olan yok , ateşi gören herkes, onun yaktığını söyler, ama yanmanın nedemek olduğunu canı acıyan, ,yanan, bilir. olayları bu gözle gör
İbrahim Ozduğancı, 30.9.2006
X
Sayın Özduğancı,

Beni imana getirme kaygın olumlu bir kaygı
Duyarım bu düşüncene saygı…

İletini yanıtlamakta geciktim.
Çünkü çoktandır rahatsızlık çekmekteyim.
Geciktiğim için özür dilerim..

Sen de İbrahim peygamber gibi düşünüyorsun,
Aya, güneşe, yıldızlara bakarak akıl yürütüyorsun.

“bu güzellikler kendiliğinden mi oldu ?sen mi yarattın ?” diye hükme varıyorsun.
İbrahim Peygamber gibi “Bunları yaratan biri vardır!” diye yargıya varıyorsun.
Kendi düşüncen ürünü olarak bir Allah yaratıyorsun…

Ben Allah yaratacak kadar zeki değilim.
Ben sıradan, düşünen bir insanım, haddimi bilirim….

Elbette bizi bir yaratan vardır.
Bizi yaratan maddedir.
Maddenin dışında ne vardır?

Benim bu düşüncem bilime dayanır.
Bilim: “Hiçbir madde yoktan var olamaz; var olan da yok olamaz.”
Diye yargıya varır.

Bu bilimsel dayanağımdır.
Bir de dinsel dayanağım vardır,.
Kuranda şöyle yazılır.
“Allah kişinin kalbi ile kendisi arasına girer” (K. 8/24)
Bir de şöyle yazılıdır:
“Biz insana şah damarından daha yakınız!” (50/16)

Bunların bende geniş açıklamaları vardır.
Senin anlayacağın Bilge Balta Allah yaratmamıştır.
Var olana, varlığını hissettiği kavramlara inanmıştır.

Daha söyleyeceklerim var ama,
Bu günlük bu kadarı yeter sana…
Şimdi kal sağlıcakla,
Sevgiler sana…
Av. Bilge Balta, 28.10.2006
x
İBRAHİM ÖZDUĞANCI

Kendine yazık ettiğin yetmiyormuş gibi insanları da zehirliyorsun , dışarı çık ve çevrene bak, kendine bak, bu güzellikler kendiliğinden mi oldu ?sen mi yarattın ? bir ağacı ,bir böceği ,bir sineği ,yapabilir misin ?bunları yaradan, başı boşmu bıraktı sanıyorsun ?seni yaradanın verdiği nimetle besleniyorsun , eleştirdiğin kitabın içinde, hiçmi gerçek olan yok , ateşi gören herkes, onun yaktığını söyler, ama yanmanın nedemek olduğunu canı acıyan, ,yanan, bilir. olayları bu gözle gör
İbrahim Ozduğancı, 30.9.2006
X
Sayın Özduğancı,

İletini yanıtlamakta geciktim.
Çünkü çoktandır rahatsızlık çekmekteyim.
Geciktiğim için özür dilerim…

Beni imana getirme kaygın olumlu bir kaygı
Duyarım bu düşüncene saygı…

Sen de İbrahim peygamber gibi düşünüyorsun,
Aya, güneşe, yıldızlara bakarak akıl yürütüyorsun.

“bu güzellikler kendiliğinden mi oldu ?sen mi yarattın ?” diye hükme varıyorsun.
İbrahim Peygamber gibi “Bunları yaratan biri vardır!” diye yargıya varıyorsun.
Kendi düşüncen ürünü olarak bir Allah yaratıyorsun…

Ben Allah yaratacak kadar zeki değilim.
Ben sıradan, düşünen bir insanım, haddimi bilirim….

Elbette bizi bir yaratan vardır.
Bizi yaratan maddedir.
Maddenin dışında ne vardır?

Benim bu düşüncem bilime dayanır.
Bilim: “Hiçbir madde yoktan var olamaz; var olan da yok olamaz.”
Diye yargıya varır.

Bu, bilimsel dayanağımdır.
Bir de dinsel dayanağım vardır,.
Kuranda şöyle yazılır.
“Allah kişinin kalbi ile kendisi arasına girer” (K. 8/24)
Bir de şöyle yazılıdır:
“Biz insana şah damarından daha yakınız!” (50/16)

Bunların bende geniş açıklamaları vardır.
Senin anlayacağın Bilge Balta Allah yaratmamıştır.
Var olana, varlığını hissettiği kavramlara, inanmıştır.

Daha söyleyeceklerim var ama,
Bu günlük bu kadarı yeter sana…
Şimdi kal sağlıcakla,
Sevgiler sana…
Av. Bilge Balta,28.10.2006
x
Sayın Demir,

Yazdığın güzel ve bilimsel içerikli yazılar için size saygı gösterilir.
Sorunlar büyük; ne var ki sorunu çözeceklerin aklına şiddetten başka bir şey gelmiyor Şiddet şiddeti yaratıyor; Türk milliyetçisi Kürt milliyetçiliğini, Kürt milliyetçisi Türk milliyetçiliğini yaratıyor. Bunlar ateşi halka sıçratmak için kıyasıya birbirine giriyor. Güçlü olan da güçsüz olanı ezdikçe eziyor. Onları isyana sürüklemek için elinden ne gelirse yapıyor…
Bu yargısız infazlar, bu kim vurduya gitmeler, daha neler de neler… Anlayış, sevgi, sağduyu, vicdan olmadan bir kıyıma doğru hızla gider de gider… Bu anlayışsızlığın kurbanı yalnız Kürtler değil aynı zamanda Türkler…
Ne var ki yazdıklarımızı okuyan, anlayan, konu üzerine cesaretle giden yok. Buna karşı gittiği felaket uçurumdan habersiz ateşin üstüne ateşle giden çok…
Bu işin çözümü için tek yol sosyalizm anlayışının hakim olması ve uygulamaya geçilmesidir… Sosyalizme de, Türkiye’de kapitalist sistem olduğu sürece nasıl geçilebilir?.. Yoksa; nasıl Balkanlar gittiyse, Yunanistan gittiyse, Araplar gittiyse, öyle sanıyorum ki bu işin sonunda biraz daha küçülme var… Bunu ancak yurtseverlikten nasibi olmayanlar yapar…
Sonuç olarak biz yazıp biz okuyoruz. Sanki havanda su dövüyoruz…
Saygılar, sevgiler sana ve senin gibi yürekli aydınlara…
Şimdi kal sağlıcakla,
Hayri Balta, 23.7.2005
G.T. 16.12.2006
X
Merhaba,
Arif tekini tanımıyordum ve kitapta tesadüfen elime geçti.
Daha başından itibaren bana öğretilen ve kalbimle bulduklarım çünkü her insanda doğuştan gelen bir din duygusu var diye düşünüyorum sanki her şey karıştı ve altı boş mu diye düşünmeye başladım.
Arif tekini araştırırken çoğu ilgili sitede izine rastlayamadım bu siteyi gördüm.
Sizinde avukat olmanız bu mesajı yazmama neden oldu çünkü bende bir hukuk fakültesi öğrencisiyim.şimdi.
Merak ettiğim bir kaç soru var. Bu konuyla ilgilendiğiniz ve yer verdiğiniz için
cevaplayacağınızdan eminim.
Arif tekinin medresede okuduğun söylediniz Atatürk zamanında bu kurumlar kapatıldı ne tür bir medreseden bahsediyorsunuz?
Arif tekin inanarak yaşamış bir insan şimdi neye inanıyor?
Bir art niyet gözetmeden soruyorum. İnsanların kafasını karıştırıp çözümlerini
niye anlatmıyor? Acaba bunları kendiside mi bilmiyor yada söyleyemiyor mu, çünkü
binlerce yıldır inanılan bir şeyi değiştirmek kolay olmayacaktır. .
Özelliklede Türkiye’de.
Şimdiden teşekkür ederim…
Z. Topçu, 10.1.2007
+
Sayın Topçu,
Önce sevgi…
Arif Tekin, şu an Avrupa’da yaşıyor. Hangi ülkede olduğunu da bilmiyorum.
Kendisi, kendisi ifadesine göre, medrese mezunu olup Diyanet İşlerinden, 25 yıl imamlık yaptıktan sonra, emekli olmuştur… Artık yurt dışındaki medreselerde mi okumuştur; yoksa Turan Dursun gibi Anadolu’nun Doğu illerinde gayriresmi çalışan din okullarında mı okumuştur; bilemiyorum… Ne var ki her ikisi de medrese mezunu olduklarını söylemektedir…
Önemli olan nerede okudukları değildir; önemli olan ne söyledikleridir. Arif Tekin, beni telefonla aradığında, aynen şöyle demiştir: “imamlık yaptığım sürece insanlara yalan söylediğim için vicdan azabı çekiyordum. Bu kitapları yazmakla yaşadığım vicdan azabından kurtuldum…”
Bu güne değin bastırdıkları şunlardır. Çıkış sırasıyla yazıyorum:
Kur’an’ın Kökeni, Kaynak Yayınları
Muhammet ve Kurmaylarının Hanımları, Kaynak Yayınları
Sumerler’den İslam’a Kutsal Kitaplar ve Dinler, Berfin Yayınları
Bildiğim kadarıyla şu an da “MUHAMMED’İN TANRISI” adlı bir kitap yazmaktadır… Dediğim gibi “İslam, hoşgörü ve barış dinidir,” diyenlerin canına kıymalarından korktuğu icin İlhan Arsel gibi yurtdışında yaşamaktadır.
Dediğin gibi her insanda doğuştan gelme bir din duygusu vardır. Din dediğin; güzelliğe, iyiliğe, doğruluğa, dürüstlüğe, erdeme olan eğilimdir ki bu; olumlu kavramlar, yüce duygular, genel doğrular (ki Tanrı olarak anlatılır) bütün insanlıkta doğuştan vardır. Bunun içindir ki “Tanrı’nın dini tek” denmiştir.
İnsanların din diye belleyip bildiği; zamanın ileri gelenlerinin koyduğu şeriattır. Bu nedenle de Musa şeriatı, İsa şeriatı, Muhammed şeriatı denmiştir.
Arif Tekin’in neye inandığını bilmemize olanak yoktur. Bir hukukçu olarak kimseye neye inanıp inanmadığı sorulmamalıdır. Neye inanırsa inansın. Beni, onun davranışları iyi mi, kötü mü olması ilgilendirir.
Çözüm getirmesi sorunuza gelince; her insan çözümünü kendi bulur. O, İlhan Arsel ve benzeri kişiler, bir aydın olarak gerçekleri söylemektedirler. Çözüm; insanın aklında, gözlemlerinde, deneyimlerinde, sağduyusundadır.
Şimdilik bu kadarını yazabildim. Çünkü yaşlıyım (75), hastayım (Kronik kalp yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği, hipoglisemi gibi şeker hastalığı ve daha bunun gibi 7 tane raporlu hastalıkla boğuşmaktayım.) ve bu nedenlerle yorgunum…
Şimdilik bu kadar yazabildim.
Şimdi kal sağlıcakla,
Yine sevgiler sana…
Av. Hayri Balta, 10.1.2007
X
“SEN HAKK’I YABANDA ARAMA SAKIN
KALBİNİ PÂK EYLE HAK SANA YAKIN”.
Pir Sultan Abdal

Hayri Balta..
Öncelikle ölümün eşiğinden döndüğü için geçmiş olsun dileklerimi sunuyor ve acil şifalar diliyorum.
Hayri Balta yaşamla mücadele eden bir kişiliğe sahip insan. Yaşam öyküsü inadına kendisini bir noktaya getirmiştir ki; o nokta ise engin insan mertebesidir.…
Engin insan bence Allaha en yakın olandır. Her ne kadar Hayri Balta ben inanan biriyim dese de ben de dahil kendisini ateist olarak görmüşümdür. Bu neden kaynaklanıyor? İnsana önyargılı bakıştan..
Hayri Balta her zaman için şeraite karşı duran bir kişiliktir. Oysa günümüzde şeriate karşı olanı DİNSİZ etiketiyle kafir ilan etmişler. Bunların başındada Halla-ı Mansur, Nesimi, Mevlananın hocası Şems Tebrizidir. Bunlar Enel-hak yani tanri benim içimdedir demişlerdir.
Hayri Balta ise kendini böyle yorumluyor ve diyor ki ben Allahsız değilim. Belki sizin dininizden olmaya bilirim. Hatta hiçbir dini de kabul etmeyebilirim. Bu demek Allahsız olmak demek değil …
Kelime-i şahadet anlamı: Allah’tan başka ilah yoktur. yine şahadet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve resulüdür.
Yani Kelime-i şahadet allahı ve peygamberi tanıma ve kabul etmedir. Şeriati yani yolu nasıl kullanacağı da kulun işi.Allaha varmak insanı tanımakla olur. İnsana sunulan kıymetle ölçülür. Onun için terazi vardır. iyiyi kötüden korumak için yasalar vardır. Hem teraziyi alıp kıracaksınız hem de insan lehine çıkan yasaları tanımayacaksınız. Sonrada şeriat adına dine şekil vereceksiniz. İşte bu Allahın dini değil, insanların kafasında oluşturduğu şeriattir.
Hayri Balta işte bu noktada diğer insanlarla ayrışıyor.
Ne diyor:
– Ben Allahın dinindeyim. Ve devam ediyor:
– Dediğin gibi her insanda doğuştan gelme bir din duygusu vardır. Din dediğin; güzelliğe, iyiliğe, doğruluğa, dürüstlüğe, erdeme olan eğilimdir ki bu; olumlu kavramlar, yüce duygular, genel doğrular (ki Tanrı olarak anlatılır) bütün insanlıkta doğuştan vardır. Bunun içindir ki “Tanrı’nın dini tek” denmiştir.
Ve aynı felsefe ile Hayri Balta’ya gönül dolusu sevgilerimi ve Pir Sultan Abdalın şu dizelerini sunuyorum.
Sen Hakk’ı yabanda arama sakın
Kalbini pâk eyle Hak sana yakın
Adem’e hor bakma gözünü sakın
Cümlesin Adem’de buldum erenler
+
Bir ismin Ali’dir, bir isimin Allah
Şükür birliğine elhamdü lillah
Dinimiz kavidir, vallah ve billah
Ben Ali’den gayrı âlâ görmedim
Halil Eyyupoğlu,13.1.2007
X
Sayın Eyyupoğlu,
13.1.2007 tarihli Gaziantep Eksperes’teki yazını okudum. Olumlu görüşlerin için teşekkür. Hiç olmazsa bana bir değer biçmişsin.
Ancak bazı yanlış anlamalar var ki bu konuda görüşlerimi açıklamak zorunluluğu doğmuştur…
Öncelikle belirteyim ki ben; Musa şeriatının, İsa şeriatının, Muhammet şeriatının insanlığa hiçbir yararı olmadığı kanaatindeyim. Çünkü bu şeriatlar yüzünden 5 bin yıldır insanlar birbirlerini, sırf kendilerinin inandığı gibi inanmadıkları için öldürüp durmuşlardır. Örnek: Filistinlilerle Yahudilerin savaşı, Avrupa’da yüz yıl savaşları, Deve savaşı, Emevi Haşimi savaşı, Kerbela savaşı, günümüzde Şii-Sünni savaşı… Bunlar şeriat mensuplarının kendi içindeki savaşları. Bir de karşıtlarına karşı savaşları vardır ki; insanlık bunlar yüzünden huzur bulamamış, kan ve gözyaşına boğulmuştur. Örneğin günümüzde; Bin Ladin’in durup dururken Amerika’nın Ticaret Merkezini vurup çökertmesi… Hıristiyanların, ki başı ABD çekmektedir, İslam dünyasına karşı husumeti hep şeriat anlayışı yüzündendir. Özetle, bütün şeriatların insanlığa verdiği bir şey olmadığı gibi vereceği bir şey de yoktur…
+
Bak şu saptamanı beğendim: “Hayri Balta engin insandır. Engin insan bence Allaha en yakın olandır”.
Şahsen ben Tanrı’ya yakın olmaya çalışanlardan biriyim. Öyle Mansur, Nesimi, Şems gibi “Enel Hak” diyenlerden değilim. Çünkü insan ayrı hak ayrıdır. İnsan maddedir, Hak mânadır. Ancak insan Hak’kı yaşar; bu demektir ki; doğru, dürüst, olumlu, erdemli ve kanaatkar olarak yaşayan insan Hak’kı temsil eder. Enel Hak sözü bir anlam da bunu ifade eder.
Bir de Mansur, Nesimi, Şems vb saygın kişiler; insanla evreni aynı hamurdan; yani topraktan, maddeden görür. Bunlara göre insan topraktan geldi, toprağa gidecektir. Yani insanın, canlının, yaratıcısı güneş, su, hava ve topraktır, yani maddedir. Dolayısı ile insan yaratan maddenin (Güneş, Hava, Su, Toprak= Dört unsur. Enasır-ı erba). Bunu dinler de kabul eder. Demek ki insan maddenin bir ürünü, bir parçasıdır. Buna da Vahdet-i vücut; yani Evren, Dünya ile canlı (hayvan-insan) birlikteliğidir. İşte bu saygın kişiler Enel Hak demekle yaratanın bir parçası olduklarını söylemektedirler. Bunlar insanın dışında güçlü varlık, ki Allah olarak ifade edilir, bir tasavvur etmezler…Tasavvur etmedikleri için de insanın dışında bir varlığın, doğanın dışında bir varlığın olmadığını ileri sürerler .
Bu nedenle ben yaratan olarak maddeyi (Dört unsur) kabul ederim. Elbette şeriatçılar “bu maddeyi de yaratan bir güç vardır ki buna da Allah denir” derler. Bu bir varsayımdır. Mukayeseden doğmuştur. Bu mukayeseyi yapanların başında İbrahim peygamber gelir. İbrahim peygamber; sırasıyla, yıldızlara, aya, güneşe bakarak önce bunlara Allah demiş. Bu da kendini sarmayınca hayali, sanal bir Allah anlayışına varmıştır.
Ben ise hayali, sanal, olan bir Allah’ın varlığını kabul edemem. Ben gerçek olanın peşindeyim ve onu kabul etmekteyim.
İnsan yaratanın (Evren’in, Dünya’nın) bir parçası olur ama Allah olamaz. Olmayan, hayali olan bir varlık olunamaz. Çünkü bilim şöyle diyor: “hiçbir şey yoktan var olamaz, var olan da yok olamaz.” (maddenin sakınımı yasası).
Ama şeriatçılar kafa karıştırmakta usta oldukları için “olur” diyerek insanın düşünerek araştırmasını önlerler. “Değil mi ki bir yaratan var; yaratanı kim yaratmıştır?” Dediğin takdirde de “Böyle bir şey sorulamaz” diyerek insan aklına ket vururlar.
Oysa yaratan (madde) yaratılmamıştır. Doğmamıştır, doğrulmamıştır. Maddenin sakınımı yasasının belirttiği gibi başlangıcı, sonu yoktur ve hep vardır ve var olacaktır.
Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir. Allah sanaldır. Yaratan da maddedir, topraktır, Evren’dir. Peki yüce olan bir şey yok mudur?. Olmaz olur mu, vardır ve buna da Tanrı denir ki; bu da, Genel doğrular, yüce duygular, üstün ve olumlu olan kavramlar, akla, bilime, mantığa, sağduyuya aykırı olmayan ilkeler ve kurallardır ki. bunlar, yüce olduğu için de Tanrı olarak adlandırılır.
Bu durumda peygamber gönderen, kitap indiren bir varlık yoktur. Bunların simgesel bir anlamı vardır ki bunu erbabı anlar. (Bu konuda Şeyh Bedrettin’in VARİDAT adlı kitabının okunmasını öneririm…)
Benim Tanrım: Genel doğrular, yüce duygular, üstün ve olumlu olan kavramlar; akla, sağduyuya, bilime, mantığa, sağduyuya aykırı olmayan ilkeler ve kurallardır. İşte ben böyle bir Tanrı’ya inanırım. Dinim de bu kavramların tümünü uygulama çabasıdır…
Demek ki bana göre üç kavram var.
Birincisi: Yaratan (toprak, madde, dünya, Evren…): Bu gerçektir.
İkincisi: Allah, ki bu açıkladığım gibi mukayeseye dayanan hayalî ve sanaldır.
Üçüncüsü: Tanrı ki; yüce olan, doğru olan, iyi olan bütün kavramlardır. Yani mânevi..
Tanrı, mana (manevi) alandaki kavramlardan oluşur. Yani manevi olarak vardır. Maddî olarak yoktur. İşte ben buna inanırım. Tanrı’yı yaşamaya ve O’na yaklaşmaya çalışırım ki; haşa, Enel Hakk’ım diyemem. Ben Hakk’ı temsil etmeye çalışmaktayım, derim.
Peki bu durumda bana bir soru daha sorulabilir. Vahiy,Cennet, Cehennem, Öbür dünya, hesap verme, ruh, ölmek, dirilmek, ilahir… yok mudur? Vardır; ancak bunlar mâna âlemi ile ilgili simgesel anlatımlardır. Saydığım bu kavramları insan yaşarken yaşar. İnsan, diğer canlılar gibi, fiziken ölünce yok olur. Bütün canlılar gibi insan da nerden geldi ise oraya gider… Yani topraktan gelir toprağa gider. Bütün tek tanrılı dinler de bunu böyle kabul eder. Elbette bu sözleri söyleyene de kafir, zındık, mürted derler. Desinler ne ifade eder…
Şimdi sana söylediklerimin kısa bir özetini yapayım. Eğer bu sözü benden başka birinden duyarsan, veya bir kitapta rastlarsan bana bildir…
Tanrı:Madde olarak yoktur, mâna olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, simgesel olarak vardır. Zat (kişi) olarak yoktur, sanal olarak vardır.
+
Bir önceki iletinde şöyle bir sözün var:
“SEVGILI BILGE,
ALI’NIN ZÜLFIKARI ÇATAL ÇATALDIR
HER ÇATALINDAN KAN DEĞIL, SEVGI DAMLAMAKTADIR.
O KAMILDIR, HAYDARDIR..
HER KIM ONU KANLI GÖSTERSE BILINIZ KI ONUN IÇI KİN DOLUDUR.”
Demek ki sana göre iki Ali var. Bir tarihte olan Ali var ki bunun kan dökücü olduğunu siz de kabul ediyorsunuz… Bir de tarihte olmayan hayalî bir Ali vardır.
Eğer tarihteki Ali kan dökücü değil derseniz; şu adını verdiğim kitaba baktığınız da mahcup olursunuz. “Emile Dermengham. Hazreti Muhammed’in Hayatı. Çeviren Reşat Nuri. İK. 1958. s. 231 ve devamı…” Bu sayfalarda Ali, Zubeyr ile birlikte nöbetleşe Peygamberin önünde en az altı yüz kişinin kasını vurarak çukurlara doldurmaktadır.
Tarihteki bu Ali’yi kabul etmediğinize göre; demek ki sizin Ali Alevilerin ülküsü olan, yaşamamış hayalî, sanal bir varlıktır. Böyle bir anlayış ise İslam anlayışına ters düşer. Allah, Muhammed, Ali söylemi boşlukta kalır…
Bu günlük bu kadar. Bu kadarı sana epey yeter.
Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana…
Hav. Hayri Balta, 17.1.2007
+
Sevgili bilgem,
Böyle aydınlatıcı yazı için teşekkürler.
Şeriat yol olduğuna göre hani derler ya sen yoluna ben yoluna diye..
İşte o yol çoktan önce ayrılmış.yani İslam’ın yolu Alevilikte diğer şeriatlardan ayrıdır, karşılaştırmalı sonuçlarda insanı yanılgıya düşürür.
“tarihteki bu ali’yi kabul etmediğinize göre; demek ki sizin ali alevilerin ülküsü olan, yaşamamış hayalî sanal bir varlıktır. Böyle bir anlayış ise islam anlayışına ters düşer. Allah, Muhammed, Ali söylemi (üçlemesi) boşlukta kalır…” diyorsunuz.
Tanımınız doğru. Allah Muhammed Ali boşlukta değil tam tersi doludur. Sanaldır. Kırklar meclisinde felsefi anlamda da tarif edilmiştir. Alevilik esası kırklar cemine göre yol alır ve dönülür. Kırklar cemini eğer incelerseniz sizin yazdığınız bugünkü yazınızla oldukça örtüşür.
Şimdilik benden de bu kadar.
Halil Eyyupoğlu, 18.1.2007
x
Neden ekspreste yazmadığınızı sormadan edemiyorum ama, her şeyden önce sağlık ve şifa diliyorum
Ellerinden öperim
Halil Eyyupoğlu, 18.1.2007
+
Sayın Eyyupoğlu,
İletinizi okudum, Hakkı teslim ettiğiniz için memnun oldum.
“Neden ekspreste yazmadığınızı sormadan edemiyorum?” edemiyorum sorunuza gelince; buna da yanıtım var yeterince…
Bir: Gazetenin yazı işleri müdürü, genel yayın müdürü, başyazarı, senin dışında yazarları, bir geçmiş olsun temennilerini esirge benden. Asıl sahibi ise Halil Zor), bir sonra telefon ederek bana ulaşamadığı için geciktiğini; adresimi damadımdan sorup öğrendiğini ve önümüzdeki hafta içinde Ankara’da bana uğrayacağını söyledi ise bu söyleminden bir ay geçti; hâla gelmedi…
Bu arkadaşların gerekçesi bana ulaşamadıkları gerekçesi. Amerika’dan, Newyork’tan, Avrupa’dan ve başka yerlerinden, Internet’teki Sitemden telefon numaramı bularak ulaşanlar var ama…
İnsan yazılarımın başında bulunan e-posta adresimden de mi ulaşamazdı bana. Bir ileti ile soramaz mıydı telefon numaramı? Fevzi Günenç’ten de mi soramazdı…
Bir de bir okuyucudan bile geçmiş olsun temennisi gelmedi. Demek ki okuyucusu olmayan bir yazarım. Bu durumda ben nasıl yazayım.
İki: Halen sağlık durumun günlük yazı yazmaya elverişli değil. Sitem’e bile yetişemiyorum.
Üç: Ben bu durumda iken, yetmezmiş gibi, elli yıllık eşim bir aydır Atatürk hastanesinde ve 7 gündür de yoğun bakımında uyutulmuş olarak ölümle cebelleşiyor.
Yetmez mi? Bilmem sorunuza yanıt verebildim mi?
Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana.
Av. Hayri Balta, 18.1.2007
x
Sayın Hayri Balta,
Yanıtınız için teşekkürler.
Bir de şiir eklemişsiniz. Uzun, samimi, yoğun, duygulu. Etkilendim, duygulandım, düşüncelere daldım. Yaşamın en acı gerçeği olan ölüm, eninde sonunda ayıracak bizi sevdiklerimizden.
Sahip olduğumuz her günü, her saati, her anı mutlu, huzurlu, sağlıklı yaşayabilmek umuduyla, hoşça kalın.
Ben de size kendi şiirlerimden bir tane gönderiyorum.
+
BİR UMUTTUR HER YENİ GÜN
HAYAT BU ÇOĞU HÜZÜN

Acılar tükenmez, değişir
Yaşam sürer gider.
Bir sevda var ki yüreğimde bitmez
Vatandır, Atatürk’tür, eşitliktir
Özgürlüktür, emektir, haktır…
Öfkem hüznüm gitgide büyür
‘doluya koyarım almaz
boşa koyarım dolmaz’
Uykularım kaçar, beynim yorulur
Yanar, acır, can evim sancılanır.
GÜLTEN ALDAŞ

Not: Aslında ben size 26.1.2007 tarihinde yazmıştım. Fakat bir aksaklık nedeniyle size ulaşamamış. Bu yüzden yeniden yolluyorum. 2.2.2007
+
Sevgili Gülten,
Acımı paylaşmakla beni memnun ettin sen.

Ben sizi her zaman sevdim.
Sevmekle kalmadım, kol kanat gerdim.

Ne var ki zorunlu ayrılıklar girdi araya.
Herkes kendi derdine düştü,
Başladı herkes kendi başına çare aramaya..

Oysa ne güzel söyleşilerimiz olurdu ailecek…
Kim derdi ki araya kara kediler girecek.

Ölüm elde birdir; istesek de istemesek de gelir.
Ancak vaktini, saatini doğa ayarlar, doğa bilir…

Ölüm bizim sorunumuz değildir.
Ölüm bizi öldürecek olanın sorunudur.
Bizim sorunumuz hastalıklara direnmektir.

Kötü olan, acı olan, iki günü bir olandır.
Heva ve hevesine mağlup olmak kötü yaşamdır.

Çok şükür iki günüm bir olmadı.
Her yeni günüm bir öncekini katladı…
Yeniden doğuşa erdikten sonra
Heva ve hevesine yenilgim kalmadı.

İyisini de yaşadım, kötüsünü de yaşadım yaşamın.
Eğer ölürsem, nefretini kazanmam sanıyorum arkamda kalanların…

Şiirini beğendim,
Güzel şiirlerini beklerim.
Şimdi bana izin ver derim.

Ben sizleri her zaman sevdim,
Her zaman da seveceğim…

Şimdi kal sağlıcakla,
Sevgiler sana ve çocuklarına, torunlarına…
Ek olarak bir de F.G. dosta…
Av. Bilge Balta
2.2.2007
X
Sayın Hayri Bey,
Çok değerli, birikimli, gökkuşağı gibi aydınlık internet sitenizi rastlantısal bir gezinti sırasında keşfettim. Bu çabalarınızı hem kutlar, hem de daha zenginleşerek sürmesini içtenlikle dilerim.
Bu mektubu yazmamdaki diğer bir amaç ise şu: Sitenizi incelerken çok değerli, güzel insan Sayın Şükrü GÜNBULUT’un adı ve yazıları ile de karşılaştım. Kendisini çok eskilerden tanımakla birlikte(umarım beni anımsayabilecektir) yine de uzun zamandır bir iletişim halinde değilim. Biliyorum sevgili Şükrü bey asla boş durmaz. Sürekli beyin fırtınaları estirir ama ben yine de şu anda kendisinin nerede ve nasıl olduğunu çok merak ediyorum. Hatta mümkünse bu uzun süreç peşinden sesini duyabilmeyi dahi diliyorum.
Mümkünse sizden istemim, bu mektubun bir kopyasını Sayın GÜNBULUT’a iletebilmeniz ya da bu mümkün değilse bile en azından bana bir bilgi notu gönderebilmenizdir.
Esirgemeyeceğinizi umduğum bu katkınıza şimdiden çok teşekkür eder, tekrar çalışmalarınızın daha fazla insana ve okura ulaşması dileklerimle saygılarımı sunarım efendim.
A. B.
(Turizm Bakanlığı’ndan eski bir dost)/Ankara
+
Sayın A. B.
Önce sevgi, saygı.
Sitemizle ilgili beğeniniz sevindirdi beni.
O kadar çok ki Sitemizi okuyup bana ana avrat söveni.
Böylesine güzel övgüler cesaretlendiriyor beni.

Mektubun Şükrü Günbulut’a okunmuştur.
Ayrıca telefon numaran da kendisine verilmiştir.
Belki şimdiye dek aramıştır.

Şimdi kal sağlıcakla,
Sevgiler sana,
Av. Bilge Balta, 25.7.2007
G. T. 8.2.2007
x
KURBAN
Yakında ikinci dini bayramımız “kurban bayramını” idrak edeceğiz hepimize kutlu olsun. Bu konuda birçok kişi ve kurumdan çok şey dinledik, çok şey öğrendik. Ben bu defa değerli dostlarıma, ilahiyat fakültesi dekanlığı yapmış, din adamı, Prof. Dr. Y. Nuri Öztürk’ün, “İslam Nasıl Yozlaştırıldı” isimli kitabından “kurban”la ilgili bölümleri sunmak istiyorum:
“Hiçbir mezhep kurbanı farz görmemiştir. Bunun anlamı, kurbanın ayniyle (yani hayvanın kesilmesiyle ) bir ibadet olmadığıdır… Yoksula et verme diye ayrı bir ibadet yoktur. İbadet yoksula yardımcı olmaktır. Bu yardım yoksulun ihtiyaçlarına en uygun olanıyla yapılmalıdır. Ameliyat olacak para arayan bir yoksula para vermek, ona et vermekten çok daha üstün bir hayırdır. Hem Allah’ı hem yoksulu daha çok memnun eder. Hiçbir ihtiyacı olmayan aileler “ibadet olsun diye bir kan akıtıp”, sonra da karşılıklı et “değiş-tokuşunda” bulunarak kendilerini aldatıyorlar. Sn Öztürk devam ediyor:
“HURAFELER ve BİD’AT LAR:
* Kurbanlık hayvan kesmeyi farz saymak:
Kurbanlık hayvan kesmek, İslam’ın hiçbir mezhebinde Farz Değildir.
*. Kurban Bayramını, hayvan kesme Bayramı sanmak:
Bu anlayış temelden yanlıştır. Pagan (paganizm: çok Tanrıcılık) bir kalıntıdır. Kurban tüm ibadetlerin ortak adıdır. İnsanı Allah’a yaklaştıran şey demektir. Bu anlamda olmak üzere Peygamberimiz namazı bile kurban diye anmıştır. O halde, Kurban Bayramı’nın İslam’a uygun adı; “Yoksula Yardım Bayramı” olmalıdır.
*. Kurbanlık hayvan kesmeyi Haccın Gereklerinden Biri Saymak:
Bu anlayış da İslam dışıdır. Mekke’de toplanan büyük kalabalığın gıdalanmasını kolaylaştırmaya yönelik bir uygulamadır. Bu esprinin yitirildiği zamanlarda sadece bir geleneği yaşatmak uğruna, onca hayvanı kesip kumlarda telef etmek dinin buyruğu olarak algılanamaz.”
Bir din bilgininin Kurban konusundaki açıklamalarını verdikten sonra bir şehit kardeşi Samsun’lu Ayhan Namlı’nın Gözcü Gazetesi’nde yayımlanan bir önerisini sunmak istiyorum:
“Türk milletinin Mehmetçiğe uzanan yardım eli olan TSK Mehmetçik Vakfı’na yapacağınız her türlü yardım; şehit çocuklarının eğitimine, engelli duruma düşmüş gazilerimize yapılan ekonomik yardımlara gidiyor.”
Şehit olup nurlanmak, gazi olup onurlanmak onlar için en büyük ödül ama vatanının bütünlüğü, milletinin huzuru için canlarını vermiş, kanlarını dökmüş askerlerimizin, geride kalanlarına destek olmak bizlerin boynumuzun borcudur “Kurban Bayramı” bu borcumuzun eda edilmesine vesile olur dileklerimle, “Bağış Bayramınızı” kutluyorum.
CEMİL DENK E. Albay, 17.12.2006
+
Sayın Albayım,
Siz ki araştırmacı-yazar, Atatürkçü Düşüne Derneği Genel Başkan (E) Danışmanı, Emekli Subaylar Derneği (Ankara) Çankaya (E) Başkanısınız. Yukarıdaki yazıyı nasıl olur da bizlere gönderirsiniz.
“Bu konuda birçok kişi ve kurumdan çok şey dinledik, çok şey öğrendik.” demişsiniz ve Yaşar Nuri Öztürk gibi bildiği yanıldığına yetmeyen ve Prof Dr. İlhan Arsel’e 13 Aralık 2002 tarihli Star gazetesindeki “küfür namesinde: “ALLAHSIZ, ATEİST-DEİST DAYATMACI, İNKARCI KARTOROZ YOBAZ, MANYAK, KARTOROZ MATERYALİST YOBAZ, KARTOROZ MARKSİST, MAOCU, MANYAK. MELUNLAR, SENİN CANIN CEHENNEME İNKAR MANYAĞI, VİCDANSIZ VE İRFANSIZ MÜŞRİKLER, OMURGASIZ-İLKESİZ EYYAMCILAR…” deyen; bu nedenle Ank. 8. Asliye Hukuk Mahkemesince (Dosya No. 203/414 Esas.) İlhan Arsel’e hatırı sayılır bir tazminat ödemeye mahkum olan ve kesinleşen dava sonucu yüklü bir tazminat ödeyen kişinin gerçek dışı sözlerine nasıl itibar eder de bizlere yollarsınız?..
İnsan, hele araştırmacı bir yazar, yukarıda küfürbazlıktan mahkum olan Yaşar Nuri Öztürk gibi birinin sözlerine nasıl itibar da Türk halkına sunar?
Araştırmacı bir yazar, kurbanı ““HURAFELER ve BİD’AT LAR” arasında sayan birinin sözlerini okuyunca acaba bu konuda Kuran ve Hadis kitapları ne diyor diye İslam kaynaklarına bakmaz mı?
Örneğin Kuran’daki şu ayetlere bakmanı öneririm. Bakara 196, Al-i İmran 183, Maide 2, 28, 34, 36, 95, 97. Hacc 28, 33-34, 36. Kevser 2 ayetlerine bakmaz mı?
Hele Hadis kitaplarının tümünde geçen İslam Peygamberi’nin Hac ziyaretinde 70 deve kurban ettiğine hiç mi rastlamadınız?
Kurban ibadeti bir vecibe (Gerek ve vacip. Borç hükmünde olan bir görev. Ödev. Yapılması gerekli şey..) dir.
İslam’da bir vecibe olan kurban ibadetine nasıl olur da “HURAFELER ve BİD’AT LAR” denebilir? Hele bir sor bakalım küfürbaz’a ne deyecektir?..
Hurafe demek: Aslı asarı olmayan şeriata aykırı uydurma sözler demektir. Kurban ise bütün dinlerde olduğu gibi İslamiyet’te de vardır.
Bi’dat ise: Şeraitte olmadığı halde sonradan eklenen adetler demektir ki böyle bir şey yoktur. Ve kurban şeraitin başından beri vardır…
Senin gibi “araştırmacı-yazar, Atatürkçü Düşüne Derneği Genel Başkan (E) Danışmanı, Emekli Subaylar Derneği (Ankara) Çankaya (E) Başkanı” birine şeriatı şirin göstermeye çalışmak yakışır mı? Bırak ne halleri varsa görsünler…
Bizleri nasıl olur da şeriat konusunda “gaflet” içinde görür ve bu iletiyi gönderirsiniz?..
Saygılarımla…
Av. Hayri Balta, 17.16.2006
x
Sayın Balta,
Tek kanatlı kus ya da uçak uçar mi? Uçsa bile ne kadar?
Ya da tek taraflı bilgi ile gerçeğe ulaşılır mi? Yani kendi fikrine ait yazarları, sairlerin vs. kitaplarını yayınlamışsınız ama bu kitaplara cevap veren kitapları da yayınlasanız ya da yayınlamasanız bile sitenizde link verseniz ne iyi olurdu.
Ama bizim derdimiz gerçeği aramak falan değil diyorsanız o başka.
Yavuz Şahin, 22.2.2007
+
Sayın Şahin,
Önce sevgi derim. Hoşuma gitti önerin…
Önce bir gerçeği belirtelim. “Gerçeğe ermektir” benim emelim.
Dikkat edersen Site’me hiçbir link vermemişim. Oysa benim dünya görüşüme yakın Sitelere link verebilirdim.
Demek istiyorum ki ben kendi dünya görüşümü aktarmaya çalışıyorum. Kimsenin de inancına ve dünya görüşüne karışmıyorum.
Kendi düşüncemi aktarmak yasal bir hakkımdır. Ayrıca ifade özgürlüğü de vardır ve kutsaldır.
Dikkat edersen bütün dinler tarih boyunca birbirinin canına kıymıştır. Ayrıca kendi aralarında da birbirlerine girmiştir…
Oysa gerçek din anlayışında kimse kimsenin canına kıyamaz. Tek olan Tanrı hiçbir zaman buna cevaz veremez…
Sadece bu kavgalar göstermektedir ki dinler yörüngesinden kaymıştır. Oysa bütün dinlerin dostluk, sevgi, barış gibi tek amaçları vardır.
İşte benim amacım: İnsanları Tanrı bilgisine ulaştırmak. Bütün insanlığı tek olan Tanrı’nın tek olan dininde birleştirmek…
Elbete bu isteğimi başarmam olanaksız. Ancak bu yolda gidiyorum ya bana yöneltilen eleştiriler haksız…
Görüşlerimi kısaca anlattım sanıyorum. Yanıt vermekte geciktiğim için özür diliyorum.
Şimdi kal sağlıcakla, sevgiler sana…
Av. Bilge Balta, 24.2.2007
x
23. TEMMUZ sabahına doğru…

“Umut” diye diye bağrışmalarla uyanıyoruz alacakaranlıklara
Bitmez tükenmez sancılı kadınlarımız, çocuklarımız
Geleceğimiz kim de olacak?..
Şaşırmışız
Şaşırtmışlar bizi
Acıyacak, acınacak halimiz tükenmiş
Ana yoldan uzak mesafelere sapmışız
Farkındayız değil mi?..

Yolumuzu bulacağız elbette
İnanıyoruz…
Korkmuyoruz
Acımıyoruz artık bizi yok edenlere, edeceklere
Farkındayız…
“Onlar umudun düşmanıdır”
İyi biliyoruz…

Avuçlarımız, tabanlarımız nasırlaşmış
Beynimiz, yüreğimiz kıpır kıpır geçmişimizle, geleceğimizle…
Huzur çığlıkları kulaklarımızda
az Çileli Çağ özlemiyle
Orta çağın bittiğini haykırmalıyız dünyaya
Modern Çağın çileli Coğrafyasından
Cesurca anlatmalıyız BİZ’i dünyaya!

Orta Doğunun karanlık yazgı senaryolarını
Yeniden ağartarak yazabilmeliyiz onurla!
Kan, acı, göz yaşı istemiyoruz
Biz
Karakter sergilemeliyiz sandıktan çıkan oylarımızla
Kullanmalıyız hakkımızı, anlatmalıyız bizi kullananlara

Cumhuriyet Marşları söylenmeli
Yüreklerdeki endişe dinmeli

Korkmuyoruz!
Sönmeyecek bu şafaklarda yüzen al sancak

Çileli Coğrafyamızın;
Kadınları, adamları, gençleri

İyi düşünmeden çıkmayalım sokağa, sandığa 22 temmuz sabahı
“Kimlik” oyumuzu kullanmalıyız oyunlara gelmeden
Gözümüzü boyayan Senaryolara kanmamalıyız!

Türkücüden
Hırsızdan
Dolandırıcıdan
Ahlaksızdan
Popçudan
Satılmıştan
Kültürünü, inancını, değerlerini bilmeyenden vekil olur mu?

Kafamız karışık
Bilincimiz bulanık
Mükemmeli bulabilmek imkansız!
Ancak;
Kötülerin de iyisi vardır diyerek
“Daha ileriye en ileriye Türkiye”
Hayalimizle, vicdanımızla, özlemimizle
Kullanmalıyız oyumuzu/vatandaşlık hakkımızı

Karar bizimdir
Tercih bizimdir
Yarınlar, onurlu gelecek
Kimlik bizimdir….

Nesrin Özyaycı, 15.7.200

http://www.nesrinozyayci.com

http://www.biem.com.tr

x
Sayın Özyaycı
Önce sevgi saygı…

Okudum aşağıdaki yazını.
Beğendim aynı duyguları paylaşmanı.

Biz yazarız, biz okuruz.
Elli yıldır bekler dururuz.

Her seçimde bozguna uğrarız
Seçim ertesi bakar dururuz.

Millet ayrı telden çalar,
Bir bölüm aydın ve halk ayrı telden çalar.

Halkın büyük çoğunluğu şaklabanların oyununa gelir.
Dörtte bir azınlık ise çağı yakalamak için direnir.

Çare: Önce, halkın ekonomik durumunu düzeltmektir.
Sonra da laik kültürünü artırmaktır.
Bunun tersi bir çaba
Boşa kürek sallamaktır…

Şimdi kal sağlıcakla,
Yeniden saygılar, sevgiler sana.

Av. Bilge Balta, 15.7.2007
X
Sevgili Hayri Abi,
İletilerinizi aldım, açtım; tamam. Teşekkür ederim.
Bir ara bana “ölmeden önce ölmek” sözünü açabilir misiniz? Çünkü nefisin ölemeyeceğini söylüyorsunuz. Bu sözü söyleyenler kendilerini mi aldatmışlardır?
Bitmez sevgi, saygılarımla.
Yalçın Efe, 12.7.2010
+
Sevgili Yalçın,
Önce sevgimiz olsun.

“Ölmeden önce ölmek” sözü bir özlemdir.
Amaç nefsini öldürmüş gözükmektir.

Ancak insan yaşadığı sürece nefsi ölmez.
Nefsine ket vuranlar ise rahat yüzü görmez.

Çünkü nefis dedikleri, bedenin istekleridir.
Bedenin istekleri ahlakî olmak üzere,
Makul ölçüde ve yasal olmak koşulu ile yerine getirilmelidir.

Nefsin istekleri yasal ve makul ölçüde yerine getirilmezse
İnsn ruhunda bozulur denge…
Ruhsal dengenin bozulmaması için,
Nefis tatmin edilmelidir yerli yerinde…

Önemli olan insanın kendini; nefsini bilmesidir.
Nefsini bilen insan bütün eksiklerini giderir.
Ahlakî, makul, yasal olmayan eylemlerden iğrenir…

Bir insan nefsin isteklerini karşılayacağım diye
Hiçbir zaman sokmaz başını derde…

Bu konuda şöyle denir Kuran’da.
“Yeyin, için israf etmeyin ama…” (K. 7/31)

Nefsinizi öldürün deyenlerin hepsi yaşlıdır.
Zaten onlarda nefsi tatmin edecek güç kalmamıştır.

Biz ne mürşitler gördük nefsinizi öldürün deyen
Güzel bir kadın kız görünce nefsi şaha kalkmıştır hemen …

Makul ve yasal olarak nefis tatmin edilmelidir.
Nefsi öldüreceğim diye ruh gerilmemelidir…

Şimdi kal sağlıcakla,
Yeniden sevgiler sana…
Av. Eren Bilge Balta, 15.7.2010
X
Sevgili Eren Bilge,
Yanıtınız için çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız. Ben de bu doğrultuda düşünüyordum. Emin olmak istiyordum. Beni aydınlattınız.
Yine eminim ki bu bilgi, pek çoklarımızın da işine yarayacaktır.
“İlginç Ayetler” bölümüne henüz bakıyorum.
Elinize sağlık.
Sevgi, saygılarımla.
Yalçın Efe, 16.7.2010
X
Işık Menderes

Sayın Işık Menderes
Önce saygı, sevgi,
Okumalı, “İmdat, Üstad Aranıyor!” adlı kitabını
Gerçeği arayan herkes…

Daha ne Üstat arıyorsun,
Gerçeği bulmuşsun,
Sen bir Üstat olmuşsun…

Kendine güvenin olsun,
Üstat arayanlar sana koşsun.
Sana gidemiyorsa
Adı geçen kitabını okusun…

Çok yararlandım kitabından,
Sana saygı, sevgi buradan…

Şimdi kal sağlıcakla,
Yeniden saygı, sevgi sana…
Av. Hayri Balta, 7.10.2010
X
Yazılarınızın tamamını okuma fırsatım olmadı. Yalnız şimdiye kadar okuyabildiklerim neticesinde size bu bildirimi gerçekleştirmek gereği gördüm. Müslüman mahallesinde karides satmanın aynı zamanda şöhret getirdiğini düşünerek bu yola giriştiğiniz aşikar.
Hatta egolarınızın seviyesi o kadar yüksek ki bu gözü dönmüşlüğünüz uğruna, bir çırpıda, bütün inanışlardan kesitleri “karideslerinize” meze yapmışsınız(!) Belki de bu çaba islam toplumuna nefretiniz, emin değilim. Ego olduğunu düşünüyorum.
Yazılarınızın kısım kısım yerlerinde ,sizin inanışınız ve olması gerekeni ifade ettiğiniz, yaratıcıya inanıp inanmadığınız noktasında çelişen ifadeler fazlaca mevcut.
Ama tüm dini inanışları ve de özellikle kutsal kitabı mevcut olan büyük dinleri baştan sona yok sayarak aslında dinin hümanizmden ibaret olduğunu söylemeniz gerçekten bende şaşkınlık yarattı.
Zira özellikle islam dininin sadece bir din değil de aynı zamanda bir hukuk sistemi oluşturduğunu da bu yazılarınızın içerisinde görmek isterdim. Bu kadar küçümsemeyiniz efendim insanları ve bu insanların akıllarını. Sözde gayenizi inanç ekseni dışında argümanlar kullanarak da gerçekleştirebilirsiniz.
Okudukça ve düşüncelerimin kıymeti harbiyesi olduğunu düşündükçe paylaşmaya devam edeceğim.
Saygılarımla…
NOT: http://www.tabularatalanayalanabalta.com/ adresli sayfanıza Vikipedi’de yer alan Habil ve Kabil bölümünde atıf yapılmıştır. Bu suretle sitenize ulaşmış bulunmaktayım.
Adı yok. 301.2014
+
Sayın …
1.2.2014
Önce selamımı alın…

“Okudukça ve düşüncelerimin kıymeti harbiyesi olduğunu düşündükçe paylaşmaya devam edeceğim.” Demişsiniz. Düşüncelerinizin kıymeti harbiyesi vardır;
Ancak, bu düşüncelere hangi yazımdan varıldığı açıklanmalıdır…
Hakaret ve küfgür yoluna başvurmadığınız sürece,
Size yanıt verilecektir elden geldiğince,
Sevgiilerimle,
Av. Hayri Balta, 1.2.2014