İSA
Kayra ve Esenlik
En yücelerdeki Tanrı’ya yücelik olsun!
Yeryüzünde O’nun hoşnut kaldığı insanlara esenlik olsun!
Luka 2:13-14
Neden Hristiyanım? Neden Mesih’e inanıyorum; O’na bağlıyım? O’na inanmamın nedenlerini açıklayabilir miyim? Çok okuduğumdan zihnimde ciddi karışıklıklar mı var; İslâmî bilgim yetersiz olduğundan kandırıldım mı; veya maddi beklentilerle mi hareket ediyorum? O kadar çok soruyla karşılaşıyorum ki, bu soruları biraraya getirip yanıtlamak istiyorum. Rab’bin söndürülemez ışığını yansıtmaya, tadı tuzu kalmamış bir dünyaya tat vermeye çalışacağım.
Tüm hayatım boyunca bir Yaratıcı Varlık düşüncesini sorgulamak aklımın ucundan bile geçmedi. Tanrı vardı; ve var olacaktı. Bu tümüyle benden bağımsız (ve tümüyle dışımda) bir var oluş durumuydu. Benim bunu anlamam, algılamam olanaksızdı; elbette ki, buna hiç kalkışmadım. İçinde yetiştiğim çevre, İslâmî açıdan “mütedeyyin” olmaktan çok, “dindar” olarak tanımlanabilir. Tanrı hakkında bana öğretilenler şuydu: Kulu, kölesi olduğum ve karşı çıktığım an beni çarpmaya hazır “bir despot”!.. Benimle ilgileneceğini hiç sanmıyordum; tabii O’ndan istemekten bıkmadığım sürece…
İlk gençlik yıllarımdan başlayarak (ve tüm hayatım boyunca) Tanrı’yı bir cankurtaran sandalı olarak gördüm; üstelik varlığını reddedecek cesaretim de yoktu. Çünkü acil durumlarda O’na ihtiyacım olabilirdi; oluyordu da… Elbette tehlikeli durum ortadan kalkar kalkmaz, Tanrı ile bağım yeniden kopuyordu. Dua etme alışkanlığım yoktu. Bir şeye ihtiyacım yoksa neden dua edeyim?..
Dua için gerekli olan koşullar çok fazlaydı. Bilmediğim bir dilde ezberlediğim şeyleri söylerken aklımdan bin tane düşünce geçerdi. Sürekli tedirgin bir biçimde dua etmenin pek anlamı da yoktu. Bir an önce duamı edip (salâtımı tamamlayıp) rahatlamak isterdim. Dua ettiğim için değil, dua etmeyi bitirdiğim için rahatlardım. Bu ufak ama çok önemli bir detay…
Tanrı ile pek yakın değildik. Tanrı’nın verdiklerinden çok, vermedikleriyle ilgiliydim. Dualarıma cevap verecek, bana itaat edecek bir Tanrı’ya ihtiyacım vardı. Tanrı, “masum isteklerimi” karşılayabilirdi; bu yüzden doğrudan O’nu inkar edecek değildim. Günahlarımın büyüklüğünün farkında vardığımda, sevaplarımı artırmaya çalışıyordum. Tanrı, ihtiraslarımın sonuçlarını meşrulaştıracak “bir noter” olarak da faydalıydı. Aslında ben tam anlamıyla bir dünyaperesttim, bir putperesttim. Tanrı benim için masum bir ikonaydı. Tabii işe yaradığı sürece…
İslâmî bir hayat sürmeyi denedim. Namazında niyazında bir çocuktum. Bir cemaat evine gidip geliyordum. Burada dersler alıyordum. Nedenini tam olarak hatırlamıyorum. Daha doğrusu tek bir nedeni yok; pek çok olayın yol açtığı bir sorgulama sürecine giriştim. Kur’an üzerine sorular sormaya başladım. Tartışma yaratmamak için bunları sıralamayacağım. Amacım saldırgan bir yazı yazmak değil. Önemli olan “İman Yolumu” anlatabilmek. Bu tür ayrıntıların gerektiğini sanmıyorum. Bugün geldiğim noktada Müjde dışında her şeyi süprüntü saymak gerektiğini düşünüyorum (Filipililer 3:8). Buna yaşadıklarım da dahil…
Benliğime, yüreğimin en derinine baktığımda gördüğüm şey hiç hoş değildi. İbadetler beni iyi bir insan yapmaya yetmiyordu. Tüm iyi niyetli çabalarım günahın ufacık bir dürtmesiyle alt-üst oluveriyordu. Şaşkındım… İçimdeki günahın varlığını çok net duyumsuyordum. Tabii henüz adını koyamamıştım; daha doğrusu bu duygu ve düşüncemin adının konmuş olduğunu bilmiyordum. Yıllar sonra Elçi Pavlos’un da aynı dertten muzdarip olduğunu öğrenecektim: Ne yaptığımı anlamıyorum. Çünkü istediğim şeyi yapmıyorum; nefret ettiğim ne ise, onu yapıyorum… …İçimde, yani doğal benliğimde iyi bir şey bulunmadığını biliyorum. İçimde iyiyi yapmaya istek var, ama güç yoktur. İstediğim iyi şeyi yapmıyorum, istemediğim kötü şeyi yapıyorum. İstemediğim şeyi yapıyorsam, bunu yapan artık ben değil, içimde yaşayan günahtır (Romalılar 7:15,18-20).
Bu çıkmaz sokağı açacak, bu uçurumu aşmamı sağlayacak bir YOL olmalıydı… İşte bu şaşkın çocuğa çağlar ötesinden bir ses yetişti: İsa ona, “Yol, gerçek ve yaşam Ben’im” dedi. “Benim aracılığım olmadan Baba’ya kimse gelemez” (Yuhanna 14:6)
Bilme, öğrenme sürecinde bilginin “işe yaraması” gerekiyordu; ego tatminin anlamı yoktu. Kendimi terbiye etmenin yolunu buldum: RAB korkusudur bilginin temeli. Ahmaklarsa bilgeliği ve terbiyeyi küçümser (Özdeyişler 1:7).
Kendi yatağında akan bir ırmağın içinde olduğumu, kıvrılmadan (dümdüz ve dosdoğru) ilerleyen bir yola girdiğimi fark etmeye başladım. Çıkmaz sokağımın ne anlama geldiğini görüyordum: Dar kapıdan girin. Çünkü yıkıma götüren kapı geniş ve yol enlidir. Bu kapıdan girenler çoktur. Oysa yaşama götüren kapı dar, yol da çetindir. Bu yolu bulanlar azdır (Mat 7:13-14). İşte bu dar kapıdan girmemi ve çetin yola düşmemi sağlayanın izindeydim.
III.
Araştırma sürecine başladığımda, aslında yeni bir hobi edinmiştim. Konuya yaklaşımım fazla ciddi değildi. Yeni bir yaşama başlamayı falan düşünmüyordum. Ben halimden memnundum. İstediğim kendimi, insanı ve hayatı anlamaktı; o kadar. Yaşamıma gerçekçi bir anlam, bir açıklama arıyordum.
Zamanla sorularıma yenileri eklenmeye başlayınca, Kutsal Kitap’a yöneldim; okumaya başladım. Yaratılış kısmında çok fazla detay vardı. Eskilerin masalları diye düşündüm. Ne kadar da basitti!.. Okudukça Tanrı’nın Görkemiyle karşılaştım. Tanrı Kutsaldı; Kutsaldır… Tanrı’nın Kutsal olduğunu ve günahlarımızdan nefret edeceğini anladım. Tanrı’nın günah karşısındaki tavrı açıktı: Kutsal olun, çünkü ben kutsalım (Levililer 11:45).
Bu korkutucu bir bilgiydi. Tanrı bizim masum günahlarımızdan(?!) hiç mi hiç hoşlanmazdı. O zaman nasıl cennete gidecektik; affolacaktık? Nasıl kurtulacaktık? Kendi günahımda boğulduğumu hissettim. Bir çıkış yok muydu? Günahın (kötülüğün ve yok oluşun) egemen olduğu bir dünyanın esiri miydim? Tanrı bana sormadan beni yaratmıştı; bana sormadan da yok edebilirdi!.. Bu acı ama, gerçek bir bilgiydi…
Ayaklarımın bağının çözüldüğünü hissettim. J. P. Satre’ın Bulantısı bana da bulaşmıştı. Onu ilk defa tam olarak anlıyordum. Bu noktada bir çözüm yoluna yaklaştığımı fark ediyorsam da, yolu tam seçemiyordum. Bu şekilde bir kaç yıl geçti. Sonunda genel bir muhasebe yapmam gerektiğini anlamıştım. Yaşam ufkumu açan o muhteşem insanla tanışmıştım. Bir insanı tanıdıkça Tanrı’yı tanımak ve anlamak… Muhteşem bir Plan!..
Issız çöllerde dili dışarda koşturan bir adamın yangınıydı yüreğimdeki. Bu durumda fazla kalmadım, hamdolsun. Kelimenin tam anlamıyla “Rab yüreğimi açtı”… Kesin tarih veremiyorum. Şu tarihte ve şu saatte Mesih’e iman ettim, diyenlere özeniyorum; ama ben böyle kesin bir tarih veremiyorum. Bir gece yürek yangınımın geçtiğini biliyorum, sadece. Doğum günüme denk gelen bir tarih olması beni mutlu ediyor…
RAB diyor ki: İnsana güvenen, insanın gücüne dayanan, yüreği RAB’den uzaklaşan kişi lanetlidir. Böylesi bozkırdaki çalı gibidir, iyilik geldiği zaman görmeyecek; kurak çöle, kimsenin yaşamadığı tuzlaya yerleşecek. Ne mutlu RAB’be güvenen insana, güveni yalnız RAB olana! Böylesi su kıyılarına dikilmiş ağaca benzer, köklerini akarsulara salar. Sıcak gelince korkmaz, yaprakları hep yeşildir. Kuraklık yılında kaygılanmaz, meyve vermekten geri durmaz. Yürek her şeyden daha aldatıcıdır, iyileşmez, onu kim anlayabilir? Ben RAB, herkesi davranışlarına, yaptıklarının sonucuna göre ödüllendirmek için yüreği yoklar, düşünceyi denerim. Yumurtlamadığı yumurtaların üzerinde oturan keklik nasılsa, haksız servet edinen kişi de öyledir. Yaşamının ortasında serveti onu bırakır, yaşamının sonunda kendisi aptal çıkar. Tapınağımızın yeri başlangıçtan yüceltilmiş görkemli bir tahttır. Ey İsrail’in umudu RAB, Seni bırakanların hepsi utanılacak duruma düşecek. Sana sırtını dönenler toprağa yazılacak, çünkü RAB’bi, Diri Su Pınarı’nı bıraktılar (Yeremya 17:5-13).
Rab’den başka şeylere bel bağlamakla, kendi yeterliliğime güvenmek hata etmiştim; günah işlemiştim. Ey gökler, şaşın buna, tir tir titreyin, şaşakalın, diyor RAB. Çünkü halkım iki kötülük yaptı: Beni, Diri Suların Pınarı’nı bıraktı. Kendilerine sarnıçlar, Su tutmayan çatlak sarnıçlar kazdı (Yeremya 2:12-13).
Rab olmadan yaşamın (ve yaşamanın) mümkün olduğunu söyleyen her düşünce, iblisin saf tuzaklarıydı.RAB Vaadinden dönmez: Kutsal Yazı’da dendiği gibi, O’na iman edenin içinden diri su ırmakları akacaktır (Yuhanna 7:38).
Bu ırmakların içimden akmaya başladığını hissediyordum; hissediyorum… Yine de tam olarak ne zaman başladı bilemiyorum. Önceleri bunun bilinçsizce düzenlediğim (bilinçaltı) bir telkin olduğunu düşündüm. Zamanla yüreğimdeki değişimi farketmeye başladım. Dünyanın herhangi bir köşesindeki herhangi bir olayda acı çekenlerle acı çektiğimi, gülenlerle güldüğümü farkettim. Daha önce böyle bir şeyi hayal bile edemezdim. Rüyamda görsem hayra yormazdım: Onlara tek bir yürek vereceğim, içlerine yeni bir ruh koyacağım. İçlerindeki taş yüreği çıkarıp onlara etten bir yürek vereceğim. O zaman kurallarımı izleyecek, ilkelerime uymaya özen gösterecekler. Onlar halkım olacak, ben de onların Tanrısı olacağım (Hezekiel 11:19-20). Bu Yeni Yüreği bende almıştım. HALELUYA!..
Yine de (ve hâlâ) tam emin değildim. Köken olarak İsrailoğullarından gelmiyordum. En fazla bir Samiriyeli veya Centileli idim. Hemen hemen Ferisi ve Sadukilerin tüm itirazlarını yinelemekte olduğumu gördüm. Okumaya, araştırmaya devam ettim. Aradığım bilgiyi buluyordum: İsa, yolculuktan yorulmuş olduğu için kuyunun yanına oturmuştu. Saat on iki sularıydı. Samiriyeli bir kadın su çekmeye geldi. İsa ona, Bana su ver, içeyim, dedi. İsa’nın öğrencileri yiyecek satın almak için kente gitmişlerdi. Samiriyeli kadın, Sen Yahudisin, bense Samiriyeli bir kadınım, dedi. Nasıl olur da benden su istersin? Çünkü Yahudilerin Samiriyelilerle ilişkileri yoktur. İsa kadına şu cevabı verdi: Eğer sen Tanrı’nın Armağanı’nı ve sana, Bana su ver, içeyim, diyenin kim olduğunu bilseydin, sen O’ndan dilerdin, O da sana Yaşam Suyu’nu verirdi. Kadın, Efendim, su çekecek bir şeyin yok, kuyu da derin. Böyle olunca yaşam suyunu nereden bulacaksın? Sen, bu kuyuyu bize vermiş, kendisi, oğulları ve davarları ondan içmiş olan atamız Yakup’tan daha mı büyüksün? İsa şöyle cevap verdi: Bu sudan her içen yine susayacak. Oysa Benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir su kaynağı olacak (Yuhanna 4:6-14).
Susamış olan gelsin. Dileyen, yaşam suyundan karşılıksız alsın (Esinleme 22:17). İşte benim aradığım da buydu!..
Sonuçta kendimi ve kimliğimi bulmuştum; buldum… Rab karşısındaki konumumu ve nasıl bir hayat sürmem gerektiğini de biliyordum; biliyorum. İnsanı ve hayatı kavradım. Yaşam bize sunulan muhteşem bir armağan; ve armağan sonsuza dek sürecek. O’nun sayesinde!..
Elçi Yuhanna’nın mektubu sanki bugün yazılmış gibi taze: İsa’nın Mesih olduğuna inanan herkes Tanrı’dan doğmuştur. Baba’yı seven, O’ndan doğmuş olanı da sever. Tanrı’yı sevip buyruklarını yerine getirmekle, Tanrı’nın çocuklarını sevdiğimizi anlarız. Tanrı’yı sevmek, O’nun buyruklarını yerine getirmek demektir. O’nun buyrukları da ağır değildir. Çünkü Tanrı’dan doğmuş olan herkes dünyayı yener. Bize dünyaya karşı zafer kazandıran, imanımızdır. İsa’nın Tanrı Oğlu olduğuna iman edenden başka dünyayı yenen kim vardır? Su ve kanla gelen, İsa Mesih’tir. O yalnız suyla değil, su ve kanla gelmiştir. Kendisine tanıklık eden Ruh’tur. Çünkü Ruh gerçektir. Şöyle ki, tanıklık edenler üçtür: Ruh, su ve kan. Bunların üçü de uyum içindedir. İnsanların tanıklığını kabul ediyoruz; oysa Tanrı’nın tanıklığı daha üstündür. Çünkü bu, Tanrı’nın tanıklığıdır, kendi Oğluyla ilgili olarak yaptığı tanıklıktır. Tanrı’nın Oğluna inanan, yüreğinde Tanrı’nın tanıklığına sahiptir. Tanrı’ya inanmayan ise O’nu yalancı durumuna düşürmüş olur. Çünkü Tanrı’nın kendi Oğluyla ilgili tanıklığına inanmamıştır. Tanrı’nın tanıklığı da bize sonsuz yaşam vermesidir. Bu yaşam O’nun Oğlundadır. Kendisinde Tanrı’nın Oğlu bulunanda yaşam vardır. Kendisinde Tanrı’nın Oğlu bulunmayanda yaşam yoktur. Ben bunları Tanrı Oğlunun adına iman eden sizlere, sonsuz yaşama sahip olduğunuzu bilesiniz diye yazdım (I.Yuhanna 5:1-13).
Elçi Yuhanna’ya gösterilen Yargı Günü tablosu da imanımı güçlendiriyor: Tamam! Alfa ve Omega, Başlangıç ve Son Ben’im. Susamış olana, Yaşam Suyunun Pınarından karşılıksız olarak su vereceğim. Galip gelen bunları miras alacak. Ben ona Tanrı olacağım, o da Bana oğul olacak. Ama korkak, imansız, iğrenç, adam öldüren, cinsel ahlaksızlıkta bulunan, büyücü, putperest ve bütün yalancılara gelince, onların yeri, kükürtle yanan ateş gölüdür. İkinci ölüm budur (Esinleme 21 6-8).
Ne diyebilirim ki? Hak ettiğim sonsuz acıdan beni kurtarana; ve hiç hak etmediğim sonsuz mutluluğu armağan edene ne kadar şükretsem azdır. Hamdolsun Sana Ya RAB!..
Mesih ile bağ kurmayı başardım; diyemiyorum. Tamamlanmış bir işin sahibi olmadığımın farkındayım. Süreç devam ediyor. Anlayabildiğim kadarıyla tüm yaşam boyu sürecek bir “oluş hali”ndeyim… Bu durum yaşamıma anlam kattığı gibi heyecan da veriyor. Her gün dualarımla yenileniyorum. Varlığım tartışmalar üstü bir değer kazanıyor. Kendi değersizliğimin farkına vardıkça değer kazanıyorum. Bu bir mucizedir!..
Abarttığımı düşünenlere söyleyecek fazla sözüm yok. Afrika çöllerinde yaşayan bir kişiye kar taneciklerinin mucizevi biricikliğini anlatmak kolay değil… Bunu her deneyişimde yapamadığımı görüyorum. En iyi çözüm Tanrı Sözü’ne sığınmam olacak. Aslında ilk (ve tüm) yaptığım da bu olmuştu…
Bundan sonrasını doğrudan Tanrı Sözü’ne bırakmak istiyorum: Kim, “Yüreğimi pak kıldım, Günahımdan arındım” diyebilir (Özdeyişler 20:9)? Günahlarım kadar, sevaplarımdan da tövbe ettim: Mesih’le birlikte çarmıha gerildim. Artık ben yaşamıyorum, Mesih bende yaşıyor. Şimdi bedende sürdürdüğüm yaşamı, beni seven ve benim için kendini feda eden Tanrı Oğlu’na imanla sürdürüyorum (Galatyalılar 2:20).
Eminim ki, ne ölüm, ne yaşam, ne melekler, ne yönetimler, ne şimdiki ne gelecek zaman, ne güçler, ne yükseklik, ne derinlik, ne de yaratılmış başka bir şey bizi Rabbimiz Mesih İsa’da olan Tanrı sevgisinden ayırmaya yetecektir (Romalılar 8:38).
Kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrı’nın çocukları olma hakkını verdi. Onlar ne kandan, ne bedenin isteğinden, ne de insanın isteğinden doğdular; tersine, Tanrı’dan doğdular (Yuhanna 1:12-13).
Şunu demek istiyorum: mirasçı her şeyin sahibiyse de, çocuk olduğu sürece köleden farksızdır. Babasının belirlediği zamana dek vasilerin, vekillerin gözetimi altındadır. Bunun gibi, biz de ruhsal yönden çocukken dünyanın temel ilkelerine bağlı olarak yaşayan kölelerdik. Ama zaman dolunca Tanrı, Yasa altında olanları özgürlüğe kavuşturmak için kadından doğan, Yasa altında doğan öz Oğlunu gönderdi. Öyle ki, bizler oğulluk hakkını alalım. Oğullar olduğunuz için Tanrı, öz Oğlunun «Abba! Baba!» diye seslenen Ruhunu yüreklerinize gönderdi. Bu nedenle artık köle değil, oğullarsınız. Ve oğullar olduğunuz için Tanrı sizi aynı zamanda mirasçı yaptı (Galatyalılar 4:1-7).
Aranızda bilge ve anlayışlı olan kim? Olumlu yaşayışıyla, bilgelikten doğan alçakgönüllülükle iyi eylemlerini göstersin. Ama yüreğinizde kin, kıskançlık ve bencillik varsa övünmeyin, gerçeği inkâr etmeyin. Böyle bir bilgelik, gökten inen değil, dünyadan, benlikten, cinlerden gelen bir bilgeliktir. Çünkü nerede kıskançlık ve bencillik varsa, orada karışıklık ve her tür kötülük vardır. Ama gökten inen bilgelik her şeyden önce paktır, sonra barışçıl, yumuşak ve uysaldır. Merhamet ve iyi meyvelerle doludur. Kayırıcılığı ve ikiyüzlülüğü yoktur. Barış içinde eken barış yapıcıları doğruluk ürününü biçerler (Yakup 3:13-18).
Beni güçlendiren Rabbimiz Mesih İsa’ya şükrederim. Çünkü beni güvenilir sayarak hizmetine aldı. Bir zamanlar O’na küfreden, zalim ve küstah biri olduğum halde bana merhamet edildi. Çünkü ne yaptıysam bilgisizlikten ve imansızlıktan yaptım. Ama Rabbimiz’in lütfu, imanla ve Mesih İsa’da olan sevgiyle birlikte bol bol üzerime döküldü. “Mesih İsa günahkârları kurtarmak için dünyaya geldi” sözü, güvenilir ve her bakımdan kabule layık bir sözdür. Günahkârların en kötüsü benim. Ama Mesih İsa, kendisine iman edip sonsuz yaşama kavuşacak olanlara örnek olayım diye sınırsız sabrını öncelikle bende sergilemek için bana merhamet etti. Onur ve yücelik sonsuzlara dek bütün çağların Kralı, ölümsüz ve görünmez tek Tanrı’nın olsun! Amin (I.Timoteus 1:12-17).
VII.
Mesih ile bağ kurmayı seçtiğimi iddia edecek değilim. Tam tersine başlangıçta hiç düşünmediğim, planlamadığım bir sona (veya sürece) ulaştım. Şimdilerde Rab’be adanmış bir hayat sürmeye çalışıyorum. Bu konuda başarılı (sorunsuz veya kusursuz) olduğumu söyleyemem; ama O’na bağlıyım ve O’nunla hemhâl olmaya çalışıyorum…
Dünyanın ışığı ve tuzu olmak istiyorum (Matta 5:13-14). Yaşama, sonsuz yaşama sahip bir kişi olarak, bu hazinemi paylaşmayı umuyorum. Paylaştıkça çoğalan tek şeye, Sevgi’ye (Agape’ye) sahibim. Bu paha biçilmez Sevgi’yi anlatmaya, paylaşmaya çalışıyorum…
Susuzluğum çoktan geçti: Susamış olan gelsin. Dileyen, Yaşam Suyu’ndan karşılıksız alsın (Esinleme 22:17). Bu çağrının muhatabı olarak seçildiğim için hamdederim.
İman Yolu’mda pek çok olay gerçekleşti: Şaşırdım, sürçtüm, sevindim, üzüldüm, hayal kırıklıklarına uğradım vs. Sonuçta bugün geldiğim yer için Rab’be şükrediyorum.
Bu yazıyı okuyanlardan ricam Rab ile savaşmamalarıdır. Rab’bin Sözü’nü (en azından) tarafsız bir gözle, anlamaya çalışarak okumalarıdır. Tanrı Sözü’nü doğrudan (ve sadece) bana yazılmış gibi okumam, beni kurtardı. Kuşkusuz okumaya başlamadan önce dua etmem işimi kolaylaştırdı: Ya Rab!.. Gerçeğini göster bana. Anlamama yardım et; yanlışı doğrudan ayıracak bilgeliği, anlayışı ver bana. Sen herşeye egemen Rab’sin, bana yardım edecek güç ve beni aydınlatacak ışık Sendedir. Beni al ve olmamı istediğin kişi yap. Amin.
Kendisinden geçtikçe kendisini bulan bu kardeşiniz, Rab’binden sizler için esenlik ve sonsuz bereketler diler…
X
EVRENİN KAVRAMI – DİDEROT’NUN DÜĞÜMÜ
On sekizinci yüzyılda Fransa’da başlayan ve insanlık tarihine yadsınamayacak katkılarda bulunan Aydınlanma Çağı’nda Denis Diderot (1713-1784) “Lettre Sur les Aveugles” adlı kitabını kaleme aldı. Bunda evrenin varlığı-varoluşu anlam taşıyor mu, amaç gösteriyor mu? sorusuyla boğuştu. Sonuç: Hayır! Diderot böyle demiş. Daha önemlisi sen ne dersin? Bu aydın filozofu uğraştıran sorun senin aklını hiç bocalandırdı mı? Varoluşunun genel anlamı, yaşamının enikonu kavramı, varlığının nedeni, sayılı yıllarının içeriği seni hiç düşündürür mü? Niçin geldin, hangi amaca varsın? Buradan nasıl ayrılacaksın? Teist ya da ateistsin, dinini çok öneme alırsın belki ona pek aldırış etmezsin! Mal, mülk, madde düşkünüsün. Bunun tersine, para canlısı değilsin. Bunların hiçbiri soruya aydınlatıcı yanıtı veremiyor. Çünkü bu soru ince eleyip sıkı dokumanı gerektirir.
Filozof Diderot’ya karşı birkaç binyıl önce Tanrı insanı Musa tanıdığı ve inandığı Rab’be şöyle yakarmış: “Günlerimizi saymayı bize öğret ki bilgelik edinelim” ( Mezmur 90:12). Diderot insan aklıyla sonuca varmış; Musa aklın yetersizliğini bilerek tanrısal bilgeliğe seslenmiş. Diderot geçen ya da gelecek günleri sayarken onlardan bir anlam çıkaramamış; Musa günlerini sayabilmek için Tanrı’ca eğitilmeyi özlemiş. Diderot Aydınlatma Çağı’nın buluşlarına bel bağlamış; Musa bilgeliğin kaynağı Tanrı’dan aydınlanma dilemiş. Diderot şu çetin günlerin akışıyla bocalamış; Musa bunalımlı günlerine Tanrı’nın desteğini aramış. Diderot kafalı bir düşünür; bilgide-eğitimde ondan geri kalmayan Musa elden üstün el olduğunu tanımış, gözle görülemeyen Tanrı elinden yol-yöntem dilemiş. Diderot Aydınlanma Çağı’na canla başla hizmet etmiş, Musa bütün çağların insanını aydınlatmış, hem de aydınlatmakta. Diderot’yu okuyan aydın olmalı. Musa’nın yazdıklarına bakan sıradan biri salt imanla aydınlanmalı.
Bireyin aklı ne denli keskin olsa kurumlu, kusurlu, kısıtlıdır. Şaşırtıcı buluşların yanı sıra her tür akılsızlık eylemi bangır bangır bağırıyor. Filozof Diderot evrenin varlığı-varoluşu anlamsızdır derken, insan kafasının anlamsız tasarılarına tertiplerine kafa yormuş muydu acaba? Çatışmalar, savaşlar, istilalar, sömürüler, ezip geçmeler, hak çiğnemeler, vb. Ne anlam taşıyabilir bu tür insan eylemleri? İşin bitiminde hangi amaca hizmet eder, hangi sonucu etkiler? Ademoğlu amaçsızlık okyanusunda bocalayan varlık.. Bu yürek burkucu ve başka her türlü eyleme bakanın Diderot’nun gözlemine hak verişi geliyor. Çünkü ademoğlu düzensizliğe amaçsızlığa soktuğu yeryuvarlağında anlamsız-amaçsız eylemlerle meşgul. Çevresine somut ve kalıcı anlam verecek yerde düşüncesi uygulaması bir anlam veremiyor, yeryuvarlağını daha da çok anlamsızlığa sürüklüyor.
Evrene anlamsız-amaçsız bir kaza niteliğinde yaklaşmak, soruna gerçekçi yönden bakamamanın sonucudur. Böylesi uyum-düzen görkemi tutarlılık bağdaşıklık, hesapsız-kararsız evrim sonucu gelişim midir acaba? Kurulu düzenin tacı insan da evrimin bir baklası mı sayılmalı? Evrenin en üstün yapıtı insan rasgele kendiliğinden mi oluştu? Yaşam gizi nasıl anlatılabilir? Kurulu düzende içeriksiz amaçsız ademoğlu gelip geçici bir düş mü? Bu tür köklü soruların yanıtına giderayak ulaşılamaz. Diderot soruna kafa patlattıktan sonra evrene anlam amaç veremiyor. Oysa olan her şeye anlam verebilen Musa günlerini saymaya gerekli bilgeliği Tanrı’dan diliyor. Diderot sırasından bir aydının kafasında kısıtlı yaratık aklı barınmakta. Öte yandan Tanrı’nın bilgeliği sınırsız; hem de her dileyene sonsuz zekâ hazinesini açıyor. Çok mutludur onu bulan, ondan yararlanan.
Tanrı’nın üstün bilgeliği Oğlu İsa Mesih’in insan bedeni kuşanarak yeryuvarlağına gelişiyle çağlara-boylara sergilendi: “Söz beden kuşandı…aramızda yaşadı” (Yuhanna 1:14). “Mesih Tanrı’ca bizler için bilgelik kılındı” (I Korintoslular 1:30). Bilgeyim derken bilgelikten yoksun ademoğulları bu kişiyi tutuklayıp haça çaktı. Hem de haksız-adaletsiz bir yargılamadan geçirerek. Günün din adamları O’nu ölüme yargılasın diye Vali Pilatos’un önüne getirdi. İsa Vali’ye, “Ben bunun için doğdum” dedi. “Gerçeğe tanıklık edeyim diye geldim. Gerçekten yana olan herkes sesime kulak verir” (Yuhanna 1:37). İsa öğrencilerine yetkiyle kesinlikle konuştu: “Yol da, yaşam da, gerçek de Ben’im” (Yuhanna 14:6). Gerçeğini Musa’nın ağzından duyuran Tanrı bundan daha görkemli eylemle insan bedeni kuşandı, bilgeliğin kaynağı kıldığı Mesih’in sesiyle tüm insanlığa konuştu. O şöyle dedi: “Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacaktır” (Yuhanna 8:32).
Aydınlama Çağı keskin insan zekâsıyla soyumuzu aydınlanmaya yöneltti. Gelgelelim asıl aydınlanma kaynağını bimezlikten geldi. Tanrı’yı dışlamakla Tanrı bilgeliğini de dışladı; buysa korkunç sonralara yol açtı. Savaşları durduramadı, tersine her tür çatışmanın yoğunlaştığına tanık oldu. Bu çağın geleceği kan dökücülükle ün yapacak. Aydınlanan insan soyu kötülükleri yıkacak yerde yıkıldı. Günümüzde cihat terörizmiyle bıçak kemiğe dayandı. Sağtörenin aktörenin egemenliğini kurması gereken yeryuvarlağında haksızlık-adaletsizlik dizginleri eline aldı. İnsanlığın temel felsefesini oluşturan iyilik-kötülük sorunu yanıtsız kaldı. Genel kötümserlik iyimserliği sürekli alt etmekte. Biçimleşmiş-kalıplaşmış din kafayı çalıştıramadı, asıl yaralara parmağını basamadı. Böyle bir evrenin anlamı olabilir mi? Diderot’nun kafasını düğümleyen sorunların bir teki çözülemedi, tam tersine bunlara daha çoğu eklendi. Diderot’ya benzer başka düşünürler sağtörenin egemen olduğu bir dünya düzenini tanıyabilseydi sonuç herhalde başka olurdu.
Ademoğlu tutsaklıktadır; özgürüm derken tutsak. Tanrı’nın herkese bilgelik kıldığı İsa Mesih tutsaklığı şu özlü sözle anlatır: “Günah işleyen herkes günahın uşağıdır” sonra da özgürlüğü şöyle anlattı: “Eğer Oğul sizi özgür kılarsa gerçekten özgür olacaksınız” (Yuhanna 8:34, 36). İsa Mesih’e inanmadan, O’nu tanımadan kesin iyilikle kötülüğü ayırt edebilmek olanaksızdır. O’nun hiç değişmeyen öğretisinde insan özgün ve kalıtımlı günahın uşağıdır. Yaşamın-varlığın gizemini anlayabilmek için yeniden doğmak gereklidir. Bu aşamaya gelmeyen iyilik-kötülük sorunu karşısında şaşırır kalır. İyilik-kötülük hem İsa Mesih’ten öğrenilir, hem de yeniden doğuşla tutsak birey özgür kılınır, iyilikle donatılır. Çünkü günahtan arıtılır. Bu, İsa Mesih’in etkin kefaretiyle gerçekleşir. Tanrı’nın atadığı bu aşamaya ve gönence eren O’nun açıkladığı anlam-amaç kavramına kavuşur: “İnsanın temel amacı Tanrı’yı yüceltmek, sonsuzlar sonsuzu O’nun beğenisiyle yaşamaktır” (bkz. Yeşaya 43:7).
Thomas Cosmades/cosmades@gmx.net, 31.5.2007