4.İLETİ
- İLETİ
1X
Başka Bir Kul,
Sayın Hayri Bey,
Öncelikle merhaba,
Ben yazınızı okudum da cevap göndermek istedim. Siz her şeyi simge olarak görüyorsunuz. Size gönderilen hikayeyi biliyorum. O hikayede simgeler kullanılmış. Fakat bu onların gerçekte olmadığını göstermez ki. Orada temsiller hakikatleri insanın daha rahatlaması içindir. Siz her şey simgelere dayandırıyorsunuz ama deliliniz yok. O sizin kendi kendinize icad etmiş olduğunuz bir sistem. Dayanağı yok…
Cennet, Cehennem niye simgeden ibaret olsun ki? Gerçekten olmamaları için bir sebep mi var?Ayrıca siz kendi varlığınızın gerçek olduğunu düşünüyorsunuz. Alahın varlığı en az sizin kadar gerçektir. Hatta sizin varlığınız hayalden ibaret olsa da Allah’ın vücudu zaruridir.
Her var olan için bir yapıcı vardır. Size gönderilen hikayenin alındığı kitapları okursanız düşünceleriniz değişebilir.
Fazla vaktim olmadığı için kusura bakmayın, gitmem lazım.
Herkese selamlar..
Başka bir kul. 19.7.2001
X
2X
Nazif ACAR
DESTEKLİ AT
- “Kur’anı Kerim / 4/3. Eğer yetim kızlar hakkında adalete riâyet edemiyeceğinizden korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer veya dörder nikâh ediniz. Ve eğer adalet yapamıyacağınızdan korkarsanız artık bir eş ile veya sâhip olduğunuz câriye ile -yetiniz- çünki bu sizin için adaletten sapmamanıza daha yakındır..
Nazif Acar, 12.10.2002/02.43”
X
Konu: Destekli at
- “33/33. Ve hânelerinizde oturunuz ve evvelki cahiliye zamanındaki açılış gibi açılıvermeyiniz ve namazı dosdoğru kılınız ve zekâtı veriniz ve Allah’a ve Peygamberine itaat ediniz ve ey ehli beyt!. Allah sizden ancak kiri götürmek ve sizi tertemiz kılmak dilemektedir.
Nazif Acar, 12.10.2002/02.45”
X
Konu: Destekli at
- “4/11. Allah Teâlâ size çocuklarınız hakkında erkek için iki dişi his-sesi emrediyor. Eğer dişi olan evlât, ikiden fazla ise onlara terekenin üçte ikisi aittir. Ve eğer bir tek kız ise ona da terekenin yansı verilir ve babasıyla anasından herbiri için de ölünün çocuğu var ise terekesinde altıda biri vardır. Ve eğer çocuğu yok ve kendisine yalnız babasıyle anası var ise anası için üçte biri aittir. Ve eğer ölünün kardeşleri de var ise anasına altıda biri verilir. Bu hisselerin böyle verilmesi, ölünün vaktiyle yapmış olduğu vasiyetinden ve borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınız bilmezsiniz ki hangileri sizin için menfaatçe daha yakındır. Bütün bunlar Allah Teâlâ tarafından birer farizedir. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ herhalde alimdir, hikmet sahibidir.
SENİN GİBİ KARA CAHİL DEĞİL
Nazif Acar, 12.10.2002/02.48”
X
Konu: “ALLAH SONUNU HAYRETSİN!”
- “KUR’AN-I KERİM’İ OKUMUŞSUNUZ AMA BOŞUNA.
“İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen, BU NİCE OKUMAKTIR?”
Kusura bakmayın biraz ağır oldu ama, içimden geldi.
Nazif Acar, 12.10.2002/02.53”
X
Sayın Nazif Acar,
Önce saygı, sevgi sana. Erinmemişsin, gece yarısından sonra, oturmuş iki dakikada bir 4 mektup yazmışsın bana.
Anlaşılan uykunu kaçırmışım senin.
“BENİM GİBİ KARA CAHİL” (3. Mek.) biri için, uykunu heba etmeseydin daha iyi olmaz mıydı idi senin için?
“KUR’AN-I KERİM’İ OKUMUŞSUNUZ AMA BOŞUNA.” (4. Mek.) demişsin bana.
Memnun oldum benim gibi “KUR’AN-I KERİM’İ BOŞU BOŞUNA OKUMAMIŞ” biri ile karşılaşmakla…
“İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen, BU NİCE OKUMAKTIR?” demişsin bir de.
Söylemiş bu ölümsüz sözleri Yunus Emre.
Sesleniyor böylece kendi kendini bilmeyen ölülere…
“Ölü” ne demektir bilir misin?
Önce Bütün kutsal kitaplarda geçen “Ölü”- “Diri” terimini bilmelisin.
“Ölü” ve “Diri” ne demektir öğrenmek için,
Kuran’daki: “Allah ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarır.” (K. 3/27, 6/95, 6/19) tümcelerinin söyleniş nedenlerini incelemelisin
.
İncil’de de şöyle bir tümce vardır.
Bunu bilip üzerinde düşünmende yarar vardır.
“İsa’nın öğrencilerinden birinin babası ölmüş.
Öğrencisi İsa’ya ‘İzin ver de şu babamın ölüsünü gömüp geleyim!” demiş.
İsa da: “Bırak ölüleri, ölüleri gömsünler!” demiş. (İnci, Matta., 8/21).
Acaba ne demek istemiş…
Haydi bakalım; Kuran’ı boşu boşuna okumamış Nazif Acar kardeşim
Bil bakalım, İsa bu sözleri ile ne demek istemiş?
Hadi yorma kendini, ben söyleyeyim iyisi mi?
İsa demek istiyor ki:
“Aklını kullanmayan, gerçeği araştırmayan, körü körüne atalarının dininin ardına düşen, her zamanın kendisine özgü bir anlayışı, düşüncesi, dünya görüşü olduğunu bilmeyen, Allah diye yatan, Peygamber diye kalkan, kendisini dine-imana adayan, kendisi gibi inanıp yaşamayanı, kafir, müşrik, münafık , fasık sayan, başka inanışta olanlara Cihat açan kim olursa olsun ölüdür…
İnsan dediğin atalarının söylediklerine göre değil kendi aklına, sağduyusuna, vicdanına (Bütün bu duygular yüce duygular sayıldığı için Tanrı olarak nitelendirilir…) göre yaşamını yönlendirmelidir. “
Ben, “Ölü” idim dirildim. “
Yine Yunus Emre’nin dediği gibi
“kendimi bildim.”
(Sitemin ANILAR bölümüne bakabilirsin…)
“Kendini bilen Rabbini (Allah’ını, Tanrısı’nı) bilir!” demiş bir ermiş.
Her kim söylemişse bu sözü çok güzel söylemiş…
H.B.’de hem kendini bilmiş, hem Rabbini bilmiş…
Rabbini bildikten sonra ne camiye, ne kiliseye, ne de Havraya gitmiş.
Kendini bildikten sonra sorumsuz yaşamayı terk etmiş…
Bir daha içki içmemiş ve de ne kendisini ne de bir başkasını incitmiş.
Kaldı ki ölü iken de diri iken de kimseye küfretmemiş,
Kimseyi aşağılamamış, kimseyi küçümsememiş…
Gelelim dört mektubunun da dördüne.
Bir tümce (ayet) var her birinde.
Bir de bunların niçin, hangi yazım için yazdığını bildirsene…
“Kusura bakmayın biraz ağır oldu ama içimden geldi.” diye bitirmişsin…
Bu iyi bir belirtidir senin için…
Bu sende arayış ve ışık olduğunu gösterir.
Din edebiyat ve felsefesinde bu durumda olanlara “İşaret çubuğu!” denir.
Unutma kendisinde arayış ve ışık olanlar en sonunda dirilir.
Sahi sen duydun mu hiç böyle söyleyen birini…
Eğer anlayamadıysan söylediklerimi, hiç boşa yorma kendini.
Yol yakınken benim yazılarımı okumaman, Siteme girmemen, beni rahatsız etmemendir en iyisi…
Eğer dirilmek istiyorsan, gerçeği bulmak istiyorsan, senin emrine tahsis ederim kendimi.
Yok dersen ki Hak din İslam’dır.
Gerisi kâfirdir, müşriktir, münafıktır.
İmana davet edildiği halde imana gelmeyen öldürülmeye layıktır…
Bu sözlerine inanacak çok ölü vardır.
Git o ölüleri kandır.
Demek istiyorum ki beni imana davet etmek için çabalama boşuna…
78 yaşından üç beş gün almışsak, almadık ya boşu boşuna.
İki günümüz bir olmamıştır asla…
Yepyeni bir H. B. doğmuştur güneşin her doğuşunda.
Ben “Ballar balını buldum kovanım yağma olsun!” diyorum.
Kendisini hurafelere adamış birinden şefaat beklemiyorum.
Sevgili Nazif Acar, oturup boşa kendini yorar.
Benim gibi Hak’kı bilmiş biri ile uğraşmak akla zarar.
Hayri Balta olacağını olmuş.
Hayri Balta’ya takılan ölüler arasında kalmış.
- B., kavmiyetçilikten-ümmetçilikten kurtularak insanlık alemine dalmış…
Din demek “Den” demektir.
“Densiz” demek ise dinsiz demektir.
Densize (Dinsize) haber anlatmak boşa kürek çekmektir…
İlk üç mektubunun konu bölümünde” Destekli at!” demişsin; ama hangisini desteksiz attığımı belirtmemişsin.
Son mektubunda ise ”Allah sonunu hayretsin!” demişsin.
Teşekkür ederim, İyi demişsin.
Allah sizin de sonunuzu hayretsin derim.
Ben de sana sağlıklı uzun ömürler dilerim.
Şimdi kal sağlıcakla,
Yazdıkların ve yazacaklarım,
Sitemizin “Sevenler-Soranlar-Sövenler” bölümünde yer alacak, unutma.
Eğer saçma sapan atarsan,
Nefsi emarene uyup şeytana taparsan,
Şeytanın yönlendirmesi ile bana atıp tutarsan
Yazılarına ve sorularına yanıt vermem, ne söyleyip ne yazsan…
Saygı, sevgi, selam yine…
Kimseye öfkelenmek yok bizde..
H.B. daha ne desin size…
Av. Hayri Balta, 12.10.2002
(İkinci yazılış, 16.6.2009)
X
—– Original Message —–
From: <fettosh@yahoo.com>
To: <fettosh@superonline.com>
Sent: Wednesday, November 11, 1987 2:28 PM
Subject: web sayfanızı kapatın yoksa öleceksiziniz
+
WEB SAYFANIZI KAPATIN YOKSA ÖLECEKSİZİNİZ
Bu Mesaji Kim gönderdi ise ona…
Gerçi bu mesajın bana gönderildiğini sanmıyorum ama; bana söylenmemiş olsa da “öldürmek” düşüncesi yakışmıyor bir insana…
Kim kime söylemişse Allah akıl versin ona… Derim ki: öldürdürmek istediğine ölüm var da ölüm yok mu sana?
Hani Allah’in verdiği malı Allah alırdı… İnsanın canınıı almak kala kala sana mı kaldı..
Hani “Yaratılmışı severdiniz yaratandan ötürü”. Web sitesini yazanlar değil mi yaratanın ürünü?
Ulan ne kafa bu kafa… Öldürmekten usanmadiniz hala…
Bu kafada olanlar Luksor tapınağında kaleşnikofla tarıyor turistleri. Yerle bir ediyor İkiz Kuleleri … Bali’de öldürüyor eğlenenleri, mayınlıyor denizlerde gezen gemileri. Sonra da diyorsunuz ki batılı emperyalisler bombalıyor bizleri.
Şimdi sen onlara rahat vermezsen; onlar sana niçin rahat versinler. Araplar bunu bildikleri için: “Men dakka dukka!” (eden bulur) demişler…
Dünyanin her yerinde öldürmek sevdasında olanların başına yağıyor bomba. Öldürülenler de öldürülür unutma!
Fetullah kim ki kanun kaçağı biri yaşar Amerika’da; Fetullah’in ardına düşeceğine düş Tanrı’nın (Akil, sağduyu, mantık, vicdan, dünyanın kabul ettiği bütün insanî degerler…) ardına…
Yasamak dururken hala mı bu öldürmek, hala mı bu kavga… “Kafirleri, müşrikleri, mürtedleri nerde bulursanız öldürün!” (K. 9/5) der mi Allah adama?
Otur kendini yokla, bakma kimsenin kusuruna… Kim geliyorsa karşı Allah’a; Allah ceza vermekten aciz mi ki ona…
Yineliyorum Allah akil versin sana; daha ne desin Av. Hayri Balta, öldürmeyi Allah’a hizmet, ve de marifet sanan bahtsızlara…
Av. Hayri Balta, 20.10.2002
X
DESTEKLİ AT
- “Kur’anı Kerim / 4/3. Eğer yetim kızlar hakkında adalete riâyet edemiyeceğinizden korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer veya dörder nikâh ediniz. Ve eğer adalet yapamıyacağınızdan korkarsanız artık bir eş ile veya sâhip olduğunuz câriye ile -yetiniz- çünki bu sizin için adaletten sapmamanıza daha yakındır..
Nazif Acar, 12.10.2002/02.43”
X
Konu: Destekli at
- “33/33. Ve hânelerinizde oturunuz ve evvelki cahiliye zamanındaki açılış gibi açılıvermeyiniz ve namazı dosdoğru kılınız ve zekâtı veriniz ve Allah’a ve Peygamberine itaat ediniz ve ey ehli beyt!. Allah sizden ancak kiri götürmek ve sizi tertemiz kılmak dilemektedir.
Nazif Acar, 12.10.2002/02.45”
X
Konu: Destekli at
- “4/11. Allah Teâlâ size çocuklarınız hakkında erkek için iki dişi his-sesi emrediyor. Eğer dişi olan evlât, ikiden fazla ise onlara terekenin üçte ikisi aittir. Ve eğer bir tek kız ise ona da terekenin yansı verilir ve babasıyla anasından herbiri için de ölünün çocuğu var ise terekesinde altıda biri vardır. Ve eğer çocuğu yok ve kendisine yalnız babasıyle anası var ise anası için üçte biri aittir. Ve eğer ölünün kardeşleri de var ise anasına altıda biri verilir. Bu hisselerin böyle verilmesi, ölünün vaktiyle yapmış olduğu vasiyetinden ve borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınız bilmezsiniz ki hangileri sizin için menfaatçe daha yakındır. Bütün bunlar Allah Teâlâ tarafından birer farizedir. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ herhalde alimdir, hikmet sahibidir.
SENİN GİBİ KARA CAHİL DEĞİL
Nazif Acar, 12.10.2002/02.48”
X
Konu: “ALLAH SONUNU HAYRETSİN!”
- “KUR’AN-I KERİM’İ OKUMUŞSUNUZ AMA BOŞUNA.
“İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen, BU NİCE OKUMAKTIR?”
Kusura bakmayın biraz ağır oldu ama, içimden geldi.
Nazif Acar, 12.10.2002/02.53”
X
Sayın Nazif Acar,
Önce saygı, sevgi sana. Erinmemişsin, gece yarısından sonra, oturmuş iki dakikada bir 4 mektup yazmışsın bana.
Anlaşılan uykunu kaçırmışım senin.
“BENİM GİBİ KARA CAHİL” (3. Mek.) biri için, uykunu heba etmeseydin daha iyi olmaz mıydı idi senin için?
“KUR’AN-I KERİM’İ OKUMUŞSUNUZ AMA BOŞUNA.” (4. Mek.) demişsin bana.
Memnun oldum benim gibi “KUR’AN-I KERİM’İ BOŞU BOŞUNA OKUMAMIŞ” biri ile karşılaşmakla…
“İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen, BU NİCE OKUMAKTIR?” demişsin bir de.
Söylemiş bu ölümsüz sözleri Yunus Emre.
Sesleniyor böylece kendi kendini bilmeyen ölülere…
“Ölü” ne demektir bilir misin?
Önce Bütün kutsal kitaplarda geçen “Ölü”- “Diri” terimini bilmelisin.
“Ölü” ve “Diri” ne demektir öğrenmek için,
Kuran’daki: “Allah ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarır.” (K. 3/27, 6/95, 6/19) tümcelerinin söyleniş nedenlerini incelemelisin
.
İncil’de de şöyle bir tümce vardır.
Bunu bilip üzerinde düşünmende yarar vardır.
“İsa’nın öğrencilerinden birinin babası ölmüş.
Öğrencisi İsa’ya ‘İzin ver de şu babamın ölüsünü gömüp geleyim!” demiş.
İsa da: “Bırak ölüleri, ölüleri gömsünler!” demiş. (İnci, Matta., 8/21).
Acaba ne demek istemiş…
Haydi bakalım; Kuran’ı boşu boşuna okumamış Nazif Acar kardeşim
Bil bakalım, İsa bu sözleri ile ne demek istemiş?
Hadi yorma kendini, ben söyleyeyim iyisi mi?
İsa demek istiyor ki:
“Aklını kullanmayan, gerçeği araştırmayan, körü körüne atalarının dininin ardına düşen, her zamanın kendisine özgü bir anlayışı, düşüncesi, dünya görüşü olduğunu bilmeyen, Allah diye yatan, Peygamber diye kalkan, kendisini dine-imana adayan, kendisi gibi inanıp yaşamayanı, kafir, müşrik, münafık , fasık sayan, başka inanışta olanlara Cihat açan kim olursa olsun ölüdür…
İnsan dediğin atalarının söylediklerine göre değil kendi aklına, sağduyusuna, vicdanına (Bütün bu duygular yüce duygular sayıldığı için Tanrı olarak nitelendirilir…) göre yaşamını yönlendirmelidir. “
Ben, “Ölü” idim dirildim. “
Yine Yunus Emre’nin dediği gibi
“kendimi bildim.”
(Sitemin ANILAR bölümüne bakabilirsin…)
“Kendini bilen Rabbini (Allah’ını, Tanrısı’nı) bilir!” demiş bir ermiş.
Her kim söylemişse bu sözü çok güzel söylemiş…
H.B.’de hem kendini bilmiş, hem Rabbini bilmiş…
Rabbini bildikten sonra ne camiye, ne kiliseye, ne de Havraya gitmiş.
Kendini bildikten sonra sorumsuz yaşamayı terk etmiş…
Bir daha içki içmemiş ve de ne kendisini ne de bir başkasını incitmiş.
Kaldı ki ölü iken de diri iken de kimseye küfretmemiş,
Kimseyi aşağılamamış, kimseyi küçümsememiş…
Gelelim dört mektubunun da dördüne.
Bir tümce (ayet) var her birinde.
Bir de bunların niçin, hangi yazım için yazdığını bildirsene…
“Kusura bakmayın biraz ağır oldu ama içimden geldi.” diye bitirmişsin…
Bu iyi bir belirtidir senin için…
Bu sende arayış ve ışık olduğunu gösterir.
Din edebiyat ve felsefesinde bu durumda olanlara “İşaret çubuğu!” denir.
Unutma kendisinde arayış ve ışık olanlar en sonunda dirilir.
Sahi sen duydun mu hiç böyle söyleyen birini…
Eğer anlayamadıysan söylediklerimi, hiç boşa yorma kendini.
Yol yakınken benim yazılarımı okumaman, Siteme girmemen, beni rahatsız etmemendir en iyisi…
Eğer dirilmek istiyorsan, gerçeği bulmak istiyorsan, senin emrine tahsis ederim kendimi.
Yok dersen ki Hak din İslam’dır.
Gerisi kâfirdir, müşriktir, münafıktır.
İmana davet edildiği halde imana gelmeyen öldürülmeye layıktır…
Bu sözlerine inanacak çok ölü vardır.
Git o ölüleri kandır.
Demek istiyorum ki beni imana davet etmek için çabalama boşuna…
78 yaşından üç beş gün almışsak, almadık ya boşu boşuna.
İki günümüz bir olmamıştır asla…
Yepyeni bir H. B. doğmuştur güneşin her doğuşunda.
Ben “Ballar balını buldum kovanım yağma olsun!” diyorum.
Kendisini hurafelere adamış birinden şefaat beklemiyorum.
Sevgili Nazif Acar, oturup boşa kendini yorar.
Benim gibi Hak’kı bilmiş biri ile uğraşmak akla zarar.
Hayri Balta olacağını olmuş.
Hayri Balta’ya takılan ölüler arasında kalmış.
- B., kavmiyetçilikten-ümmetçilikten kurtularak insanlık alemine dalmış…
Din demek “Den” demektir.
“Densiz” demek ise dinsiz demektir.
Densize (Dinsize) haber anlatmak boşa kürek çekmektir…
İlk üç mektubunun konu bölümünde” Destekli at!” demişsin; ama hangisini desteksiz attığımı belirtmemişsin.
Son mektubunda ise ”Allah sonunu hayretsin!” demişsin.
Teşekkür ederim, İyi demişsin.
Allah sizin de sonunuzu hayretsin derim.
Ben de sana sağlıklı uzun ömürler dilerim.
Şimdi kal sağlıcakla,
Yazdıkların ve yazacaklarım,
Sitemizin “Sevenler-Soranlar-Sövenler” bölümünde yer alacak, unutma.
Eğer saçma sapan atarsan,
Nefsi emarene uyup şeytana taparsan,
Şeytanın yönlendirmesi ile bana atıp tutarsan
Yazılarına ve sorularına yanıt vermem, ne söyleyip ne yazsan…
Saygı, sevgi, selam yine…
Kimseye öfkelenmek yok bizde..
H.B. daha ne desin size…
Av. Hayri Balta, 12.10.2002
(İkinci yazılış, 16.6.2009)
X
—– Original Message —–
From: <fettosh@yahoo.com>
To: <fettosh@superonline.com>
Sent: Wednesday, November 11, 1987 2:28 PM
Subject: web sayfanızı kapatın yoksa öleceksiziniz
+
WEB SAYFANIZI KAPATIN YOKSA ÖLECEKSİZİNİZ
Bu Mesaji Kim gönderdi ise ona…
Gerçi bu mesajın bana gönderildiğini sanmıyorum ama; bana söylenmemiş olsa da “öldürmek” düşüncesi yakışmıyor bir insana…
Kim kime söylemişse Allah akıl versin ona… Derim ki: öldürdürmek istediğine ölüm var da ölüm yok mu sana?
Hani Allah’in verdiği malı Allah alırdı… İnsanın canınıı almak kala kala sana mı kaldı..
Hani “Yaratılmışı severdiniz yaratandan ötürü”. Web sitesini yazanlar değil mi yaratanın ürünü?
Ulan ne kafa bu kafa… Öldürmekten usanmadiniz hala…
Bu kafada olanlar Luksor tapınağında kaleşnikofla tarıyor turistleri. Yerle bir ediyor İkiz Kuleleri … Bali’de öldürüyor eğlenenleri, mayınlıyor denizlerde gezen gemileri. Sonra da diyorsunuz ki batılı emperyalisler bombalıyor bizleri.
Şimdi sen onlara rahat vermezsen; onlar sana niçin rahat versinler. Araplar bunu bildikleri için: “Men dakka dukka!” (eden bulur) demişler…
Dünyanin her yerinde öldürmek sevdasında olanların başına yağıyor bomba. Öldürülenler de öldürülür unutma!
Fetullah kim ki kanun kaçağı biri yaşar Amerika’da; Fetullah’in ardına düşeceğine düş Tanrı’nın (Akil, sağduyu, mantık, vicdan, dünyanın kabul ettiği bütün insanî degerler…) ardına…
Yasamak dururken hala mı bu öldürmek, hala mı bu kavga… “Kafirleri, müşrikleri, mürtedleri nerde bulursanız öldürün!” (K. 9/5) der mi Allah adama?
Otur kendini yokla, bakma kimsenin kusuruna… Kim geliyorsa karşı Allah’a; Allah ceza vermekten aciz mi ki ona…
Yineliyorum Allah akil versin sana; daha ne desin Av. Hayri Balta, öldürmeyi Allah’a hizmet, ve de marifet sanan bahtsızlara…
Av. Hayri Balta, 20.10.2002
X
3X
Berkan Yıldıran,
Sn. Hayri bey,
İstanbul dan kızınız Gülçin hanımın arkadaşının eşiyim.
Yazdığınız kitaplardan set olarak edindim ve ilk incelenmem sonucunda daha detayını okumadan emeğiniz ve bilgi paylaşımınızdan dolayı sizi acilen kutlamak istedim.
Ayrıca ileri zaman diliminde sizinle görüşlerimi paylaşacağımı belirtmek isterim.
Sağlıklı ve mutlu günler dileklerimle
Berkan Yıldıran, 24.1.20125
X
Berkan Yıldıran,
Sevgi sana her an…
İletini okudum,
Kitaplarımla ilgilenmene memnun oldum.
Umarım en kısa zamanda okursunuz.
Görüşlerinizi belirtmiş olursunuz…
Şimdi kal sağlıcakla,
Sevgiler sana…
Av. Hayri Balta, 24.1.2915
X
Sn.Hayri bey,
İstanbul dan kızınız Gülçin hanımın arkadaşının eşiyim.
Yazdığınız kitaplardan set olarak aldım ve ilk incelenmem sonucunda daha detayını okumadan emeğiniz ve
X
Sayın Berkan,
Önce sevgi candan…
Bir şey anlayamadım bu iletinden,
Bunun tamamını yazar mısın yeniden…
Şimdi kal sağlıcakla, Sevgiler sana.
Av. Hayri Balta, 301.2015
Berkan Yıldıran,
Sn. Hayri bey,
İstanbul dan kızınız Gülçin hanımın arkadaşının eşiyim.
Yazdığınız kitaplardan set olarak edindim ve ilk incelenmem sonucunda daha detayını okumadan emeğiniz ve bilgi paylaşımınızdan dolayı sizi acilen kutlamak istedim.
Ayrıca ileri zaman diliminde sizinle görüşlerimi paylaşacağımı belirtmek isterim.
Sağlıklı ve mutlu günler dileklerimle
Berkan Yıldıran, 24.1.20125
X
Berkan Yıldıran,
Sevgi sana her an…
İletini okudum,
Kitaplarımla ilgilenmene memnun oldum.
Umarım en kısa zamanda okursunuz.
Görüşlerinizi belirtmiş olursunuz…
Şimdi kal sağlıcakla,
Sevgiler sana…
Av. Hayri Balta, 24.1.2915
X
Sn.Hayri bey,
İstanbul dan kızınız Gülçin hanımın arkadaşının eşiyim.
Yazdığınız kitaplardan set olarak aldım ve ilk incelenmem sonucunda daha detayını okumadan emeğiniz ve
X
Sayın Berkan,
Önce sevgi candan…
Bir şey anlayamadım bu iletinden,
Bunun tamamını yazar mısın yeniden…
Şimdi kal sağlıcakla, Sevgiler sana.
Av. Hayri Balta, 301.2015
X
4X
sevgili hayri amca,
dosyayı yolladığınız için çok teşekkürler… okuyup sizinle tartışmak isterim.. iyi ki varsınız…
sevgilerimle…
X
Sevgili Önce sevgi hepinize…
Sözünü ettiğim dosya ektedir.
Tasavvuf konusunda bilgi sahibi olmak isteyen
Önce ekteki dosyayı incelemelidir.
Ekteki dosya taslak halindedir.
Tamamlanmış biçimi sonra gönderilecektir.
Selam, sevgi annene ve kardeşine,
Hele sen ekli dosyayı incele…
Eren Bilge (Hayri Balta)
21.1.2010
X
…
Önce sevgi…
Anlaşılan senin,
Öldüğünden haberin yok,
İlhan Arsel’in…
İlhan Arsel hocamızı 7.2.2010’da yitirdi.
8.102010’da Amerika’da toprağa verildi.
Toprağı bol olsun,
Gömütünde huzur bulsun..
Kitapları aklımızı ışıtacak.
Onu dünya görüşü bize
Miras kalacak…
Şimdi kal sağlıcakla,
Yeniden sevgiler sana.
Av. Hayri Balta, 10.2.2010
X
Müthiş bir manzume Hayri amca, kaleminize sağlık…
İlhan Arsel gibi, muhalif, cesur aydınlara çok ihtiyacımız var ve tersine ne kadar azlar..
Size sağlıklı uzun bir ömür diliyorum…
Sevgilerimle..
… 10.2.2010 (İlhan Arsel’e Sağlığında manzumesi için…)
X
5X
BİRSEN ERDOĞAN
BİRSEN ERDOĞAN
>From: “hayribalta”
>Reply-To: AISDB@yahoogroups.com
>To: ,Hüdai Yavalar ,”alibabat” ,”Cemil Denk” ,”Murat Bulut” ,”Abdullah Haker” ,iclal günaydın
>Subject: [AISDB] Bilgi için
>Date: Sat, 9 Aug 2003 04:26:31 +0300
> Son kitabım İrtica Dosyası’nın girişidir. HB, 9.8.2003
X
>GİRİŞ
>30 Ağustos 2000 Zafer Bayramı nedeniyle Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu: “İRTİCA YARGIYA SIZMIŞTIR!” diye demeç verince gazeteler bu sözleri manşet yaptı.
> Bunun üzerine Adalet Bakanı Sami Türk de: “BANA DELİL GETİRİN” Genel Kurmay Başkanını yalanlamaya çalışmıştı.
>Bu gelişmeler üzerine elimde bulunan belgelerle görüşlerimi Adalet Bakanlığına sunma gereğini duydum. Ekte okuyacağınız belge ve yazılar irticanın nerelere geldiğini ve denli saldırganlaştığını göstermektedir.
> Kesinlikle bilinmelidir ki irtica Batı ve Doğu desteklidir. Bilgisiz ve yoksul kesimin umut olarak Allah’a ve dine sarılması da Batı ve Doğu destekli çıkarcı politikacıların işini kolaylaştırmadır. Bunlar “demokrasi, insan hakları, laiklik ilkeleri ile halkımızın dinsel duygularını kendi çıkarları için kötüye kullanmaktadırlar.
> İrticanın amacı; bilgisiz, bilinçsiz ve yoksul insanların dinsel duygularını kötüye kullanarak iktidara yerleşmek, şeriat kurallarını sinsi sinsi devlete ve topluma uygulamaktır.
> 8 yıllık eğitim, Kuran kursları, türban ve tesettür krizi yaratarak Devlet ile halkı karşı karşıya getirerek iktidara gelmektir.
> Yapılması gereken ve de alınması gereken halka baskı yapmadan şeriat düşüncesinin çağımız ahlak, anlayış ve hukuku ile bağdaşmadığını anlatmak için geniş bir düşünce açıklaması özgürlüğü yaratmaktır. Bu bir an önce yapılmazsa iş işten geçmiş olacaktır ve irtica iktidara gelecektir. .
> +
> Bu dosyayı okuduktan sonra, benim için: “Yerinde dursaydı başına bunlar gelmezdi.” deyecek kişiler olacaktır. Kaldı ki çevremdeki süper zekalılar (!) beni için böyle demişlerdir.
> Bunlar toplumsal sorumluluğu olmayan, duyarsız (Dinsel anlamda “ÖLÜ”) kişiler olup yurttaşlık ve insanlık görevini yapmaktan kaçınan ve de geleceği göremeyen (Basiretsiz) kişilerdir.
> Bunlar aynı zamanda çağ dışı kalmış, medenî cesaretten yoksun, korkak ve silik insanlardır. Her zaman güçlü olanlarla işbirliği yaparlar. Güçlü olanın haksızlık yapmasında bir hikmet ararlar. Bunlar ne kokar ne bulaşır. Bunlar nabza göre şerbet vererek her zaman kaçak güreşirler.
> Bunlara göre yılana değmeyen bin yaşar. İnsan kendinden sorumludur. Bunlara göre gemisini kurtaran kaptandır. İnsan önce kendini kurtarmalıdır ve insan önce kendisi için yaşamalıdır. Bunlar: “El için yanma nara (ateşe); yak çubuğunu, keyfini ara” derler.
> Toplumdaki haksızlıklar, hukuksuzluklar, yolsuzluklar, vurgunlar, soygunlar, işkenceler, yargısız infazlar, faili meçhuller onları ilgilendirmez. Onlar kendi evleri yanmadığı sürece dünya yansa aldırmayacak kadar bencildirler.
> Kültürleri geçmişten alarak geleceğe sırtlarını dönerler. Gereci sayılmazlar ama korkunç derecede tutucudurlar (Muhafazakâr). Çıkarları olmazsa kimsenin yüzüne bakmazlar.
> Felsefeleri, “Düşüncecilik (İdealizm) içindeki “Tekbenciliktir (Solipsizm). Toplumculuğu şiddetle reddetmekle kalmadıkları gibi toplumculara karşı büyük nefret duyarlar. Toplumculardan nefret etmelerinin nedeni; toplumcuların “TABULARA, TALANA, YALANA” karşı çıkmalarıdır.
> Toplumcuların böylesine kendilerini ateşe atarak fırına girmeleri onlarda bir eziklik duygusu yaratır. Bu eziklikten kurtulmak için de “Tabularla,Talanlarla, Yalanlarla” uğraşanların eteğinden tutup çekerek kendi düzeylerine indirmekle rahatlayacaklarını bilirler.
> Bunlar kendilerini topluma “örnek insan” olarak yansıtmaya çalışırlar. Böylece hem kendilerini hem de toplumu aldatarak sorumluluklarından kaçarlar. Bu tip insanlar; insanlık için büyük bir tehlike olup bunlardan “Akrepten, çıyandan, yılandan kaçar gibi kaçmalıdır.”
> +
> Genel Kurmay Başkanı “İRTİCA YARGIYA SIZMIŞTIR!” dediği günlerde Yargının Başında bulunanlardan biri; “İRTİCA SUN’İ GÜNDEMDİR, İŞİNİZE BAKIN!” demişti.
> İrtica sun’i gündem öyle mi? Peki öyleyse hem de tekbirler getirerek kimler tehdit ediyor, yakıyor, yıkıyor, öldürüyor bizleri?…
> İşte geldik gidiyoruz…Cumhuriyet yönetimi içinde doğduk, cumhuriyet yönetimi içinde büyüdük. Birçok devrimler yanında dil devrimi de yaptık. Ne acı ki 77 yılda ölenlerimi bile kendi dilimizle götürüp toprağa veremiyoruz. Ne acı ki ölüm törenlerinde ölülerimizi götürüp götürüp dil bilincinden yoksun Arap hayranlarının önüne koyuyoruz.
> Yok mu, dil devrimi yapmış 77 yıllık laik Türkiye Cumhuriyetinde biz aydınlardan ölenlerimizin ölüm törenini Türkçe sözcüklerle yapacak resmî ya da resmî olmayan bir kurum ya da kuruluş ya da bir topluluk?
> “İrtica yok, irtica yapay gündem!” diyorlar koro halinde… Öyle mi yazıklar olsun hepinize… Aydınlarımız, bile ölüm törenlerini kendi dili ile yapmaya korkuyor “Dinsiz” derler diye…İrtica yok diyorsunuz. Öyle mi? Haydi öyleyse ölülerimizi dil bilincinden yoksun Arap hayranı insanların önüne koymayalım. O zaman görürsünüz irtica var mı yok mu? Aymazlık bu kadar olur!…
> Ölüm törenimde bir sözcükle Arapça, Farsça ya da başka bir yabancı dilden bir sözcük bile kullanılsın istemiyorum. Ölüm törenime Türkçe’mizden başka dil kullanacak olanları kesinlikle yaklaştırmayın.
> +
> Bu dosyayı hazırlarken hep şu düşünceler geçti içimden. “Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetini savunmak kala kala bana mı kaldı?” İçimden gelen bu düşüncelere yine içimden gelen şu düşüncelerle yanıt verdim: “Evet bana kaldı. Çünkü ben, yargı kararı ile “Atatürk ilkelerine bağlı aydın bir kimseyim” (T.C. Gaziantep Sorgu Hakimliği. Es. 962/25. Kar. 962/104. Bu karar için 5. sayfaya bakabilirsiniz…) Öyle sanıyorum ki Türkiye’de mahkeme kararı ile Atatürkçü ve aydın sayılan ikinci bir kişi yoktur…
> Bu kovulmalar, sürülmeler, tehditler, vurulmalar, “Atatürkçü ve aydın bir kimse” olmam nedeniyledir (Bkz. 6. ve 7. sayfalar…)
> Son olarak şu gerçeği de belirteyim ki bu dosyanın bir örneği olduğu gibi Adalet Bakanlığına gönderilmiş olup ifademin de alınmasına karşın (Bkz. S. 91) bu güne kadar bir yanıt verilmemiştir. Artık verilmesine de gerek kalmamıştır; çünkü, partisi “Laikliğe karşı hareketen odak noktası olduğu gerekçesiyle” üç kere kapatılan Erbakan’ın çıraklarından oluşan AKP iktidardadır. Bu sonuç bile zamanında gerekeni yaptığımın bir kanıtıdır. Daha benden ne kanıt istenebilir ki?
> Av. Hayri Balta, 8.8.2003
x
Sayın Hayri Balta,
Yazınızı okudum genel olarak bahsettiğiniz yanan ev kendi evi olmadığı sürece dünya yansa umurunda olmayacak insan tiplemesi hakkındaki düşüncelerinize de katılıyorum. Toplumdaki haksızlıklar, hukuksuzluklar, yolsuzluklar, vurgunlar, soygunlar, işkenceler, yargısız infazlar, faili meçhuller onları ilgilendirmez. Yalnız sanıyorum bu tip insanların “solipsizm” ya da başka bir felsefi akımla ilgisi yoktur ve solipsizm felsefesinde anlatılmak istenen şeyle (düşünüyorum , öyleyse varım diyen Decartes e dayanan bir yanı vardır bu akımın ve kişinin kendi nesnelliği dışındakilerden emin olamayacağını savunur, bireyciliği bununla ilgilidir) sizin burada anlatmak istediğiniz bireyci yaklaşımın, ki buna egoizm demek daha doğru olabilir, pek ilgisi yoktur. En azından ben böyle bir bağlantı kurmanızı pek doğru bulmadım..
Belki yeniden değerlendirirsiniz…
İyi çalışmalar
Birsen Erdoğan, 11.8.2003
X
Sayın Birsen Erdoğan,
Önce saygı, sevgi sundum. Mesajını çok sonra okudum.
Çünkü bir haftalığına İstanbul’da idim. Ancak şimdi gördüm.
İlginize verdiğiniz bilgilere teşekkür ediyorum. Size saygılar sevgiler sunuyorum. Yorgun olduğum için çok kısa yazıyorum.
Tekbenciliği (Solipsizmi) anlatamadığımı görüyorum. Bunlar kendilerini dünyanın merkezi görürler. Maddeyi yadsırlar. Madde bizim zannımızdır, hayalimizdir; aslında madde falan yok derler. Olaylar sen nasıl görüyorsan öyle gelişir derler. Bireycilikte en ileri giderler.
Ben bunların içinde yaşadım. Bunlar eylemlerim yüzünden ve bir de toplumcu olduğumu ileri sürerek kendi aralarından beni kovdular.
Ne ise ilgilenip görüşlerini bildirdin ya. Teşekkür ederim…
Şimdi kal sağlıcakla, yeniden saygılar, sevgiler sana.
Av. Hayri Balta, 19.8.2003
yy
> —– Original Message —–
> From: birsen erdogan
> To: din_ve_toplum@yahoogroups.com
> Sent: Friday, January 02, 2004 8:29 AM
> Subject: Re: [din_ve_toplum] ONLARI COK OZLUYORUZ.
>
>
> YA GÜLSEM MÝ AÐLASAM MI ÞAÞIRDIM, ADAM ÝLLE DE “ALLAHU EKBER, ALLAHU EKBER” DÝYE BAÐIRACAK, BAÞKA TÜRLÜ HEYECANLANMIYOR…KENDÝLERÝNÝ SEYREDEN ÝLAHÝ BÝR GÜCE ÝNANMASALAR ÝNSAN OLAMAYACAKLAR, YAZIK, ÇOK YAZIK…
Birsen Erdoğan, 2.1.2004
x
>From: “Hilalci”
>Reply-To: din_ve_toplum@yahoogroups.com
>To:
>Subject: Re: [din_ve_toplum] ONLARI COK OZLUYORUZ.
>Date: Fri, 2 Jan 2004 09:40:31 +0100
>
>”KENDÝLERÝNÝ SEYREDEN ÝLAHÝ BÝR GÜCE ÝNANMASALAR ÝNSAN OLAMAYACAKLAR.” Kendinizle herkesi bir tutmayin. Sadece neye öncelik verdiginiz önemli. Ama size anlatmaya degmez… Aslinda bu grupta yazi yazmaya bile degmez… Gördügüm kadariyla akli basinda bir tek Zeki Kentel abimiz var, onun da yazilarini çok sükür diger mail gruplarindan da bulabiliyoruz.
Hilalci, 2.1.2004
X
——- Origineel bericht ——-
Van : birsen erdogan
Datum : Fri, 02 Jan 2004 13:35:56 +0000
KUTSAL KÝTAPLARI ANLADIÐINIZ BÝR DÝLDE KAÇ DEFA OKUDUNUZ? PEKÝ O KÝTAPLARIN NE ÞEKÝLDE DERLENÝP YAZILDIÐINI HÝÇ ARAÞTIRDINIZ MI?
SON BÝR SORU
BUNCA ZAMANDIR ALLAH IN VAHÝYLERÝNÝ ÝÇERDÝÐÝNE ÝNANDIÐINIZ O KUTSAL KÝTAPLARIN DÝÐER BÜTÜN KÝTAPLAR GÝBÝ ÝNSANOÐLUNUN BÝR ÝCADI OLABÝLECEÐÝNÝ HÝÇ DÜÞÜNDÜNÜZ MÜ?
DÜÞÜNMEDÝYSENÝZ ÇOK HAKLISINIZ BU GRUPTA YAZMANIZ SON DERECE GEREKSÝZ ..
ÝYÝ GÜNLER
Birsen Erdoğan, 2.1.2004
X
‘IMANIN TAM OLDUGU YERDE ISBAT YOKTUR.’
Sayýn hilalci bir þeyin doðru olduðuna yürekten inanýyor olmanýz onun doðru olduðunu göstermez. Dünyanýn nüfusunu 6 milyar gibi kabul edersek bu toplamýn sadece 6 da biri sizin inandýðýnýz gibi Kuran ýn tanrýnýn buyruklarýný içerdiðine inanýyor, Gerisi ise bu fikre tamamen karþý. Ve onlarýn da inandýklarý bir þeyler var. Hangisi doðru? Ýnanmak gerçekten yeterli mi? Aztekler bir insaný tanrýya kurban olarak adarken inandýklarý þeyi yapýyorlardý..Ýnanýyor olmalarý doðru davrandýklarý anlamýna geliyor mu?
Ýnanmak yetmez sayýn hilalci, eðer birilerini kolunu bacaðýný kesmekten söz ediyorsanýz inanmak yetmez. Tam tersi isbat gerekir.
Evet doðru anlamýþsýnýz ben kutsal kitaplarýn tümünün insanoðullarýnýn bir ürünü olduðunu düþünüyorum. Bu ürünlerin toplumu yönlendirmek ve yönetmek maksadýyla üretildiðini düþünüyorum. Kutsal kitaplarýn içindeki iyimser yaklaþýmlarýn ve insaný kötülükten uzak tutmaya yönelik öðütlerin hadlerini aþarak bireyin ve toplumlarýn özgürlüðünü kýsýtlama noktasýna varabildiðini ve bazý ayýrýmcý ve çýkarcý yaklaþýmlarýn insanlýðý birbirine düþürdüðünü düþünmekteyim. Bu sebeple özellikle þu dine ya da bu dine karþý deðilim, bütün dinlere karþýyým.
Siz inanmakta özgürsünüz ama sadece inandýðýnýz ve kutsallýðýný ispatlayamadýðýnýz ve asla ispatlayamayacaðýnýz bir kitaba dayanarak toplumu yönetmeye kalkamazsýnýz, toplum size izin vermez.
Kubilay olayýyla ilgili sorunuza gelince, tarihe düþülen notlara inanmadýðýnýza göre, sizinle iddialaþmayacaðým, ” o gün orada yoktum” diyeceðim.
Siz de “kandýrýlmýþsak bile ne olmuþ” dediðinize göre sizi kandýranlara tapýnmaya devam edin…
iyi günler
Birsen Erdoğan, 5.1.2004
X
6X
Bora Tevfik Sadıçoğlu
ihlas bir varsayım değil midir? Eğer bir varsayımdan daha derin ise, bunu sağlayan yönü nedir, ve bu, sportif olarak nitelendirdiğiniz “pratiği” nasıl etkiliyor?
Bence her inanç ya kör bir varsayım ya da bir tahmindir. Eğer hiçbir pozitif delili göz önünde bulundurmayan kör bir varsayım ise, söylenecek birşey de yoktur. Eğer bir tahmin ise inancın daha isabetli hale gelmesi için sürekli olarak gelişmesi bunun için de değişime açık olması gereklidir.
Daha iyi tahminde bulunmak için daha çok tecrübeye ihtiyaç vardır. Bu açıdan tarihteki olaylara bakmak çok aydınlatıcı olacaktır. Zira kısacık hayatımızdaki ufak tefek olaylardan çok daha önemlidir. Tarihteki acı ve hoyratlıklara bakacak olursak, ya acımasız bir Tanrıya inanmak, ya da rastgelelikle meydana gelmiş bir evrene inanmak mantıklı görünür. Örneğin nazi kamplarındaki ya da gencecik solculara yapılan işkenceleri düşünün. Merhametli bir Tanrı sizce bunlara izin verir mi? Bence bunlara aklı başında olan kimse izin vermez. Sizce geçtiğimiz birkaç sene içinde yanıbaşımızda 1 milyon müslüman öldürülmüş gibi mi yaşıyor bu ülkede namaz kılanlar? islami çevrelerde ayıplamanın dışında bu durumu önlemek için bir boykot çağrısı bile duymadık. Namaz onlara gerçekleri hatırlatmıyor mu yoksa? Saçlarının teli görünürse kıyamet kopacak sananlar, yanı başlarında tecavüze uğrayan milyonları nasıl olup da göremiyor örneğin? Bu konuda bir kampanya bir oluşum göremedik. Yoksa bu inançları onları kendileriyle çok fazla meşgul olmaya yöneltip, gerçekleri unutmayı kolaylaştırıyor mu?
Saygılarımla…
Bora Tevfik Sadıçoğlu, 24.11.2008
X
Aşağıdaki filmde anlatılanlar konusunda hiçbir cevap gelmedi:
x
Sayın Bora Tevfik Sağdıçoğlu,
Önce sevgi.
İzledim sözünü ittiğiniz filmi.
İki saat sürdü filmin tamamı…
Allak bullak etti kafamı…
Beni bu filmi izlettiğin için teşekkür ederim.
Böyle, gerçekleri yansıtan iletilerini beklerim.
Sevgilerimle,
Eren Bilge, 14.12.2008
X
7x
Burak Şimşekçi
Sevgili Hayri Bey;
Öncelikle kendimi tanıtayım : ben Burak Şimşekçi..Bilgisayar programcısıyım..
Gecenlerde bir arkadaşın tavsiyesi uzerine sitenize girdim ve gercekten davamız ugrunda cok büyük çabalarınız olduğunu gördüm.
Bir amaç uğruna hayatınızı koymanız biz gençler içinde örnek alınacak bir kişi olduğunuzu gösteriyor zaten.
Bu sebeple bende elimden bir şey gelirmi diye düşündüm ve ufakda olsa işinize yarayacak bir program hazırladım..Hazırladığım bu programla emaillerinizi ve sitenizi takip eden kullanıcıları kolaylıkla takip edebilecek ve size değişik konularda ters çıkan yada destek çıkan kişiler hakkında kolay yoldan bilgi sahibi olabileceksiniz.
İşinize yararmı bilmiyorum ama eger programı inceleyip yorumlarınızı bana mail ile bildirirseniz isteginize göre geliştirebilirim..
çalışmalarınızda başarılar dileklerimle..
Burak Şimşekçi, 29.10.2003
X
Sayın Burak Şimşekçi,
Önce saygı, sevgi. Mesajınız ilgi çekti.
İlginize, övgünüze teşekkür ederim. Bu ilginizin sürüp gitmesini beklerim.
Ne var ki mesajınızı açamadım. Ne denli uğraştımsa da bir yolunu bulamadım.
Öyle sanıyorum ki bilgisayar konusunda çok yardımın olacak. Bu yardımların Hayri Balta’yı çok memnun bırakacak.
Umarım Ankara’da oturuyorsun. Eğer Ankara’da oturuyorsan bana daha çok yardımcı olursun.
Öncelikle bu konularda bilgi ver bana.
Şimdi kal sağlıcakla. Yeniden saygı sevgi sana..
Av. Hayri Balta, 30.10.2003
X
Sevgili Hayri Bey;
Mesajı açamamanızın bir çok sebebi olabilir. Lakin ben mailde oluşması ihtimal hatayı aramaktansa hazırladığım programı web uzerinde bir yere koydum… http://cyb3rth13f.tripod.com/programlar/personel_bilgi.exe buraya tıkladığınız zaman sizin için hazırlamış olduğum programa ulaşabilirsiniz. Karşınıza bir pencere çıkacak ve bu pencerede “”kaydet”” bu onuna tıkladığınızda programımız bilgisayara kaydedilmiş olacak.Geriye kalan programı çalıştırıp kurmanız..Eğer herhangi bir problemle karşılaşırsanız mutlaka bildirin ben elimden geldiğince düzeltmeye yada yardımcı olmaya çalışırım hayri bey..Sizin gibi değerli büyüklerimiz için yaptıklarımız az bile..saygılarımla…
Burak Şimşekçi, 31.10.2003
X
Sayın Burak Şimşekçi,
Önce saygı, sevgi…
Dediğiniz şekilde belirttiğiniz yere tıkladım ve kaydettim. Ne var ki görüntülerden hiçbir şey anlamadım. Bunun nedeni benim bilgisayar konusunda çok bilgisiz olmam. Bu işin bu şekilde olmayacağını anladım.
Boşuna zahmet etmeyiniz. Öyle sanıyorum ki siz bu işi meslek edinmişsiniz.
Size başarılar sunar, ilginize teşekkür eder, saygılar sunarım.
Şimdi kalınız sağlıcakla,
Av. Hayri Balta, 31.10.2003
X
8x
- Burçin Aydoğdu’dan:
Olayın öbür yönü de var. Mesela Alman bir çift Müslüman olmadıkları halde sırf zevk olsun diye her kurban bayramında kurban kesiyorlarmış (bayramın 2. gününde Sabah gazetesinde yazıyordu) Bundan zevk alan insanlar da olduğuna kuşku yok bence.
Yediği etin, daha dün sevdiği kınalı kuzuya ait olduğunu öğrenen çocuğun (hepimiz buna benzer şeyler yaşamışızdır) yaşadığı acı tecrübe onu hayatın acımasızlığına hazırlıyor ve yufka yürekli olmaktan kurtarıyor diye de bakılabilir belki.
Ne demiş Nihal Atsız: ” Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz!”
Burçin Aydoğdu, 25.2.2002
+
Sayın …
Önce saygı, sevgi…
Beğendim hassasiyetini.
25.2.2002 tarihli mesajında: “Mesela Alman bir çift Müslüman olmadıkları halde sırf zevk olsun diye her kurban bayramında kurban kesiyorlarmış (bayramın 2. günündeki Sabah gazetesinde yazıyordu)” demişsen de; aradım bulamadım, Bayram’ın 2. Günü çıkan Sabah gazetesinde…
Senden rica ediyorum.
Eğer sözünü ettiğin yazıyı bana gönderebilirsem teşekkür edeceğimi bildiriyorum…
Kurban kesmek bir devletin de işine gelir…
Devlete, kana görmeye alışmış savaşçı gerektir.
Hem THK’na, Mehmetçik Vakfına bağışlanan kurban derileri,
Ekonomiyi canlandırır, alan da satan da sebeplenir…
Kurban kesilmesine ses çıkarmaz yöneticiler.
Karşı çıkarlarsa eğer, oy alamazlar, gümbürdeyip giderler…
Bu nedenle acıyarak, çocuklar gibi ağlayarak bakıp durmak zorunda kalacağız…
Ama yine de durmayacağız,
Gerçekleri insanlara anlatacağız..
Yılmadan, yorulmadan onları düşünmeye alıştıracağız…
Gerçekten Allah’ı seviyorlarsa nefislerine sahip olsunlar,
Kurban keserek, sanal Allah’ı aldatmasınlar…
Çünkü bunlar kurban kesmekle Allah’larını hoşnut ettiklerini sanırlar…
Sözde, kestikleri kurbanla Sırat köprüsünü geçip Cennete gideceklerini sanırlar…
Cehalet diz boyu,
Cehaletten hoşlanır insanoğlu…
Olgunlaşıp gelişirse insan,
Kendi nefsini keser, kesmez kurban…
Demek istediğim olay çok boyutludur…
Bu gerçekler unutulmamalıdır…
Şimdi kal sağlıcakla, Saygılar, sevgiler sana.
Av. Hayri Balta. 25.2.2002
X
Sayın Hayri Balta,
www.bilgebalta.com sitesinde benim yıllar önce TAMAMEN GİZLİ VE DIŞA KAPALI bir yazışma grubunda yaptığım yazışmalar yer almaktadır. Bu grubun üyelerini güvenilir insanlar telakki ettiğim için isim ve soyadımı gizleme gereği görmemiştim. Ama görüyorum ki bu ÖZEL yazışmaların hepsini, yazarların tüm bilgileriyle birlikte sitenizde ifşa ediyorsunuz. Doğrusu ben böyle saygısız bir davranışı şeriatçılardan bile görmedim..
Eğer özel hayattan en ufak bir şey anlıyorsunuz ve size duyulmuş güvene zerre kadar saygınız varsa bu uygulamanıza son vermenizi rica ediyorum.
Saygılarımla
Burçin Aydoğdu
X
Sayın Burçin Aydoğdu,
Önce sevgi…
Sözünü ettiğin yazının yerini bildirirseniz sevinirim.
Nerede adınız geçiyorsa; bildir, hemen silerim…
Ayrıca seni üzdümse özür de dilerim…
Gerçi sizinle ilgili yazıyı hatırlamıyorum ama
Sizi küçük düşürecek olan yazıyı koymam asla…
Şimdi kal sağlıcakla
Yeniden sevgiler sana…
Av. Hayri Balta, 14.1.2007
X
Sayın Burçin
Önce sevgi.
Sözünü ettiği yazınız bu ise; ben bu yazıda sizi zor duruma düşürecek bir anlam bulamadım.
Ama yine de sildim ve sizden özür diledim…
Şimdi kal sağlıcakla,
Başka yazın varsa bildir bana…
Sevgiler sana.
Av. Hayri Balta. 14.1.2008
X
- Burçin Aydoğdu’dan:
Olayın öbür yönü de var. Mesela Alman bir çift Müslüman olmadıkları halde sırf zevk olsun diye her kurban bayramında kurban kesiyorlarmış (bayramın 2. gününde Sabah gazetesinde yazıyordu) Bundan zevk alan insanlar da olduğuna kuşku yok bence.
Yediği etin, daha dün sevdiği kınalı kuzuya ait olduğunu öğrenen çocuğun (hepimiz buna benzer şeyler yaşamışızdır) yaşadığı acı tecrübe onu hayatın acımasızlığına hazırlıyor ve yufka yürekli olmaktan kurtarıyor diye de bakılabilir belki. Ne demiş Nihal Atsız: ” Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz!”
Burçin Aydoğdu, 25.2.2002
X
Sayın Burçin Aydoğdu,
Gönderdiğiniz ileti düşünmeme neden oldu.
Baktım yazınıza; Sitemizde yapılan bir tartışmaya katılmışsınız.
İnsanların kan dökmekten, kan akıtmaktan hoşlandığını anlatmışsınız.
“TAMAMEN GİZLİ VE DIŞA KAPALI bir yazışma grubunda yaptığım yazışmalar yer almaktadır.” demişsin sonra da…
Böyle bir yazının neresi “TAMAMEN GİZLİ VE DIŞA KAPALI?” söyle bana…
Bir de kalmış: “ÖZEL yazışmaların hepsini, yazarların tüm bilgileriyle birlikte sitenizde ifşa ediyorsunuz.” diyorsunuz.
Kamu oyu önünde yapılan tartışmaların neresini “ÖZEL” bulursunuz?
“Doğrusu ben böyle saygısız bir davranışı şeriatçılardan bile görmedim…” demişsin bir de…
Kaldı ki ben Site’min başında büyük harflerle:
BANA GÖNDERİLEN ÖZEL VE GENEL İLETİLER SİTEMİZE ve KİTAPLARIMA ALINABİLİR… diye duyurmuşum herkese…
Demek ki siz bu uyarıya dikkat etmemişsiniz.
Bir de kalkmış beni şeriatçılardan daha aşağı göstermişsiniz…
“Eğer özel hayattan en ufak bir şey anlıyorsunuz ve size duyulmuş güvene zerre kadar saygınız varsa bu uygulamanıza son vermenizi rica ediyorum.”
Sayın Aydoğdu çok ağır suçlamalar…
Söylenmemeli idi bana bu ağır laflar,
Kimsenin özeline karışmadım bu güne kadar.
Yazılarımın hepsi kamu oyu önünde yapılan tartışmalar…
Ne demiş Nihal Atsız: “Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz!”
Keserin sapı budakta belli olur…
Keserin ne olduğu budakla karşılaşılmadan anlaşılmaz…
“İşte hendek işte deve…
Ya atlarsın ya vazgeçersin…
Zordur almak bizden kızı…”
Türban savaşı yapan şeriatçı kızlar kadar…
Cesur olmalı Atatürkçü kızlar…
Bu yanıtlarıma verdiğin yanıtlar Sitemizde yer alacaktır.
Bil ki, Sitemde belirttiğim gibi
Özel ve Genel ayrımı yapılmayacaktır…
Şimdi kal sağlıcakla,
Sevgiler sana…
Eren Bilge, 15.1.2008
X
9x
Can İKİZ
YANITLAR
Arkadaslar, evrim teorisi konusunda asagidaki yaziyi bir baska grubta buldum ve sizlerle paylasmak istedim.
Saygilarimla
Can Ikiz
+
Evrimlesme, Islam düsüncesinde Darwin’den bin küsür yil önce ele alinmis ve islenmistir. Fark, Müslüman düsünürlerin evrimlesmeyi Darwin’in aksine, materyalist-ateist bir bakis açisi ile değerlendirmemeleridir.
Müslüman düsünürler, evrimlesmenin arkasinda Yaratici’nin, Allah’in irade ve planlamasini görmektedirler. Böyle bir bakis açisi onlara Kuran tarafindan verilmistir.
Darwin’e mal edilen teorinin gerçek sahibi Ibn Miskeveyh’tir.
Ibn Miskeveyh’e göre: Yüksek âlemden inen nefs (ruh) çesitli dünya varliklarinda kendini göstere göstere tekamül etmis, nihayet insanlik mertebesine gelmistir.
Bu süreçte, hayat eserini ilk kabul eden varlik bitkidir. Asasi düzeyinde bitki tohumsuz ürer… Otlar gibi…
Nihayet evrim, üzüm ve hurma asacina ulasir. Bitkiler alemi, hurma ile, tekamülün son sinirina varmis olur. Hurmada artik hayvan özellisi belirmeye baslamistir.
Hurma bitkinin son hayvanin ilk mertebesidir. Hayvanlar aleminde ilk mertebe, kismen hareket edebilen, sadece dokunma duyusu bu bulunan sedef ve salyangoz gibi hayvanlarin mertebesidir. Evrimlesme, köstebek ve benzeri ve benzeri 4 duyu sahibi hayvanlarla devam edip 5 duyu sahibi, terbiye edilebilir hayvanlara ulasir. Bu mertebede at ve sahin tipiktir. Evrimlesmenin insanlik mertebesine baslanma noktasinda maymunlar ve benzeri gelismis hayvanlar görülür.Ve evrimlesme devam etmektedir… (Ibn Miskeveyh’in bu düsünceleri için bk.el-Fevzü’l-Asgar, 76-83)
Kaynak: Cevap Veriyorum(Evrimlesme Bahsi), YasarNuri Öztürk
x
Bu tartışmalar Hristiyanlık dünyasında da oldu. Darwin “türlerin kökeni” ile ortaya çıktığında, artık geriye tek bir adım atılması gerektiğini bazı insanlar kestirebiliyordu. Insanın kökenini de tanrısallıktan koparıp doğaya ve türlerin gelişimine bağlamak. Belki bu yüzden “insanın kökeni” ilk kitap kadar patırtı
koparmadı.
Diğer yandan bazı Hristiyan din adamları arasında tartışma başlamıştı bile. Evrim teorisi Tevrat, Incil ve Kur’an da yer alan Adem ve Havva öykülerine öldürücü bir darbe indiriyordu elbette. Ama bazılarına göre ise, adım adım gelişecek ve nihai bir hedefe ulaşacak evrimleşme fikri tanrının yüceliğine ve erişilmez ilmine daha çok uygundu. Bu tür bir fikri savunan bir kişiyi artık nasıl Hristiyan veya Müslüman olarak adlandırırız, bilemiyorum.
Bende bulunan bir kitap bu soruna değiniyor. A.Nedim El-Cisr. “Ilim Felsefe ve Kur’an Işığında Iman”. Hikmet yayınları. Istanbul, 1981. (Eserin orijinal ismi: Kıssa’t ül Iman Beyne’l-Felsefeti ve’l Ilmi Ve’l Kur’an”.
Bu eserde yaşlı ve bilge bir kişi olan Ebu’n Nur ile talebesi Hayran arasındaki diyaloglara yer verilmiştir.
(S.221)
Hayran – Sayın hocam, Darwin’e göre bütün canlılar tek bir cinsten tekevvün ederek meydana gelmişler. Bu da tabiatın yaratması ile olmuştur. Yani zati bir çoğalma neticesinde tabiatın yarattığıdır. O halde bunları Allah yaratmamıştır. Ben böyle anladım. Gerçekten durum böyle midir ?
Ebu’n Nur – Evet ! Işte Darwin böyle anlaşılmıştır. Halbuki gerçek hiç de öyle değildir. Onun fikirlerini çok yanlış anlamışlar, haksız yere kendisinin söylemediği şeyleri ona yüklemişlerdir. Hakikat hiç de böyle değildir. Şunu iyi bil ki Darwin, Allah’ın varlığına iman eden bir biyoloji bilginiydi.
***
Bölüm çok uzun, sayfalar dolusu gidiyor. Ana hatları ile Darwin’den sonra evrimci düşüncenin gelişimi, zaman içinde evrim kuramının ideolojiler tarafından
kullanılması, hayatın içinde tesadüfün rolü …
Katıldığım ve katılmadığım yerler var. Türlerin kökeninde Darwin tanrıya (Rabbe) inandığını ve şükrettiğini belirtmiş. Tabii tercüme yapılırken bu isim Allah şeklinde yazılmış ve biraz hayal gücümüzü zorlarsak Darwin’i dini bütün bir müslüman olarak tasarlamamız bile mümkün !
Tanrısal sezgi, insanın varoluş karşısında duyduğu şevk, varolma aşkı ve coşkusu derece soylu bir duygu. Bu anlamda yeryüzü nüfusunun ezici bir kısmı (ben de dahil) dindardır. Varoluşu aklımızın yettiği kadar bilebilme ve bundan ötesini sadece sezebilme durumundayız. Bu kritik noktada, herkesin dini aklı kadar olacaktır. Bizi yanıltan ve ayrılıklara düşüren bir başka husus ise lisan farklılıkları. Hristiyanların mistik deneyimler yaşayan keşişleri ile Islam dünyasındaki mutasavvıflar aşağı yukarı aynı şevke düşüyorlardı. Benim kanaatim onların birbirinden çok ayrı olmadığı.
Fakat tanrı fikri sadece teolojik ve bireye ait bir sezgi değildir. Dinler tarihinden bilmekteyiz ki, inanç daima kısa zamanda tanrı hissini daraltan ve ona kısıtlamalar getiren bir dizi önerme ile sınırlanır. Kısa zamanda dinsellikten çıkar ve ekonomik, politik bir konu haline gelir. Aynı zamanda kaçınılmaz olarak siyasetçiye, savaşçıya davasını savunabilmesi için sağlam bir dayanak sunar.
Islam aleminde Ibn Miskeveyh gibi, erken evrimci teoriler geliştirenler var elbette. Hristiyan alemi içinde aynı şeyi söyleyebiliriz. Fakat çok kritik bir nokta var. Ister tanrının her şeyi bir seferde yarattığını savunalım, isterse bunları zaman içinde evrimleşecek ve gelişecek şekilde yarattığına (programladığına) inanalım, her iki durumda da “belli bir planı ve hedefi olan” bir tanrıya inanıyoruz demektir.
Işte bu noktadan sonra acıklı sorular ortaya çıkmaya başlıyor.
Diyelim ki bu şekilde belli bir planı olan bir tanrı var. Bu tanrının ne akla hizmet bir alay sakat ve zeka özürlü çocuğun doğumuna ve çile çekmelerine izin verdiğini anlamak pek kolay değil ! Nörolojik açıklamalar çok daha basit, makul ve ikna edici iken, teolojik açıklamalar bizi sadece “yüce tanrının her işinde bir hikmet olduğunu” ikna etmeye yönelik.
Dikkatimi çeken bir diğer konu ise “hedef”. Evrimin bir hedefi olduğu savunuluyor. Oysa hiçbir hedef yok. Çevreye daha iyi adapte olabilen canlı türleri ayakta kalırken, diğerleri elenip gidiyor. Bu canlı türlerini sıralarken, evrimde daha ilerlemiş hayvanlara örnek olarak maymunlar, şahinler, atlar vs sıralanıyor. Bu ayrım neye göre yapılmakta ?
Bir kere daha insana ait en büyük yanılgılardan biri ile karşı karşıyayız. Antropomorfizm. Insanın kendi özelliklerini tanrıya aktarması veya insanın doğadaki şeyleri kendine benzetme eğilimi. At, köpek, şahin gibi hayvanları “mükemmele” daha yakın bulurken, diğerlerini dışlıyoruz. Tam insanca, pek insanca ! Oysa yaşam savaşında ayakta kalabilen hayvanlar, hayranlık verici ve karmaşık savunma mekanizmaları geliştirebiliyorlar. Mesela yarasalar. Bu hayvanların insana benzeme, tanrısallaşma gibi bir dertleri de yok!
Şu sıralar Türk solunu toparlamaya çalışan büyük insan, eşsiz teolog ve eşsiz demagog sayın Y.N.Öztürk, tıpkı kendisinden önceki binlerce ilahiyatçı gibi, altından kalkamayacağı işlere el atmış ve meseleyi çorbaya çevirmiş. Okuyorum:
“Müslüman düsünürler, evrimlesmenin arkasinda Yaratici’nin, Allah’in irade ve planlamasini görmektedirler. Böyle bir bakis açisi onlara Kuran tarafindan verilmistir.”
Kur’an, diğer iki kitap gibi, varlığın özüne ve yaratılışa fazla değinmez, değinemez. Zira bunu bilen bir Allah’ın kulu yok ! Hep tahmin, nazariye, sezgi ve
çuvalla teolojik yaklaşım. Canlılığın ve cansızlığın tarifi daha çok su kaldıracağa benziyor. Fakat Kur’an da neticede hadiseleri kronolojik bir sıra ile ele alır ve bilimcileri hayretler içinde bırakan (!) yaratılış zincirine değinir. Bu derin ilmi açıklamayı bilirsiniz. Tanrı, güzel güzel kendi cemalini seyreder ve zatından zatına aksederken, başına bela almaya, yani insanı yaratmaya karar verir ! Etrafındaki kadrolu melekler “biz varken yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek bir varlık mı yaratacaksın ?” diye itiraz ederler. Öyle görünüyor ki melekler tanrının kendisinden daha bilgeymiş ! Olacakları hemen tahmin etmişler. Derken tanrı “ben sizin bilmediğinizi” bilirim diye alayına fırça çekip yaratma işlemine başlayıvermiş. Atamız Adem’in bedenini topraktan yaratıp, içine kendi ruhundan üflemiş. Uzatmıyorum, gerisini biliyorsunuz, şeytanın isyanı, şeytan ile tanrı arasında bol hırlı gürlü bir tartışma … derken tanrının kafası bozulup “inin oradan, kiminiz kiminize düşman olarak !” diyerek alayımızı yeryüzüne sürgün etmesi. Eh bunun doğal bir sonucu olarak ben de sizlere internetten bunları yazıyorum şimdi.
Aman ne güzel evrimci açıklamalar bunlar ! Yaşar Nuri Öztürk beyefendi, ıvırıp kıvıracağına, Kur’an da diğer iki kitap gibi, toplumsal sorunlara dini ve pratik
çözümler arayan bir insanın ve çevresindekilerin akılları yettiği kadarı ile bizlere aktardığı kıssalardan, uyarılardan ibarettir, diyebilse onu alnından öperim.
Ne Kur’anla ne de Hristiyan teolojisi ile alakası olmayan bilimcilerin kuramlarını, deneylerini ve vardıkları sonuçları, bir şekilde kitaba uydurma çabası işte böyle neticeler doğuruyor.
Şu cümle de bir alem:
“Yüksek âlemden inen nefs (ruh) çesitli dünya varliklarinda kendini göstere göstere tekamül etmis, nihayet insanlik mertebesine gelmistir. ”
enim yüzyıllar önce yaşayan bir insanı kötülemeye hakkım olamaz. Ama bunları hala kör kör savunanlara söyleyeceğim şeyler olabilir. “Yüksek alem” ne demek ? Ne yüksekliği ? Yukarı, aşağı gibi edatlar hep bizlere has ve göreceli. Boş uzayda karşı karşıya duran iki astronot için ne yukarısı vardır, ne de aşağısı. Neyi
referans alacaklar ? Eğer yükseklik derken, manevi yüksekliği kastediyorlarsa bunu da anlayabilmek pek mümkün değil. Madem manevi olarak yüksek bir makamda
idik, ne demeye sürünmeyi, düşmeyi seçtik ?
Hocamızın her yazdığı satır çelişkilerle dolu:
” Bu süreçte, hayat eserini ilk kabul eden varlik bitkidir”
Ne kabul etmesi ? Neyi kabul ediyor ? Eğer bitkiler bir şeyi kabul etme veya reddetme gibi bir melekeye sahip olsalar, zaten bitki olmazlardı. Hep insana has
açıklamalar. Doğadaki şeyleri ilahi ve hiyerarşik bir düzene göre sıralama gayretleri.
Doğamızdaki canlı ve cansız (artık neye göre bu ayrımı yapıyorsak) her şey kendince güzel, ayrı bir saygıya layık. Gerçek dinsizlik (edepsizlik, hak hukuk tanımamak) ise haddimizi aşmak, doğaya kaldıramıyacağı kadar zarar vermek gibi görünüyor. Ayrıca insanın diğer canlılardan daha üstün bir varlık olduğu savı ise bence tartışmaya çok açık. Evet, bilim ve teoloji geliştirebiliyoruz ama şu yaptıklarımıza da bir bakın! Pek de yaraşıyoruz doğrusu Allah’ın yeryüzündeki
halifesi sıfatına ! Bana öyle görünüyor ki, sabahın erken saatlerinde avlanıp çevresini yıkıma uğratmadan uyum içinde yaşayan her canlı varlık, biz insanlardan
daha fazla saygıyı hak ediyor. Yozlaşan, şımaran, kendisine ve çevresine korkunç zararlar verenler asıl bizleriz.
Bir de utanmadan bunlara sürü sepet teolojik açıklamalar getirmeye uğraşıyoruz. Ne tatlı bir dinsel mastürbasyon. Siz ne dersiniz ? Dr Stephen Hawking, hani şu ateist bilim adamı, evren üzerine yorumlar yaparken, teolojik yaklaşımları “katıksız bir saçmalık” olarak değerlendirme ihtiyacı duyuyor. Neden acaba ? Hawking, ışıl ışıl zekası ile makro ve mikrokozmozda gezinirken, hepimizi zekice
uyarmış : “Şeyler oldukları gibidirler.”
Neyse, biz bu gidişle bir kaç yıl sonra onu da ağzından bal akan bir mümin ilan ederiz. Ha gayret !
Saygılar hepinize.
Levent Ertürk, 10.4.2004
X
10X
Kazım ÇELİKTEN
İÇİNDEKİLER:
- Ben
- Şükür
- Keydeli Bir adam
- Düzen
- Musa Öğretmen
- Ah Kızlar
- Anamdan Mektup
- Ali Can
- Benim Köyüm
- Şiş Dağ
- Öküz Bozuntusu
- Nevruz Bayramı
- Bizim Kadınlarımız
- Kurtuluşu anmak
- Anam’dan Lay Lay
- Dost
- Dünya
- Meslek
- Niyet
- Toprak ve İnsan
- Sen
- Son Duruk III
- Musa Öğretmen
+
Kazım Çelikten
Merhaba ey dost
Adın gibi işlerin hayırlı, baltan keskin olsun. Ömrün uzun, sağlıklı ve möhkem olsun… Dostların çok, evde huzurun olsun.
Ülken refah, insanların mutlu olsun.
Kucak dolusu sevgiler-saygılar
+
Not : işte şu andan itibaren sanal alemde söyleşeceğiz. Yazışacağız, dertleri unutup, gülüp – neşeleneceğiz. İşte sevinçliyim bundan ötürü.
Kazım Çelikten, 29.11.2004
+
- BEN
Ben: Kazım ÇELİKTEN
Yaratılmışım, etten kemikten
Doğum: 1947
Köy: Karakoyun
Iğdır – Tuzluca
Abdullah’tan olma
Medine’den doğma
Beşinci babada Kürt
Sonra olmuşlar Azeri
Açınca gözümü dünyaya
Baktım bu coğrafyaya
Kültürüm harmanlanmış Azeri
Anladım, ben: Türkiye’li Türk.
Aslında insanoğlu, insan
Bilmem, olabildim mi? Adam
Olmuşsa adam
Bu canım ona kurban
Varsa bir yamuğu, Vurun gözüne yumruğu
Adam olmaktı şiarı
Budur işin gereği
Babadan öğrendi A B C’yi
Okula gitmeden söktü alfabeyi
Okul yoktu köyde
Koyuldu İnce köye
“Yaşı büyük olmaz!” dediler
“Geçti Bor’un pazarı”
Baba diretti, Resmiyette olur, 1951
Burası okuldur, dinlemem azarı
Kayıt oldu okula
Geleceği sefa ola
Çocuk gibi okudu
Reçber gibi çalıştı
Görenler hep şaşırdı
Yaşının üstünde Büyük işlerle uğraştı
Oynamaktı hevesi
Vakit yoktu neylesin
İlkokul, orta, lise
Derken oldu üniversite
Sadece bir yılı geçti nafile
Nedeni okul değiştirme
Üniversitede öğrendi
Psikoloji, sosyoloji, ekonomi, felsefe
Sonra politika
Gördüm içinde var entrika
Derken açıldı ufkum
Hele Atatürk’ün nutku
Ayrı ayrı ve de hepsi
Gerçeği öğretti bana
İstedim sorumlu vatandaş olam
Bilmem ne kadar ulaşabildim ona
Ne “Arife tarif” var
Ne de ilerisine,
Kafa yormaya hacet
İnsanlar, güzel yaşama hasret
Neyse O, felsefem
Olduğu gibi görünmek
Göründüğü gibi olmak
Kendime saygı, kardeşliğe özen
Mütevazı, kurdum bir düzen
Özü sözü düz
Bir insanım ben
İşte bu, oldu ilkem
Herkesin aidiyeti
Kendine göre kıymetli
Yoktur diğerinden, üstünlüğü
Budur işin düsturu
Huzur-barış için
Hoşgörü, saygı gerekli.
Akıyor su, sürüyor yaşam
Önce kamu görevi,
Sonra oldum emekli,
Şimdi serbest çalışma.
Acep sonum ne ola?=
– Ne olursa olsun
Mutluyum, çünkü
Kendi safımdayım
Dostlarla bir arada
Düşmana uzağım,
Hedeflediğim yerde
Eşimle bir aradayım.
Ana, baba, gardaş
Hepsi hayattalar,
Derken yeğenler
Onlarla selamlaşmaktayım,
Oldu Elli Yedi Yaş
Hayalimde yaşıyor
Köyümdeki dağ-taş.
+ Kazım Çelikten, Mayıs-2004
Bitmedi sürecek… (G. T. 20.4.2005)
x
ŞÜKÜR
Şükür… şükür,
Sen neymişsin be Şükür,
Her yemeğe maydanoz gibi
Dillerde dolanırsın şükür,
İşlerine gelse de, gelmezse de şükür…
İşi gücü rast gitti
Memnuniyetini ifade için dedi şükür…
Hal-hatırı sorulurken de peşinen dedi şükür
Her dileğe, her derde kılıf oldu şükür…
Yedi dayağı,
Kafam kırılmadı diye etti şükür,
Patron azarladı, onuru kırıldı
İşten kovulmadım ya diye etti şükür…
Felaket geldi, kaybetti malını, mülkünü
Canım sağ ya… dedi buna da şükür…
Trafik kazasında kırıldı kiminin kolu,
Kör oldu kimin gözü
Ölmedim ya dedi buna da şükür…
Teselliye çare, morale katık oldu şükür
Sevince de, mutluluğa da karıştı öne çıktı şükür.
Ne yanar dönersin, kılıktan kılığa girersin
Hayret be sana şükür…
Kurnazlar seni kandırıp sana sığındılar şükür,
Masumlar içtenlikle seni dile getirdi şükür,
Ne hikmetse hepsine ettin şükür…
Bana bak şükür…
Kimliğini ortaya koyup
Kişilikli olamadın şükür
Onurunla donanmadın…Cesaret gösterip tavır koyamadın…
Kolayı seçtin, dillere düştün yine ettin şükür…
Kazım Çelikten
+
NOT: Bu yazı toplumdaki çarpık mantığı ve kolaycılığı eleştirmek için yazılmıştır.
Örneğin; Bayram, Mülayim, Şaban gibi Şükür de bir tiplemedir. Minnet duygusunu İfade eden “şükretmek” değil; ayrı bir ruhsal durumdur…
x
- KEYDE’Lİ BİR ADAM
Biraz saf
bİraz çekingen
ince esprili
köylü bir insan…
Atar tutar
nesi varsa satar
dayanamaz hicveder
güler durur, Saftar…
Biri geldi
köylü başına
Dedi: “İnsanca, hakça düzen!”
Sömürüye son
Berekete kon
Ağa, bezirgan kalkacak
Köylü kalkınacak, mutlu olacak…
Sordum, bir süre sonra: Ne oldu
değişti mi düzen
önce anlattı durdu
Çipil gözleriyle baktı
kaşlarını çattı
ağzından bal gibi bir cümle aktı
”Aynen hebili koyan çividir…”
Dedi Saftar, güldü
durumu özetledi
gözlerini süzdü…
Kocasının titizliğinden bıkan eşi görünce Saftar’ı
merakla sordu: “çocukluğunda nasıldı bu adam!” Yanıt hazır: “Ters olursa gel de geçin
çocukluğunda da bu Saftar
çok keydeli bir adamdı…
Evet, Saftar
olmadık yerde gülen
kimi zaman başına işler açan
Bazen gülerek güldürerek uyaran
ince esprilerle saptama yapan
Düşünce dağarcığında nice anlamlı sözler bulunan Saftar, kimsenin adam yerine koymadığı köylü bir adam…
Kazım Çelikten
+
Hebil: Habil…
Hebili koyan çividir “Değien bir şey yok!” anlamında…
X
- —–DÜZEN—–
Düzlem değil, düzen
Kayırmadır, insanı üzen.
Sermaye, toprak, çıkardır
Sarmalanıp akıllara giren.
Kiminin anasını belleyen,
Kiminin yüzünü güldüren.
Düzen kurulmuş. Sistem oluşur
Adalet için: Savcı, kadı, mahkeme kurulur.
Roller biçilir, sanık sandalyeye oturur,
Ehli hukuk seçilir, adamına göre konuşur.
Hak, hukuk, adalet
Kimilerine olur dert.
Soydu, sömürdü, dolandırdı, ezdi Yılmaz
Ehli hukuk diye konuştu Şahbaz
Kadı dinledi. Kanaat etti, verdi karar
Suçlu bulundu, bizim garip Serdar.
Düzendi bu, çıkarına uygun olanlara iyi
Gerçekten, çıkarı istismar edilenlere kötü.
İnsanları perişan, yıkılmış virane kalmış köyü
Gerçek açıdan bakınca anlaşılır, berbattı özü.
Bazen çürükler temiz.
Temizler; zinhar çürük
Olurdu, bu düzende.
İş yapmak peşindeydi Mehmet
Devletle haşır neşirdi Mehmet
“İşi bitirdim. Start vereceğim
Okulu açacağım.” Dedi Mehmet.
Hayır ola, nerden çıktı bu okul…?
Dedi: “İhtiyaçtır güvenlik.
Yetiştireceğiz uzman eleman
Bol kazanacağız papelik.
Hazırlıklar yapılıyor
Usulen sabıka soruluyor.”
Dedim, zaten temizdir sicil…!
“Elbette kardaş, çürük olacak
Hali yok ya…” dedi Mehmet.
Coşmuş tu anlatıyordu Mehmet
“Nüfus vukuat örneğini çıkardım
Babamın emekli maaşı, aldığını gördüm
Ula, bu ne kıyak, diye kendime sordum.
Oysa ne emekli olacak yerde,
Çalışmıştı babam,
Ne devletten emekli maaşı,
Ne yardım, almıyordu babam.
İşler yoluna girince, soracağım
Bu iş nasıl oldu, anlat balam.”
Mehmet yapıyor, yakıştırıyor
Bürokraside işi takılmıyor,
Ancak, düzen bu
Babasına da kuyu kazıyor.
Düzenin aynasını,
Kendi işinde görüyor Mehmet.
Düzene bak, düzene
Mehmet, uyuyordu düzene
Baş tacı olmuş, kendine benzeyene
Çetin-de olsa, kaya-da olsa
Aşıyordu engelleri, çıkıyordu düze.
Ahmet, Samet, Mehmet…
Cephede olur, Mehmetçik
Methiyeler okunur, coşar kükretir.
Köyde, fabrikada olur Memo,
Çile, ıstırap ile inler durur Ğalo.
Ticarette, yönetimde, mecliste
İş bilir, olur Bey… Mehmet Bey
İşte; çürük olan,
Temiz görünen
Düzenin dramı…
Kazım ÇELİKTEN
X
Not: Musa Öğretmenin şahsında : Anadolu Toprağı ile Harmanlanmış; çile, yokluk ve zorlukları göğüsleyerek okumayı başarmış, toplumun geleceğine ışık tutan tüm aydın öğretmenlerimizi, Öğretmenler Gününde saygıyla anıyor, içten duygularımı ifade ediyorum.
K.Ç. 24 Kasım 2004 – Mersin
X
- —– MUSA ÖĞRETMEN —–
Tuzluca, İnce Köyü’dür
Doğduğu yer.
Üstü Gala, etrafı yeşil çimen
İncisidir, üç tane su değirmen.
Söğüt ve kavak ağaçlarıdır,
Köye güzellik veren.
Dam denilen evde
Dünyaya geldi Musa,
Anası dedi: “Oğul
Bahtın açık ola.”
Komşu köyler; Gülebe, Güllüce
Yukarıda Karakoyun, yanda Aliköse
Bol sular nasip olmuş, İnce Köy’e
Bacısı bekler yolunu, Musa köye gele.
İlkokulda münazara yapılır,
Musa, orada başkan seçilir.
Kabına sığmaz, hoca sabrı taşırır,
Merak eder, sorar öğrenir Musa.
İlkokul birde çarpma – bölmeyi
Öğrenmek için sordu Kazım’a
Son sınıfta merak etti, tutturdu
Cebir nedir? Nasıl çözülür, acaba.
Musa sevdalıydı okumaya
Kafaya koydu, öğretmen olmaya.
Çalıştı, girdi Cilavuz’da sınava
Takıldı, harita üzerinde coğrafyaya.
Yılmadı, usanmadı Musa
Hırslandı, “kazanacağım” dedi Musa
Kar, soğuk demedi koştu Aliköse’ye
Çalıştı, harita üzerinde, coğrafya öğrenmeye.
Akarsu, ırmak, nehirler
Köy, kasaba, şehirler
Otlak, mera – Ova, dağ, deniz
Ülkeleri beller, Musa bendeniz.
İnatta Murat’tır dedi Musa
Kazandı sınavı, erdi muradına Musa.
Ana dileği tuttu, bahtı güldü
Tahsil için, umut yolu açıldı.
Sevindi, mutlu oldu Musa
Niçin gülmesin, neden coşmasın Musa,
İlkokul dörtte, yüz elli liraya
Nöker olmuştu Hacı Hasan’a… Musa.
Azimli, kararlıydı Musa
Çalışkan, zekiydi Musa
Topluma duyarlıydı Musa
Kazım’a cebiri öğretti Musa.
Toplumsal sorunları, hocalarla tartışır
Hak, hukuk, adalet nedir…? Öğrenir.
Okur, toplumsal meseleleri gündeme oturtur.
Sömürü, ezen, ezileni – haksızlıkları dile getirir.
Orta öğrenim, üniversite
Katmerlenmiş düşünceler, olmuş site.
Arkadaşlar, tatil için gezi programı yapıyor
Musa, aileye yardım için iş programı yapıyor.
Becerikli, çalışkandı Musa
Direkt sınıf geçiyordu Musa.
Zekaya, yeteneğe, adama bak
Fakülteyi dört ay önce bitirdi Musa.
Memmed Ağa çimeni
Boldur onun otları,
Musa sallıyor tırpanı
Ramazan Amca topluyor otları.
Yamaç yerde merendi çek
Yanındadır, Bacısı Göçek
Sallıyor orağı, Gelin İpek
Biçiyorlar, topluyorlar buğdayı.
Musa diyor: “Toplayın veri
Haylayın, biçin, gelin beri.
Acıktık, yapalım naharı
Kabak Dağ’da gölge çekildi, gayrı.”
Musa; döner okula, katılır Form’a
Sorunlar tartışılıyor, yatırılmış masaya.
Sosyal adalet, kapitalizm, sosyalizm
Biri diyor, “ bize ne, olacaksa olsun emperyalizm.”
Oturduğu yerden fırlıyor Musa
Öfkeleniyor, çatıyor kaşlarını Musa
“İnsanca yaşam, sosyal adalet için
safsatayı bırak, devrime bak.” diyor Musa
Köyün adı İnce, sorunları kalınca
Dertleri yüreklerde eritir, olur karınca.
Sevecen, şirin bir köy çocuğuydu Musa
Yörenin iftiharı, ailenin gururuydu Musa.
İlim – irfan yolunda savaş verdi Musa
Aklı – mantığı öne çıkardı Musa
Çağdaş değerleri, gösterdi Musa
Fedakar, vefakar, aydın öğretmendi Musa.
Kazım ÇELİKTEN
24 Kasım 2004 – Mersin
x
- —– AH KIZLAR —–
Kara çarşaf içinde; öcü
Türban, peçe övüncü
Eşarp, yazma ile köylü
Kılığından kurtarmak için
Mustafa Kemal dedi:
“İlim, akıl, mantığı esas al
Kılık kıyafetini düzelt
Özgür ol,
Başını aç
Medeniyete ulaş.”
Dinledi onu kızlar;
Açtı başını,
Modernize etti
Kılık, kıyafetini,
Aydınlattı düşüncesini.
Ancak unuttu…
Örf – adetini
“Görgü” diye önemsenen
Aile felsefesini.
İlk okula başlarken
“Ülküm ileri gitmek,
Küçükleri sevmek,
Büyükleri saymak.”
Diye içtiği andını.
Ah, be kızlar
Medenileşmek güzel de
Nerde, maharetini sergileyip,
İleriye ışık tutmak,
Çocuklara örnek olup,
Sosyal zenginlik sağlamak.
Hele ikinci baharını yaşayan
Büyüklerin gönlünü almak.
Unutmayın kızlar …
“Ne ekersen,
Onu biçersin,” kızlar.
Gelin, insana
Yakışanı yapın kızlar.
Kazım ÇELİKTEN, 6.12.2004
X
sayın dost balta;
keskin “balta” sanıyorum teknoloji ile baş edemiyorsun galiba. “düzletme” yine gerçekleşememiş. o nesnenin aklı yok ki, komut dinlensin. yoksa isabetli komut mu verilemiyor? sizlerin aranızda çözümlemeniz gereken sorun, halli size kalmış. düzeltilmesi gereken noktaları tekrar ediyorum:
ana ön sayfa resmin altında ;
” bir” yerine ………………….. tuzluca
” bir” yerine ………………….. karakoyun
“çelişkileri” yerine ………. çelişkilerini ve düzenin çarpıklarını
” gümrük müşavirliði” yerine ……….. gümrük müsteşarlıðın’dan
” musa öðretmen” şiirinden yerine ……… düzen şiirinden alıntı
2- diðer özgeçmiş ve şiirlerin yayımlandıðı sayfada ; düzen şiirinde: abdulcambaz yerine …………… şahbaz yazılacak ah kızlar şiirinde: enson kıtada kızl yerine ………… kızlar yazılacak
3- keydeli bir adam şiirini silelim yerine ” anamdan mektup aldım” şiirini koyalım (ekte sunulmuştur)
not: sevgili dostum uslubum (tarzım) biraz keskindir. kusurabakma artık buda kişiliðimin bir parçası başka türlü kendimi zorlamalar beni sıkıyor, rahatsız ediyor. İçimden geldiði gibi yazmak beni rahatlatıyor ve huzur buluyorum. ne olur beni lütfen hoşgör.
selamlar , saygılar
kazım çelikten. 9.12.2004
x
- —– ANAMDAN MEKTUP —–
Anamdan mektup aldım.
Diyor… Oğul…
Bir şarkı mırıldanıyorum
“Niye gittin öyle uzak ellere
Bülbül bile ağlamış
Sensiz geçen günlere.”
Ben nasıl ağlamam
Uzak ellerde bulunan
Doğurdum evlada.
Hasret kaldım
Paralandı yüreğim.
Gözlerimde yaş
Akıyor, damla damla
Elimde mendil
Siliyorum ara – ara.
Gönlüm özledi
Yüreğim olmuş
Sensiz yufka, zebil,
Olmuş anan sefil.
Gurbet elden, firar et
Gel gönlümü şen et.
Dinsin göz yaşlarım,
Rahatlasın kalbim.
Sana, içten sarılır
Koklar, sıkar, öperim
Ben, sana her zaman
Candan balam derim.
Kazım ÇELİKTEN, 9.12.2004
X
- ALİ CAN
Ağa, bey
Derebeyi,
Şan, şöhret
Sahibiydi… Aile,
Bey’e kuma gelmiş
Bahtı şaşa durmuş
Masum bir anne
Çocuğuydu… Ali Can.
Yavrum, can, bala
Diye, sevdi okşadı baba.
Babanın ilk oğluydu
Olacak Bey, kalacak nişane
Al bebek, gül bebek
Özenle büyütüldü… Ali Can.
On üç yaşında
Kaybolunca baba
Gelecek oldu
Kaba – saba…
“Yanaşma kızından
Gelin olmaz” dedi.
Beyler
Aileye yakıştırmadı
Öfkelendi, savaş açtı…
Beyler
Dışlandı, durdu… Ali Can
Halk adamıydı dayı
İnsaf, merhamet
Sahibiydi, yani…
Bastı bağrına, sahiplendi
Okuttu, adam etti Ali’yi.
Lise çağlarında
Biri Bey dedi,
Öteki Ali
Şaşırdı, kaldı… Ali
Olanları görünce
Artık anladı
Kendi halktan biri.
Üniversite idi hayali
İçine girip, okuyunca
Gördü, kalmadı mecali
Ne de olsa,
Genlerinde var
Bey oğlu ya, Ali
Bazen şevke gelir
Kanatlanır, uçar… Ali.
Harman cigarasını yakar
Tafrasını yapar,
Havasını atar
Etrafına neşe saçar
Fakülte kantinlerinde.
Gazozunu içer
Sağlık lokalinde.
Saf, iyi niyetli
Bir insandı… Ali Can
Entrika, politika
Bilmezdi… Ali Can
Dolduruşa çabuk gelir
Kartal gibi kabarır
Voltasını atar durur… Ali Can.
Sağcı ile dolaşır,
Solcu ile oturur
Solun tarifini bilmez
“Solcu” diye
Sağcılarca haşlanır.
İki kadeh içince
Azeri Türkü söyler
Coşar, oynar, naralar
Doktorlar onu sever
Tıbbiyeli öğrenciler
Hep onunla gezer.
Sohbet masaları kurulsun
Herkes ister, Ali orada bulunsun
Birine yeşillenen Dursun
İster, Ali yanında otursun.
Otura dursun… Ali
Baktı ki, gidivermiş
Okulda ki arkadaşları.
Okul bitmiş,
Çifte dikiş atmış… Ali
Bozulmuş, hali.
Atılınca hayata
Gördü ki Ali;
Hayat acımasız,
Kendi gariban
Soy – sop olmuş soğan.
Gerçek gösteriyor:
Kendi becerine güven.
Uğraştı, didindi, yoruldu
Çocuklar okula koyuldu,
Meşagatler üst üste yığıldı.
Memuriyette, geçmişten iyi olmadı
Aldı uzmanlık kadrosunu
Bekledi durdu, emeklisini… Ali Can
Kazım ÇELİKTEN, 6.12.2004
X
- BENİM KÖYÜM
Ben köyümü özledim:
Orası, AVLAK – tı
Köy oldu
Adı KARAKOYUN
Kondu
Sakın ha!……
Karakoyun denince
Karamsarlık veriyor
Sanılmasın.
Karakoyun:
Renklerin armonisi
Koyunların bereketlisi
Etlerin lezzetlisi
Masumiyetin timsalidir.
Köyüm ise, serin suları
Dağı, taşı, çayır, çimeni
Doğası, temiz havası ile
Gönlümün ilk baharıdır.
Köllu bulağ, yedi bulağ
Nerdedir, Arpa bulağ
Hele Sajdığın bulağı
Her tarafı çiçek hercai.
ŞİŞ DAĞ
Kabak dağa bakar
TURŞU-su lezzet tadar.
Dereyerin YEMLİĞ-i
Yasdan-ın ELEYEZ-i
Gönlümün hasret,
Şirin – leziz PENCERİ.
Dağın dalı arpalık
Abbasgöl yeri
TOPBAŞ BUĞDAYI
Demi-si otlak, karşısı
GİRAKTİN yaylası
Öbek öbek çadırları
Göl kenarına kurmuşlar.
Cıvıl cıvıl ötüyor kuşlar,
İnsanlar sohbete koyulmuşlar.
İşte orada yaşanır
Keyiflerin en alası.
Hele aşağı çimen
Otların TAYASI…
Avlağın döşü ÇEREN dolu
Şiş dağın güneyi, GEVEN dolu
Burcuğan güneyi, SIĞIR KUYRUĞU
Kabak dağı – meyel, ÇAŞIR dolu
Lezzetlidir, köyümün KARTOLU
Nasıl özlemem … ?
İklimini, havasını
Sabah güneşin doğuşunu
İçime ferah saçışını.
Serin suları köyümün
SÜLEYMAN AĞA – ERMENİ ARKI
DEMİ DERESİ – GÖDEK ARKI
Yukarısı Dönek Çayı
Dönek çayı dolanır
Çayır çimen sulanır
Akar – coşar çağlar olur.
Toprak bereket,
Çayır – çimen bol olur.
Koyun kuzu meleşir
NAHIR – dana karışır
HODAĞ – çoban oynaşır
Müzikal hava oluşur
İnsan toprak kaynaşır
Gerçek budur; YAŞANIR.
DOMBALAN-a giderdik
ÇİĞELEM toplar yerdik
KURT – KULAĞI toplayıp
Kızılgül-ü dererdik.
Ah .. yine yadıma düştü
Yedi bulağın YARPIZI
Oğlanlar kollar, işte orada kızı.
Mercimeğin döşünde
Mercimek çiçek açar,
Herkes çanak – çömlek için
Oradan toprak alar…
PİŞİK KAYA – da kuşlar öter
Avlakta, eskiden ceylan
Şimdi keklik avlanır.
Baharda, kuzular otlanır
Güz olunca, kuşlar orda toplanır.
Köyümün; süsüdür
Söğüt ile kavak,
Etraf dolu Galak
Her tarafı mera, otlak.
Hep söylenirdi….. Marifetleri
ŞÜKÜRLÜ-lerin Ekin Biçmesi
YELLER-in Kuş Oynatması
AHMETLİ-lerin Çift Sürmesi
ÇELİKLER-in Arpa Yolması
Unutamam … akşamları
KABAK DAĞ – ından
Gölgenin yürüyerek
Güneşin… hazin hazin
Batışını
Sabah kalkarken
Veya iş yaparken
Kabak Dağa bakarak
Gölgenin çekilişinden
Anlardık NAHAR vaktini.
Kabak Dağı… kabakta
Hasan Dağı batıda
Ova – Nehir, ortada
Özlem hasret orada
Nasıl kalmasın…
Akıl fikir orda …
– Hiç unutmam
NAZİFE Teyzenin
“O Radyoyu söndürün
Yatacağız” demesini
TOVUZ Ğalanın
Oğlu, orta okula giderken
“Düz yastık mı, kırlent mi
Göndereyim” diye sormasını.
-Kulağımda çınlıyor ;
AVDİL – ALİ amcanın
“Eller göçtü, yaylasına giderken
Bu viran yaylada, tek kalan canım”
Gibi Serzeniş – manisi …
HÜSEYİN amcanın
Çocuklar aşık oynar
Yumurta dövüştürürken
“Haydi Hey… hey… oynayın çocuklar
Dargın olmayın, barışın çocuklar”
Diye
Coşup Taşan neşesi…
– Nasıl unutayım ;
KALBAYI dedenin…
Aklı – selim öğütlerini
“Dünyaya geldik adam olmaya
Derleyip toplayıp iş yapmaya”
Söylemesini.
Yanlış yapınca kızan.
“O gözüne dürtüm
Niye görmedin” demesini
Becerince sevinen,
Mutlu olan Çehresini.
– NERGİZ ebe ölmüştü
Her yer helva dolmuştu
Çocuk iştahı ile yerken
Kötü bir KAVGA olmuştu
Acı ve hüzün
Korku ile elem
Körpe yüreğimize dolmuştu.
Unutalım acıyı
Çıkaralım korkuyu
Yüreğimizi SEVDAYA
Gönlümüzü BARIŞA açalım…
Kötülüğü unutup, iyiliğe koşarak
Tatlı yiyip, tatlı konuşarak
Geleceğe umut ve güvenle bakarak
Güneşe yelken açalım.
Gülelim oynayalım
Danışıp söyleşelim
NEVRUZ BAYRAMINDA
Bacalardan ŞAL sallayıp
BACA BACA GEZELİM
Haydi,… gelin komşular
Dargınlığı kaldıralım,
Hep Barışık kalalım
O coşku ve heyecanla
KÖYÜMÜZE SAHİP ÇIKALIM.
Kazım ÇELİKTEN
14 ŞUBAT 2004 Sevgililer Gününde
Sevgili Köylülerime ARMAĞAN olsun.
X
- ÖKÜZ BOZUNTUSU
Yeni öküzler çıkmış
Kimi dana, kimi tosun
Ortalık olmuş, hep yosun
Çaresiz kalmış, köylü Yasin.
Gidene özlem duyuluyor
Yenisine, şaşkın bakılıyor.
Ne hikmetse, utanmadan
Hepsi suret-i haktan görünüyor.
Haktan, hukuktan haberi yok,
Hırs gözünü bürümüş
Utanma, arı unutmuş,
Ucube, baykuş olmuş.
Böyleleri insan diye
Toplum içinde dolaşıyor,
İçindeki sahtekarlık
Gözünden okunuyor.
Öküz diye hitap etsen
Hakaret diye saldırır,
Arslan, kaplan desen
İltifat diye bayılır.
Zavallıdır, açık olmaz
Benzetmede, farkı görmez
İnsandır, insan olmak için
Adamla, kıyaslanmayı bilmez.
Kazım ÇELİKTEN
(G.T. 21.2.2005)
x
- NEVRUZ BAYRAMI
Bayram, bayram…
Nicesini gördüm
Bayramların hası
Sensin Nevruz Bayramı.
Ne yalnız dini
Ne yalnız milli
Evrensel ve de Toplumsal
Gelenek ve göreneklerde
Yaşanan
Toprakla beslenen
Doğa ile bütünleşen
Kardelenler, kır çiçekleri açanda
Baharı müjdeleyen
Sensin Nevruz Bayramı.
Seni her halk;
Kendi marifetine göre kutlar
Ne şiddet, ne baskı,
Ne isyana simge,
Ne başkaldırı.
Ne örs, ne çekiç
Ne kızgın demir, ne korku
Ne dayatma, ne kavga
Felsefende yok
Böylesi kavga macerası.
Sende var;
Halkların kardeşliği
Ana yüreği, baba şefkati
Bacı kardeş özlemi
Sıcak dost hasreti
Gönüllerde barış kuran
Sensin Nevruz Bayramı.
Nasıl perşembenin gelişi
Çarşambadan belli ise
Nevruzun gelişi de
Kendine özgü olayların
Yaşanmasından anlaşılır.
Nevruza üç Çarşamba kala
Her Çarşamba akşamları
Ateş yakılmasından,
Sarı kırmızı yumurta boyanıp
Öbek öbek dövüştürülmesinden,
Bereket bolluk olsun diye
Buğday yeşertip,
Kırmızı SEMENİ yapılmasından.
Bellidir, geldi Nevruz Bayramı.
Ölüleri yad edip
Hayır dua ederler,
Yedi levin yemiş, çörek
Kete, börek, erdek
İkram ederler.
Konu komşu helalleşip,
Ölülere rahmet okurlar.
ÖLÜ BAYRAMI diye kutlanan
Geçmişe saygı gösterilerinden
Anlaşılır, geldi Nevruz Bayramı.
Gelenek – göreneğin zenginliği
Nevruz bayramının güzelliği
Tulum eşliğinde, Temaşanın şenliği
Oyuncu Köse’nin gelişinden
Bellidir, geldi Nevruz Bayramı.
Nevruz Bayramı gelecek
Çocuklar coşup eğlenecek
Baca baca dolaşıp
Kapı kapı gezecek
İncir, üzüm, fıstık
Şeker, yumurta toplayacak
Neşe saçıp, coşturan
Sensin Nevruz Bayramı.
Bacılar yolun gözler
Gardaş Bayramçalık getirecek.
Ana babalar zevk duyacak
Çocuklar elim öpecek,
Şeker, mendil alınca
Çocuklar mutlu olacak.
İnsanlar kaynaşacak
Yumurta dövüştürüp gülecek,
Konu komşuyu dolaşıp
Birbirleriyle kucaklaşacak.
Çeşit, çeşit yemekler yapıp,
Birbirlerine ikram edecek.
Toplumsal sevinç şöleni
Gönüllere barış dolduracak
Sensin Nevruz Bayramı.
Baharın, yeni gün
Adıdır NEVRUZ
Duyguların coştuğu
Gündür NEVRUZ
Nervuz arifesinde gençler
Suda iğne gezdirirler
Ne zaman kavuşacağız, diye…
Dilekte bulunurlar.
O gün erken kalkarlar
Taze su içip, yıkanırlar
Gelecekleri, su gibi
Berrak, aydınlık olsun, diye…
Temiz yeni elbiselerini giyip
Dostlarını ziyaret ederler.
Baht ve kısmetlere umut
Sensin Nevruz Bayramı.
Küslerin barışıp, insanların güldüğü
Merhamet, dayanışma duygusunun
Sel olup aktığı gündür NEVRUZ
Dostluklar pekişir, kardeşlik yaşanır
Halklar böyle kaynaşır.
Doğadan bolluk, bereket
Gelecekten sağlık, refah beklenir.
Bütün bu güzellikleri YAŞATAN
Sensin Nevruz Bayramı…
(Mart – 2004)
Kazım ÇELİKTEN
(4.3.2005)
x
- BİZİM KADINLAR
Bizimdir, bu kadınlar
Saygın güzel yaratıklar.
Gezdik gördük dünyayı
Öptük okşadık gayri.
Dudakları baldan tatlı
Bakışları aşka çağrı.
Kalçalar oynar zari
Gıdıklar durur, seyri.
Bir Mayıstır çılgın miladı
Haykırdı, attı sömürüye tokadı.
Coşunca hiç dinlemedi
Usta, işçi çırağı.
Çekti çileği, kurdu yuvayı
Ördü dantel yumağı .
Derdi, çapaladı toprağı
Eledi unu, pişirdi ekmeği.
Onlardır; becerir yapar, yakıştırır
Kimi kadın, vezir etti kocayı
Kimi kadın, rezil etti kocayı
Analık duygusudur, eğitti onları.
Şefkatle çocuk eğitirler
Maharetle gelecek hazırlarlar.
Olgun, aydın kadınlar
Erkeğe baş tacı olurlar.
Kazım ÇELİKTEN, 14 Şubat 2005
(4.3.2005)
x
- KURTULUŞU ANMAK
Bu ülke:
Karanlığa gömülüp
Dört tarafı işgal edilince
Memleketin nasıl kurtulacağı
Işın ne zaman
Nerede yakılacağını
Ülkeyi aydınlatıp
Toplumu nasıl
Yönlendireceğini
Hesap eden insanları
Unutmadık
unutmayacağız
Ulusal mücadele
Müdafa-i Hukuk
Kuvay-i Milliyet
Direniş örgütlerini
Kadını, kızı
İhtiyar, genci ile
Kükreyip coşan
Sel olan halkı
Unutmadık
Unutmayacağız
Kurtuluş kervanı
Yürürken…
Köstek olan
Önüne çıkarılan
Yeşil sarıklı
Kara cüppeli
Beyni küflü
İnsan grupçuklarını
Unutmadık
Unutmayacağız
Misak-i Milli And-ı
Hedefe ulaşacakı
Ulaştı… çünkü
İçinde buna inanmış
Binlerce insan yanında
Plan –programını yapmış
Büyük insan vardı
Osmanlı Paşası
Mustafa Kemal
Cumhuriyet kurulunca
Türkiyeli -Türk
İşte oldu; Atatürk
Onu ve arkadaşlarını
Unutmadık
Unutmayacağız
Direniş örgütleri
Birleştiler
Ulusal orduyu kurdular
Cephe, cephe savaşıp Ülkeyi kurtardılar
Cephede, savaşta İsmet
Komutanlık oldu
Ona kısmet
Sakarya, İnönü’yü
Unutmadık
Unutmayacağız
Cephede;
Kuvay-i Milliyet gücü
Yönetiminde
Müdafa-i Hukuk ruhu
Meşaleyi akan
Cumhuriyeti kuran
Güç, budur
Bu misyonu
Unutmadık
Unutmayacağız
Rehber aldılar
İlmi – aklı
Gösterdiler
Işığı – medeniyeti
Bu dinamizmi
Ateşleyen mantığı
Unutmadık
Unutmayacağız
Ülkemin kalkınması
Toplumun ilerlemesi
İnsanın, insanca yaşaması,
Hak, hukuk, adalet
Eşitlik, refah çin
Uğraş veren süreçte
Dar ağacına giderken
Haykıran, 68 kuşağını
Unutmadık,
Unutmayacağız
Bayrakta yıldız ay
Menemen’de Kubilay
Demokraside ortak pay
Eşitlik, serbest iade.
Anlayışta laiklik
Devlette teklik
Ülkede bütünlük
Anayasa kayıtlı
Ortak vatandaşlık
Bağımsızlıkta ulusal marş
Temel olan, bu şiarları
Unutmadık,
Unutmayacağız
Mesajımız açık
Gönlümüz…
Barış – kardeşlik,Felsefemiz…
Huzur içinde yaşamak.
Olursa buna
Ters davranış
Birlik ve dirliği
Bozanlara karşı
Çekinmeden mücadeledir
Andımız, kararımız
İnancımız diyenleri
Unutmadık,
Unutmayacağız
Kazım Çelikten,
- T. 1.6.2005
X
- ——– ANAM-DAN LAYLA-LAR ——–
Anam layla layla derdi
Uyu balam, uyu derdi.
Uyu da işler görülsün
Kalmasın geç, balam derdi.
Uyu balam layla layla
Yat balası layla layla
Koyunlar eve gelipti
Kuzusu meler galıptı.
Koyunu anan sağacak
Kuzu, anasın emecek.
Uyu balam layla layla
Yat balası layla layla
Nahır evlere dağıldı
Tez uyu balam, geç uyan.
Anan ineği sağacak
Yağı, sütü bol olacak.
Uyu balam layla layla
Yat balası layla layla
Balam yağ ile doyacak
Yekelip gede olacak.
Köyde hayvan kovalarken
Anası sevinç duyacak.
Uyu balam layla layla
Yat balası layla layla
Anamdan bunu duymuşam
Yanında şahit olmuşam,
Bacı, gardaşa söylerken
Özüm barışık kalmışam.
Uyu balam layla layla
Yat balası layla layla
Kurban olsun balısana
Sürü salsın yaylasına.
Yiğit olsun, adam olsun
Namı çatsın obasına.
Uyu balam layla layla
Yat balası layla layla.
Kazım ÇELİKTEN, 15.6.2005
x
- DOST
Dostun dost ta
Söyleşisi için
Bahanesi
– Ey dost, gel de
Kahpve içelim
Geçmişi yad edip,
Geleceğe yelken açalım
-Olur dost, gelirim
Bilirim, etmez
Dost dosta eziyet
Fırsatı yaratmak da
Bir meziyet.
-Doğru budur öğretir
Kuşaklara söyletir
Boşa söylememişler
“Gönül ne kahve ister
Ne kahvehane
Gönül sohbet ister
Gerisi bahane”
Gönüller çoşunca
Güller açar
Laflar çiçek olur
Duygular sel
Gönül harmanında
Ürünler çıkar
Dost dostta çare arar
Arar dost dosta…
Çare arar
Dost, dost!
Kazım Çelikten
(G. T. 1.7.2005)
x
——– DÜNYA ———-
Biri ölünce hep, nedense
Ezberde olanı söylerler
“Yalan Dünya” … Oysa hep
Yaşanan gerçek dünya. Bu dünya.
Ölen, ölünce de vardı
Bu dünya
Ölmeden önce, sonra da
Devam ediyor, bu dünya.
Sağken gülüp, eğlendiği
Koşturup, cebelleştiği
Toplumla yaşayıp, sevindiği
Dünya; neden ölünce yalan olsun ?
Doğum – ölüm yalan mı ?
Yalan üstünde hayat var mı?
Bina olmuş, dünya üzerine
Yaşam; devam ediyor – edecek.
Evet yaşarken var
Yalan, dolan, hilekar
İçinde doludur sahtekar
Adam olan doğruya, dürüstlüğe bakar.
Ölüm; bir kayıptır,
Elem, hüzün yaşatır
Göz yaşı döktürür
İnsanları ağlatır.
Gerçek dünya üzerinde
Mezarı kazılır,
Etrafı bir güzel yapılır
Mezar taşına adı yazılır.
Nerde, bunun yalancılığı ?
Kayıpken çağlara taşınıyor
Mezar taşlarında yazılı
Künye, kimlik, şeceresi.
Hani, bir zamanlar demişlerdi
“Öküz üstünde duruyor dünya”
İlim gösterdi, anlaşıldı;
Güneş ile kendi etrafında dönüyor Dünya.
Dünya; evrende bir gezegendir.
Yaşam; pencereden bakıp geçmektir
İyiyi, doğruyu, güzeli, hakkı
Bakarken, görmek marifettir.
Orada da yaşar gönül
Burada da yaşar gönül.
Her ikisi de doğru
Dostluk, insanlık baki.
Bırakalım dünya yalanını
İnsanca yaşamaya bakalım.
Ölenin sağken yaşadıklarını
Hoş bir seda, saygıyla analım. Kazım ÇELİKTEN
+
Dost Çelikten,
Okudum, bayıldım, çok güzel buldum.
Gerçekçi bir yazı. Ölmez, yaşar dünyada, unutmaz kimse böyle güzel yazılar yazanı
Sevgiler,
Kal sağlıcakla,
Sevgiler yeniden sana..
Hayri Balta, 13.7.2005
X
MESLEK
IL 1975
Başladım işe,
Koyuldum çalıma
Çalışmamım ikinci ayında
Tutturdum ayrılmaya
Karşı çıktı arkadaşım Metin
Olmaz dedi, hemşehrim Sadrettin
Koyuldular beni iknaya
Başarılı oldular da
Düşündüm, taşındım…
Geleceğe çizdim rotamı
Eğer çalışacaksam
Ve de b işi yapacaksam
Tatlı – sert olacak
Gözün açık
Mevzuatın derin
Mesleğine hakim olacaksın
Dedim kendi kendime
Yoksa yem olursun
Kurtlar sofrasına
Deneyim kazanıp,
Mesleği öğrenince
Gidişatı görünce
Etrafımda olanlara
Ve de bu işi yapanlara
Dedim ki:
Bu meslek yapılacaksa
Adın… ATİK
Soyadın… PRATİK olacak
Kendiniz, mevzuat ile
Donatılmış olacak
Bu anlayış ile
Sağ-salim çalışıp
Yıl 1999 Mart’ta
Dedim mesleğe elveda…
(Kazım Çelikten, G. T. 1.8.2005)
x
NİYET
Neye niyet
Neye kısmet
Niyetti;
Ortak payda
Ortak değerleri
Açığa çıkarmak,
Geçmişteki husumeti
Küllendirip unutturmak
Barışı sağlamak
Geresi oyalanmak
Vesile oldu Mikail
Öne çıktı akıl
1973’te yaz demişti
Arkadaşım İsmail
1975’te yazmak için
Israr etti, dostum Hayri Balta.
Köy Özlem derken
Karakoyun…
Aradık, bulduk, köyde
Mor koyun
Bayramdı, kültürdü Nevruz
Çağrışırdı, durdu deriz.
Kabak dağ, Şiş dağ
Yapıtlar durur dağ dağ.
Yapı yapıldı,
Çatı çatıldı,
Kapı takıldı,
Baktık ki, olmuş kitap
Kapağı aç da, içine bak
Yörem ve ben
Birleşti,
Duygular
Sel oldu aktı.
Kazım Çelikten,
(G. T. 15.8.2005)
X
TOPRAK VE İNSAN -1-
Nasıl oldu
Ekmek?
Derdi önce
Toprağı
Tırnak ile
Sonra işledi
Karasaban ile
İnsan…
Topraktan çıkmış başaklar
Olmuş dane, dane buğdaylar
Topladı buğdayı, insanlar
Önce kırıp, ezdiler
Sonra ateşte pişirip,
Ekmek yaptılar.
+
Emek girince işe
Zeka geçince faaliyete;
Hava, şakıyan su
Toprak ve insan
Emek – akıl
Araç – gereç, organizasyon
Derken öküz
Karasaban
Kompozisyona girdiler
Gün dönümüne bakıp,
Zaman denilen
Süreci başlattılar.
Sonra motor – makine
Yaşamı kolaylaştırdılar.
Beceri ve hünerler
Toprak ve uğraşa katkılar
Kültür ve medeniyeti
Uzaya çıkardılar.
Keyiflenip güldüler.
Hep birlikte
Mutlu yaşam sürdüler.
TOPRAK VE İNSAN -II-
Yaşam vadisinde
Akan süreçte
Gelişti kültürler
Çeşitlendi deyişler
Oluştu sosyal ilişkiler,
Gönül dünyasında
Buluştu insanlar,
Aşk – sevda
Gam – keder
Özlem – hasret
Sevinç – neşe
Sarmalandı birbirine
Ortalık oldu panayır
Yaşam döndü cümbüşe
İnsanlar için toprak
Bazen hasret, bereket
Bazen sığınak, sadakat
Aşık Veysel diyor…
“Dost, dost diye
Nicesine sarıldım
Benim sadık yarim
Kara topraktır.”
+
Toprak doğurdu nimetleri
Doğurdu, eğitti insanları
Can verdi, hayat verdi, keyif verdi
Bundan, esinlenen Nazım…
Dedi, Köylüyü tariflemek lazım
“Türk Köylüsü
Topraktan öğrenip, Kitapsız bilendir,
Hoca Nasrettin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir.”
Ferhat’tır, Kerem’dir ve Keloğlan’dır
Yol görünür, onun garip serine
Analar, babalar umudu keser,
Çarşambayı sel alır,
Bir yar sever el alır
Kanadı kırılır, çöllerde kalır
Ölmeden mezara koyarlar onu
+
Harmanlandı toprak
Yeşerdi çayır, çimen
İnsanlar oldu, delikanlı
Yiğit, kahraman
Gönül bsağları ile birlşti
,Oldu mekan, yurt…
Çoştu bunu gren şair,
Haykırdı;
“Toprakları, toprak yapan
üstündeki kandır.
Vatan eğer uğrunda Ölen varsa vatandır.”
+
Toprak ve insan
Yürek ve can
Karışmış birbirine ,
Konu olmuş filmlere;
Toprak ana, Ezo Gelin
Gelin de filmde
Ekmek – su –sevda
Kavgası görün.
Kazım Çelikten
(G. T. 1.10.2005)
Bitmedi, (G. T. 1.10.2005)
X
S E N
Sen kuşlar gibi şakıyan,
Bülbül gibi öten,
Arı gibi coşan
İçimdeki sessin.
Sen dudaklarımda name
Gönlümde açan gül
Kalbimde fokurdayan
Ateşli meşalesin.
Sen , rengarenk kır çiceği
Süsen, sümbül çiğdem
Özenle bahçede yetiştirilen
Yasemin, hanımeli, orkidesin
Sen duygularımda pınar
Köklendin oldun çınar.
İçimde açan menekşesin
Sevecen, eşsiz karımsın
Kazım ÇELİKTEN,
Not: Evliliğimizin 27. yılında eşim için. 31.07.2004
X
SON DURAK –ııı-
Yaşam için
İnsan için
Sonun bileşkesi;
İşte toprak
İşte insan.
Doyurdu:
Diğer insanlar
Ve kendisiyle
Kaynaştırdı
Toprak
Uğraştı, yaşadı
Yaşlandı, kayboldu
İnsan
Kucak açtı toprak
Girdi Onun bağrına
İnsan…
Dostlar dizildi
Soluna, sağına
Adı yazıldı
Mezar taşına
KÇ
X
ÖĞRETMENLER GÜNÜ İÇİN…
MUSA ÖĞRETMEN
Tuzluca, İnce Köyü’dür
Doğduğu yer.
Üstü Gala, etrafı eşil çimen
İncisidir, üç tane su değirmeni.
Söğüt ve kavak ağaçlarıdır,
Köye güzellik veren.
Dam denilen evde
Dünyaya geldi Musa
Anası dedi: “Oğul
Bahtın açık ola.”
Komşu köyler; Gülebe, Güllüce
Yukarıda Karakoyun, yanında Ali Köse
Bol sular nasip olmuş, İnce Köy’e
Bacısı bekler yolunu, Musa köye gele.
İlkokulda münazara yapılır
Musa, orada başkan seçilir.
Kabına sığmaz, hoca sabrı taşırır,
Merak eder, sorar öğrenir Musa.
İlkokul birde çarpma – bölmeyi
Öğrenmek için sordu Kazım’a
Son sınıfta merak etti, tutturdu
Cebir nedir? Nasıl çözülür,acaba.
Musa sevdalıydı okumaya
Kafaya kodu, öğretmen olmaya.
Çalıştı, girdi Cilavuz’da sınava
Takıldı, harita üzerinde coğrafyaya
Yılmadı, usanmadı Musa
Hırslandı “Kazanacağım” dedi Musa
Kar, soğuk demedi koştu Aliköse’ye
Çalıştı, harita üzerinde , coğrafya öğrenmeye
Akarsu, ırmak, nehirler
Köy, kasaba, şehirler
Otlak, mera – Ova, dağ, deniz,
Ülkeleri beller, Musa bendeniz.
İnat da Murat’tır dedi Musa
Kazandı sınavı, erdi muradına Musa.
Ana dileği tuttu, bahtı güldü
Tahsil için umut yolu açıldı.
Sevindi, mutlu oldu Musa
Niçin gülmesin, neden coşmasın Musa,
İlkokul dörtte, yüz elli liraya
Nöker olmuştu, Hacı Hasan’a… Musa
Azimli, kararlıydı Musa
Çalışkan, zekiydi Musa
Topluma duyarlıydı Musa
Kazım’a cebiri öğretti Musa.
Toplumsal sorunları, hocalarla tartışır
Hak, hukuk, adalet nedir?Öğrenir.
Okur, toplumsal meselleri gündeme oturtur
Sömürü, ezen, ezileni – haksızları dile getirir.
Ortaöğrenim, üniversite
Katmerlenmiş düşünceler, olmuş site
Arkadaşlar, tatil için gezi programı yapıyor
Musa, aileye yardım için iş programı
Becerikli çalışkandı Musa
Direkt sınıf geçiyordu Musa
Zekaya, yeteneğe, adama bak
Fakülteyi dört ay önce bitirdi Musa.
Mehmet Ağa çimeni
Boldur onun otları,
Musa sallıyor tırpanı
Ramazan amca topluyor otları.
Yamaç yerde merendi çek
Yanındadır Bacısı Göçek
Sallıyor orağı, Gelin ipek
Biçiyorlar, topluyorlar buğdayı.
Musa diyor: “Toplayın veri
Haylayın, biçin, gelin beri
Acıktık, yapalım naharı
Kabak Dağ’da gölge çekildi, gayrı.”
Musa; döner okula, katılır Form’a
Sorunlar tartışılıyor, yatırılmış masaya.
Sosyal adalet, kapitalizm, sosyalizm
Biri diyor: “Bize ne, olacaksa olsun emperyalizm.”
Oturduğu yerden fırlıyor Musa
Öfkeleniyor, çatıyor kaşlarını Musa
“İnsanca yaşam, sosyal adalet için
safsatayı bırak, devrime bak.” Diyor Musa
Köyün adı İnce, sorunları kalınca
Dertleri yüreklerde eritir, olur karınca
Sevecen, şirin bir köy çocuğuydu Musa
Yörenin iftiharı, ailenin gururuydu Musa
İlim – irfan yolunda savaş verdi Musa
Aklı – mantığı öne çıkardı Musa
Çağdaş değerleri, gösterdi Musa
Fedakar, vefakar, aydın öğretmendi Musa
Kazım Çelikten, 24 Kasım 2004 – Mersin (G. T. 24.11.2005)
X
——KEMAL ÖĞRETMEN——
Ofiste oturup
İş telaşı yaşarken,
Yadıma düştü
Bizim ora nağmesi.
Güzel olur, sandım
Öğrenci – öğretmen yazışması.
Dere kenarında
Bilge bir adam
Ya…! Geçerse, o taya
Halim nice olur… ?
Elbette, olur yaman.
Kalbim çarpar,
Gözlerimden yaşlar akar.
İmkanı yok
Zamanı durdurmak
İşte bundandır
Yaşam oldu telaşlanmak.
Nağmelerde görülür;
Gönülde açan çiçek
Yürekteki sevgi.
Arar dururuz
Arkadaş, dost dengi
Taze ve canlı duruyor
İçimde öğretmen şevki.
Kazım ÇELİKTEN, 18.05.2005
+
O TAY : Çay, ırmak, göl veya denizin öte kıyısı
X
11X
Date: Mon, 24 Mar 2008 13:15:30 +0200
From: mineince1@gmail.com
Subject: Akıllara zarar bir yazar ve TARİKATÇILAR
From: Zehra Top
SABIRLA BU YAZIYI OKUMANIZI ÖNERİRİM….KENDİNİ BİLMEZ BİR MÜRTECİ VE O MÜRTECİ YAZARA VERİLEN CEVAP … HARİKA. …. .ZAMANINIZ BOŞA
GİTMEYECEK ZT
From: Deger Erbora
Değerli Dostlar,
Ekteki dosyada üstte Vakit Gazetesi ‘yazarı’ Abdurrahim Karakoç’un
akıllara durgunluk verecek kalitedeki yazısını ve onun altında da
benim kendisine verdiğim yanıtı bulabilirsiniz.
Saygı ve sevgilerimle,
Değer Erbora–
www.degererbora.blogspot.com
Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden,
içerideki cephenin suskunluğudur.
Mustafa Kemal Atatürk
http://beraber.webs.com/tarikatlarvesiyaset.htm DEN ALINTIDIR.
TÜRK SIYASETINDE TARIKATLAR VE TURBAN
TÜRK SIYASETINDE TARIKATLAR (tarikat, siyaset,ticaret sarmali)
Ibretle sonuna kadar okunmasi gereken bir yazi..’irtica’ kavramini daha iyi anlatiyor.
AKP’li BAZI ISIMLERIN TARIKATLARI
Recep Tayyip: Naksibendi Iskenderpasa Dergahi müridi
Abdullah Gül: Büyük Dogu ekolünden geliyor. Necip Fazil naksibendi seyhi Abdülhakim Arvasi’nin dergâhinin etkisiyle tarikat-cemaat iliskilerine katildi.
Abdulkadir Aksu: Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
M.Ali Şahin: Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Beşir Atalay: Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Ali Babacan: Korkut Özal’ın yetiştirmesi. Nakşibendi tarikatının
İskenderpaşa Dergâhı müridi
Vecdi Gönül: İskenderpaşa Dergahına yakın
Ali Coşkun: Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Kemal Unakıtan: Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Recep Akdağ Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Binali Yıldırım Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Sami Güçlü: Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Hilmi Güler: Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Zeki Ergezen Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Murat Başesgioğlu: Said-i Nursi’nin öğrencilerinden.
Hüseyin Çelik: Nur tarikatı müridi
Mehmet Aydın: Nurcuların Fettullahçı kolundan
Bülent Arınç: Nur tarikatı müridi
Abdüllatif Şener: Tarikat kökeni belli değil
TARİKATLAR
Tarikat yol ve usul manasındadır. Tarikat bir din ve mezhep değil, dini anlama ve yaşama şeklidir. Farklı yorumlamalar dinlerin farklı uygulama biçimlerini ortaya koymuştur.Bu farklı yorumlama-uygulama anlayışlarından ‘Mezhep’ler doğmuştur.
İslami tarikatlar ‘tasavvuf’tan doğmuştur. Kimi tasavvufçulara göre dinin açık anlamları bilgisizler içindir. Onlara göre dinin bilgili kişiler için gizli anlamları vardır. Bu gizli anlam, ancak büyük bilgililerin yorumlarıyla açığa çıkarılabilir. Ruhban sınıfının, İslam’daki yeri, bir mantık ile sağlanmak istenmiştir.Tarikatlarda bir de Rabıta denen bir kavram vardır. «Şeyhin şeklini zihinde canlandırmaktı r» diye tanımlanabilir. Nakşibendiliğin de savunduğu ‘Rabıta’ kavramının özü . Müridin şeyhe canfedâ bir şekilde bağlanmasını sağlamaktır. Müritlik sıfatını kazanan kişiye sürekli şekilde rabıta yaptırılır.
Rabıtanın en önemli şartı, şeyhin şeklini zihinde canlandırmak ve sanal alemde hep onunla yaşamaktır. Tarikat şeyhinin, ibadet ve inanç sistemi içindeki son derece baskın yapısını ortaya çıkaran kavram da işte bu Rabıta’dır. Rabıta, Allah’a değil, şeyhe ‘kul’ yetiştirmektedir.
Ayrıca şeyhin gözde adamları tarafından müritlere sürekli olarak şeyhin «keşif ve kerametleri,manevi üstünlükleri, yüce ahlâkı ve Allah katındaki mertebesi» hakkında telkinler yapılır. Bu telkinler o kadar sürekli ve etkilidir ki, anlatımlar esnasında bazı müritler dayanamayarak baygınlık geçirir, bazıları acaip sesler çıkarır ; ; bazıları ise kendilerini yere atarlar. Buna da tarikat dilinde «cezbeye kapılmak» denir. Mürit uzun süre bu telkinler altında artık şeyhin bir kulu ve kölesi haline gelir.Hz. Muhammed’in hayatında bu tür saçmalıklar asla yoktur O sevinmiş, üzülmüş, öfkelenmiş, ve özetle mahrem olmayan hiçbir insani niteliğini gizlememiştir. O’nun insani özellikleri çok belirgindir. Ama İslam dinini yorumluyoruz diye ortaya çıkan birçok şeyh, şıh ve hocaefendi gibi adamlar kendilerini ulaşılmaz yerlere koymuş, kendilerine biat edilmesini istemiş İslam’da hiç yeri olmayan bin türlü sahtekarlık ile masum insanları kandırabilmişlerdir. Nakşibendilik. İslam dininin en önemli tarikatlarından biridir. Hoca Ahmet Yesevi’nin düşüncelerini yorumlayan Bahaeddin Nakşibend tarikatın kurucusudur. Tarikat da ismini, Farsça ‘nakış yapan’ anlamına gelen Nakşibend’den alır. Nakşibendiliğin 7 kolu vardır. Türkiye’de günümüze değin gelebilen ve gücünü koruyabilen sadece Nurculuk ve Süleymancılıktır. Nurculuk, Said-i Nursi -1873-1960 ) tarafırından kurulmuştur. Süleymancılık da Süleyman Hilmi Tunahan (1888-1959) tarafından kurulmuştur. Nakşilerin en etkin olanı , Said-i Nursi Nurculuğunun bir uzantısı olan Fettullahçılıktı r.’merkez’de yer alan Nakşiliğin en yobaz uzantısı, Tayyip Erdoğan’ın da müridi bulunduğu İskenderpaşa Dergahı’dır. Kurtuluş savaşına karşı Nakşibendiler Anadolu’daki ‘bazı tarikatların’ , ‘Aydınlığa yönelik düşmanlıkları’ çok eskilere dayanır. Ama en belirgin düşmanlıklar, II. Abdülhamit’in bu tarikatları ‘ilericiler’ üstüne salmasıyla belirginleşir. Nakşibendiliğin, devletin içine sızması da bu süreçte olur. II. Abdülhamit’in oluşturduğu 4 bin kişilik jurnalci ordusunun nüfusunu tarikatlar oluşturmuş; Abdülhamit’in halka uyguladığı zulmün, taşeronluğu nu yapmışlardır.Osmanlı’nın halk üzerindeki sömürüsünü perdeleyen tarikatların en önemli gerici ayaklanması 1909’da olur.
II. Meşrutiyet ile hesaplaşma, İngilizlerin tahriki ve maddi yardımıyla İstanbul’da gericilerin ayaklanmaları yla sonuçlanır. Tarihte, 31 Mart gerici ayaklanması olarak bilinen bu irtica olayında, İngilizler ile işbirlikçilerin rolünün üstü hep örtülmüştür. Özellikle Cumhuriyet dönemindeki Nakşibendi Şeyh Sait’in isyanında ise, emperyalizmin işbirlikçiliği utanç belgeleri olarak su yüzüne çıkmıştır. Kurtuluş Savaşımız devam ederken, ‘Hilafet ordusu’ örgütlenmesine yine işbirlikçi-gerici tarikatlar öncülük eder. Tarikatlardan medrese hocalarına, Şeyhülislama , Galata Bankerlerinden Sultana kadar bütün işbirlikçiler , Anadolu Halkı’nın dini inançlarını istismar ederek henüz çekirdek halindeki bağımsızlık savaşını boğmak için işgal güçleri ile ‘işbirliği’ yapmaktaydılar. Çeşitli tarikatlardan da yüzlerce işbirlikçi mürit Anadolu’ya dağılıyordu. Sultan ve din adamlarının ferman ve fetvalarıyla halkın karşısına çıkıyorlar halkı kışkırtmaya ,ayaklanmalar örgütlemeye çalışıyorlardı Emperyalist açık işgalin Anadolu halkında yarattığı tepkiyi örtbas etmeye ve bu tepkinin Ulusal Kurtuluş Savaşı’na destek oluşturmasını engellemeye
çalışıyorlardı. Hilafet Ordusu’nun kurulması döneminde çıkarılan ‘ Şeyhülislam Dürrizade Fetvası’ olarak tarihe geçen ihanet ve utanç belgesinde bağımsızlık savaşına katılan herkes ‘halifeye isyan’la suçlanıyor ve halifenin düşmanı, İslam dinine karşı suçlu ilan ediliyordu.
Fetvada tüm inanmış Müslümanlara, Allah adına, bağımsızlıktan yana olanları acımasızca yok etmeleri emrediliyordu. Nihayetinde Fetva şu soru ve cevapla bitiriliyordu: ‘Asilerin katli caizmidir? El cevap vaciptir’
Bu fetvanın dağıtılması için İngiliz uçakları kullanılır. Halkın çoğunluğu vatan hainlerinin bu tür çağrılarına cevap vermese de işbirlikçi gericiler, Bağımsızlık Savaşımız sırasında irili-ufaklı gerici ayaklanma başlatırlar. Bunların belli başlıları: Şeyh Eşref, Birinci- İkinci Bozkır, Konya, Birinci -İkinci Anzavur, Ali Batı, Birinci – İkinci Düzce, Birinci – İkinci Yozgat ve Zile Ayaklanmaları dır.
Özellikle de Nakşibendi Tarikatı, bu ayaklanmalarda ön plana çıkıyordu. Konya ve Düzce yörelerinde yaşanan ve ‘Bozkır Ayaklanmaları ‘ olarak bilinen ayaklanmalar Nakşibendilerce yönetilir. ‘Din elden gidiyor’ diyerek bayrak açan Nakşibendilere, hem Sultan hem de
İngilizler silah başta olmak üzere her türlü desteği sunarlar. Ayaklanmaları n amacı, padişahı ve halifeyi korumak, Anadolu’da başlayan Bağımsızlık Savaşımızın önünü kesmektir.
Cumhuriyet Dönemindeki Nakşibendi Ayaklanmaları :
* 1924 Şeyh Sait Kürt-İslam Ayaklanması ( İngiliz kışkırtmasıyla ayaklanan
Şeyh Sait ve etrafındakiler Nakşibendidir)
* 1925 Rize Ayaklanması ( Şapka reformuna karşı ayaklananlar Nakşibendi
tarikatı üyesidirler)
*1930 Menemen Ayaklanması (Kubilay’ın başını kesip bir sırığa takanlar
Nakşi
Derviş Mehmet ile birlikte şeriat istemi ile ayaklanmışlardı r )
*1933 Bursa Ayaklanması (Nakşi Şeyhi İbrahim Türkçe Ezana karşı
ayaklanmıştır )
*1935 Nakşi Şeyhi Şeyh Halid Eruh’ta kendisini mehdi ilan etmiş ve silahlı
başkaldırıda bulunmuştur. Fransız koruması Suriye’ye kaçmıştır
*1935 Çorum İskilip İlçesinde Nakşi Şeyhi Kalaycı şeriat isteyerek
ayaklanmıştır .
TÜRKİYE SİYASİ TARİHİNDE KARŞI DEVRİMCİLİK
Türkiye’de sağ siyaset ve ideolojiler Emperyalizmden beslenerek güçlendiler.
Böylece devrimci-bağımsı zlıkçı hareketlere karşı toplumsal tabanda hazır bir ‘vurucu güç’ oluşturuldu. İstiklal savaşı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında ‘emperyalizm ve işbirlikçileri’ bu ülkenin yetkili kurullarından tamamen tasfiye edilmişti, Ama ‘emperyalizm ve işbirlikci – gericilik’ birbirini besleyerek tekrar kök salmıştır.
Türkiye’de, sağcıların uyguladıkları liberal politikalar tüm gelenekleri yıkmış ve aile yapısını parçalamıştır. Ahlaksal yozlaşmanın başlıca sorumlusu bu ekonomik uygulamalar, bencilce bir yaşam ve tüketim kültürü aşılıyor. 1950’den beri ‘manevi değerleri’ savunduğunu söyleyen ‘sağ-muhafazakar’ partiler tarafından yönetilen bu ülke, emperyalizmin güdümündeki politikalarla kültür erozyonu yaşadı. Demokrat Parti – Adalet Partisi- Anavatan Partisi – Doğru Yol Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında . Sağa kayma ve sömürülen bir ülke haline gelmek gerçekleşmişdir. Said-i Nursi’nin elini öpen Demirel, ABD’nin ”bizim çocuklar” ının lideri, darbeci general Evren, Şeyh Zait müridi Erbakan, amerikan pasaportlu Çiller, Nakşibendi müridi Özal, Özal, çömezi Yılmaz Hikmetyar’ın dizi dibindeki Tayyib, Fettullah muhibi Arınç
Birbiri peşine ülke yönetimine gelen bu insanların hiçbirinin Atatürk ile de Atatürkçülük ile de bir ilişkisi yoktu.
1946 tartışmasız biçimde bir dönüm noktasıdır. Kemalist Devrimin yüz vermediği tarikatlar, karşı devrimin evi Demokrat Partide yuvalanacaklar ve oy pazarlığında saf tutacaklardır. Karşı Devrim; 1950 Demokrat Parti’nin tek başına iktidarı ile etkin olarak başlar. Menderes Döneminde, Nakşi kolları olan Süleymancılık ile Nurculuk palazlanmaya başlar. ARAMCO Arab-Amerikan ortak petrol şirketi aracılığıyla Amerikancı İslam akımlarına kaynak aktarımı başlar. 1962’de bu göreviRABITA örgütü üstlenir RABITA’nın kuruluşunda Menderes’in milletvekili Ahmet Gürkan ile Sebilül Reşat dergisi sahibi Salih Özcan da vardı. Salih Özcan Suud sermayeli Faysal Finans’ın önemli hissedarlarındandı r. Faysal Finansın diğer ‘Nakşi’ Türk ortakları Ahmet Tevfik Paksu ve Halil Şıvgın’dır. Önce Demokrat Parti sonra da Adalet Partisi’nde yuvalanan Nakşibendiler, dinci örgütlenmelerini ancak 1970’te Milli Nizam Partisi ile hayata geçirirler…
Bu parti, Nakşibendi Şeyhi Mehmet Zahit Kotku’nun müridi Necmettin Erbakan tarafından kurulur. Ancak Erbakan, diğer işbirlikçi müritlerden farklı olarak, çok az da olsa anti-emperyalisttir . ABD’nin yönettiği 1980 darbesi ve 82 Anayasası Karşı Devrim sürecinin bir
önemli aşamasıdır. Kenan Evren – Turgut Özal ikilisi, Kendilerini sağ – muhafazakar – milli ve manevi değerlere saygılı – laikliği zedeleyecek kadar dine saygılı olduğunu söyleyen bu insanlar Atatürk’ün Cumhuriyete temel kıldığı kurumları birer birer yıktılar. Hukuk devletinin , Eğitim birliğinin temelini çökerttiler. dinsel ve etnik bölücülüğün yurt sathında yayılıp kök salmasına sebep oldular
Atatürk’ün borçsuz bıraktığı ülkeyi borç batağına soktular, hiç bir ülkeye bağımlı olmadan yaşayan bu ülkeyi ABD emperyalizmine teslim ettiler. 1984 ise ABD destekli Suudi sermayesinin altın çağının miladıdır. Suudi sermayesi, Albaraka ve Faysal Finans, ekonominin artık meşrulaşan
biçimiyle tarikatları şirketleştirecek ve ‘yeşil sermaye deccalı’nı karşımıza çıkaracaktır. Al Baraka Grubu, Nakşi Korkut Özal ve Eymen Topbaş’ı Türk ortak olarak seçmiştir. ‘Haramzade’ Kemal Unakıtan ve Talat İçöz de diğer Nakşibendi ortaklardır. ABD kuklası Suudi sermayesi
Türkiye’deki Nakşileri palazlandırmakta ve onlar üzerinden ABD çıkarları organize olmaktadır.Tayyip ve tayfasının astarı yırtılmış yüzlerinin gerçek görüntüsü bu tabloda açık açık görünmektedir. 1994’te ise bir başka ‘dönüm noktası’ yaşanır. Yerel seçimleri kazanan Refah Partisi’nin,
belediye kaynaklarını yandaşlarına peşkeş çekmesiyle tarifi ve hesabı yapılamayan yolsuzluklar tarikatların kasalarını dolduracaktır. Kayıp trilyon davası ndan dolayı Erbakan hüküm giyerken, Abdullah GÜL, dokunulmazlık zırhının arkasında kendisini güvenceye alacaktır. Yeşil sermaye, gurbetcileri ‘din tacirliği ile dolandıracak’ , 5 milyar YTL ‘yi geçen yolsuzluklara imzalarını atacaklardır. YİMPAŞ ve KOMBASSAN bunların en bilinen örnekleridir. Yine bu paraları toplayanlar Nakşi’lerdir. Tam İşbirlikçi karakter ile yetişenler ise Abdullah GÜL, Tayyip, Unakıtan,Arınç ve çevresi olacaktır. ABD bu Nakşi kimlikli parti yi, AKP’yi kurdurarak ‘tam anlamıyla’ ele geçirecek ve 2002 3 Kasım’ından sonra doğrudan kendi çıkarları için kullanmaya başlayacaktır. Bir komplo ile DSP-MHP-ANAP hükümeti düşürülür. Bir erken seçim ile AKP
iktidara gelir. Seçim öncesi Tayyip efendi ABD’den icazeti alır. ABD, 80 darbesinde çizdiği hedefin ‘meyvalarını’ toplamaya başlamıştır artık.
Bir avuç zenginin açgözlülüğü uğruna yüzbinlerce insanın kanını döken kapitalist ihtiras, aramızda yaşamaktadır. Gözler boyanmaktadır. Satın alınan işbirlikçiler halklarına değil, sermayedar kapitalist efendilerine köle olmaktadır. Emperyalist devletler tarihte yemiş oldukları tokatların acısını unutmamışlardır. Bilinmektedir ki; dün olduğu gibi bugün de, topraklarının bağımsızlığı için akıtılacak kanı olan evlatlar yaşamaktadır aramızda. İşbirlikçi medya ve siyaset adamlarının ‘gaflet, dalalet ve hıyanet’ dolu tutumlarının hesabı, dün olduğu gibi bugün de elbet sorulacaktır.
SONUÇ
Nakşibendilik en politize olmuş en gerici en güdümlü ve en işbirlikçi tarikattır.Cumhuriye tin ve Aydınlanma Felsefesinin gerçek düşmanlarıdır. Nakşibendilik Cumhuriyet Düşmanı bir tarikattır.
AKP, Nakşibendi Tarikatının siyasal kuruluşudur ve maddi anlamda dolaylı, siyasi anlamda ise doğrudan ABD tarafından yönlendirilmektedir. Nakşiler, Kurtuluş Savaşımız ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarında gerçekleştirdikleri ayaklanmalar ile bir yere varamayacakları nı anlamışlardır.
Günümüzde yaptıkları; ‘beğenmedikleri’ ‘demokrasi treni’ ile devlete sızmak ve onu ele geçirmektir. Eskiden para-silah yardımı yaparak tarikatları kışkırtan eperyalistler de taktik değiştirmiştir. Bugün AKP’nin seçimlerde bu kadar yüksek oy alabilmesini sağlayan toplumsal yapının projesini ABD’nin hazırladığı bilinmektedir. Günümüz AKP’si çok ciddi maddi güçlere sahip, bu bilinen bir gerçek.
x
Aşağıda önce Vakit Gazetesi “yazarı” Abdurrahim Karakoç’un akıllara durgunluk verecek kalitedeki yazısı ve onun altında da benim kendisine verdiğim yanıtı bulabilirsiniz.
AZGIN KADINLAR FESTİVALİ
Abdurrahim Karakoç
Vakit Gazetesi
Bir daha hayret ettim açıkçası..
Kadınlar günü münasebetiyle bu kadar salak kadının bir araya geleceğini tahmin etmiyordum..
Kadınlar Gününde kadın haklarının yasağı devam etsin diye bağıran, höyküren kadınlar salak değilse nedir?
Başörtüsünden alıp veremediklerini de bilmemize imkan yok..
İddiaları “uygar” oldukları..Despotluklarına diyecek yoktur..
Seviyesizlikte ıcığı/cıcığı çıkmış bir televizyoncu, yasakçı salak kadınları meydanlara indirip robotlar gibi kullanıyor..
Beni en çok üzen, yasakçı kafadaki o salak kadınların Ay-Yıldız’lı nazlı bayrağımızı miting alanlarında sağa-sola sallamaları..
Dahası ise istismar ederek bayağılaştırmaları..Giden hafta değindim bu konuya..
Bayrak her yerde, gelişigüzel sallanacak bir flama değildir..
Kim ki yılın 12 ayınca balkonuna bayrak asıyorsa, mitinglerde mendil sallar gibi bayrak sallıyorsa, kesinlikle sahtekârdır..
Kesinlikle sahtekârlara alet olmaktır..Hele bir de güya “Gazi” denilen, başları kalpaklı bazı soytarılar var ki onlar beni tiksindiriyorlar..
Ne gaziliği bre zavallılar?.
Siz olsanız olsanız; TV ekranlarında görünmek için hiçbir değeri tepelemekten çekinmeyen ahmaklarsınız..Ellerinizde taşıdığınız bayrağıma yazık ediyorsunuz..
“Başörtüsü yasaklansın” mitinglerinde sizin ne işiniz var?..
Maraş’ın kurtuluşunu niçin bilmiyorsunuz?..İşgalci Fransız askerleri Maraş’lı kadınların peçelerini açınca; Sütçü İmam isimli kahraman gerekli derslerini vermişti.. İşte gaziliğin en büyük timsali..Sütçü İmam imanı ve ruhu var mı sizde?
Başörtüsü düşmanlarının, kaos karıştırıcılarının, İslâm muhaliflerinin düzenledikleri toplantılarda ne arıyorsunuz, söyler misiniz?
Alnında ay-yıldız bulunan kalpak giymek sizleri gerçekten gazi mi yapacak?
Geçin o hayali..
Şuna bakar mısınız?
Yasakçı gazi..Başörtüsüne muhalif gazi..
Ekmek arası dönere figüranlık yapan, edepsizliği, ahmaklığı şiar edinen gazi öyle mi?
Hayır, hayır, olamaz..
Bu saydığım menfi durumları gazi değil, cins tazı bile kabullenemez.
Ha, yukarda belirttiğim “yasakçı” kadınlar..
Ha sizler gibi ahmak zavallılar.
Nineniz, ananız, hanımınız, kardeşiniz yok mu sizlerin?
Olmasa bile hürriyet anlayışınız da mı yoktur..
Kendiniz için istemediğinizi niye başka kardeşleriniz için istersiniz?..
Belirli bir ücret mi ödüyorlar salaklığınıza mukabil?
Amma boşuna yoruluyorsunuz..Gün gelecek, o sallama aleti zannettiğiniz bayrağımız layık olduğu zirvelere dikilecek ve hiç inmiyecektir.
Hangi maksatla olursa olsun siyaset arenasında değeri düşürülen bayrağımız kirli ellerden mutlaka kurtulacaktır..
Söyler misiniz, “Kadınlar günü” diye bildiğiniz günün ilk kurucusu kimdir?Nerden bileceksiniz?Zıpçıktı günlerin tamamı ya bir papaz, ya bir rahibe, ya bir haham tarafından sokulmuştur düşünce defterimize..
Bu ayın 19’u çarşamba günü, Mevlid Kandili’dir..
Muhtemelen burnunuzu kıvırıyorsunuz. çünkü, İslâm’a karşı düşmanca tavır sergileyenler sizleri iğfal etmişler..
Ramazan Bayramı’na “şeker bayramı” lakabı takan güruh, cahillikten mi öyle yapıyorlar?
Hayır, hınzır gibi bilerek, Müslümanların kutsal günlerini ya zihinlerden silmek, ya da makas değişikliği ile bilinmeze doğru sürüklemek içindir..
Dokunmayın bayrağıma!.Dokunmayın hiçbir değerime..
———-
Tahsil görmüş hıyardan cacık yapar “uygar”ım
Keser yaşlı eşeği, sucuk yapar “uygar”ım
Miting miting gezmekten hiç uğramaz evine
Ve sokakta babasız çocuk yapar “uygar”ım
http://www.habervak tim.com/yazar. php?arama_ metin=&select=Azg%FDn+ kad%FDnlar+ festivali
(20 Mart 2008 tarihinde bu sayfaya ulaşılabiliyordu. Ancak gördükleri tepkiden olacak yazara ait ne var ne yok, her şeyi temizlemişler. Çok mert ve doğrudurlar vesselam!!!)
Abdurrahim Karakoç’a yanıtımdır:
Abdurrahim Karakoç,
“Azgın Kadınlar Festivali” başlıklı yazınızı okuduktan sonra, size birkaç çift söz etmek ihtiyacı duydum. Genellikle bu denli seviyesiz yazılara yanıt yazarak, değerli vaktimi ve enerjimi harcamak adetim değildir ama bu yazınız her türlü bayağılık sınırını ve dolayısı ile de insanın tahammül sınırını aşıyor. Naçizane önerim, aklınızın ermediği konularda yazarken biraz daha dikkatli olunuz. Aksi takdirde insanın acınacak duruma düşmesi işten değildir.
Her şeyden önce kötü söz sahibine aittir. Karşısındakini salaklıkla suçlayan insanlar, nedense kendi salaklıklarını bir türlü göremezler.
Kadınlar gününde sizin deyiminizle “höyküren”, bizim deyimimizle ise “seslerini duyurmaya çalışan” o kadınların başörtüsü ile bir alıp veremedikleri yoktu. Onların sorunu türbanla, yani bir kesimin 25, bilemediniz 30 yıl önce zorla yarattığı ve her geçen yıl biraz daha dayattığı, o siyasal İslam üniformasıylaydı. Bir sembol olan o türbanı, masum bir başörtüsü kılığına sokma çabalarınız, gerçekten düşündürücüdür. ‘Acaba kötü niyetten mi, yoksa seslerini duyurmaya çalışan kadınlara yakıştırdığınız o çirkin sıfattan mıdır?’ diye düşünmeden edemiyor insan.
Daha o insanların iddialarının ne olduğundan bile haberiniz yok. “Uygar” olduklarını değil, “Çağdaş” olduklarını savunmaktadırlar ve yazık ki; asıl robot olarak kullanılanlar, başlarının hava ile tüm temasını kesecek şekilde, o sentetik bone ve kumaşlara hapsedilmesine izin verenler ve böyle insan sağlığına zarar verici bir uygulamanın Allah kelamı olduğunu iddia edenlere, kayıtsız şartsız inananlardır.
Kadın haklarından ne anladığınızı da pek güzel ifade etmişsiniz doğrusu. Kadının başını böyle bir cendereye sokması mıdır kadın hakları yoksa Atamızın bize hediye ettiği haklar mıdır? Kadınımız seçme ve seçilme hakkını tüm dünya kadınlarından önce kazanmış. Erkeğin iki dudağının arasındaki kaderinden kurtulmuş; çalışıyor, para kazanıyor, kendi ayaklarının üzerinde durabiliyor. Onuruyla, namusu ile erkeğin yanında yerini alıyor. Öyle erkeğin iki adım arkasından, utanacak bir şeyi varmış gibi başını önüne eğip yürümüyor. Kendine saygısı var, erkeğe saygısı var, yasalara saygısı var. Size kalsa kadına tanıyacağınız hak ortada işte: Türban!
Bu sembolle çıktığınız o uzun ince yolun sonuna varabilirseniz eğer, evde oturup yalnızca erkeğine hizmet edip, ona çocuk doğurmaktan ibaret bir yaşantıya sahip olma haklarını da elde edecek kadınlarımız. Sosyal, siyasal, iş ve benzeri yaşamlardan silinme hakkına da kavuşacaklar. Bir kadın daha ne isteyebilir ki?
Kısacası vatan ve rejim söz konusu olduğunda bayrak asmak veya sallamak değil, türbanı baş örtüsü kılığına sokup dayatmak, kadını toplumdan silmeyi kadın haklarını koruyor pozunda savunmaktır, asıl sahtekarlık.
Siyasi İslam’ın sembolü türbana karşı tepkisini göstermek için Kuvva-i Milliye’nin sembolü kalpağı takıp, temsili olarak bir şeyler anlatmaya çalışan insanların çabaları, size ahmakça geliyor ve tiksinmenize neden oluyorsa; sizlerin her fırsatta Sütçü İmam’ın, o temiz yürekli vatansever insanın adını dilinize dolayıp, kendi amaçlarınız için kullanmanız da benim midemi bulandırıyor.
Kapasitenizi zorlamak ve sizi yormak istemiyorum ancak bir gerçeği ortaya koyabilmek için buna mecburum. Şimdi lütfen kendinizi zorlayın ve gözünüzün önüne işgal edilmiş bir Maraş getirin. Düşman askerleri tarafından işgal edilmiş bir Maraş. Ayrılıkçı Ermeniler, Fransızlar tarafından silahlandırılmış, Fransız ordusunda on bin kişilik bir Ermeni kuvveti oluşmuş, bunlar her gün köyleri basıyor, kadınları taciz ediyorlar. Hayal edebildiniz mi?
Halkın canının burnuna geldiği böyle bir ortamda en ufak bir damla, bardağı taşırmaya yeter de artar bile. Maraş’ta tesadüfen o damla, Sütçü İmam’ın dükkanının önünde Fransız askeri üniformalı Ermenilerin hamamdan dönen kadınların peçelerini açmaya çalışmaları olmuş. Aynı askerler, kadınların peçelerini açmaya çalışmak yerine, küçük bir çocuğu tartaklasalardı, halktan bir adamı haksız yere dövselerdi ya da öldürselerdi, bayrağımızı indirmeye kalksalardı, aynı tepkiyi vermez miydi Sütçü İmam?
Sadece burada mı sömürülüyor Sütçü İmam’ın adı? Gelelim 1978’e. Yer yine Maraş ama artık Kahramanmaraş… Sömürülen isim, yine Sütçü İmam.
19 Aralık 1978 günü Çiçek Sineması’nda bir ses bombası patlar. Bu bombanın ardından seyirciler, her ne hikmetse bir anda eylemciye dönüşüp “Kanımız aksa da zafer İslam’ın!” sloganı ile CHP il binasına saldırırlar. Zaten bir süredir şehirde “Komünistler, Allahsız Aleviler, şehir suyuna zehir kattılar” fısıltısı dolaşmaktadır. Derken patlamanın olduğu gece ikinci bir söylenti daha ortaya çıkar. “Sinemayı komünistler bombaladı”. Ertesi gün Alevilerin oturduğu bir kahvehane bombalanır. Sonraki gün TÖB-DER üyesi iki öğretmen öldürülür ve on bin kişinin katılımı ile cenazeleri 22 Aralık’ta kalkar.
Cenaze korteji Ulu Cami önüne geldiğinde, cami içinde ve çevresinde silahlı iki bin kişi, korteji beklemektedir. O gün, Bağlarbaşı Cami imamının Cuma vaazı şöyledir: “Oruç tutmak, namaz kılmakla hacı olunmaz, bir Alevi öldürürsen beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanırsın. Bütün din kardeşlerimiz hükümete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır”
İşte bu vaazdan sonra söz konusu kalabalık, “Komünistlerin ve Alevilerin cenaze namazı kılınmaz!” sloganı ile korteje saldırır. Kortej dağılır ancak kalabalığın öfkesi dinmez. Kahramanmaraş çarşısına doğru yürüyüşe geçerler. CHP’li ve Alevi olan vatandaşlara ait işyerlerini tahrip ederler. Çatışmalarda üç kişi daha hayatını yitirir. Bazı ev ve işyerleri daha önceden “üç hilal” ile işaretlenmiştir. Kapısında bu işaretin bulunmadığı ev ve iş yerleri yerle bir edilir. Aynı gece bir söylenti daha yayılır kente: Ertesi gün komünist Aleviler, silahlı saldırıda bulunacaklardır!
Ertesi gün, yani 23 Aralık’ta katliamın çağrısı Belediye hoparlörlerinden ve Ulu Cami minarelerinden yankılanır: “Alevi kafirler, Yörükselim’de bir çok din kardeşimizi şehit ediyorlar. Allah’ını seven Müslümanlar hazır olsunlar!”
İşte, o utanç verici olaylar, bu koca yalanla başlar. Başta Yörükselim olmak üzere Alevilerin yaşadığı semtlerde evlere saldırılır. Uzun menzilli silahlarla taranan evler, bombalanır ve yakılır. Çoluk çocuk, kadın erkek demeden Aleviler öldürülmeye başlanır. Ellerinde silahlar, taşlar, sopalar, keserler, baltalarla saldıran gözü dönmüş kalabalık, tam bir katliam yapar…
24 Aralık sabahı şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Olaylar sırasında saldırganlar arasında polislerin de bulunması nedeni ile polis görev dışı bırakılmıştır. İstediği yardım gelmeyen asker, elindeki mevcutla olayları önlemeye çalışmaktadır. Aleviler bu yasağa uyar ancak karşı taraf, sabahın erken saatlerinden itibaren civar şehir ve köylerden de aldıkları katılımla saldırılara başlar. Av tüfeği satan dükkânların yağmalanmasıyla silahlanan kalabalık, “Müslüman Türkiye” sloganı ile Alevi mahallerine bir kez daha saldırır.
“Bugün cihat günüdür, bir Alevi öldüren cennete gider. SÜTÇÜ İMAM AŞKINA VURUN!..” naralarıyla savunmasız insanlar kurşuna dizilir, evleri ile birlikte yakılır, hastaneler kuşatılır, bir şekilde kurtulan yaralılar öldürülür.
Alevilerin, “dinsiz” ve “sünnetsiz” olduğuna inanmaktadırlar. Bunu kontrol için yollarda erkekleri çevirip, pantolonlarını indirip, sünnetli olup olmadıklarına bakarlar.
19 Aralık’ta başlayan olaylar ancak 25 Aralık’ın sonunda gece yarısı sona erer. “Sütçü İmam aşkına vuranlar”ın verdiği zarar çok ağırdır.
* Resmi rakamlara göre 111, yaşayanlara göre ise 500’e yakın ölü.
* Resmi rakamlara göre 2000’in üzerinde, yaşayanlara göre ise 5000’den fazla yaralı.
* Tahrip edilip, yakılan 552 ev ve 289 iş yeri.
* Katliam sonrası Alevi nüfusun %80’i hızla Maraş’tan göç etmiştir.
***
Hiç gülmeyin, ben Alevi değilim. Sağ – Sol kavramına inanmam, CHP’li de değilim. Komünist hiç değilim. Sadece insanım. Ülkeyi karıştırmak için dinin kullanıldığını, kendi halinde dindar insanların dini kışkırtmalarla nasıl bir canavara dönüştürülebileceğini gören ve bundan dehşet duyan bir insan. Sütçü İmam gibi temiz isimlerin, kirli emellere nasıl alet edildiğine şahit oldukça kahrolan bir insan. “Yeter artık! İnancımız rahat bırakılsın, kötüye kullanılmasın! Bugün ortada bir kaos varsa, onu yaratanlar türbana karşı olanlar değil, türbanı yaratıp, dayatanlardır. Çözümse türbanı dayatmakta değil, tehdidi ortadan kaldırmakta yatıyor” diyen bir insan.
Ne nükleer silahlar, ne diğerleri, cehalet, kör inanç ve kışkırtmanın bir araya gelmesiyle oluşan doğal silahın eline su dökebilirler. Sonuçta türban karşıtlığı bir damla kan dökmüyor ama dini kışkırtma yukarıda anlattığım gibi onlarca katliama sebep oluyor. Şimdi bana hepsini tek tek saydırmayın.
Şimdi gelelim “salaklığımıza”. Artık boş laf ebeliğini geçin de gerçekleri görün, oradaki kadınları da din tacirlerinizle karıştırmayın. Kimlere para ödendiğini eminim bizden daha iyi biliyorsunuzdur.
Kadınlar gününün yaratıcısına gelince, asıl siz kimin yarattığını bilmiyorsunuz. 17 Mart 2008 tarihinde Ulus Gazetesi’nde yayınlanan ve Suay Karaman tarafından yazılan “8 Mart’ın Ardından” adlı yazıya bir göz atalım:
” Daha iyi çalışma koşulları elde etmek için, 8 Mart 1857 tarihinde New York’taki bir tekstil fabrikasında 40.000 işçi grev yapmıştı. Polisin işçilere saldırması sonucunda çıkan kargaşa ve yangında çoğu kadın 129 işçi hayatını kaybetmişti.
1910 yılında Kopenhag‘da 2. Sosyalist Enternasyonale bağlı toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart tarihinin “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanması kararlaştırılmıştır.
1921 yılında Moskova‘da toplanan 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda bu günün “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmasının ilan edilmesinden ardından, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın
“Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını kabul etmiştir.”
Kadınlar Günü’nün kabul edilmesinin temel sebebiyle bugünün ne ilgisi olduğunu anlamak için Uluslararası Af Örgütü’nün, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle hazırladığı rapora göz atmak gerekiyor. Rapora göre;
* Dünya kadınlarının % 20’si, fiziki veya cinsel saldırıya maruz kalıyor.
* ABD’de her 15 saniyede bir kadın dövülüyor. Her yıl 700 bin kadın tecavüze uğruyor.
* Mısır’da kadınların % 35’i kocalarından dayak yiyor.
* Evde sürekli dayak yemenin uzun vadeli etkileri fiziksel ve psikolojik olarak yıkıcıdır. Kadınlar, nerede gerçekleşirse gerçekleşsin, tecavüz sonucu sarsıntıya uğrarlar ve yaralanırlar. Tıbbi sonuçları psikolojik sarsıntı, yaralar, istenmeyen gebelik ve kısırlıktır.
* Sorumlular, kadını itaat için sindirmeyi veya akrabalarına itaatsizliği nedeniyle utandırdığı için cezalandırmayı amaçlayabilir.
İşte bu rapor doğrultusunda çoğu kadın 129 işçinin grev sırasında şiddete maruz kalarak öldürülmesinin ardından 120 yıl sonra Birleşmiş Milletler’in 8 Mart tarihini kadınlara hediye etmesinin nedenlerini anlamış olabiliyoruz.
Tüm dünyada kadınlar yıllarca mücadele vererek, gerektiğinde ölerek haklarını söke söke koparmışlardır. Bir tek bizim ülkemizde, hem de herkesten önce kadın hakları kadınların kucağına Mustafa Kemal Atatürk tarafından hediye olarak bırakılmıştır. Büyük ihtimal ile bunun içindir ki; bir türlü kıymeti bilinmemekte, hatta bazen istenmemekte ya da kullanılmamaktadır. Görüyorsunuz ya işte “salaklık” gerçekten de “parayla” değil.
Bayrağımız zaten zirvede ve dalgalanmakta ancak sanırım siz bunun farkında değilsiniz. Bizlerin tüm amacı da o bayrağın indirilip, yerine ABD, AB, PKK veya İslam Cumhuriyeti’nin bayrağının dalgalanmasına engel olmaktır. Onun için, bayrağımıza uzanan elleri önce biz kırarız!
Değerlerinize gelince, Arap kültürünü dayata dayata yeterince yok ettiniz değerlerimizi. Bizim gerçek İslam’a saygımız tam. Ortada iğfal edilen birileri varsa o da Arap kültürünü kendi kültürüne tercih edenlerdir. Başörtüsünü, yazmayı bırakıp, türbana, çarşafa bürünmek de bunun örneklerinden yalnızca biridir. Ortada bir de İslam düşmanı varsa, o da dinimizi orasından burasından çekiştirip, kendi emelleri için değiştirmeye çalışanlardır.
Son olarak şunu da belirtmek isterim ki; bu yazınızdan dolayı hanımlar size hakaret davası açıyorlarmış. Ben açmayacağım, tamamen zaman kaybı, çünkü sizin cezai ehliyete sahip olduğunuzu hiç sanmıyorum.
Tanrı sizleri ıslah ederken, aklı başında ve kadına hak ettiği değeri veren, saygıyı gösteren erkeklerimizi de yanımızdan eksik etmesin.
Bu dörtlük de benden:
Terbiyeden nasibini alamamıştır “yobaz”ım
Aklı ermez, yine de yazar olur “yobaz”ım
İçindeki karanlık yansır her cümlesine,
İftira en büyük günahtır, onu bile bilmez “yobaz”ım.
Değer Erbora
Date: Mon, 24 Mar 2008 13:15:30 +0200
From: mineince1@gmail.com
Subject: Akıllara zarar bir yazar ve TARİKATÇILAR
From: Zehra Top
SABIRLA BU YAZIYI OKUMANIZI ÖNERİRİM….KENDİNİ BİLMEZ BİR MÜRTECİ VE O MÜRTECİ YAZARA VERİLEN CEVAP … HARİKA. …. .ZAMANINIZ BOŞA
GİTMEYECEK ZT
From: Deger Erbora
Değerli Dostlar,
Ekteki dosyada üstte Vakit Gazetesi ‘yazarı’ Abdurrahim Karakoç’un
akıllara durgunluk verecek kalitedeki yazısını ve onun altında da
benim kendisine verdiğim yanıtı bulabilirsiniz.
Saygı ve sevgilerimle,
Değer Erbora–
www.degererbora.blogspot.com
Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden,
içerideki cephenin suskunluğudur.
Mustafa Kemal Atatürk
http://beraber.webs.com/tarikatlarvesiyaset.htm DEN ALINTIDIR.
TÜRK SIYASETINDE TARIKATLAR VE TURBAN
TÜRK SIYASETINDE TARIKATLAR (tarikat, siyaset,ticaret sarmali)
Ibretle sonuna kadar okunmasi gereken bir yazi..’irtica’ kavramini daha iyi anlatiyor.
AKP’li BAZI ISIMLERIN TARIKATLARI
Recep Tayyip: Naksibendi Iskenderpasa Dergahi müridi
Abdullah Gül: Büyük Dogu ekolünden geliyor. Necip Fazil naksibendi seyhi Abdülhakim Arvasi’nin dergâhinin etkisiyle tarikat-cemaat iliskilerine katildi.
Abdulkadir Aksu: Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
M.Ali Şahin: Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Beşir Atalay: Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Ali Babacan: Korkut Özal’ın yetiştirmesi. Nakşibendi tarikatının
İskenderpaşa Dergâhı müridi
Vecdi Gönül: İskenderpaşa Dergahına yakın
Ali Coşkun: Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Kemal Unakıtan: Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Recep Akdağ Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Binali Yıldırım Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Sami Güçlü: Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Hilmi Güler: Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Zeki Ergezen Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Murat Başesgioğlu: Said-i Nursi’nin öğrencilerinden.
Hüseyin Çelik: Nur tarikatı müridi
Mehmet Aydın: Nurcuların Fettullahçı kolundan
Bülent Arınç: Nur tarikatı müridi
Abdüllatif Şener: Tarikat kökeni belli değil
TARİKATLAR
Tarikat yol ve usul manasındadır. Tarikat bir din ve mezhep değil, dini anlama ve yaşama şeklidir. Farklı yorumlamalar dinlerin farklı uygulama biçimlerini ortaya koymuştur.Bu farklı yorumlama-uygulama anlayışlarından ‘Mezhep’ler doğmuştur.
İslami tarikatlar ‘tasavvuf’tan doğmuştur. Kimi tasavvufçulara göre dinin açık anlamları bilgisizler içindir. Onlara göre dinin bilgili kişiler için gizli anlamları vardır. Bu gizli anlam, ancak büyük bilgililerin yorumlarıyla açığa çıkarılabilir. Ruhban sınıfının, İslam’daki yeri, bir mantık ile sağlanmak istenmiştir.Tarikatlarda bir de Rabıta denen bir kavram vardır. «Şeyhin şeklini zihinde canlandırmaktı r» diye tanımlanabilir. Nakşibendiliğin de savunduğu ‘Rabıta’ kavramının özü . Müridin şeyhe canfedâ bir şekilde bağlanmasını sağlamaktır. Müritlik sıfatını kazanan kişiye sürekli şekilde rabıta yaptırılır.
Rabıtanın en önemli şartı, şeyhin şeklini zihinde canlandırmak ve sanal alemde hep onunla yaşamaktır. Tarikat şeyhinin, ibadet ve inanç sistemi içindeki son derece baskın yapısını ortaya çıkaran kavram da işte bu Rabıta’dır. Rabıta, Allah’a değil, şeyhe ‘kul’ yetiştirmektedir.
Ayrıca şeyhin gözde adamları tarafından müritlere sürekli olarak şeyhin «keşif ve kerametleri,manevi üstünlükleri, yüce ahlâkı ve Allah katındaki mertebesi» hakkında telkinler yapılır. Bu telkinler o kadar sürekli ve etkilidir ki, anlatımlar esnasında bazı müritler dayanamayarak baygınlık geçirir, bazıları acaip sesler çıkarır ; ; bazıları ise kendilerini yere atarlar. Buna da tarikat dilinde «cezbeye kapılmak» denir. Mürit uzun süre bu telkinler altında artık şeyhin bir kulu ve kölesi haline gelir.Hz. Muhammed’in hayatında bu tür saçmalıklar asla yoktur O sevinmiş, üzülmüş, öfkelenmiş, ve özetle mahrem olmayan hiçbir insani niteliğini gizlememiştir. O’nun insani özellikleri çok belirgindir. Ama İslam dinini yorumluyoruz diye ortaya çıkan birçok şeyh, şıh ve hocaefendi gibi adamlar kendilerini ulaşılmaz yerlere koymuş, kendilerine biat edilmesini istemiş İslam’da hiç yeri olmayan bin türlü sahtekarlık ile masum insanları kandırabilmişlerdir. Nakşibendilik. İslam dininin en önemli tarikatlarından biridir. Hoca Ahmet Yesevi’nin düşüncelerini yorumlayan Bahaeddin Nakşibend tarikatın kurucusudur. Tarikat da ismini, Farsça ‘nakış yapan’ anlamına gelen Nakşibend’den alır. Nakşibendiliğin 7 kolu vardır. Türkiye’de günümüze değin gelebilen ve gücünü koruyabilen sadece Nurculuk ve Süleymancılıktır. Nurculuk, Said-i Nursi -1873-1960 ) tarafırından kurulmuştur. Süleymancılık da Süleyman Hilmi Tunahan (1888-1959) tarafından kurulmuştur. Nakşilerin en etkin olanı , Said-i Nursi Nurculuğunun bir uzantısı olan Fettullahçılıktı r.’merkez’de yer alan Nakşiliğin en yobaz uzantısı, Tayyip Erdoğan’ın da müridi bulunduğu İskenderpaşa Dergahı’dır. Kurtuluş savaşına karşı Nakşibendiler Anadolu’daki ‘bazı tarikatların’ , ‘Aydınlığa yönelik düşmanlıkları’ çok eskilere dayanır. Ama en belirgin düşmanlıklar, II. Abdülhamit’in bu tarikatları ‘ilericiler’ üstüne salmasıyla belirginleşir. Nakşibendiliğin, devletin içine sızması da bu süreçte olur. II. Abdülhamit’in oluşturduğu 4 bin kişilik jurnalci ordusunun nüfusunu tarikatlar oluşturmuş; Abdülhamit’in halka uyguladığı zulmün, taşeronluğu nu yapmışlardır.Osmanlı’nın halk üzerindeki sömürüsünü perdeleyen tarikatların en önemli gerici ayaklanması 1909’da olur.
II. Meşrutiyet ile hesaplaşma, İngilizlerin tahriki ve maddi yardımıyla İstanbul’da gericilerin ayaklanmaları yla sonuçlanır. Tarihte, 31 Mart gerici ayaklanması olarak bilinen bu irtica olayında, İngilizler ile işbirlikçilerin rolünün üstü hep örtülmüştür. Özellikle Cumhuriyet dönemindeki Nakşibendi Şeyh Sait’in isyanında ise, emperyalizmin işbirlikçiliği utanç belgeleri olarak su yüzüne çıkmıştır. Kurtuluş Savaşımız devam ederken, ‘Hilafet ordusu’ örgütlenmesine yine işbirlikçi-gerici tarikatlar öncülük eder. Tarikatlardan medrese hocalarına, Şeyhülislama , Galata Bankerlerinden Sultana kadar bütün işbirlikçiler , Anadolu Halkı’nın dini inançlarını istismar ederek henüz çekirdek halindeki bağımsızlık savaşını boğmak için işgal güçleri ile ‘işbirliği’ yapmaktaydılar. Çeşitli tarikatlardan da yüzlerce işbirlikçi mürit Anadolu’ya dağılıyordu. Sultan ve din adamlarının ferman ve fetvalarıyla halkın karşısına çıkıyorlar halkı kışkırtmaya ,ayaklanmalar örgütlemeye çalışıyorlardı Emperyalist açık işgalin Anadolu halkında yarattığı tepkiyi örtbas etmeye ve bu tepkinin Ulusal Kurtuluş Savaşı’na destek oluşturmasını engellemeye
çalışıyorlardı. Hilafet Ordusu’nun kurulması döneminde çıkarılan ‘ Şeyhülislam Dürrizade Fetvası’ olarak tarihe geçen ihanet ve utanç belgesinde bağımsızlık savaşına katılan herkes ‘halifeye isyan’la suçlanıyor ve halifenin düşmanı, İslam dinine karşı suçlu ilan ediliyordu.
Fetvada tüm inanmış Müslümanlara, Allah adına, bağımsızlıktan yana olanları acımasızca yok etmeleri emrediliyordu. Nihayetinde Fetva şu soru ve cevapla bitiriliyordu: ‘Asilerin katli caizmidir? El cevap vaciptir’
Bu fetvanın dağıtılması için İngiliz uçakları kullanılır. Halkın çoğunluğu vatan hainlerinin bu tür çağrılarına cevap vermese de işbirlikçi gericiler, Bağımsızlık Savaşımız sırasında irili-ufaklı gerici ayaklanma başlatırlar. Bunların belli başlıları: Şeyh Eşref, Birinci- İkinci Bozkır, Konya, Birinci -İkinci Anzavur, Ali Batı, Birinci – İkinci Düzce, Birinci – İkinci Yozgat ve Zile Ayaklanmaları dır.
Özellikle de Nakşibendi Tarikatı, bu ayaklanmalarda ön plana çıkıyordu. Konya ve Düzce yörelerinde yaşanan ve ‘Bozkır Ayaklanmaları ‘ olarak bilinen ayaklanmalar Nakşibendilerce yönetilir. ‘Din elden gidiyor’ diyerek bayrak açan Nakşibendilere, hem Sultan hem de
İngilizler silah başta olmak üzere her türlü desteği sunarlar. Ayaklanmaları n amacı, padişahı ve halifeyi korumak, Anadolu’da başlayan Bağımsızlık Savaşımızın önünü kesmektir.
Cumhuriyet Dönemindeki Nakşibendi Ayaklanmaları :
* 1924 Şeyh Sait Kürt-İslam Ayaklanması ( İngiliz kışkırtmasıyla ayaklanan
Şeyh Sait ve etrafındakiler Nakşibendidir)
* 1925 Rize Ayaklanması ( Şapka reformuna karşı ayaklananlar Nakşibendi
tarikatı üyesidirler)
*1930 Menemen Ayaklanması (Kubilay’ın başını kesip bir sırığa takanlar
Nakşi
Derviş Mehmet ile birlikte şeriat istemi ile ayaklanmışlardı r )
*1933 Bursa Ayaklanması (Nakşi Şeyhi İbrahim Türkçe Ezana karşı
ayaklanmıştır )
*1935 Nakşi Şeyhi Şeyh Halid Eruh’ta kendisini mehdi ilan etmiş ve silahlı
başkaldırıda bulunmuştur. Fransız koruması Suriye’ye kaçmıştır
*1935 Çorum İskilip İlçesinde Nakşi Şeyhi Kalaycı şeriat isteyerek
ayaklanmıştır .
TÜRKİYE SİYASİ TARİHİNDE KARŞI DEVRİMCİLİK
Türkiye’de sağ siyaset ve ideolojiler Emperyalizmden beslenerek güçlendiler.
Böylece devrimci-bağımsı zlıkçı hareketlere karşı toplumsal tabanda hazır bir ‘vurucu güç’ oluşturuldu. İstiklal savaşı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında ‘emperyalizm ve işbirlikçileri’ bu ülkenin yetkili kurullarından tamamen tasfiye edilmişti, Ama ‘emperyalizm ve işbirlikci – gericilik’ birbirini besleyerek tekrar kök salmıştır.
Türkiye’de, sağcıların uyguladıkları liberal politikalar tüm gelenekleri yıkmış ve aile yapısını parçalamıştır. Ahlaksal yozlaşmanın başlıca sorumlusu bu ekonomik uygulamalar, bencilce bir yaşam ve tüketim kültürü aşılıyor. 1950’den beri ‘manevi değerleri’ savunduğunu söyleyen ‘sağ-muhafazakar’ partiler tarafından yönetilen bu ülke, emperyalizmin güdümündeki politikalarla kültür erozyonu yaşadı. Demokrat Parti – Adalet Partisi- Anavatan Partisi – Doğru Yol Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında . Sağa kayma ve sömürülen bir ülke haline gelmek gerçekleşmişdir. Said-i Nursi’nin elini öpen Demirel, ABD’nin ”bizim çocuklar” ının lideri, darbeci general Evren, Şeyh Zait müridi Erbakan, amerikan pasaportlu Çiller, Nakşibendi müridi Özal, Özal, çömezi Yılmaz Hikmetyar’ın dizi dibindeki Tayyib, Fettullah muhibi Arınç
Birbiri peşine ülke yönetimine gelen bu insanların hiçbirinin Atatürk ile de Atatürkçülük ile de bir ilişkisi yoktu.
1946 tartışmasız biçimde bir dönüm noktasıdır. Kemalist Devrimin yüz vermediği tarikatlar, karşı devrimin evi Demokrat Partide yuvalanacaklar ve oy pazarlığında saf tutacaklardır. Karşı Devrim; 1950 Demokrat Parti’nin tek başına iktidarı ile etkin olarak başlar. Menderes Döneminde, Nakşi kolları olan Süleymancılık ile Nurculuk palazlanmaya başlar. ARAMCO Arab-Amerikan ortak petrol şirketi aracılığıyla Amerikancı İslam akımlarına kaynak aktarımı başlar. 1962’de bu göreviRABITA örgütü üstlenir RABITA’nın kuruluşunda Menderes’in milletvekili Ahmet Gürkan ile Sebilül Reşat dergisi sahibi Salih Özcan da vardı. Salih Özcan Suud sermayeli Faysal Finans’ın önemli hissedarlarındandı r. Faysal Finansın diğer ‘Nakşi’ Türk ortakları Ahmet Tevfik Paksu ve Halil Şıvgın’dır. Önce Demokrat Parti sonra da Adalet Partisi’nde yuvalanan Nakşibendiler, dinci örgütlenmelerini ancak 1970’te Milli Nizam Partisi ile hayata geçirirler…
Bu parti, Nakşibendi Şeyhi Mehmet Zahit Kotku’nun müridi Necmettin Erbakan tarafından kurulur. Ancak Erbakan, diğer işbirlikçi müritlerden farklı olarak, çok az da olsa anti-emperyalisttir . ABD’nin yönettiği 1980 darbesi ve 82 Anayasası Karşı Devrim sürecinin bir
önemli aşamasıdır. Kenan Evren – Turgut Özal ikilisi, Kendilerini sağ – muhafazakar – milli ve manevi değerlere saygılı – laikliği zedeleyecek kadar dine saygılı olduğunu söyleyen bu insanlar Atatürk’ün Cumhuriyete temel kıldığı kurumları birer birer yıktılar. Hukuk devletinin , Eğitim birliğinin temelini çökerttiler. dinsel ve etnik bölücülüğün yurt sathında yayılıp kök salmasına sebep oldular
Atatürk’ün borçsuz bıraktığı ülkeyi borç batağına soktular, hiç bir ülkeye bağımlı olmadan yaşayan bu ülkeyi ABD emperyalizmine teslim ettiler. 1984 ise ABD destekli Suudi sermayesinin altın çağının miladıdır. Suudi sermayesi, Albaraka ve Faysal Finans, ekonominin artık meşrulaşan
biçimiyle tarikatları şirketleştirecek ve ‘yeşil sermaye deccalı’nı karşımıza çıkaracaktır. Al Baraka Grubu, Nakşi Korkut Özal ve Eymen Topbaş’ı Türk ortak olarak seçmiştir. ‘Haramzade’ Kemal Unakıtan ve Talat İçöz de diğer Nakşibendi ortaklardır. ABD kuklası Suudi sermayesi
Türkiye’deki Nakşileri palazlandırmakta ve onlar üzerinden ABD çıkarları organize olmaktadır.Tayyip ve tayfasının astarı yırtılmış yüzlerinin gerçek görüntüsü bu tabloda açık açık görünmektedir. 1994’te ise bir başka ‘dönüm noktası’ yaşanır. Yerel seçimleri kazanan Refah Partisi’nin,
belediye kaynaklarını yandaşlarına peşkeş çekmesiyle tarifi ve hesabı yapılamayan yolsuzluklar tarikatların kasalarını dolduracaktır. Kayıp trilyon davası ndan dolayı Erbakan hüküm giyerken, Abdullah GÜL, dokunulmazlık zırhının arkasında kendisini güvenceye alacaktır. Yeşil sermaye, gurbetcileri ‘din tacirliği ile dolandıracak’ , 5 milyar YTL ‘yi geçen yolsuzluklara imzalarını atacaklardır. YİMPAŞ ve KOMBASSAN bunların en bilinen örnekleridir. Yine bu paraları toplayanlar Nakşi’lerdir. Tam İşbirlikçi karakter ile yetişenler ise Abdullah GÜL, Tayyip, Unakıtan,Arınç ve çevresi olacaktır. ABD bu Nakşi kimlikli parti yi, AKP’yi kurdurarak ‘tam anlamıyla’ ele geçirecek ve 2002 3 Kasım’ından sonra doğrudan kendi çıkarları için kullanmaya başlayacaktır. Bir komplo ile DSP-MHP-ANAP hükümeti düşürülür. Bir erken seçim ile AKP
iktidara gelir. Seçim öncesi Tayyip efendi ABD’den icazeti alır. ABD, 80 darbesinde çizdiği hedefin ‘meyvalarını’ toplamaya başlamıştır artık.
Bir avuç zenginin açgözlülüğü uğruna yüzbinlerce insanın kanını döken kapitalist ihtiras, aramızda yaşamaktadır. Gözler boyanmaktadır. Satın alınan işbirlikçiler halklarına değil, sermayedar kapitalist efendilerine köle olmaktadır. Emperyalist devletler tarihte yemiş oldukları tokatların acısını unutmamışlardır. Bilinmektedir ki; dün olduğu gibi bugün de, topraklarının bağımsızlığı için akıtılacak kanı olan evlatlar yaşamaktadır aramızda. İşbirlikçi medya ve siyaset adamlarının ‘gaflet, dalalet ve hıyanet’ dolu tutumlarının hesabı, dün olduğu gibi bugün de elbet sorulacaktır.
SONUÇ
Nakşibendilik en politize olmuş en gerici en güdümlü ve en işbirlikçi tarikattır.Cumhuriye tin ve Aydınlanma Felsefesinin gerçek düşmanlarıdır. Nakşibendilik Cumhuriyet Düşmanı bir tarikattır.
AKP, Nakşibendi Tarikatının siyasal kuruluşudur ve maddi anlamda dolaylı, siyasi anlamda ise doğrudan ABD tarafından yönlendirilmektedir. Nakşiler, Kurtuluş Savaşımız ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarında gerçekleştirdikleri ayaklanmalar ile bir yere varamayacakları nı anlamışlardır.
Günümüzde yaptıkları; ‘beğenmedikleri’ ‘demokrasi treni’ ile devlete sızmak ve onu ele geçirmektir. Eskiden para-silah yardımı yaparak tarikatları kışkırtan eperyalistler de taktik değiştirmiştir. Bugün AKP’nin seçimlerde bu kadar yüksek oy alabilmesini sağlayan toplumsal yapının projesini ABD’nin hazırladığı bilinmektedir. Günümüz AKP’si çok ciddi maddi güçlere sahip, bu bilinen bir gerçek.
x
Aşağıda önce Vakit Gazetesi “yazarı” Abdurrahim Karakoç’un akıllara durgunluk verecek kalitedeki yazısı ve onun altında da benim kendisine verdiğim yanıtı bulabilirsiniz.
AZGIN KADINLAR FESTİVALİ
Abdurrahim Karakoç
Vakit Gazetesi
Bir daha hayret ettim açıkçası..
Kadınlar günü münasebetiyle bu kadar salak kadının bir araya geleceğini tahmin etmiyordum..
Kadınlar Gününde kadın haklarının yasağı devam etsin diye bağıran, höyküren kadınlar salak değilse nedir?
Başörtüsünden alıp veremediklerini de bilmemize imkan yok..
İddiaları “uygar” oldukları..Despotluklarına diyecek yoktur..
Seviyesizlikte ıcığı/cıcığı çıkmış bir televizyoncu, yasakçı salak kadınları meydanlara indirip robotlar gibi kullanıyor..
Beni en çok üzen, yasakçı kafadaki o salak kadınların Ay-Yıldız’lı nazlı bayrağımızı miting alanlarında sağa-sola sallamaları..
Dahası ise istismar ederek bayağılaştırmaları..Giden hafta değindim bu konuya..
Bayrak her yerde, gelişigüzel sallanacak bir flama değildir..
Kim ki yılın 12 ayınca balkonuna bayrak asıyorsa, mitinglerde mendil sallar gibi bayrak sallıyorsa, kesinlikle sahtekârdır..
Kesinlikle sahtekârlara alet olmaktır..Hele bir de güya “Gazi” denilen, başları kalpaklı bazı soytarılar var ki onlar beni tiksindiriyorlar..
Ne gaziliği bre zavallılar?.
Siz olsanız olsanız; TV ekranlarında görünmek için hiçbir değeri tepelemekten çekinmeyen ahmaklarsınız..Ellerinizde taşıdığınız bayrağıma yazık ediyorsunuz..
“Başörtüsü yasaklansın” mitinglerinde sizin ne işiniz var?..
Maraş’ın kurtuluşunu niçin bilmiyorsunuz?..İşgalci Fransız askerleri Maraş’lı kadınların peçelerini açınca; Sütçü İmam isimli kahraman gerekli derslerini vermişti.. İşte gaziliğin en büyük timsali..Sütçü İmam imanı ve ruhu var mı sizde?
Başörtüsü düşmanlarının, kaos karıştırıcılarının, İslâm muhaliflerinin düzenledikleri toplantılarda ne arıyorsunuz, söyler misiniz?
Alnında ay-yıldız bulunan kalpak giymek sizleri gerçekten gazi mi yapacak?
Geçin o hayali..
Şuna bakar mısınız?
Yasakçı gazi..Başörtüsüne muhalif gazi..
Ekmek arası dönere figüranlık yapan, edepsizliği, ahmaklığı şiar edinen gazi öyle mi?
Hayır, hayır, olamaz..
Bu saydığım menfi durumları gazi değil, cins tazı bile kabullenemez.
Ha, yukarda belirttiğim “yasakçı” kadınlar..
Ha sizler gibi ahmak zavallılar.
Nineniz, ananız, hanımınız, kardeşiniz yok mu sizlerin?
Olmasa bile hürriyet anlayışınız da mı yoktur..
Kendiniz için istemediğinizi niye başka kardeşleriniz için istersiniz?..
Belirli bir ücret mi ödüyorlar salaklığınıza mukabil?
Amma boşuna yoruluyorsunuz..Gün gelecek, o sallama aleti zannettiğiniz bayrağımız layık olduğu zirvelere dikilecek ve hiç inmiyecektir.
Hangi maksatla olursa olsun siyaset arenasında değeri düşürülen bayrağımız kirli ellerden mutlaka kurtulacaktır..
Söyler misiniz, “Kadınlar günü” diye bildiğiniz günün ilk kurucusu kimdir?Nerden bileceksiniz?Zıpçıktı günlerin tamamı ya bir papaz, ya bir rahibe, ya bir haham tarafından sokulmuştur düşünce defterimize..
Bu ayın 19’u çarşamba günü, Mevlid Kandili’dir..
Muhtemelen burnunuzu kıvırıyorsunuz. çünkü, İslâm’a karşı düşmanca tavır sergileyenler sizleri iğfal etmişler..
Ramazan Bayramı’na “şeker bayramı” lakabı takan güruh, cahillikten mi öyle yapıyorlar?
Hayır, hınzır gibi bilerek, Müslümanların kutsal günlerini ya zihinlerden silmek, ya da makas değişikliği ile bilinmeze doğru sürüklemek içindir..
Dokunmayın bayrağıma!.Dokunmayın hiçbir değerime..
———-
Tahsil görmüş hıyardan cacık yapar “uygar”ım
Keser yaşlı eşeği, sucuk yapar “uygar”ım
Miting miting gezmekten hiç uğramaz evine
Ve sokakta babasız çocuk yapar “uygar”ım
http://www.habervak tim.com/yazar. php?arama_ metin=&select=Azg%FDn+ kad%FDnlar+ festivali
(20 Mart 2008 tarihinde bu sayfaya ulaşılabiliyordu. Ancak gördükleri tepkiden olacak yazara ait ne var ne yok, her şeyi temizlemişler. Çok mert ve doğrudurlar vesselam!!!)
Abdurrahim Karakoç’a yanıtımdır:
Abdurrahim Karakoç,
“Azgın Kadınlar Festivali” başlıklı yazınızı okuduktan sonra, size birkaç çift söz etmek ihtiyacı duydum. Genellikle bu denli seviyesiz yazılara yanıt yazarak, değerli vaktimi ve enerjimi harcamak adetim değildir ama bu yazınız her türlü bayağılık sınırını ve dolayısı ile de insanın tahammül sınırını aşıyor. Naçizane önerim, aklınızın ermediği konularda yazarken biraz daha dikkatli olunuz. Aksi takdirde insanın acınacak duruma düşmesi işten değildir.
Her şeyden önce kötü söz sahibine aittir. Karşısındakini salaklıkla suçlayan insanlar, nedense kendi salaklıklarını bir türlü göremezler.
Kadınlar gününde sizin deyiminizle “höyküren”, bizim deyimimizle ise “seslerini duyurmaya çalışan” o kadınların başörtüsü ile bir alıp veremedikleri yoktu. Onların sorunu türbanla, yani bir kesimin 25, bilemediniz 30 yıl önce zorla yarattığı ve her geçen yıl biraz daha dayattığı, o siyasal İslam üniformasıylaydı. Bir sembol olan o türbanı, masum bir başörtüsü kılığına sokma çabalarınız, gerçekten düşündürücüdür. ‘Acaba kötü niyetten mi, yoksa seslerini duyurmaya çalışan kadınlara yakıştırdığınız o çirkin sıfattan mıdır?’ diye düşünmeden edemiyor insan.
Daha o insanların iddialarının ne olduğundan bile haberiniz yok. “Uygar” olduklarını değil, “Çağdaş” olduklarını savunmaktadırlar ve yazık ki; asıl robot olarak kullanılanlar, başlarının hava ile tüm temasını kesecek şekilde, o sentetik bone ve kumaşlara hapsedilmesine izin verenler ve böyle insan sağlığına zarar verici bir uygulamanın Allah kelamı olduğunu iddia edenlere, kayıtsız şartsız inananlardır.
Kadın haklarından ne anladığınızı da pek güzel ifade etmişsiniz doğrusu. Kadının başını böyle bir cendereye sokması mıdır kadın hakları yoksa Atamızın bize hediye ettiği haklar mıdır? Kadınımız seçme ve seçilme hakkını tüm dünya kadınlarından önce kazanmış. Erkeğin iki dudağının arasındaki kaderinden kurtulmuş; çalışıyor, para kazanıyor, kendi ayaklarının üzerinde durabiliyor. Onuruyla, namusu ile erkeğin yanında yerini alıyor. Öyle erkeğin iki adım arkasından, utanacak bir şeyi varmış gibi başını önüne eğip yürümüyor. Kendine saygısı var, erkeğe saygısı var, yasalara saygısı var. Size kalsa kadına tanıyacağınız hak ortada işte: Türban!
Bu sembolle çıktığınız o uzun ince yolun sonuna varabilirseniz eğer, evde oturup yalnızca erkeğine hizmet edip, ona çocuk doğurmaktan ibaret bir yaşantıya sahip olma haklarını da elde edecek kadınlarımız. Sosyal, siyasal, iş ve benzeri yaşamlardan silinme hakkına da kavuşacaklar. Bir kadın daha ne isteyebilir ki?
Kısacası vatan ve rejim söz konusu olduğunda bayrak asmak veya sallamak değil, türbanı baş örtüsü kılığına sokup dayatmak, kadını toplumdan silmeyi kadın haklarını koruyor pozunda savunmaktır, asıl sahtekarlık.
Siyasi İslam’ın sembolü türbana karşı tepkisini göstermek için Kuvva-i Milliye’nin sembolü kalpağı takıp, temsili olarak bir şeyler anlatmaya çalışan insanların çabaları, size ahmakça geliyor ve tiksinmenize neden oluyorsa; sizlerin her fırsatta Sütçü İmam’ın, o temiz yürekli vatansever insanın adını dilinize dolayıp, kendi amaçlarınız için kullanmanız da benim midemi bulandırıyor.
Kapasitenizi zorlamak ve sizi yormak istemiyorum ancak bir gerçeği ortaya koyabilmek için buna mecburum. Şimdi lütfen kendinizi zorlayın ve gözünüzün önüne işgal edilmiş bir Maraş getirin. Düşman askerleri tarafından işgal edilmiş bir Maraş. Ayrılıkçı Ermeniler, Fransızlar tarafından silahlandırılmış, Fransız ordusunda on bin kişilik bir Ermeni kuvveti oluşmuş, bunlar her gün köyleri basıyor, kadınları taciz ediyorlar. Hayal edebildiniz mi?
Halkın canının burnuna geldiği böyle bir ortamda en ufak bir damla, bardağı taşırmaya yeter de artar bile. Maraş’ta tesadüfen o damla, Sütçü İmam’ın dükkanının önünde Fransız askeri üniformalı Ermenilerin hamamdan dönen kadınların peçelerini açmaya çalışmaları olmuş. Aynı askerler, kadınların peçelerini açmaya çalışmak yerine, küçük bir çocuğu tartaklasalardı, halktan bir adamı haksız yere dövselerdi ya da öldürselerdi, bayrağımızı indirmeye kalksalardı, aynı tepkiyi vermez miydi Sütçü İmam?
Sadece burada mı sömürülüyor Sütçü İmam’ın adı? Gelelim 1978’e. Yer yine Maraş ama artık Kahramanmaraş… Sömürülen isim, yine Sütçü İmam.
19 Aralık 1978 günü Çiçek Sineması’nda bir ses bombası patlar. Bu bombanın ardından seyirciler, her ne hikmetse bir anda eylemciye dönüşüp “Kanımız aksa da zafer İslam’ın!” sloganı ile CHP il binasına saldırırlar. Zaten bir süredir şehirde “Komünistler, Allahsız Aleviler, şehir suyuna zehir kattılar” fısıltısı dolaşmaktadır. Derken patlamanın olduğu gece ikinci bir söylenti daha ortaya çıkar. “Sinemayı komünistler bombaladı”. Ertesi gün Alevilerin oturduğu bir kahvehane bombalanır. Sonraki gün TÖB-DER üyesi iki öğretmen öldürülür ve on bin kişinin katılımı ile cenazeleri 22 Aralık’ta kalkar.
Cenaze korteji Ulu Cami önüne geldiğinde, cami içinde ve çevresinde silahlı iki bin kişi, korteji beklemektedir. O gün, Bağlarbaşı Cami imamının Cuma vaazı şöyledir: “Oruç tutmak, namaz kılmakla hacı olunmaz, bir Alevi öldürürsen beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanırsın. Bütün din kardeşlerimiz hükümete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır”
İşte bu vaazdan sonra söz konusu kalabalık, “Komünistlerin ve Alevilerin cenaze namazı kılınmaz!” sloganı ile korteje saldırır. Kortej dağılır ancak kalabalığın öfkesi dinmez. Kahramanmaraş çarşısına doğru yürüyüşe geçerler. CHP’li ve Alevi olan vatandaşlara ait işyerlerini tahrip ederler. Çatışmalarda üç kişi daha hayatını yitirir. Bazı ev ve işyerleri daha önceden “üç hilal” ile işaretlenmiştir. Kapısında bu işaretin bulunmadığı ev ve iş yerleri yerle bir edilir. Aynı gece bir söylenti daha yayılır kente: Ertesi gün komünist Aleviler, silahlı saldırıda bulunacaklardır!
Ertesi gün, yani 23 Aralık’ta katliamın çağrısı Belediye hoparlörlerinden ve Ulu Cami minarelerinden yankılanır: “Alevi kafirler, Yörükselim’de bir çok din kardeşimizi şehit ediyorlar. Allah’ını seven Müslümanlar hazır olsunlar!”
İşte, o utanç verici olaylar, bu koca yalanla başlar. Başta Yörükselim olmak üzere Alevilerin yaşadığı semtlerde evlere saldırılır. Uzun menzilli silahlarla taranan evler, bombalanır ve yakılır. Çoluk çocuk, kadın erkek demeden Aleviler öldürülmeye başlanır. Ellerinde silahlar, taşlar, sopalar, keserler, baltalarla saldıran gözü dönmüş kalabalık, tam bir katliam yapar…
24 Aralık sabahı şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Olaylar sırasında saldırganlar arasında polislerin de bulunması nedeni ile polis görev dışı bırakılmıştır. İstediği yardım gelmeyen asker, elindeki mevcutla olayları önlemeye çalışmaktadır. Aleviler bu yasağa uyar ancak karşı taraf, sabahın erken saatlerinden itibaren civar şehir ve köylerden de aldıkları katılımla saldırılara başlar. Av tüfeği satan dükkânların yağmalanmasıyla silahlanan kalabalık, “Müslüman Türkiye” sloganı ile Alevi mahallerine bir kez daha saldırır.
“Bugün cihat günüdür, bir Alevi öldüren cennete gider. SÜTÇÜ İMAM AŞKINA VURUN!..” naralarıyla savunmasız insanlar kurşuna dizilir, evleri ile birlikte yakılır, hastaneler kuşatılır, bir şekilde kurtulan yaralılar öldürülür.
Alevilerin, “dinsiz” ve “sünnetsiz” olduğuna inanmaktadırlar. Bunu kontrol için yollarda erkekleri çevirip, pantolonlarını indirip, sünnetli olup olmadıklarına bakarlar.
19 Aralık’ta başlayan olaylar ancak 25 Aralık’ın sonunda gece yarısı sona erer. “Sütçü İmam aşkına vuranlar”ın verdiği zarar çok ağırdır.
* Resmi rakamlara göre 111, yaşayanlara göre ise 500’e yakın ölü.
* Resmi rakamlara göre 2000’in üzerinde, yaşayanlara göre ise 5000’den fazla yaralı.
* Tahrip edilip, yakılan 552 ev ve 289 iş yeri.
* Katliam sonrası Alevi nüfusun %80’i hızla Maraş’tan göç etmiştir.
***
Hiç gülmeyin, ben Alevi değilim. Sağ – Sol kavramına inanmam, CHP’li de değilim. Komünist hiç değilim. Sadece insanım. Ülkeyi karıştırmak için dinin kullanıldığını, kendi halinde dindar insanların dini kışkırtmalarla nasıl bir canavara dönüştürülebileceğini gören ve bundan dehşet duyan bir insan. Sütçü İmam gibi temiz isimlerin, kirli emellere nasıl alet edildiğine şahit oldukça kahrolan bir insan. “Yeter artık! İnancımız rahat bırakılsın, kötüye kullanılmasın! Bugün ortada bir kaos varsa, onu yaratanlar türbana karşı olanlar değil, türbanı yaratıp, dayatanlardır. Çözümse türbanı dayatmakta değil, tehdidi ortadan kaldırmakta yatıyor” diyen bir insan.
Ne nükleer silahlar, ne diğerleri, cehalet, kör inanç ve kışkırtmanın bir araya gelmesiyle oluşan doğal silahın eline su dökebilirler. Sonuçta türban karşıtlığı bir damla kan dökmüyor ama dini kışkırtma yukarıda anlattığım gibi onlarca katliama sebep oluyor. Şimdi bana hepsini tek tek saydırmayın.
Şimdi gelelim “salaklığımıza”. Artık boş laf ebeliğini geçin de gerçekleri görün, oradaki kadınları da din tacirlerinizle karıştırmayın. Kimlere para ödendiğini eminim bizden daha iyi biliyorsunuzdur.
Kadınlar gününün yaratıcısına gelince, asıl siz kimin yarattığını bilmiyorsunuz. 17 Mart 2008 tarihinde Ulus Gazetesi’nde yayınlanan ve Suay Karaman tarafından yazılan “8 Mart’ın Ardından” adlı yazıya bir göz atalım:
” Daha iyi çalışma koşulları elde etmek için, 8 Mart 1857 tarihinde New York’taki bir tekstil fabrikasında 40.000 işçi grev yapmıştı. Polisin işçilere saldırması sonucunda çıkan kargaşa ve yangında çoğu kadın 129 işçi hayatını kaybetmişti.
1910 yılında Kopenhag‘da 2. Sosyalist Enternasyonale bağlı toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart tarihinin “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanması kararlaştırılmıştır.
1921 yılında Moskova‘da toplanan 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda bu günün “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmasının ilan edilmesinden ardından, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın
“Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını kabul etmiştir.”
Kadınlar Günü’nün kabul edilmesinin temel sebebiyle bugünün ne ilgisi olduğunu anlamak için Uluslararası Af Örgütü’nün, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle hazırladığı rapora göz atmak gerekiyor. Rapora göre;
* Dünya kadınlarının % 20’si, fiziki veya cinsel saldırıya maruz kalıyor.
* ABD’de her 15 saniyede bir kadın dövülüyor. Her yıl 700 bin kadın tecavüze uğruyor.
* Mısır’da kadınların % 35’i kocalarından dayak yiyor.
* Evde sürekli dayak yemenin uzun vadeli etkileri fiziksel ve psikolojik olarak yıkıcıdır. Kadınlar, nerede gerçekleşirse gerçekleşsin, tecavüz sonucu sarsıntıya uğrarlar ve yaralanırlar. Tıbbi sonuçları psikolojik sarsıntı, yaralar, istenmeyen gebelik ve kısırlıktır.
* Sorumlular, kadını itaat için sindirmeyi veya akrabalarına itaatsizliği nedeniyle utandırdığı için cezalandırmayı amaçlayabilir.
İşte bu rapor doğrultusunda çoğu kadın 129 işçinin grev sırasında şiddete maruz kalarak öldürülmesinin ardından 120 yıl sonra Birleşmiş Milletler’in 8 Mart tarihini kadınlara hediye etmesinin nedenlerini anlamış olabiliyoruz.
Tüm dünyada kadınlar yıllarca mücadele vererek, gerektiğinde ölerek haklarını söke söke koparmışlardır. Bir tek bizim ülkemizde, hem de herkesten önce kadın hakları kadınların kucağına Mustafa Kemal Atatürk tarafından hediye olarak bırakılmıştır. Büyük ihtimal ile bunun içindir ki; bir türlü kıymeti bilinmemekte, hatta bazen istenmemekte ya da kullanılmamaktadır. Görüyorsunuz ya işte “salaklık” gerçekten de “parayla” değil.
Bayrağımız zaten zirvede ve dalgalanmakta ancak sanırım siz bunun farkında değilsiniz. Bizlerin tüm amacı da o bayrağın indirilip, yerine ABD, AB, PKK veya İslam Cumhuriyeti’nin bayrağının dalgalanmasına engel olmaktır. Onun için, bayrağımıza uzanan elleri önce biz kırarız!
Değerlerinize gelince, Arap kültürünü dayata dayata yeterince yok ettiniz değerlerimizi. Bizim gerçek İslam’a saygımız tam. Ortada iğfal edilen birileri varsa o da Arap kültürünü kendi kültürüne tercih edenlerdir. Başörtüsünü, yazmayı bırakıp, türbana, çarşafa bürünmek de bunun örneklerinden yalnızca biridir. Ortada bir de İslam düşmanı varsa, o da dinimizi orasından burasından çekiştirip, kendi emelleri için değiştirmeye çalışanlardır.
Son olarak şunu da belirtmek isterim ki; bu yazınızdan dolayı hanımlar size hakaret davası açıyorlarmış. Ben açmayacağım, tamamen zaman kaybı, çünkü sizin cezai ehliyete sahip olduğunuzu hiç sanmıyorum.
Tanrı sizleri ıslah ederken, aklı başında ve kadına hak ettiği değeri veren, saygıyı gösteren erkeklerimizi de yanımızdan eksik etmesin.
Bu dörtlük de benden:
Terbiyeden nasibini alamamıştır “yobaz”ım
Aklı ermez, yine de yazar olur “yobaz”ım
İçindeki karanlık yansır her cümlesine,
İftira en büyük günahtır, onu bile bilmez “yobaz”ım.
Değer Erbora
X
12X
TANRI FIKIR DEĞIŞTIRIR MI?
Evrenin yazgısını belirleyen, geçmişi geleceği bilen, dilediği dışında hiçbir şey olmayan Tanrı fikir değiştirir mi? Kutsal kitapları incelediğimiz zaman Tanrı’nın sı sık fikir değiştirdiğini görüyoruz… Tanrı’nın sık fikir değiştirmesini onun Tanrısal niteliği ile nasıl bağdaştırabiliriz?
Örneğin Tanrı; Muhammet’ten 620 yıl önce gelen Peygamberi İsa’ya şöyle vahyediyor:
- “ ‘Göze göz, dişe diş’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin. Size karşı davacı olup gömleğinizi almak isteyene ceketinizi de verin. Sizinle bir adım gitmek isteyenle bin adım gidin. Sizden bir şey dileyene verin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin.” (İncil. Matta. 39-42)
- “ ‘Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanınızı sevin, size zulmedenler için dua edin… Eğer yalnız sizi sevenleri serseniz, ne ödülünüz olur?” (İncil. Matta. 44-46)
Dikkat edilirse yukarıda verilen örneklerde altı çizili ayetler Tanrı tarafından Musa Peygambere vahyedilmiş ayetler olup Tevrat’ta geçer. İsa’dan önce gelen Musa’ya ‘Göze göz, dişe diş’ deme yanında Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin’ diyen Tanrı; bu sözleri söyledikten sonraki Peygamberi İsa’ya “Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin” ve “Düşmanınızı sevin, size zulmedenler için dua edin…” diyor…
İşin en ilginçi İsa’dan 620 yıl sonra gelen bir başka Peygamberine de, bir kez daha fikrini değiştirerek:
- “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (K. 2/193; 8/39)
- “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)
- “Kitap verilenlerden, Allah’a ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram saydığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29) diyor.
İslam söylemine göre bizim için bin yıl olan zaman Tanrı’ya göre bir gün gibidir. Görüldüğü gibi Tanrı, kendi zaman ölçüsüne göre, bir-iki gün içinde üç kere fikir değiştiriyor. Musa’ya “Göze göz, dişe diş” ve “Düşmanından nefret edeceksin” dedikten sonra Isa peygamberine: “Kötüye karşı direnmeyin. düşmanınızı sevin” diyor ve arkasından Muhammed peygamberine: “Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün ve cizye verene kadar onlarla savaşın” diyor.
Peygamberlerin ağzına bakarsak Tanrı, ağzından çıkanı kulağı duymayan, bir dediği birbirini tutmayan tutarsız bir varlık gibi görünüyor.
Biliyorum, Allahlarına peygamberlerine toz kondurmamak için bin dereden bin kova getirmekte çok usta olan din savunucuları düşünmeden hemen “Efendim, gerek Tevrat ve gerekse İncil tahrifata uğradığı için Kuran’a ters düşmektedir!” diyeceklerdir.
Bir kere eğer Tevrat’taki “düşmanından nefret edeceksin” sözlerini değiştirip yerine “Kötüye karşı direnmeyin, size zulmedenler için dua edin, düşmanınızı sevin” diye değiştirmişlerse Tanrı’ya yakışır biz iş yapmışlardır. Çünkü Tanrı kendi yarattığı insanları birbirine öldürtmez.Tanrı’nın yüceliğine barış, kardeşlik, ve sevgi yakışır.
Hadi Müslümanların tahrifat savını kabul edelim. Ama Kuran’da bile Tanrı’nın fikir değiştirdiğini görürüz:
- “Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir… K. 2/272″
- “Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın? K. 10/99″
Peygamberine böyle diyen Tanrı nasıl olur da aynı kitabında böylesine güzel ve barışçı sözlerinden vazgeçerek “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın.” (K. 2/193; 8/39) ve de “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün” (K. 9/5) der.
Hala aklınızı kullanmayacak mısınız? Hala Tanrı’ya tutarsızlığı yakıştıracak mısınız. Böyle yapmakta direnirseniz Tanrı’dan uzak düşersiniz.
Bilin ki Peygamberlerin getirdiği dinler Tanrı’dan değildir. Kendilerinden, kendi dünya görüşlerindendir. Bunun içindir ki çoğu zaman din mensuplarına Musevi, İsevi, Muhammed’i denmiştir. Doğrusu da budur.
Nasıl ki Mustafa Kemali sevip arkasına düşüncelere Atatürkçü, Mark’sı sevip arkasına düşenlere Marksist deniyorsa; Musa’nın arkasına düşenlere Musevi, İsa’nın arkasına düşenlere İsevi, Muhammed’in arkasına düşenlere de Muhammed’i denmiştir ve doğrusu da doğrudur…
Tanrı’nın dininde insanların birbirlerini öldürmesi yoktur; sevmesi vardır. Çünkü o Rabbi lalemindir. Gelin Peygamberlerin arkasına düşerek Tanrı’yı sık sık fikir değiştiren bir varlık yerine koymaktan vaz geçin. Tanrı’ya saygısızlık etmeyin…
Tanrı’yı, kendi dünya görüşünü kabul ettirmek için birbirine öldürtenlerin elinden kurtaralım. Tanrı olarak: Aklı, bilgiyi, erdemi, sağduyuyu, vicdanı doğruluğu, dürüstlüğü, güzelliği, sevgiyi kabul edelim. Çünkü yüce olan bu duygu ve düşüncelerdir. Bu kavramlar yüce olduğu için Tanrı kavramı ile ifade edilir. Gelin yüce kavramların arkasına düşelim. Din adına birbirimize düşmanlık beslemeyelim. Öldükten sonra gideceğimiz, hesap vereceğimiz bir yer yok. Bu nedenle bu dünyamızı cennet edelim. Daha ben sizlere ne diyeyim? H.B. 10.3.2003
+
Hayri Bey merhaba,
Tanrı fikir değiştirir mi? başlıklı yazınıza çok teşekkürler. Kaleminize yüreğinize sağlık. Sanal ortamda da olsa tanıştığım ve sitenizi keşfettiğim için sevinçliyim.
Selamlar saygılar.
Rahmi Yıldırım, 12.12.2003
X
—– Original Message —–
From: Deniz Baymar
Sn Hayri Balta Bey,
yazınız çok anlamlı ve doğru tespitler içermekte.
Ben bir noktaya takıldım, bu yazınızın anlatımına bakarsak, Musa ve Muhammet kitaplarında inanlarına olumsuz, kötü diyeceğimiz düşünceleri empoze ediyor. İsa’da ise farklı bir durum görüyoruz.
Yazınızdan Muhammediler tarafından tahrif edildiği söylenen İncilin gerçek tanrı kitabı olduğu çıkarımı yaptım. Bu durumda Tanrı size göre Incilde mi gerçek Tanrı tanımına ulaşıyor?
Eger yanlış anladıysam lütfen düzeltin.
Saygı ve sevgiler
Deniz Baymar, 12.12.2003
+
Merhaba Deniz Hanım,
Sorunuz Hayri Bey’e ama, korkarım yanlış anladınız. Zira İsa da kendinden öncesini yok saymamakta ve kabul etmektedir. Zira ben bozmaya değil; düzeltmeye, düzenlemeye geldim demektedir.
Eğer yanlış bilmiyorsam İncil, “eski ahit” ve “yeni ahit” olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Eski ahit İsa’dan önceki öğretiyi, yeni ahit İsa’dan sonraki öğretiyi kapsamaktadır. Anılan tanrı aynı tanrıdır. Sadece dönem, dönem fikir ve felsefesini değiştirmektedir. O nedenle Hayri Bey’in düşündüğünüz biçimde bir olguyu dolaylı veya dolaysız olarak ileri sürdüğünü-süreceğini sanmıyorum. Anladığım kadarıyla siz, Hayri Bey’in ütopik tanrı kavramında (akıl, bilgi, erdem sağduyu, vicdan, doğruluk, sevgi vs) yer alan düşünce biçimini, İsa öğretisi ile yakınlaştırdınız.
Hayri Bey yazısında, dinlerin tanrı ile ilgisi bulunmadığını, peygamberlerin kendi düşünceleri olduğunu da açıkça belirtmiştir.
Ben yazının mantığında düşündüğünüz biçimde bir yargı görmedim. Umarım ben de yanılmamışımdır.
Saygı ve Sevgilerimle,
Timur, 12.12.2003
X
Sayın Deniz Baymar,
Önce saygı, sevgi sundum. Sorunuzu yerinde bir soru olarak buldum.
Yazımdan şu anlamı çıkarmışsınız ki tamamen haklısınız. İsa’yı bir yana diğerlerini bir yana koymalısınız.
Diyorsunuz ki “İsa’da ise farklı bir durum görüyoruz.” Evet, yansız bir gözle bütün peygamberleri incelersek İsa’da değişik bir üslup görüyoruz. Eğer İsa peygamberse, diğerleri; diğerleri Peygamberse İsa peygamber değil diyebilmeliyiz.
İsa da diğerleri gibi bir insandır. Ama İsa “Baba bende ben de babadayım!” (İncil. Yuhanna. 14/8) deyen bir insandır. “Eline kılıç alan kılıçla ölür!” diyerek; öldürmektense, ölümü yeğleyen bir insandır. Kaldı ki Hıristiyanlar İsa’yı peygamber olarak değil de Tanrı olarak adlandırır, tanır.
Her ne kadar Timur arkadaşın dediği gibi İsa “Zira ben bozmaya değil; düzeltmeye, düzenlemeye geldim demişse” de “Benden önce gelenlerin hepsi hırsız ve haydutturlar” (İncil. Yuhanna. 108) da demiştir.
Gelelim “İncilin gerçek tanrı kitabı olduğu çıkarımı yaptım.” demene. İnsan dışında bir Tanrı yoktur ki o Tanrı peygamber göndere, kitap indire.
Peygamber adı verilen kişilerin bütün söyledikleri kendi sözleridir. Ancak din edebiyat ve felsefesinde bu sözlere “Tanrı sözü” denerek yüceltilir.
Ezoterik (Batınî, gizli…) din ilmine göre bu söylemlerin özel ve simgesel bir anlamı vardır. Ezoterik bilgi yoksunu dinciler yukarda bir Tanrı var da bu kutsal kitaplar onun sözleri sanır.
Oysa insanın dışında ne maddi ne manevi bir varlık vardır. Var sandıklarının hepsi insanın kendi sanısıdır. Tanrı da, şeytan da, cennet de, cehennem, ahret de insanın olduğu yerde vardır.
Asıl can alıcı sorunuz şu: “Bu durumda Tanrı size göre Incilde mi gerçek Tanrı tanımına ulaşıyor?” sorusu.
İncil’de şöyle bir söz vardır. “Tanrı sevgidir. Sevgi de yaşayan Tanrı’da yaşar. Tanrı da onda yaşar!” (İncil. Yuhanna’nın 1. Mektubu. 4/15)
İşte din anlayışının gizemi bu sözdedir. Bu söz şöyle demektir. Sevgi bir kavramdır. Sevginin karşıtı nefret de bir kavramdır. Ama sevgi kavramı yücedir. Yüce olduğu için, nefret yerine sevgi yeğlenmelidir. Nefret kavramı ise, sevginin zıddı oldu için, yani sevgiye göre kötü olduğu için, yeğlenmemelidir. Demek istiyor ki insanoğlu kimseye düşmanlık ve kin beslememelidir…
Artık şifreyi çözebiliriz. Yüce olan bütün kavramları yüce olduğu için Tanrı olarak nitelendirebiliriz. Yüce olan kavramların zıddı olanları da yüce olmadığı için kötü olarak nitelendirebiliriz.
Gerçeği söylemek gerekirse bu tür anlamlar Kuran’da da vardır. Ne var ki kendi dışında bir Tanrı ile aklını bozanlar kutsal kitapların olumlu yönlerine değil hep olumsuz yönlerine sarılmaktadır. Kutsal kitabında “Kâfire ölüm!” diyor diye gidip İstanbul’u bombalamaktadır.
Unutmalım ki Tanrı da, Peygamber denilen insanlar da, kutsal kitaplar da hep insan için. Şurasını önemle vurgulayayım ki insanlar Tanrı için, din için, iman için değildir. Ama ne yazık ki insanlar Tanrı için, din için, iman için ölüp öldürmektedir. Böylece cenneti satın aldığını sanmaktadır.
Bilmem sorularına yanıt verdim mi?
Şimdi kal sağlıcakla, saygı, sevgi sana.
Av. Hayri Balta, 13.12.2003
X
Bravo sayın Hayri bey. Mükemmel bir mantık yürütme örneği.
Tebriklerimi sunuyorum efendim. Sağlıklar diliyorum size.
En içten sevgi ve saygılarımla,
Çetiner, 13.12.20003
X
Hayri Balta sana hayırlı günler diliyorum Sana birkaç soru sormak istiyorum.
Sana göre bu kainat insanlar hayvanlar ağaçlar vb. gibi canlılar nasıl oluştu bunu açıklar mısın?
Bir de ahiretin varlığına inanıyormu sun? İnanıyorsan veya inanmıyorsan niye?
Cevap yazarsan sevinirim…
Mahir, 12.12.2003
X
Sayın Mahir,
İletini aldım. Çarşamba gününe değin doluyum. Sorularının yanıtını ancak çarşambadan sonra verebilirim. Ama bu ara zaman bulursam yanıtımı çabuklaştırırım.
Saygılarımla,
H.B.12.12.2003
X
Sayın Mahir,
Önce saygı, sevgi, edepli söylemin için sevdim seni.
İki soru sormuşsun bana. Yanıt veriyorum iki soruna:
İki sorundan ilki: “Bu evren nasıl görüntüye geldi”
İkincisi: “Ahretin varlığına inanıyor musun? İnanıyorsan niye, inanmıyorsan niye?” değil mi?
Bütün ruhçular (dincilerin hepsi) Evren’e bakmışlar, merak etmişler. Şöyle bir tahmin yürütmüşler…Şu kulübeyi yapan biri olduğuna göre; muhakkak bu Evren’i (Dünyayı, ayı, güneşi, yıldızları…) de yaratan biri var demişler? Görülüyor ki soruyu soran da, yanıtlayan da kendileri… “Bakın! İşte aradığınız Tanrı benim diyen biri yok ki!”
İnsandır Tanrı kavramını yaratan. Tanrı da bir kavramdır inan…
Tanrı: Madde olarak yoktur, mana olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, simgesel olarak vardır. Kişi (zat) olarak yoktur nitelik (sıfat: esma-i hüsna dedikleri…) olarak vardır.
Demek ki var deyen de insan, yok deyen de insan… Bunun dışındaki söylemler bilgisizliktendir, korkudandır, umuttandır… Dahası çok büyük bir aldanma, kocaman bir yalandır…
Ahretin varlığına gelince; bu da bir kavramdır, çok ince.
Ahretin Türkçe’si “Gelecek zaman” demektir. Yarın, bu güne göre ahrettir.
İnsan; olumlu ya da olumsuz bir iş yaparken muhakkak düşünür. “Acaba bu davranışım nasıl karşılanır?” diye içinden geçirir.
Bütün ruhçular (dinciler demek istiyorum…) kutsal kitaplarında bir ahretin varlığından söz ederler ve de insanın ahretle öldükten sonra karşılaşacağını ileri sürerler…
Oysa öldükten sonra gideceğimiz, hesap vereceğimiz bir yer yoktur. Çünkü Tanrı: “Ölüler için değil diriler içindir.” (İncil. Matta. 22/32, Markos. 12/27, Luka. 20/38)
Ölü-diri kavramları dinlerin temel taşıdır. İnsan, tapınmalarla (ibadetlerle) değil; kötülüklere öldükten Tanrı’ya kavuşur.
Bu konularda bilgi sahibi olmak istiyorsan Kutsal kitapları bir karıştır ve de Kuran’daki şu ayetleri araştır:
“Kuran ölülere değil dirilere gönderilmiştir.” (K. 26/70)
“Onlar ölüdürler.” (K. 16/21) dedikten sonra İslam Peygamberi kendi kendine: “Sen ölülere duyuramazsın!2 (K. 27/80, 30/52, 35/22) demiştir.
Bütün ruhçular, Tanrı’dan söz ederler ama Tanrı’yı bilmezler. Hepsi de sanal bir Tanrı’nın, sanal bir ahretin peşine düşerler. Olmaz edepsizliği yaparlar sonra da “Allah büyüktür, nasıl olsa bizi affeder!” derler.
Bunların başında da tanınmış ilahiyatçılar gelir. Ör. Bunlardan üçü Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz, Bayraktar Bayraklı gibilerdir.
Biliyorum, şimdi Mahir kardaşım benden örnek ister. Bu konuda sana iki örnek yeter. Eğer Y. N. Ö.’ün Tanrı bilgisi (Burada Tanrı, sorumluluk duygusunun simgesidir…) olsaydı, Tanrı’dan korksaydı, bir milletvekili olarak TBMM’ye devamsızlık edenlerin başında gelmezdi. Y. N. Öztürk Meclisin en devamsız milletvekillerinden birisi… Bunun aldığı aylık haram değil mi?
Aynı şekilde Zekeriya Beyaz’ın da Tanrı bilgisi olsaydı, ahreti bilseydi; uçakla gidip geldiği biletlerin parasını hem Vakıf’tan hem de Üniversiteden tahsil eder miydi?..
Tanrı’dan korksaydı; şu soruyu kendi kendine sormaz mıydı?: “Bir kere verdiğim uçak biletlerinin parasını iki yerden nasıl alırım? Farkına varırlarsa, benden hesap sorarlarsa, zorda kalırım!” demez miydi?
Bu işi yaparken içindeki uyaran duygu (Cebrail, Ruhul Kudüs, iyiliğe yönelten duygu:Tanrı) kendisini uyarmıştır. Ama şeytan (Kötülüğe sürükleyen duygu…) üstün gelerek “Al al, fırsat bu fırsat! Kim farkına varacak!” diye kendisini aldatmıştır.
Şeytan (İçindeki kötülüğe sürükleyen duygu ve düşünce…) kendisini köçek gibi oynatmıştır. Bu nedenle hakkında İstanbul Kadıköy adliyesinde dava açılmıştır.
Öldükten sonra kendisinden hesap sorulacağını; kim nasıl nerden bilecektir? Kaldı ki kendi anlayışına göre “Allah büyüktür, günahını affedecektir!”
Mahir kardaşım, Tanrı’ya da inanırım, ahrete de inanırım. Dünyanın En Allahçı, en dindar insanlarından biri sayılırım.
Şimdi ben sanal Allah delilerine bunları nasıl anlatırım? Onların bu Allah saplantılarına baktıkça şaşar kalırım.
Aklı başında bir insan görmediği Tanrı’ya inanır mı? Kafir diye bir başka insanın canına kıyar mı?
Bilmem Mahir kardaşım, sorularına yanıt verdim mi? Sen hiç böyle yanıt veren birini gördün mü?
Şimdi kal sağlıcakla, saygı sevgi yeniden sana…
Av. Hayri Balta, 12.12.2003
X
iyi günler
Sayın Baymar adresiniz bende gözükmediği için genel atmak zorunda kaldım öbekle ilgisi olmadığını düşündüğümden diğer arkadaşlardan özür dilerim.
Tevrat, müjdeci (İncil) ve kuran isimli kitapları okumuş ve incelemiş biri olarak şunları söyleyebilirim.
1.İncili okuduğunuzda tanrının seslenişinden ziyade bir insanin diğer bir insana seslenişini hissedersiniz
- incilin ilk 4 bolumu olan matta Markos Yuhanna ve Luka da dakika bir gol bir ilk ayetlerde İsa yalvacın soyundan bahsedilirken 4 bolumun bası da birbiri ile çelişkilidir. Bunun gibi kendi içindeki çelişkiler listesi yüzün üzerinde. hatta bir arkadaşım bunları kitap haline getirmişti
- İncil hadis (söz) kitaplarından hiçbir farkı yoktur. diğer bölümleri korintlilere mektup, filedefiyalilara (Akşehir) mektup, Selaniklilere mektup diye ana fikri sahte elcilere karsı uyarı içeren metinlerle dolu.
- diğer taraftan tevratta bazı uçuk görünen özellikle heizekel bölümünün ilk 10 ayeti kuranda 45:1 ve yanılmıyorsam 2:90 da (metni hatırladığım kadarı ile tanrının ve meleklerin kendilerine bulutların arasından gelmelerini mi bekliyorlar) teyid ediliyor. ama tevratin sonlarında Musa peygamberin defin işlemleri anlatılır.
- Kuranda suhul el Musa (musanin sayfaları)- suhuf el ibrahiyme, geçer ama suhuf el İsa gedmez. Hatta bir surede söyle geçer onlar kavimlerine döndüler ve dediler ki musadan sonra indirilen en güzel kuranı işittik. (el kuran = okunan)
- kuranda bir söz olarak muştulanan İsa yalvacın kendisinin kelimetullah (Allahin sözü) olması ihtimali söz konusu
- Eski ahitle ilgili kendi tespitlerim: tanrı bunamış galiba. baksana önce birbirinize düşman edeceğim diyor sonrada insanlara suç atıp akliniz fikriniz
kötülükte diyor. sonra da pişman oluyor.
yar.3:15 vah.12:17 Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu Birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, Sen onun topuğuna saldıracaksın.
yar.6:5 mat.24:37; Luka.17:26; 1pe.3:20 RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte.
yar.6:6 İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı.
yar.6:7 «Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım» dedi, «Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.»
yar.6:8 Ama Nuh RAB’bin gözünde lütuf buldu. Deniz hayvanlarını tanrı unutmuş. tabi solungaçlarla soluk alınmıyorsa..
yar.7:17 Tufan kırk gün sürdü. Çoğalan sular gemiyi yerden yukarı kaldırdı. yar.7:18 Sular yükseldi, çoğaldıkça çoğaldı; gemi suyun üzerinde
yüzmeye başladı.
yar.7:19 Sular öyle yükseldi ki, yeryüzündeki bütün yüksek dağlar su altında kaldı.
yar.7:20 Yükselen sular dağları on beş arşınn16 aştı.
yar.7:21 yar.7:22 Yeryüzünde yaşayan bütün canlılar yok oldu; kuşlar,
evcil ve yabanıl hayvanlar, sürüngenler, insanlar, soluk alan bütün canlılar öldü.
yar.7:23 RAB insanlardan evcil hayvanlara, sürüngenlerden kuşlara dek bütün canlıları yok etti, yeryüzündeki her şey silinip gitti. Yalnız Nuh’la gemidekiler kaldı.
yar.7:24 Sular yüz elli gün boyunca yeryüzünü kapladı. gelecekte tanrı ingilizceyide bozacak olmalı
yar.11:5 RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi.
yar.11:6 «Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar» dedi,
yar.11:7 «Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki,
birbirlerini anlamasınlar.»
yar.11:8 Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.
yar.11:9 Bu nedenle kente Babils21 adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört
bucağına dağıtmıştı. buda ilginç 90 yasındaki saradan etkilenen bir
erkek.
yar.17:17 İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, «Yüz
yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?» dedi, «Doksan yaşındaki
Sara doğurabilir mi?»
yar.17:18 Sonra Tanrı’ya, «Keşke İsmail’i mirasçım
kabul etseydin!» dedi.
yar.20:1 İbrahim Mamre’den Negev’e göçerek Kadeş ve Sur
kentlerinin arasına yerleşti. Sonra geçici bir süre Gerar’da kaldı.
yar.20:2 yar.12:13; yar.26:7 Karısı Sara için, «Bu kadın kız kardeşimdir» dedi. Bunun üzerine Gerar Kralı Avimelek adam gönderip Sara’yı getirtti.
yar.20:3 Ama Tanrı gece düşünde Avimelek’e görünerek, «Bu kadını aldığın için öleceksin» dedi, «Çünkü o evli bir kadın.»
yar.20:4 Avimelek henüz Sara’ya dokunmamıştı. «Ya RAB» dedi, «Suçsuz bir ulusu mu yok edeceksin?
yar.20:5 İbrahim’in kendisi bana, `Bu kadın kız kardeşimdir’ demedi mi? Kadın da İbrahim için, `O kardeşimdir’ dedi. Ben temiz vicdanla, suçsuz ellerimle yaptım bunu.» burada da zemzem (turkcesi kana kana gibi bir anlam
içeriyor) çıktı galiba
yar.21:8 Çocuk büyüdü. Sütten kesildiği gün İbrahim büyük bir şölen
verdi.
yar.21:9 gal.4:29-30 Ne var ki Sara, Mısırlı Hacer’in İbrahim’den olma oğlu İsmail’in alay ettiğini görünce,
yar.21:10 İbrahim’e, «Bu cariyeyle oğlunu kov» dedi, «Bu cariyenin oğlu, oğlum Ishak’ın mirasına ortak olmasın.»
yar.21:11 Bu İbrahim’i çok üzdü, çünkü İsmail de öz oğluydu.
yar.21:12 rom.9:7; ibr.11:18 Ancak Tanrı İbrahim’e, «Oğlunla cariyen için üzülme» dedi, «Sara ne derse, onu yap. Çünkü senin soyun Ishak’la sürecektir.
yar.21:13 Cariyenin oğlundan da bir ulus yaratacağım, çünkü o da senin soyun.»
yar.21:14 İbrahim sabah erkenden kalktı, biraz yiyecek, bir tulum da
su hazırlayıp Hacer’in omuzuna attı, çocuğunu da verip onu gönderdi. Hacer Beer-Şeva Çölü’ne gitti, orada bir süre dolaştı.
yar.21:15 Tulumdaki su tükenince, oğlunu bir çalının altına bıraktı.
yar.21:16 Yaklaşık bir ok atımı uzaklaşıp, «Oğlumun ölümünü görmeyeyim» diyerek onun karşısına oturup hıçkıra hıçkıra ağladı.
yar.21:17 Tanrı çocuğun sesini duydu. Tanrı’nın meleği göklerden
Hacer’e, «Nen var, Hacer?» diye seslendi, «Korkma! Çünkü Tanrı çocuğun
sesini duydu.
yar.21:18 Kalk, oğlunu kaldır, elini tut. Onu büyük bir ulus yapacağım.»
yar.21:19 Sonra Tanrı Hacer’in gözlerini açtı, Hacer bir kuyu
gördü. Gidip tulumunu doldurdu, oğluna içirdi.
yar.21:20 Çocuk büyürken Tanrı onunlaydı. Çocuk çölde yaşadı ve okçu oldu.
yar.21:21 Paran Çölü’nde yaşarken annesi ona Mısırlı bir kadın aldı.
- Küçük, 13.12.2003
X
Sayın Hayri Balta ; size ve beni aydınlatan diğer dostlara teşekkür ediyorum. Hayrı Bey, hatalı mı algılıyorum bilemem ama açıklamalarınızdan öz olarak Yunus Emre’nin “Bir ben var benden içerü” cümlesinin açılımı gibi anlıyorum . Tanrıyı dışarıda, bilinmezde değil kendi içimizde aramamız gerekmekte.
İçinde bulunduğumuz evren zıtlıklar üzerine kurulmuş. Kutsal kitaplarda sözü edilen iyi ve kötü çatışması ile ödül ve cezalandırma kavramları zaten bu evrende ve insan benliğinde mevcut. Tanrı diye adlandırdığımız kutsal varlığı /yaratıcıyı da insan zihni yarattıysa, bu zıtlıklardan Tanrıyı arındırmamış. Kutsal kitaplarda ortaya çıkan Tanrı sözleri de peygamber olarak kabul görmüş felsefecilerin sözleri. Bir birinin ardılı olan kutsal kitapları belki de “Tanrı Ekolü” diye tanımlamak daha doğru olur.
İlk ikisi ve sonuncu sayılan Kuran’da Tanrıyı daha çok intikam ağırlıklı görmekteyiz. İsa’nın yaklaşımı sizin de belirttiğiniz gibi pozitif bir temele dayanmakta, insani yönler gizlenmemekte. Tanrı’yı “sevgi” olarak tanımlaması da bunun kanıtı.
Tanrı Incilde de kıskanç ve bencil bir karakter gösterse de kendisi ile mücadeleye girip yarattığı insandaki günahı temizlemek adına bir girişimde bulunuyor ve oğlunu bu günahı temizlemekle görevlendiriyor. Aslında bunun altında da bencilce bir amacın olduğunu görüyoruz. İnsanı günahından arındırıp onu sonsuza kadar kendisine bir kere daha minnettar bırakıyor, daha da bağımlı hale getiriyor. İsa’nın sözlerini aktardığı Tanrı, İnsanın hayatında kendisinden başka hiç bir duygu ve varlığa geçiş hakı atımayarak kendisini merkeze oturtmakta. Öyle ki insanın kendi yaşamı üzerindeki karar hakkına elkoymakta, “ben yönetirim seni” demekte. Diğer kitaplarda ise insanlara, Tanrı adına birbirine müdahale edebilme yetkisi verilmekte.
Dört kitapta tartışmasız tek ortak nokta ve ödül olarak vaad edilen “Tanrının lütfuna erişmek, onunla bütünleşmek”. Bu nihai amaç ve sonuç oluyor. Bu amaca giden yollar kitaplarda farklılık arzetse bile belirgin olarak insanın yaşamı boyunca ruhsal ve bedensel acı çekmesi koşulu var. Vaad edilen ödüle ulaşmak için getirilmiş bu şart İsa’da ortaya çıkan “sevgi” kavramının içini de boşaltmakta. Bence, Isa sevgi ve affediciliği öne çıkartmış gibi görünse de insanın ilk kendisini sevmekle ve affetmekle işe başlamasını göz ardı ediyor. Sonuç olarak Tanrı, kutsal kitaplardaki tanımlarında insan doğasıyla aynılığından kurtulamamakta.
Bütün bunları üst-üste koyduğumuzda, zıtlıklar üzerine oturan evrende insanı tek merkezde toplamayı hedefleyen felsefi düşünceye “inanç” adı vermekteyiz.
saygı ve sevgilerimle
Deniz,13.12.2003
X
EY HOCA
(Y.Nuri Öztürk, Süleyman Ateş,
Bayraktar Bayraklı ve diğer Diyanet takımı…)
Ey hoca Tanrı bir, şirkimiz yoktur
Şeytan gizleyecek kürkümüz yoktur
Cehennem narından korkumuz yoktur
Biz ateş-i aşka yananlardanız
Mürşit meydanında mahşer kurulur
Bacı kardeş bi araya derilir
Hayrımız şerrimiz burada sorulur
Her hesabı burada verenlerdeniz
Parayı put edip tapan değiliz
Hakikat yolundan sapan değiliz
Havlayıp insan kapan değiliz
İnsanız, insanı sevenlerdeniz
El tin-i ve el zeytin ayetine bak
O belde-i emin ademdir mutlak
Suret-i ahsenle halkeyledi hak
Biz hakkı ademde bulanlardanız
Meluliyim kıblem kamil insandır
Kamil insan kalbi beyt-i rahmandır
Secde etmeyenler şeksiz şeytandır
Ona lanet eden erenlerdeniz.
Meluli. s. 174
10.12.2003
+
Cennette huriler varmis kara gözlü
Şarabinda oradaymis en güzeli
Desene biz coktan cennetlik olmusuz
Bak bir yanda sarap bir yanda sevgili.
+
Gokte bir okuz varmis, adi da Pervin,
Bir okuz de altindaymis yerin.
Siz tepismesine bakin,
Aradaki su eseklerin.
+
Ben olmayinca bu guller, bu selviler yok,
Sabahlar, aksamlar, sevincler, tasalar yok.
Ben oldukca var bu dunya,
Ben yok, o da yok.
+
Sarap, sen benim gunum, gunesimsin
Seninle oyle bir dolsun ki icim
Bir tanidik gorunce beni sokakta
Oooo… Merhaba sarap… Nereye boyle desin?
+
Şarap mimaridir yikik gonullerin
Suzulmustur cani o guzel uzumlerin
Kim demistir ser diye bu hayirli suya?
Siz o serden bana bir kac kadeh daha verin
+
Bir elde kadeh, bir elde Kuran
Bir helaldir isimiz, bir haram
Su yarim yamalak dunyada
Ne tam kafiriz, ne tam musluman
+
Cok ictim mi aklim azalir
Icmedim mi nesem dagilir
Ne sarhos ne ayik bir hal var ya
En iyisi o anda yasamaktir
Ömer Hayyam’dan
Çetiner Çalış’tan
X
Ben yine sana hayırlı günler dileyerek başlamak istiyorum ; edepli olmama sevinmişsin sağol ben edepi sevmenden dolayı sevindim.
Öncelikle şunu söylemek istiyorum söylediklerinden çok birşey anladığımı sanmıyorum gerçekten senin gibi anlatan ikinci bir şahıs görmedim.
İlk sorumda demiştim ki sana sen de vermişsin cevabını bana kısaca. Anladığıma göre diyorsun ki bu evren deki herşeyi biz adlandırmışız kavramları bizler oluşturmuşuz.Tanrı da bir kavram olduğuna göre diyorsun Tanri kavramını da biz yaratmışız öyle değil mi?
Ben ama Tan rıyı kim oluşturmuş diye sormadım bizleri kim oluşturmuş evren ilk canlılar nasıl oluşmuşlar diye sordum.Yani ilk insan nasıl meydana gelmiş herhalde onun kendi kendini yaptığına ihtimal vermiyorsundur öyle değil mi?Yoksa evrim sonucu mu oluşmuştur ilk insan ha ne dersin?Ben bu soruma yanıt almak istiyorum.Ayrıca dincileri yürüttüğü tahminin yanlışlığı nerede sen sadece onlar hakkında bilgi vermişsin ama bu yargılarını çürütecek birşey söyleyememişsin.
İkinci soruma gelince anladığıma göre diyorsun ki ahiret kelimesinin türkçe karşılığı gelecek zamandır.Böylece yaptığımız şeyleri cezasını çekecekesk ileriki zaman lar da ömrümüzün ilerleyen zamanlarında çekeceğiz öyle mi (Ben böyle anladım)
Peki ömrümüzün ilerleyen zamanlarında bize bu cezayı verecek olan kimdir? Veyahutta bizi ödüllendirecek olan kimdir?Lütfen bu sorumun cevabını da merak ediyorum.
Ayrıca örnek olarak vermiş olduğun kişilerin bana göre zaten islami yaşamla ilgileri bence çok az kalplerini yaşamlarını bilmediğim için böyle diyorum yoksa onlar hakkında çok daha fazla şeyler söylerdim…Bana göre İslama çok büyük zararları dokunuyor temsil noktasında bence sıfıra yakınlar.
Ayrıca bu arada cevaplarını verirken Kur’an’a dayandırmışsın ben bildiğim kadarıyla sen Kur’an’a innamıyorsun beşer kelamı diyorsun öyleyse ona niçin istinbat edip onun hükümleriyle cevap vermeye çalışıyorsun.Lütfen bu sorularıma da cevaplar istiyor ve sana hoşçakal diyorum ayrıca edep mevzuu zaten bizim İslami prenisplerimiz içerisinde böyledir sana diken uzatana sen güller uzatacaksın ayrıca bu zamanda medenilere galebe ikna iledir.Herşey konuşarak hallolunabilir.
Seygiyle sesnlikle kal, 17.12.2003
X
Mahir Kardaşım,
İletini aldım. Yanıt vereceğim. Ancak www.hayribalta.net.cjb adresindeki sitemin ındex sayfasını bu gün güncelledim. Oraya bir bakarsanız size verdiğim yanıtı, Yunus Emre’nin şiirlerini ve benim Tanrı Beddua Eder mi başlıklı yazımı göreceksiniz.
Şimdi kal sağlıcakla, saygı, sevgi sana.
Av. Hayri Balta, 17.12.2003
TANRI FIKIR DEĞIŞTIRIR MI?
Evrenin yazgısını belirleyen, geçmişi geleceği bilen, dilediği dışında hiçbir şey olmayan Tanrı fikir değiştirir mi? Kutsal kitapları incelediğimiz zaman Tanrı’nın sı sık fikir değiştirdiğini görüyoruz… Tanrı’nın sık fikir değiştirmesini onun Tanrısal niteliği ile nasıl bağdaştırabiliriz?
Örneğin Tanrı; Muhammet’ten 620 yıl önce gelen Peygamberi İsa’ya şöyle vahyediyor:
- “ ‘Göze göz, dişe diş’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin. Size karşı davacı olup gömleğinizi almak isteyene ceketinizi de verin. Sizinle bir adım gitmek isteyenle bin adım gidin. Sizden bir şey dileyene verin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin.” (İncil. Matta. 39-42)
- “ ‘Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanınızı sevin, size zulmedenler için dua edin… Eğer yalnız sizi sevenleri serseniz, ne ödülünüz olur?” (İncil. Matta. 44-46)
Dikkat edilirse yukarıda verilen örneklerde altı çizili ayetler Tanrı tarafından Musa Peygambere vahyedilmiş ayetler olup Tevrat’ta geçer. İsa’dan önce gelen Musa’ya ‘Göze göz, dişe diş’ deme yanında Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin’ diyen Tanrı; bu sözleri söyledikten sonraki Peygamberi İsa’ya “Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin” ve “Düşmanınızı sevin, size zulmedenler için dua edin…” diyor…
İşin en ilginçi İsa’dan 620 yıl sonra gelen bir başka Peygamberine de, bir kez daha fikrini değiştirerek:
- “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (K. 2/193; 8/39)
- “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)
- “Kitap verilenlerden, Allah’a ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram saydığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29) diyor.
İslam söylemine göre bizim için bin yıl olan zaman Tanrı’ya göre bir gün gibidir. Görüldüğü gibi Tanrı, kendi zaman ölçüsüne göre, bir-iki gün içinde üç kere fikir değiştiriyor. Musa’ya “Göze göz, dişe diş” ve “Düşmanından nefret edeceksin” dedikten sonra Isa peygamberine: “Kötüye karşı direnmeyin. düşmanınızı sevin” diyor ve arkasından Muhammed peygamberine: “Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün ve cizye verene kadar onlarla savaşın” diyor.
Peygamberlerin ağzına bakarsak Tanrı, ağzından çıkanı kulağı duymayan, bir dediği birbirini tutmayan tutarsız bir varlık gibi görünüyor.
Biliyorum, Allahlarına peygamberlerine toz kondurmamak için bin dereden bin kova getirmekte çok usta olan din savunucuları düşünmeden hemen “Efendim, gerek Tevrat ve gerekse İncil tahrifata uğradığı için Kuran’a ters düşmektedir!” diyeceklerdir.
Bir kere eğer Tevrat’taki “düşmanından nefret edeceksin” sözlerini değiştirip yerine “Kötüye karşı direnmeyin, size zulmedenler için dua edin, düşmanınızı sevin” diye değiştirmişlerse Tanrı’ya yakışır biz iş yapmışlardır. Çünkü Tanrı kendi yarattığı insanları birbirine öldürtmez.Tanrı’nın yüceliğine barış, kardeşlik, ve sevgi yakışır.
Hadi Müslümanların tahrifat savını kabul edelim. Ama Kuran’da bile Tanrı’nın fikir değiştirdiğini görürüz:
- “Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir… K. 2/272″
- “Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın? K. 10/99″
Peygamberine böyle diyen Tanrı nasıl olur da aynı kitabında böylesine güzel ve barışçı sözlerinden vazgeçerek “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın.” (K. 2/193; 8/39) ve de “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün” (K. 9/5) der.
Hala aklınızı kullanmayacak mısınız? Hala Tanrı’ya tutarsızlığı yakıştıracak mısınız. Böyle yapmakta direnirseniz Tanrı’dan uzak düşersiniz.
Bilin ki Peygamberlerin getirdiği dinler Tanrı’dan değildir. Kendilerinden, kendi dünya görüşlerindendir. Bunun içindir ki çoğu zaman din mensuplarına Musevi, İsevi, Muhammed’i denmiştir. Doğrusu da budur.
Nasıl ki Mustafa Kemali sevip arkasına düşüncelere Atatürkçü, Mark’sı sevip arkasına düşenlere Marksist deniyorsa; Musa’nın arkasına düşenlere Musevi, İsa’nın arkasına düşenlere İsevi, Muhammed’in arkasına düşenlere de Muhammed’i denmiştir ve doğrusu da doğrudur…
Tanrı’nın dininde insanların birbirlerini öldürmesi yoktur; sevmesi vardır. Çünkü o Rabbi lalemindir. Gelin Peygamberlerin arkasına düşerek Tanrı’yı sık sık fikir değiştiren bir varlık yerine koymaktan vaz geçin. Tanrı’ya saygısızlık etmeyin…
Tanrı’yı, kendi dünya görüşünü kabul ettirmek için birbirine öldürtenlerin elinden kurtaralım. Tanrı olarak: Aklı, bilgiyi, erdemi, sağduyuyu, vicdanı doğruluğu, dürüstlüğü, güzelliği, sevgiyi kabul edelim. Çünkü yüce olan bu duygu ve düşüncelerdir. Bu kavramlar yüce olduğu için Tanrı kavramı ile ifade edilir. Gelin yüce kavramların arkasına düşelim. Din adına birbirimize düşmanlık beslemeyelim. Öldükten sonra gideceğimiz, hesap vereceğimiz bir yer yok. Bu nedenle bu dünyamızı cennet edelim. Daha ben sizlere ne diyeyim? H.B. 10.3.2003
+
Hayri Bey merhaba,
Tanrı fikir değiştirir mi? başlıklı yazınıza çok teşekkürler. Kaleminize yüreğinize sağlık. Sanal ortamda da olsa tanıştığım ve sitenizi keşfettiğim için sevinçliyim.
Selamlar saygılar.
Rahmi Yıldırım, 12.12.2003
X
—– Original Message —–
From: Deniz Baymar
Sn Hayri Balta Bey,
yazınız çok anlamlı ve doğru tespitler içermekte.
Ben bir noktaya takıldım, bu yazınızın anlatımına bakarsak, Musa ve Muhammet kitaplarında inanlarına olumsuz, kötü diyeceğimiz düşünceleri empoze ediyor. İsa’da ise farklı bir durum görüyoruz.
Yazınızdan Muhammediler tarafından tahrif edildiği söylenen İncilin gerçek tanrı kitabı olduğu çıkarımı yaptım. Bu durumda Tanrı size göre Incilde mi gerçek Tanrı tanımına ulaşıyor?
Eger yanlış anladıysam lütfen düzeltin.
Saygı ve sevgiler
Deniz Baymar, 12.12.2003
+
Merhaba Deniz Hanım,
Sorunuz Hayri Bey’e ama, korkarım yanlış anladınız. Zira İsa da kendinden öncesini yok saymamakta ve kabul etmektedir. Zira ben bozmaya değil; düzeltmeye, düzenlemeye geldim demektedir.
Eğer yanlış bilmiyorsam İncil, “eski ahit” ve “yeni ahit” olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Eski ahit İsa’dan önceki öğretiyi, yeni ahit İsa’dan sonraki öğretiyi kapsamaktadır. Anılan tanrı aynı tanrıdır. Sadece dönem, dönem fikir ve felsefesini değiştirmektedir. O nedenle Hayri Bey’in düşündüğünüz biçimde bir olguyu dolaylı veya dolaysız olarak ileri sürdüğünü-süreceğini sanmıyorum. Anladığım kadarıyla siz, Hayri Bey’in ütopik tanrı kavramında (akıl, bilgi, erdem sağduyu, vicdan, doğruluk, sevgi vs) yer alan düşünce biçimini, İsa öğretisi ile yakınlaştırdınız.
Hayri Bey yazısında, dinlerin tanrı ile ilgisi bulunmadığını, peygamberlerin kendi düşünceleri olduğunu da açıkça belirtmiştir.
Ben yazının mantığında düşündüğünüz biçimde bir yargı görmedim. Umarım ben de yanılmamışımdır.
Saygı ve Sevgilerimle,
Timur, 12.12.2003
X
Sayın Deniz Baymar,
Önce saygı, sevgi sundum. Sorunuzu yerinde bir soru olarak buldum.
Yazımdan şu anlamı çıkarmışsınız ki tamamen haklısınız. İsa’yı bir yana diğerlerini bir yana koymalısınız.
Diyorsunuz ki “İsa’da ise farklı bir durum görüyoruz.” Evet, yansız bir gözle bütün peygamberleri incelersek İsa’da değişik bir üslup görüyoruz. Eğer İsa peygamberse, diğerleri; diğerleri Peygamberse İsa peygamber değil diyebilmeliyiz.
İsa da diğerleri gibi bir insandır. Ama İsa “Baba bende ben de babadayım!” (İncil. Yuhanna. 14/8) deyen bir insandır. “Eline kılıç alan kılıçla ölür!” diyerek; öldürmektense, ölümü yeğleyen bir insandır. Kaldı ki Hıristiyanlar İsa’yı peygamber olarak değil de Tanrı olarak adlandırır, tanır.
Her ne kadar Timur arkadaşın dediği gibi İsa “Zira ben bozmaya değil; düzeltmeye, düzenlemeye geldim demişse” de “Benden önce gelenlerin hepsi hırsız ve haydutturlar” (İncil. Yuhanna. 108) da demiştir.
Gelelim “İncilin gerçek tanrı kitabı olduğu çıkarımı yaptım.” demene. İnsan dışında bir Tanrı yoktur ki o Tanrı peygamber göndere, kitap indire.
Peygamber adı verilen kişilerin bütün söyledikleri kendi sözleridir. Ancak din edebiyat ve felsefesinde bu sözlere “Tanrı sözü” denerek yüceltilir.
Ezoterik (Batınî, gizli…) din ilmine göre bu söylemlerin özel ve simgesel bir anlamı vardır. Ezoterik bilgi yoksunu dinciler yukarda bir Tanrı var da bu kutsal kitaplar onun sözleri sanır.
Oysa insanın dışında ne maddi ne manevi bir varlık vardır. Var sandıklarının hepsi insanın kendi sanısıdır. Tanrı da, şeytan da, cennet de, cehennem, ahret de insanın olduğu yerde vardır.
Asıl can alıcı sorunuz şu: “Bu durumda Tanrı size göre Incilde mi gerçek Tanrı tanımına ulaşıyor?” sorusu.
İncil’de şöyle bir söz vardır. “Tanrı sevgidir. Sevgi de yaşayan Tanrı’da yaşar. Tanrı da onda yaşar!” (İncil. Yuhanna’nın 1. Mektubu. 4/15)
İşte din anlayışının gizemi bu sözdedir. Bu söz şöyle demektir. Sevgi bir kavramdır. Sevginin karşıtı nefret de bir kavramdır. Ama sevgi kavramı yücedir. Yüce olduğu için, nefret yerine sevgi yeğlenmelidir. Nefret kavramı ise, sevginin zıddı oldu için, yani sevgiye göre kötü olduğu için, yeğlenmemelidir. Demek istiyor ki insanoğlu kimseye düşmanlık ve kin beslememelidir…
Artık şifreyi çözebiliriz. Yüce olan bütün kavramları yüce olduğu için Tanrı olarak nitelendirebiliriz. Yüce olan kavramların zıddı olanları da yüce olmadığı için kötü olarak nitelendirebiliriz.
Gerçeği söylemek gerekirse bu tür anlamlar Kuran’da da vardır. Ne var ki kendi dışında bir Tanrı ile aklını bozanlar kutsal kitapların olumlu yönlerine değil hep olumsuz yönlerine sarılmaktadır. Kutsal kitabında “Kâfire ölüm!” diyor diye gidip İstanbul’u bombalamaktadır.
Unutmalım ki Tanrı da, Peygamber denilen insanlar da, kutsal kitaplar da hep insan için. Şurasını önemle vurgulayayım ki insanlar Tanrı için, din için, iman için değildir. Ama ne yazık ki insanlar Tanrı için, din için, iman için ölüp öldürmektedir. Böylece cenneti satın aldığını sanmaktadır.
Bilmem sorularına yanıt verdim mi?
Şimdi kal sağlıcakla, saygı, sevgi sana.
Av. Hayri Balta, 13.12.2003
X
Bravo sayın Hayri bey. Mükemmel bir mantık yürütme örneği.
Tebriklerimi sunuyorum efendim. Sağlıklar diliyorum size.
En içten sevgi ve saygılarımla,
Çetiner, 13.12.20003
X
Hayri Balta sana hayırlı günler diliyorum Sana birkaç soru sormak istiyorum.
Sana göre bu kainat insanlar hayvanlar ağaçlar vb. gibi canlılar nasıl oluştu bunu açıklar mısın?
Bir de ahiretin varlığına inanıyormu sun? İnanıyorsan veya inanmıyorsan niye?
Cevap yazarsan sevinirim…
Mahir, 12.12.2003
X
Sayın Mahir,
İletini aldım. Çarşamba gününe değin doluyum. Sorularının yanıtını ancak çarşambadan sonra verebilirim. Ama bu ara zaman bulursam yanıtımı çabuklaştırırım.
Saygılarımla,
H.B.12.12.2003
X
Sayın Mahir,
Önce saygı, sevgi, edepli söylemin için sevdim seni.
İki soru sormuşsun bana. Yanıt veriyorum iki soruna:
İki sorundan ilki: “Bu evren nasıl görüntüye geldi”
İkincisi: “Ahretin varlığına inanıyor musun? İnanıyorsan niye, inanmıyorsan niye?” değil mi?
Bütün ruhçular (dincilerin hepsi) Evren’e bakmışlar, merak etmişler. Şöyle bir tahmin yürütmüşler…Şu kulübeyi yapan biri olduğuna göre; muhakkak bu Evren’i (Dünyayı, ayı, güneşi, yıldızları…) de yaratan biri var demişler? Görülüyor ki soruyu soran da, yanıtlayan da kendileri… “Bakın! İşte aradığınız Tanrı benim diyen biri yok ki!”
İnsandır Tanrı kavramını yaratan. Tanrı da bir kavramdır inan…
Tanrı: Madde olarak yoktur, mana olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, simgesel olarak vardır. Kişi (zat) olarak yoktur nitelik (sıfat: esma-i hüsna dedikleri…) olarak vardır.
Demek ki var deyen de insan, yok deyen de insan… Bunun dışındaki söylemler bilgisizliktendir, korkudandır, umuttandır… Dahası çok büyük bir aldanma, kocaman bir yalandır…
Ahretin varlığına gelince; bu da bir kavramdır, çok ince.
Ahretin Türkçe’si “Gelecek zaman” demektir. Yarın, bu güne göre ahrettir.
İnsan; olumlu ya da olumsuz bir iş yaparken muhakkak düşünür. “Acaba bu davranışım nasıl karşılanır?” diye içinden geçirir.
Bütün ruhçular (dinciler demek istiyorum…) kutsal kitaplarında bir ahretin varlığından söz ederler ve de insanın ahretle öldükten sonra karşılaşacağını ileri sürerler…
Oysa öldükten sonra gideceğimiz, hesap vereceğimiz bir yer yoktur. Çünkü Tanrı: “Ölüler için değil diriler içindir.” (İncil. Matta. 22/32, Markos. 12/27, Luka. 20/38)
Ölü-diri kavramları dinlerin temel taşıdır. İnsan, tapınmalarla (ibadetlerle) değil; kötülüklere öldükten Tanrı’ya kavuşur.
Bu konularda bilgi sahibi olmak istiyorsan Kutsal kitapları bir karıştır ve de Kuran’daki şu ayetleri araştır:
“Kuran ölülere değil dirilere gönderilmiştir.” (K. 26/70)
“Onlar ölüdürler.” (K. 16/21) dedikten sonra İslam Peygamberi kendi kendine: “Sen ölülere duyuramazsın!2 (K. 27/80, 30/52, 35/22) demiştir.
Bütün ruhçular, Tanrı’dan söz ederler ama Tanrı’yı bilmezler. Hepsi de sanal bir Tanrı’nın, sanal bir ahretin peşine düşerler. Olmaz edepsizliği yaparlar sonra da “Allah büyüktür, nasıl olsa bizi affeder!” derler.
Bunların başında da tanınmış ilahiyatçılar gelir. Ör. Bunlardan üçü Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz, Bayraktar Bayraklı gibilerdir.
Biliyorum, şimdi Mahir kardaşım benden örnek ister. Bu konuda sana iki örnek yeter. Eğer Y. N. Ö.’ün Tanrı bilgisi (Burada Tanrı, sorumluluk duygusunun simgesidir…) olsaydı, Tanrı’dan korksaydı, bir milletvekili olarak TBMM’ye devamsızlık edenlerin başında gelmezdi. Y. N. Öztürk Meclisin en devamsız milletvekillerinden birisi… Bunun aldığı aylık haram değil mi?
Aynı şekilde Zekeriya Beyaz’ın da Tanrı bilgisi olsaydı, ahreti bilseydi; uçakla gidip geldiği biletlerin parasını hem Vakıf’tan hem de Üniversiteden tahsil eder miydi?..
Tanrı’dan korksaydı; şu soruyu kendi kendine sormaz mıydı?: “Bir kere verdiğim uçak biletlerinin parasını iki yerden nasıl alırım? Farkına varırlarsa, benden hesap sorarlarsa, zorda kalırım!” demez miydi?
Bu işi yaparken içindeki uyaran duygu (Cebrail, Ruhul Kudüs, iyiliğe yönelten duygu:Tanrı) kendisini uyarmıştır. Ama şeytan (Kötülüğe sürükleyen duygu…) üstün gelerek “Al al, fırsat bu fırsat! Kim farkına varacak!” diye kendisini aldatmıştır.
Şeytan (İçindeki kötülüğe sürükleyen duygu ve düşünce…) kendisini köçek gibi oynatmıştır. Bu nedenle hakkında İstanbul Kadıköy adliyesinde dava açılmıştır.
Öldükten sonra kendisinden hesap sorulacağını; kim nasıl nerden bilecektir? Kaldı ki kendi anlayışına göre “Allah büyüktür, günahını affedecektir!”
Mahir kardaşım, Tanrı’ya da inanırım, ahrete de inanırım. Dünyanın En Allahçı, en dindar insanlarından biri sayılırım.
Şimdi ben sanal Allah delilerine bunları nasıl anlatırım? Onların bu Allah saplantılarına baktıkça şaşar kalırım.
Aklı başında bir insan görmediği Tanrı’ya inanır mı? Kafir diye bir başka insanın canına kıyar mı?
Bilmem Mahir kardaşım, sorularına yanıt verdim mi? Sen hiç böyle yanıt veren birini gördün mü?
Şimdi kal sağlıcakla, saygı sevgi yeniden sana…
Av. Hayri Balta, 12.12.2003
X
iyi günler
Sayın Baymar adresiniz bende gözükmediği için genel atmak zorunda kaldım öbekle ilgisi olmadığını düşündüğümden diğer arkadaşlardan özür dilerim.
Tevrat, müjdeci (İncil) ve kuran isimli kitapları okumuş ve incelemiş biri olarak şunları söyleyebilirim.
1.İncili okuduğunuzda tanrının seslenişinden ziyade bir insanin diğer bir insana seslenişini hissedersiniz
- incilin ilk 4 bolumu olan matta Markos Yuhanna ve Luka da dakika bir gol bir ilk ayetlerde İsa yalvacın soyundan bahsedilirken 4 bolumun bası da birbiri ile çelişkilidir. Bunun gibi kendi içindeki çelişkiler listesi yüzün üzerinde. hatta bir arkadaşım bunları kitap haline getirmişti
- İncil hadis (söz) kitaplarından hiçbir farkı yoktur. diğer bölümleri korintlilere mektup, filedefiyalilara (Akşehir) mektup, Selaniklilere mektup diye ana fikri sahte elcilere karsı uyarı içeren metinlerle dolu.
- diğer taraftan tevratta bazı uçuk görünen özellikle heizekel bölümünün ilk 10 ayeti kuranda 45:1 ve yanılmıyorsam 2:90 da (metni hatırladığım kadarı ile tanrının ve meleklerin kendilerine bulutların arasından gelmelerini mi bekliyorlar) teyid ediliyor. ama tevratin sonlarında Musa peygamberin defin işlemleri anlatılır.
- Kuranda suhul el Musa (musanin sayfaları)- suhuf el ibrahiyme, geçer ama suhuf el İsa gedmez. Hatta bir surede söyle geçer onlar kavimlerine döndüler ve dediler ki musadan sonra indirilen en güzel kuranı işittik. (el kuran = okunan)
- kuranda bir söz olarak muştulanan İsa yalvacın kendisinin kelimetullah (Allahin sözü) olması ihtimali söz konusu
- Eski ahitle ilgili kendi tespitlerim: tanrı bunamış galiba. baksana önce birbirinize düşman edeceğim diyor sonrada insanlara suç atıp akliniz fikriniz
kötülükte diyor. sonra da pişman oluyor.
yar.3:15 vah.12:17 Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu Birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, Sen onun topuğuna saldıracaksın.
yar.6:5 mat.24:37; Luka.17:26; 1pe.3:20 RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte.
yar.6:6 İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı.
yar.6:7 «Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım» dedi, «Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.»
yar.6:8 Ama Nuh RAB’bin gözünde lütuf buldu. Deniz hayvanlarını tanrı unutmuş. tabi solungaçlarla soluk alınmıyorsa..
yar.7:17 Tufan kırk gün sürdü. Çoğalan sular gemiyi yerden yukarı kaldırdı. yar.7:18 Sular yükseldi, çoğaldıkça çoğaldı; gemi suyun üzerinde
yüzmeye başladı.
yar.7:19 Sular öyle yükseldi ki, yeryüzündeki bütün yüksek dağlar su altında kaldı.
yar.7:20 Yükselen sular dağları on beş arşınn16 aştı.
yar.7:21 yar.7:22 Yeryüzünde yaşayan bütün canlılar yok oldu; kuşlar,
evcil ve yabanıl hayvanlar, sürüngenler, insanlar, soluk alan bütün canlılar öldü.
yar.7:23 RAB insanlardan evcil hayvanlara, sürüngenlerden kuşlara dek bütün canlıları yok etti, yeryüzündeki her şey silinip gitti. Yalnız Nuh’la gemidekiler kaldı.
yar.7:24 Sular yüz elli gün boyunca yeryüzünü kapladı. gelecekte tanrı ingilizceyide bozacak olmalı
yar.11:5 RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi.
yar.11:6 «Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar» dedi,
yar.11:7 «Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki,
birbirlerini anlamasınlar.»
yar.11:8 Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.
yar.11:9 Bu nedenle kente Babils21 adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört
bucağına dağıtmıştı. buda ilginç 90 yasındaki saradan etkilenen bir
erkek.
yar.17:17 İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, «Yüz
yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?» dedi, «Doksan yaşındaki
Sara doğurabilir mi?»
yar.17:18 Sonra Tanrı’ya, «Keşke İsmail’i mirasçım
kabul etseydin!» dedi.
yar.20:1 İbrahim Mamre’den Negev’e göçerek Kadeş ve Sur
kentlerinin arasına yerleşti. Sonra geçici bir süre Gerar’da kaldı.
yar.20:2 yar.12:13; yar.26:7 Karısı Sara için, «Bu kadın kız kardeşimdir» dedi. Bunun üzerine Gerar Kralı Avimelek adam gönderip Sara’yı getirtti.
yar.20:3 Ama Tanrı gece düşünde Avimelek’e görünerek, «Bu kadını aldığın için öleceksin» dedi, «Çünkü o evli bir kadın.»
yar.20:4 Avimelek henüz Sara’ya dokunmamıştı. «Ya RAB» dedi, «Suçsuz bir ulusu mu yok edeceksin?
yar.20:5 İbrahim’in kendisi bana, `Bu kadın kız kardeşimdir’ demedi mi? Kadın da İbrahim için, `O kardeşimdir’ dedi. Ben temiz vicdanla, suçsuz ellerimle yaptım bunu.» burada da zemzem (turkcesi kana kana gibi bir anlam
içeriyor) çıktı galiba
yar.21:8 Çocuk büyüdü. Sütten kesildiği gün İbrahim büyük bir şölen
verdi.
yar.21:9 gal.4:29-30 Ne var ki Sara, Mısırlı Hacer’in İbrahim’den olma oğlu İsmail’in alay ettiğini görünce,
yar.21:10 İbrahim’e, «Bu cariyeyle oğlunu kov» dedi, «Bu cariyenin oğlu, oğlum Ishak’ın mirasına ortak olmasın.»
yar.21:11 Bu İbrahim’i çok üzdü, çünkü İsmail de öz oğluydu.
yar.21:12 rom.9:7; ibr.11:18 Ancak Tanrı İbrahim’e, «Oğlunla cariyen için üzülme» dedi, «Sara ne derse, onu yap. Çünkü senin soyun Ishak’la sürecektir.
yar.21:13 Cariyenin oğlundan da bir ulus yaratacağım, çünkü o da senin soyun.»
yar.21:14 İbrahim sabah erkenden kalktı, biraz yiyecek, bir tulum da
su hazırlayıp Hacer’in omuzuna attı, çocuğunu da verip onu gönderdi. Hacer Beer-Şeva Çölü’ne gitti, orada bir süre dolaştı.
yar.21:15 Tulumdaki su tükenince, oğlunu bir çalının altına bıraktı.
yar.21:16 Yaklaşık bir ok atımı uzaklaşıp, «Oğlumun ölümünü görmeyeyim» diyerek onun karşısına oturup hıçkıra hıçkıra ağladı.
yar.21:17 Tanrı çocuğun sesini duydu. Tanrı’nın meleği göklerden
Hacer’e, «Nen var, Hacer?» diye seslendi, «Korkma! Çünkü Tanrı çocuğun
sesini duydu.
yar.21:18 Kalk, oğlunu kaldır, elini tut. Onu büyük bir ulus yapacağım.»
yar.21:19 Sonra Tanrı Hacer’in gözlerini açtı, Hacer bir kuyu
gördü. Gidip tulumunu doldurdu, oğluna içirdi.
yar.21:20 Çocuk büyürken Tanrı onunlaydı. Çocuk çölde yaşadı ve okçu oldu.
yar.21:21 Paran Çölü’nde yaşarken annesi ona Mısırlı bir kadın aldı.
- Küçük, 13.12.2003
X
Sayın Hayri Balta ; size ve beni aydınlatan diğer dostlara teşekkür ediyorum. Hayrı Bey, hatalı mı algılıyorum bilemem ama açıklamalarınızdan öz olarak Yunus Emre’nin “Bir ben var benden içerü” cümlesinin açılımı gibi anlıyorum . Tanrıyı dışarıda, bilinmezde değil kendi içimizde aramamız gerekmekte.
İçinde bulunduğumuz evren zıtlıklar üzerine kurulmuş. Kutsal kitaplarda sözü edilen iyi ve kötü çatışması ile ödül ve cezalandırma kavramları zaten bu evrende ve insan benliğinde mevcut. Tanrı diye adlandırdığımız kutsal varlığı /yaratıcıyı da insan zihni yarattıysa, bu zıtlıklardan Tanrıyı arındırmamış. Kutsal kitaplarda ortaya çıkan Tanrı sözleri de peygamber olarak kabul görmüş felsefecilerin sözleri. Bir birinin ardılı olan kutsal kitapları belki de “Tanrı Ekolü” diye tanımlamak daha doğru olur.
İlk ikisi ve sonuncu sayılan Kuran’da Tanrıyı daha çok intikam ağırlıklı görmekteyiz. İsa’nın yaklaşımı sizin de belirttiğiniz gibi pozitif bir temele dayanmakta, insani yönler gizlenmemekte. Tanrı’yı “sevgi” olarak tanımlaması da bunun kanıtı.
Tanrı Incilde de kıskanç ve bencil bir karakter gösterse de kendisi ile mücadeleye girip yarattığı insandaki günahı temizlemek adına bir girişimde bulunuyor ve oğlunu bu günahı temizlemekle görevlendiriyor. Aslında bunun altında da bencilce bir amacın olduğunu görüyoruz. İnsanı günahından arındırıp onu sonsuza kadar kendisine bir kere daha minnettar bırakıyor, daha da bağımlı hale getiriyor. İsa’nın sözlerini aktardığı Tanrı, İnsanın hayatında kendisinden başka hiç bir duygu ve varlığa geçiş hakı atımayarak kendisini merkeze oturtmakta. Öyle ki insanın kendi yaşamı üzerindeki karar hakkına elkoymakta, “ben yönetirim seni” demekte. Diğer kitaplarda ise insanlara, Tanrı adına birbirine müdahale edebilme yetkisi verilmekte.
Dört kitapta tartışmasız tek ortak nokta ve ödül olarak vaad edilen “Tanrının lütfuna erişmek, onunla bütünleşmek”. Bu nihai amaç ve sonuç oluyor. Bu amaca giden yollar kitaplarda farklılık arzetse bile belirgin olarak insanın yaşamı boyunca ruhsal ve bedensel acı çekmesi koşulu var. Vaad edilen ödüle ulaşmak için getirilmiş bu şart İsa’da ortaya çıkan “sevgi” kavramının içini de boşaltmakta. Bence, Isa sevgi ve affediciliği öne çıkartmış gibi görünse de insanın ilk kendisini sevmekle ve affetmekle işe başlamasını göz ardı ediyor. Sonuç olarak Tanrı, kutsal kitaplardaki tanımlarında insan doğasıyla aynılığından kurtulamamakta.
Bütün bunları üst-üste koyduğumuzda, zıtlıklar üzerine oturan evrende insanı tek merkezde toplamayı hedefleyen felsefi düşünceye “inanç” adı vermekteyiz.
saygı ve sevgilerimle
Deniz,13.12.2003
X
EY HOCA
(Y.Nuri Öztürk, Süleyman Ateş,
Bayraktar Bayraklı ve diğer Diyanet takımı…)
Ey hoca Tanrı bir, şirkimiz yoktur
Şeytan gizleyecek kürkümüz yoktur
Cehennem narından korkumuz yoktur
Biz ateş-i aşka yananlardanız
Mürşit meydanında mahşer kurulur
Bacı kardeş bi araya derilir
Hayrımız şerrimiz burada sorulur
Her hesabı burada verenlerdeniz
Parayı put edip tapan değiliz
Hakikat yolundan sapan değiliz
Havlayıp insan kapan değiliz
İnsanız, insanı sevenlerdeniz
El tin-i ve el zeytin ayetine bak
O belde-i emin ademdir mutlak
Suret-i ahsenle halkeyledi hak
Biz hakkı ademde bulanlardanız
Meluliyim kıblem kamil insandır
Kamil insan kalbi beyt-i rahmandır
Secde etmeyenler şeksiz şeytandır
Ona lanet eden erenlerdeniz.
Meluli. s. 174
10.12.2003
+
Cennette huriler varmis kara gözlü
Şarabinda oradaymis en güzeli
Desene biz coktan cennetlik olmusuz
Bak bir yanda sarap bir yanda sevgili.
+
Gokte bir okuz varmis, adi da Pervin,
Bir okuz de altindaymis yerin.
Siz tepismesine bakin,
Aradaki su eseklerin.
+
Ben olmayinca bu guller, bu selviler yok,
Sabahlar, aksamlar, sevincler, tasalar yok.
Ben oldukca var bu dunya,
Ben yok, o da yok.
+
Sarap, sen benim gunum, gunesimsin
Seninle oyle bir dolsun ki icim
Bir tanidik gorunce beni sokakta
Oooo… Merhaba sarap… Nereye boyle desin?
+
Şarap mimaridir yikik gonullerin
Suzulmustur cani o guzel uzumlerin
Kim demistir ser diye bu hayirli suya?
Siz o serden bana bir kac kadeh daha verin
+
Bir elde kadeh, bir elde Kuran
Bir helaldir isimiz, bir haram
Su yarim yamalak dunyada
Ne tam kafiriz, ne tam musluman
+
Cok ictim mi aklim azalir
Icmedim mi nesem dagilir
Ne sarhos ne ayik bir hal var ya
En iyisi o anda yasamaktir
Ömer Hayyam’dan
Çetiner Çalış’tan
X
Ben yine sana hayırlı günler dileyerek başlamak istiyorum ; edepli olmama sevinmişsin sağol ben edepi sevmenden dolayı sevindim.
Öncelikle şunu söylemek istiyorum söylediklerinden çok birşey anladığımı sanmıyorum gerçekten senin gibi anlatan ikinci bir şahıs görmedim.
İlk sorumda demiştim ki sana sen de vermişsin cevabını bana kısaca. Anladığıma göre diyorsun ki bu evren deki herşeyi biz adlandırmışız kavramları bizler oluşturmuşuz.Tanrı da bir kavram olduğuna göre diyorsun Tanri kavramını da biz yaratmışız öyle değil mi?
Ben ama Tan rıyı kim oluşturmuş diye sormadım bizleri kim oluşturmuş evren ilk canlılar nasıl oluşmuşlar diye sordum.Yani ilk insan nasıl meydana gelmiş herhalde onun kendi kendini yaptığına ihtimal vermiyorsundur öyle değil mi?Yoksa evrim sonucu mu oluşmuştur ilk insan ha ne dersin?Ben bu soruma yanıt almak istiyorum.Ayrıca dincileri yürüttüğü tahminin yanlışlığı nerede sen sadece onlar hakkında bilgi vermişsin ama bu yargılarını çürütecek birşey söyleyememişsin.
İkinci soruma gelince anladığıma göre diyorsun ki ahiret kelimesinin türkçe karşılığı gelecek zamandır.Böylece yaptığımız şeyleri cezasını çekecekesk ileriki zaman lar da ömrümüzün ilerleyen zamanlarında çekeceğiz öyle mi (Ben böyle anladım)
Peki ömrümüzün ilerleyen zamanlarında bize bu cezayı verecek olan kimdir? Veyahutta bizi ödüllendirecek olan kimdir?Lütfen bu sorumun cevabını da merak ediyorum.
Ayrıca örnek olarak vermiş olduğun kişilerin bana göre zaten islami yaşamla ilgileri bence çok az kalplerini yaşamlarını bilmediğim için böyle diyorum yoksa onlar hakkında çok daha fazla şeyler söylerdim…Bana göre İslama çok büyük zararları dokunuyor temsil noktasında bence sıfıra yakınlar.
Ayrıca bu arada cevaplarını verirken Kur’an’a dayandırmışsın ben bildiğim kadarıyla sen Kur’an’a innamıyorsun beşer kelamı diyorsun öyleyse ona niçin istinbat edip onun hükümleriyle cevap vermeye çalışıyorsun.Lütfen bu sorularıma da cevaplar istiyor ve sana hoşçakal diyorum ayrıca edep mevzuu zaten bizim İslami prenisplerimiz içerisinde böyledir sana diken uzatana sen güller uzatacaksın ayrıca bu zamanda medenilere galebe ikna iledir.Herşey konuşarak hallolunabilir.
Seygiyle sesnlikle kal, 17.12.2003
X
Mahir Kardaşım,
İletini aldım. Yanıt vereceğim. Ancak www.hayribalta.net.cjb adresindeki sitemin ındex sayfasını bu gün güncelledim. Oraya bir bakarsanız size verdiğim yanıtı, Yunus Emre’nin şiirlerini ve benim Tanrı Beddua Eder mi başlıklı yazımı göreceksiniz.
Şimdi kal sağlıcakla, saygı, sevgi sana.
Av. Hayri Balta, 17.12.2003