4.İLETİ

  1. İLETİ

1X

Başka Bir Kul,

Sayın Hayri Bey,

Öncelikle merhaba,

Ben yazınızı okudum da cevap göndermek istedim. Siz her şeyi simge olarak görüyorsunuz. Size gönderilen hikayeyi biliyorum. O hikayede simgeler kullanılmış. Fakat bu onların gerçekte olmadığını göstermez ki. Orada temsiller hakikatleri insanın daha rahatlaması içindir. Siz her şey simgelere dayandırıyorsunuz ama deliliniz yok. O sizin kendi kendinize icad etmiş olduğunuz bir sistem. Dayanağı yok…

Cennet, Cehennem niye simgeden ibaret olsun ki? Gerçekten olmamaları için bir sebep mi var?Ayrıca siz kendi varlığınızın gerçek olduğunu düşünüyorsunuz. Alahın varlığı en az sizin kadar gerçektir. Hatta sizin varlığınız hayalden ibaret olsa da Allah’ın vücudu zaruridir.

Her var olan için bir yapıcı vardır. Size gönderilen hikayenin alındığı kitapları okursanız düşünceleriniz değişebilir.

Fazla vaktim olmadığı için kusura bakmayın, gitmem lazım.

Herkese selamlar..

Başka bir kul. 19.7.2001

X

2X

Nazif ACAR

 

 

DESTEKLİ AT

 

  1. “Kur’anı Kerim / 4/3. Eğer yetim kızlar hakkında adalete riâyet edemiyeceğinizden korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer veya dörder nikâh ediniz. Ve eğer adalet yapamıyacağınızdan korkarsanız artık bir eş ile veya sâhip olduğunuz câriye ile -yetiniz- çünki bu sizin için adaletten sapmamanıza daha yakındır..

Nazif Acar, 12.10.2002/02.43”

X

Konu: Destekli at

  1. “33/33. Ve hânelerinizde oturunuz ve evvelki cahiliye zamanındaki açılış gibi açılıvermeyiniz ve namazı dosdoğru kılınız ve zekâtı veriniz ve Allah’a ve Peygamberine itaat ediniz ve ey ehli beyt!. Allah sizden ancak kiri götürmek ve sizi tertemiz kılmak dilemektedir.

Nazif Acar, 12.10.2002/02.45”

X

Konu: Destekli at

  1. “4/11. Allah Teâlâ size çocuklarınız hakkında erkek için iki dişi his-sesi emrediyor. Eğer dişi olan evlât, ikiden fazla ise onlara terekenin üçte ikisi aittir. Ve eğer bir tek kız ise ona da terekenin yansı verilir ve babasıyla anasından herbiri için de ölünün çocuğu var ise terekesinde altıda biri vardır. Ve eğer çocuğu yok ve kendisine yalnız babasıyle anası var ise anası için üçte biri aittir. Ve eğer ölünün kardeşleri de var ise anasına altıda biri verilir. Bu hisselerin böyle verilmesi, ölünün vaktiyle yapmış olduğu vasiyetinden ve borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınız bilmezsiniz ki hangileri sizin için menfaatçe daha yakındır. Bütün bunlar Allah Teâlâ tarafından birer farizedir. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ herhalde alimdir, hikmet sahibidir.

SENİN GİBİ KARA CAHİL DEĞİL

Nazif Acar, 12.10.2002/02.48”

X

Konu: “ALLAH SONUNU HAYRETSİN!”

  1. “KUR’AN-I KERİM’İ OKUMUŞSUNUZ AMA BOŞUNA.

“İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsen, BU NİCE OKUMAKTIR?”

 

Kusura bakmayın biraz ağır oldu ama, içimden geldi.

Nazif Acar, 12.10.2002/02.53”

X

Sayın Nazif Acar,

Önce saygı, sevgi sana. Erinmemişsin, gece yarısından sonra, oturmuş iki dakikada bir 4 mektup yazmışsın bana.

Anlaşılan uykunu kaçırmışım senin.

“BENİM GİBİ KARA CAHİL” (3. Mek.) biri için, uykunu heba etmeseydin daha iyi olmaz mıydı idi senin için?

“KUR’AN-I KERİM’İ OKUMUŞSUNUZ AMA BOŞUNA.” (4. Mek.) demişsin bana.

Memnun oldum benim gibi “KUR’AN-I KERİM’İ BOŞU BOŞUNA OKUMAMIŞ” biri ile karşılaşmakla…

“İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsen, BU NİCE OKUMAKTIR?” demişsin bir de.

Söylemiş bu ölümsüz sözleri Yunus Emre.

Sesleniyor böylece kendi kendini bilmeyen ölülere…

 

“Ölü” ne demektir bilir misin?

Önce Bütün kutsal kitaplarda geçen “Ölü”- “Diri” terimini bilmelisin.

“Ölü” ve “Diri” ne demektir öğrenmek için,

Kuran’daki: “Allah ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarır.” (K. 3/27, 6/95, 6/19) tümcelerinin söyleniş nedenlerini incelemelisin

.

İncil’de de şöyle bir tümce vardır.

Bunu bilip üzerinde düşünmende yarar vardır.

 

“İsa’nın öğrencilerinden birinin babası ölmüş.

Öğrencisi İsa’ya ‘İzin ver de şu babamın ölüsünü gömüp geleyim!” demiş.

İsa da: “Bırak ölüleri, ölüleri gömsünler!” demiş. (İnci, Matta., 8/21).

Acaba ne demek istemiş…

Haydi bakalım; Kuran’ı boşu boşuna okumamış Nazif Acar kardeşim

Bil bakalım, İsa bu sözleri ile ne demek istemiş?

 

Hadi yorma kendini, ben söyleyeyim iyisi mi?

İsa demek istiyor ki:

“Aklını kullanmayan, gerçeği araştırmayan, körü körüne atalarının dininin ardına düşen, her zamanın kendisine özgü bir anlayışı, düşüncesi, dünya görüşü olduğunu bilmeyen, Allah diye yatan, Peygamber diye kalkan, kendisini dine-imana adayan, kendisi gibi inanıp yaşamayanı, kafir, müşrik, münafık , fasık sayan,  başka inanışta olanlara Cihat açan kim olursa olsun ölüdür…

İnsan dediğin atalarının söylediklerine göre değil kendi aklına, sağduyusuna, vicdanına (Bütün bu duygular yüce duygular sayıldığı için Tanrı olarak nitelendirilir…) göre yaşamını yönlendirmelidir. “

 

Ben, “Ölü” idim dirildim. “

Yine Yunus Emre’nin dediği gibi

“kendimi bildim.”

(Sitemin ANILAR bölümüne bakabilirsin…)

 

“Kendini bilen Rabbini (Allah’ını, Tanrısı’nı) bilir!” demiş bir ermiş.

Her kim söylemişse bu sözü çok güzel söylemiş…

 

H.B.’de hem kendini bilmiş, hem Rabbini bilmiş…

Rabbini bildikten sonra ne camiye, ne kiliseye, ne de Havraya gitmiş.

Kendini bildikten sonra sorumsuz yaşamayı terk etmiş…

Bir daha içki içmemiş ve de ne kendisini ne de bir başkasını incitmiş.

 

Kaldı ki ölü iken de diri iken de kimseye küfretmemiş,

Kimseyi aşağılamamış, kimseyi küçümsememiş…

 

Gelelim dört mektubunun da dördüne.

Bir tümce (ayet) var her birinde.

Bir de bunların niçin, hangi yazım için yazdığını bildirsene…

 

“Kusura bakmayın biraz ağır oldu ama içimden geldi.” diye bitirmişsin…

Bu iyi bir belirtidir senin için…

 

Bu sende arayış ve ışık olduğunu gösterir.

Din edebiyat ve felsefesinde bu durumda olanlara “İşaret çubuğu!” denir.

Unutma kendisinde arayış ve ışık olanlar en sonunda dirilir.

 

Sahi sen duydun mu hiç böyle söyleyen birini…

Eğer anlayamadıysan söylediklerimi, hiç boşa yorma kendini.

 

Yol yakınken benim yazılarımı okumaman, Siteme girmemen, beni rahatsız etmemendir en iyisi…

Eğer dirilmek istiyorsan, gerçeği bulmak istiyorsan, senin emrine tahsis ederim kendimi.

 

Yok dersen ki Hak din İslam’dır.

Gerisi kâfirdir, müşriktir, münafıktır.

İmana davet edildiği halde imana gelmeyen öldürülmeye layıktır…

Bu sözlerine inanacak çok ölü vardır.

Git o ölüleri kandır.

 

Demek istiyorum ki beni imana davet etmek için çabalama boşuna…

78 yaşından üç beş gün almışsak, almadık ya boşu boşuna.

İki günümüz bir olmamıştır asla…

Yepyeni bir H. B. doğmuştur güneşin her doğuşunda.

 

Ben “Ballar balını buldum kovanım yağma olsun!” diyorum.

Kendisini hurafelere adamış birinden şefaat beklemiyorum.

 

Sevgili Nazif Acar, oturup boşa kendini yorar.

Benim gibi Hak’kı bilmiş biri ile uğraşmak akla zarar.

 

Hayri Balta olacağını olmuş.

Hayri Balta’ya takılan ölüler arasında kalmış.

  1. B., kavmiyetçilikten-ümmetçilikten kurtularak insanlık alemine dalmış…

 

Din demek “Den” demektir.

“Densiz” demek  ise dinsiz demektir.

Densize (Dinsize) haber anlatmak boşa kürek çekmektir…

 

İlk üç mektubunun konu bölümünde” Destekli at!” demişsin; ama hangisini desteksiz attığımı belirtmemişsin.

Son mektubunda ise ”Allah sonunu hayretsin!” demişsin.

Teşekkür ederim, İyi demişsin.

 

Allah sizin de sonunuzu hayretsin derim.

Ben de sana sağlıklı uzun ömürler dilerim.

Şimdi kal sağlıcakla,

Yazdıkların ve yazacaklarım,

Sitemizin “Sevenler-Soranlar-Sövenler” bölümünde yer alacak, unutma.

 

Eğer saçma sapan atarsan,

Nefsi emarene uyup şeytana taparsan,

Şeytanın yönlendirmesi ile bana atıp tutarsan

Yazılarına ve sorularına yanıt vermem, ne söyleyip ne yazsan…

 

Saygı, sevgi, selam yine…

Kimseye öfkelenmek yok bizde..

H.B. daha ne desin size…

 

Av. Hayri Balta, 12.10.2002

(İkinci yazılış, 16.6.2009)

X

—– Original Message —–

From: <fettosh@yahoo.com>

To: <fettosh@superonline.com>

Sent: Wednesday, November 11, 1987 2:28 PM

Subject: web sayfanızı kapatın yoksa öleceksiziniz

+

WEB SAYFANIZI KAPATIN YOKSA ÖLECEKSİZİNİZ

Bu Mesaji Kim gönderdi ise ona…

Gerçi bu mesajın bana gönderildiğini sanmıyorum ama; bana söylenmemiş olsa da “öldürmek” düşüncesi yakışmıyor bir insana…

Kim kime söylemişse Allah akıl versin ona… Derim ki: öldürdürmek istediğine ölüm var da ölüm yok mu sana?

Hani Allah’in verdiği malı Allah alırdı… İnsanın canınıı almak kala kala sana mı kaldı..

Hani “Yaratılmışı severdiniz yaratandan ötürü”. Web sitesini yazanlar değil mi yaratanın ürünü?

Ulan ne kafa bu kafa… Öldürmekten usanmadiniz hala…

Bu kafada olanlar Luksor tapınağında kaleşnikofla tarıyor turistleri. Yerle bir ediyor İkiz Kuleleri … Bali’de öldürüyor eğlenenleri, mayınlıyor denizlerde gezen gemileri. Sonra da diyorsunuz ki batılı emperyalisler bombalıyor bizleri.

Şimdi sen onlara rahat vermezsen; onlar sana niçin rahat versinler. Araplar bunu bildikleri için: “Men dakka dukka!”  (eden bulur) demişler…

Dünyanin her yerinde öldürmek sevdasında olanların başına yağıyor bomba. Öldürülenler de öldürülür unutma!

Fetullah kim ki kanun kaçağı biri yaşar Amerika’da; Fetullah’in ardına düşeceğine düş Tanrı’nın (Akil, sağduyu, mantık, vicdan, dünyanın kabul ettiği bütün insanî degerler…) ardına…

Yasamak dururken hala mı bu öldürmek, hala mı bu kavga… “Kafirleri, müşrikleri, mürtedleri nerde bulursanız öldürün!” (K. 9/5) der mi Allah adama?

Otur kendini yokla, bakma kimsenin kusuruna… Kim geliyorsa karşı Allah’a; Allah ceza vermekten aciz mi ki ona…

Yineliyorum Allah akil versin sana; daha ne desin Av. Hayri Balta, öldürmeyi Allah’a hizmet, ve de marifet sanan bahtsızlara…

Av. Hayri Balta, 20.10.2002

X

 

 

DESTEKLİ AT

 

  1. “Kur’anı Kerim / 4/3. Eğer yetim kızlar hakkında adalete riâyet edemiyeceğinizden korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan ikişer, üçer veya dörder nikâh ediniz. Ve eğer adalet yapamıyacağınızdan korkarsanız artık bir eş ile veya sâhip olduğunuz câriye ile -yetiniz- çünki bu sizin için adaletten sapmamanıza daha yakındır..

Nazif Acar, 12.10.2002/02.43”

X

Konu: Destekli at

  1. “33/33. Ve hânelerinizde oturunuz ve evvelki cahiliye zamanındaki açılış gibi açılıvermeyiniz ve namazı dosdoğru kılınız ve zekâtı veriniz ve Allah’a ve Peygamberine itaat ediniz ve ey ehli beyt!. Allah sizden ancak kiri götürmek ve sizi tertemiz kılmak dilemektedir.

Nazif Acar, 12.10.2002/02.45”

X

Konu: Destekli at

  1. “4/11. Allah Teâlâ size çocuklarınız hakkında erkek için iki dişi his-sesi emrediyor. Eğer dişi olan evlât, ikiden fazla ise onlara terekenin üçte ikisi aittir. Ve eğer bir tek kız ise ona da terekenin yansı verilir ve babasıyla anasından herbiri için de ölünün çocuğu var ise terekesinde altıda biri vardır. Ve eğer çocuğu yok ve kendisine yalnız babasıyle anası var ise anası için üçte biri aittir. Ve eğer ölünün kardeşleri de var ise anasına altıda biri verilir. Bu hisselerin böyle verilmesi, ölünün vaktiyle yapmış olduğu vasiyetinden ve borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınız bilmezsiniz ki hangileri sizin için menfaatçe daha yakındır. Bütün bunlar Allah Teâlâ tarafından birer farizedir. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ herhalde alimdir, hikmet sahibidir.

SENİN GİBİ KARA CAHİL DEĞİL

Nazif Acar, 12.10.2002/02.48”

X

Konu: “ALLAH SONUNU HAYRETSİN!”

  1. “KUR’AN-I KERİM’İ OKUMUŞSUNUZ AMA BOŞUNA.

“İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsen, BU NİCE OKUMAKTIR?”

 

Kusura bakmayın biraz ağır oldu ama, içimden geldi.

Nazif Acar, 12.10.2002/02.53”

X

Sayın Nazif Acar,

Önce saygı, sevgi sana. Erinmemişsin, gece yarısından sonra, oturmuş iki dakikada bir 4 mektup yazmışsın bana.

Anlaşılan uykunu kaçırmışım senin.

“BENİM GİBİ KARA CAHİL” (3. Mek.) biri için, uykunu heba etmeseydin daha iyi olmaz mıydı idi senin için?

“KUR’AN-I KERİM’İ OKUMUŞSUNUZ AMA BOŞUNA.” (4. Mek.) demişsin bana.

Memnun oldum benim gibi “KUR’AN-I KERİM’İ BOŞU BOŞUNA OKUMAMIŞ” biri ile karşılaşmakla…

“İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsen, BU NİCE OKUMAKTIR?” demişsin bir de.

Söylemiş bu ölümsüz sözleri Yunus Emre.

Sesleniyor böylece kendi kendini bilmeyen ölülere…

 

“Ölü” ne demektir bilir misin?

Önce Bütün kutsal kitaplarda geçen “Ölü”- “Diri” terimini bilmelisin.

“Ölü” ve “Diri” ne demektir öğrenmek için,

Kuran’daki: “Allah ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarır.” (K. 3/27, 6/95, 6/19) tümcelerinin söyleniş nedenlerini incelemelisin

.

İncil’de de şöyle bir tümce vardır.

Bunu bilip üzerinde düşünmende yarar vardır.

 

“İsa’nın öğrencilerinden birinin babası ölmüş.

Öğrencisi İsa’ya ‘İzin ver de şu babamın ölüsünü gömüp geleyim!” demiş.

İsa da: “Bırak ölüleri, ölüleri gömsünler!” demiş. (İnci, Matta., 8/21).

Acaba ne demek istemiş…

Haydi bakalım; Kuran’ı boşu boşuna okumamış Nazif Acar kardeşim

Bil bakalım, İsa bu sözleri ile ne demek istemiş?

 

Hadi yorma kendini, ben söyleyeyim iyisi mi?

İsa demek istiyor ki:

“Aklını kullanmayan, gerçeği araştırmayan, körü körüne atalarının dininin ardına düşen, her zamanın kendisine özgü bir anlayışı, düşüncesi, dünya görüşü olduğunu bilmeyen, Allah diye yatan, Peygamber diye kalkan, kendisini dine-imana adayan, kendisi gibi inanıp yaşamayanı, kafir, müşrik, münafık , fasık sayan,  başka inanışta olanlara Cihat açan kim olursa olsun ölüdür…

İnsan dediğin atalarının söylediklerine göre değil kendi aklına, sağduyusuna, vicdanına (Bütün bu duygular yüce duygular sayıldığı için Tanrı olarak nitelendirilir…) göre yaşamını yönlendirmelidir. “

 

Ben, “Ölü” idim dirildim. “

Yine Yunus Emre’nin dediği gibi

“kendimi bildim.”

(Sitemin ANILAR bölümüne bakabilirsin…)

 

“Kendini bilen Rabbini (Allah’ını, Tanrısı’nı) bilir!” demiş bir ermiş.

Her kim söylemişse bu sözü çok güzel söylemiş…

 

H.B.’de hem kendini bilmiş, hem Rabbini bilmiş…

Rabbini bildikten sonra ne camiye, ne kiliseye, ne de Havraya gitmiş.

Kendini bildikten sonra sorumsuz yaşamayı terk etmiş…

Bir daha içki içmemiş ve de ne kendisini ne de bir başkasını incitmiş.

 

Kaldı ki ölü iken de diri iken de kimseye küfretmemiş,

Kimseyi aşağılamamış, kimseyi küçümsememiş…

 

Gelelim dört mektubunun da dördüne.

Bir tümce (ayet) var her birinde.

Bir de bunların niçin, hangi yazım için yazdığını bildirsene…

 

“Kusura bakmayın biraz ağır oldu ama içimden geldi.” diye bitirmişsin…

Bu iyi bir belirtidir senin için…

 

Bu sende arayış ve ışık olduğunu gösterir.

Din edebiyat ve felsefesinde bu durumda olanlara “İşaret çubuğu!” denir.

Unutma kendisinde arayış ve ışık olanlar en sonunda dirilir.

 

Sahi sen duydun mu hiç böyle söyleyen birini…

Eğer anlayamadıysan söylediklerimi, hiç boşa yorma kendini.

 

Yol yakınken benim yazılarımı okumaman, Siteme girmemen, beni rahatsız etmemendir en iyisi…

Eğer dirilmek istiyorsan, gerçeği bulmak istiyorsan, senin emrine tahsis ederim kendimi.

 

Yok dersen ki Hak din İslam’dır.

Gerisi kâfirdir, müşriktir, münafıktır.

İmana davet edildiği halde imana gelmeyen öldürülmeye layıktır…

Bu sözlerine inanacak çok ölü vardır.

Git o ölüleri kandır.

 

Demek istiyorum ki beni imana davet etmek için çabalama boşuna…

78 yaşından üç beş gün almışsak, almadık ya boşu boşuna.

İki günümüz bir olmamıştır asla…

Yepyeni bir H. B. doğmuştur güneşin her doğuşunda.

 

Ben “Ballar balını buldum kovanım yağma olsun!” diyorum.

Kendisini hurafelere adamış birinden şefaat beklemiyorum.

 

Sevgili Nazif Acar, oturup boşa kendini yorar.

Benim gibi Hak’kı bilmiş biri ile uğraşmak akla zarar.

 

Hayri Balta olacağını olmuş.

Hayri Balta’ya takılan ölüler arasında kalmış.

  1. B., kavmiyetçilikten-ümmetçilikten kurtularak insanlık alemine dalmış…

 

Din demek “Den” demektir.

“Densiz” demek  ise dinsiz demektir.

Densize (Dinsize) haber anlatmak boşa kürek çekmektir…

 

İlk üç mektubunun konu bölümünde” Destekli at!” demişsin; ama hangisini desteksiz attığımı belirtmemişsin.

Son mektubunda ise ”Allah sonunu hayretsin!” demişsin.

Teşekkür ederim, İyi demişsin.

 

Allah sizin de sonunuzu hayretsin derim.

Ben de sana sağlıklı uzun ömürler dilerim.

Şimdi kal sağlıcakla,

Yazdıkların ve yazacaklarım,

Sitemizin “Sevenler-Soranlar-Sövenler” bölümünde yer alacak, unutma.

 

Eğer saçma sapan atarsan,

Nefsi emarene uyup şeytana taparsan,

Şeytanın yönlendirmesi ile bana atıp tutarsan

Yazılarına ve sorularına yanıt vermem, ne söyleyip ne yazsan…

 

Saygı, sevgi, selam yine…

Kimseye öfkelenmek yok bizde..

H.B. daha ne desin size…

 

Av. Hayri Balta, 12.10.2002

(İkinci yazılış, 16.6.2009)

X

—– Original Message —–

From: <fettosh@yahoo.com>

To: <fettosh@superonline.com>

Sent: Wednesday, November 11, 1987 2:28 PM

Subject: web sayfanızı kapatın yoksa öleceksiziniz

+

WEB SAYFANIZI KAPATIN YOKSA ÖLECEKSİZİNİZ

Bu Mesaji Kim gönderdi ise ona…

Gerçi bu mesajın bana gönderildiğini sanmıyorum ama; bana söylenmemiş olsa da “öldürmek” düşüncesi yakışmıyor bir insana…

Kim kime söylemişse Allah akıl versin ona… Derim ki: öldürdürmek istediğine ölüm var da ölüm yok mu sana?

Hani Allah’in verdiği malı Allah alırdı… İnsanın canınıı almak kala kala sana mı kaldı..

Hani “Yaratılmışı severdiniz yaratandan ötürü”. Web sitesini yazanlar değil mi yaratanın ürünü?

Ulan ne kafa bu kafa… Öldürmekten usanmadiniz hala…

Bu kafada olanlar Luksor tapınağında kaleşnikofla tarıyor turistleri. Yerle bir ediyor İkiz Kuleleri … Bali’de öldürüyor eğlenenleri, mayınlıyor denizlerde gezen gemileri. Sonra da diyorsunuz ki batılı emperyalisler bombalıyor bizleri.

Şimdi sen onlara rahat vermezsen; onlar sana niçin rahat versinler. Araplar bunu bildikleri için: “Men dakka dukka!”  (eden bulur) demişler…

Dünyanin her yerinde öldürmek sevdasında olanların başına yağıyor bomba. Öldürülenler de öldürülür unutma!

Fetullah kim ki kanun kaçağı biri yaşar Amerika’da; Fetullah’in ardına düşeceğine düş Tanrı’nın (Akil, sağduyu, mantık, vicdan, dünyanın kabul ettiği bütün insanî degerler…) ardına…

Yasamak dururken hala mı bu öldürmek, hala mı bu kavga… “Kafirleri, müşrikleri, mürtedleri nerde bulursanız öldürün!” (K. 9/5) der mi Allah adama?

Otur kendini yokla, bakma kimsenin kusuruna… Kim geliyorsa karşı Allah’a; Allah ceza vermekten aciz mi ki ona…

Yineliyorum Allah akil versin sana; daha ne desin Av. Hayri Balta, öldürmeyi Allah’a hizmet, ve de marifet sanan bahtsızlara…

Av. Hayri Balta, 20.10.2002

X

3X

Berkan Yıldıran,

Sn. Hayri bey,

 

İstanbul dan kızınız Gülçin hanımın arkadaşının eşiyim.

Yazdığınız kitaplardan set olarak edindim ve ilk incelenmem sonucunda daha detayını okumadan emeğiniz ve bilgi paylaşımınızdan dolayı sizi acilen kutlamak istedim.

Ayrıca ileri zaman diliminde sizinle görüşlerimi paylaşacağımı belirtmek isterim.

Sağlıklı ve mutlu günler dileklerimle

Berkan Yıldıran, 24.1.20125

X

Berkan Yıldıran,

Sevgi sana her an…

 

İletini okudum,

Kitaplarımla ilgilenmene memnun oldum.

 

Umarım en kısa zamanda okursunuz.

Görüşlerinizi belirtmiş olursunuz…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana…

Av. Hayri Balta, 24.1.2915

X

Sn.Hayri bey,

İstanbul dan kızınız Gülçin hanımın arkadaşının eşiyim.

Yazdığınız kitaplardan set olarak aldım ve ilk incelenmem sonucunda daha detayını okumadan emeğiniz ve

X

Sayın Berkan,

Önce sevgi candan…

 

Bir şey anlayamadım bu iletinden,

Bunun tamamını yazar mısın yeniden…

 

Şimdi kal sağlıcakla, Sevgiler sana.

Av. Hayri Balta, 301.2015

 

 

Berkan Yıldıran,

Sn. Hayri bey,

 

İstanbul dan kızınız Gülçin hanımın arkadaşının eşiyim.

Yazdığınız kitaplardan set olarak edindim ve ilk incelenmem sonucunda daha detayını okumadan emeğiniz ve bilgi paylaşımınızdan dolayı sizi acilen kutlamak istedim.

Ayrıca ileri zaman diliminde sizinle görüşlerimi paylaşacağımı belirtmek isterim.

Sağlıklı ve mutlu günler dileklerimle

Berkan Yıldıran, 24.1.20125

X

Berkan Yıldıran,

Sevgi sana her an…

 

İletini okudum,

Kitaplarımla ilgilenmene memnun oldum.

 

Umarım en kısa zamanda okursunuz.

Görüşlerinizi belirtmiş olursunuz…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana…

Av. Hayri Balta, 24.1.2915

X

Sn.Hayri bey,

İstanbul dan kızınız Gülçin hanımın arkadaşının eşiyim.

Yazdığınız kitaplardan set olarak aldım ve ilk incelenmem sonucunda daha detayını okumadan emeğiniz ve

X

Sayın Berkan,

Önce sevgi candan…

 

Bir şey anlayamadım bu iletinden,

Bunun tamamını yazar mısın yeniden…

 

Şimdi kal sağlıcakla, Sevgiler sana.

Av. Hayri Balta, 301.2015

X

4X

sevgili hayri amca,

dosyayı yolladığınız için çok teşekkürler… okuyup sizinle tartışmak isterim.. iyi ki varsınız…

sevgilerimle…

X

Sevgili Önce sevgi hepinize…

 

Sözünü ettiğim dosya ektedir.

Tasavvuf konusunda bilgi sahibi olmak isteyen

Önce ekteki dosyayı incelemelidir.

 

Ekteki dosya taslak halindedir.

Tamamlanmış biçimi sonra gönderilecektir.

 

Selam, sevgi annene ve kardeşine,

Hele sen ekli dosyayı incele…

 

Eren Bilge (Hayri Balta)

21.1.2010

X

Önce sevgi…

 

Anlaşılan senin,

Öldüğünden haberin yok,

İlhan Arsel’in…

 

İlhan Arsel hocamızı 7.2.2010’da yitirdi.

8.102010’da Amerika’da toprağa verildi.

 

Toprağı bol olsun,

Gömütünde huzur bulsun..

 

Kitapları aklımızı ışıtacak.

Onu dünya görüşü bize

Miras kalacak…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Yeniden sevgiler sana.

 

Av. Hayri Balta, 10.2.2010

X

Müthiş bir manzume Hayri amca, kaleminize sağlık…

İlhan Arsel gibi, muhalif, cesur aydınlara çok ihtiyacımız var ve tersine ne kadar azlar..

Size sağlıklı uzun bir ömür diliyorum…

Sevgilerimle..

…  10.2.2010 (İlhan Arsel’e Sağlığında manzumesi için…)

X

5X

BİRSEN ERDOĞAN

 

BİRSEN ERDOĞAN

>From: “hayribalta”

>Reply-To: AISDB@yahoogroups.com

>To: ,Hüdai Yavalar ,”alibabat” ,”Cemil Denk” ,”Murat Bulut” ,”Abdullah Haker” ,iclal günaydın

>Subject: [AISDB] Bilgi için

>Date: Sat, 9 Aug 2003 04:26:31 +0300

> Son kitabım İrtica Dosyası’nın girişidir. HB, 9.8.2003

X

>GİRİŞ

>30 Ağustos 2000 Zafer Bayramı nedeniyle Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu: “İRTİCA YARGIYA SIZMIŞTIR!” diye demeç verince gazeteler bu sözleri manşet yaptı.

> Bunun üzerine Adalet Bakanı Sami Türk de: “BANA DELİL GETİRİN” Genel Kurmay Başkanını yalanlamaya çalışmıştı.

>Bu gelişmeler üzerine elimde bulunan belgelerle görüşlerimi Adalet Bakanlığına sunma gereğini duydum. Ekte okuyacağınız belge ve yazılar irticanın nerelere geldiğini ve denli saldırganlaştığını göstermektedir.

> Kesinlikle bilinmelidir ki irtica Batı ve Doğu desteklidir. Bilgisiz ve yoksul kesimin umut olarak Allah’a ve dine sarılması da Batı ve Doğu destekli çıkarcı politikacıların işini kolaylaştırmadır. Bunlar “demokrasi, insan hakları, laiklik ilkeleri ile halkımızın dinsel duygularını kendi çıkarları için kötüye kullanmaktadırlar.

> İrticanın amacı; bilgisiz, bilinçsiz ve yoksul insanların dinsel duygularını kötüye kullanarak iktidara yerleşmek, şeriat kurallarını sinsi sinsi devlete ve topluma uygulamaktır.

> 8 yıllık eğitim, Kuran kursları, türban ve tesettür krizi yaratarak Devlet ile halkı karşı karşıya getirerek iktidara gelmektir.

> Yapılması gereken ve de alınması gereken halka baskı yapmadan şeriat düşüncesinin çağımız ahlak, anlayış ve hukuku ile bağdaşmadığını anlatmak için geniş bir düşünce açıklaması özgürlüğü yaratmaktır. Bu bir an önce yapılmazsa iş işten geçmiş olacaktır ve irtica iktidara gelecektir. .

> +

> Bu dosyayı okuduktan sonra, benim için: “Yerinde dursaydı başına bunlar gelmezdi.” deyecek kişiler olacaktır. Kaldı ki çevremdeki süper zekalılar (!) beni için böyle demişlerdir.

> Bunlar toplumsal sorumluluğu olmayan, duyarsız (Dinsel anlamda “ÖLÜ”) kişiler olup yurttaşlık ve insanlık görevini yapmaktan kaçınan ve de geleceği göremeyen (Basiretsiz) kişilerdir.

> Bunlar aynı zamanda çağ dışı kalmış, medenî cesaretten yoksun, korkak ve silik insanlardır. Her zaman güçlü olanlarla işbirliği yaparlar. Güçlü olanın haksızlık yapmasında bir hikmet ararlar. Bunlar ne kokar ne bulaşır. Bunlar nabza göre şerbet vererek her zaman kaçak güreşirler.

> Bunlara göre yılana değmeyen bin yaşar. İnsan kendinden sorumludur. Bunlara göre gemisini kurtaran kaptandır. İnsan önce kendini kurtarmalıdır ve insan önce kendisi için yaşamalıdır. Bunlar: “El için yanma nara (ateşe); yak çubuğunu, keyfini ara” derler.

> Toplumdaki haksızlıklar, hukuksuzluklar, yolsuzluklar, vurgunlar, soygunlar, işkenceler, yargısız infazlar, faili meçhuller onları ilgilendirmez. Onlar kendi evleri yanmadığı sürece dünya yansa aldırmayacak kadar bencildirler.

> Kültürleri geçmişten alarak geleceğe sırtlarını dönerler. Gereci sayılmazlar ama korkunç derecede tutucudurlar (Muhafazakâr). Çıkarları olmazsa kimsenin yüzüne bakmazlar.

> Felsefeleri, “Düşüncecilik (İdealizm) içindeki “Tekbenciliktir (Solipsizm). Toplumculuğu şiddetle reddetmekle kalmadıkları gibi toplumculara karşı büyük nefret duyarlar. Toplumculardan nefret etmelerinin nedeni; toplumcuların “TABULARA, TALANA, YALANA” karşı çıkmalarıdır.

> Toplumcuların böylesine kendilerini ateşe atarak fırına girmeleri onlarda bir eziklik duygusu yaratır. Bu eziklikten kurtulmak için de “Tabularla,Talanlarla, Yalanlarla” uğraşanların eteğinden tutup çekerek kendi düzeylerine indirmekle rahatlayacaklarını bilirler.

> Bunlar kendilerini topluma “örnek insan” olarak yansıtmaya çalışırlar. Böylece hem kendilerini hem de toplumu aldatarak sorumluluklarından kaçarlar. Bu tip insanlar; insanlık için büyük bir tehlike olup bunlardan “Akrepten, çıyandan, yılandan kaçar gibi kaçmalıdır.”

> +

> Genel Kurmay Başkanı “İRTİCA YARGIYA SIZMIŞTIR!” dediği günlerde Yargının Başında bulunanlardan biri; “İRTİCA SUN’İ GÜNDEMDİR, İŞİNİZE BAKIN!” demişti.

> İrtica sun’i gündem öyle mi? Peki öyleyse hem de tekbirler getirerek kimler tehdit ediyor, yakıyor, yıkıyor, öldürüyor bizleri?…

> İşte geldik gidiyoruz…Cumhuriyet yönetimi içinde doğduk, cumhuriyet yönetimi içinde büyüdük. Birçok devrimler yanında dil devrimi de yaptık. Ne acı ki 77 yılda ölenlerimi bile kendi dilimizle götürüp toprağa veremiyoruz. Ne acı ki ölüm törenlerinde ölülerimizi götürüp götürüp dil bilincinden yoksun Arap hayranlarının önüne koyuyoruz.

> Yok mu, dil devrimi yapmış 77 yıllık laik Türkiye Cumhuriyetinde biz aydınlardan ölenlerimizin ölüm törenini Türkçe sözcüklerle yapacak resmî ya da resmî olmayan bir kurum ya da kuruluş ya da bir topluluk?

> “İrtica yok, irtica yapay gündem!” diyorlar koro halinde… Öyle mi yazıklar olsun hepinize… Aydınlarımız, bile ölüm törenlerini kendi dili ile yapmaya korkuyor “Dinsiz” derler diye…İrtica yok diyorsunuz. Öyle mi? Haydi öyleyse ölülerimizi dil bilincinden yoksun Arap hayranı insanların önüne koymayalım. O zaman görürsünüz irtica var mı yok mu? Aymazlık bu kadar olur!…

> Ölüm törenimde bir sözcükle Arapça, Farsça ya da başka bir yabancı dilden bir sözcük bile kullanılsın istemiyorum. Ölüm törenime Türkçe’mizden başka dil kullanacak olanları kesinlikle yaklaştırmayın.

> +

> Bu dosyayı hazırlarken hep şu düşünceler geçti içimden. “Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetini savunmak kala kala bana mı kaldı?” İçimden gelen bu düşüncelere yine içimden gelen şu düşüncelerle yanıt verdim: “Evet bana kaldı. Çünkü ben, yargı kararı ile “Atatürk ilkelerine bağlı aydın bir kimseyim” (T.C. Gaziantep Sorgu Hakimliği. Es. 962/25. Kar. 962/104. Bu karar için 5. sayfaya bakabilirsiniz…) Öyle sanıyorum ki Türkiye’de mahkeme kararı ile Atatürkçü ve aydın sayılan ikinci bir kişi yoktur…

> Bu kovulmalar, sürülmeler, tehditler, vurulmalar, “Atatürkçü ve aydın bir kimse” olmam nedeniyledir (Bkz. 6. ve 7. sayfalar…)

> Son olarak şu gerçeği de belirteyim ki bu dosyanın bir örneği olduğu gibi Adalet Bakanlığına gönderilmiş olup ifademin de alınmasına karşın (Bkz. S. 91) bu güne kadar bir yanıt verilmemiştir. Artık verilmesine de gerek kalmamıştır; çünkü, partisi “Laikliğe karşı hareketen odak noktası olduğu gerekçesiyle” üç kere kapatılan Erbakan’ın çıraklarından oluşan AKP iktidardadır. Bu sonuç bile zamanında gerekeni yaptığımın bir kanıtıdır. Daha benden ne kanıt istenebilir ki?

> Av. Hayri Balta, 8.8.2003

x

Sayın Hayri Balta,

Yazınızı okudum genel olarak bahsettiğiniz yanan ev kendi evi olmadığı sürece dünya yansa umurunda olmayacak insan tiplemesi hakkındaki düşüncelerinize de katılıyorum. Toplumdaki haksızlıklar, hukuksuzluklar, yolsuzluklar, vurgunlar, soygunlar, işkenceler, yargısız infazlar, faili meçhuller onları ilgilendirmez.  Yalnız sanıyorum bu tip insanların “solipsizm”  ya da başka bir felsefi akımla ilgisi yoktur ve solipsizm felsefesinde anlatılmak istenen şeyle (düşünüyorum , öyleyse varım diyen Decartes e dayanan bir yanı vardır bu akımın ve kişinin kendi nesnelliği dışındakilerden emin olamayacağını savunur, bireyciliği bununla ilgilidir)  sizin burada anlatmak istediğiniz bireyci yaklaşımın, ki buna egoizm demek daha doğru olabilir, pek ilgisi yoktur. En azından ben böyle bir bağlantı kurmanızı pek doğru bulmadım..

Belki yeniden değerlendirirsiniz…

İyi çalışmalar

Birsen Erdoğan, 11.8.2003

X

Sayın Birsen Erdoğan,

Önce saygı, sevgi sundum. Mesajını çok sonra okudum.

Çünkü bir haftalığına İstanbul’da idim. Ancak şimdi gördüm.

İlginize verdiğiniz bilgilere teşekkür ediyorum. Size saygılar sevgiler sunuyorum. Yorgun olduğum için çok kısa yazıyorum.

Tekbenciliği (Solipsizmi) anlatamadığımı görüyorum. Bunlar kendilerini dünyanın merkezi görürler. Maddeyi yadsırlar. Madde bizim zannımızdır, hayalimizdir; aslında madde falan yok derler. Olaylar sen nasıl görüyorsan öyle gelişir derler. Bireycilikte en ileri giderler.

Ben bunların içinde yaşadım. Bunlar eylemlerim yüzünden ve bir de toplumcu olduğumu ileri sürerek kendi aralarından beni kovdular.

Ne ise ilgilenip görüşlerini bildirdin ya. Teşekkür ederim…

Şimdi kal sağlıcakla, yeniden saygılar, sevgiler sana.

Av. Hayri Balta, 19.8.2003

yy

 

 

>   —– Original Message —–

>   From: birsen erdogan

>   To: din_ve_toplum@yahoogroups.com

>   Sent: Friday, January 02, 2004 8:29 AM

>   Subject: Re: [din_ve_toplum] ONLARI COK OZLUYORUZ.

>

>

>   YA GÜLSEM MÝ AÐLASAM MI ÞAÞIRDIM, ADAM ÝLLE DE “ALLAHU EKBER, ALLAHU EKBER” DÝYE BAÐIRACAK, BAÞKA TÜRLÜ HEYECANLANMIYOR…KENDÝLERÝNÝ SEYREDEN ÝLAHÝ BÝR GÜCE ÝNANMASALAR ÝNSAN OLAMAYACAKLAR, YAZIK, ÇOK YAZIK…

Birsen Erdoğan, 2.1.2004

x

>From: “Hilalci”

>Reply-To: din_ve_toplum@yahoogroups.com

>To:

>Subject: Re: [din_ve_toplum] ONLARI COK OZLUYORUZ.

>Date: Fri, 2 Jan 2004 09:40:31 +0100

>

>”KENDÝLERÝNÝ SEYREDEN ÝLAHÝ BÝR GÜCE ÝNANMASALAR ÝNSAN OLAMAYACAKLAR.” Kendinizle herkesi bir tutmayin. Sadece neye öncelik verdiginiz önemli. Ama size anlatmaya degmez… Aslinda bu grupta yazi yazmaya bile degmez… Gördügüm kadariyla akli basinda bir tek Zeki Kentel abimiz var, onun da yazilarini çok sükür diger mail gruplarindan da bulabiliyoruz.

Hilalci, 2.1.2004

X

——- Origineel bericht ——-
Van :  birsen erdogan
Datum : Fri, 02 Jan 2004 13:35:56 +0000

 

KUTSAL KÝTAPLARI ANLADIÐINIZ BÝR DÝLDE KAÇ DEFA OKUDUNUZ? PEKÝ O KÝTAPLARIN NE ÞEKÝLDE DERLENÝP YAZILDIÐINI HÝÇ ARAÞTIRDINIZ MI?

SON BÝR SORU

BUNCA ZAMANDIR ALLAH IN VAHÝYLERÝNÝ ÝÇERDÝÐÝNE ÝNANDIÐINIZ O KUTSAL KÝTAPLARIN DÝÐER BÜTÜN KÝTAPLAR GÝBÝ ÝNSANOÐLUNUN BÝR ÝCADI OLABÝLECEÐÝNÝ HÝÇ DÜÞÜNDÜNÜZ MÜ?

DÜÞÜNMEDÝYSENÝZ ÇOK HAKLISINIZ BU GRUPTA YAZMANIZ SON DERECE GEREKSÝZ ..

ÝYÝ GÜNLER

Birsen Erdoğan, 2.1.2004

X

‘IMANIN TAM OLDUGU YERDE ISBAT YOKTUR.’

Sayýn hilalci bir þeyin doðru olduðuna yürekten inanýyor olmanýz onun doðru olduðunu göstermez. Dünyanýn nüfusunu 6 milyar gibi kabul edersek bu toplamýn sadece 6 da biri sizin inandýðýnýz gibi Kuran ýn tanrýnýn buyruklarýný içerdiðine inanýyor, Gerisi ise bu fikre tamamen karþý. Ve onlarýn da inandýklarý bir þeyler var. Hangisi doðru? Ýnanmak gerçekten yeterli mi? Aztekler bir insaný tanrýya kurban olarak adarken inandýklarý þeyi yapýyorlardý..Ýnanýyor olmalarý doðru davrandýklarý anlamýna geliyor mu?

Ýnanmak yetmez sayýn hilalci, eðer birilerini kolunu bacaðýný kesmekten söz ediyorsanýz inanmak yetmez. Tam tersi isbat gerekir.

Evet doðru anlamýþsýnýz ben kutsal kitaplarýn tümünün insanoðullarýnýn bir ürünü olduðunu düþünüyorum. Bu ürünlerin toplumu yönlendirmek ve yönetmek maksadýyla üretildiðini düþünüyorum. Kutsal kitaplarýn içindeki iyimser yaklaþýmlarýn ve insaný kötülükten uzak tutmaya yönelik öðütlerin hadlerini aþarak bireyin ve toplumlarýn özgürlüðünü kýsýtlama noktasýna varabildiðini ve bazý ayýrýmcý ve çýkarcý yaklaþýmlarýn insanlýðý birbirine düþürdüðünü düþünmekteyim. Bu sebeple özellikle þu dine ya da bu dine karþý deðilim, bütün dinlere karþýyým.

Siz inanmakta özgürsünüz ama sadece inandýðýnýz ve kutsallýðýný ispatlayamadýðýnýz ve asla ispatlayamayacaðýnýz bir kitaba dayanarak toplumu yönetmeye kalkamazsýnýz, toplum size izin vermez.

Kubilay olayýyla ilgili sorunuza gelince, tarihe düþülen notlara inanmadýðýnýza göre, sizinle iddialaþmayacaðým, ” o  gün orada yoktum” diyeceðim.

Siz de “kandýrýlmýþsak bile ne olmuþ” dediðinize göre sizi kandýranlara tapýnmaya devam edin…

iyi günler

Birsen Erdoğan, 5.1.2004

X

6X

Bora Tevfik Sadıçoğlu

ihlas bir varsayım değil midir? Eğer bir varsayımdan daha derin ise, bunu sağlayan yönü nedir, ve bu, sportif olarak nitelendirdiğiniz “pratiği” nasıl etkiliyor?

Bence her inanç ya kör bir varsayım ya da bir tahmindir. Eğer hiçbir pozitif delili göz önünde bulundurmayan kör bir varsayım ise, söylenecek birşey de yoktur. Eğer bir tahmin ise inancın daha isabetli hale gelmesi için sürekli olarak gelişmesi bunun için de değişime açık olması gereklidir.

Daha iyi tahminde bulunmak için daha çok tecrübeye ihtiyaç vardır. Bu açıdan tarihteki olaylara bakmak çok aydınlatıcı olacaktır. Zira kısacık hayatımızdaki ufak tefek olaylardan çok daha önemlidir. Tarihteki acı ve hoyratlıklara bakacak olursak, ya acımasız bir Tanrıya inanmak, ya da rastgelelikle meydana gelmiş bir evrene inanmak mantıklı görünür. Örneğin nazi kamplarındaki ya da gencecik solculara yapılan işkenceleri düşünün. Merhametli bir Tanrı sizce bunlara izin verir mi? Bence bunlara aklı başında olan kimse izin vermez. Sizce geçtiğimiz birkaç sene içinde yanıbaşımızda 1 milyon müslüman öldürülmüş gibi mi yaşıyor bu ülkede namaz kılanlar? islami çevrelerde ayıplamanın dışında bu durumu önlemek için bir boykot çağrısı bile duymadık. Namaz onlara gerçekleri hatırlatmıyor mu yoksa? Saçlarının teli görünürse kıyamet kopacak sananlar, yanı başlarında tecavüze uğrayan milyonları nasıl olup da göremiyor örneğin? Bu konuda bir kampanya bir oluşum göremedik. Yoksa bu inançları onları kendileriyle çok fazla meşgul olmaya yöneltip, gerçekleri unutmayı kolaylaştırıyor mu?

Saygılarımla…

Bora Tevfik Sadıçoğlu, 24.11.2008

X

Aşağıdaki filmde anlatılanlar konusunda hiçbir cevap gelmedi:

http://blip.tv/file/928610

x

Sayın Bora Tevfik Sağdıçoğlu,

 

Önce sevgi.

İzledim sözünü ittiğiniz filmi.

 

İki saat sürdü filmin tamamı…

Allak bullak etti kafamı…

 

Beni bu filmi izlettiğin için teşekkür ederim.

Böyle, gerçekleri yansıtan iletilerini beklerim.

 

Sevgilerimle,

Eren Bilge, 14.12.2008

X

7x

Burak Şimşekçi

Sevgili Hayri Bey;

Öncelikle kendimi tanıtayım : ben Burak Şimşekçi..Bilgisayar programcısıyım..

Gecenlerde bir arkadaşın tavsiyesi uzerine sitenize girdim ve gercekten davamız ugrunda cok büyük çabalarınız olduğunu gördüm.

Bir amaç uğruna hayatınızı koymanız biz gençler içinde örnek alınacak bir kişi olduğunuzu gösteriyor zaten.

Bu sebeple bende elimden bir şey gelirmi diye düşündüm ve ufakda olsa işinize yarayacak bir program hazırladım..Hazırladığım bu programla emaillerinizi ve sitenizi takip eden kullanıcıları kolaylıkla takip edebilecek ve size değişik konularda ters çıkan yada destek çıkan kişiler hakkında kolay yoldan bilgi sahibi olabileceksiniz.

İşinize yararmı bilmiyorum ama eger programı inceleyip yorumlarınızı bana mail ile bildirirseniz isteginize göre geliştirebilirim..

çalışmalarınızda başarılar dileklerimle..

Burak Şimşekçi, 29.10.2003

X

Sayın Burak Şimşekçi,

Önce saygı, sevgi. Mesajınız ilgi çekti.

İlginize, övgünüze teşekkür ederim. Bu ilginizin sürüp gitmesini beklerim.

Ne var ki mesajınızı açamadım. Ne denli uğraştımsa da bir yolunu bulamadım.

Öyle sanıyorum ki bilgisayar konusunda çok yardımın olacak. Bu yardımların Hayri Balta’yı çok memnun bırakacak.

Umarım Ankara’da oturuyorsun. Eğer Ankara’da oturuyorsan bana daha çok yardımcı olursun.

Öncelikle bu konularda bilgi ver bana.

Şimdi kal sağlıcakla. Yeniden saygı sevgi sana..

Av. Hayri Balta, 30.10.2003

X

Sevgili Hayri Bey;

Mesajı açamamanızın bir çok sebebi olabilir. Lakin ben mailde oluşması ihtimal hatayı aramaktansa hazırladığım programı web uzerinde bir yere koydum…   http://cyb3rth13f.tripod.com/programlar/personel_bilgi.exe  buraya tıkladığınız zaman sizin için hazırlamış olduğum programa ulaşabilirsiniz. Karşınıza bir pencere çıkacak ve bu pencerede “”kaydet”” bu onuna tıkladığınızda programımız bilgisayara kaydedilmiş olacak.Geriye kalan programı çalıştırıp kurmanız..Eğer herhangi bir problemle karşılaşırsanız mutlaka bildirin ben elimden geldiğince düzeltmeye yada yardımcı olmaya çalışırım hayri bey..Sizin gibi değerli büyüklerimiz için yaptıklarımız az bile..saygılarımla…

Burak Şimşekçi, 31.10.2003

X

Sayın Burak Şimşekçi,

Önce saygı, sevgi…

Dediğiniz şekilde belirttiğiniz yere tıkladım ve kaydettim. Ne var ki görüntülerden hiçbir şey anlamadım. Bunun nedeni benim bilgisayar konusunda çok bilgisiz olmam. Bu işin bu şekilde olmayacağını anladım.

Boşuna zahmet etmeyiniz. Öyle sanıyorum ki siz bu işi meslek edinmişsiniz.

Size başarılar sunar, ilginize teşekkür eder, saygılar sunarım.

Şimdi kalınız sağlıcakla,

Av. Hayri Balta, 31.10.2003

X

8x

  1. Burçin Aydoğdu’dan:

Olayın öbür yönü de var. Mesela Alman bir çift Müslüman olmadıkları halde sırf zevk olsun diye her kurban bayramında kurban kesiyorlarmış (bayramın 2. gününde Sabah gazetesinde yazıyordu) Bundan zevk alan insanlar da olduğuna kuşku yok bence.

Yediği etin, daha dün sevdiği kınalı kuzuya ait olduğunu öğrenen çocuğun (hepimiz buna benzer şeyler yaşamışızdır) yaşadığı acı tecrübe onu hayatın acımasızlığına hazırlıyor ve yufka yürekli olmaktan kurtarıyor diye de bakılabilir belki.

Ne demiş Nihal Atsız: ” Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz!”

Burçin Aydoğdu, 25.2.2002

+

Sayın …

Önce saygı, sevgi…

Beğendim hassasiyetini.

 

25.2.2002 tarihli mesajında: “Mesela Alman bir çift Müslüman olmadıkları halde sırf zevk olsun diye her kurban bayramında kurban kesiyorlarmış (bayramın 2. günündeki Sabah gazetesinde yazıyordu)” demişsen de; aradım bulamadım, Bayram’ın 2. Günü çıkan Sabah gazetesinde…

 

Senden rica ediyorum.

Eğer sözünü ettiğin yazıyı bana gönderebilirsem teşekkür edeceğimi bildiriyorum…

 

Kurban kesmek bir devletin de işine gelir…

Devlete,  kana görmeye alışmış savaşçı gerektir.

Hem THK’na, Mehmetçik Vakfına bağışlanan kurban derileri,

Ekonomiyi canlandırır, alan da satan da sebeplenir…

 

Kurban kesilmesine ses çıkarmaz yöneticiler.

Karşı çıkarlarsa eğer, oy alamazlar, gümbürdeyip giderler…

 

Bu nedenle acıyarak,  çocuklar gibi ağlayarak bakıp durmak zorunda kalacağız…

Ama yine de durmayacağız,

Gerçekleri insanlara anlatacağız..

Yılmadan, yorulmadan onları düşünmeye alıştıracağız…

 

Gerçekten Allah’ı seviyorlarsa nefislerine sahip olsunlar,

Kurban keserek, sanal Allah’ı aldatmasınlar…

Çünkü bunlar kurban kesmekle Allah’larını hoşnut ettiklerini sanırlar…

Sözde, kestikleri kurbanla Sırat köprüsünü geçip Cennete gideceklerini sanırlar…

 

Cehalet diz boyu,

Cehaletten hoşlanır insanoğlu…

 

Olgunlaşıp gelişirse  insan,

Kendi nefsini keser, kesmez kurban…

 

Demek istediğim olay çok boyutludur…

Bu gerçekler unutulmamalıdır…

 

Şimdi kal sağlıcakla, Saygılar, sevgiler sana.

Av. Hayri Balta. 25.2.2002

X

Sayın Hayri Balta,

 

www.bilgebalta.com sitesinde benim yıllar önce TAMAMEN GİZLİ VE DIŞA KAPALI bir yazışma grubunda yaptığım yazışmalar yer almaktadır. Bu grubun üyelerini güvenilir insanlar telakki ettiğim için isim ve soyadımı gizleme gereği görmemiştim. Ama görüyorum ki bu ÖZEL yazışmaların hepsini, yazarların tüm bilgileriyle birlikte sitenizde ifşa ediyorsunuz. Doğrusu ben böyle saygısız bir davranışı şeriatçılardan bile görmedim..

Eğer özel hayattan en ufak bir şey anlıyorsunuz ve size duyulmuş güvene zerre kadar saygınız varsa bu uygulamanıza son vermenizi rica ediyorum.

Saygılarımla

Burçin Aydoğdu

X

Sayın Burçin Aydoğdu,

Önce sevgi…

 

Sözünü ettiğin yazının yerini bildirirseniz sevinirim.

Nerede adınız geçiyorsa; bildir, hemen silerim…

Ayrıca seni üzdümse özür de dilerim…

 

Gerçi sizinle ilgili yazıyı hatırlamıyorum ama

Sizi küçük düşürecek olan yazıyı koymam asla…

 

Şimdi kal sağlıcakla

Yeniden sevgiler sana…

Av. Hayri Balta, 14.1.2007

X

Sayın Burçin

Önce sevgi.

Sözünü ettiği yazınız bu ise; ben bu yazıda sizi zor duruma düşürecek bir anlam bulamadım.

Ama yine de sildim ve sizden özür diledim…

Şimdi kal sağlıcakla,

 

Başka yazın varsa bildir bana…

Sevgiler sana.

Av. Hayri Balta. 14.1.2008

X

  1. Burçin Aydoğdu’dan:

Olayın öbür yönü de var. Mesela Alman bir çift Müslüman olmadıkları halde sırf zevk olsun diye her kurban bayramında kurban kesiyorlarmış (bayramın 2. gününde Sabah gazetesinde yazıyordu) Bundan zevk alan insanlar da olduğuna kuşku yok bence.

Yediği etin, daha dün sevdiği kınalı kuzuya ait olduğunu öğrenen çocuğun (hepimiz buna benzer şeyler yaşamışızdır) yaşadığı acı tecrübe onu hayatın acımasızlığına hazırlıyor ve yufka yürekli olmaktan kurtarıyor diye de bakılabilir belki. Ne demiş Nihal Atsız: ” Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz!”

Burçin Aydoğdu, 25.2.2002

X

Sayın Burçin Aydoğdu,

Gönderdiğiniz ileti düşünmeme neden oldu.

 

Baktım yazınıza; Sitemizde yapılan bir tartışmaya katılmışsınız.

İnsanların kan dökmekten, kan akıtmaktan hoşlandığını anlatmışsınız.

 

“TAMAMEN GİZLİ VE DIŞA KAPALI bir yazışma grubunda yaptığım yazışmalar yer almaktadır.” demişsin sonra da…

Böyle bir yazının neresi  “TAMAMEN GİZLİ VE DIŞA KAPALI?” söyle bana…

 

Bir de kalmış: “ÖZEL yazışmaların hepsini, yazarların tüm bilgileriyle birlikte sitenizde ifşa ediyorsunuz.” diyorsunuz.

Kamu oyu önünde yapılan tartışmaların neresini  “ÖZEL” bulursunuz?

 

“Doğrusu ben böyle saygısız bir davranışı şeriatçılardan bile görmedim…” demişsin bir de…

Kaldı ki ben Site’min başında büyük harflerle:

BANA GÖNDERİLEN ÖZEL VE GENEL İLETİLER  SİTEMİZE  ve KİTAPLARIMA ALINABİLİR… diye duyurmuşum herkese…

 

Demek ki siz bu uyarıya dikkat etmemişsiniz.

Bir de kalkmış beni şeriatçılardan daha aşağı göstermişsiniz…

 

“Eğer özel hayattan en ufak bir şey anlıyorsunuz ve size duyulmuş güvene zerre kadar saygınız varsa bu uygulamanıza son vermenizi rica ediyorum.” 

Sayın Aydoğdu çok ağır suçlamalar…

Söylenmemeli idi bana bu ağır laflar,

 

Kimsenin özeline karışmadım bu güne kadar.

Yazılarımın hepsi kamu oyu önünde yapılan tartışmalar…

 

Ne demiş Nihal Atsız: “Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz!”

Keserin sapı budakta belli olur…

Keserin ne olduğu budakla karşılaşılmadan anlaşılmaz…

 

“İşte hendek işte deve…

Ya atlarsın ya vazgeçersin…

Zordur almak bizden kızı…”

 

Türban savaşı yapan şeriatçı kızlar kadar…

Cesur olmalı Atatürkçü kızlar…

 

Bu yanıtlarıma verdiğin yanıtlar Sitemizde yer alacaktır.

Bil ki, Sitemde belirttiğim gibi

Özel ve Genel ayrımı yapılmayacaktır…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana…

 

Eren Bilge, 15.1.2008

X

9x

Can İKİZ

YANITLAR

 

Arkadaslar, evrim teorisi konusunda asagidaki yaziyi bir baska grubta buldum ve sizlerle paylasmak istedim.

Saygilarimla

Can Ikiz

+

Evrimlesme, Islam düsüncesinde Darwin’den bin küsür yil önce ele alinmis ve islenmistir. Fark, Müslüman düsünürlerin evrimlesmeyi  Darwin’in aksine, materyalist-ateist bir bakis açisi ile değerlendirmemeleridir.

Müslüman düsünürler, evrimlesmenin arkasinda  Yaratici’nin, Allah’in irade ve planlamasini görmektedirler. Böyle  bir bakis açisi onlara Kuran tarafindan verilmistir.

Darwin’e mal edilen teorinin gerçek sahibi Ibn Miskeveyh’tir.

Ibn Miskeveyh’e göre: Yüksek âlemden inen nefs (ruh) çesitli dünya varliklarinda kendini  göstere göstere tekamül etmis, nihayet insanlik mertebesine gelmistir.

Bu süreçte, hayat eserini ilk kabul eden varlik bitkidir. Asasi  düzeyinde bitki tohumsuz ürer… Otlar gibi…

Nihayet evrim, üzüm ve hurma asacina ulasir. Bitkiler alemi, hurma ile, tekamülün son sinirina varmis olur. Hurmada artik hayvan özellisi belirmeye baslamistir.

Hurma bitkinin son hayvanin ilk mertebesidir. Hayvanlar aleminde ilk mertebe, kismen hareket edebilen, sadece  dokunma duyusu bu bulunan sedef ve salyangoz gibi hayvanlarin  mertebesidir. Evrimlesme, köstebek ve benzeri ve benzeri 4 duyu sahibi hayvanlarla devam edip 5 duyu sahibi, terbiye edilebilir  hayvanlara ulasir. Bu mertebede at ve sahin tipiktir. Evrimlesmenin insanlik mertebesine baslanma noktasinda maymunlar ve benzeri  gelismis hayvanlar görülür.Ve evrimlesme devam etmektedir… (Ibn Miskeveyh’in bu düsünceleri  için bk.el-Fevzü’l-Asgar, 76-83)

Kaynak: Cevap Veriyorum(Evrimlesme Bahsi), YasarNuri Öztürk

x

Bu tartışmalar Hristiyanlık dünyasında da oldu. Darwin “türlerin kökeni” ile ortaya çıktığında, artık geriye tek bir adım atılması gerektiğini bazı insanlar kestirebiliyordu. Insanın kökenini de tanrısallıktan koparıp doğaya ve türlerin gelişimine bağlamak. Belki bu yüzden “insanın kökeni” ilk kitap kadar patırtı
koparmadı.

Diğer yandan bazı Hristiyan din adamları arasında tartışma başlamıştı bile. Evrim teorisi Tevrat, Incil ve Kur’an da yer alan Adem ve Havva öykülerine öldürücü bir darbe indiriyordu elbette. Ama bazılarına göre ise, adım adım gelişecek ve nihai bir hedefe ulaşacak evrimleşme fikri tanrının yüceliğine ve erişilmez ilmine daha çok uygundu. Bu tür bir fikri savunan bir kişiyi artık nasıl Hristiyan veya Müslüman olarak adlandırırız, bilemiyorum.

Bende bulunan bir kitap bu soruna değiniyor. A.Nedim El-Cisr. “Ilim Felsefe ve Kur’an Işığında Iman”. Hikmet yayınları. Istanbul, 1981. (Eserin orijinal ismi: Kıssa’t ül Iman Beyne’l-Felsefeti ve’l Ilmi Ve’l Kur’an”.

Bu eserde yaşlı ve bilge bir kişi olan Ebu’n Nur ile talebesi Hayran arasındaki diyaloglara yer verilmiştir.

(S.221)

Hayran – Sayın hocam, Darwin’e göre bütün canlılar tek bir cinsten tekevvün ederek meydana gelmişler. Bu da tabiatın yaratması ile olmuştur. Yani zati bir çoğalma neticesinde tabiatın yarattığıdır. O halde bunları Allah yaratmamıştır. Ben böyle anladım. Gerçekten durum böyle midir ?

Ebu’n Nur – Evet ! Işte Darwin böyle anlaşılmıştır. Halbuki gerçek hiç de öyle değildir. Onun fikirlerini çok yanlış anlamışlar, haksız yere kendisinin söylemediği şeyleri ona yüklemişlerdir. Hakikat hiç de böyle değildir. Şunu iyi bil ki Darwin, Allah’ın varlığına iman eden bir biyoloji bilginiydi.

***

Bölüm çok uzun, sayfalar dolusu gidiyor. Ana hatları ile Darwin’den sonra evrimci düşüncenin gelişimi, zaman içinde evrim kuramının ideolojiler tarafından
kullanılması, hayatın içinde tesadüfün rolü …

Katıldığım ve katılmadığım yerler var. Türlerin kökeninde Darwin tanrıya (Rabbe) inandığını ve şükrettiğini belirtmiş. Tabii tercüme yapılırken bu isim Allah şeklinde yazılmış ve biraz hayal gücümüzü zorlarsak Darwin’i dini bütün bir müslüman olarak tasarlamamız bile mümkün !

Tanrısal sezgi, insanın varoluş karşısında duyduğu şevk, varolma aşkı ve coşkusu derece soylu bir duygu. Bu anlamda yeryüzü nüfusunun ezici bir kısmı (ben de dahil) dindardır. Varoluşu aklımızın yettiği kadar bilebilme ve bundan ötesini sadece sezebilme durumundayız. Bu kritik noktada, herkesin dini aklı kadar olacaktır. Bizi yanıltan ve ayrılıklara düşüren bir başka husus ise lisan farklılıkları. Hristiyanların mistik deneyimler yaşayan keşişleri  ile Islam dünyasındaki mutasavvıflar aşağı yukarı aynı şevke düşüyorlardı. Benim kanaatim onların birbirinden çok ayrı olmadığı.

Fakat tanrı fikri sadece teolojik ve bireye ait bir sezgi değildir. Dinler tarihinden bilmekteyiz ki, inanç daima kısa zamanda tanrı hissini daraltan ve ona kısıtlamalar getiren bir dizi önerme ile sınırlanır. Kısa zamanda dinsellikten çıkar ve ekonomik, politik bir konu haline gelir. Aynı zamanda kaçınılmaz olarak siyasetçiye, savaşçıya davasını savunabilmesi için sağlam bir dayanak sunar.

Islam aleminde Ibn Miskeveyh gibi, erken evrimci teoriler geliştirenler var elbette. Hristiyan alemi içinde aynı şeyi söyleyebiliriz. Fakat çok kritik bir nokta var. Ister tanrının her şeyi bir seferde yarattığını savunalım, isterse bunları zaman içinde evrimleşecek ve gelişecek şekilde yarattığına (programladığına) inanalım, her iki durumda da “belli bir planı ve hedefi olan” bir tanrıya inanıyoruz demektir.

Işte bu noktadan sonra acıklı sorular ortaya çıkmaya başlıyor.

Diyelim ki bu şekilde belli bir planı olan bir tanrı var. Bu tanrının ne akla hizmet bir alay sakat ve zeka özürlü çocuğun doğumuna ve çile çekmelerine izin verdiğini anlamak pek kolay değil ! Nörolojik açıklamalar çok daha basit, makul ve ikna edici iken, teolojik açıklamalar bizi sadece “yüce tanrının her işinde bir hikmet olduğunu” ikna etmeye yönelik.

Dikkatimi çeken bir diğer konu ise “hedef”. Evrimin bir hedefi olduğu savunuluyor. Oysa hiçbir hedef yok. Çevreye daha iyi adapte olabilen canlı türleri ayakta kalırken, diğerleri elenip gidiyor. Bu canlı türlerini sıralarken, evrimde daha ilerlemiş hayvanlara örnek olarak maymunlar, şahinler, atlar vs sıralanıyor. Bu ayrım neye göre yapılmakta ?

Bir kere daha insana ait en büyük yanılgılardan biri ile karşı karşıyayız. Antropomorfizm. Insanın kendi özelliklerini tanrıya aktarması veya insanın doğadaki şeyleri kendine benzetme eğilimi. At, köpek, şahin gibi hayvanları “mükemmele” daha yakın bulurken, diğerlerini dışlıyoruz. Tam insanca, pek insanca ! Oysa yaşam savaşında ayakta kalabilen hayvanlar, hayranlık verici ve karmaşık savunma mekanizmaları geliştirebiliyorlar. Mesela yarasalar. Bu hayvanların insana benzeme, tanrısallaşma gibi bir dertleri de yok!

Şu sıralar Türk solunu toparlamaya çalışan büyük insan, eşsiz teolog ve eşsiz demagog sayın Y.N.Öztürk, tıpkı kendisinden önceki binlerce ilahiyatçı gibi, altından kalkamayacağı işlere el atmış ve meseleyi çorbaya çevirmiş. Okuyorum:

“Müslüman düsünürler, evrimlesmenin arkasinda  Yaratici’nin, Allah’in irade ve planlamasini görmektedirler. Böyle bir bakis açisi onlara Kuran tarafindan verilmistir.”

Kur’an, diğer iki kitap gibi, varlığın özüne ve yaratılışa fazla değinmez, değinemez. Zira bunu bilen bir Allah’ın kulu yok ! Hep tahmin, nazariye, sezgi ve
çuvalla teolojik yaklaşım. Canlılığın ve cansızlığın tarifi daha çok su kaldıracağa benziyor. Fakat Kur’an da neticede hadiseleri kronolojik bir sıra ile ele alır ve bilimcileri hayretler içinde bırakan (!) yaratılış zincirine değinir. Bu derin ilmi açıklamayı bilirsiniz. Tanrı, güzel güzel kendi cemalini seyreder ve zatından zatına aksederken, başına bela almaya, yani insanı yaratmaya karar verir ! Etrafındaki kadrolu melekler “biz varken yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek bir varlık mı yaratacaksın ?” diye itiraz ederler. Öyle görünüyor ki melekler tanrının kendisinden daha bilgeymiş ! Olacakları hemen tahmin etmişler. Derken tanrı “ben sizin bilmediğinizi” bilirim diye alayına fırça çekip yaratma işlemine başlayıvermiş. Atamız Adem’in bedenini topraktan yaratıp, içine kendi ruhundan üflemiş. Uzatmıyorum, gerisini biliyorsunuz, şeytanın isyanı, şeytan ile tanrı arasında bol hırlı gürlü bir tartışma … derken tanrının kafası bozulup “inin oradan, kiminiz kiminize düşman olarak !” diyerek alayımızı yeryüzüne sürgün etmesi.  Eh bunun doğal bir sonucu olarak ben de sizlere internetten bunları yazıyorum şimdi.

Aman ne güzel evrimci açıklamalar bunlar ! Yaşar Nuri  Öztürk beyefendi, ıvırıp kıvıracağına, Kur’an da diğer iki kitap gibi, toplumsal sorunlara dini ve pratik
çözümler arayan bir insanın ve çevresindekilerin akılları yettiği kadarı ile bizlere aktardığı kıssalardan, uyarılardan ibarettir, diyebilse onu alnından öperim.

Ne Kur’anla ne de Hristiyan teolojisi ile alakası olmayan bilimcilerin kuramlarını, deneylerini ve vardıkları sonuçları, bir şekilde kitaba uydurma çabası işte böyle neticeler doğuruyor.

Şu cümle de bir alem:

“Yüksek âlemden inen nefs (ruh) çesitli dünya varliklarinda kendini göstere göstere tekamül etmis, nihayet insanlik mertebesine gelmistir. ”

enim yüzyıllar önce yaşayan bir insanı kötülemeye hakkım olamaz. Ama bunları hala kör kör savunanlara söyleyeceğim şeyler olabilir. “Yüksek alem” ne demek ? Ne yüksekliği ? Yukarı, aşağı gibi edatlar hep bizlere has ve göreceli. Boş uzayda karşı karşıya duran iki astronot için ne yukarısı vardır, ne de aşağısı. Neyi
referans alacaklar ? Eğer yükseklik derken, manevi yüksekliği kastediyorlarsa bunu da anlayabilmek pek mümkün değil. Madem manevi olarak yüksek bir makamda
idik, ne demeye sürünmeyi, düşmeyi seçtik ?

Hocamızın her yazdığı satır çelişkilerle dolu:

” Bu süreçte, hayat eserini ilk kabul eden varlik bitkidir”

Ne kabul etmesi ? Neyi kabul ediyor ? Eğer bitkiler bir şeyi kabul etme veya reddetme gibi bir melekeye sahip olsalar, zaten bitki olmazlardı. Hep insana has
açıklamalar. Doğadaki şeyleri ilahi ve hiyerarşik bir düzene göre sıralama gayretleri.

Doğamızdaki canlı ve cansız (artık neye göre bu ayrımı yapıyorsak) her şey kendince güzel, ayrı bir saygıya layık. Gerçek dinsizlik (edepsizlik, hak hukuk tanımamak) ise haddimizi aşmak, doğaya kaldıramıyacağı kadar zarar vermek gibi görünüyor. Ayrıca insanın diğer canlılardan daha üstün bir varlık olduğu savı ise bence tartışmaya çok açık. Evet, bilim ve teoloji geliştirebiliyoruz ama şu yaptıklarımıza da bir bakın! Pek de yaraşıyoruz doğrusu Allah’ın yeryüzündeki
halifesi sıfatına ! Bana öyle görünüyor ki, sabahın erken saatlerinde avlanıp çevresini yıkıma uğratmadan uyum içinde yaşayan her canlı varlık, biz insanlardan
daha fazla saygıyı hak ediyor. Yozlaşan, şımaran, kendisine ve çevresine korkunç zararlar verenler asıl bizleriz.

Bir de utanmadan bunlara sürü sepet teolojik açıklamalar getirmeye uğraşıyoruz. Ne tatlı bir dinsel mastürbasyon. Siz ne dersiniz ? Dr Stephen Hawking, hani şu ateist bilim adamı, evren üzerine yorumlar yaparken, teolojik yaklaşımları “katıksız bir saçmalık” olarak değerlendirme ihtiyacı duyuyor. Neden acaba ? Hawking, ışıl ışıl zekası ile makro ve mikrokozmozda gezinirken, hepimizi zekice
uyarmış : “Şeyler oldukları gibidirler.”

Neyse, biz bu gidişle bir kaç yıl sonra onu da ağzından bal akan bir mümin ilan ederiz. Ha gayret !

Saygılar hepinize.

Levent Ertürk, 10.4.2004

X

10X

Kazım ÇELİKTEN

İÇİNDEKİLER:

 

  1. Ben
  2. Şükür
  3. Keydeli Bir adam
  4. Düzen
  5. Musa Öğretmen
  6. Ah Kızlar
  7. Anamdan Mektup
  8. Ali Can
  9. Benim Köyüm
  10. Şiş Dağ
  11. Öküz Bozuntusu
  12. Nevruz Bayramı
  13. Bizim Kadınlarımız
  14. Kurtuluşu anmak
  15. Anam’dan Lay Lay
  16. Dost
  17. Dünya
  18. Meslek
  19.  Niyet
  20.  Toprak ve İnsan
  21.  Sen
  22. Son Duruk III
  23.  Musa Öğretmen

+

Kazım Çelikten

Merhaba ey dost

Adın gibi işlerin hayırlı, baltan keskin olsun. Ömrün uzun, sağlıklı ve möhkem olsun… Dostların çok, evde huzurun olsun.

Ülken refah, insanların mutlu olsun.

Kucak dolusu sevgiler-saygılar

+

Not : işte şu andan itibaren sanal alemde söyleşeceğiz. Yazışacağız, dertleri unutup, gülüp – neşeleneceğiz. İşte sevinçliyim bundan ötürü.

Kazım Çelikten, 29.11.2004

+

  1. BEN

 

Ben: Kazım ÇELİKTEN

Yaratılmışım, etten kemikten

Doğum: 1947

Köy: Karakoyun

Iğdır – Tuzluca

Abdullah’tan olma

Medine’den doğma

Beşinci babada Kürt

Sonra olmuşlar Azeri

Açınca gözümü dünyaya

Baktım bu coğrafyaya

Kültürüm harmanlanmış Azeri

Anladım, ben: Türkiye’li Türk.

 

Aslında insanoğlu, insan

Bilmem, olabildim mi? Adam

Olmuşsa adam

Bu canım ona kurban

Varsa bir yamuğu, Vurun gözüne yumruğu

Adam olmaktı şiarı

Budur işin gereği

 

Babadan öğrendi A B C’yi

Okula gitmeden söktü alfabeyi

Okul yoktu köyde

Koyuldu İnce köye

“Yaşı büyük olmaz!” dediler

“Geçti Bor’un pazarı”

Baba diretti, Resmiyette olur, 1951

Burası okuldur, dinlemem azarı

Kayıt oldu okula

Geleceği sefa ola

 

Çocuk gibi okudu

Reçber gibi çalıştı

Görenler hep şaşırdı

Yaşının üstünde Büyük işlerle uğraştı

Oynamaktı hevesi

Vakit yoktu neylesin

İlkokul, orta, lise

Derken oldu üniversite

Sadece bir yılı geçti nafile

Nedeni okul değiştirme

Üniversitede öğrendi

Psikoloji, sosyoloji, ekonomi, felsefe

Sonra politika

Gördüm içinde var entrika

Derken açıldı ufkum

Hele Atatürk’ün nutku

Ayrı ayrı ve de hepsi

Gerçeği öğretti bana

İstedim sorumlu vatandaş olam

Bilmem ne kadar ulaşabildim ona

 

Ne “Arife tarif” var

Ne de ilerisine,

Kafa yormaya hacet

İnsanlar, güzel yaşama hasret

Neyse O, felsefem

Olduğu gibi görünmek

Göründüğü gibi olmak

Kendime saygı, kardeşliğe özen

Mütevazı, kurdum bir düzen

Özü sözü düz

Bir insanım ben

İşte bu, oldu ilkem

Herkesin aidiyeti

Kendine göre kıymetli

Yoktur diğerinden, üstünlüğü

Budur işin düsturu

Huzur-barış için

Hoşgörü, saygı gerekli.

Akıyor su, sürüyor yaşam

Önce kamu görevi,

Sonra oldum emekli,

Şimdi serbest çalışma.

Acep sonum ne ola?=

– Ne olursa olsun

Mutluyum, çünkü

Kendi safımdayım

Dostlarla bir arada

Düşmana uzağım,

Hedeflediğim yerde

Eşimle bir aradayım.

Ana, baba, gardaş

Hepsi hayattalar,

Derken yeğenler

Onlarla selamlaşmaktayım,

Oldu Elli Yedi Yaş

Hayalimde yaşıyor

Köyümdeki dağ-taş.

+ Kazım Çelikten, Mayıs-2004

Bitmedi sürecek…  (G. T. 20.4.2005)

x

ŞÜKÜR

 

Şükür… şükür,

Sen neymişsin be Şükür,

Her yemeğe maydanoz gibi

Dillerde dolanırsın şükür,

İşlerine gelse de, gelmezse de şükür…

 

İşi gücü rast gitti

Memnuniyetini ifade için dedi şükür…

Hal-hatırı sorulurken de peşinen dedi şükür

Her dileğe, her derde kılıf oldu şükür…

 

Yedi dayağı,

Kafam kırılmadı diye etti şükür,

Patron azarladı, onuru kırıldı

İşten kovulmadım ya diye etti şükür…

 

Felaket geldi, kaybetti malını, mülkünü

Canım sağ ya… dedi buna da şükür…

 

Trafik kazasında kırıldı kiminin kolu,

Kör oldu kimin gözü

Ölmedim ya dedi buna da şükür…

 

Teselliye çare, morale katık oldu şükür

Sevince de, mutluluğa da karıştı öne çıktı şükür.

Ne yanar dönersin, kılıktan kılığa girersin

Hayret be sana şükür…

 

Kurnazlar seni kandırıp sana sığındılar şükür,

Masumlar içtenlikle seni dile getirdi şükür,

Ne hikmetse hepsine ettin şükür…

 

Bana bak şükür…

Kimliğini ortaya koyup

Kişilikli olamadın şükür

Onurunla donanmadın…Cesaret gösterip tavır koyamadın…

Kolayı seçtin, dillere düştün yine ettin şükür…

Kazım Çelikten

+

NOT: Bu yazı toplumdaki çarpık mantığı ve kolaycılığı eleştirmek için yazılmıştır.

Örneğin; Bayram, Mülayim, Şaban gibi Şükür de bir tiplemedir. Minnet duygusunu İfade eden “şükretmek” değil; ayrı bir ruhsal durumdur…

x

  1. KEYDE’Lİ  BİR ADAM

 

Biraz saf

bİraz çekingen

ince esprili

köylü bir insan…

 

Atar tutar

nesi varsa satar

dayanamaz hicveder

güler durur, Saftar…

 

Biri geldi

köylü başına

Dedi: “İnsanca, hakça düzen!”

Sömürüye son

Berekete kon

Ağa, bezirgan kalkacak

Köylü kalkınacak, mutlu olacak…

 

Sordum, bir süre sonra: Ne oldu

değişti mi düzen

önce anlattı durdu

Çipil gözleriyle baktı

kaşlarını çattı

ağzından bal gibi bir cümle aktı

”Aynen hebili  koyan çividir…”

Dedi Saftar, güldü

durumu özetledi

gözlerini süzdü…

 

Kocasının titizliğinden bıkan eşi görünce Saftar’ı

merakla sordu: “çocukluğunda nasıldı bu adam!” Yanıt hazır: “Ters olursa gel de geçin

çocukluğunda da bu Saftar

çok keydeli bir adamdı…

 

Evet, Saftar

olmadık yerde gülen

kimi zaman başına işler açan

Bazen gülerek güldürerek uyaran

ince esprilerle saptama yapan

Düşünce dağarcığında nice anlamlı sözler bulunan Saftar, kimsenin adam yerine koymadığı köylü bir adam…

Kazım Çelikten

+

Hebil: Habil…

Hebili koyan çividir “Değien bir şey yok!” anlamında…

X

  1. —–DÜZEN—–

 

Düzlem değil,  düzen

Kayırmadır,  insanı üzen.

Sermaye, toprak, çıkardır

Sarmalanıp akıllara giren.

Kiminin anasını belleyen,

Kiminin yüzünü güldüren.

 

Düzen kurulmuş. Sistem oluşur

Adalet için: Savcı, kadı, mahkeme kurulur.

Roller biçilir, sanık sandalyeye oturur,

Ehli hukuk seçilir, adamına göre konuşur.

 

Hak, hukuk, adalet

Kimilerine olur dert.

 

Soydu, sömürdü, dolandırdı, ezdi Yılmaz

Ehli hukuk diye konuştu Şahbaz

Kadı dinledi. Kanaat etti, verdi karar

Suçlu bulundu, bizim  garip  Serdar.

 

Düzendi bu, çıkarına   uygun  olanlara  iyi

Gerçekten, çıkarı  istismar  edilenlere  kötü.

İnsanları perişan, yıkılmış virane kalmış köyü

Gerçek açıdan  bakınca anlaşılır,  berbattı  özü.

 

Bazen çürükler temiz.

Temizler;  zinhar çürük

Olurdu,  bu   düzende.

 

İş   yapmak  peşindeydi  Mehmet

Devletle haşır neşirdi Mehmet

“İşi bitirdim. Start vereceğim

Okulu  açacağım.”   Dedi   Mehmet.

 

Hayır ola, nerden çıktı bu okul…?

Dedi: “İhtiyaçtır  güvenlik.

Yetiştireceğiz uzman eleman

Bol   kazanacağız   papelik.

Hazırlıklar yapılıyor

Usulen sabıka soruluyor.”

 

Dedim, zaten temizdir sicil…!

“Elbette kardaş, çürük olacak

Hali yok ya…” dedi   Mehmet.

 

Coşmuş tu anlatıyordu Mehmet

“Nüfus vukuat örneğini çıkardım

Babamın emekli maaşı, aldığını gördüm

Ula, bu ne kıyak, diye kendime sordum.

 

Oysa ne emekli olacak yerde,

Çalışmıştı    babam,

Ne devletten emekli maaşı,

Ne yardım, almıyordu  babam.

İşler yoluna girince, soracağım

Bu iş nasıl  oldu, anlat   balam.”

 

Mehmet yapıyor, yakıştırıyor

Bürokraside işi takılmıyor,

Ancak, düzen  bu

Babasına da kuyu kazıyor.

Düzenin aynasını,

Kendi işinde görüyor   Mehmet.

 

Düzene bak, düzene

Mehmet, uyuyordu düzene

Baş tacı olmuş, kendine benzeyene

Çetin-de olsa, kaya-da olsa

Aşıyordu engelleri, çıkıyordu düze.

 

Ahmet, Samet, Mehmet…

Cephede  olur, Mehmetçik

Methiyeler okunur, coşar kükretir.

Köyde, fabrikada olur Memo,

Çile, ıstırap ile inler durur Ğalo.

Ticarette, yönetimde, mecliste

İş bilir, olur  Bey…  Mehmet Bey

 

İşte; çürük olan,

Temiz görünen

Düzenin dramı…

 

Kazım ÇELİKTEN

X

Not: Musa    Öğretmenin   şahsında : Anadolu Toprağı   ile    Harmanlanmış; çile, yokluk ve    zorlukları    göğüsleyerek    okumayı başarmış,  toplumun  geleceğine ışık tutan tüm aydın öğretmenlerimizi, Öğretmenler Gününde saygıyla anıyor, içten duygularımı ifade ediyorum.

K.Ç. 24 Kasım 2004 – Mersin

X

  1. —– MUSA ÖĞRETMEN —–

 

Tuzluca, İnce Köyü’dür

Doğduğu yer.

Üstü Gala, etrafı yeşil çimen

İncisidir, üç tane su değirmen.

Söğüt ve kavak ağaçlarıdır,

Köye güzellik veren.

 

Dam denilen evde

Dünyaya geldi Musa,

Anası dedi: “Oğul

Bahtın açık ola.”

 

Komşu köyler; Gülebe, Güllüce

Yukarıda Karakoyun, yanda Aliköse

Bol sular nasip olmuş, İnce Köy’e

Bacısı bekler yolunu, Musa köye gele.

 

İlkokulda münazara yapılır,

Musa, orada başkan seçilir.

Kabına sığmaz, hoca sabrı taşırır,

Merak eder, sorar öğrenir Musa.

 

İlkokul birde çarpma – bölmeyi

Öğrenmek için sordu Kazım’a

Son sınıfta merak etti, tutturdu

Cebir nedir? Nasıl çözülür, acaba.

 

Musa sevdalıydı okumaya

Kafaya koydu, öğretmen olmaya.

Çalıştı, girdi Cilavuz’da sınava

Takıldı, harita üzerinde coğrafyaya.

 

Yılmadı, usanmadı Musa

Hırslandı, “kazanacağım” dedi Musa

Kar, soğuk demedi koştu Aliköse’ye

Çalıştı, harita üzerinde, coğrafya öğrenmeye.

 

Akarsu, ırmak, nehirler

Köy, kasaba, şehirler

Otlak, mera – Ova, dağ, deniz

Ülkeleri beller, Musa   bendeniz.

 

İnatta Murat’tır dedi Musa

Kazandı sınavı, erdi muradına Musa.

Ana dileği tuttu, bahtı güldü

Tahsil için, umut yolu açıldı.

 

Sevindi, mutlu oldu Musa

Niçin gülmesin, neden coşmasın Musa,

İlkokul dörtte, yüz elli liraya

Nöker olmuştu  Hacı Hasan’a… Musa.

 

Azimli, kararlıydı   Musa

Çalışkan,   zekiydi  Musa

Topluma   duyarlıydı Musa

Kazım’a cebiri   öğretti Musa.

 

Toplumsal sorunları,  hocalarla tartışır

Hak, hukuk, adalet nedir…?   Öğrenir.

Okur, toplumsal meseleleri gündeme oturtur.

Sömürü, ezen, ezileni – haksızlıkları  dile getirir.

 

Orta öğrenim,  üniversite

Katmerlenmiş düşünceler, olmuş site.

Arkadaşlar, tatil için gezi programı yapıyor

Musa, aileye yardım için iş programı yapıyor.

 

Becerikli, çalışkandı Musa

Direkt sınıf geçiyordu Musa.

Zekaya, yeteneğe, adama  bak

Fakülteyi dört ay önce bitirdi Musa.

 

Memmed  Ağa  çimeni

Boldur   onun   otları,

Musa   sallıyor   tırpanı

Ramazan Amca topluyor otları.

 

Yamaç   yerde   merendi    çek

Yanındadır, Bacısı  Göçek

Sallıyor  orağı, Gelin  İpek

Biçiyorlar, topluyorlar buğdayı.

 

Musa diyor:  “Toplayın veri

Haylayın, biçin, gelin   beri.

Acıktık,   yapalım   naharı

Kabak Dağ’da gölge çekildi, gayrı.”

 

Musa; döner okula, katılır Form’a

Sorunlar tartışılıyor, yatırılmış masaya.

Sosyal adalet, kapitalizm, sosyalizm

Biri diyor, “ bize ne, olacaksa olsun emperyalizm.”

 

Oturduğu yerden fırlıyor   Musa

Öfkeleniyor, çatıyor kaşlarını Musa

“İnsanca yaşam, sosyal adalet için

safsatayı bırak, devrime bak.” diyor Musa

 

Köyün adı İnce,  sorunları kalınca

Dertleri yüreklerde eritir, olur karınca.

Sevecen, şirin bir köy çocuğuydu Musa

Yörenin iftiharı, ailenin gururuydu Musa.

 

İlim – irfan yolunda savaş verdi Musa

Aklı – mantığı öne çıkardı Musa

Çağdaş değerleri, gösterdi Musa

Fedakar, vefakar, aydın öğretmendi Musa.

 

Kazım ÇELİKTEN

24 Kasım 2004 – Mersin

x

  1. —– AH KIZLAR —–

 

Kara  çarşaf  içinde; öcü

Türban, peçe  övüncü

Eşarp, yazma  ile   köylü

Kılığından kurtarmak  için

Mustafa    Kemal   dedi:

“İlim, akıl, mantığı esas al

Kılık kıyafetini düzelt

Özgür  ol,

Başını  aç

Medeniyete   ulaş.”

 

Dinledi  onu   kızlar;

Açtı      başını,

Modernize   etti

Kılık,   kıyafetini,

Aydınlattı   düşüncesini.

 

Ancak  unuttu…

Örf – adetini

“Görgü” diye  önemsenen

Aile felsefesini.

 

İlk okula başlarken

“Ülküm ileri gitmek,

Küçükleri    sevmek,

Büyükleri  saymak.”

Diye  içtiği  andını.

 

Ah,    be    kızlar

Medenileşmek güzel  de

Nerde,  maharetini sergileyip,

İleriye  ışık  tutmak,

Çocuklara  örnek  olup,

Sosyal  zenginlik sağlamak.

Hele ikinci baharını yaşayan

Büyüklerin  gönlünü almak.

 

Unutmayın      kızlar …

“Ne ekersen,

Onu  biçersin,”  kızlar.

Gelin,  insana

Yakışanı yapın  kızlar.

 

Kazım ÇELİKTEN, 6.12.2004

X

sayın dost balta;

keskin “balta” sanıyorum teknoloji ile baş edemiyorsun galiba. “düzletme” yine gerçekleşememiş. o nesnenin aklı yok ki, komut dinlensin. yoksa isabetli komut mu verilemiyor? sizlerin aranızda çözümlemeniz gereken sorun, halli size kalmış.  düzeltilmesi gereken noktaları tekrar ediyorum:

ana ön sayfa resmin altında ;

” bir” yerine  …………………..  tuzluca

” bir” yerine …………………..   karakoyun

“çelişkileri” yerine ……….   çelişkilerini ve düzenin çarpıklarını

” gümrük müşavirliði” yerine ……….. gümrük müsteşarlıðın’dan

” musa öðretmen” şiirinden yerine ……… düzen şiirinden alıntı

2- diðer özgeçmiş ve şiirlerin yayımlandıðı sayfada ; düzen şiirinde: abdulcambaz   yerine ……………  şahbaz yazılacak ah kızlar şiirinde: enson kıtada kızl yerine ………… kızlar yazılacak

3- keydeli bir adam şiirini silelim yerine  ” anamdan mektup aldım” şiirini koyalım (ekte sunulmuştur)

not: sevgili dostum uslubum (tarzım) biraz keskindir. kusurabakma artık buda kişiliðimin bir parçası başka türlü kendimi zorlamalar beni sıkıyor, rahatsız ediyor. İçimden geldiði gibi yazmak beni rahatlatıyor ve  huzur buluyorum. ne olur beni lütfen hoşgör.

selamlar , saygılar

kazım çelikten. 9.12.2004

x

  1. —– ANAMDAN MEKTUP —–

 

Anamdan mektup aldım.

 

Diyor… Oğul…

Bir şarkı mırıldanıyorum

“Niye  gittin  öyle uzak ellere

Bülbül bile ağlamış

Sensiz geçen  günlere.”

 

Ben  nasıl ağlamam

Uzak  ellerde bulunan

Doğurdum  evlada.

Hasret  kaldım

Paralandı  yüreğim.

 

Gözlerimde  yaş

Akıyor,  damla damla

Elimde  mendil

Siliyorum ara – ara.

 

Gönlüm  özledi

Yüreğim olmuş

Sensiz  yufka, zebil,

Olmuş anan  sefil.

 

Gurbet elden,  firar et

Gel  gönlümü şen  et.

Dinsin  göz yaşlarım,

Rahatlasın  kalbim.

 

Sana, içten sarılır

Koklar, sıkar, öperim

Ben, sana her zaman

Candan  balam  derim.

 

Kazım ÇELİKTEN, 9.12.2004

X

  1. ALİ CAN

 

Ağa,  bey

Derebeyi,

Şan, şöhret

Sahibiydi… Aile,

Bey’e  kuma gelmiş

Bahtı şaşa durmuş

Masum bir anne

Çocuğuydu…  Ali Can.

 

Yavrum,  can,  bala

Diye, sevdi okşadı baba.

Babanın ilk oğluydu

Olacak  Bey, kalacak nişane

Al bebek, gül bebek

Özenle büyütüldü… Ali Can.

 

On üç  yaşında

Kaybolunca baba

Gelecek oldu

Kaba – saba…

“Yanaşma kızından

Gelin  olmaz” dedi.

Beyler

Aileye yakıştırmadı

Öfkelendi, savaş   açtı…

Beyler

Dışlandı, durdu… Ali Can

 

Halk adamıydı dayı

İnsaf, merhamet

Sahibiydi, yani…

Bastı  bağrına, sahiplendi

Okuttu,   adam  etti       Ali’yi.

 

Lise    çağlarında

Biri    Bey   dedi,

Öteki   Ali

Şaşırdı,  kaldı…  Ali

Olanları görünce

Artık    anladı

Kendi  halktan   biri.

 

Üniversite idi hayali

İçine girip, okuyunca

Gördü, kalmadı mecali

 

Ne de  olsa,

Genlerinde var

Bey oğlu  ya,   Ali

Bazen  şevke  gelir

Kanatlanır,  uçar…   Ali.

 

Harman cigarasını yakar

Tafrasını   yapar,

Havasını    atar

Etrafına  neşe saçar

Fakülte   kantinlerinde.

Gazozunu  içer

Sağlık  lokalinde.

 

Saf,  iyi   niyetli

Bir insandı…   Ali Can

Entrika,   politika

Bilmezdi…    Ali Can

Dolduruşa  çabuk gelir

Kartal gibi  kabarır

Voltasını  atar durur… Ali Can.

 

Sağcı ile dolaşır,

Solcu  ile oturur

Solun tarifini bilmez

“Solcu”    diye

Sağcılarca  haşlanır.

 

İki  kadeh içince

Azeri  Türkü söyler

Coşar, oynar, naralar

Doktorlar onu  sever

Tıbbiyeli  öğrenciler

Hep  onunla   gezer.

 

Sohbet masaları kurulsun

Herkes  ister, Ali orada bulunsun

Birine  yeşillenen     Dursun

İster,  Ali   yanında otursun.

 

Otura  dursun… Ali

Baktı  ki, gidivermiş

Okulda ki arkadaşları.

Okul  bitmiş,

Çifte dikiş atmış…  Ali

Bozulmuş,    hali.

 

Atılınca    hayata

Gördü   ki      Ali;

Hayat    acımasız,

Kendi     gariban

Soy – sop   olmuş  soğan.

Gerçek     gösteriyor:

Kendi  becerine güven.

 

Uğraştı, didindi,  yoruldu

Çocuklar  okula koyuldu,

Meşagatler üst üste yığıldı.

Memuriyette,  geçmişten iyi olmadı

Aldı uzmanlık kadrosunu

Bekledi  durdu,  emeklisini… Ali  Can

 

Kazım ÇELİKTEN, 6.12.2004

X

  1. BENİM KÖYÜM

 

Ben köyümü özledim:

Orası,    AVLAK – tı

Köy     oldu

Adı KARAKOYUN

Kondu

 

Sakın   ha!……

Karakoyun denince

Karamsarlık veriyor

Sanılmasın.

 

Karakoyun:

Renklerin armonisi

Koyunların bereketlisi

Etlerin lezzetlisi

Masumiyetin timsalidir.

 

Köyüm  ise, serin suları

Dağı, taşı, çayır, çimeni

Doğası, temiz   havası  ile

Gönlümün ilk baharıdır.

 

Köllu bulağ, yedi   bulağ

Nerdedir,   Arpa   bulağ

Hele   Sajdığın    bulağı

Her tarafı çiçek   hercai.

 

ŞİŞ DAĞ

 

Kabak dağa bakar

TURŞU-su  lezzet tadar.

Dereyerin YEMLİĞ-i

Yasdan-ın    ELEYEZ-i

Gönlümün hasret,

Şirin – leziz   PENCERİ.

 

Dağın dalı arpalık

Abbasgöl yeri

TOPBAŞ BUĞDAYI

Demi-si otlak,  karşısı

GİRAKTİN yaylası

Öbek öbek  çadırları

Göl kenarına   kurmuşlar.

Cıvıl  cıvıl   ötüyor  kuşlar,

İnsanlar sohbete koyulmuşlar.

İşte    orada    yaşanır

Keyiflerin en alası.

Hele aşağı çimen

Otların TAYASI…

 

Avlağın döşü ÇEREN dolu

Şiş dağın güneyi, GEVEN dolu

Burcuğan güneyi,  SIĞIR KUYRUĞU

Kabak dağı – meyel,  ÇAŞIR dolu

Lezzetlidir,   köyümün KARTOLU

 

Nasıl özlemem … ?

İklimini,  havasını

Sabah güneşin doğuşunu

İçime ferah saçışını.

Serin suları köyümün

SÜLEYMAN AĞA – ERMENİ ARKI

DEMİ DERESİ – GÖDEK   ARKI

Yukarısı  Dönek Çayı

Dönek çayı dolanır

Çayır çimen sulanır

Akar – coşar çağlar olur.

Toprak bereket,

Çayır – çimen bol olur.

 

Koyun kuzu meleşir

NAHIR – dana karışır

HODAĞ – çoban oynaşır

Müzikal hava oluşur

İnsan toprak kaynaşır

Gerçek budur; YAŞANIR.

 

DOMBALAN-a   giderdik

ÇİĞELEM   toplar yerdik

KURT – KULAĞI   toplayıp

Kızılgül-ü   dererdik.

Ah .. yine yadıma düştü

Yedi bulağın YARPIZI

Oğlanlar kollar, işte orada kızı.

 

Mercimeğin döşünde

Mercimek çiçek açar,

Herkes çanak – çömlek için

Oradan    toprak   alar…

 

PİŞİK KAYA – da  kuşlar öter

Avlakta, eskiden ceylan

Şimdi  keklik   avlanır.

Baharda, kuzular  otlanır

Güz olunca, kuşlar orda toplanır.

 

Köyümün; süsüdür

Söğüt   ile   kavak,

Etraf  dolu    Galak

Her tarafı mera, otlak.

 

Hep söylenirdi…..  Marifetleri

ŞÜKÜRLÜ-lerin    Ekin Biçmesi

YELLER-in            Kuş Oynatması

AHMETLİ-lerin    Çift Sürmesi

ÇELİKLER-in       Arpa Yolması

 

Unutamam …  akşamları

KABAK DAĞ – ından

Gölgenin   yürüyerek

Güneşin… hazin hazin

Batışını

 

Sabah   kalkarken

Veya  iş  yaparken

Kabak Dağa bakarak

Gölgenin çekilişinden

Anlardık NAHAR   vaktini.

Kabak Dağı…   kabakta

Hasan Dağı      batıda

Ova – Nehir,   ortada

Özlem hasret    orada

Nasıl  kalmasın…

Akıl fikir orda …

 

– Hiç unutmam

NAZİFE Teyzenin

“O   Radyoyu söndürün

Yatacağız” demesini

TOVUZ    Ğalanın

Oğlu, orta okula giderken

“Düz yastık mı, kırlent mi

Göndereyim” diye sormasını.

 

-Kulağımda çınlıyor ;

AVDİL – ALİ   amcanın

“Eller göçtü, yaylasına giderken

Bu viran yaylada, tek kalan canım”

 

Gibi     Serzeniş – manisi …

HÜSEYİN amcanın

Çocuklar aşık oynar

Yumurta dövüştürürken

“Haydi  Hey… hey… oynayın çocuklar

Dargın olmayın, barışın çocuklar”

Diye

Coşup Taşan neşesi…

 

– Nasıl  unutayım ;

KALBAYI  dedenin…

Aklı – selim öğütlerini

“Dünyaya geldik adam olmaya

Derleyip toplayıp iş yapmaya”

Söylemesini.

 

Yanlış yapınca kızan.

“O   gözüne     dürtüm

Niye     görmedin”    demesini

Becerince sevinen,

Mutlu olan Çehresini.

 

– NERGİZ ebe ölmüştü

Her yer helva dolmuştu

Çocuk iştahı ile yerken

Kötü bir KAVGA olmuştu

 

Acı ve hüzün

Korku ile elem

 

Körpe yüreğimize dolmuştu.

Unutalım acıyı

Çıkaralım korkuyu

 

Yüreğimizi SEVDAYA

Gönlümüzü BARIŞA açalım…

Kötülüğü unutup,  iyiliğe koşarak

Tatlı yiyip,  tatlı konuşarak

 

Geleceğe umut ve güvenle bakarak

Güneşe yelken açalım.

 

Gülelim oynayalım

Danışıp söyleşelim

NEVRUZ BAYRAMINDA

Bacalardan ŞAL sallayıp

BACA BACA  GEZELİM

Haydi,…   gelin komşular

Dargınlığı kaldıralım,

Hep Barışık kalalım

O coşku ve heyecanla

KÖYÜMÜZE SAHİP ÇIKALIM.

 

Kazım ÇELİKTEN

14 ŞUBAT 2004 Sevgililer Gününde

Sevgili Köylülerime ARMAĞAN olsun.

X

  1. ÖKÜZ BOZUNTUSU

 

Yeni     öküzler   çıkmış

Kimi dana, kimi  tosun

Ortalık  olmuş, hep  yosun

Çaresiz  kalmış, köylü  Yasin.

 

Gidene  özlem  duyuluyor

Yenisine, şaşkın   bakılıyor.

Ne hikmetse,      utanmadan

Hepsi  suret-i  haktan görünüyor.

 

Haktan, hukuktan haberi  yok,

Hırs     gözünü    bürümüş

Utanma,     arı     unutmuş,

Ucube,    baykuş     olmuş.

 

Böyleleri    insan   diye

Toplum   içinde  dolaşıyor,

İçindeki      sahtekarlık

Gözünden  okunuyor.

 

Öküz  diye hitap etsen

Hakaret  diye  saldırır,

Arslan,  kaplan  desen

İltifat   diye  bayılır.

 

Zavallıdır,   açık  olmaz

Benzetmede,  farkı  görmez

İnsandır,  insan  olmak için

Adamla,  kıyaslanmayı  bilmez.

Kazım ÇELİKTEN

(G.T. 21.2.2005)

x

  1. NEVRUZ BAYRAMI

 

Bayram, bayram…

Nicesini gördüm

Bayramların hası

Sensin Nevruz Bayramı.

Ne yalnız dini

Ne yalnız milli

Evrensel ve de Toplumsal

Gelenek ve göreneklerde

Yaşanan

Toprakla beslenen

Doğa  ile  bütünleşen

Kardelenler, kır çiçekleri açanda

Baharı müjdeleyen

Sensin Nevruz  Bayramı.

 

Seni her halk;

Kendi marifetine göre kutlar

Ne şiddet, ne baskı,

Ne isyana simge,

Ne başkaldırı.

Ne örs, ne çekiç

Ne kızgın demir, ne korku

Ne dayatma,  ne kavga

Felsefende yok

Böylesi kavga macerası.

Sende var;

Halkların kardeşliği

Ana yüreği, baba şefkati

Bacı kardeş özlemi

Sıcak dost hasreti

Gönüllerde barış kuran

Sensin Nevruz Bayramı.

 

Nasıl perşembenin gelişi

Çarşambadan belli ise

Nevruzun gelişi de

Kendine  özgü olayların

Yaşanmasından  anlaşılır.

 

Nevruza üç Çarşamba kala

Her Çarşamba akşamları

Ateş yakılmasından,

Sarı kırmızı yumurta boyanıp

Öbek öbek dövüştürülmesinden,

Bereket   bolluk olsun diye

Buğday yeşertip,

Kırmızı  SEMENİ  yapılmasından.

Bellidir,  geldi   Nevruz Bayramı.

 

Ölüleri yad edip

Hayır dua ederler,

Yedi levin yemiş,   çörek

Kete, börek,  erdek

İkram ederler.

Konu komşu helalleşip,

Ölülere rahmet okurlar.

ÖLÜ BAYRAMI diye kutlanan

Geçmişe saygı gösterilerinden

Anlaşılır, geldi Nevruz Bayramı.

Gelenek – göreneğin zenginliği

Nevruz bayramının güzelliği

Tulum eşliğinde, Temaşanın şenliği

Oyuncu Köse’nin gelişinden

Bellidir, geldi Nevruz Bayramı.

 

Nevruz Bayramı gelecek

Çocuklar coşup eğlenecek

Baca baca dolaşıp

Kapı kapı gezecek

İncir, üzüm, fıstık

Şeker, yumurta toplayacak

Neşe saçıp, coşturan

Sensin Nevruz Bayramı.

 

Bacılar yolun gözler

Gardaş  Bayramçalık getirecek.

Ana babalar zevk duyacak

Çocuklar elim öpecek,

Şeker, mendil alınca

Çocuklar mutlu olacak.

İnsanlar   kaynaşacak

Yumurta dövüştürüp gülecek,

Konu komşuyu  dolaşıp

Birbirleriyle kucaklaşacak.

Çeşit, çeşit yemekler yapıp,

Birbirlerine ikram edecek.

Toplumsal sevinç   şöleni

Gönüllere barış dolduracak

Sensin Nevruz Bayramı.

 

Baharın, yeni gün

Adıdır    NEVRUZ

Duyguların coştuğu

Gündür   NEVRUZ

Nervuz arifesinde  gençler

Suda iğne gezdirirler

Ne zaman kavuşacağız,   diye…

Dilekte  bulunurlar.

O gün erken kalkarlar

Taze su içip, yıkanırlar

Gelecekleri, su gibi

Berrak, aydınlık olsun,   diye…

Temiz yeni elbiselerini giyip

Dostlarını  ziyaret ederler.

Baht ve kısmetlere umut

Sensin  Nevruz Bayramı.

 

Küslerin barışıp, insanların güldüğü

Merhamet, dayanışma duygusunun

Sel olup aktığı gündür NEVRUZ

Dostluklar pekişir, kardeşlik yaşanır

Halklar böyle kaynaşır.

Doğadan bolluk,  bereket

Gelecekten sağlık, refah beklenir.

Bütün bu güzellikleri    YAŞATAN

Sensin Nevruz Bayramı…

(Mart – 2004)

Kazım ÇELİKTEN

(4.3.2005)

x

  1. BİZİM KADINLAR

 

Bizimdir, bu   kadınlar

Saygın  güzel  yaratıklar.

Gezdik gördük dünyayı

Öptük okşadık gayri.

 

Dudakları baldan tatlı

Bakışları aşka çağrı.

Kalçalar oynar zari

Gıdıklar durur, seyri.

 

Bir Mayıstır  çılgın miladı

Haykırdı, attı sömürüye tokadı.

Coşunca hiç dinlemedi

Usta,     işçi    çırağı.

 

Çekti çileği, kurdu yuvayı

Ördü   dantel   yumağı .

Derdi,   çapaladı  toprağı

Eledi   unu, pişirdi ekmeği.

 

Onlardır; becerir yapar, yakıştırır

Kimi kadın, vezir etti kocayı

Kimi kadın,  rezil etti kocayı

Analık duygusudur, eğitti onları.

 

Şefkatle   çocuk    eğitirler

Maharetle gelecek hazırlarlar.

Olgun,  aydın   kadınlar

Erkeğe   baş tacı  olurlar.

Kazım ÇELİKTEN, 14 Şubat 2005

(4.3.2005)

x

  1. KURTULUŞU ANMAK

 

Bu ülke:

Karanlığa gömülüp

Dört tarafı işgal edilince

Memleketin nasıl kurtulacağı

Işın ne zaman

Nerede yakılacağını

Ülkeyi aydınlatıp

Toplumu nasıl

Yönlendireceğini

Hesap eden insanları

Unutmadık

unutmayacağız

Ulusal mücadele

Müdafa-i Hukuk

Kuvay-i Milliyet

Direniş örgütlerini

Kadını, kızı

İhtiyar, genci ile

Kükreyip coşan

Sel olan halkı

Unutmadık

Unutmayacağız

Kurtuluş kervanı

Yürürken…

Köstek olan

Önüne çıkarılan

Yeşil sarıklı

Kara cüppeli

Beyni küflü

İnsan grupçuklarını

Unutmadık

Unutmayacağız

Misak-i Milli And-ı

Hedefe ulaşacakı

Ulaştı… çünkü

İçinde buna inanmış

Binlerce insan yanında

Plan –programını yapmış

Büyük insan vardı

Osmanlı Paşası

Mustafa Kemal

Cumhuriyet kurulunca

Türkiyeli -Türk

İşte oldu; Atatürk

Onu ve arkadaşlarını

Unutmadık

Unutmayacağız

Direniş örgütleri

Birleştiler

Ulusal orduyu kurdular

Cephe, cephe savaşıp Ülkeyi kurtardılar

Cephede, savaşta İsmet

Komutanlık oldu

Ona kısmet

Sakarya, İnönü’yü

Unutmadık

Unutmayacağız

Cephede;

Kuvay-i Milliyet gücü

Yönetiminde

Müdafa-i Hukuk ruhu

Meşaleyi akan

Cumhuriyeti kuran

Güç, budur

Bu misyonu

Unutmadık

Unutmayacağız

Rehber aldılar

İlmi – aklı

Gösterdiler

Işığı – medeniyeti

Bu dinamizmi

Ateşleyen mantığı

Unutmadık

Unutmayacağız

Ülkemin kalkınması

Toplumun ilerlemesi

İnsanın, insanca yaşaması,

Hak, hukuk, adalet

Eşitlik, refah çin

Uğraş veren süreçte

Dar ağacına giderken

Haykıran, 68 kuşağını

Unutmadık,

Unutmayacağız

Bayrakta yıldız ay

Menemen’de Kubilay

Demokraside ortak pay

Eşitlik, serbest iade.

Anlayışta laiklik

Devlette teklik

Ülkede bütünlük

Anayasa kayıtlı

Ortak vatandaşlık

Bağımsızlıkta ulusal marş

Temel olan, bu şiarları

Unutmadık,

Unutmayacağız

Mesajımız açık

Gönlümüz…

Barış – kardeşlik,Felsefemiz…

Huzur içinde yaşamak.

Olursa buna

Ters davranış

Birlik ve dirliği

Bozanlara karşı

Çekinmeden mücadeledir

Andımız, kararımız

İnancımız diyenleri

Unutmadık,

Unutmayacağız

Kazım Çelikten,

  1. T. 1.6.2005

X

  1. ——– ANAM-DAN LAYLA-LAR ——–

 

Anam layla layla derdi

Uyu balam, uyu  derdi.

Uyu da işler görülsün

Kalmasın geç, balam derdi.

 

Uyu balam layla layla

Yat balası layla layla

 

Koyunlar eve gelipti

Kuzusu  meler galıptı.

Koyunu anan sağacak

Kuzu, anasın emecek.

 

Uyu balam layla layla

Yat balası layla layla

 

Nahır evlere dağıldı

Tez uyu balam, geç uyan.

Anan ineği sağacak

Yağı,  sütü bol olacak.

 

Uyu balam layla layla

Yat balası layla layla

 

Balam  yağ ile doyacak

Yekelip gede olacak.

Köyde hayvan kovalarken

Anası sevinç duyacak.

 

Uyu balam layla layla

Yat balası layla layla

 

Anamdan  bunu duymuşam

Yanında şahit olmuşam,

Bacı, gardaşa söylerken

Özüm barışık kalmışam.

 

Uyu balam layla layla

Yat balası layla layla

 

Kurban olsun balısana

Sürü salsın yaylasına.

Yiğit olsun, adam olsun

Namı çatsın obasına.

 

Uyu balam layla layla

Yat balası layla layla.

Kazım ÇELİKTEN, 15.6.2005

x

  1. DOST

 

Dostun dost ta

Söyleşisi için

Bahanesi

 

– Ey dost, gel de

Kahpve içelim

Geçmişi yad edip,

Geleceğe yelken açalım

 

-Olur dost, gelirim

Bilirim, etmez

Dost dosta eziyet

Fırsatı yaratmak da

Bir meziyet.

 

-Doğru budur öğretir

Kuşaklara söyletir

Boşa söylememişler

“Gönül ne kahve ister

Ne kahvehane

Gönül sohbet ister

Gerisi bahane”

 

Gönüller çoşunca

Güller açar

Laflar çiçek olur

Duygular sel

Gönül harmanında

Ürünler çıkar

Dost dostta çare arar

Arar dost dosta…

Çare arar

Dost, dost!

Kazım Çelikten

(G. T. 1.7.2005)

x

——– DÜNYA ———-

 

Biri ölünce hep, nedense

Ezberde olanı söylerler

“Yalan  Dünya” … Oysa hep

Yaşanan  gerçek dünya. Bu dünya.

 

Ölen,  ölünce de  vardı

Bu      dünya

Ölmeden önce, sonra da

Devam ediyor, bu dünya.

 

Sağken gülüp, eğlendiği

Koşturup, cebelleştiği

Toplumla  yaşayıp, sevindiği

Dünya;  neden ölünce yalan olsun ?

 

Doğum – ölüm yalan mı ?

Yalan üstünde hayat var mı?

Bina olmuş, dünya üzerine

Yaşam; devam ediyor – edecek.

 

Evet yaşarken var

Yalan, dolan, hilekar

İçinde doludur sahtekar

Adam olan doğruya, dürüstlüğe bakar.

 

Ölüm; bir kayıptır,

Elem, hüzün yaşatır

Göz yaşı döktürür

İnsanları ağlatır.

 

Gerçek dünya üzerinde

Mezarı kazılır,

Etrafı bir güzel yapılır

Mezar taşına adı yazılır.

 

Nerde, bunun yalancılığı ?

Kayıpken çağlara taşınıyor

Mezar taşlarında yazılı

Künye, kimlik, şeceresi.

 

Hani, bir zamanlar demişlerdi

“Öküz üstünde duruyor dünya”

İlim gösterdi, anlaşıldı;

Güneş  ile  kendi etrafında dönüyor Dünya.

 

Dünya; evrende bir gezegendir.

Yaşam; pencereden bakıp geçmektir

İyiyi, doğruyu, güzeli, hakkı

Bakarken, görmek marifettir.

 

Orada da yaşar gönül

Burada da yaşar gönül.

Her ikisi de doğru

Dostluk, insanlık baki.

 

Bırakalım dünya yalanını

İnsanca yaşamaya bakalım.

Ölenin sağken yaşadıklarını

Hoş bir seda, saygıyla analım. Kazım ÇELİKTEN

+

Dost Çelikten,

Okudum, bayıldım, çok güzel buldum.

Gerçekçi bir yazı. Ölmez, yaşar dünyada, unutmaz kimse böyle güzel yazılar yazanı

Sevgiler,

Kal sağlıcakla,

Sevgiler yeniden sana..

Hayri Balta, 13.7.2005

X

MESLEK

 

IL 1975

Başladım işe,

Koyuldum çalıma

Çalışmamım ikinci ayında

Tutturdum ayrılmaya

Karşı çıktı arkadaşım Metin

Olmaz dedi, hemşehrim Sadrettin

Koyuldular beni iknaya

Başarılı oldular da

 

Düşündüm, taşındım…

Geleceğe çizdim rotamı

Eğer çalışacaksam

Ve de b işi yapacaksam

Tatlı – sert olacak

Gözün açık

Mevzuatın derin

Mesleğine hakim olacaksın

Dedim kendi kendime

Yoksa yem olursun

Kurtlar sofrasına

 

Deneyim kazanıp,

Mesleği öğrenince

Gidişatı görünce

Etrafımda olanlara

Ve de bu işi yapanlara

Dedim ki:

Bu meslek yapılacaksa

Adın… ATİK

Soyadın… PRATİK olacak

Kendiniz, mevzuat ile

Donatılmış olacak

Bu anlayış ile

Sağ-salim çalışıp

Yıl 1999 Mart’ta

Dedim mesleğe elveda…

(Kazım Çelikten, G. T. 1.8.2005)

x

NİYET

 

Neye niyet

Neye kısmet

Niyetti;

Ortak payda

Ortak değerleri

Açığa çıkarmak,

Geçmişteki husumeti

Küllendirip unutturmak

Barışı sağlamak

Geresi oyalanmak

 

Vesile oldu Mikail

Öne çıktı akıl

1973’te yaz demişti

Arkadaşım İsmail

1975’te yazmak için

Israr etti, dostum Hayri Balta.

 

Köy Özlem derken

Karakoyun…

Aradık, bulduk, köyde

Mor koyun

 

Bayramdı, kültürdü Nevruz

Çağrışırdı, durdu deriz.

Kabak dağ, Şiş dağ

Yapıtlar durur dağ dağ.

 

Yapı yapıldı,

Çatı çatıldı,

Kapı takıldı,

Baktık ki, olmuş kitap

Kapağı aç da, içine bak

 

Yörem ve ben

Birleşti,

Duygular

Sel oldu aktı.

Kazım Çelikten,

(G. T. 15.8.2005)

X

TOPRAK VE İNSAN -1-

 

Nasıl oldu

Ekmek?

Derdi önce

Toprağı

Tırnak ile

Sonra işledi

Karasaban ile

İnsan…

Topraktan çıkmış başaklar

Olmuş dane, dane buğdaylar

Topladı buğdayı, insanlar

Önce kırıp, ezdiler

Sonra ateşte pişirip,

Ekmek yaptılar.

+

Emek girince işe

Zeka geçince faaliyete;

Hava, şakıyan su

Toprak ve insan

Emek – akıl

Araç –  gereç, organizasyon

Derken öküz

Karasaban

Kompozisyona girdiler

Gün dönümüne  bakıp,

Zaman denilen

Süreci başlattılar.

Sonra motor – makine

Yaşamı kolaylaştırdılar.

Beceri ve hünerler

Toprak ve uğraşa katkılar

Kültür ve medeniyeti

Uzaya çıkardılar.

Keyiflenip güldüler.

Hep birlikte

Mutlu yaşam sürdüler.

 

TOPRAK VE İNSAN -II-

 

Yaşam vadisinde

Akan süreçte

Gelişti kültürler

Çeşitlendi deyişler

Oluştu sosyal ilişkiler,

Gönül dünyasında

Buluştu insanlar,

Aşk – sevda

Gam – keder

Özlem – hasret

Sevinç – neşe

Sarmalandı birbirine

Ortalık oldu panayır

Yaşam döndü cümbüşe

 

İnsanlar için toprak

Bazen hasret, bereket

Bazen sığınak, sadakat

Aşık Veysel diyor…

“Dost, dost diye

Nicesine sarıldım

Benim sadık yarim

Kara topraktır.”

+

Toprak doğurdu nimetleri

Doğurdu, eğitti insanları

Can verdi, hayat verdi, keyif verdi

Bundan, esinlenen Nazım…

Dedi, Köylüyü tariflemek lazım

“Türk Köylüsü

Topraktan öğrenip, Kitapsız bilendir,

Hoca Nasrettin gibi ağlayan

Bayburtlu Zihni gibi gülendir.”

 

Ferhat’tır, Kerem’dir ve Keloğlan’dır

Yol görünür, onun garip serine

Analar, babalar umudu keser,

Çarşambayı sel alır,

Bir yar sever el alır

Kanadı kırılır, çöllerde kalır

Ölmeden mezara koyarlar onu

+

Harmanlandı toprak

Yeşerdi çayır, çimen

İnsanlar oldu, delikanlı

Yiğit, kahraman

Gönül bsağları ile birlşti

,Oldu mekan, yurt…

Çoştu bunu gren şair,

Haykırdı;

“Toprakları, toprak yapan

üstündeki kandır.

Vatan eğer uğrunda Ölen varsa vatandır.”

+

Toprak ve insan

Yürek ve can

Karışmış birbirine ,

Konu olmuş filmlere;

Toprak ana, Ezo Gelin

Gelin de filmde

Ekmek – su –sevda

Kavgası görün.

Kazım Çelikten

(G. T. 1.10.2005)

Bitmedi, (G. T. 1.10.2005)

X

S E N

 

Sen kuşlar gibi şakıyan,

Bülbül gibi öten,

Arı gibi coşan

İçimdeki sessin.

 

Sen dudaklarımda name

Gönlümde açan gül

Kalbimde fokurdayan

Ateşli meşalesin.

 

Sen , rengarenk kır çiceği

Süsen, sümbül çiğdem

Özenle bahçede yetiştirilen

Yasemin, hanımeli, orkidesin

 

Sen duygularımda pınar

Köklendin oldun çınar.

İçimde açan menekşesin

Sevecen, eşsiz karımsın

 

Kazım ÇELİKTEN,

Not: Evliliğimizin 27. yılında eşim için. 31.07.2004

X

SON DURAK –ııı-

 

Yaşam için

İnsan için

Sonun bileşkesi;

İşte toprak

İşte insan.

Doyurdu:

Diğer insanlar

Ve kendisiyle

Kaynaştırdı

Toprak

Uğraştı, yaşadı

Yaşlandı, kayboldu

İnsan

Kucak açtı toprak

Girdi Onun bağrına

İnsan…

Dostlar dizildi

Soluna, sağına

Adı yazıldı

Mezar taşına

X

ÖĞRETMENLER GÜNÜ İÇİN…

 

MUSA ÖĞRETMEN

 

Tuzluca, İnce Köyü’dür

Doğduğu yer.

Üstü Gala, etrafı eşil çimen

İncisidir, üç tane su değirmeni.

Söğüt ve kavak ağaçlarıdır,

Köye güzellik veren.

 

Dam denilen evde

Dünyaya geldi Musa

Anası dedi: “Oğul

Bahtın açık ola.”

 

Komşu köyler; Gülebe, Güllüce

Yukarıda Karakoyun, yanında Ali Köse

Bol sular nasip olmuş, İnce Köy’e

Bacısı bekler yolunu, Musa köye gele.

 

İlkokulda münazara yapılır

Musa, orada başkan seçilir.

Kabına sığmaz, hoca sabrı taşırır,

Merak eder, sorar öğrenir Musa.

 

İlkokul birde çarpma – bölmeyi

Öğrenmek için sordu Kazım’a

Son sınıfta merak etti, tutturdu

Cebir nedir? Nasıl çözülür,acaba.

 

Musa sevdalıydı okumaya

Kafaya kodu, öğretmen olmaya.

Çalıştı, girdi Cilavuz’da sınava

Takıldı, harita üzerinde coğrafyaya

 

Yılmadı, usanmadı Musa

Hırslandı “Kazanacağım” dedi Musa

Kar, soğuk demedi koştu Aliköse’ye

Çalıştı, harita üzerinde , coğrafya öğrenmeye

 

Akarsu, ırmak, nehirler

Köy, kasaba, şehirler

Otlak, mera – Ova, dağ, deniz,

Ülkeleri beller, Musa bendeniz.

 

İnat da  Murat’tır dedi Musa

Kazandı sınavı, erdi muradına Musa.

Ana dileği tuttu, bahtı güldü

Tahsil için umut yolu açıldı.

 

Sevindi, mutlu oldu Musa

Niçin gülmesin, neden coşmasın Musa,

İlkokul dörtte, yüz elli liraya

Nöker olmuştu, Hacı Hasan’a… Musa

 

Azimli, kararlıydı Musa

Çalışkan, zekiydi Musa

Topluma duyarlıydı Musa

Kazım’a cebiri öğretti Musa.

 

Toplumsal sorunları, hocalarla tartışır

Hak, hukuk, adalet nedir?Öğrenir.

Okur, toplumsal meselleri gündeme oturtur

Sömürü, ezen, ezileni – haksızları dile getirir.

 

Ortaöğrenim, üniversite

Katmerlenmiş düşünceler, olmuş site

Arkadaşlar, tatil için gezi programı yapıyor

Musa, aileye yardım için iş programı

 

Becerikli çalışkandı Musa

Direkt sınıf geçiyordu Musa

Zekaya, yeteneğe, adama bak

Fakülteyi dört ay önce bitirdi Musa.

 

Mehmet Ağa çimeni

Boldur onun otları,

Musa sallıyor tırpanı

Ramazan amca topluyor otları.

 

Yamaç yerde merendi çek

Yanındadır Bacısı Göçek

Sallıyor orağı, Gelin ipek

Biçiyorlar, topluyorlar buğdayı.

 

Musa diyor: “Toplayın veri

Haylayın, biçin, gelin beri

Acıktık, yapalım naharı

Kabak Dağ’da gölge çekildi, gayrı.”

 

Musa; döner okula, katılır Form’a

Sorunlar tartışılıyor, yatırılmış masaya.

Sosyal adalet, kapitalizm, sosyalizm

Biri diyor: “Bize ne, olacaksa olsun emperyalizm.”

 

Oturduğu yerden fırlıyor Musa

Öfkeleniyor, çatıyor kaşlarını Musa

“İnsanca yaşam, sosyal adalet için

safsatayı bırak, devrime bak.” Diyor Musa

 

Köyün adı İnce, sorunları kalınca

Dertleri yüreklerde eritir, olur karınca

Sevecen, şirin bir köy çocuğuydu Musa

Yörenin iftiharı, ailenin gururuydu Musa

 

İlim – irfan yolunda savaş verdi Musa

Aklı – mantığı öne çıkardı Musa

Çağdaş değerleri, gösterdi Musa

Fedakar, vefakar, aydın öğretmendi Musa

 

Kazım Çelikten, 24 Kasım 2004 – Mersin (G. T. 24.11.2005)

X

——KEMAL  ÖĞRETMEN——

 

                                   Ofiste  oturup

                                   İş telaşı yaşarken,

                                   Yadıma düştü

                                   Bizim ora nağmesi.

                                   Güzel olur, sandım

                                   Öğrenci – öğretmen yazışması.

 

                                   Dere kenarında

                                   Bilge  bir adam

                                   Ya…! Geçerse,  o taya

                                   Halim nice olur… ?

                                   Elbette,  olur  yaman.

                                   Kalbim çarpar,

                                   Gözlerimden yaşlar akar.                       

 

                                   İmkanı   yok

                                   Zamanı  durdurmak

                                   İşte   bundandır

                                   Yaşam oldu  telaşlanmak.

 

                                   Nağmelerde görülür;

                                   Gönülde açan çiçek

                                   Yürekteki sevgi.

                                   Arar dururuz

                                   Arkadaş,  dost  dengi

                                   Taze ve canlı duruyor

                                   İçimde öğretmen şevki.                                                 

                                              Kazım ÇELİKTEN, 18.05.2005

+

O TAY : Çay, ırmak, göl veya denizin öte kıyısı   

X

11X

Date: Mon, 24 Mar 2008 13:15:30 +0200
From: mineince1@gmail.com
Subject: Akıllara zarar bir yazar ve TARİKATÇILAR

From: Zehra Top

 

SABIRLA BU YAZIYI OKUMANIZI ÖNERİRİM….KENDİNİ BİLMEZ BİR MÜRTECİ VE O MÜRTECİ YAZARA VERİLEN CEVAP …  HARİKA. …. .ZAMANINIZ BOŞA
GİTMEYECEK  ZT

From: Deger Erbora
Değerli Dostlar,

Ekteki dosyada üstte Vakit Gazetesi ‘yazarı’ Abdurrahim Karakoç’un
akıllara durgunluk verecek kalitedeki yazısını ve onun altında da
benim kendisine verdiğim yanıtı bulabilirsiniz.

Saygı ve sevgilerimle,

Değer Erbora–
www.degererbora.blogspot.com

Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden,
içerideki cephenin suskunluğudur.

Mustafa Kemal Atatürk

http://beraber.webs.com/tarikatlarvesiyaset.htm DEN ALINTIDIR.

 

TÜRK SIYASETINDE TARIKATLAR VE TURBAN

 

TÜRK SIYASETINDE TARIKATLAR    (tarikat, siyaset,ticaret sarmali)

 

Ibretle sonuna kadar okunmasi gereken bir yazi..’irtica’ kavramini daha iyi anlatiyor.
AKP’li BAZI ISIMLERIN TARIKATLARI

Recep Tayyip:            Naksibendi Iskenderpasa Dergahi müridi
Abdullah Gül:             Büyük Dogu ekolünden geliyor.  Necip Fazil naksibendi seyhi Abdülhakim Arvasi’nin dergâhinin etkisiyle  tarikat-cemaat iliskilerine katildi.
Abdulkadir Aksu:       Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi

M.Ali Şahin:               Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Beşir Atalay:               Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Ali Babacan:               Korkut Özal’ın yetiştirmesi. Nakşibendi tarikatının
İskenderpaşa Dergâhı müridi
Vecdi Gönül:              İskenderpaşa Dergahına yakın
Ali Coşkun:                Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Kemal Unakıtan:         Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Recep Akdağ             Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Binali Yıldırım             Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Sami Güçlü:                Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Hilmi Güler:                Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Zeki Ergezen              Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Murat Başesgioğlu:     Said-i Nursi’nin öğrencilerinden.
Hüseyin Çelik:            Nur tarikatı müridi
Mehmet Aydın:          Nurcuların Fettullahçı kolundan
Bülent Arınç:              Nur tarikatı müridi
Abdüllatif Şener:        Tarikat kökeni belli değil

TARİKATLAR

Tarikat yol ve usul manasındadır. Tarikat bir din ve mezhep değil, dini anlama ve yaşama şeklidir. Farklı yorumlamalar dinlerin farklı uygulama biçimlerini ortaya koymuştur.Bu farklı yorumlama-uygulama anlayışlarından ‘Mezhep’ler doğmuştur.
İslami tarikatlar ‘tasavvuf’tan doğmuştur. Kimi tasavvufçulara göre dinin açık  anlamları bilgisizler içindir. Onlara göre dinin bilgili kişiler için gizli anlamları vardır. Bu gizli anlam, ancak büyük bilgililerin yorumlarıyla açığa çıkarılabilir. Ruhban sınıfının, İslam’daki yeri, bir mantık  ile  sağlanmak istenmiştir.Tarikatlarda bir de Rabıta denen bir kavram vardır.  «Şeyhin şeklini zihinde canlandırmaktı r» diye tanımlanabilir. Nakşibendiliğin de savunduğu ‘Rabıta’ kavramının özü . Müridin şeyhe canfedâ bir şekilde bağlanmasını sağlamaktır. Müritlik sıfatını kazanan kişiye sürekli şekilde rabıta yaptırılır.
Rabıtanın en önemli şartı, şeyhin şeklini zihinde canlandırmak ve sanal alemde hep onunla yaşamaktır. Tarikat şeyhinin, ibadet ve inanç sistemi içindeki son derece baskın yapısını ortaya çıkaran kavram da işte bu Rabıta’dır. Rabıta, Allah’a değil, şeyhe ‘kul’ yetiştirmektedir.
Ayrıca şeyhin gözde adamları tarafından müritlere sürekli olarak şeyhin «keşif ve kerametleri,manevi üstünlükleri, yüce ahlâkı ve Allah katındaki mertebesi» hakkında telkinler yapılır. Bu telkinler o kadar sürekli ve etkilidir ki, anlatımlar esnasında bazı müritler dayanamayarak baygınlık geçirir, bazıları acaip sesler çıkarır ; ; bazıları ise   kendilerini yere  atarlar. Buna da tarikat dilinde «cezbeye kapılmak» denir.   Mürit uzun süre bu telkinler altında artık şeyhin bir kulu ve kölesi haline gelir.Hz. Muhammed’in hayatında bu tür saçmalıklar asla yoktur   O sevinmiş, üzülmüş, öfkelenmiş,  ve özetle mahrem olmayan hiçbir insani niteliğini gizlememiştir. O’nun insani özellikleri çok belirgindir. Ama İslam dinini yorumluyoruz diye ortaya çıkan birçok şeyh, şıh ve hocaefendi gibi adamlar kendilerini ulaşılmaz yerlere koymuş, kendilerine biat edilmesini istemiş İslam’da hiç yeri olmayan bin türlü sahtekarlık ile masum insanları kandırabilmişlerdir. Nakşibendilik. İslam dininin en önemli tarikatlarından biridir. Hoca Ahmet Yesevi’nin düşüncelerini yorumlayan Bahaeddin Nakşibend tarikatın kurucusudur. Tarikat da ismini, Farsça ‘nakış yapan’ anlamına gelen Nakşibend’den alır. Nakşibendiliğin 7 kolu vardır. Türkiye’de günümüze değin gelebilen ve gücünü koruyabilen sadece Nurculuk ve Süleymancılıktır. Nurculuk, Said-i Nursi -1873-1960  ) tarafırından kurulmuştur. Süleymancılık da Süleyman Hilmi Tunahan (1888-1959) tarafından kurulmuştur. Nakşilerin en etkin olanı , Said-i Nursi Nurculuğunun bir uzantısı olan Fettullahçılıktı r.’merkez’de yer alan Nakşiliğin en yobaz uzantısı, Tayyip Erdoğan’ın da müridi bulunduğu İskenderpaşa Dergahı’dır. Kurtuluş savaşına karşı Nakşibendiler Anadolu’daki ‘bazı tarikatların’ , ‘Aydınlığa yönelik düşmanlıkları’ çok eskilere dayanır. Ama en belirgin düşmanlıklar, II. Abdülhamit’in bu tarikatları ‘ilericiler’ üstüne salmasıyla belirginleşir. Nakşibendiliğin, devletin içine sızması da bu süreçte olur. II. Abdülhamit’in oluşturduğu 4 bin kişilik jurnalci ordusunun nüfusunu tarikatlar oluşturmuş; Abdülhamit’in halka uyguladığı zulmün, taşeronluğu nu yapmışlardır.Osmanlı’nın halk üzerindeki sömürüsünü perdeleyen  tarikatların en önemli gerici ayaklanması 1909’da olur.
II. Meşrutiyet ile hesaplaşma, İngilizlerin tahriki ve maddi yardımıyla İstanbul’da gericilerin ayaklanmaları yla sonuçlanır. Tarihte, 31 Mart gerici ayaklanması olarak bilinen bu irtica olayında, İngilizler ile işbirlikçilerin rolünün üstü hep örtülmüştür. Özellikle Cumhuriyet dönemindeki Nakşibendi Şeyh Sait’in isyanında ise, emperyalizmin işbirlikçiliği utanç belgeleri olarak su yüzüne çıkmıştır. Kurtuluş Savaşımız devam ederken, ‘Hilafet ordusu’ örgütlenmesine yine işbirlikçi-gerici tarikatlar öncülük eder. Tarikatlardan medrese hocalarına, Şeyhülislama , Galata Bankerlerinden Sultana kadar bütün işbirlikçiler , Anadolu Halkı’nın dini inançlarını istismar ederek henüz çekirdek halindeki bağımsızlık savaşını boğmak için işgal güçleri ile ‘işbirliği’ yapmaktaydılar. Çeşitli tarikatlardan da yüzlerce işbirlikçi mürit Anadolu’ya dağılıyordu. Sultan ve din adamlarının ferman ve fetvalarıyla halkın karşısına çıkıyorlar halkı kışkırtmaya ,ayaklanmalar örgütlemeye çalışıyorlardı Emperyalist açık işgalin Anadolu halkında yarattığı tepkiyi örtbas etmeye ve bu tepkinin Ulusal Kurtuluş Savaşı’na destek oluşturmasını engellemeye
çalışıyorlardı. Hilafet Ordusu’nun kurulması döneminde çıkarılan  ‘ Şeyhülislam Dürrizade Fetvası’ olarak tarihe  geçen  ihanet ve utanç belgesinde   bağımsızlık savaşına katılan herkes ‘halifeye isyan’la suçlanıyor ve halifenin düşmanı, İslam dinine karşı suçlu ilan ediliyordu.
Fetvada tüm inanmış Müslümanlara, Allah adına, bağımsızlıktan yana olanları acımasızca yok etmeleri emrediliyordu. Nihayetinde Fetva şu soru ve cevapla bitiriliyordu: ‘Asilerin katli caizmidir? El cevap vaciptir’
Bu fetvanın  dağıtılması için İngiliz uçakları kullanılır. Halkın çoğunluğu vatan hainlerinin bu  tür çağrılarına cevap vermese de işbirlikçi gericiler, Bağımsızlık Savaşımız sırasında irili-ufaklı gerici ayaklanma başlatırlar. Bunların belli başlıları: Şeyh Eşref, Birinci- İkinci Bozkır, Konya, Birinci -İkinci Anzavur, Ali Batı, Birinci – İkinci Düzce, Birinci – İkinci Yozgat ve Zile Ayaklanmaları dır.
Özellikle de Nakşibendi Tarikatı, bu ayaklanmalarda ön plana çıkıyordu. Konya ve Düzce yörelerinde yaşanan ve ‘Bozkır Ayaklanmaları ‘ olarak bilinen ayaklanmalar Nakşibendilerce yönetilir. ‘Din elden gidiyor’ diyerek bayrak açan Nakşibendilere, hem Sultan hem de
İngilizler silah başta olmak üzere her türlü desteği sunarlar. Ayaklanmaları n amacı, padişahı ve halifeyi korumak, Anadolu’da başlayan Bağımsızlık Savaşımızın önünü kesmektir.

Cumhuriyet Dönemindeki Nakşibendi Ayaklanmaları :
* 1924 Şeyh Sait Kürt-İslam Ayaklanması ( İngiliz kışkırtmasıyla ayaklanan
Şeyh Sait ve etrafındakiler Nakşibendidir)
* 1925 Rize Ayaklanması ( Şapka reformuna karşı ayaklananlar Nakşibendi
tarikatı üyesidirler)
*1930 Menemen Ayaklanması (Kubilay’ın başını kesip bir sırığa takanlar
Nakşi
Derviş Mehmet ile birlikte şeriat istemi ile  ayaklanmışlardı r )
*1933 Bursa Ayaklanması (Nakşi Şeyhi İbrahim Türkçe Ezana karşı
ayaklanmıştır )
*1935 Nakşi Şeyhi Şeyh Halid Eruh’ta kendisini mehdi ilan etmiş ve silahlı
başkaldırıda bulunmuştur. Fransız koruması Suriye’ye kaçmıştır
*1935 Çorum İskilip İlçesinde Nakşi Şeyhi Kalaycı şeriat isteyerek
ayaklanmıştır .

TÜRKİYE SİYASİ TARİHİNDE KARŞI DEVRİMCİLİK
Türkiye’de sağ siyaset ve ideolojiler Emperyalizmden beslenerek güçlendiler.
Böylece   devrimci-bağımsı zlıkçı hareketlere karşı toplumsal tabanda hazır bir  ‘vurucu güç’ oluşturuldu. İstiklal savaşı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında ‘emperyalizm ve işbirlikçileri’ bu ülkenin yetkili kurullarından tamamen tasfiye edilmişti, Ama  ‘emperyalizm ve işbirlikci – gericilik’ birbirini besleyerek tekrar kök salmıştır.
Türkiye’de, sağcıların  uyguladıkları  liberal politikalar tüm gelenekleri yıkmış ve  aile yapısını parçalamıştır. Ahlaksal yozlaşmanın başlıca sorumlusu bu ekonomik uygulamalar, bencilce bir yaşam ve tüketim kültürü aşılıyor. 1950’den beri ‘manevi değerleri’ savunduğunu söyleyen ‘sağ-muhafazakar’ partiler tarafından yönetilen bu ülke, emperyalizmin  güdümündeki politikalarla kültür erozyonu yaşadı. Demokrat Parti – Adalet Partisi- Anavatan  Partisi – Doğru Yol Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında . Sağa kayma   ve sömürülen bir ülke haline gelmek gerçekleşmişdir. Said-i Nursi’nin elini öpen Demirel, ABD’nin  ”bizim çocuklar” ının  lideri, darbeci general Evren, Şeyh Zait müridi Erbakan,  amerikan pasaportlu Çiller, Nakşibendi müridi Özal, Özal, çömezi  Yılmaz Hikmetyar’ın dizi dibindeki  Tayyib,  Fettullah muhibi Arınç
Birbiri  peşine ülke yönetimine gelen  bu insanların  hiçbirinin Atatürk ile de Atatürkçülük ile de bir ilişkisi yoktu.
1946 tartışmasız biçimde bir dönüm noktasıdır. Kemalist Devrimin  yüz vermediği tarikatlar, karşı devrimin evi Demokrat Partide yuvalanacaklar ve oy pazarlığında saf tutacaklardır. Karşı Devrim; 1950 Demokrat Parti’nin tek başına iktidarı ile  etkin olarak başlar. Menderes Döneminde, Nakşi kolları olan Süleymancılık ile Nurculuk palazlanmaya başlar. ARAMCO  Arab-Amerikan ortak petrol şirketi aracılığıyla Amerikancı İslam akımlarına kaynak aktarımı başlar. 1962’de bu göreviRABITA örgütü üstlenir RABITA’nın kuruluşunda Menderes’in milletvekili Ahmet Gürkan ile Sebilül Reşat dergisi sahibi Salih Özcan da vardı. Salih Özcan Suud sermayeli Faysal Finans’ın önemli hissedarlarındandı r. Faysal Finansın diğer ‘Nakşi’ Türk ortakları Ahmet Tevfik Paksu ve Halil Şıvgın’dır. Önce Demokrat Parti sonra da Adalet Partisi’nde yuvalanan Nakşibendiler, dinci örgütlenmelerini ancak 1970’te Milli Nizam Partisi ile hayata geçirirler…
Bu parti, Nakşibendi Şeyhi Mehmet Zahit Kotku’nun müridi Necmettin Erbakan tarafından kurulur. Ancak Erbakan, diğer işbirlikçi müritlerden farklı olarak, çok az da olsa anti-emperyalisttir . ABD’nin yönettiği 1980 darbesi ve 82 Anayasası Karşı Devrim sürecinin bir
önemli aşamasıdır. Kenan Evren –  Turgut Özal   ikilisi, Kendilerini sağ – muhafazakar – milli  ve manevi değerlere saygılı – laikliği zedeleyecek kadar dine saygılı olduğunu söyleyen bu insanlar Atatürk’ün  Cumhuriyete temel kıldığı kurumları birer birer yıktılar. Hukuk devletinin , Eğitim birliğinin temelini çökerttiler. dinsel  ve etnik  bölücülüğün yurt sathında yayılıp kök salmasına sebep oldular
Atatürk’ün borçsuz bıraktığı ülkeyi borç batağına soktular, hiç bir ülkeye bağımlı olmadan yaşayan bu ülkeyi ABD emperyalizmine teslim ettiler. 1984 ise ABD destekli Suudi sermayesinin altın çağının miladıdır. Suudi sermayesi, Albaraka ve Faysal Finans, ekonominin artık meşrulaşan
biçimiyle tarikatları şirketleştirecek ve ‘yeşil sermaye deccalı’nı karşımıza çıkaracaktır. Al Baraka Grubu, Nakşi Korkut Özal ve Eymen Topbaş’ı Türk ortak olarak seçmiştir. ‘Haramzade’ Kemal Unakıtan ve Talat İçöz de diğer Nakşibendi ortaklardır. ABD kuklası Suudi sermayesi
Türkiye’deki Nakşileri palazlandırmakta ve onlar üzerinden ABD çıkarları organize olmaktadır.Tayyip ve tayfasının astarı yırtılmış yüzlerinin gerçek görüntüsü bu tabloda açık açık görünmektedir. 1994’te ise bir başka ‘dönüm noktası’ yaşanır. Yerel seçimleri kazanan Refah Partisi’nin,
belediye kaynaklarını yandaşlarına peşkeş çekmesiyle tarifi ve hesabı yapılamayan yolsuzluklar tarikatların kasalarını dolduracaktır. Kayıp trilyon davası ndan dolayı Erbakan hüküm giyerken, Abdullah GÜL, dokunulmazlık zırhının arkasında kendisini güvenceye alacaktır. Yeşil sermaye, gurbetcileri ‘din tacirliği ile dolandıracak’ , 5 milyar  YTL ‘yi geçen yolsuzluklara imzalarını atacaklardır. YİMPAŞ ve KOMBASSAN bunların en bilinen örnekleridir. Yine bu paraları toplayanlar Nakşi’lerdir. Tam İşbirlikçi karakter ile yetişenler ise Abdullah GÜL, Tayyip,  Unakıtan,Arınç  ve çevresi  olacaktır. ABD bu Nakşi kimlikli parti yi, AKP’yi kurdurarak ‘tam anlamıyla’ ele geçirecek ve 2002  3 Kasım’ından sonra doğrudan kendi çıkarları için kullanmaya başlayacaktır. Bir komplo ile DSP-MHP-ANAP hükümeti düşürülür. Bir erken seçim ile AKP
iktidara gelir. Seçim öncesi Tayyip efendi ABD’den icazeti alır. ABD, 80 darbesinde çizdiği hedefin ‘meyvalarını’ toplamaya başlamıştır artık.
Bir avuç zenginin açgözlülüğü uğruna yüzbinlerce insanın kanını döken kapitalist ihtiras, aramızda yaşamaktadır. Gözler boyanmaktadır. Satın alınan işbirlikçiler halklarına değil, sermayedar kapitalist efendilerine köle olmaktadır. Emperyalist devletler tarihte yemiş oldukları tokatların acısını unutmamışlardır.  Bilinmektedir ki; dün olduğu gibi bugün de, topraklarının bağımsızlığı için akıtılacak kanı olan evlatlar yaşamaktadır aramızda. İşbirlikçi medya ve siyaset adamlarının ‘gaflet, dalalet ve hıyanet’ dolu tutumlarının hesabı, dün olduğu gibi bugün de elbet sorulacaktır.

SONUÇ
Nakşibendilik en politize olmuş en gerici en güdümlü ve en işbirlikçi tarikattır.Cumhuriye tin ve Aydınlanma Felsefesinin gerçek düşmanlarıdır. Nakşibendilik Cumhuriyet Düşmanı bir tarikattır.
AKP, Nakşibendi Tarikatının siyasal kuruluşudur ve maddi anlamda dolaylı, siyasi anlamda ise doğrudan ABD tarafından yönlendirilmektedir. Nakşiler, Kurtuluş Savaşımız ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarında gerçekleştirdikleri ayaklanmalar ile bir yere varamayacakları nı anlamışlardır.
Günümüzde yaptıkları; ‘beğenmedikleri’ ‘demokrasi treni’ ile devlete sızmak ve onu ele geçirmektir. Eskiden para-silah yardımı yaparak tarikatları kışkırtan eperyalistler de taktik değiştirmiştir. Bugün AKP’nin seçimlerde bu kadar yüksek oy alabilmesini sağlayan toplumsal yapının projesini ABD’nin hazırladığı bilinmektedir. Günümüz AKP’si çok ciddi maddi güçlere sahip, bu bilinen bir gerçek.
x

Aşağıda önce Vakit Gazetesi “yazarı” Abdurrahim Karakoç’un akıllara durgunluk verecek kalitedeki yazısı ve onun altında da benim kendisine verdiğim yanıtı bulabilirsiniz.

AZGIN KADINLAR FESTİVALİ

Abdurrahim Karakoç

Vakit Gazetesi

 

Bir daha hayret ettim açıkçası..

Kadınlar günü münasebetiyle bu kadar salak kadının bir araya geleceğini tahmin etmiyordum..

Kadınlar Gününde kadın haklarının yasağı devam etsin diye bağıran, höyküren kadınlar salak değilse nedir?

Başörtüsünden alıp veremediklerini de bilmemize imkan yok..

İddiaları “uygar” oldukları..Despotluklarına diyecek yoktur..

Seviyesizlikte ıcığı/cıcığı çıkmış bir televizyoncu, yasakçı salak kadınları meydanlara indirip robotlar gibi kullanıyor..

Beni en çok üzen, yasakçı kafadaki o salak kadınların Ay-Yıldız’lı nazlı bayrağımızı miting alanlarında sağa-sola sallamaları..

Dahası ise istismar ederek bayağılaştırmaları..Giden hafta değindim bu konuya..

Bayrak her yerde, gelişigüzel sallanacak bir flama değildir..

Kim ki yılın 12 ayınca balkonuna bayrak asıyorsa, mitinglerde mendil sallar gibi bayrak sallıyorsa, kesinlikle sahtekârdır..

Kesinlikle sahtekârlara alet olmaktır..Hele bir de güya “Gazi” denilen, başları kalpaklı bazı soytarılar var ki onlar beni tiksindiriyorlar..

Ne gaziliği bre zavallılar?.

Siz olsanız olsanız; TV ekranlarında görünmek için hiçbir değeri tepelemekten çekinmeyen ahmaklarsınız..Ellerinizde taşıdığınız bayrağıma yazık ediyorsunuz..

“Başörtüsü yasaklansın” mitinglerinde sizin ne işiniz var?..

Maraş’ın kurtuluşunu niçin bilmiyorsunuz?..İşgalci Fransız askerleri Maraş’lı kadınların peçelerini açınca; Sütçü İmam isimli kahraman gerekli derslerini vermişti.. İşte gaziliğin en büyük timsali..Sütçü İmam imanı ve ruhu var mı sizde?

Başörtüsü düşmanlarının, kaos karıştırıcılarının, İslâm muhaliflerinin düzenledikleri toplantılarda ne arıyorsunuz, söyler misiniz?

Alnında ay-yıldız bulunan kalpak giymek sizleri gerçekten gazi mi yapacak?

Geçin o hayali..

Şuna bakar mısınız?

Yasakçı gazi..Başörtüsüne muhalif gazi..

Ekmek arası dönere figüranlık yapan, edepsizliği, ahmaklığı şiar edinen gazi öyle mi?

Hayır, hayır, olamaz..

Bu saydığım menfi durumları gazi değil, cins tazı bile kabullenemez.

Ha, yukarda belirttiğim “yasakçı” kadınlar..

Ha sizler gibi ahmak zavallılar.

Nineniz, ananız, hanımınız, kardeşiniz yok mu sizlerin?

Olmasa bile hürriyet anlayışınız da mı yoktur..

Kendiniz için istemediğinizi niye başka kardeşleriniz için istersiniz?..

Belirli bir ücret mi ödüyorlar salaklığınıza mukabil?

Amma boşuna yoruluyorsunuz..Gün gelecek, o sallama aleti zannettiğiniz bayrağımız layık olduğu zirvelere dikilecek ve hiç inmiyecektir.

Hangi maksatla olursa olsun siyaset arenasında değeri düşürülen bayrağımız kirli ellerden mutlaka kurtulacaktır..

Söyler misiniz, “Kadınlar günü” diye bildiğiniz günün ilk kurucusu kimdir?Nerden bileceksiniz?Zıpçıktı günlerin tamamı ya bir papaz, ya bir rahibe, ya bir haham tarafından sokulmuştur düşünce defterimize..

Bu ayın 19’u çarşamba günü, Mevlid Kandili’dir..

Muhtemelen burnunuzu kıvırıyorsunuz. çünkü, İslâm’a karşı düşmanca tavır sergileyenler sizleri iğfal etmişler..

Ramazan Bayramı’na “şeker bayramı” lakabı takan güruh, cahillikten mi öyle yapıyorlar?

Hayır, hınzır gibi bilerek, Müslümanların kutsal günlerini ya zihinlerden silmek, ya da makas değişikliği ile bilinmeze doğru sürüklemek içindir..

Dokunmayın bayrağıma!.Dokunmayın hiçbir değerime..

———-

Tahsil görmüş hıyardan cacık yapar “uygar”ım

Keser yaşlı eşeği, sucuk yapar “uygar”ım

Miting miting gezmekten hiç uğramaz evine

Ve sokakta babasız çocuk yapar “uygar”ım

http://www.habervak tim.com/yazar. php?arama_ metin=&select=Azg%FDn+ kad%FDnlar+ festivali
(20 Mart 2008 tarihinde bu sayfaya ulaşılabiliyordu. Ancak gördükleri tepkiden olacak yazara ait ne var ne yok, her şeyi temizlemişler. Çok mert ve doğrudurlar vesselam!!!)

Abdurrahim Karakoç’a yanıtımdır:

Abdurrahim Karakoç,
“Azgın Kadınlar Festivali” başlıklı yazınızı okuduktan sonra, size birkaç çift söz etmek ihtiyacı duydum. Genellikle bu denli seviyesiz yazılara yanıt yazarak, değerli vaktimi ve enerjimi harcamak adetim değildir ama bu yazınız her türlü bayağılık sınırını ve dolayısı ile de insanın tahammül sınırını aşıyor. Naçizane önerim, aklınızın ermediği konularda yazarken biraz daha dikkatli olunuz. Aksi takdirde insanın acınacak duruma düşmesi işten değildir.
Her şeyden önce kötü söz sahibine aittir. Karşısındakini salaklıkla suçlayan insanlar, nedense kendi salaklıklarını bir türlü göremezler.
Kadınlar gününde sizin deyiminizle “höyküren”, bizim deyimimizle ise “seslerini duyurmaya çalışan” o kadınların başörtüsü ile bir alıp veremedikleri yoktu. Onların sorunu türbanla, yani bir kesimin 25, bilemediniz 30 yıl önce zorla yarattığı ve her geçen yıl biraz daha dayattığı, o siyasal İslam üniformasıylaydı. Bir sembol olan o türbanı, masum bir başörtüsü kılığına sokma çabalarınız, gerçekten düşündürücüdür. ‘Acaba kötü niyetten mi, yoksa seslerini duyurmaya çalışan kadınlara yakıştırdığınız o çirkin sıfattan mıdır?’ diye düşünmeden edemiyor insan.
Daha o insanların iddialarının ne olduğundan bile haberiniz yok. “Uygar” olduklarını değil, “Çağdaş” olduklarını savunmaktadırlar ve yazık ki; asıl robot olarak kullanılanlar, başlarının hava ile tüm temasını kesecek şekilde, o sentetik bone ve kumaşlara hapsedilmesine izin verenler ve böyle insan sağlığına zarar verici bir uygulamanın Allah kelamı olduğunu iddia edenlere, kayıtsız şartsız inananlardır.
Kadın haklarından ne anladığınızı da pek güzel ifade etmişsiniz doğrusu. Kadının başını böyle bir cendereye sokması mıdır kadın hakları yoksa Atamızın bize hediye ettiği haklar mıdır? Kadınımız seçme ve seçilme hakkını tüm dünya kadınlarından önce kazanmış. Erkeğin iki dudağının arasındaki kaderinden kurtulmuş; çalışıyor, para kazanıyor, kendi ayaklarının üzerinde durabiliyor. Onuruyla, namusu ile erkeğin yanında yerini alıyor. Öyle erkeğin iki adım arkasından, utanacak bir şeyi varmış gibi başını önüne eğip yürümüyor. Kendine saygısı var, erkeğe saygısı var, yasalara saygısı var. Size kalsa kadına tanıyacağınız hak ortada işte: Türban!
Bu sembolle çıktığınız o uzun ince yolun sonuna varabilirseniz eğer, evde oturup yalnızca erkeğine hizmet edip, ona çocuk doğurmaktan ibaret bir yaşantıya sahip olma haklarını da elde edecek kadınlarımız. Sosyal, siyasal, iş ve benzeri yaşamlardan silinme hakkına da kavuşacaklar. Bir kadın daha ne isteyebilir ki?
Kısacası vatan ve rejim söz konusu olduğunda bayrak asmak veya sallamak değil, türbanı baş örtüsü kılığına sokup dayatmak, kadını toplumdan silmeyi kadın haklarını koruyor pozunda savunmaktır, asıl sahtekarlık.
Siyasi İslam’ın sembolü türbana karşı tepkisini göstermek için Kuvva-i Milliye’nin sembolü kalpağı takıp, temsili olarak bir şeyler anlatmaya çalışan insanların çabaları, size ahmakça geliyor ve tiksinmenize neden oluyorsa; sizlerin her fırsatta Sütçü İmam’ın, o temiz yürekli vatansever insanın adını dilinize dolayıp, kendi amaçlarınız için kullanmanız da benim midemi bulandırıyor.
Kapasitenizi zorlamak ve sizi yormak istemiyorum ancak bir gerçeği ortaya koyabilmek için buna mecburum. Şimdi lütfen kendinizi zorlayın ve gözünüzün önüne işgal edilmiş bir Maraş getirin. Düşman askerleri tarafından işgal edilmiş bir Maraş. Ayrılıkçı Ermeniler, Fransızlar tarafından silahlandırılmış, Fransız ordusunda on bin kişilik bir Ermeni kuvveti oluşmuş, bunlar her gün köyleri basıyor, kadınları taciz ediyorlar. Hayal edebildiniz mi?
Halkın canının burnuna geldiği böyle bir ortamda en ufak bir damla, bardağı taşırmaya yeter de artar bile. Maraş’ta tesadüfen o damla, Sütçü İmam’ın dükkanının önünde Fransız askeri üniformalı Ermenilerin hamamdan dönen kadınların peçelerini açmaya çalışmaları olmuş. Aynı askerler, kadınların peçelerini açmaya çalışmak yerine, küçük bir çocuğu tartaklasalardı, halktan bir adamı haksız yere dövselerdi ya da öldürselerdi, bayrağımızı indirmeye kalksalardı, aynı tepkiyi vermez miydi Sütçü İmam?

Sadece burada mı sömürülüyor Sütçü İmam’ın adı? Gelelim 1978’e. Yer yine Maraş ama artık Kahramanmaraş… Sömürülen isim, yine Sütçü İmam.

19 Aralık 1978 günü Çiçek Sineması’nda bir ses bombası patlar. Bu bombanın ardından seyirciler, her ne hikmetse bir anda eylemciye dönüşüp “Kanımız aksa da zafer İslam’ın!” sloganı ile CHP il binasına saldırırlar. Zaten bir süredir şehirde “Komünistler, Allahsız Aleviler, şehir suyuna zehir kattılar” fısıltısı dolaşmaktadır. Derken patlamanın olduğu gece ikinci bir söylenti daha ortaya çıkar. “Sinemayı komünistler bombaladı”. Ertesi gün Alevilerin oturduğu bir kahvehane bombalanır. Sonraki gün TÖB-DER üyesi iki öğretmen öldürülür ve on bin kişinin katılımı ile cenazeleri 22 Aralık’ta kalkar.

Cenaze korteji Ulu Cami önüne geldiğinde, cami içinde ve çevresinde silahlı iki bin kişi, korteji beklemektedir. O gün, Bağlarbaşı Cami imamının Cuma vaazı şöyledir: “Oruç tutmak, namaz kılmakla hacı olunmaz, bir Alevi öldürürsen beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanırsın. Bütün din kardeşlerimiz hükümete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır”
İşte bu vaazdan sonra söz konusu kalabalık, “Komünistlerin ve Alevilerin cenaze namazı kılınmaz!” sloganı ile korteje saldırır. Kortej dağılır ancak kalabalığın öfkesi dinmez. Kahramanmaraş çarşısına doğru yürüyüşe geçerler. CHP’li ve Alevi olan vatandaşlara ait işyerlerini tahrip ederler. Çatışmalarda üç kişi daha hayatını yitirir. Bazı ev ve işyerleri daha önceden “üç hilal” ile işaretlenmiştir. Kapısında bu işaretin bulunmadığı ev ve iş yerleri yerle bir edilir. Aynı gece bir söylenti daha yayılır kente: Ertesi gün komünist Aleviler, silahlı saldırıda bulunacaklardır!
Ertesi gün, yani 23 Aralık’ta katliamın çağrısı Belediye hoparlörlerinden ve Ulu Cami minarelerinden yankılanır: “Alevi kafirler, Yörükselim’de bir çok din kardeşimizi şehit ediyorlar. Allah’ını seven Müslümanlar hazır olsunlar!”
İşte, o utanç verici olaylar, bu koca yalanla başlar. Başta Yörükselim olmak üzere Alevilerin yaşadığı semtlerde evlere saldırılır. Uzun menzilli silahlarla taranan evler, bombalanır ve yakılır. Çoluk çocuk, kadın erkek demeden Aleviler öldürülmeye başlanır. Ellerinde silahlar, taşlar, sopalar, keserler, baltalarla saldıran gözü dönmüş kalabalık, tam bir katliam yapar…
24 Aralık sabahı şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Olaylar sırasında saldırganlar arasında polislerin de bulunması nedeni ile polis görev dışı bırakılmıştır. İstediği yardım gelmeyen asker, elindeki mevcutla olayları önlemeye çalışmaktadır. Aleviler bu yasağa uyar ancak karşı taraf, sabahın erken saatlerinden itibaren civar şehir ve köylerden de aldıkları katılımla saldırılara başlar. Av tüfeği satan dükkânların yağmalanmasıyla silahlanan kalabalık, “Müslüman Türkiye” sloganı ile Alevi mahallerine bir kez daha saldırır.
“Bugün cihat günüdür, bir Alevi öldüren cennete gider. SÜTÇÜ İMAM AŞKINA VURUN!..” naralarıyla savunmasız insanlar kurşuna dizilir, evleri ile birlikte yakılır, hastaneler kuşatılır, bir şekilde kurtulan yaralılar öldürülür.
Alevilerin, “dinsiz” ve “sünnetsiz” olduğuna inanmaktadırlar. Bunu kontrol için yollarda erkekleri çevirip, pantolonlarını indirip, sünnetli olup olmadıklarına bakarlar.
19 Aralık’ta başlayan olaylar ancak 25 Aralık’ın sonunda gece yarısı sona erer. “Sütçü İmam aşkına vuranlar”ın verdiği zarar çok ağırdır.
* Resmi rakamlara göre 111, yaşayanlara göre ise 500’e yakın ölü.

* Resmi rakamlara göre 2000’in üzerinde, yaşayanlara göre ise 5000’den fazla yaralı.
* Tahrip edilip, yakılan 552 ev ve 289 iş yeri.

* Katliam sonrası Alevi nüfusun %80’i hızla Maraş’tan göç etmiştir.
***
Hiç gülmeyin, ben Alevi değilim. Sağ – Sol kavramına inanmam, CHP’li de değilim. Komünist hiç değilim. Sadece insanım. Ülkeyi karıştırmak için dinin kullanıldığını, kendi halinde dindar insanların dini kışkırtmalarla nasıl bir canavara dönüştürülebileceğini gören ve bundan dehşet duyan bir insan. Sütçü İmam gibi temiz isimlerin, kirli emellere nasıl alet edildiğine şahit oldukça kahrolan bir insan. “Yeter artık! İnancımız rahat bırakılsın, kötüye kullanılmasın! Bugün ortada bir kaos varsa, onu yaratanlar türbana karşı olanlar değil, türbanı yaratıp, dayatanlardır. Çözümse türbanı dayatmakta değil, tehdidi ortadan kaldırmakta yatıyor” diyen bir insan.

Ne nükleer silahlar, ne diğerleri, cehalet, kör inanç ve kışkırtmanın bir araya gelmesiyle oluşan doğal silahın eline su dökebilirler. Sonuçta türban karşıtlığı bir damla kan dökmüyor ama dini kışkırtma yukarıda anlattığım gibi onlarca katliama sebep oluyor. Şimdi bana hepsini tek tek saydırmayın.
Şimdi gelelim “salaklığımıza”. Artık boş laf ebeliğini geçin de gerçekleri görün, oradaki kadınları da din tacirlerinizle karıştırmayın. Kimlere para ödendiğini eminim bizden daha iyi biliyorsunuzdur.
Kadınlar gününün yaratıcısına gelince, asıl siz kimin yarattığını bilmiyorsunuz. 17 Mart 2008 tarihinde Ulus Gazetesi’nde yayınlanan ve Suay Karaman tarafından yazılan “8 Mart’ın Ardından” adlı yazıya bir göz atalım:
” Daha iyi çalışma koşulları elde etmek için, 8 Mart 1857 tarihinde New York’taki bir tekstil fabrikasında 40.000 işçi grev yapmıştı. Polisin işçilere saldırması sonucunda çıkan kargaşa ve yangında çoğu kadın 129 işçi hayatını kaybetmişti.
1910 yılında Kopenhag‘da 2. Sosyalist Enternasyonale bağlı toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart tarihinin “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanması kararlaştırılmıştır.
1921 yılında Moskova‘da toplanan 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda bu günün “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmasının ilan edilmesinden ardından, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın
“Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını kabul etmiştir.”
Kadınlar Günü’nün kabul edilmesinin temel sebebiyle bugünün ne ilgisi olduğunu anlamak için Uluslararası Af Örgütü’nün, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle hazırladığı rapora göz atmak gerekiyor. Rapora göre;
*  Dünya kadınlarının % 20’si, fiziki veya cinsel saldırıya maruz kalıyor.

* ABD’de her 15 saniyede bir kadın dövülüyor. Her yıl 700 bin kadın tecavüze uğruyor.
* Mısır’da kadınların % 35’i kocalarından dayak yiyor.

* Evde sürekli dayak yemenin uzun vadeli etkileri fiziksel ve psikolojik olarak yıkıcıdır. Kadınlar, nerede gerçekleşirse gerçekleşsin, tecavüz sonucu sarsıntıya uğrarlar ve yaralanırlar. Tıbbi sonuçları psikolojik sarsıntı, yaralar, istenmeyen gebelik ve kısırlıktır.
* Sorumlular, kadını itaat için sindirmeyi veya akrabalarına itaatsizliği nedeniyle utandırdığı için cezalandırmayı amaçlayabilir.

İşte bu rapor doğrultusunda çoğu kadın 129 işçinin grev sırasında şiddete maruz kalarak öldürülmesinin ardından 120 yıl sonra Birleşmiş Milletler’in 8 Mart tarihini kadınlara hediye etmesinin nedenlerini anlamış olabiliyoruz.
Tüm dünyada kadınlar yıllarca mücadele vererek, gerektiğinde ölerek haklarını söke söke koparmışlardır. Bir tek bizim ülkemizde, hem de herkesten önce kadın hakları kadınların kucağına Mustafa Kemal Atatürk tarafından hediye olarak bırakılmıştır. Büyük ihtimal ile bunun içindir ki; bir türlü kıymeti bilinmemekte, hatta bazen istenmemekte ya da kullanılmamaktadır. Görüyorsunuz ya işte “salaklık” gerçekten de “parayla” değil.
Bayrağımız zaten zirvede ve dalgalanmakta ancak sanırım siz bunun farkında değilsiniz. Bizlerin tüm amacı da o bayrağın indirilip, yerine ABD, AB, PKK veya İslam Cumhuriyeti’nin bayrağının dalgalanmasına engel olmaktır. Onun için, bayrağımıza uzanan elleri önce biz kırarız!
Değerlerinize gelince, Arap kültürünü dayata dayata yeterince yok ettiniz değerlerimizi. Bizim gerçek İslam’a saygımız tam. Ortada iğfal edilen birileri varsa o da Arap kültürünü kendi kültürüne tercih edenlerdir. Başörtüsünü, yazmayı bırakıp, türbana, çarşafa bürünmek de bunun örneklerinden yalnızca biridir. Ortada bir de İslam düşmanı varsa, o da dinimizi orasından burasından çekiştirip, kendi emelleri için değiştirmeye çalışanlardır.
Son olarak şunu da belirtmek isterim ki; bu yazınızdan dolayı hanımlar size hakaret davası açıyorlarmış. Ben açmayacağım, tamamen zaman kaybı, çünkü sizin cezai ehliyete sahip olduğunuzu hiç sanmıyorum.
Tanrı sizleri ıslah ederken, aklı başında ve kadına hak ettiği değeri veren, saygıyı gösteren erkeklerimizi de yanımızdan eksik etmesin.
Bu dörtlük de benden:
Terbiyeden nasibini alamamıştır “yobaz”ım

Aklı ermez, yine de yazar olur “yobaz”ım

İçindeki karanlık yansır her cümlesine,

İftira en büyük günahtır, onu bile bilmez “yobaz”ım.

Değer Erbora

degererbora@gmail.com

www.degererbora.blogspot.com

 

 

Date: Mon, 24 Mar 2008 13:15:30 +0200
From: mineince1@gmail.com
Subject: Akıllara zarar bir yazar ve TARİKATÇILAR

From: Zehra Top

 

SABIRLA BU YAZIYI OKUMANIZI ÖNERİRİM….KENDİNİ BİLMEZ BİR MÜRTECİ VE O MÜRTECİ YAZARA VERİLEN CEVAP …  HARİKA. …. .ZAMANINIZ BOŞA
GİTMEYECEK  ZT

From: Deger Erbora
Değerli Dostlar,

Ekteki dosyada üstte Vakit Gazetesi ‘yazarı’ Abdurrahim Karakoç’un
akıllara durgunluk verecek kalitedeki yazısını ve onun altında da
benim kendisine verdiğim yanıtı bulabilirsiniz.

Saygı ve sevgilerimle,

Değer Erbora–
www.degererbora.blogspot.com

Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden,
içerideki cephenin suskunluğudur.

Mustafa Kemal Atatürk

http://beraber.webs.com/tarikatlarvesiyaset.htm DEN ALINTIDIR.

 

TÜRK SIYASETINDE TARIKATLAR VE TURBAN

 

TÜRK SIYASETINDE TARIKATLAR    (tarikat, siyaset,ticaret sarmali)

 

Ibretle sonuna kadar okunmasi gereken bir yazi..’irtica’ kavramini daha iyi anlatiyor.
AKP’li BAZI ISIMLERIN TARIKATLARI

Recep Tayyip:            Naksibendi Iskenderpasa Dergahi müridi
Abdullah Gül:             Büyük Dogu ekolünden geliyor.  Necip Fazil naksibendi seyhi Abdülhakim Arvasi’nin dergâhinin etkisiyle  tarikat-cemaat iliskilerine katildi.
Abdulkadir Aksu:       Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi

M.Ali Şahin:               Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Beşir Atalay:               Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Ali Babacan:               Korkut Özal’ın yetiştirmesi. Nakşibendi tarikatının
İskenderpaşa Dergâhı müridi
Vecdi Gönül:              İskenderpaşa Dergahına yakın
Ali Coşkun:                Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Kemal Unakıtan:         Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Recep Akdağ             Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Binali Yıldırım             Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Sami Güçlü:                Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Hilmi Güler:                Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Zeki Ergezen              Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhı müridi
Murat Başesgioğlu:     Said-i Nursi’nin öğrencilerinden.
Hüseyin Çelik:            Nur tarikatı müridi
Mehmet Aydın:          Nurcuların Fettullahçı kolundan
Bülent Arınç:              Nur tarikatı müridi
Abdüllatif Şener:        Tarikat kökeni belli değil

TARİKATLAR

Tarikat yol ve usul manasındadır. Tarikat bir din ve mezhep değil, dini anlama ve yaşama şeklidir. Farklı yorumlamalar dinlerin farklı uygulama biçimlerini ortaya koymuştur.Bu farklı yorumlama-uygulama anlayışlarından ‘Mezhep’ler doğmuştur.
İslami tarikatlar ‘tasavvuf’tan doğmuştur. Kimi tasavvufçulara göre dinin açık  anlamları bilgisizler içindir. Onlara göre dinin bilgili kişiler için gizli anlamları vardır. Bu gizli anlam, ancak büyük bilgililerin yorumlarıyla açığa çıkarılabilir. Ruhban sınıfının, İslam’daki yeri, bir mantık  ile  sağlanmak istenmiştir.Tarikatlarda bir de Rabıta denen bir kavram vardır.  «Şeyhin şeklini zihinde canlandırmaktı r» diye tanımlanabilir. Nakşibendiliğin de savunduğu ‘Rabıta’ kavramının özü . Müridin şeyhe canfedâ bir şekilde bağlanmasını sağlamaktır. Müritlik sıfatını kazanan kişiye sürekli şekilde rabıta yaptırılır.
Rabıtanın en önemli şartı, şeyhin şeklini zihinde canlandırmak ve sanal alemde hep onunla yaşamaktır. Tarikat şeyhinin, ibadet ve inanç sistemi içindeki son derece baskın yapısını ortaya çıkaran kavram da işte bu Rabıta’dır. Rabıta, Allah’a değil, şeyhe ‘kul’ yetiştirmektedir.
Ayrıca şeyhin gözde adamları tarafından müritlere sürekli olarak şeyhin «keşif ve kerametleri,manevi üstünlükleri, yüce ahlâkı ve Allah katındaki mertebesi» hakkında telkinler yapılır. Bu telkinler o kadar sürekli ve etkilidir ki, anlatımlar esnasında bazı müritler dayanamayarak baygınlık geçirir, bazıları acaip sesler çıkarır ; ; bazıları ise   kendilerini yere  atarlar. Buna da tarikat dilinde «cezbeye kapılmak» denir.   Mürit uzun süre bu telkinler altında artık şeyhin bir kulu ve kölesi haline gelir.Hz. Muhammed’in hayatında bu tür saçmalıklar asla yoktur   O sevinmiş, üzülmüş, öfkelenmiş,  ve özetle mahrem olmayan hiçbir insani niteliğini gizlememiştir. O’nun insani özellikleri çok belirgindir. Ama İslam dinini yorumluyoruz diye ortaya çıkan birçok şeyh, şıh ve hocaefendi gibi adamlar kendilerini ulaşılmaz yerlere koymuş, kendilerine biat edilmesini istemiş İslam’da hiç yeri olmayan bin türlü sahtekarlık ile masum insanları kandırabilmişlerdir. Nakşibendilik. İslam dininin en önemli tarikatlarından biridir. Hoca Ahmet Yesevi’nin düşüncelerini yorumlayan Bahaeddin Nakşibend tarikatın kurucusudur. Tarikat da ismini, Farsça ‘nakış yapan’ anlamına gelen Nakşibend’den alır. Nakşibendiliğin 7 kolu vardır. Türkiye’de günümüze değin gelebilen ve gücünü koruyabilen sadece Nurculuk ve Süleymancılıktır. Nurculuk, Said-i Nursi -1873-1960  ) tarafırından kurulmuştur. Süleymancılık da Süleyman Hilmi Tunahan (1888-1959) tarafından kurulmuştur. Nakşilerin en etkin olanı , Said-i Nursi Nurculuğunun bir uzantısı olan Fettullahçılıktı r.’merkez’de yer alan Nakşiliğin en yobaz uzantısı, Tayyip Erdoğan’ın da müridi bulunduğu İskenderpaşa Dergahı’dır. Kurtuluş savaşına karşı Nakşibendiler Anadolu’daki ‘bazı tarikatların’ , ‘Aydınlığa yönelik düşmanlıkları’ çok eskilere dayanır. Ama en belirgin düşmanlıklar, II. Abdülhamit’in bu tarikatları ‘ilericiler’ üstüne salmasıyla belirginleşir. Nakşibendiliğin, devletin içine sızması da bu süreçte olur. II. Abdülhamit’in oluşturduğu 4 bin kişilik jurnalci ordusunun nüfusunu tarikatlar oluşturmuş; Abdülhamit’in halka uyguladığı zulmün, taşeronluğu nu yapmışlardır.Osmanlı’nın halk üzerindeki sömürüsünü perdeleyen  tarikatların en önemli gerici ayaklanması 1909’da olur.
II. Meşrutiyet ile hesaplaşma, İngilizlerin tahriki ve maddi yardımıyla İstanbul’da gericilerin ayaklanmaları yla sonuçlanır. Tarihte, 31 Mart gerici ayaklanması olarak bilinen bu irtica olayında, İngilizler ile işbirlikçilerin rolünün üstü hep örtülmüştür. Özellikle Cumhuriyet dönemindeki Nakşibendi Şeyh Sait’in isyanında ise, emperyalizmin işbirlikçiliği utanç belgeleri olarak su yüzüne çıkmıştır. Kurtuluş Savaşımız devam ederken, ‘Hilafet ordusu’ örgütlenmesine yine işbirlikçi-gerici tarikatlar öncülük eder. Tarikatlardan medrese hocalarına, Şeyhülislama , Galata Bankerlerinden Sultana kadar bütün işbirlikçiler , Anadolu Halkı’nın dini inançlarını istismar ederek henüz çekirdek halindeki bağımsızlık savaşını boğmak için işgal güçleri ile ‘işbirliği’ yapmaktaydılar. Çeşitli tarikatlardan da yüzlerce işbirlikçi mürit Anadolu’ya dağılıyordu. Sultan ve din adamlarının ferman ve fetvalarıyla halkın karşısına çıkıyorlar halkı kışkırtmaya ,ayaklanmalar örgütlemeye çalışıyorlardı Emperyalist açık işgalin Anadolu halkında yarattığı tepkiyi örtbas etmeye ve bu tepkinin Ulusal Kurtuluş Savaşı’na destek oluşturmasını engellemeye
çalışıyorlardı. Hilafet Ordusu’nun kurulması döneminde çıkarılan  ‘ Şeyhülislam Dürrizade Fetvası’ olarak tarihe  geçen  ihanet ve utanç belgesinde   bağımsızlık savaşına katılan herkes ‘halifeye isyan’la suçlanıyor ve halifenin düşmanı, İslam dinine karşı suçlu ilan ediliyordu.
Fetvada tüm inanmış Müslümanlara, Allah adına, bağımsızlıktan yana olanları acımasızca yok etmeleri emrediliyordu. Nihayetinde Fetva şu soru ve cevapla bitiriliyordu: ‘Asilerin katli caizmidir? El cevap vaciptir’
Bu fetvanın  dağıtılması için İngiliz uçakları kullanılır. Halkın çoğunluğu vatan hainlerinin bu  tür çağrılarına cevap vermese de işbirlikçi gericiler, Bağımsızlık Savaşımız sırasında irili-ufaklı gerici ayaklanma başlatırlar. Bunların belli başlıları: Şeyh Eşref, Birinci- İkinci Bozkır, Konya, Birinci -İkinci Anzavur, Ali Batı, Birinci – İkinci Düzce, Birinci – İkinci Yozgat ve Zile Ayaklanmaları dır.
Özellikle de Nakşibendi Tarikatı, bu ayaklanmalarda ön plana çıkıyordu. Konya ve Düzce yörelerinde yaşanan ve ‘Bozkır Ayaklanmaları ‘ olarak bilinen ayaklanmalar Nakşibendilerce yönetilir. ‘Din elden gidiyor’ diyerek bayrak açan Nakşibendilere, hem Sultan hem de
İngilizler silah başta olmak üzere her türlü desteği sunarlar. Ayaklanmaları n amacı, padişahı ve halifeyi korumak, Anadolu’da başlayan Bağımsızlık Savaşımızın önünü kesmektir.

Cumhuriyet Dönemindeki Nakşibendi Ayaklanmaları :
* 1924 Şeyh Sait Kürt-İslam Ayaklanması ( İngiliz kışkırtmasıyla ayaklanan
Şeyh Sait ve etrafındakiler Nakşibendidir)
* 1925 Rize Ayaklanması ( Şapka reformuna karşı ayaklananlar Nakşibendi
tarikatı üyesidirler)
*1930 Menemen Ayaklanması (Kubilay’ın başını kesip bir sırığa takanlar
Nakşi
Derviş Mehmet ile birlikte şeriat istemi ile  ayaklanmışlardı r )
*1933 Bursa Ayaklanması (Nakşi Şeyhi İbrahim Türkçe Ezana karşı
ayaklanmıştır )
*1935 Nakşi Şeyhi Şeyh Halid Eruh’ta kendisini mehdi ilan etmiş ve silahlı
başkaldırıda bulunmuştur. Fransız koruması Suriye’ye kaçmıştır
*1935 Çorum İskilip İlçesinde Nakşi Şeyhi Kalaycı şeriat isteyerek
ayaklanmıştır .

TÜRKİYE SİYASİ TARİHİNDE KARŞI DEVRİMCİLİK
Türkiye’de sağ siyaset ve ideolojiler Emperyalizmden beslenerek güçlendiler.
Böylece   devrimci-bağımsı zlıkçı hareketlere karşı toplumsal tabanda hazır bir  ‘vurucu güç’ oluşturuldu. İstiklal savaşı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında ‘emperyalizm ve işbirlikçileri’ bu ülkenin yetkili kurullarından tamamen tasfiye edilmişti, Ama  ‘emperyalizm ve işbirlikci – gericilik’ birbirini besleyerek tekrar kök salmıştır.
Türkiye’de, sağcıların  uyguladıkları  liberal politikalar tüm gelenekleri yıkmış ve  aile yapısını parçalamıştır. Ahlaksal yozlaşmanın başlıca sorumlusu bu ekonomik uygulamalar, bencilce bir yaşam ve tüketim kültürü aşılıyor. 1950’den beri ‘manevi değerleri’ savunduğunu söyleyen ‘sağ-muhafazakar’ partiler tarafından yönetilen bu ülke, emperyalizmin  güdümündeki politikalarla kültür erozyonu yaşadı. Demokrat Parti – Adalet Partisi- Anavatan  Partisi – Doğru Yol Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında . Sağa kayma   ve sömürülen bir ülke haline gelmek gerçekleşmişdir. Said-i Nursi’nin elini öpen Demirel, ABD’nin  ”bizim çocuklar” ının  lideri, darbeci general Evren, Şeyh Zait müridi Erbakan,  amerikan pasaportlu Çiller, Nakşibendi müridi Özal, Özal, çömezi  Yılmaz Hikmetyar’ın dizi dibindeki  Tayyib,  Fettullah muhibi Arınç
Birbiri  peşine ülke yönetimine gelen  bu insanların  hiçbirinin Atatürk ile de Atatürkçülük ile de bir ilişkisi yoktu.
1946 tartışmasız biçimde bir dönüm noktasıdır. Kemalist Devrimin  yüz vermediği tarikatlar, karşı devrimin evi Demokrat Partide yuvalanacaklar ve oy pazarlığında saf tutacaklardır. Karşı Devrim; 1950 Demokrat Parti’nin tek başına iktidarı ile  etkin olarak başlar. Menderes Döneminde, Nakşi kolları olan Süleymancılık ile Nurculuk palazlanmaya başlar. ARAMCO  Arab-Amerikan ortak petrol şirketi aracılığıyla Amerikancı İslam akımlarına kaynak aktarımı başlar. 1962’de bu göreviRABITA örgütü üstlenir RABITA’nın kuruluşunda Menderes’in milletvekili Ahmet Gürkan ile Sebilül Reşat dergisi sahibi Salih Özcan da vardı. Salih Özcan Suud sermayeli Faysal Finans’ın önemli hissedarlarındandı r. Faysal Finansın diğer ‘Nakşi’ Türk ortakları Ahmet Tevfik Paksu ve Halil Şıvgın’dır. Önce Demokrat Parti sonra da Adalet Partisi’nde yuvalanan Nakşibendiler, dinci örgütlenmelerini ancak 1970’te Milli Nizam Partisi ile hayata geçirirler…
Bu parti, Nakşibendi Şeyhi Mehmet Zahit Kotku’nun müridi Necmettin Erbakan tarafından kurulur. Ancak Erbakan, diğer işbirlikçi müritlerden farklı olarak, çok az da olsa anti-emperyalisttir . ABD’nin yönettiği 1980 darbesi ve 82 Anayasası Karşı Devrim sürecinin bir
önemli aşamasıdır. Kenan Evren –  Turgut Özal   ikilisi, Kendilerini sağ – muhafazakar – milli  ve manevi değerlere saygılı – laikliği zedeleyecek kadar dine saygılı olduğunu söyleyen bu insanlar Atatürk’ün  Cumhuriyete temel kıldığı kurumları birer birer yıktılar. Hukuk devletinin , Eğitim birliğinin temelini çökerttiler. dinsel  ve etnik  bölücülüğün yurt sathında yayılıp kök salmasına sebep oldular
Atatürk’ün borçsuz bıraktığı ülkeyi borç batağına soktular, hiç bir ülkeye bağımlı olmadan yaşayan bu ülkeyi ABD emperyalizmine teslim ettiler. 1984 ise ABD destekli Suudi sermayesinin altın çağının miladıdır. Suudi sermayesi, Albaraka ve Faysal Finans, ekonominin artık meşrulaşan
biçimiyle tarikatları şirketleştirecek ve ‘yeşil sermaye deccalı’nı karşımıza çıkaracaktır. Al Baraka Grubu, Nakşi Korkut Özal ve Eymen Topbaş’ı Türk ortak olarak seçmiştir. ‘Haramzade’ Kemal Unakıtan ve Talat İçöz de diğer Nakşibendi ortaklardır. ABD kuklası Suudi sermayesi
Türkiye’deki Nakşileri palazlandırmakta ve onlar üzerinden ABD çıkarları organize olmaktadır.Tayyip ve tayfasının astarı yırtılmış yüzlerinin gerçek görüntüsü bu tabloda açık açık görünmektedir. 1994’te ise bir başka ‘dönüm noktası’ yaşanır. Yerel seçimleri kazanan Refah Partisi’nin,
belediye kaynaklarını yandaşlarına peşkeş çekmesiyle tarifi ve hesabı yapılamayan yolsuzluklar tarikatların kasalarını dolduracaktır. Kayıp trilyon davası ndan dolayı Erbakan hüküm giyerken, Abdullah GÜL, dokunulmazlık zırhının arkasında kendisini güvenceye alacaktır. Yeşil sermaye, gurbetcileri ‘din tacirliği ile dolandıracak’ , 5 milyar  YTL ‘yi geçen yolsuzluklara imzalarını atacaklardır. YİMPAŞ ve KOMBASSAN bunların en bilinen örnekleridir. Yine bu paraları toplayanlar Nakşi’lerdir. Tam İşbirlikçi karakter ile yetişenler ise Abdullah GÜL, Tayyip,  Unakıtan,Arınç  ve çevresi  olacaktır. ABD bu Nakşi kimlikli parti yi, AKP’yi kurdurarak ‘tam anlamıyla’ ele geçirecek ve 2002  3 Kasım’ından sonra doğrudan kendi çıkarları için kullanmaya başlayacaktır. Bir komplo ile DSP-MHP-ANAP hükümeti düşürülür. Bir erken seçim ile AKP
iktidara gelir. Seçim öncesi Tayyip efendi ABD’den icazeti alır. ABD, 80 darbesinde çizdiği hedefin ‘meyvalarını’ toplamaya başlamıştır artık.
Bir avuç zenginin açgözlülüğü uğruna yüzbinlerce insanın kanını döken kapitalist ihtiras, aramızda yaşamaktadır. Gözler boyanmaktadır. Satın alınan işbirlikçiler halklarına değil, sermayedar kapitalist efendilerine köle olmaktadır. Emperyalist devletler tarihte yemiş oldukları tokatların acısını unutmamışlardır.  Bilinmektedir ki; dün olduğu gibi bugün de, topraklarının bağımsızlığı için akıtılacak kanı olan evlatlar yaşamaktadır aramızda. İşbirlikçi medya ve siyaset adamlarının ‘gaflet, dalalet ve hıyanet’ dolu tutumlarının hesabı, dün olduğu gibi bugün de elbet sorulacaktır.

SONUÇ
Nakşibendilik en politize olmuş en gerici en güdümlü ve en işbirlikçi tarikattır.Cumhuriye tin ve Aydınlanma Felsefesinin gerçek düşmanlarıdır. Nakşibendilik Cumhuriyet Düşmanı bir tarikattır.
AKP, Nakşibendi Tarikatının siyasal kuruluşudur ve maddi anlamda dolaylı, siyasi anlamda ise doğrudan ABD tarafından yönlendirilmektedir. Nakşiler, Kurtuluş Savaşımız ve Cumhuriyetimizin ilk yıllarında gerçekleştirdikleri ayaklanmalar ile bir yere varamayacakları nı anlamışlardır.
Günümüzde yaptıkları; ‘beğenmedikleri’ ‘demokrasi treni’ ile devlete sızmak ve onu ele geçirmektir. Eskiden para-silah yardımı yaparak tarikatları kışkırtan eperyalistler de taktik değiştirmiştir. Bugün AKP’nin seçimlerde bu kadar yüksek oy alabilmesini sağlayan toplumsal yapının projesini ABD’nin hazırladığı bilinmektedir. Günümüz AKP’si çok ciddi maddi güçlere sahip, bu bilinen bir gerçek.
x

Aşağıda önce Vakit Gazetesi “yazarı” Abdurrahim Karakoç’un akıllara durgunluk verecek kalitedeki yazısı ve onun altında da benim kendisine verdiğim yanıtı bulabilirsiniz.

AZGIN KADINLAR FESTİVALİ

Abdurrahim Karakoç

Vakit Gazetesi

 

Bir daha hayret ettim açıkçası..

Kadınlar günü münasebetiyle bu kadar salak kadının bir araya geleceğini tahmin etmiyordum..

Kadınlar Gününde kadın haklarının yasağı devam etsin diye bağıran, höyküren kadınlar salak değilse nedir?

Başörtüsünden alıp veremediklerini de bilmemize imkan yok..

İddiaları “uygar” oldukları..Despotluklarına diyecek yoktur..

Seviyesizlikte ıcığı/cıcığı çıkmış bir televizyoncu, yasakçı salak kadınları meydanlara indirip robotlar gibi kullanıyor..

Beni en çok üzen, yasakçı kafadaki o salak kadınların Ay-Yıldız’lı nazlı bayrağımızı miting alanlarında sağa-sola sallamaları..

Dahası ise istismar ederek bayağılaştırmaları..Giden hafta değindim bu konuya..

Bayrak her yerde, gelişigüzel sallanacak bir flama değildir..

Kim ki yılın 12 ayınca balkonuna bayrak asıyorsa, mitinglerde mendil sallar gibi bayrak sallıyorsa, kesinlikle sahtekârdır..

Kesinlikle sahtekârlara alet olmaktır..Hele bir de güya “Gazi” denilen, başları kalpaklı bazı soytarılar var ki onlar beni tiksindiriyorlar..

Ne gaziliği bre zavallılar?.

Siz olsanız olsanız; TV ekranlarında görünmek için hiçbir değeri tepelemekten çekinmeyen ahmaklarsınız..Ellerinizde taşıdığınız bayrağıma yazık ediyorsunuz..

“Başörtüsü yasaklansın” mitinglerinde sizin ne işiniz var?..

Maraş’ın kurtuluşunu niçin bilmiyorsunuz?..İşgalci Fransız askerleri Maraş’lı kadınların peçelerini açınca; Sütçü İmam isimli kahraman gerekli derslerini vermişti.. İşte gaziliğin en büyük timsali..Sütçü İmam imanı ve ruhu var mı sizde?

Başörtüsü düşmanlarının, kaos karıştırıcılarının, İslâm muhaliflerinin düzenledikleri toplantılarda ne arıyorsunuz, söyler misiniz?

Alnında ay-yıldız bulunan kalpak giymek sizleri gerçekten gazi mi yapacak?

Geçin o hayali..

Şuna bakar mısınız?

Yasakçı gazi..Başörtüsüne muhalif gazi..

Ekmek arası dönere figüranlık yapan, edepsizliği, ahmaklığı şiar edinen gazi öyle mi?

Hayır, hayır, olamaz..

Bu saydığım menfi durumları gazi değil, cins tazı bile kabullenemez.

Ha, yukarda belirttiğim “yasakçı” kadınlar..

Ha sizler gibi ahmak zavallılar.

Nineniz, ananız, hanımınız, kardeşiniz yok mu sizlerin?

Olmasa bile hürriyet anlayışınız da mı yoktur..

Kendiniz için istemediğinizi niye başka kardeşleriniz için istersiniz?..

Belirli bir ücret mi ödüyorlar salaklığınıza mukabil?

Amma boşuna yoruluyorsunuz..Gün gelecek, o sallama aleti zannettiğiniz bayrağımız layık olduğu zirvelere dikilecek ve hiç inmiyecektir.

Hangi maksatla olursa olsun siyaset arenasında değeri düşürülen bayrağımız kirli ellerden mutlaka kurtulacaktır..

Söyler misiniz, “Kadınlar günü” diye bildiğiniz günün ilk kurucusu kimdir?Nerden bileceksiniz?Zıpçıktı günlerin tamamı ya bir papaz, ya bir rahibe, ya bir haham tarafından sokulmuştur düşünce defterimize..

Bu ayın 19’u çarşamba günü, Mevlid Kandili’dir..

Muhtemelen burnunuzu kıvırıyorsunuz. çünkü, İslâm’a karşı düşmanca tavır sergileyenler sizleri iğfal etmişler..

Ramazan Bayramı’na “şeker bayramı” lakabı takan güruh, cahillikten mi öyle yapıyorlar?

Hayır, hınzır gibi bilerek, Müslümanların kutsal günlerini ya zihinlerden silmek, ya da makas değişikliği ile bilinmeze doğru sürüklemek içindir..

Dokunmayın bayrağıma!.Dokunmayın hiçbir değerime..

———-

Tahsil görmüş hıyardan cacık yapar “uygar”ım

Keser yaşlı eşeği, sucuk yapar “uygar”ım

Miting miting gezmekten hiç uğramaz evine

Ve sokakta babasız çocuk yapar “uygar”ım

http://www.habervak tim.com/yazar. php?arama_ metin=&select=Azg%FDn+ kad%FDnlar+ festivali
(20 Mart 2008 tarihinde bu sayfaya ulaşılabiliyordu. Ancak gördükleri tepkiden olacak yazara ait ne var ne yok, her şeyi temizlemişler. Çok mert ve doğrudurlar vesselam!!!)

Abdurrahim Karakoç’a yanıtımdır:

Abdurrahim Karakoç,
“Azgın Kadınlar Festivali” başlıklı yazınızı okuduktan sonra, size birkaç çift söz etmek ihtiyacı duydum. Genellikle bu denli seviyesiz yazılara yanıt yazarak, değerli vaktimi ve enerjimi harcamak adetim değildir ama bu yazınız her türlü bayağılık sınırını ve dolayısı ile de insanın tahammül sınırını aşıyor. Naçizane önerim, aklınızın ermediği konularda yazarken biraz daha dikkatli olunuz. Aksi takdirde insanın acınacak duruma düşmesi işten değildir.
Her şeyden önce kötü söz sahibine aittir. Karşısındakini salaklıkla suçlayan insanlar, nedense kendi salaklıklarını bir türlü göremezler.
Kadınlar gününde sizin deyiminizle “höyküren”, bizim deyimimizle ise “seslerini duyurmaya çalışan” o kadınların başörtüsü ile bir alıp veremedikleri yoktu. Onların sorunu türbanla, yani bir kesimin 25, bilemediniz 30 yıl önce zorla yarattığı ve her geçen yıl biraz daha dayattığı, o siyasal İslam üniformasıylaydı. Bir sembol olan o türbanı, masum bir başörtüsü kılığına sokma çabalarınız, gerçekten düşündürücüdür. ‘Acaba kötü niyetten mi, yoksa seslerini duyurmaya çalışan kadınlara yakıştırdığınız o çirkin sıfattan mıdır?’ diye düşünmeden edemiyor insan.
Daha o insanların iddialarının ne olduğundan bile haberiniz yok. “Uygar” olduklarını değil, “Çağdaş” olduklarını savunmaktadırlar ve yazık ki; asıl robot olarak kullanılanlar, başlarının hava ile tüm temasını kesecek şekilde, o sentetik bone ve kumaşlara hapsedilmesine izin verenler ve böyle insan sağlığına zarar verici bir uygulamanın Allah kelamı olduğunu iddia edenlere, kayıtsız şartsız inananlardır.
Kadın haklarından ne anladığınızı da pek güzel ifade etmişsiniz doğrusu. Kadının başını böyle bir cendereye sokması mıdır kadın hakları yoksa Atamızın bize hediye ettiği haklar mıdır? Kadınımız seçme ve seçilme hakkını tüm dünya kadınlarından önce kazanmış. Erkeğin iki dudağının arasındaki kaderinden kurtulmuş; çalışıyor, para kazanıyor, kendi ayaklarının üzerinde durabiliyor. Onuruyla, namusu ile erkeğin yanında yerini alıyor. Öyle erkeğin iki adım arkasından, utanacak bir şeyi varmış gibi başını önüne eğip yürümüyor. Kendine saygısı var, erkeğe saygısı var, yasalara saygısı var. Size kalsa kadına tanıyacağınız hak ortada işte: Türban!
Bu sembolle çıktığınız o uzun ince yolun sonuna varabilirseniz eğer, evde oturup yalnızca erkeğine hizmet edip, ona çocuk doğurmaktan ibaret bir yaşantıya sahip olma haklarını da elde edecek kadınlarımız. Sosyal, siyasal, iş ve benzeri yaşamlardan silinme hakkına da kavuşacaklar. Bir kadın daha ne isteyebilir ki?
Kısacası vatan ve rejim söz konusu olduğunda bayrak asmak veya sallamak değil, türbanı baş örtüsü kılığına sokup dayatmak, kadını toplumdan silmeyi kadın haklarını koruyor pozunda savunmaktır, asıl sahtekarlık.
Siyasi İslam’ın sembolü türbana karşı tepkisini göstermek için Kuvva-i Milliye’nin sembolü kalpağı takıp, temsili olarak bir şeyler anlatmaya çalışan insanların çabaları, size ahmakça geliyor ve tiksinmenize neden oluyorsa; sizlerin her fırsatta Sütçü İmam’ın, o temiz yürekli vatansever insanın adını dilinize dolayıp, kendi amaçlarınız için kullanmanız da benim midemi bulandırıyor.
Kapasitenizi zorlamak ve sizi yormak istemiyorum ancak bir gerçeği ortaya koyabilmek için buna mecburum. Şimdi lütfen kendinizi zorlayın ve gözünüzün önüne işgal edilmiş bir Maraş getirin. Düşman askerleri tarafından işgal edilmiş bir Maraş. Ayrılıkçı Ermeniler, Fransızlar tarafından silahlandırılmış, Fransız ordusunda on bin kişilik bir Ermeni kuvveti oluşmuş, bunlar her gün köyleri basıyor, kadınları taciz ediyorlar. Hayal edebildiniz mi?
Halkın canının burnuna geldiği böyle bir ortamda en ufak bir damla, bardağı taşırmaya yeter de artar bile. Maraş’ta tesadüfen o damla, Sütçü İmam’ın dükkanının önünde Fransız askeri üniformalı Ermenilerin hamamdan dönen kadınların peçelerini açmaya çalışmaları olmuş. Aynı askerler, kadınların peçelerini açmaya çalışmak yerine, küçük bir çocuğu tartaklasalardı, halktan bir adamı haksız yere dövselerdi ya da öldürselerdi, bayrağımızı indirmeye kalksalardı, aynı tepkiyi vermez miydi Sütçü İmam?

Sadece burada mı sömürülüyor Sütçü İmam’ın adı? Gelelim 1978’e. Yer yine Maraş ama artık Kahramanmaraş… Sömürülen isim, yine Sütçü İmam.

19 Aralık 1978 günü Çiçek Sineması’nda bir ses bombası patlar. Bu bombanın ardından seyirciler, her ne hikmetse bir anda eylemciye dönüşüp “Kanımız aksa da zafer İslam’ın!” sloganı ile CHP il binasına saldırırlar. Zaten bir süredir şehirde “Komünistler, Allahsız Aleviler, şehir suyuna zehir kattılar” fısıltısı dolaşmaktadır. Derken patlamanın olduğu gece ikinci bir söylenti daha ortaya çıkar. “Sinemayı komünistler bombaladı”. Ertesi gün Alevilerin oturduğu bir kahvehane bombalanır. Sonraki gün TÖB-DER üyesi iki öğretmen öldürülür ve on bin kişinin katılımı ile cenazeleri 22 Aralık’ta kalkar.

Cenaze korteji Ulu Cami önüne geldiğinde, cami içinde ve çevresinde silahlı iki bin kişi, korteji beklemektedir. O gün, Bağlarbaşı Cami imamının Cuma vaazı şöyledir: “Oruç tutmak, namaz kılmakla hacı olunmaz, bir Alevi öldürürsen beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanırsın. Bütün din kardeşlerimiz hükümete ve komünistlere, dinsizlere karşı ayaklanmalıdır”
İşte bu vaazdan sonra söz konusu kalabalık, “Komünistlerin ve Alevilerin cenaze namazı kılınmaz!” sloganı ile korteje saldırır. Kortej dağılır ancak kalabalığın öfkesi dinmez. Kahramanmaraş çarşısına doğru yürüyüşe geçerler. CHP’li ve Alevi olan vatandaşlara ait işyerlerini tahrip ederler. Çatışmalarda üç kişi daha hayatını yitirir. Bazı ev ve işyerleri daha önceden “üç hilal” ile işaretlenmiştir. Kapısında bu işaretin bulunmadığı ev ve iş yerleri yerle bir edilir. Aynı gece bir söylenti daha yayılır kente: Ertesi gün komünist Aleviler, silahlı saldırıda bulunacaklardır!
Ertesi gün, yani 23 Aralık’ta katliamın çağrısı Belediye hoparlörlerinden ve Ulu Cami minarelerinden yankılanır: “Alevi kafirler, Yörükselim’de bir çok din kardeşimizi şehit ediyorlar. Allah’ını seven Müslümanlar hazır olsunlar!”
İşte, o utanç verici olaylar, bu koca yalanla başlar. Başta Yörükselim olmak üzere Alevilerin yaşadığı semtlerde evlere saldırılır. Uzun menzilli silahlarla taranan evler, bombalanır ve yakılır. Çoluk çocuk, kadın erkek demeden Aleviler öldürülmeye başlanır. Ellerinde silahlar, taşlar, sopalar, keserler, baltalarla saldıran gözü dönmüş kalabalık, tam bir katliam yapar…
24 Aralık sabahı şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Olaylar sırasında saldırganlar arasında polislerin de bulunması nedeni ile polis görev dışı bırakılmıştır. İstediği yardım gelmeyen asker, elindeki mevcutla olayları önlemeye çalışmaktadır. Aleviler bu yasağa uyar ancak karşı taraf, sabahın erken saatlerinden itibaren civar şehir ve köylerden de aldıkları katılımla saldırılara başlar. Av tüfeği satan dükkânların yağmalanmasıyla silahlanan kalabalık, “Müslüman Türkiye” sloganı ile Alevi mahallerine bir kez daha saldırır.
“Bugün cihat günüdür, bir Alevi öldüren cennete gider. SÜTÇÜ İMAM AŞKINA VURUN!..” naralarıyla savunmasız insanlar kurşuna dizilir, evleri ile birlikte yakılır, hastaneler kuşatılır, bir şekilde kurtulan yaralılar öldürülür.
Alevilerin, “dinsiz” ve “sünnetsiz” olduğuna inanmaktadırlar. Bunu kontrol için yollarda erkekleri çevirip, pantolonlarını indirip, sünnetli olup olmadıklarına bakarlar.
19 Aralık’ta başlayan olaylar ancak 25 Aralık’ın sonunda gece yarısı sona erer. “Sütçü İmam aşkına vuranlar”ın verdiği zarar çok ağırdır.
* Resmi rakamlara göre 111, yaşayanlara göre ise 500’e yakın ölü.

* Resmi rakamlara göre 2000’in üzerinde, yaşayanlara göre ise 5000’den fazla yaralı.
* Tahrip edilip, yakılan 552 ev ve 289 iş yeri.

* Katliam sonrası Alevi nüfusun %80’i hızla Maraş’tan göç etmiştir.
***
Hiç gülmeyin, ben Alevi değilim. Sağ – Sol kavramına inanmam, CHP’li de değilim. Komünist hiç değilim. Sadece insanım. Ülkeyi karıştırmak için dinin kullanıldığını, kendi halinde dindar insanların dini kışkırtmalarla nasıl bir canavara dönüştürülebileceğini gören ve bundan dehşet duyan bir insan. Sütçü İmam gibi temiz isimlerin, kirli emellere nasıl alet edildiğine şahit oldukça kahrolan bir insan. “Yeter artık! İnancımız rahat bırakılsın, kötüye kullanılmasın! Bugün ortada bir kaos varsa, onu yaratanlar türbana karşı olanlar değil, türbanı yaratıp, dayatanlardır. Çözümse türbanı dayatmakta değil, tehdidi ortadan kaldırmakta yatıyor” diyen bir insan.

Ne nükleer silahlar, ne diğerleri, cehalet, kör inanç ve kışkırtmanın bir araya gelmesiyle oluşan doğal silahın eline su dökebilirler. Sonuçta türban karşıtlığı bir damla kan dökmüyor ama dini kışkırtma yukarıda anlattığım gibi onlarca katliama sebep oluyor. Şimdi bana hepsini tek tek saydırmayın.
Şimdi gelelim “salaklığımıza”. Artık boş laf ebeliğini geçin de gerçekleri görün, oradaki kadınları da din tacirlerinizle karıştırmayın. Kimlere para ödendiğini eminim bizden daha iyi biliyorsunuzdur.
Kadınlar gününün yaratıcısına gelince, asıl siz kimin yarattığını bilmiyorsunuz. 17 Mart 2008 tarihinde Ulus Gazetesi’nde yayınlanan ve Suay Karaman tarafından yazılan “8 Mart’ın Ardından” adlı yazıya bir göz atalım:
” Daha iyi çalışma koşulları elde etmek için, 8 Mart 1857 tarihinde New York’taki bir tekstil fabrikasında 40.000 işçi grev yapmıştı. Polisin işçilere saldırması sonucunda çıkan kargaşa ve yangında çoğu kadın 129 işçi hayatını kaybetmişti.
1910 yılında Kopenhag‘da 2. Sosyalist Enternasyonale bağlı toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart tarihinin “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanması kararlaştırılmıştır.
1921 yılında Moskova‘da toplanan 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda bu günün “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmasının ilan edilmesinden ardından, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın
“Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını kabul etmiştir.”
Kadınlar Günü’nün kabul edilmesinin temel sebebiyle bugünün ne ilgisi olduğunu anlamak için Uluslararası Af Örgütü’nün, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle hazırladığı rapora göz atmak gerekiyor. Rapora göre;
*  Dünya kadınlarının % 20’si, fiziki veya cinsel saldırıya maruz kalıyor.

* ABD’de her 15 saniyede bir kadın dövülüyor. Her yıl 700 bin kadın tecavüze uğruyor.
* Mısır’da kadınların % 35’i kocalarından dayak yiyor.

* Evde sürekli dayak yemenin uzun vadeli etkileri fiziksel ve psikolojik olarak yıkıcıdır. Kadınlar, nerede gerçekleşirse gerçekleşsin, tecavüz sonucu sarsıntıya uğrarlar ve yaralanırlar. Tıbbi sonuçları psikolojik sarsıntı, yaralar, istenmeyen gebelik ve kısırlıktır.
* Sorumlular, kadını itaat için sindirmeyi veya akrabalarına itaatsizliği nedeniyle utandırdığı için cezalandırmayı amaçlayabilir.

İşte bu rapor doğrultusunda çoğu kadın 129 işçinin grev sırasında şiddete maruz kalarak öldürülmesinin ardından 120 yıl sonra Birleşmiş Milletler’in 8 Mart tarihini kadınlara hediye etmesinin nedenlerini anlamış olabiliyoruz.
Tüm dünyada kadınlar yıllarca mücadele vererek, gerektiğinde ölerek haklarını söke söke koparmışlardır. Bir tek bizim ülkemizde, hem de herkesten önce kadın hakları kadınların kucağına Mustafa Kemal Atatürk tarafından hediye olarak bırakılmıştır. Büyük ihtimal ile bunun içindir ki; bir türlü kıymeti bilinmemekte, hatta bazen istenmemekte ya da kullanılmamaktadır. Görüyorsunuz ya işte “salaklık” gerçekten de “parayla” değil.
Bayrağımız zaten zirvede ve dalgalanmakta ancak sanırım siz bunun farkında değilsiniz. Bizlerin tüm amacı da o bayrağın indirilip, yerine ABD, AB, PKK veya İslam Cumhuriyeti’nin bayrağının dalgalanmasına engel olmaktır. Onun için, bayrağımıza uzanan elleri önce biz kırarız!
Değerlerinize gelince, Arap kültürünü dayata dayata yeterince yok ettiniz değerlerimizi. Bizim gerçek İslam’a saygımız tam. Ortada iğfal edilen birileri varsa o da Arap kültürünü kendi kültürüne tercih edenlerdir. Başörtüsünü, yazmayı bırakıp, türbana, çarşafa bürünmek de bunun örneklerinden yalnızca biridir. Ortada bir de İslam düşmanı varsa, o da dinimizi orasından burasından çekiştirip, kendi emelleri için değiştirmeye çalışanlardır.
Son olarak şunu da belirtmek isterim ki; bu yazınızdan dolayı hanımlar size hakaret davası açıyorlarmış. Ben açmayacağım, tamamen zaman kaybı, çünkü sizin cezai ehliyete sahip olduğunuzu hiç sanmıyorum.
Tanrı sizleri ıslah ederken, aklı başında ve kadına hak ettiği değeri veren, saygıyı gösteren erkeklerimizi de yanımızdan eksik etmesin.
Bu dörtlük de benden:
Terbiyeden nasibini alamamıştır “yobaz”ım

Aklı ermez, yine de yazar olur “yobaz”ım

İçindeki karanlık yansır her cümlesine,

İftira en büyük günahtır, onu bile bilmez “yobaz”ım.

Değer Erbora

X

12X

TANRI FIKIR DEĞIŞTIRIR MI?

 

Evrenin yazgısını belirleyen, geçmişi geleceği bilen, dilediği dışında hiçbir şey olmayan Tanrı fikir değiştirir mi? Kutsal kitapları incelediğimiz zaman Tanrı’nın sı sık fikir değiştirdiğini görüyoruz… Tanrı’nın sık fikir değiştirmesini onun Tanrısal niteliği ile nasıl bağdaştırabiliriz?

Örneğin Tanrı; Muhammet’ten 620 yıl önce gelen Peygamberi İsa’ya şöyle vahyediyor:

  1. ‘Göze göz, dişe diş’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin. Size karşı davacı olup gömleğinizi almak isteyene ceketinizi de verin. Sizinle bir adım gitmek isteyenle bin adım gidin. Sizden bir şey dileyene verin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin.” (İncil. Matta. 39-42)
  2. ‘Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanınızı sevin, size zulmedenler için dua edin… Eğer yalnız sizi sevenleri serseniz, ne ödülünüz olur?” (İncil. Matta. 44-46)

Dikkat edilirse yukarıda verilen örneklerde altı çizili ayetler Tanrı tarafından Musa Peygambere vahyedilmiş ayetler olup Tevrat’ta geçer. İsa’dan önce gelen Musa’ya ‘Göze göz, dişe diş’ deme yanında  Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin’ diyen Tanrı; bu sözleri söyledikten sonraki Peygamberi İsa’ya  “Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin” ve “Düşmanınızı sevin, size zulmedenler için dua edin…” diyor…

İşin en ilginçi İsa’dan 620 yıl sonra gelen bir başka Peygamberine de, bir kez daha fikrini değiştirerek:

  1. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (K. 2/193; 8/39)
  2. “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah  bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)
  3. “Kitap verilenlerden, Allah’a ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram saydığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29) diyor.

İslam söylemine göre bizim için bin yıl olan zaman Tanrı’ya göre bir gün gibidir. Görüldüğü gibi Tanrı, kendi zaman ölçüsüne göre, bir-iki gün içinde  üç kere fikir değiştiriyor. Musa’ya “Göze göz, dişe diş” ve “Düşmanından nefret edeceksin” dedikten sonra Isa peygamberine: “Kötüye karşı direnmeyin. düşmanınızı sevin”  diyor ve arkasından Muhammed peygamberine: “Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın.  puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün ve cizye verene kadar onlarla savaşın” diyor.

Peygamberlerin ağzına  bakarsak Tanrı, ağzından çıkanı kulağı duymayan, bir dediği birbirini tutmayan tutarsız bir varlık gibi görünüyor.

Biliyorum, Allahlarına peygamberlerine toz kondurmamak için bin dereden bin kova getirmekte çok usta olan din savunucuları düşünmeden hemen “Efendim, gerek Tevrat ve gerekse İncil tahrifata uğradığı için Kuran’a ters düşmektedir!” diyeceklerdir.

Bir kere eğer Tevrat’taki “düşmanından nefret edeceksin” sözlerini değiştirip yerine  “Kötüye karşı direnmeyin, size zulmedenler için dua edin, düşmanınızı sevin” diye değiştirmişlerse Tanrı’ya yakışır biz iş yapmışlardır. Çünkü Tanrı kendi yarattığı insanları birbirine öldürtmez.Tanrı’nın yüceliğine barış, kardeşlik, ve sevgi yakışır.

Hadi Müslümanların tahrifat savını kabul edelim. Ama Kuran’da bile Tanrı’nın fikir değiştirdiğini görürüz:

  1. “Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir… K. 2/272″
  2. “Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın? K. 10/99″

Peygamberine böyle diyen Tanrı nasıl olur da aynı kitabında böylesine güzel ve barışçı sözlerinden vazgeçerek “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın.” (K. 2/193; 8/39)  ve de   “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün” (K. 9/5) der.

Hala aklınızı kullanmayacak mısınız? Hala Tanrı’ya tutarsızlığı yakıştıracak mısınız. Böyle yapmakta direnirseniz  Tanrı’dan uzak düşersiniz.

Bilin ki Peygamberlerin getirdiği dinler Tanrı’dan değildir. Kendilerinden, kendi dünya görüşlerindendir. Bunun içindir ki çoğu zaman din mensuplarına Musevi, İsevi, Muhammed’i denmiştir. Doğrusu da budur.

Nasıl ki Mustafa Kemali sevip arkasına düşüncelere Atatürkçü, Mark’sı sevip arkasına düşenlere Marksist  deniyorsa; Musa’nın arkasına düşenlere Musevi, İsa’nın arkasına düşenlere İsevi, Muhammed’in arkasına düşenlere de Muhammed’i denmiştir ve doğrusu da doğrudur…

Tanrı’nın dininde insanların birbirlerini öldürmesi yoktur; sevmesi vardır. Çünkü o Rabbi lalemindir. Gelin Peygamberlerin arkasına düşerek Tanrı’yı sık sık fikir değiştiren bir varlık yerine koymaktan vaz geçin. Tanrı’ya saygısızlık etmeyin…

Tanrı’yı, kendi dünya görüşünü kabul ettirmek için birbirine öldürtenlerin elinden kurtaralım. Tanrı olarak: Aklı, bilgiyi, erdemi, sağduyuyu, vicdanı doğruluğu, dürüstlüğü, güzelliği, sevgiyi kabul edelim. Çünkü yüce olan bu duygu ve düşüncelerdir. Bu kavramlar yüce olduğu için Tanrı kavramı ile ifade edilir. Gelin yüce kavramların arkasına düşelim. Din adına birbirimize düşmanlık beslemeyelim.  Öldükten sonra gideceğimiz, hesap vereceğimiz bir yer yok. Bu nedenle bu dünyamızı cennet edelim. Daha ben sizlere ne diyeyim? H.B. 10.3.2003

+

 

 

 

 

 

 

 

Hayri Bey merhaba,

Tanrı fikir değiştirir mi? başlıklı yazınıza çok teşekkürler. Kaleminize yüreğinize sağlık. Sanal ortamda da olsa tanıştığım ve sitenizi keşfettiğim için sevinçliyim.

Selamlar saygılar.

Rahmi Yıldırım, 12.12.2003

X

—– Original Message —–

From: Deniz Baymar

Sn Hayri Balta Bey,

yazınız çok anlamlı ve doğru tespitler içermekte.

Ben bir noktaya takıldım, bu yazınızın anlatımına bakarsak, Musa ve Muhammet kitaplarında inanlarına olumsuz, kötü diyeceğimiz düşünceleri empoze ediyor. İsa’da ise farklı bir durum görüyoruz.

Yazınızdan Muhammediler tarafından tahrif edildiği söylenen İncilin gerçek tanrı kitabı olduğu çıkarımı yaptım. Bu durumda Tanrı size göre Incilde mi gerçek Tanrı tanımına ulaşıyor?

Eger yanlış anladıysam lütfen düzeltin.

Saygı ve sevgiler

Deniz Baymar, 12.12.2003

+

Merhaba Deniz Hanım,

Sorunuz Hayri Bey’e ama, korkarım yanlış anladınız. Zira İsa da kendinden öncesini yok saymamakta ve kabul etmektedir. Zira ben bozmaya değil; düzeltmeye, düzenlemeye geldim demektedir.

Eğer yanlış bilmiyorsam İncil, “eski ahit” ve “yeni ahit” olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Eski ahit İsa’dan önceki öğretiyi, yeni ahit İsa’dan sonraki öğretiyi kapsamaktadır. Anılan tanrı aynı tanrıdır. Sadece dönem, dönem fikir ve felsefesini değiştirmektedir. O nedenle Hayri Bey’in düşündüğünüz biçimde bir olguyu dolaylı veya dolaysız olarak ileri sürdüğünü-süreceğini sanmıyorum. Anladığım kadarıyla siz, Hayri Bey’in ütopik tanrı kavramında (akıl, bilgi, erdem sağduyu, vicdan, doğruluk, sevgi vs) yer alan düşünce biçimini, İsa öğretisi ile yakınlaştırdınız.

Hayri Bey yazısında, dinlerin tanrı ile ilgisi bulunmadığını, peygamberlerin kendi düşünceleri olduğunu da açıkça belirtmiştir.

Ben yazının mantığında düşündüğünüz biçimde bir yargı görmedim. Umarım ben de yanılmamışımdır.

Saygı ve Sevgilerimle,

Timur, 12.12.2003

X

Sayın Deniz Baymar,

Önce saygı, sevgi sundum. Sorunuzu yerinde bir soru olarak buldum.

Yazımdan şu anlamı çıkarmışsınız ki tamamen haklısınız. İsa’yı bir yana diğerlerini bir yana koymalısınız.

Diyorsunuz ki “İsa’da ise farklı bir durum görüyoruz.” Evet, yansız bir gözle bütün peygamberleri incelersek İsa’da değişik bir üslup görüyoruz. Eğer İsa peygamberse, diğerleri; diğerleri Peygamberse İsa peygamber değil diyebilmeliyiz.

İsa da diğerleri gibi bir insandır. Ama İsa “Baba bende ben de babadayım!” (İncil. Yuhanna. 14/8) deyen bir insandır. “Eline kılıç alan kılıçla ölür!” diyerek; öldürmektense,  ölümü yeğleyen bir insandır. Kaldı ki Hıristiyanlar İsa’yı peygamber olarak değil de Tanrı olarak adlandırır, tanır.

Her ne kadar Timur arkadaşın dediği gibi İsa “Zira ben bozmaya değil; düzeltmeye, düzenlemeye geldim demişse” de “Benden önce gelenlerin hepsi hırsız ve haydutturlar” (İncil. Yuhanna. 108) da demiştir.

Gelelim “İncilin gerçek tanrı kitabı olduğu çıkarımı yaptım.” demene.  İnsan dışında bir Tanrı yoktur ki o Tanrı peygamber göndere, kitap indire.

Peygamber adı verilen kişilerin bütün söyledikleri kendi sözleridir. Ancak din edebiyat ve felsefesinde bu sözlere “Tanrı sözü” denerek yüceltilir.

Ezoterik (Batınî, gizli…) din ilmine göre bu söylemlerin özel ve simgesel bir anlamı vardır. Ezoterik bilgi yoksunu dinciler yukarda bir Tanrı var da bu kutsal kitaplar onun sözleri sanır.

Oysa insanın dışında ne maddi ne manevi bir varlık vardır. Var sandıklarının hepsi insanın kendi sanısıdır. Tanrı da, şeytan da, cennet de, cehennem, ahret de insanın olduğu yerde vardır.

Asıl can alıcı sorunuz şu: “Bu durumda Tanrı size göre Incilde mi gerçek Tanrı tanımına ulaşıyor?” sorusu.

İncil’de şöyle bir söz vardır. “Tanrı sevgidir. Sevgi de yaşayan Tanrı’da yaşar. Tanrı da onda yaşar!” (İncil. Yuhanna’nın 1. Mektubu. 4/15)

İşte din anlayışının gizemi bu sözdedir. Bu söz şöyle demektir. Sevgi bir kavramdır. Sevginin karşıtı nefret de bir kavramdır. Ama sevgi kavramı yücedir. Yüce olduğu için, nefret yerine sevgi yeğlenmelidir. Nefret kavramı ise, sevginin zıddı oldu için, yani sevgiye göre kötü olduğu için, yeğlenmemelidir. Demek istiyor ki insanoğlu kimseye düşmanlık ve kin beslememelidir…

Artık şifreyi çözebiliriz. Yüce olan bütün kavramları yüce olduğu için Tanrı olarak nitelendirebiliriz. Yüce olan kavramların zıddı olanları da yüce olmadığı için kötü olarak nitelendirebiliriz.

Gerçeği söylemek gerekirse bu tür anlamlar Kuran’da da vardır. Ne var ki kendi dışında bir Tanrı ile aklını  bozanlar   kutsal kitapların olumlu yönlerine değil hep olumsuz yönlerine sarılmaktadır. Kutsal kitabında “Kâfire ölüm!” diyor diye gidip İstanbul’u bombalamaktadır.

Unutmalım ki Tanrı da, Peygamber denilen insanlar da, kutsal kitaplar da hep insan için. Şurasını önemle vurgulayayım ki insanlar Tanrı için, din için, iman için değildir. Ama ne yazık ki insanlar Tanrı için, din için, iman için ölüp öldürmektedir. Böylece cenneti satın aldığını sanmaktadır.

Bilmem sorularına yanıt verdim mi?

Şimdi kal sağlıcakla, saygı, sevgi sana.

Av. Hayri Balta, 13.12.2003

X

Bravo sayın Hayri bey. Mükemmel bir mantık yürütme örneği.

Tebriklerimi sunuyorum efendim. Sağlıklar diliyorum size.

En içten sevgi ve saygılarımla,

Çetiner, 13.12.20003

X

Hayri Balta sana hayırlı günler diliyorum Sana birkaç soru sormak istiyorum.

Sana göre bu kainat insanlar hayvanlar ağaçlar vb. gibi canlılar nasıl oluştu bunu açıklar mısın?

Bir de ahiretin varlığına inanıyormu sun? İnanıyorsan veya inanmıyorsan niye?

Cevap yazarsan sevinirim…

Mahir, 12.12.2003

X

Sayın Mahir,

İletini aldım. Çarşamba gününe değin doluyum. Sorularının yanıtını ancak çarşambadan sonra verebilirim. Ama bu ara zaman bulursam yanıtımı çabuklaştırırım.

Saygılarımla,

H.B.12.12.2003

X

Sayın Mahir,

Önce saygı, sevgi, edepli söylemin için sevdim seni.

İki soru sormuşsun bana. Yanıt veriyorum iki soruna:

İki sorundan ilki: “Bu evren nasıl görüntüye geldi”

İkincisi: “Ahretin varlığına inanıyor musun? İnanıyorsan niye, inanmıyorsan niye?” değil mi?

Bütün ruhçular (dincilerin hepsi) Evren’e bakmışlar, merak etmişler.  Şöyle bir tahmin yürütmüşler…Şu kulübeyi yapan biri olduğuna göre; muhakkak bu Evren’i (Dünyayı, ayı, güneşi, yıldızları…) de yaratan biri var demişler? Görülüyor ki soruyu soran da, yanıtlayan da kendileri… “Bakın! İşte aradığınız Tanrı benim diyen biri yok ki!”

İnsandır Tanrı kavramını yaratan. Tanrı da bir kavramdır inan…

Tanrı: Madde olarak yoktur, mana olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, simgesel olarak vardır. Kişi (zat) olarak yoktur nitelik (sıfat: esma-i hüsna dedikleri…) olarak vardır.

Demek ki var deyen de insan, yok deyen de insan… Bunun dışındaki söylemler bilgisizliktendir, korkudandır, umuttandır… Dahası çok büyük bir aldanma, kocaman bir yalandır…

Ahretin varlığına gelince; bu da bir kavramdır, çok  ince.

Ahretin Türkçe’si “Gelecek zaman” demektir. Yarın, bu güne göre ahrettir.

İnsan; olumlu ya da olumsuz bir iş yaparken muhakkak düşünür. “Acaba bu davranışım nasıl karşılanır?” diye içinden geçirir.

Bütün ruhçular (dinciler demek istiyorum…) kutsal kitaplarında bir ahretin varlığından söz ederler ve de insanın ahretle öldükten sonra karşılaşacağını ileri sürerler…

Oysa öldükten sonra gideceğimiz, hesap vereceğimiz bir yer yoktur. Çünkü Tanrı: “Ölüler için  değil diriler  içindir.” (İncil. Matta. 22/32, Markos. 12/27, Luka. 20/38)

Ölü-diri kavramları dinlerin temel taşıdır. İnsan, tapınmalarla (ibadetlerle) değil;  kötülüklere öldükten Tanrı’ya kavuşur.

Bu konularda bilgi sahibi olmak istiyorsan Kutsal kitapları bir  karıştır ve de Kuran’daki şu ayetleri araştır:

“Kuran ölülere değil dirilere gönderilmiştir.” (K. 26/70)

“Onlar ölüdürler.” (K. 16/21) dedikten sonra İslam Peygamberi kendi kendine: “Sen ölülere duyuramazsın!2 (K. 27/80, 30/52, 35/22) demiştir.

Bütün ruhçular, Tanrı’dan söz ederler ama Tanrı’yı bilmezler. Hepsi de sanal bir Tanrı’nın, sanal bir ahretin peşine düşerler. Olmaz edepsizliği yaparlar sonra da “Allah büyüktür, nasıl olsa bizi affeder!” derler.

Bunların başında da tanınmış ilahiyatçılar gelir. Ör. Bunlardan üçü Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz, Bayraktar Bayraklı gibilerdir.

Biliyorum, şimdi Mahir kardaşım benden örnek ister. Bu konuda sana iki örnek yeter. Eğer Y. N. Ö.’ün  Tanrı bilgisi (Burada Tanrı, sorumluluk duygusunun simgesidir…) olsaydı, Tanrı’dan korksaydı, bir milletvekili olarak TBMM’ye devamsızlık edenlerin başında gelmezdi. Y. N. Öztürk Meclisin en devamsız milletvekillerinden birisi… Bunun aldığı aylık haram değil mi?

Aynı şekilde Zekeriya Beyaz’ın da Tanrı bilgisi olsaydı, ahreti bilseydi; uçakla gidip geldiği biletlerin parasını hem Vakıf’tan hem de Üniversiteden tahsil eder miydi?..

Tanrı’dan korksaydı; şu soruyu kendi kendine sormaz mıydı?: “Bir kere verdiğim uçak biletlerinin parasını iki yerden nasıl alırım?  Farkına varırlarsa, benden hesap sorarlarsa, zorda kalırım!” demez miydi?

Bu işi yaparken içindeki uyaran duygu (Cebrail, Ruhul Kudüs, iyiliğe yönelten duygu:Tanrı) kendisini uyarmıştır. Ama şeytan (Kötülüğe sürükleyen duygu…) üstün gelerek  “Al al, fırsat bu fırsat! Kim farkına varacak!” diye kendisini aldatmıştır.

Şeytan (İçindeki kötülüğe sürükleyen duygu ve düşünce…)  kendisini köçek gibi oynatmıştır. Bu nedenle hakkında İstanbul Kadıköy adliyesinde dava açılmıştır.

Öldükten sonra kendisinden hesap sorulacağını; kim nasıl nerden bilecektir? Kaldı ki kendi anlayışına göre “Allah büyüktür, günahını affedecektir!”

Mahir kardaşım, Tanrı’ya da inanırım, ahrete de inanırım. Dünyanın En Allahçı, en dindar insanlarından biri sayılırım.

Şimdi ben sanal Allah delilerine bunları nasıl anlatırım? Onların bu Allah saplantılarına baktıkça şaşar kalırım.

Aklı başında bir insan görmediği Tanrı’ya inanır mı? Kafir diye bir başka insanın canına kıyar mı?

Bilmem Mahir kardaşım, sorularına yanıt verdim mi? Sen hiç böyle yanıt veren birini gördün mü?

Şimdi kal sağlıcakla, saygı sevgi yeniden sana…

Av. Hayri Balta, 12.12.2003

X

iyi günler

Sayın Baymar adresiniz bende gözükmediği için genel atmak zorunda kaldım öbekle ilgisi olmadığını düşündüğümden diğer arkadaşlardan özür dilerim.

Tevrat, müjdeci (İncil) ve kuran isimli kitapları okumuş ve incelemiş biri olarak şunları söyleyebilirim.

1.İncili okuduğunuzda tanrının seslenişinden ziyade bir insanin diğer bir insana  seslenişini hissedersiniz

  1. incilin ilk 4 bolumu olan matta Markos Yuhanna ve Luka da dakika bir gol bir ilk ayetlerde İsa yalvacın soyundan bahsedilirken 4 bolumun bası da birbiri ile çelişkilidir. Bunun gibi kendi içindeki çelişkiler listesi yüzün üzerinde. hatta bir arkadaşım bunları kitap haline getirmişti
  2. İncil hadis (söz) kitaplarından hiçbir farkı yoktur. diğer bölümleri korintlilere mektup, filedefiyalilara (Akşehir) mektup, Selaniklilere mektup diye ana fikri sahte elcilere karsı uyarı içeren metinlerle dolu.
  3. diğer taraftan tevratta bazı uçuk görünen özellikle heizekel bölümünün ilk 10 ayeti kuranda 45:1 ve yanılmıyorsam 2:90 da (metni hatırladığım kadarı ile tanrının ve meleklerin kendilerine bulutların arasından gelmelerini mi bekliyorlar) teyid ediliyor. ama tevratin sonlarında Musa peygamberin defin işlemleri anlatılır.
  4. Kuranda suhul el Musa (musanin sayfaları)- suhuf el ibrahiyme,  geçer ama suhuf el İsa gedmez. Hatta bir surede söyle geçer onlar kavimlerine döndüler ve dediler ki musadan sonra indirilen en güzel kuranı işittik. (el kuran = okunan)
  5. kuranda bir söz olarak muştulanan İsa yalvacın kendisinin kelimetullah (Allahin sözü) olması ihtimali söz konusu
  6. Eski ahitle ilgili kendi tespitlerim: tanrı bunamış galiba. baksana önce birbirinize düşman edeceğim diyor sonrada insanlara suç atıp akliniz fikriniz
    kötülükte diyor. sonra da pişman oluyor.

yar.3:15 vah.12:17 Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu Birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, Sen onun topuğuna saldıracaksın.

yar.6:5 mat.24:37; Luka.17:26; 1pe.3:20 RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte.

yar.6:6 İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı.

yar.6:7 «Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım» dedi, «Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.»

yar.6:8 Ama Nuh RAB’bin gözünde lütuf buldu. Deniz hayvanlarını tanrı unutmuş. tabi solungaçlarla soluk alınmıyorsa..

yar.7:17 Tufan kırk gün sürdü. Çoğalan sular gemiyi yerden yukarı kaldırdı. yar.7:18 Sular yükseldi, çoğaldıkça çoğaldı; gemi suyun üzerinde
yüzmeye başladı.

yar.7:19 Sular öyle yükseldi ki, yeryüzündeki bütün yüksek dağlar su altında kaldı.

yar.7:20 Yükselen sular dağları on beş arşınn16 aştı.

yar.7:21 yar.7:22 Yeryüzünde yaşayan bütün canlılar yok oldu; kuşlar,
evcil ve yabanıl hayvanlar, sürüngenler, insanlar, soluk alan bütün canlılar öldü.

yar.7:23 RAB insanlardan evcil hayvanlara, sürüngenlerden kuşlara dek bütün canlıları yok etti, yeryüzündeki her şey silinip gitti. Yalnız Nuh’la gemidekiler kaldı.

yar.7:24 Sular yüz elli gün boyunca yeryüzünü kapladı. gelecekte tanrı ingilizceyide bozacak olmalı

yar.11:5 RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi.

yar.11:6 «Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar» dedi,

yar.11:7 «Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki,
birbirlerini anlamasınlar.»

yar.11:8 Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.

yar.11:9 Bu nedenle kente Babils21  adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört
bucağına dağıtmıştı. buda ilginç 90 yasındaki saradan etkilenen bir
erkek.

yar.17:17 İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, «Yüz
yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?» dedi, «Doksan yaşındaki
Sara doğurabilir mi?»

yar.17:18 Sonra Tanrı’ya, «Keşke İsmail’i mirasçım
kabul etseydin!» dedi.

yar.20:1 İbrahim Mamre’den Negev’e göçerek Kadeş ve Sur
kentlerinin arasına yerleşti. Sonra geçici bir süre Gerar’da kaldı.

yar.20:2 yar.12:13; yar.26:7 Karısı Sara için, «Bu kadın kız kardeşimdir» dedi. Bunun üzerine Gerar Kralı Avimelek adam gönderip Sara’yı getirtti.

yar.20:3 Ama Tanrı gece düşünde Avimelek’e görünerek, «Bu kadını aldığın için öleceksin» dedi, «Çünkü o evli bir kadın.»

yar.20:4 Avimelek henüz Sara’ya dokunmamıştı. «Ya RAB» dedi, «Suçsuz bir ulusu mu yok edeceksin?

yar.20:5 İbrahim’in kendisi bana, `Bu kadın kız kardeşimdir’ demedi mi? Kadın da İbrahim için, `O kardeşimdir’ dedi. Ben temiz vicdanla, suçsuz ellerimle yaptım bunu.» burada da zemzem (turkcesi kana kana gibi bir anlam
içeriyor) çıktı galiba

yar.21:8 Çocuk büyüdü. Sütten kesildiği gün İbrahim büyük bir şölen
verdi.

yar.21:9 gal.4:29-30 Ne var ki Sara, Mısırlı Hacer’in İbrahim’den olma oğlu İsmail’in alay ettiğini görünce,

yar.21:10 İbrahim’e, «Bu cariyeyle oğlunu kov» dedi, «Bu cariyenin oğlu, oğlum Ishak’ın mirasına ortak olmasın.»

yar.21:11 Bu İbrahim’i çok üzdü, çünkü İsmail de öz oğluydu.

yar.21:12 rom.9:7; ibr.11:18 Ancak Tanrı İbrahim’e, «Oğlunla cariyen için üzülme» dedi, «Sara ne derse, onu yap. Çünkü senin soyun Ishak’la sürecektir.

yar.21:13 Cariyenin oğlundan da bir ulus yaratacağım, çünkü o da senin soyun.»

yar.21:14 İbrahim sabah erkenden kalktı, biraz yiyecek, bir tulum da
su hazırlayıp Hacer’in omuzuna attı, çocuğunu da verip onu gönderdi. Hacer Beer-Şeva Çölü’ne gitti, orada bir süre dolaştı.

yar.21:15 Tulumdaki su tükenince, oğlunu bir çalının altına bıraktı.

yar.21:16 Yaklaşık bir ok atımı uzaklaşıp, «Oğlumun ölümünü görmeyeyim» diyerek onun karşısına oturup hıçkıra hıçkıra ağladı.

yar.21:17 Tanrı çocuğun sesini duydu. Tanrı’nın meleği göklerden
Hacer’e, «Nen var, Hacer?» diye seslendi, «Korkma! Çünkü Tanrı çocuğun
sesini duydu.

yar.21:18 Kalk, oğlunu kaldır, elini tut. Onu büyük bir ulus yapacağım.»

yar.21:19 Sonra Tanrı Hacer’in gözlerini açtı, Hacer bir kuyu
gördü. Gidip tulumunu doldurdu, oğluna içirdi.

yar.21:20 Çocuk büyürken Tanrı onunlaydı. Çocuk çölde yaşadı ve okçu oldu.

yar.21:21 Paran Çölü’nde yaşarken annesi ona Mısırlı bir kadın aldı.

  1. Küçük, 13.12.2003

X

Sayın Hayri Balta ; size ve beni aydınlatan diğer dostlara teşekkür ediyorum. Hayrı Bey, hatalı mı algılıyorum bilemem ama açıklamalarınızdan  öz olarak Yunus Emre’nin “Bir ben var benden içerü” cümlesinin açılımı gibi anlıyorum . Tanrıyı dışarıda, bilinmezde değil kendi içimizde aramamız gerekmekte.

İçinde bulunduğumuz evren zıtlıklar üzerine kurulmuş. Kutsal kitaplarda sözü edilen iyi ve kötü çatışması ile ödül ve cezalandırma kavramları zaten bu evrende ve insan benliğinde mevcut. Tanrı diye adlandırdığımız kutsal varlığı /yaratıcıyı da insan zihni yarattıysa, bu zıtlıklardan Tanrıyı arındırmamış. Kutsal kitaplarda ortaya çıkan Tanrı sözleri de peygamber olarak kabul görmüş felsefecilerin sözleri. Bir birinin ardılı olan kutsal kitapları belki de “Tanrı Ekolü” diye tanımlamak daha doğru olur.

İlk ikisi ve sonuncu sayılan Kuran’da Tanrıyı daha çok intikam ağırlıklı görmekteyiz. İsa’nın yaklaşımı sizin de belirttiğiniz gibi pozitif bir temele dayanmakta, insani yönler gizlenmemekte. Tanrı’yı “sevgi” olarak tanımlaması da bunun kanıtı.

Tanrı Incilde de kıskanç ve bencil bir karakter gösterse de kendisi ile mücadeleye girip yarattığı insandaki günahı temizlemek adına bir girişimde bulunuyor ve oğlunu bu günahı temizlemekle görevlendiriyor. Aslında bunun altında da bencilce bir amacın olduğunu görüyoruz. İnsanı günahından arındırıp onu sonsuza kadar kendisine bir kere daha minnettar bırakıyor, daha da bağımlı hale getiriyor. İsa’nın sözlerini aktardığı Tanrı, İnsanın hayatında kendisinden başka hiç bir duygu ve varlığa geçiş hakı atımayarak kendisini merkeze oturtmakta. Öyle ki insanın kendi yaşamı üzerindeki karar hakkına elkoymakta, “ben yönetirim seni” demekte. Diğer kitaplarda ise insanlara, Tanrı adına birbirine müdahale edebilme yetkisi verilmekte.

Dört kitapta tartışmasız tek ortak nokta ve  ödül olarak vaad edilen “Tanrının lütfuna erişmek, onunla bütünleşmek”. Bu nihai amaç ve sonuç oluyor.  Bu amaca giden yollar kitaplarda farklılık arzetse bile belirgin olarak insanın yaşamı boyunca ruhsal ve bedensel acı çekmesi koşulu var. Vaad edilen ödüle ulaşmak için getirilmiş bu şart İsa’da ortaya çıkan “sevgi” kavramının içini de boşaltmakta. Bence, Isa sevgi ve affediciliği öne çıkartmış gibi görünse de insanın ilk kendisini sevmekle ve affetmekle işe başlamasını göz ardı ediyor. Sonuç olarak Tanrı, kutsal kitaplardaki tanımlarında insan doğasıyla aynılığından kurtulamamakta.

Bütün bunları üst-üste koyduğumuzda, zıtlıklar üzerine oturan evrende insanı tek merkezde toplamayı hedefleyen  felsefi düşünceye “inanç” adı vermekteyiz.

saygı ve sevgilerimle

Deniz,13.12.2003

X

 

 

EY HOCA

 

(Y.Nuri Öztürk, Süleyman Ateş,

Bayraktar Bayraklı ve diğer Diyanet takımı…)

Ey hoca Tanrı bir, şirkimiz yoktur

Şeytan gizleyecek kürkümüz yoktur

Cehennem narından korkumuz yoktur

Biz ateş-i aşka yananlardanız

 

Mürşit meydanında mahşer kurulur

Bacı kardeş bi araya derilir

Hayrımız şerrimiz burada sorulur

Her hesabı burada verenlerdeniz

 

Parayı put edip tapan değiliz

Hakikat yolundan sapan değiliz

Havlayıp insan kapan değiliz

İnsanız, insanı sevenlerdeniz

 

El tin-i ve el zeytin ayetine bak

O belde-i emin ademdir mutlak

Suret-i ahsenle halkeyledi hak

Biz hakkı ademde bulanlardanız

 

Meluliyim kıblem kamil insandır

Kamil insan kalbi beyt-i rahmandır

Secde etmeyenler şeksiz şeytandır

Ona lanet eden erenlerdeniz.

Meluli. s. 174

10.12.2003

+

Cennette huriler varmis kara gözlü
Şarabinda oradaymis en güzeli
Desene biz coktan cennetlik olmusuz
Bak bir yanda sarap bir yanda sevgili.

+

 

Gokte bir okuz varmis, adi da Pervin,

Bir okuz de altindaymis yerin.

Siz tepismesine bakin,

Aradaki su eseklerin.

+

Ben olmayinca bu guller, bu selviler yok,

Sabahlar, aksamlar, sevincler, tasalar yok.

Ben oldukca var bu dunya,

Ben yok, o da yok.

+

Sarap, sen benim gunum, gunesimsin

Seninle oyle bir dolsun ki icim

Bir tanidik gorunce beni sokakta

Oooo… Merhaba sarap… Nereye boyle desin?

+

Şarap mimaridir yikik gonullerin

Suzulmustur cani o guzel uzumlerin

Kim demistir ser diye bu hayirli suya?

Siz o serden bana bir kac kadeh daha verin

+
Bir elde kadeh, bir elde Kuran

Bir helaldir isimiz, bir haram

Su yarim yamalak dunyada

Ne tam kafiriz, ne tam musluman

+
Cok ictim mi aklim azalir

Icmedim mi nesem dagilir

Ne sarhos ne ayik bir hal var ya

En iyisi o anda yasamaktir

Ömer Hayyam’dan

Çetiner Çalış’tan

X

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ben yine sana hayırlı günler dileyerek başlamak istiyorum ; edepli olmama sevinmişsin sağol ben edepi sevmenden dolayı sevindim.

Öncelikle şunu söylemek istiyorum söylediklerinden çok birşey anladığımı sanmıyorum gerçekten senin gibi anlatan ikinci bir şahıs görmedim.

İlk sorumda demiştim ki sana sen de vermişsin cevabını bana kısaca. Anladığıma göre diyorsun ki bu evren deki herşeyi biz adlandırmışız kavramları bizler oluşturmuşuz.Tanrı da bir kavram olduğuna göre diyorsun Tanri kavramını da biz yaratmışız öyle değil mi?

Ben ama Tan rıyı kim oluşturmuş diye sormadım bizleri kim oluşturmuş evren ilk canlılar nasıl oluşmuşlar diye sordum.Yani ilk insan nasıl meydana gelmiş herhalde onun kendi kendini yaptığına ihtimal vermiyorsundur öyle değil mi?Yoksa evrim sonucu mu oluşmuştur ilk insan ha ne dersin?Ben bu soruma yanıt almak istiyorum.Ayrıca dincileri yürüttüğü tahminin yanlışlığı nerede sen sadece onlar hakkında bilgi vermişsin ama bu yargılarını çürütecek birşey söyleyememişsin.

İkinci soruma gelince anladığıma göre diyorsun ki ahiret kelimesinin türkçe karşılığı gelecek zamandır.Böylece yaptığımız şeyleri cezasını çekecekesk ileriki zaman lar da ömrümüzün ilerleyen zamanlarında çekeceğiz öyle mi (Ben böyle anladım)

Peki ömrümüzün ilerleyen zamanlarında bize bu cezayı verecek olan kimdir? Veyahutta bizi ödüllendirecek olan kimdir?Lütfen bu sorumun cevabını da merak ediyorum.

Ayrıca örnek olarak vermiş olduğun kişilerin bana göre zaten islami yaşamla ilgileri bence çok az kalplerini yaşamlarını bilmediğim için böyle diyorum yoksa onlar hakkında çok daha fazla şeyler söylerdim…Bana göre İslama çok büyük zararları dokunuyor temsil noktasında bence sıfıra yakınlar.

Ayrıca bu arada cevaplarını verirken Kur’an’a dayandırmışsın ben bildiğim kadarıyla sen Kur’an’a innamıyorsun beşer kelamı diyorsun öyleyse ona niçin istinbat edip onun hükümleriyle cevap vermeye çalışıyorsun.Lütfen bu sorularıma da cevaplar istiyor ve sana hoşçakal diyorum ayrıca edep mevzuu zaten bizim İslami prenisplerimiz içerisinde böyledir sana diken uzatana sen güller uzatacaksın ayrıca bu zamanda medenilere galebe ikna iledir.Herşey konuşarak hallolunabilir.

Seygiyle sesnlikle kal, 17.12.2003

X

Mahir Kardaşım,

İletini aldım. Yanıt vereceğim. Ancak www.hayribalta.net.cjb adresindeki sitemin ındex sayfasını bu gün güncelledim. Oraya bir bakarsanız size verdiğim yanıtı, Yunus Emre’nin şiirlerini ve benim  Tanrı Beddua Eder mi başlıklı yazımı göreceksiniz.

Şimdi kal sağlıcakla, saygı, sevgi sana.

Av. Hayri Balta, 17.12.2003

 

TANRI FIKIR DEĞIŞTIRIR MI?

 

Evrenin yazgısını belirleyen, geçmişi geleceği bilen, dilediği dışında hiçbir şey olmayan Tanrı fikir değiştirir mi? Kutsal kitapları incelediğimiz zaman Tanrı’nın sı sık fikir değiştirdiğini görüyoruz… Tanrı’nın sık fikir değiştirmesini onun Tanrısal niteliği ile nasıl bağdaştırabiliriz?

Örneğin Tanrı; Muhammet’ten 620 yıl önce gelen Peygamberi İsa’ya şöyle vahyediyor:

  1. ‘Göze göz, dişe diş’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin. Size karşı davacı olup gömleğinizi almak isteyene ceketinizi de verin. Sizinle bir adım gitmek isteyenle bin adım gidin. Sizden bir şey dileyene verin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin.” (İncil. Matta. 39-42)
  2. ‘Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanınızı sevin, size zulmedenler için dua edin… Eğer yalnız sizi sevenleri serseniz, ne ödülünüz olur?” (İncil. Matta. 44-46)

Dikkat edilirse yukarıda verilen örneklerde altı çizili ayetler Tanrı tarafından Musa Peygambere vahyedilmiş ayetler olup Tevrat’ta geçer. İsa’dan önce gelen Musa’ya ‘Göze göz, dişe diş’ deme yanında  Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin’ diyen Tanrı; bu sözleri söyledikten sonraki Peygamberi İsa’ya  “Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin” ve “Düşmanınızı sevin, size zulmedenler için dua edin…” diyor…

İşin en ilginçi İsa’dan 620 yıl sonra gelen bir başka Peygamberine de, bir kez daha fikrini değiştirerek:

  1. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (K. 2/193; 8/39)
  2. “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah  bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)
  3. “Kitap verilenlerden, Allah’a ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram saydığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29) diyor.

İslam söylemine göre bizim için bin yıl olan zaman Tanrı’ya göre bir gün gibidir. Görüldüğü gibi Tanrı, kendi zaman ölçüsüne göre, bir-iki gün içinde  üç kere fikir değiştiriyor. Musa’ya “Göze göz, dişe diş” ve “Düşmanından nefret edeceksin” dedikten sonra Isa peygamberine: “Kötüye karşı direnmeyin. düşmanınızı sevin”  diyor ve arkasından Muhammed peygamberine: “Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın.  puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün ve cizye verene kadar onlarla savaşın” diyor.

Peygamberlerin ağzına  bakarsak Tanrı, ağzından çıkanı kulağı duymayan, bir dediği birbirini tutmayan tutarsız bir varlık gibi görünüyor.

Biliyorum, Allahlarına peygamberlerine toz kondurmamak için bin dereden bin kova getirmekte çok usta olan din savunucuları düşünmeden hemen “Efendim, gerek Tevrat ve gerekse İncil tahrifata uğradığı için Kuran’a ters düşmektedir!” diyeceklerdir.

Bir kere eğer Tevrat’taki “düşmanından nefret edeceksin” sözlerini değiştirip yerine  “Kötüye karşı direnmeyin, size zulmedenler için dua edin, düşmanınızı sevin” diye değiştirmişlerse Tanrı’ya yakışır biz iş yapmışlardır. Çünkü Tanrı kendi yarattığı insanları birbirine öldürtmez.Tanrı’nın yüceliğine barış, kardeşlik, ve sevgi yakışır.

Hadi Müslümanların tahrifat savını kabul edelim. Ama Kuran’da bile Tanrı’nın fikir değiştirdiğini görürüz:

  1. “Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir… K. 2/272″
  2. “Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın? K. 10/99″

Peygamberine böyle diyen Tanrı nasıl olur da aynı kitabında böylesine güzel ve barışçı sözlerinden vazgeçerek “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın.” (K. 2/193; 8/39)  ve de   “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün” (K. 9/5) der.

Hala aklınızı kullanmayacak mısınız? Hala Tanrı’ya tutarsızlığı yakıştıracak mısınız. Böyle yapmakta direnirseniz  Tanrı’dan uzak düşersiniz.

Bilin ki Peygamberlerin getirdiği dinler Tanrı’dan değildir. Kendilerinden, kendi dünya görüşlerindendir. Bunun içindir ki çoğu zaman din mensuplarına Musevi, İsevi, Muhammed’i denmiştir. Doğrusu da budur.

Nasıl ki Mustafa Kemali sevip arkasına düşüncelere Atatürkçü, Mark’sı sevip arkasına düşenlere Marksist  deniyorsa; Musa’nın arkasına düşenlere Musevi, İsa’nın arkasına düşenlere İsevi, Muhammed’in arkasına düşenlere de Muhammed’i denmiştir ve doğrusu da doğrudur…

Tanrı’nın dininde insanların birbirlerini öldürmesi yoktur; sevmesi vardır. Çünkü o Rabbi lalemindir. Gelin Peygamberlerin arkasına düşerek Tanrı’yı sık sık fikir değiştiren bir varlık yerine koymaktan vaz geçin. Tanrı’ya saygısızlık etmeyin…

Tanrı’yı, kendi dünya görüşünü kabul ettirmek için birbirine öldürtenlerin elinden kurtaralım. Tanrı olarak: Aklı, bilgiyi, erdemi, sağduyuyu, vicdanı doğruluğu, dürüstlüğü, güzelliği, sevgiyi kabul edelim. Çünkü yüce olan bu duygu ve düşüncelerdir. Bu kavramlar yüce olduğu için Tanrı kavramı ile ifade edilir. Gelin yüce kavramların arkasına düşelim. Din adına birbirimize düşmanlık beslemeyelim.  Öldükten sonra gideceğimiz, hesap vereceğimiz bir yer yok. Bu nedenle bu dünyamızı cennet edelim. Daha ben sizlere ne diyeyim? H.B. 10.3.2003

+

 

 

 

 

 

 

 

Hayri Bey merhaba,

Tanrı fikir değiştirir mi? başlıklı yazınıza çok teşekkürler. Kaleminize yüreğinize sağlık. Sanal ortamda da olsa tanıştığım ve sitenizi keşfettiğim için sevinçliyim.

Selamlar saygılar.

Rahmi Yıldırım, 12.12.2003

X

—– Original Message —–

From: Deniz Baymar

Sn Hayri Balta Bey,

yazınız çok anlamlı ve doğru tespitler içermekte.

Ben bir noktaya takıldım, bu yazınızın anlatımına bakarsak, Musa ve Muhammet kitaplarında inanlarına olumsuz, kötü diyeceğimiz düşünceleri empoze ediyor. İsa’da ise farklı bir durum görüyoruz.

Yazınızdan Muhammediler tarafından tahrif edildiği söylenen İncilin gerçek tanrı kitabı olduğu çıkarımı yaptım. Bu durumda Tanrı size göre Incilde mi gerçek Tanrı tanımına ulaşıyor?

Eger yanlış anladıysam lütfen düzeltin.

Saygı ve sevgiler

Deniz Baymar, 12.12.2003

+

Merhaba Deniz Hanım,

Sorunuz Hayri Bey’e ama, korkarım yanlış anladınız. Zira İsa da kendinden öncesini yok saymamakta ve kabul etmektedir. Zira ben bozmaya değil; düzeltmeye, düzenlemeye geldim demektedir.

Eğer yanlış bilmiyorsam İncil, “eski ahit” ve “yeni ahit” olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Eski ahit İsa’dan önceki öğretiyi, yeni ahit İsa’dan sonraki öğretiyi kapsamaktadır. Anılan tanrı aynı tanrıdır. Sadece dönem, dönem fikir ve felsefesini değiştirmektedir. O nedenle Hayri Bey’in düşündüğünüz biçimde bir olguyu dolaylı veya dolaysız olarak ileri sürdüğünü-süreceğini sanmıyorum. Anladığım kadarıyla siz, Hayri Bey’in ütopik tanrı kavramında (akıl, bilgi, erdem sağduyu, vicdan, doğruluk, sevgi vs) yer alan düşünce biçimini, İsa öğretisi ile yakınlaştırdınız.

Hayri Bey yazısında, dinlerin tanrı ile ilgisi bulunmadığını, peygamberlerin kendi düşünceleri olduğunu da açıkça belirtmiştir.

Ben yazının mantığında düşündüğünüz biçimde bir yargı görmedim. Umarım ben de yanılmamışımdır.

Saygı ve Sevgilerimle,

Timur, 12.12.2003

X

Sayın Deniz Baymar,

Önce saygı, sevgi sundum. Sorunuzu yerinde bir soru olarak buldum.

Yazımdan şu anlamı çıkarmışsınız ki tamamen haklısınız. İsa’yı bir yana diğerlerini bir yana koymalısınız.

Diyorsunuz ki “İsa’da ise farklı bir durum görüyoruz.” Evet, yansız bir gözle bütün peygamberleri incelersek İsa’da değişik bir üslup görüyoruz. Eğer İsa peygamberse, diğerleri; diğerleri Peygamberse İsa peygamber değil diyebilmeliyiz.

İsa da diğerleri gibi bir insandır. Ama İsa “Baba bende ben de babadayım!” (İncil. Yuhanna. 14/8) deyen bir insandır. “Eline kılıç alan kılıçla ölür!” diyerek; öldürmektense,  ölümü yeğleyen bir insandır. Kaldı ki Hıristiyanlar İsa’yı peygamber olarak değil de Tanrı olarak adlandırır, tanır.

Her ne kadar Timur arkadaşın dediği gibi İsa “Zira ben bozmaya değil; düzeltmeye, düzenlemeye geldim demişse” de “Benden önce gelenlerin hepsi hırsız ve haydutturlar” (İncil. Yuhanna. 108) da demiştir.

Gelelim “İncilin gerçek tanrı kitabı olduğu çıkarımı yaptım.” demene.  İnsan dışında bir Tanrı yoktur ki o Tanrı peygamber göndere, kitap indire.

Peygamber adı verilen kişilerin bütün söyledikleri kendi sözleridir. Ancak din edebiyat ve felsefesinde bu sözlere “Tanrı sözü” denerek yüceltilir.

Ezoterik (Batınî, gizli…) din ilmine göre bu söylemlerin özel ve simgesel bir anlamı vardır. Ezoterik bilgi yoksunu dinciler yukarda bir Tanrı var da bu kutsal kitaplar onun sözleri sanır.

Oysa insanın dışında ne maddi ne manevi bir varlık vardır. Var sandıklarının hepsi insanın kendi sanısıdır. Tanrı da, şeytan da, cennet de, cehennem, ahret de insanın olduğu yerde vardır.

Asıl can alıcı sorunuz şu: “Bu durumda Tanrı size göre Incilde mi gerçek Tanrı tanımına ulaşıyor?” sorusu.

İncil’de şöyle bir söz vardır. “Tanrı sevgidir. Sevgi de yaşayan Tanrı’da yaşar. Tanrı da onda yaşar!” (İncil. Yuhanna’nın 1. Mektubu. 4/15)

İşte din anlayışının gizemi bu sözdedir. Bu söz şöyle demektir. Sevgi bir kavramdır. Sevginin karşıtı nefret de bir kavramdır. Ama sevgi kavramı yücedir. Yüce olduğu için, nefret yerine sevgi yeğlenmelidir. Nefret kavramı ise, sevginin zıddı oldu için, yani sevgiye göre kötü olduğu için, yeğlenmemelidir. Demek istiyor ki insanoğlu kimseye düşmanlık ve kin beslememelidir…

Artık şifreyi çözebiliriz. Yüce olan bütün kavramları yüce olduğu için Tanrı olarak nitelendirebiliriz. Yüce olan kavramların zıddı olanları da yüce olmadığı için kötü olarak nitelendirebiliriz.

Gerçeği söylemek gerekirse bu tür anlamlar Kuran’da da vardır. Ne var ki kendi dışında bir Tanrı ile aklını  bozanlar   kutsal kitapların olumlu yönlerine değil hep olumsuz yönlerine sarılmaktadır. Kutsal kitabında “Kâfire ölüm!” diyor diye gidip İstanbul’u bombalamaktadır.

Unutmalım ki Tanrı da, Peygamber denilen insanlar da, kutsal kitaplar da hep insan için. Şurasını önemle vurgulayayım ki insanlar Tanrı için, din için, iman için değildir. Ama ne yazık ki insanlar Tanrı için, din için, iman için ölüp öldürmektedir. Böylece cenneti satın aldığını sanmaktadır.

Bilmem sorularına yanıt verdim mi?

Şimdi kal sağlıcakla, saygı, sevgi sana.

Av. Hayri Balta, 13.12.2003

X

Bravo sayın Hayri bey. Mükemmel bir mantık yürütme örneği.

Tebriklerimi sunuyorum efendim. Sağlıklar diliyorum size.

En içten sevgi ve saygılarımla,

Çetiner, 13.12.20003

X

Hayri Balta sana hayırlı günler diliyorum Sana birkaç soru sormak istiyorum.

Sana göre bu kainat insanlar hayvanlar ağaçlar vb. gibi canlılar nasıl oluştu bunu açıklar mısın?

Bir de ahiretin varlığına inanıyormu sun? İnanıyorsan veya inanmıyorsan niye?

Cevap yazarsan sevinirim…

Mahir, 12.12.2003

X

Sayın Mahir,

İletini aldım. Çarşamba gününe değin doluyum. Sorularının yanıtını ancak çarşambadan sonra verebilirim. Ama bu ara zaman bulursam yanıtımı çabuklaştırırım.

Saygılarımla,

H.B.12.12.2003

X

Sayın Mahir,

Önce saygı, sevgi, edepli söylemin için sevdim seni.

İki soru sormuşsun bana. Yanıt veriyorum iki soruna:

İki sorundan ilki: “Bu evren nasıl görüntüye geldi”

İkincisi: “Ahretin varlığına inanıyor musun? İnanıyorsan niye, inanmıyorsan niye?” değil mi?

Bütün ruhçular (dincilerin hepsi) Evren’e bakmışlar, merak etmişler.  Şöyle bir tahmin yürütmüşler…Şu kulübeyi yapan biri olduğuna göre; muhakkak bu Evren’i (Dünyayı, ayı, güneşi, yıldızları…) de yaratan biri var demişler? Görülüyor ki soruyu soran da, yanıtlayan da kendileri… “Bakın! İşte aradığınız Tanrı benim diyen biri yok ki!”

İnsandır Tanrı kavramını yaratan. Tanrı da bir kavramdır inan…

Tanrı: Madde olarak yoktur, mana olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, simgesel olarak vardır. Kişi (zat) olarak yoktur nitelik (sıfat: esma-i hüsna dedikleri…) olarak vardır.

Demek ki var deyen de insan, yok deyen de insan… Bunun dışındaki söylemler bilgisizliktendir, korkudandır, umuttandır… Dahası çok büyük bir aldanma, kocaman bir yalandır…

Ahretin varlığına gelince; bu da bir kavramdır, çok  ince.

Ahretin Türkçe’si “Gelecek zaman” demektir. Yarın, bu güne göre ahrettir.

İnsan; olumlu ya da olumsuz bir iş yaparken muhakkak düşünür. “Acaba bu davranışım nasıl karşılanır?” diye içinden geçirir.

Bütün ruhçular (dinciler demek istiyorum…) kutsal kitaplarında bir ahretin varlığından söz ederler ve de insanın ahretle öldükten sonra karşılaşacağını ileri sürerler…

Oysa öldükten sonra gideceğimiz, hesap vereceğimiz bir yer yoktur. Çünkü Tanrı: “Ölüler için  değil diriler  içindir.” (İncil. Matta. 22/32, Markos. 12/27, Luka. 20/38)

Ölü-diri kavramları dinlerin temel taşıdır. İnsan, tapınmalarla (ibadetlerle) değil;  kötülüklere öldükten Tanrı’ya kavuşur.

Bu konularda bilgi sahibi olmak istiyorsan Kutsal kitapları bir  karıştır ve de Kuran’daki şu ayetleri araştır:

“Kuran ölülere değil dirilere gönderilmiştir.” (K. 26/70)

“Onlar ölüdürler.” (K. 16/21) dedikten sonra İslam Peygamberi kendi kendine: “Sen ölülere duyuramazsın!2 (K. 27/80, 30/52, 35/22) demiştir.

Bütün ruhçular, Tanrı’dan söz ederler ama Tanrı’yı bilmezler. Hepsi de sanal bir Tanrı’nın, sanal bir ahretin peşine düşerler. Olmaz edepsizliği yaparlar sonra da “Allah büyüktür, nasıl olsa bizi affeder!” derler.

Bunların başında da tanınmış ilahiyatçılar gelir. Ör. Bunlardan üçü Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz, Bayraktar Bayraklı gibilerdir.

Biliyorum, şimdi Mahir kardaşım benden örnek ister. Bu konuda sana iki örnek yeter. Eğer Y. N. Ö.’ün  Tanrı bilgisi (Burada Tanrı, sorumluluk duygusunun simgesidir…) olsaydı, Tanrı’dan korksaydı, bir milletvekili olarak TBMM’ye devamsızlık edenlerin başında gelmezdi. Y. N. Öztürk Meclisin en devamsız milletvekillerinden birisi… Bunun aldığı aylık haram değil mi?

Aynı şekilde Zekeriya Beyaz’ın da Tanrı bilgisi olsaydı, ahreti bilseydi; uçakla gidip geldiği biletlerin parasını hem Vakıf’tan hem de Üniversiteden tahsil eder miydi?..

Tanrı’dan korksaydı; şu soruyu kendi kendine sormaz mıydı?: “Bir kere verdiğim uçak biletlerinin parasını iki yerden nasıl alırım?  Farkına varırlarsa, benden hesap sorarlarsa, zorda kalırım!” demez miydi?

Bu işi yaparken içindeki uyaran duygu (Cebrail, Ruhul Kudüs, iyiliğe yönelten duygu:Tanrı) kendisini uyarmıştır. Ama şeytan (Kötülüğe sürükleyen duygu…) üstün gelerek  “Al al, fırsat bu fırsat! Kim farkına varacak!” diye kendisini aldatmıştır.

Şeytan (İçindeki kötülüğe sürükleyen duygu ve düşünce…)  kendisini köçek gibi oynatmıştır. Bu nedenle hakkında İstanbul Kadıköy adliyesinde dava açılmıştır.

Öldükten sonra kendisinden hesap sorulacağını; kim nasıl nerden bilecektir? Kaldı ki kendi anlayışına göre “Allah büyüktür, günahını affedecektir!”

Mahir kardaşım, Tanrı’ya da inanırım, ahrete de inanırım. Dünyanın En Allahçı, en dindar insanlarından biri sayılırım.

Şimdi ben sanal Allah delilerine bunları nasıl anlatırım? Onların bu Allah saplantılarına baktıkça şaşar kalırım.

Aklı başında bir insan görmediği Tanrı’ya inanır mı? Kafir diye bir başka insanın canına kıyar mı?

Bilmem Mahir kardaşım, sorularına yanıt verdim mi? Sen hiç böyle yanıt veren birini gördün mü?

Şimdi kal sağlıcakla, saygı sevgi yeniden sana…

Av. Hayri Balta, 12.12.2003

X

iyi günler

Sayın Baymar adresiniz bende gözükmediği için genel atmak zorunda kaldım öbekle ilgisi olmadığını düşündüğümden diğer arkadaşlardan özür dilerim.

Tevrat, müjdeci (İncil) ve kuran isimli kitapları okumuş ve incelemiş biri olarak şunları söyleyebilirim.

1.İncili okuduğunuzda tanrının seslenişinden ziyade bir insanin diğer bir insana  seslenişini hissedersiniz

  1. incilin ilk 4 bolumu olan matta Markos Yuhanna ve Luka da dakika bir gol bir ilk ayetlerde İsa yalvacın soyundan bahsedilirken 4 bolumun bası da birbiri ile çelişkilidir. Bunun gibi kendi içindeki çelişkiler listesi yüzün üzerinde. hatta bir arkadaşım bunları kitap haline getirmişti
  2. İncil hadis (söz) kitaplarından hiçbir farkı yoktur. diğer bölümleri korintlilere mektup, filedefiyalilara (Akşehir) mektup, Selaniklilere mektup diye ana fikri sahte elcilere karsı uyarı içeren metinlerle dolu.
  3. diğer taraftan tevratta bazı uçuk görünen özellikle heizekel bölümünün ilk 10 ayeti kuranda 45:1 ve yanılmıyorsam 2:90 da (metni hatırladığım kadarı ile tanrının ve meleklerin kendilerine bulutların arasından gelmelerini mi bekliyorlar) teyid ediliyor. ama tevratin sonlarında Musa peygamberin defin işlemleri anlatılır.
  4. Kuranda suhul el Musa (musanin sayfaları)- suhuf el ibrahiyme,  geçer ama suhuf el İsa gedmez. Hatta bir surede söyle geçer onlar kavimlerine döndüler ve dediler ki musadan sonra indirilen en güzel kuranı işittik. (el kuran = okunan)
  5. kuranda bir söz olarak muştulanan İsa yalvacın kendisinin kelimetullah (Allahin sözü) olması ihtimali söz konusu
  6. Eski ahitle ilgili kendi tespitlerim: tanrı bunamış galiba. baksana önce birbirinize düşman edeceğim diyor sonrada insanlara suç atıp akliniz fikriniz
    kötülükte diyor. sonra da pişman oluyor.

yar.3:15 vah.12:17 Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu Birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, Sen onun topuğuna saldıracaksın.

yar.6:5 mat.24:37; Luka.17:26; 1pe.3:20 RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte.

yar.6:6 İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı.

yar.6:7 «Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım» dedi, «Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.»

yar.6:8 Ama Nuh RAB’bin gözünde lütuf buldu. Deniz hayvanlarını tanrı unutmuş. tabi solungaçlarla soluk alınmıyorsa..

yar.7:17 Tufan kırk gün sürdü. Çoğalan sular gemiyi yerden yukarı kaldırdı. yar.7:18 Sular yükseldi, çoğaldıkça çoğaldı; gemi suyun üzerinde
yüzmeye başladı.

yar.7:19 Sular öyle yükseldi ki, yeryüzündeki bütün yüksek dağlar su altında kaldı.

yar.7:20 Yükselen sular dağları on beş arşınn16 aştı.

yar.7:21 yar.7:22 Yeryüzünde yaşayan bütün canlılar yok oldu; kuşlar,
evcil ve yabanıl hayvanlar, sürüngenler, insanlar, soluk alan bütün canlılar öldü.

yar.7:23 RAB insanlardan evcil hayvanlara, sürüngenlerden kuşlara dek bütün canlıları yok etti, yeryüzündeki her şey silinip gitti. Yalnız Nuh’la gemidekiler kaldı.

yar.7:24 Sular yüz elli gün boyunca yeryüzünü kapladı. gelecekte tanrı ingilizceyide bozacak olmalı

yar.11:5 RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi.

yar.11:6 «Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar» dedi,

yar.11:7 «Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki,
birbirlerini anlamasınlar.»

yar.11:8 Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.

yar.11:9 Bu nedenle kente Babils21  adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört
bucağına dağıtmıştı. buda ilginç 90 yasındaki saradan etkilenen bir
erkek.

yar.17:17 İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, «Yüz
yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?» dedi, «Doksan yaşındaki
Sara doğurabilir mi?»

yar.17:18 Sonra Tanrı’ya, «Keşke İsmail’i mirasçım
kabul etseydin!» dedi.

yar.20:1 İbrahim Mamre’den Negev’e göçerek Kadeş ve Sur
kentlerinin arasına yerleşti. Sonra geçici bir süre Gerar’da kaldı.

yar.20:2 yar.12:13; yar.26:7 Karısı Sara için, «Bu kadın kız kardeşimdir» dedi. Bunun üzerine Gerar Kralı Avimelek adam gönderip Sara’yı getirtti.

yar.20:3 Ama Tanrı gece düşünde Avimelek’e görünerek, «Bu kadını aldığın için öleceksin» dedi, «Çünkü o evli bir kadın.»

yar.20:4 Avimelek henüz Sara’ya dokunmamıştı. «Ya RAB» dedi, «Suçsuz bir ulusu mu yok edeceksin?

yar.20:5 İbrahim’in kendisi bana, `Bu kadın kız kardeşimdir’ demedi mi? Kadın da İbrahim için, `O kardeşimdir’ dedi. Ben temiz vicdanla, suçsuz ellerimle yaptım bunu.» burada da zemzem (turkcesi kana kana gibi bir anlam
içeriyor) çıktı galiba

yar.21:8 Çocuk büyüdü. Sütten kesildiği gün İbrahim büyük bir şölen
verdi.

yar.21:9 gal.4:29-30 Ne var ki Sara, Mısırlı Hacer’in İbrahim’den olma oğlu İsmail’in alay ettiğini görünce,

yar.21:10 İbrahim’e, «Bu cariyeyle oğlunu kov» dedi, «Bu cariyenin oğlu, oğlum Ishak’ın mirasına ortak olmasın.»

yar.21:11 Bu İbrahim’i çok üzdü, çünkü İsmail de öz oğluydu.

yar.21:12 rom.9:7; ibr.11:18 Ancak Tanrı İbrahim’e, «Oğlunla cariyen için üzülme» dedi, «Sara ne derse, onu yap. Çünkü senin soyun Ishak’la sürecektir.

yar.21:13 Cariyenin oğlundan da bir ulus yaratacağım, çünkü o da senin soyun.»

yar.21:14 İbrahim sabah erkenden kalktı, biraz yiyecek, bir tulum da
su hazırlayıp Hacer’in omuzuna attı, çocuğunu da verip onu gönderdi. Hacer Beer-Şeva Çölü’ne gitti, orada bir süre dolaştı.

yar.21:15 Tulumdaki su tükenince, oğlunu bir çalının altına bıraktı.

yar.21:16 Yaklaşık bir ok atımı uzaklaşıp, «Oğlumun ölümünü görmeyeyim» diyerek onun karşısına oturup hıçkıra hıçkıra ağladı.

yar.21:17 Tanrı çocuğun sesini duydu. Tanrı’nın meleği göklerden
Hacer’e, «Nen var, Hacer?» diye seslendi, «Korkma! Çünkü Tanrı çocuğun
sesini duydu.

yar.21:18 Kalk, oğlunu kaldır, elini tut. Onu büyük bir ulus yapacağım.»

yar.21:19 Sonra Tanrı Hacer’in gözlerini açtı, Hacer bir kuyu
gördü. Gidip tulumunu doldurdu, oğluna içirdi.

yar.21:20 Çocuk büyürken Tanrı onunlaydı. Çocuk çölde yaşadı ve okçu oldu.

yar.21:21 Paran Çölü’nde yaşarken annesi ona Mısırlı bir kadın aldı.

  1. Küçük, 13.12.2003

X

Sayın Hayri Balta ; size ve beni aydınlatan diğer dostlara teşekkür ediyorum. Hayrı Bey, hatalı mı algılıyorum bilemem ama açıklamalarınızdan  öz olarak Yunus Emre’nin “Bir ben var benden içerü” cümlesinin açılımı gibi anlıyorum . Tanrıyı dışarıda, bilinmezde değil kendi içimizde aramamız gerekmekte.

İçinde bulunduğumuz evren zıtlıklar üzerine kurulmuş. Kutsal kitaplarda sözü edilen iyi ve kötü çatışması ile ödül ve cezalandırma kavramları zaten bu evrende ve insan benliğinde mevcut. Tanrı diye adlandırdığımız kutsal varlığı /yaratıcıyı da insan zihni yarattıysa, bu zıtlıklardan Tanrıyı arındırmamış. Kutsal kitaplarda ortaya çıkan Tanrı sözleri de peygamber olarak kabul görmüş felsefecilerin sözleri. Bir birinin ardılı olan kutsal kitapları belki de “Tanrı Ekolü” diye tanımlamak daha doğru olur.

İlk ikisi ve sonuncu sayılan Kuran’da Tanrıyı daha çok intikam ağırlıklı görmekteyiz. İsa’nın yaklaşımı sizin de belirttiğiniz gibi pozitif bir temele dayanmakta, insani yönler gizlenmemekte. Tanrı’yı “sevgi” olarak tanımlaması da bunun kanıtı.

Tanrı Incilde de kıskanç ve bencil bir karakter gösterse de kendisi ile mücadeleye girip yarattığı insandaki günahı temizlemek adına bir girişimde bulunuyor ve oğlunu bu günahı temizlemekle görevlendiriyor. Aslında bunun altında da bencilce bir amacın olduğunu görüyoruz. İnsanı günahından arındırıp onu sonsuza kadar kendisine bir kere daha minnettar bırakıyor, daha da bağımlı hale getiriyor. İsa’nın sözlerini aktardığı Tanrı, İnsanın hayatında kendisinden başka hiç bir duygu ve varlığa geçiş hakı atımayarak kendisini merkeze oturtmakta. Öyle ki insanın kendi yaşamı üzerindeki karar hakkına elkoymakta, “ben yönetirim seni” demekte. Diğer kitaplarda ise insanlara, Tanrı adına birbirine müdahale edebilme yetkisi verilmekte.

Dört kitapta tartışmasız tek ortak nokta ve  ödül olarak vaad edilen “Tanrının lütfuna erişmek, onunla bütünleşmek”. Bu nihai amaç ve sonuç oluyor.  Bu amaca giden yollar kitaplarda farklılık arzetse bile belirgin olarak insanın yaşamı boyunca ruhsal ve bedensel acı çekmesi koşulu var. Vaad edilen ödüle ulaşmak için getirilmiş bu şart İsa’da ortaya çıkan “sevgi” kavramının içini de boşaltmakta. Bence, Isa sevgi ve affediciliği öne çıkartmış gibi görünse de insanın ilk kendisini sevmekle ve affetmekle işe başlamasını göz ardı ediyor. Sonuç olarak Tanrı, kutsal kitaplardaki tanımlarında insan doğasıyla aynılığından kurtulamamakta.

Bütün bunları üst-üste koyduğumuzda, zıtlıklar üzerine oturan evrende insanı tek merkezde toplamayı hedefleyen  felsefi düşünceye “inanç” adı vermekteyiz.

saygı ve sevgilerimle

Deniz,13.12.2003

X

 

 

EY HOCA

 

(Y.Nuri Öztürk, Süleyman Ateş,

Bayraktar Bayraklı ve diğer Diyanet takımı…)

Ey hoca Tanrı bir, şirkimiz yoktur

Şeytan gizleyecek kürkümüz yoktur

Cehennem narından korkumuz yoktur

Biz ateş-i aşka yananlardanız

 

Mürşit meydanında mahşer kurulur

Bacı kardeş bi araya derilir

Hayrımız şerrimiz burada sorulur

Her hesabı burada verenlerdeniz

 

Parayı put edip tapan değiliz

Hakikat yolundan sapan değiliz

Havlayıp insan kapan değiliz

İnsanız, insanı sevenlerdeniz

 

El tin-i ve el zeytin ayetine bak

O belde-i emin ademdir mutlak

Suret-i ahsenle halkeyledi hak

Biz hakkı ademde bulanlardanız

 

Meluliyim kıblem kamil insandır

Kamil insan kalbi beyt-i rahmandır

Secde etmeyenler şeksiz şeytandır

Ona lanet eden erenlerdeniz.

Meluli. s. 174

10.12.2003

+

Cennette huriler varmis kara gözlü
Şarabinda oradaymis en güzeli
Desene biz coktan cennetlik olmusuz
Bak bir yanda sarap bir yanda sevgili.

+

 

Gokte bir okuz varmis, adi da Pervin,

Bir okuz de altindaymis yerin.

Siz tepismesine bakin,

Aradaki su eseklerin.

+

Ben olmayinca bu guller, bu selviler yok,

Sabahlar, aksamlar, sevincler, tasalar yok.

Ben oldukca var bu dunya,

Ben yok, o da yok.

+

Sarap, sen benim gunum, gunesimsin

Seninle oyle bir dolsun ki icim

Bir tanidik gorunce beni sokakta

Oooo… Merhaba sarap… Nereye boyle desin?

+

Şarap mimaridir yikik gonullerin

Suzulmustur cani o guzel uzumlerin

Kim demistir ser diye bu hayirli suya?

Siz o serden bana bir kac kadeh daha verin

+
Bir elde kadeh, bir elde Kuran

Bir helaldir isimiz, bir haram

Su yarim yamalak dunyada

Ne tam kafiriz, ne tam musluman

+
Cok ictim mi aklim azalir

Icmedim mi nesem dagilir

Ne sarhos ne ayik bir hal var ya

En iyisi o anda yasamaktir

Ömer Hayyam’dan

Çetiner Çalış’tan

X

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ben yine sana hayırlı günler dileyerek başlamak istiyorum ; edepli olmama sevinmişsin sağol ben edepi sevmenden dolayı sevindim.

Öncelikle şunu söylemek istiyorum söylediklerinden çok birşey anladığımı sanmıyorum gerçekten senin gibi anlatan ikinci bir şahıs görmedim.

İlk sorumda demiştim ki sana sen de vermişsin cevabını bana kısaca. Anladığıma göre diyorsun ki bu evren deki herşeyi biz adlandırmışız kavramları bizler oluşturmuşuz.Tanrı da bir kavram olduğuna göre diyorsun Tanri kavramını da biz yaratmışız öyle değil mi?

Ben ama Tan rıyı kim oluşturmuş diye sormadım bizleri kim oluşturmuş evren ilk canlılar nasıl oluşmuşlar diye sordum.Yani ilk insan nasıl meydana gelmiş herhalde onun kendi kendini yaptığına ihtimal vermiyorsundur öyle değil mi?Yoksa evrim sonucu mu oluşmuştur ilk insan ha ne dersin?Ben bu soruma yanıt almak istiyorum.Ayrıca dincileri yürüttüğü tahminin yanlışlığı nerede sen sadece onlar hakkında bilgi vermişsin ama bu yargılarını çürütecek birşey söyleyememişsin.

İkinci soruma gelince anladığıma göre diyorsun ki ahiret kelimesinin türkçe karşılığı gelecek zamandır.Böylece yaptığımız şeyleri cezasını çekecekesk ileriki zaman lar da ömrümüzün ilerleyen zamanlarında çekeceğiz öyle mi (Ben böyle anladım)

Peki ömrümüzün ilerleyen zamanlarında bize bu cezayı verecek olan kimdir? Veyahutta bizi ödüllendirecek olan kimdir?Lütfen bu sorumun cevabını da merak ediyorum.

Ayrıca örnek olarak vermiş olduğun kişilerin bana göre zaten islami yaşamla ilgileri bence çok az kalplerini yaşamlarını bilmediğim için böyle diyorum yoksa onlar hakkında çok daha fazla şeyler söylerdim…Bana göre İslama çok büyük zararları dokunuyor temsil noktasında bence sıfıra yakınlar.

Ayrıca bu arada cevaplarını verirken Kur’an’a dayandırmışsın ben bildiğim kadarıyla sen Kur’an’a innamıyorsun beşer kelamı diyorsun öyleyse ona niçin istinbat edip onun hükümleriyle cevap vermeye çalışıyorsun.Lütfen bu sorularıma da cevaplar istiyor ve sana hoşçakal diyorum ayrıca edep mevzuu zaten bizim İslami prenisplerimiz içerisinde böyledir sana diken uzatana sen güller uzatacaksın ayrıca bu zamanda medenilere galebe ikna iledir.Herşey konuşarak hallolunabilir.

Seygiyle sesnlikle kal, 17.12.2003

X

Mahir Kardaşım,

İletini aldım. Yanıt vereceğim. Ancak www.hayribalta.net.cjb adresindeki sitemin ındex sayfasını bu gün güncelledim. Oraya bir bakarsanız size verdiğim yanıtı, Yunus Emre’nin şiirlerini ve benim  Tanrı Beddua Eder mi başlıklı yazımı göreceksiniz.

Şimdi kal sağlıcakla, saygı, sevgi sana.

Av. Hayri Balta, 17.12.2003