KIRIK CAM

KIRIK CAM

 

Vitrinde görmüş, gözlerini o bir çift sandaletten kendini alamamıştı. Parmak arasıdan bileğine kadar gelen incecik kayışında rengarenk cam boncuklar vardı. İndirimdeydi, almalıydı, bir an önce deneyip kendi ayaklarında görmek istiyordu.

 

Her akşam ve her sabah hiç şaşmadan köpeğimle ihtiyacı için sokağa çıkarız. İhtiyaçlarının yanında sosyalleşmesi için de en az on, en fazla kırk dakika zorunlu olan süreyi biz belirleyerek dışarıda zaman geçiririz. O sokağın ve çimlerin keyfine varıp, çalı diplerinde kendisine bırakılan bir mesaj var mı diye her noktayı koklayıp, her yeri işaretlerken, mahallemizde bulunan ağaçların gölgesinde parkın tadını çıkartmak da bana kalır.

 

Akşamları fazlasıyla sesiz olan mahallemizin sokaklarında, üç beş kedi-köpek, gelen giden arabalar, evine henüz gelen birkaç kişi… Yaz kış demeden, her akşam o sokakta görmesem diğerinde mutlaka gördüğüm, herkeslerin çöp diye attığı, artırdığı fazlalıkları toplayanlar…

 

Genci, yaşlısı… Dikkatimi çekenlerin arasında başında örtüsü, altında şalvarı, ayağında naylon terliği, üzerinde elbisesi hiç değişmeyen, kışları kalın hırkasıyla yağan karın ve yağmurun altında eklenen giysisiyle yüzünde ifade olmayan kadını hep görürüm.

 

Bir gün parkın bir köşesinde market poşetlerine konup kiminin sapları bağlanan, kimisi gelişi güzel atılan çöp poşetlerini karıştırırken köpeğimin o civarda gezmesiyle, gecenin karanlığında “kolay gelsin teyze” dememle, konuşmamızın başlamasına vesile olmuştum. “Sağ ol kızım, sağ ol…” diyerek yanıtlamıştı.

 

Arkadaşım beğendiği sandaleti almak için benim fikrimi sormuştu.”Sen bilirsin, biraz pahalı değil mi?” diye yanıtlamıştım.

 

Asıl fiyatı 350, şu an için 275’e inmiş, ne diyorsun sen…” diyerek cevaplamıştı beni. Başını omuzlarına gömüp, gözlerini kocaman açıp hayret ve beğenisi daha iyi ifade etmişti…

 

Almak için karar vermişti, benim niye onayımı alıyordu, anlam verememiştim.Altı üstü bir ince taban, incecik bir kayış, birkaç renkli boncuk ile süslenmişti.275’e bana kalsa değmeyecek bir fiyattı. Karakışta giyilecek bir çizme olsa hadi neyse diyebilirdim!

 

Dizlerini kırmadan belinden yere doğru eğilmiş, çöpleri karıştırıyordu.”Zor değil mi?” diye sormuştum.

 

“Zor olmaz mı kızım, zor olmaz mı?..” diye yanıtlamıştı. “Alıştık artık, sağ elini göstererek, elimi bir cam parçası kesti, çöpleri karıştırırken. Davul gibi şişti, kocaman oldu, mikrop kapmış.Uzun bir süre bir işi yapamadım.Eldiven takayım diyorum, onunla da olmuyor.Neyse şimdi biraz geçti de, çıkıyorum bu işe. Sıkılırım kızım, sıkılırım, alışmışız bir kere… Benim adam da bu işi yapar, ailecek bu işten geçiniriz.” demişti.

 

Kocası ile bazı akşamlar birlikte çıkarlardı, görürdüm.Kara bir teni, zayıf bedeni, tüten sigarası eksik olmazdı ağzından.

 

Kaç yaşında olduğunu sormuştum.55 yaşında olduğunu söylemişti. İnanamadım. Benim ablamdan üç yaş büyüktü, ama neredeyse yetmiş yaşında bir kadın görünümündeydi.Yokluğun, sefaletin, çilenin, insanı nasıl çökerttiğinin canlı kanıtıydı.

 

“Çocuğunuz var mı?” diye sordum. “Var; iki oğlum, bir kızım var.” Gelinleri, torunları da sayınca ev hali olduğundan da kalabalık bir nüfusa sahipti.

 

“Peki teyzem; sen neden yaparsın bu işi hala, onlar sana bakamıyorlar mı?” diye sordum. “Bakarlar, bakarlar da alışmışımız bir kere…”

 

“Allaha şükür bir evimiz var, işte şurada!” deyip dere kenarındaki gecekondulardan birini işaret etti. “Şükür başımızı sokacak bir evimiz var, iyi kötü. Oğlumun biri hasta, belinden ameliyat oldu, iyileşmedi bir türlü, kalkamadı ayağa…” demişti. “Kız desen, o da öyle!” deyip konuşmasına çöpten bulduğu plastik, cam, kâğıt gibi işine yarayan malzemeleri el arabasına atmış, belini geriye doğru gerip, bir kolunun üzeriyle alnının terini silip, bozulan başörtüsünü şöyle bir düzeltip ellerini beline dayayıp soluklanmıştı. O çileli yüzü al al yanıyordu, sokak lambasının cılız ışığında.

 

Bir an yanında, kaldırımın kenarında oturmuş, onun seviyesine ulaşmak için yanına çömeldiğim teyzemin hayat mücadelesi için çektiği çilenin tümünü yüzünde hissetmiştim.

 

Her mahallede, her şeyden haberi olan “mahallenin muhtarı” diye adlandırdığımız birileri vardır. Ne tesadüftür ki bizim mahallenin muhtarı da benim karşı binamın en alt katında oturan Adem usta idi. Bahçeye ektiğim çiçeklerin yabani otlarını temizlerken, günün ortasında her zamanki görüntüsü ile belirivermişti teyzem.

 

Adem usta onu görünce gidip bir sorayım demişti. Kağıtçısından, hurdacısından, seyyar satıcısından herkesi tanırdı. Şaşırmamıştım. Hemen dönmüş, “yazık ya… diyerek üzüntüsünü seslendirmişti.

 

“Ne oldu?” diye merakımı bildirmiştim.

“Bunun bir kızı vardı.”

“Evet, söylemişti” dedim, bildiğimin şaşkınlığını bir anda yüzünde hissettim.

“Ne olmuş, ölmüş mü yoksa?” dedim.

“Yok yok, onun da küçük bir kızı vardı, kayıpmış!” dedi.

“Kız çocuğumu kaybolmuş?” dedim.

“Yok hayır, anne ile kız kayıpmış, iki gündür de haber yokmuş”

“Ne oldu ki acaba, kaçmışlar mı, kaçırılmışlar mı?” diye sordum.

“Kaçmış, biriyle tanışmış, onunla kaçmış, bari bir haber verseydi, nereye gittiği hakkında”… diyerek üzüntüsünü belirtmişti.

“Adam tinerciymiş hem de” diyerek ilave etmişti bu acıklı yaşamın daha da açıklı hale dönüşen gidişatına.

 

Bilmediğimiz ne yaşamlar vardı, aynı havayı soluduğumuz… Ne çileler çekiliyordu ki, daha da çile dolu bir hayatı bilinmezliğiyle tercih edip savrulmuştu bilinmezlikte…

 

Ne çok gereksiz alışveriş yapıyorduk, ihtiyacımız olmayan pahalı bir şeyi sırf beğendim, bu da benim zevkim olsun diye rahatlıkla satın alıp, belki kullanıyor, belki kullanmıyorduk.Ama alıyorduk işte.Çevremizde yaşanan yokluktan, açlıktan, zorluktan haberimiz yoktu.Arkadaşıma ne diyebilirdim ki, almak istiyordu, belki bir belki iki kez giyecekti, her kıyafetin altına giyilecek bir çift ayakkabısı mutlaka vardı.Öyle bir iki ayakkabım olsun, her kıyafetime uysun gibi bir düşüncesi yoktu. Onu alacaktı, belki bir de ona uyan çanta; yine cam boncukları olan, yeşil, mavi, pembe, kırmızı, sarı…

 

Kiminin üzerlerinde rengârenk cam boncukları olan sandaletler süsleyecekken ayaklarını, kiminin çöpten topladığını ekmek parasına dönüştürmek için topladığı cam şişeler ellerini kesecek, iş göremez duruma düşecekti.

 

YENER BALTA, 9 HAZİRAN 2010

 

+

Yener Hanım,

Çok, çok güzel bir öykü olmuş.

Anlatım, okuyucunun

Tam can evinden vurmuş…

Kutlarım…

HB.

 

+

YENER,

KIRIK CAMI OKUDUM. TEKRAR TEKRAR OKUDUM…

GÖRÜP DE GÖRMEDİĞİMİZ,

YOK SAYDIĞIMIZ İNSANLARIN YAŞAMINI

ÇOK GÜZEL ANLATMIŞSIN.

TEBRİKLER…

O.O.

 

+

Öykü çok güzel olmuş.

Değişik olmuş bu sefer.

Eline sağlık,

Gerçekten daha etkileyici…

Ve alıyoruz sürekli alalım para harcayalım.

Manyağiz yani…

Ama hep mutsuz…

G.Z.

 

+

“Kiminin üzerlerinde rengârenk cam boncukları olan sandaletler süsleyecekken ayaklarını, kiminin çöpten topladığını ekmek parasına dönüştürmek için topladığı cam şişeler ellerini kesecek, iş göremez duruma düşecekti. ”

 

Hepsi kadar gerçekten çok çok güzel bir öykü olmuş…

Ellerinize, yüreğinize sağlık…

B.Ö