ÇALI ÇIRPIDA BİR YUMURTA
ÇALI ÇIRPIDA BİR YUMURTA
BİR DE BAKTIK Kİ YOK ORTADA
“Alma o yumurtayı ordan, lütfen anne. ‘Yumurtayı yuvasından alanın
yuvası dağılır’ diyen sen değil miydin? Lütfen anne söz ver bana, ben
gidince de alma olur mu?” desem de o an için engellemiş oluyorum
annemi.
Ama anlamamış; yine almış yuvasından yumurtayı, her bahar olduğu gibi.
“Her bahar kiraya mı vereceğim onlara ben balkonu mu?” diyor kızarak
annem. Birkaç gün çıkmasa balkonuna; pislikleri, çok konan gübrenin
bitkiye zarar vermesi gibi zarar veriyor balkona ve de tüm çevreye,
kokusuyla, pireleriyle, görüntüleriyle…
Daha önce birkaç yumurtayı almamıştı; yumurtadan çıkarak büyümelerine
izin vermişti… “Kaç kuş büyüttük yeter diyor” haklı olarak. Bütün yaz
çıkmamış neredeyse evden dışarı hiç. “Yaşlandık diyor artık, dışarıyla
tek bağlantım balkonum.”
Yaş ilerlediği için zorunlu haller dışında çıkmıyor pek dışarı.
Sıkılıyor koca evde yalnız. Her bahar olduğu gibi hava almak balkona
çıkıp hava alamıyor, sıcak havalarda balkona çıkamıyor…
Kendisi de analık duygusunu çok iyi biliyor, dört çocuk büyütmüş kolay
mı? Bir de torunları ekledin mi buna sayısı yok yuvadan uçup giden
yavrularının, kendi yuvalarını kurmak için…
Ana yüreği dayanmıyor, geliyor ana kuş, bakınıyor çalı çırpısına. Uçup
uçup giderek, sonra geri dönerek, tek tek her dalını taşıyıp, derleyip
çattığı çalı çırpı yuvasını göremiyor. O küçük beyaz yumurtasını
ısıtarak süresi gelince çıkaracaktı kabuğundan.
Kırılmış yumurtadan çıkan sapsarı ince tüylerin arasından görünen
pembe derisini gizlemeye çalışacak tüm gövdesiyle yavrusunun, daha bir
kabartarak kendisini, ana sıcaklığıyla. Gidecek, yine ucup gelecek,
yavrusunun kursağına bırakacağı yemini arayıp bularak.
Nice çözümler arıyor annem, ip geriyor balık ağı misali, gazete
kağıtları düğümlüyor iplerin üzerinden. Korkuluk dikmeyi düşünüyor bir
ara. “Çocuk kıyafetlerinin içini doldurup, bir de baş yaparım” diyor.
“Hasır şapkanı da geçirdim mi tepesine bak bakalım gelecekler mi bir
daha” diyor. Sonra kendi söylediğini kendisi çürütüyor, “bu kuşlara
bir haller olmuş, bizi bile dinlemiyorlar ki, biz varken bile
geliyorlar yüzsüzce balkona” diyor. Hala şivesini değiştiremediği
Gaziantep diliyle.
“Bunların alayı hırsız ne koysam yiyorlar” diyordu. Tüm ailenin her
bayramda bir arada olacağı, bayram arifesinde koli ile aldığı
yumurtaları yer olmadığından balkona koyduğu gazete kağıdı ile
paketlenmiş paketi parçalayıp, gagaları ile kırıp yedikleri kaç
yumurtayı heba etmişti o kuşlar. Bayram ikramı diye tek tek özenle
sardığı yaprak sarmalarının üzerindeki streci parçalayıp yemişlerdi
hep. Memleketten getirttiği nice ceviz ve fıstığını saçalamışlardı
kurusun diye serdiği balkonuna.
Apartmanın en üst katında olan dairelerinin yatak odasını
havalandırmak için açtığı penceresinden içeri girmişti güvercin bir
keresinde. Annem bir yandan, babam bir yandan pencereden dışarı
çıkması için kovalasalar da güvercini, can havliyle çıkmaya çalıştığı
odadan kanadını zedelemiş olmalıydı ki bir türlü havalanamıyordu.
Annem ve babam hayvanı ürkütmemek için bir gün süreyle pencere açık,
odanın kapısı kapalı tutarak güvercin çıkar elbet diye beklemişlerdi.
Sonunda yıllardır oturdukları evin kuş sorununa balkon ve
pencerelerinin kapatılması ile çözümü bulmuşlardı. Balkonun çevresini
son zamanlara da pek rağbet gören camla kaplatıp, pencerelere de tel
taktırarak kendilerini meşgul eden kuş konusunu da kıt kanaat
geçindikleri emekli aylıklarının bir kısmını kuşlar için ayırarak
kapatmışlardı. YENER BALTA, 3 Kasım 2006