% 99.9 YÜZDE DOKSAN DOKUZ NOKTA DOKUZ…

% 99.9

YÜZDE DOKSAN DOKUZ NOKTA DOKUZ…

 

Yaşa bağlı göz bozukluğu başlamış bile…

Sadece bilgisayarla çalışırken taktığım gözlüğün numarası ilerlemiş, bunun yanında bir de yakın gözlüğüm olmuştu.

Annemin ve babamın da gözlükleri için ara sıra uğradığım tanıdık gözlükçüye gitmiştim. Her zaman karşıladığı gibi, sıcak bir karşılama ile buyur etti beni dükkânına. Halimi hatırımı sorduktan sonra, gözlük reçetemi ona uzatmıştım.

Hemen hemen aynı yaşlardaydık. O da başının üzerinde taşıdığı yakın gözlüğünü burnunun üzerine indirmiş, bana yazılan reçeteyi okurken, kendi durumunu göstererek gülümsemişti.

“Yakın ve uzak numaralar aynı gözlükte yapılabiliyormuş, ne dersiniz?” diye sordum. “Bana kalırsa önermem” dedi. “Açı olarak dar bir alanı görürsünüz, göz yerine baş hareket eder baktığınız yana, pek kullanışlı olmaz. Her ikisini ayrı çerçevelerde yapalım. Hem fiyatı da yüksek, kullanamazsanız masrafa yazık…” diyerek kendinden çok müşteriyi düşünür, dürüst bir esnaflık sergileyerek konuşmuştu. İşi bilen o olduğu için onun kararının daha doğru olacağını düşündüm.

Önceki gözlüğümü sürekli kullanacağım numara için düşünmüştü. Devletin ödediği 45 TL.’lik olan kısmı da, en ucuzundan bir çerçeve beğenip, yakın gözlüğün camlarını da ona takacaktı. Dürbün gibi bir aleti gözüme, diğer ucunu da kendi gözüne dayamış;

“Gözlerinizin odak noktasını alacağım” demişti.

Birkaç kişinin ancak ayakta durabileceği genişlikte dükkânına bir müşterisi daha gelmişti. O kişiyi de olabildiğince sıcak karşılamış, gözlüklerinin küçük bir işlemi kaldığından biraz bekleteceğini söylemişti.

Efendim, Kızılay yine kızıl kıyamet… Yine eylem yapıyorlarmış, öğrenciler YÖK’ ü protesto ediyorlarmış. Sıcak bir yandan, ses bir yandan, kalabalık deseniz öyle, eylemcilerden çok polis var ortada…” diye sohbetine başlamıştı yeni giren müşteri…

“Bir de elimde şu ağır mı ağır…” Ayağının yanında yere bıraktığı kedili köpekli naylon poşeti göstererek… “Bizim kızın, köpeğinin maması. İnanır mısınız? Tam tamına  50 TL. ödedim. 3 Kg.’lık poşete. Şimdi sizden gözlüğümü teslim alacağım, vereceğim ücret bundan ucuz…” diye söyleyip duraksadı.

Tezgaha bitişik sandalyede, arkam hafif kapıya dönük otururken, konuşan müşteriye dönerek; “Değmez mi?” diye söze karıştım. “Benim de köpeğim var, harika yaratıklar” dedim. “Bir de gezdirmesi olmasa, sabahın köründe” diye devam ettim.

Gözlükler unutulmuş, sohbet gözlüklerin yerini almıştı.

“Sabahın körü dediniz de, bizim oğlan… Kreşe gidiyor, annemiz de çalıştığı için, evden ilk o çıkıyor. Servise yetişebilmesi için, sabahın altısında kalkmazsak olmuyor. Onu hazırlamak, zaten tüm zamanımızı alıyor. Kalksa bile bir bardak sütü içirene kadar bir çaba, tuvalet için bir sürü zaman, henüz kendi temizliğini yapamadığı için “bittiii” sesi ile koşuyoruz yanına…”

“Kaç yaşında oldu sizin oğlan?” diye sordu müşteri.

“Tam dört yaşında, bir sorular soruyor bazen şaşırıp kalıyorum. Geçen gün sorduğu soru karşısında dondum kaldım! Ne sorsa beğenirsiniz!..

“Baba, uçaklar ne ile çalışır” diye sormuştu. “Dört yaşında bir çocuk bu soruyu nasıl sorar diye ilkin şaşırmış, ikincisi hiç bir zaman düşünmediğim uçağın yakıtının ne olduğuydu?”

“Sizler biliyor musunuz?” deyip bize sormuştu… Bize yanıt hakkını vermeden cevabı açıkladı, meğer hidrojenle çalışırmış uçaklar…” deyip sorulan soruyu yanıtlamış, şaşkınlığını hala yaşıyordu.

Hatta geçen gün “Baba Allah var mı?” diye sormuştu. Buyrun bakalım!..

“Hidrojen cevabı bu soruya göre çok kolay kalmıştı. Şimdi, dört yaşındaki bir çocuğa bu sorunun cevabını nasıl verecektim. Kendi doğrularıma, kendi bildiklerime, kendi inancıma göre mi verecektim, yoksa çevrenin kendisini kabul edeceği şekilde mi verecektim, bilemiyordum.”

Diğer müşteri söze karışmış,

“Olur mu efendim herkesin bildiği genel geçerli bir doğruyken, çoğunluğun bildiği doğrudan ayrılıp, kendi doğrularınla çocuğa cevap verdiğinde, yüzde doksan dokuzun fikri o iken, azınlıkta kalıp kendi doğrularını verdiğinde…

Sözü gözlükçü devralmış,

“Dışlanacak, kabul görmeyecek… diye devam ederken,

Söze ben katılmıştım,

“Yüzde doksan dokuz nokta dokuzun dışında olan babamın açıklamasından, çok memnunum…” deyip, ayaklanmıştım.

İyi günler dileyip, iki gün sonra uğrayacağım gözlükçüden çıkarken, aynı fikirde olmanın mutluluğu hepimizin yüzünde tebessüme dönüşmüştü.

Yener BALTA, 14 ARALIK 2010

+

Sevgili Yener,

Öykün çok güzel,

Ne desen değer…

 

Önümüzdeki hafta için yazın var,

Ama bilirim ki,

Yener,

Yazısı bitmeden yenisini yazar…

 

Şimdi kal sağlıcakla,

Sevgiler sana…

 

Av. Eren Bilge, 15.12.2010