BABAMIN KİTAPLARI

BABAMIN KİTAPLARI

 

Hep yazıyorum ya hani; Yenimahalle’deki evimizi… Bende fazlasıyla

izleri  olan… Neyse ki ben üniversiteden

mezun olduktan sonra taşındık oradan… Ama anıları kaldı bende,

hafızamdan silemeyeceğim kadar!..

 

Şu an bile gözümde öyle net canlandırabiliyorum ki; misafir odamız,

oturma odamız ve yatak odası olan o küçücük odamızı… O odanın

kapısının tam karşısında bizimle birlikte Antep’den göçen koltuk…

İşte o koltuk, babamın evdeyken oturduğu koltuk, evimizdeki tek

koltuk!..

 

Annem, “o misillim ceviz koltuk takımı, senin kitapların yüzünden

kamyona  sığmadı” der dururdu sık sık babama… Üzülürdüm!.. Annemin

kazancı ile aldığı koltuklarının orada kaldığına, onun üzülmesine…

Bir kadın için ne kadar önemlidir evinin eşyası, hele ki koltuk

takımı, şu yaşımda daha da iyi anlayabiliyorum annemi…

 

Bir o kadar da babamın kitapları!..Babam için çok çok önemli olan.

“Fare gibi her gün bir bir taşırdı kitap!” derdi annem. Hep kızardı

babama çok kitap aldığı için… Gururlanırdım, özenirdim babamın

kitaplarına… Önce kitaplar demiş babam, evimizin eşyaları

kamyona yüklenirken. Sanki batmakta olan gemiden önce yaşlılar ve çocukların

kurtarılacağı gibi…

 

İlkokulda derslerime babam yardımcı olurdu. Evdeki öğretmenimdi. Hangi

ders olursa olsun babama sormam yeterliydi. Hemen cevap verir, uzun

uzun anlatır, öğretirdi. Yetmedi, kütüpane kadar geniş olan

kitaplığında dersimle ilgili kitabı daha yeni yerine bırakmış gibi

bulur, sayfasını açar, “işte bak buradan yararlanabilirsin” diye bana

uzatırdı. Bütün mahalle çocukları ödevleri ile ilgili konu için

neredeyse bize gelir, babamın kitaplığından yararlanırlardı.

 

Şimdi aklıma geldi, yazmadan geçemeyeceğim. Şu an için kaçıncı sınıfta

olduğumu hatırlamıyorum. Her sabah radyoda verilen haberden en az

beşini yazıp, ilk derste okunması için yazar okula götürürdük. O

zamanlar ne o haberi okuyanın hızına yetişebilir, ne de o hızı not

edebilirdim. Babam sanki kendi dersiymiş gibi benim için not ederdi.

Edemese bile bana sonrasında yazar, ya da yazdırırdı. Babamın el

yazısını okuyana aşkolsun! Ne doktor yazısı gibi… Benim bildiğim

harflerin dışında bambaşka bir alfabeydi sanki. Bu her sabah kahvaltı

masasında gerginlik yaratan bir konu muydu şu an hatırlayamıyorum. Ama

babam temize çekebilmem için, benim okuyabileceğim şekilde tane tane

yazmaya çalıştığıda olurdu. Bana göre yine kendi alfbasiyle… Annem

geçmişe dönük anılarında “baban o yazısı için az çalışmadı, gece

gündüz, yazar yazar dururdu” derdi.

 

Babamın ayrı bir çalışma odası, annemin ayrı dikiş odası yoktu. Yatak

odası adı altında ikisinin de uğraşları için buluştukları yerdi. Üç

duvarına kitaplar dizilmiş, o da yetmemiş karton kutulara konup

yatakların altına itilmişti. Kitaplıklar sanki o odanın duvarı

olmuştu. Herşey onların önüne konmuştu… Yatak, çalışma masası, dikiş

makinesi…

 

Batıkent’e taşınırken bazıların istemeyerek de gözden çıkarıp

çuvallara doldurup Zafer Çarşısı’nda eski kitapları satan bir

arkadaşına vermiş, bir kısım dergi ve kitaplarını da depoya kutulayıp

koymuştuk. Yeni evimizde babamın artık bir çalışma odası olacaktı.

Kitaplarının bir kısımın odasına, kalanını da koridordaki kitaplığa

yerleştirmiştik. Kitaplığındaki kitaplar karışmış; yazarları, konuları

derken bozulmuş, düzenlemesi hayli zaman almıştı.

 

Babam, sağlığından dolayı severek yaptığı avukatlık mesleğini bırakıp, iş yerini eve taşıması gerekti. Orada ki kitaplar da eve gelince, ev hıncahınç kitap doldu. Her odada bulunan  dolaplara, yeni alınan kitaplıklara yerleştirdi. Ev tamamıyla kütüphane gibi olmuştu.

 

 

Gerektiğinde tekrar bakabilmek için, birilerine

okuması için verdiğinde asla unutmadığı, bazısında

altlarını çizerek, bazısında notlar alarak, bazısında da yazılarına

alıntılar yaparak okuduğu kitaplar babamın en değerli hazinesi…

 

Babamın kitapları, en çok din ve felsefe, roman, öykü, deneme,

araştırma, hatta hatta müzik, bilgisayar konularını ve daha fazlası

bulunan geniş bir kitaplık, kütüphane ayarında…

 

Son zamanlarda babamla birlikte kitapçılara, yılda birkez açılan kitap

fuarına gittiğimizde üçer beşer alarak döndüğümüz çok olmuştur.

Adresine gelen, ya da kendisinin sipariş ettiği dergileri de ödünç

alıp belirlediğim süre sonrasında kendise vermişimdir. Keşke iş

yaşantısı zamanımın bu kadarını kapsamasa da daha fazla kitap

okuyabilsek… Bu da kendimi kandırmak olsa gerek! Babam değil kitap

okumaya zaman ayırmak, durakta, otobüste, yatakta, hatta hatta

yürürken kitap okur, kitap okumayı zamana uydururdu.

 

Şu an en güzel olan; bu kadar birikimin, bu kadar emeğin, yıllarca

aldığı notların, yazılarının bir bir kitaba dönüşmesi. Kendi

kitaplığında kendi kitaplarının basıtırılıp o en değerli hazinede

yerlerini alması… Babamın her kitabını birlikte hazırlayıp mesleğim

gereği başından sonuna hatta teslimatına kadar ilgilenmek bir o kadar

da gurur verici benim içinde… Sayısı 10’u bulmuş, belki de basılmaya

yüzlercesi hazır olan dosyalarını yavaş yavaş baskıya hazırlıyor…

 

Bilgisayar yeni yeni çıkıp evlere girdiğinde, babamın da isteğiyle

kendisine bir bilgisayar aldık. Yılların daktilo tecrübesiyle, sadece

klavyeyi kulanmamın yeterli gelmediğini bildiğinden, bilgisayar

kursuna gitti. Bu da yetmeyip kendine ait internet sayfasını

kendisinin hazırlayıp, yeni bilgiler girebilmek için web tasarım

kursuna gitmekten hiç çekinmedi.

 

Basılı kitaplarının yanında sanal ortamda e-kitap bölümü oluşturarak

internet ortamında da basılı basısız kitaplarını yayınlayarak,

okumadan bu kadar uzak, ürkek, korkak, sıkılgan insan kitlesine kendi

ulaşsa da o kadar azınlıkta olan okuyan çevresiyle bilgi alışverişini

sürdürmekte şu an…

 

Yener Balta, 3 MAYIS 2013