1 MAYIS SABAHI
1 MAYIS SABAHI
Saat çalmadan, yoldan geçen arabaların sesi kulağıma gelmeden, Tarçı’ın ıslak burnunun elime dokunuşuyla uyandım. Üzülüyorum, ona fazla ilgi gösteremiyorum. Hatalıyım!..
İşe gitmek için saat henüz erken, sokaktaki sesizliğin nedeni bugün 1 Mayıs… Bütün iş yerleri tatil, niyeyse biz değiliz!
En çok gelincikler açacak diye heyecanlıyım bu Mayıs ayında da… Fotoğraflarını çekeceğim… Mayıs ayı; kirazı ve aşkı hatırlatır bana! “Ben her bahar aşık olurum” diye de boşuna dememişler…
Ortalık o kadar sesiz ki kimseler yok sokakta…
Sonradan takmaya başladığım Tarçın’ın tasmasını takmadan çıkıyoruz dışarı… Son zamanlardaki yaşadığımız tereddütü bu seferde yaşıyoruz. Tarçın büyük parka yöneliyor, benim uyarımla küçük parka koşuşturuyor. Hava güzel, yüzümü yıkamak yetmiyor, derin derin havayı soluyorum içime…
Her zaman geçerken baktığım evin önündeki kanalizasyon ızgarasına, kendine orayı mesken edinmiş koca fareyi bu sefer göremiyorum… Bazen kedi ve köpekler için konan yiyeceklerden beslenirken görüyorum. Bazen de ızgaranın üzerinde dururken… Sevimli buluyorum şimdiye kadar iğrendiğim bu canlıyı.
Park sessiz, bizim küçük parkımız!.. Çalılıklar boy atmış, Tarçın’dan başka köpek var mı diye bakınıyorum. Görmekte zorlanıyorum. Bir kedi çalılıkların dibine kıvrılmışken, çokça güvercin parkta kuru ekmeklerden besleniyor. Bu parkta başka köpeğin olmadığının habercisi.
Hızlı hızlı yürüyüş yapan adam, parktaki spor aletlerinde bir sağa bir sola uzun eteğiyle kendini savuran yaşlı teyzeden başka kimse yokken, park dışında sağlı sollu bir yerlere giden insanlar…
Bir iki tur ardından parkın bekçisinin henüz gelmemiş olmasından yararlanarak kulübenin olduğu köşeyi de ziyaret ediyoruz. Köpeklerin en çok koku bıraktıkları nokta burası, nedense!.. Tabelaların, bekçinin inadına orada görüyorlar ihtiyaçlarını…
Az ileride, yer betonu ile çimlerin birleştiği yerde pararel yatan bir adam görüyorum. Birkaç tur yürüyen adamda şaşkınlık hissetmiyorum. Aynı şaşkınlığı ben de yaşamıyorum. Zira bu semtte bu parklarda o kadar çok rastlamaktayım ki bu görüntüye, telaşlanıp yanına bile gitmeye gerek duymuyorum. Esrarkeş, ayyaş, serseri, şarhoş…
Yerde yatan adam, gömleği, üzerinde kazağı, altında pantolonu, kolları göğüsünde toplu yatıyor. Belli ki sokakta yaşayanlardan değil… Arkasından geçerken hafifçe eğilip yüzüne, bedenine bakıyorum. Derinden bir horlama sesi duyunca biraz rahatlıyorum. Nede olsa yerde yatan bir insan ve duygular harekete geçiyor…
Evde, yatakta görmeye alıştığımız bu durumu sokakta, koca şehrin bir yerinde görünce garipsiyorum. İnsanın yattığı yer yatağıdır ne de olsa… Birden aklıma bir kadını bu şekilde parkta sabahladığını göremeyeceğim geliyor… Zira kadın!..
Parkın diğer köşesinde gezinirken, yoldan geçen kadın ve parkta yürüyüş yapan adam, ortak kararla sanırım polisi arıyorlar. Takipteyim!..
Öbek öbek minik sineklerin havada uçuşmalarına dikkat etmem gerekiyor. Betonun üzerinde, bankların önünde serçeler dün akşam yenip yerlere atılan çekirdek kabuklarından kendilerine yem ararlarken, yeni yeni hareketlenen karıncalara basmamaya çalışıyorum.
Yine parkın diğer köşesine, yerde yatan adamın yanına doğru yönelirken, yürüyüş yapan adamla birkaç kez karşılaşmış olsak da günaydınlaşmamış olmanın umursamazlığıyla, yerde yatan adam için konuşmaya başlıyoruz.
“Tanıyor musunuz? Daha önce hiç görmüş müydünüz?” diye sordu.
“Hayır, tanımam… Daha önce görmedim, bu görüntülere çok şahit oldum. Belli ki akşamdan kalmış, biraz önce horluyordu. Sızmış belli ki” dedim.
“Yazık! Biz bize düşeni yapalım da… Polise haber verdik.” diye yazıklanarak konuşmasını bitirdi.
Kısa bir süre sonra polis arabası parkın kenarına yanaştı, iki polis arabadan indi, biri bir bana baktı, bir de yerde yatan adama… Hızlıca yanına gelip, telsizin arkası ile yerde yatan adamın omuzuna dokundu, birkaç kez iteledi.
“Günaydın, günaydın hadi bakalım kalk artık…” dedi alaysı bir sesle…
Bir iki itelemeden sonra adam parkta yattığından habersiz, rahat yatağından uyanırcasına, önce oturdu, ayağa kalkarken düzelmekte zorlandı. Uyanır uyanmaz konuşmaya başladı, mesele ne ise henüz kafasında bitmemiş olsa gerekti. Uzun uzun anlattı, polisler hiç birşey demeden dinledi. Cebinden sigarasını çıkarıp ağzına bir tane sıkıştırdı, çalan telefonuna uzunca baktı, sonra konuşmadan kapadı.
Ağacın gövdesine gizlenerek ara ara uzaktan bakıyordum. Polisler adamı ayağa kaldırdıktan bir süre sonra arabaya binip gittiler. Daha fazla orada kalmadan Tarçın için gerekli süreyi doldurmuşken eve doğru yöneldim.
Televizyonu evden çıkmadan açmış, her sabah olduğu gibi haberleri dinlerken İstanbul’dan canlı yayında, 1 Mayıs kutlamaları için tüm toplu taşıma araçlarının bugün hizmet vermediğini, kutlamalara işçilerin katılmalarını engellemek için her türlü önlemlerin alındığını… diye devam ediyordu. Bir gün önce duyduğum haberde, görevlendirilenlere ek olarak 5 bin polisin daha İstanbul’a, İstanbul Valiliği tarafından istendiği söylenmişti.
Televizyonda, sendika görevlisi olan kişi 1 Mayıs 1977 yılında ölen 34 kişinin anısına yine Taksim Meydanı’nda tüm engellemelere nazaran eylem ve kutlamalarını yapacağını söylerken, 1976 yılında babamın bizi Ankara’dan İstanbul’a tüm zorluklara rağmen ailece, eyleme katılmak için götürdüğü aklıma geldi.
O yıl ben 11 yaşındaydım. Aklımda kalan; babamın benim elimden sıkı sıkı tutuşu, sıcak havanın ve susuzluğun ne kadar dayanılmaz olduğu, kalabalıkta yürüyememenin verdiği zorlukla süründüğüm ve çok söylendiğimdi…
YENER BALTA, 1 MAYIS 2013
+
Yener,
Çok güzel olmuş. Adı kulağına değmiş öykücüler bu kadar güzel bir anlatımda bulunamaz…
Kutluyorum, seninle gurur duyuyorum…
Hayri Balta, 1 Mayıs 2013