NELER YAŞANIYOR?

NELER YAŞANIYOR?

Gecenin o sessizliğinde, sokak lambalarının aydınlattığı caddenin loş karanlığında, kaldırım kenarındaki ağacın altında bulunan hareket dikkatimi çekmişti. Bu bir kadındı. Bu saatte bu kadar ıssız bir caddede yaya trafiğinin hiç olmayacağı bir yerde bu kadının işi neydi? Siyah mini etek, ince askılı bir bluz, üzerinde eyreti durduğu topuklu ayakkabıları, yerinde duramayan kaba bir vücut. İri, uzun, koca cüsse kadından çok kaba yapısıyla erkeği andırıyordu. Başının üzerinde her kadının ipeksi yumuşaklığından yoksun yapay bir saç yığını vardı. Belli ki peruktu. Bu bir erkekti.

Gördüğüm bu görüntü, gecenin bu saatinde pek de garipsemediğim bir durumdu. Bizlerde bu tür işten para kazanan insanların belli bir saat sonrasında mekânlarının sokak olduğunu pek tabi biliyorduk. Garipsediğim tek şey yaşam alanına çok yakın bir yer olmasıydı.

Bedeni ile para kazanmamın bin bir türü vardı. Kendi zevki için burada bulunduğunu hiç sanmıyordum. Eğer öyle olsaydı, burada bu saatte işi olmayacaktı. Hiç bir zaman yargılamadım, yargılamayacağım da. İçinden gelen bir ruh halini yargılamak bana, ya da onu hissedenin dışında kimselere düşmez diye düşünüyorum. Kendi erkek bedeninde, karşı cins olan kadın ruhunu yaşamak… Ne garip, ne anlaşılmaz, ne karmaşık…

Ağına düşecek yemini gözleyen örümcek gibi ağacın altında pusuya yatmış bekliyordu. Ne tesadüftür ki, bir anlık geçtiğim yerden önümde seyreden arabanın aniden durması daha da dikkatimi çekmişti. Alabildiğine eski arabanın kendisi kadar, 06 ÇAL 06 özel plakasıyla da dikkati çekiyordu.

Kendinden emin, biraz ürkek kıvrılarak kaldırımın kenarına yanaşıp, yol kenarında durup, camını aralayan müşteri ile merhabalaşmıştı. Katı yapay saçlarını geriye doğru atmaya çalışsa da bir teli bile kımıldamıyor, kaskatı duruyordu başında. Sanki bir simitçinin tablasını başında taşır havasındaydı. Eğildi, kalçasını bedeninden dışarı doğru çıkardı, eliyle saçlarını tuttu, diğer elini arabanın üzerine dayadı. Bir kahkaha patlattı, kahkahası havada patlamıştı. Söyle yavrum diyerek, kalın, kaba erkek sesinde yavrum kelimesi daha da anlamını yitirmişti.

Birden havada dönen mavi ışık çevreyi aydınlatmıştı. Mavi ışığı siren sesi tamamlamış, neler olduğu bir çırpıda anlaşılmıştı. Arabanın ön camından bir anda doğruluvermiş, ince topukların üzerinde birkaç adımlık koşmuş, ani bir hareketle, sağ ayağını sağa, sol ayağını sola fırlatarak ayakkabılarından kurtulmuş, kadın zarifliğinden eser kalmadan tabana kuvvet koşmuştu. Bir eliyle saçını tutarken ondan da vazgeçmiş, koşmasının hızıyla peruk da yere düşmüş, az ilerde zifiri karanlık parkın içerisinde gözden kaybolmuştu.

YENER BALTA, 20 HAZİRAN 2010