BENZİN ALIRKEN…

BENZİN ALIRKEN…

Başındaki kirli beyaz takkesi kısa boyuna boy katmıştı. Dikine çizgili cübbesinin arkası ıslaktı. Boz renkli şalvarı ilk dikildiğinden bu yana ütü yüzü görmemiş, paçaları ayak bileğinde yürüdükçe sağa sola dönüyordu. Sakalını ve yüzünü arkaya dönüp arabasına bakınca gördüm. Görmesem daha iyiydi…
Her ikimiz de arabalarımızı benzin almak için pompacılara bırakmış ücretini ödemek için içeriye, kasaya doğru ilerliyorduk. Belli bir mesafeden yüzümdeki ifadenin tiksinmeye bürünmüş hali ile kasanın önünde fark ettirecek dikkatle onu inceliyordum. Cüzdanından kredi kartını çıkartıp görevliye uzattı.
Başını bana çevirdi. O anda, işte o anda; “Ne hal bu hal!.. Şu kılık kıyafetine bak, utanmıyor musun bu halinle ortalıkta dolaşmaya? Bir de araba kullanıyorsun. Sen bu halinle ancak ata eşeğe binmelisin!.. Kredi kartı kullanmak bile şu halinle hiç uyuşmuyor!..” demedim, diyemedim, diyemezdim tabi…
Bakışlarımı ondan kaçırdım. Birkaç kez bu durumu tekrarladık. Onu tedirgin etmiştim.
Post cihazını kendine doğru çekti şifresini girdi. Görevliden fişi ve kartı alıp, “Allahaısmarladık…” diyerek ayrıldı.
Görevli ile göz göze geldik. O da rahatsızlığımın farkında idi. “Kesin cami hocasıdır!” diye kendimi yeteri kadar tuttuktan sonra cübbeli adamın ardından söylenmiştim.
Görevli, “Yok abla bu cami hocası falan değil, cami hocaları modernler, bunlar…” dedi.
“Bunlar beyin yıkayıcı!” diyerek görevlinin sözünü tamamlamıştım.
Çok iyi bildiniz dercesine başını salladı…
“Kartı bile Kuveyt Bank’tı… Bir de bunlar son model arabalara binerler.” diyerek dertlendi.
O an için görevliyle aynı fikirde olmak bile paylaşılan konu yüzünden mutlu etmemişti beni.
O haliyle kendisini şu anki yaşam biçimine yakıştıramamıştım. Görünüşüyle yaşam şekli çelişkiler oluşturuyordu.
“Durum iyice kötüye gidiyor!..” dedim kasadaki görevliye, “İyi çalışmalar” dileyerek ayrıldım.
Pompacıdan anahtarı almıştım. Arabama bindiğimde solumdaki çapraz pompada cübbeli adamı görmüştüm. Kan kırmızı renginde son model Audi marka arabasının camını yıkıyordu. Tıpkı yıkadığı beyinler gibi!..
Arabamı çalıştırıp, hizasına geldiğimde durdum, kendi kendime mırıldandım. “Ne diyorsun?” der gibi elini başını salladı.
Hafifçe camı araladım, başımı uzatıp duyabileceği bir sesle;
“Sen bu halinle ancak ata eşeğe binersin, ne işin var burada?..” diyerek uzaklaştım…
Sanırım bu sabah belamı arıyordum!..

28 NİSAN 2014, Yener Balta