TABULARA, TALANA, YALANA BALTA
TABULARA, TALANA, YALANA
BALTA
+
IRKÇILIĞA, SÖMÜRÜYE, ŞERİATA
HAYIR!..
+
Sorumlusu: Av. Hayri BALTA
hayri@tabularatalanayalanabalta.com
www.tabularatalanayalanabalta.com
ŞERİAT’TA KADIN
Şeriatın, günümüz ahlak ve hukukuna ters düşen düşünceleri ile Türk halkına bakışı yanında kadınlarımız hakkındaki söylemleri yenir yutulur gibi değildir. Buna karşın özellikle kadınlarımızın kızlarımız sıkma baş gibi şeriatın simgelerini ısrarla korumaya çalışmaları da inanılır gibi değildir.
Şeriatın kadınlarla ilgili kuralları; kadınlarımız, kızlarımız aleyhinedir.
Şeriat, kadınlarımızı, kızlarımızı erkeklerden daha aşağı görmektedir. (K. 4/34)
Aşağıda aktaracağımız alıntılara karşısında bize kızacak olanların; bize değil İslam kaynaklarına kızmaları gerekmektedir.
Av. Hayri Balta,
ŞERİAT’TA KADIN
İÇİNDEKİLER
A.
Aişe Anlatıyor 24
Anadolu’nun Özgür Kadını 22
Atatürkçü Bir Bayana 8
Atatürk’ün Görüşleri 13
Av. Hayri Balta’nın Öz Geçmişi… 35
B.
Başörtüsü Allah’ın Emri de
Hülle Allah’ın Emri Değil mi? 1
Başörtüsü İslam’dan Önce De Vardı 27
Bunları Kim Eğitiyor 33
Bunu Biz Yazsak Suç Olur/Ne Dinsizliğimiz, Ne Komünistliğimiz, Ne De Masonluğumuz Kalır 30
C.
Cahiliye Dönemi 10
Canlı Bombalar… 7
Cüneyt Canver’e Mektup 16
Ç.
Çok Kadınla Evlilik 21
Çetiner Çalış’tan 23
D.
Dinci Kitapların Öğüdü 28
Din Tüccarları Çıldırtacak Beni 4
Diyanetçiler? 3
G.
Garip İnsan’dan 31
H.
Huriler-Gılmanlar 5 İ.
İslam Peygamberi’nin Eşleri 17
İslam ve Kadın 14
K.
Kadınlara Dayak Düştü… 2
Kadın Hakları 19
Kadınlar, Kadınlarımız Kadınlar Bizim Yarınlarımız 11
Kadın Nasıl Dövülürmüş… 25
Kadınlarımız… 6
Kadınlarla İlgili Bazı Ayetler 29
Kadın ve Din 26
L.
Laikliğin Önemeni Belirtmek İçin 12
M.
Meğerse Palavra İmiş 9
N.
Neredesiniz; Ey Akitçiler Vakitçiler, Ey Dinciler 3
S.
Söyleyeceklerim Var 15
Ş.
Şeriatçı Dayatmaya Karşı 20
T.
Tabulara Talana Yalana Balta Yayınları: 36
Tesettür Dediğin 34
Tesettür ve Pranga 18
Türban 32
BAŞÖRTÜSÜ ALLAH’IN EMRİ DE
HULLE ALLAH’IN EMRİ DEĞİL Mİ? 1
Özgürlük Yürüyüşçüleri, aşağıdaki habere göre bütün duyarlı vatandaşları “Başörtüsüne Özgürlük İçin Dua Mitingi” çağırıyor. Okuyalım:
+
“Bugün eller BAŞÖRTÜSÜNE ÖZGÜRLÜK için kalkacak
Dua’ya davet
Abdi ipekçi Parkı’nda bugün saat 13’te gerçekleştirilecek olan “Başörtüsüne Özgürlük İçin Dua Mitingi”ne Özgürlük İçin Dua Mitingi”ne çok sayıda sivil toplum kuruluşu temsilcisi ve üyelerinin yanı sıra, vatandaşların da yoğun ilgi göstermesi bekleniyor.
Özgürlük yürüyüşçüleri, bugün Başkent’te yapacakları büyük bir mitingle seslerini duyuracaklardır. Mitin tertip komitesi, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden müzakere tarihi aldığı bir dönemde, dini inançları gereği başörtüsü takanların uğradıkları zulmün bütün duyarlı vatandaşlar tarafından tel’in edilmesini isteyerek, her görüşten insanı mitinge davet ettiler. VAKİT, 19 Aralık 2004”
+
Ben de bu konuya duyarlı bir vatandaşım ve yaşamım boyunca elimden geldiği kadarı ile özgürlük mücadele yapmış biriyim.
Şimdi bu mitinge katılmamamın nedeni açıklamaya çalışacağım. Bilindiği gibi örtünme (tesettür emri) Kuran’ın 24/31, 60 ve 33/55 ayetlerinde geçer.
İslam inanışına göre eğer Kuran bütünüyle Allah’ın emridir. Kuran’ın bir hükmüne uyup da bir hükmüne uymamak kafirlikle-zalimle nitelendirilir. Din kurallarında işine geleni uygulayıp işine gelmeyeni uygulamamak olmaz. Din ve Kuran bir bütündür, parça parça alınıp uygulanamaz.
Aşağıda KAYGILARIM başlıklı yazımda, kadınlar konusunda, emredici hükümler üzerinde görüşlerimi belirtiyorum. Görüşlerimi yalnızca Kuran’a dayandırıyorum. Çünkü; oysa hadis kitaplarında kadınlar hakkında daha birçok hüküm vardır. İslam inanışına göre uygulanma bakımından, Kuran’dan sonra Hadisler gelir. Ama ben Hadis kitaplarından alıntı yapmıyorum. Çünkü hemen yanıt veriyorlar: “Bu hadis uydurma olabilir” diye.
Acaba diyorum Başörtüsüne Özgürlük için uğraşan kadınlarımız, ve bu kadınlarımızı örgütleyenler, tertip komiteleri ve benzerleri, Kuran’da kendilerine uygulanacak diğer hükümleri de biliyorlar mı? Ben bunu sondaj için yüksek okul bitirmiş kişilere gösterdim “Kesinlikle olmaz, Allah böyle bir buyurmaz!” dediler. “Ama bakın Diyanet’in çevirisi Kuran’da yazıyor bu anlattıklarım…” demem üzerine de “Asla olmaz, Kuran’ı yanlış çevirmişlerdir.” diyerek savunmaya geçiyorlar. Hemen şu hadisi dile getiriyorlar: “Cennet kadınların ayakları altındadır” deyen bir Allah, kadınları Hulle olayına tabi tutmaz!”
Başörtüsünü Allah’ın emri olarak kabul edildiği takdirde şeriatçılar bütün başı açık kadınlarımıza kızlarımı “Sen Allah’ın emrine niçin uymuyorsun?2 diye dayatacaklardır. Allah’ın emri diye dayatılana karşı çıkmaya da kimse cesaret edemeyecektir.
Sözü daha fazla uzatmadan sizi haberin fotoğraflı ile baş başa bırakıyorum ; fotoğrafı inceledikten sonra da Kaygılarım başlıklı yazımı okumanızı öneriyorum. KAYGILARIM başlıklı yazımın arkasından da, aynı konuyu işlediği için İRANLI FATMA’YI DİNLEMEZSENİZ başlıklı yazım güncelleşecektir.
+
KADINLARA DAYAK DÜŞTÜ… 2
Son zamanlarda iktidara da kavuşup şahlanan kültürün erkekleri, cennette kendilerini ‘‘huriler’’in beklediğini elbette biliyorlar.
Çünkü işte önümde duran, iktidarı destekleyen tarikatın rehber kitabından aynen okuyorum:
‘‘…Cennetlik bir adam 4000 bakire, 8000 dul, 200 huri ile evlendirilir…’’
Kadınlara bir şey yok mu?
Var:
Dayak…
Erkeklere ‘‘bakire huriler’’ verilirken, kadına ‘‘cennetten çıkma dayak’’ düşüyor.
*
Dün ‘‘Dünya Kadınlar Günü’’ idi.
Kadının bin bir derdi-sorunu varken, yakınmaların daha çok ‘‘dayak’’ üzerinde yoğunlaştığının farkına varmışsınızdır.
Zaten o sırada polis copla yanaştı kadınlara.
Eğer baba evine gidip, dövüldüklerini babalarına duyurup, ondan yardım isteselerdi, dayağı babaları atacaktı.
Amcası, dayısı, eniştesi…
Kısacası kadın kime-nereye gitseydi, dayak vardı.
*
Çünkü bu kültürün erkekleri dayağın kadın için ‘‘cennetten çıktığına’’ karar vermişler bir kere.
Onların şeriatı kadını reddeder.
Mirasta olsun, tanıklıkta olsun, evlilikte olsun, kadın ‘‘eşit birey’’ sayılamaz.
Kadın Allah’a sığınmaya gittiğinde… Ya da kaybettiği eşini-oğlunu son kez cami avlusunda uğurlamaya kalktığında dahi, kendi dininin ibadet yerlerinde ‘‘sakıncalı’’dır. İmam da olamazlar, cemaat de olamazlar.
Böylece bu kültürün erkekleri; utanmadan kendi kendilerine ‘‘cennette bakireler ve huriler’’ vaat ederken, kadına ise ‘‘cennetten çıkmış’’ dayağı öngörürler.
*
Üstelik görünürde umut da yok.
Çünkü; 80 yıl önce kadın haklarının öncüsü Türkiye’nin, bir anda çark edip, ülkeyi bu kültüre teslim etmesi umutsuzluğun ta kendisi.
Fotoğraflara ve olanlara bakın; o kültür devlet yapısına dönüştü-dönüşüyor.
İşte tam bu günlere denk geldi; kadınlar ‘‘Dünya Kadınlar Günü’’nü kutlamak istediler.
Polis copla yanaştı.
Çünkü onlara ‘‘dayak’’ düşüyor…
Bekir COŞKUN, ONUNCU KÖY. HÜRRİYET, 9.3.2004
NEREDESİNİZ; EY AKİTÇİLER- VAKİTÇİLER,
EY DİNCİLER DİYANETÇİLER? 3
Bekir Çoşkun’un 9.3.2004 tarihli Hürriyet’te çıkan yazısını yukarıya alıyorum. İktidarı destekleyen bir tarikatın “Rehber” kitabında şöyle yazıyormuş: ”…cennetlik bir adam 4000 bakire, 8000 dul, 200 huri ile evlendirilir…”
Bir okuyucu soruyor (Bak aşağıda): “Arkadaşlar bu tarikata nasıl ulaşabilirim? Telefonları falan var mı? Ben davayı satıyorum. Müslüman (hem de bu tarikata bağlı Müslüman) olmaya karar verdim…”
Anlaşılan okuyucumuzun “… 4000 bakire, 8000 dul, 200 huri ile evlendirilir…” vaadini duyunca ağzının suyu akmış. Hayır, hayır ağzının suyu akmamış böylesine desteksiz atanlara alaycı bir anlatımla tepki göstermiş.
Anlaşılan bu rehber kitabını kaleme alan “avrat delisi”; ya dayak yememiş ya da sayı saymasını bilmiyor.
Ulan, dünyanın gelmiş geçmiş en abaza, en aygır, en azgın erkeği 12.200 avratla yatıp kalkmaya çalışırsa; onun o organı; o gün dibinden düşer… Yani böylesine safsataya inanmak için gerçekten insan aklının tamamen eksik olması gerek. Zaten bizim din tüccarları da aklı eksikleri kandırıyorlar; kendilerine inanmayanları da dinsiz diye suçluyorlar.
Bekir Çoşkun, bir de saf saf: “Kadınlara bir şey yok mu?” diye soruyor. Eğer olaya İslam savunucuları açısından bakarsak verilecek yanıt hazır. “EŞİTLİK KADINA ZULÜMDÜR.” (Bak. Türkiye’de CUMA dergisi, 20-26 Şubat 2004. sayı. 107. s. 24. Böyle diyen de ilahiyat fakültesi mezunu Bayan Mürşide Uysal)
Şimdi anlıyorum Mürşide Uysal’ın hanımın “EŞİTLİK KADINA ZULÜMDÜR.” demesinin hikmetini…
İyi ki İslam’da kadın erkek eşitliği sağlanmamış. Eğer kadına da erkek gibi haklar tanınmış olsaydı ve bir kadına da “4.000 bakire erkek, 8.000 dul erkek, 200 de gılman verilseydi; o avratların ayakları ebediyen yere basmazdı. Yanına varmak için yıllarca sıra bekleyen erkeğin saldırısından fırsat bulup yemek yemeye, yıkanmaya bile gidemezdi…
Bekir Çoşkun da çok saf canım… Bir de kalkıp soruyor “Kadınlara bir şey yok mu?” diyor. Ne var ki yazıyı güzel bağlıyor: “Kadınlara da cennetten çıkma dayak var!” diyor. Doğrudan değilse bile dolaylı olarak taşı gediğine koyuyor. Çünkü Kuran’da da kadınlar için dayak emrediliyor. Kadınlara dayak için bakınız: (Kuran, 4/34)
Şimdi; Akitçilere, Vakitçilere, Dincilere Diyanetçilere soruyorum. “Tarikatın Rehber kitabı tamamen saçmadır. Söylenenler, yazılanlar baştan sona hurafedir, saçma sapan şeylerdir. Cennet de, cehennem de yaşayanlar için söz konusudur. Öldükten sonra gidilecek bir yer yoktur. Hepsi yaşarken söz konusudur. Eylemleriniz; doğru, dürüst, yasalara uygun, insan sevgisi ile oluşuyorsa siz yaşarken cennette sayılırsınız. Yok, hırsınıza kapılarak doğruluktan, dürüstlükten sapar, mala-mülke düşer, yasalara uymaz, insanları aşağılarsanız huzurunuzu kaçıracağınız için cehennemde sayılırsınız.” diyebilirler mi?
Var mı dinin bu gerçeğini açıklamak cesareti sizlerde.
İsa bu gerçeği 200 yıl önce şöyle dile getirmiştir: “Allah ölülerin değil; dirilerin Allah’ıdır.” (İncil, Matta. 22/32, Markos. 12/27. Luka. 20/38)
Ah ne olurdu, bizim Akitçiler-Vakitçiler, Dinciler-Diyanetçiler İsa’nın bu sözlerle ne demek istediğini anlayabilselerdi. O zaman hayal âleminde yaşamaktan kurtularak gerçeğe ererlerdi. AB’ye girmek için yalvarmaktan, IMF’ye el açmaktan kurtulurlardı.
Av. Hayri Balta, 9.3.2004
DİN TÜCCARLARI ÇILDIRTACAK BENİ 4
“Önce, Levent Ertürk’ün şaşkınlığını gösterir aşağıdaki yazısını okuyalım:
İşte önümde duran, iktidarı destekleyen tarikatın rehber kitabından aynen okuyorum: ”…cennetlik bir adam 4.000 bakire, 8.000 dul, 200 huri ile evlendirilir…”
Neee? sahi mi?
Arkadaşlar bu tarikata nasıl ulaşabilirim?
Telefonları falan var mı?
Ben davayı satıyorum. Müslüman olmaya, hem de bu tarikata bağlı Müslüman, olmaya karar verdim…
Bakire ve dulları kendi zevkimize göre seçebiliyor muyuz? Acilen aydınlatsınlar.
Saygılar
Levent, 9.4.2003”
+
İlkokulda okurken Papazların cennette arsa sattıklarını ilk öğrendiğimde bu dini paraya tahvil edenlerin ne kadar iğrenç yaratıklar olduğunu anlamıştım. Belki de benim din tüccarlarına karşı karşıtlığım ilkokulda okurken bu endülijans olayını öğrenir öğrenmez başlamıştır.
Endülijans da nerden geldi aklıma durup dururken. Anlatayım onu da hemen. Bu günkü Star (9.3.2004) gazetesi; Malezya İslamî Partisinin manevi lideri Niz Aziz Nik Mat’ın cennet vaad ettiğini yazıyordu. Okuyalım:
“İslamcı bir partiye oy verenlerin Cennet; İslamî olmayan partilere oy verenler ise cehenneme gidecekler” demiş.
Nik Mat’ın bu sözlerine eski Başbakan Mahathir Muhammed yanıt vermiş: “Ahlaksızlar ve fahişeler sizin partiye oy verirlerse cennete mi gidecekler?” demiş. Ne güzel demiş? Gerçekten de Malezya’daki bu İslamî partiye oy veren ahlaksızlar, fahişeler, hırsızlar, hortumcular, vurguncular da Cennet’e gidecekler mi?…
Nik Mat’ın saçmalaması, cennet satması ve dini siyasete alet etmesi bana siyasal yasaklı Necmettin Erbakan’ın şu sözlerini hatırlattı.
Necmettin Erbakan da bir zamanlar aynen şöyle diyordu:
“… sen Refah partisi’ne hizmet etmezsen hiçbir ibadetin kabul olmaz. Çünkü başka türlü Müslümanlık olmaz. Başka türlü kurtuluş yok. Refah bu ordudur. Bütün gücünle bu ordunun büyümesi için çalışacaksın; çalışmaz isen patates dinindensin.”
Erbakan devamla döktürüyor:
“Biz Müslüman’ız. Biz Kuran-ı hâkim kılmak isteyene gideceğiz. Hepimiz Refahçı olmaya mecburuz. Çünkü cihad ediyoruz. Şuurla çalışan Cennet’e gidiyor. Çünkü Refah demek Kuran nizamını hâkim kılmak için çalışan demektir.” (Bk. Av. Hayri Balta. SSS s. 184. Bu konuda REFAH PARTİSİ KAPATMA DAVASI” Kaynak Yayınları. 1. Baskı. Mart.1988 tarihli kitaba da bakabilirsiniz.)
Bunlar iyice zırvalamaya başladı. Utanmadan Cennet’e gitmenin kendi tekellerinde olduğunu ileri sürüyorlar. Oysa insan öldükten sonra Cennet’e-Cehennem’e gitmez.
Cennet-Cehennem insanın eylemleri sonucu oluşan ruhsal bir haldir ve bu dünyadadır. Bu gerçeği yalana tenezzül etmeyen din bilginleri de açıklar… Eğer merak ediyorsanız Şeyh Bedrettin Simavi’nin VARİDAT adlı kitabını bir zahmet okuyunuz. Şeyh Bedrettin Simavi’nin din bilgisine de itiraz edemezsiniz ya… Uğur Mumcu’nun dediği gibi; insan, bilgi sahibi olmadan nasıl fikir sahibi olabilir?
Bu din tüccarlığını kendi halinde inancının yaşayan bir kimse yapmaz zaten. Din tüccarlığı yapmak ahlaksız, dinsiz din adamlarının kârıdır zaten. Bunlar saf insanları; ya Cennet vaadi ile kandırırlar ya da Cehennem zebanileri ile korkuturlar. Bunlar daha olmazsa biz aydınların “namazını kılmamakla” tehdit ederler. Sanki namazımızı kılmazlarsa bizi toprak kabul etmeyecek…
Elbette Tanrı ve Din bilgisinden yoksun saf inanırlarımız bu tehditlerden korkup şerlerine lanet ederek bunların istdii biçimde hareket ederler. Eğer bu din tüccarlarının. Dediği gibi gerçekten öbür dünya dedikleri yerde bir Cennet-Cehennem olsa; inanınız ki öbür dünyaya adım atar atmaz bu Cehennem Zebanileri din tüccarlarının yakasına yakalarına yapışarak bu dini siyasete alet edenlerin “Gel bakalım sahtekar!” diye haklarından gelirlerdi.
Bakınız bu konuda Yaşar Nuri Öztürk ne diyor (Star,. 9 Mart 2004):
“Yaş ekine yayılmış azgın hayvanlar gibidir onlar; yiyecekleri bir avuç ot için yıkmayacakları çit, çiğnemeyecekleri ekin yoktur. Allah bu ülkeyi ve insanlığı bu şerirlerin şerrinden korusun. Âmin, ya rabbel âlemin!!!”
Dedim ya, yazımın başlığında, “DİN TÜCCARLARI ÇILDIRTACAK BENİ” diye.
Benim bu dini siyasete alet eden din tüccarlarına, Cennet satıcılarına, iki de bir “namazınızı kılmayız!” diye dayatanlara vereceğim bir yanıt olmalı.
İşte yanıtım. Eşim, çocuklarım, damatlarım, yakın dostlarım, okuyucularım; ben ölünce, sakın ha sakın tabutumun başında cüppesi-sarığı, sakalı bıyığı olan ve de Arapça dualar okuyacak birini yaklaştırmasın.
Bunların yapacağı töreni de istemiyorum. Ölünce, ya evden ya da morgdan alıp götürün beni bekleyen çukura. Beni toprağa vermeye gelen kişiler içinde en saygın olanı geçsin ölümün başına. Varsa olumlu ve olumsuz niteliklerimi saysın, ondan sonra beni geldiğim yere, toprağa versin.
Bunların dini siyasete alet etmelerini, devlet ve toplumda söz sahibi olmalarını ancak böyle önleyebiliriz. Bunların Cennetlerinin de, Cehennemlerinin de, kılacakları cenaze namazının da kıymeti harbiyesi yoktur. Artık dini siyasete alet eden bu din tüccarı sahtekârların toplumdan soyutlanmalarının zamanı gelmiştir. Kendi inançlarını özgürce yaşasınlar ama bize karışmasınlar.
Laiklik ilkesinin amacı da budur zaten…
Av. Hayri Balta, 9.3.2004
HURİLER-GILMANLAR 5
Sayın hocam,
Cennette müminlere binlerce bakire ve dul verileceğini vazeden “rehber” kitabını yazanlara çok kızıp şöyle demişsiniz:
“Ulan, dünyanın gelmiş geçmiş en Abaza, en aygır, en azgın erkeği 1400 avratla yatıp kalkmaya çalışırsa o organı; o gün dibinden düşer.”
Ohooo, bu da bir şey mi? İslami yayınlarda öyle örnekler vardır ki, rehber kitabı onların yanında felsefe tezi gibi kalır.
Alın size bende bulunan bir kitaptan seçmeler. Kitabın adı: Envar-ül Aşıkin (Aşıkların nurları) Yazıcıoğlu Ahmed Bican. Osmanlıca orijinalinden sadeleştirenler: H. Mahmud Serdaroğlu – A. Lütfi Aydın. Çelik yayınevi. Istanbul, 1991.
(Bölümler çok uzun olduğu için parça parça alıntı yapmak zorundayım. Parantez içindeki yorumlar bana aittir.)
HURILER BÖLÜMÜ: Sahife 566.
Huriler orada (cennette) yaratılmış cennet kızlarıdır. Bunlar çok güzel ve çok sevimlidirler. Hurilerin yüzleri ak ve nurludur. Saç örgüleri siyah nurdandır.
Müminler cennete girip evlerine yerleştikleri vakit, her evin içinde yetmiş bin taht ve her tahtın üzerinde yetmiş döşek ve her döşeğin üzerinde bir huri bulurlar. (70.000 x 70 = 4.900.000 huri. Naber ?)
Her döşeğin üzerinde yetmiş huri olduğu halde bu elbiselerin üzerinden hurilerin ilikleri görünür.
Hurilerin yalnız mendilleri bütün dünyaya bedeldir. Huriler nurdan olduklarına göre onlarla sarılıp busede bulunmak nasıl mümkün olur dersen, Tefsir-i Kebir’de anlatıldığı gibi bunlar katı nurdandır; onun için hem kucaklanır, hem de buse edilir. Allah Teala her şeye kaadirdir.
Her birinin yetmiş kat ve ayrı renkte elbisesi olur ve her saat elbiseler yetmiş ayrı renge girer. Saç ve kirpiklerinden başka kıl yoktur. Cennet kadınları hakkında Allah Teala “dul ve bakireler” buyurmuştur.
Ebu’l Leys’in anlattığına göre dul ve bakireden murat, Allah Teala’nın Resul-i Ekrem’e cennette vereceğini va’d ettiği Firavunun karısı Asiye dul, Meryem ise
bakiredir. (Muhammed’in sağlığında 20 küsur zevce aldığı yetmiyormuş gibi, cennette de firavunun karısı ile Meryem’e göz koymuş. İyi ki bunları Hıristiyanlar okumuyor. Resmen savaş çıkardı.)
(…)
Bir rivayete göre ise cennet ehline beş yüz huri verilecektir.
(…)
Resul-i Ekrem: Cennette ırmaklar ve ırmakların kenarında bekleyen zaferandan yaratılmış hizmetçiler vardır. Bunların her biri yetmiş ses ve makam içinde tesbih ederler.
Ayrıca hurilerin her birinin sesi Davud peygamberin dünyadaki sesinden daha güzeldir. Bunlar birbirlerine:
– Sen kiminsin, ya sen ? diye sorarlar. Birisi:
– Ben sabah namazını cemaatle kılana aitim, der.
Diğerleri de buna benzer şeyler söylerler.
Yine Resul-i Ekrem şöyle buyurmuştur: Allah Teala cennette kızıl yakuttan yetmiş bin şehir yaratmıştır. Her şehrin içinde ak inciden yetmiş bin ev yaratmıştır. Her evin içinde yeşil zebercedden yetmiş bin taht yaratmıştır ve her tahtın üzerinde hurilerden bir kız oturur.
(Sahife 568) Peygamber efendimize, Allah Teala hurileri nerden yarattı, diye sordular. Resul-i Ekrem:
– Ayaklarından dizlerine kadar miskten, dizlerinden kadar amberden ve karınlarından başlarına kadar kafurdan olmak üzere üç şeyden yarattı. Kirpiklerini de siyah nurdan yarattı, buyurmuştur.
(…)
Yine anlatıldığına göre Cennet üzerine bir bulut gelir ve huri kızlarını yağmur gibi cennet halkına yağdırır. Nitekim Allah Teala, “katımızda fazlası da vardır.” buyurmuştur. “Onlara, o Cennet’te istedikleri her şey vardır. yanımızda daha fazlası da var.” (Kuran. Kaf. 35)
GILMANLAR BÖLÜMÜ (Sahife 569)
Bunları anlatmak üzere Allah Teala : “Yanlarında ölümsüz gençler dolaşır; onları gördüğünde saçılmış birer inci sanırsın.” (Kuran. İnsan.19
(Bunlar sedefteki inciye benzeyen birtakım hizmetçi kullardır. (Köleler) Efendilerinin hizmetlerini görürler. Hepsi inci gibi parlaktır. Köleler böyle olursa var diğer cennet varlıklarını buna kıyas et.)
CENNETLIKLERIN HALLERI (Sahife 547)
Nakledildiğine göre Resul-i Ekrem buyurmuştur ki: “Cennette yüz derece vardır. Bunun yalnız bir derecesi bütün yaratıkları içine alır. Orası güneşle değil, Arş’ın nuru ile aydınlanır. Cennet iç içedir. Cennet halkı hepsi otuz yaşında tüysüz gençlerdir. Yalnız erkekleri kadınlardan ayırmak için bıyık yerleri yeşildir. Kadınlar on altı yaşındadır. Bir erkeğe yüz erkek kuvveti verilir. Boyları altmış arşındır. İşleri sohbet ve davetlerle geçer.”
+
Bu kadar alıntı yeter. Aslında daha neler neler var. Cehennem hallerini yazsaydım gece uykularınız kaçardı. Ne diyebilirim ki ?
Yazıcıoğlu Ahmed Bican 15. miladi asırda yaşamış. O yıllarda imparatorluk içindeki çalkantılar, savaşlar ve kötü gidişe bakıp, kulları yeniden din-iman dairesine çağırmak için bu eseri kaleme almış.
Ahmed Bican suçsuz bir Müslüman Türk. Yaşadığı devirde bundan fazlasını yapması zaten çok zordu. Envar-ül Aşıkin kitabı içinde Müslümanları azgınlıktan, nefsin fenalıklarından uzak durmaya davet eden tavsiye niteliğinde bölümler de var. O yıllarda Türk ve Müslüman alimler, bugünkü psikologların görevini üstlenmişler. Yüzyıllar boyunca süren harpler, isyanlar ve seferlerden bıkan halkı biraz müjde (cennet) biraz korkutma (cehennem) ve biraz da öğüt ile itidalli davranmaya teşvik etmişler.
Bunların hepsini anlayabiliyorum. Saygı duyuyorum. Peki ama 2004 yılında “rehber” kitaplarında hala ciddi ciddi erkeklere binlerce dul, bakire ve huri verileceğini yazanlara ne yapalım ?
Bunları yazanlar, yazdıklarına gerçekten inanıyorlarsa, hepsinin temel eğitime yeniden başlamaları veya en yakın akıl hastanesine kapatılmaları gerekir. Yok, eğer inanmadan, insanları kandırmak için yazıyorlarsa, bu tür ahlaksızlığın tedavisi yok.
Saygılar hepinize.
Levent Ertürk, 10.3.2004
KADINLARIMIZ… 6
Kadınlar günü münasebeti ile yapılan tartışmalar, Türkiye’de ki bir gerçeği gündeme getirdi…..
Eskiden Anadolu kadını denirdi fakat simdi büyük şehirlerin varoşlarında yasayan kadınlarda bu guruba dahil edilebilirler.
Burada söylemek bana çok üzüntü veriyor ama, baba erkil bir toplum olan toplumumuzda kadınlarımız buğun hala bir mal veya meta olarak kabul edilmektedir.
Genellikle Kürtler arasında yaygın olan aşiret törelerinin önde gelen kurbanları oldukları gibi erkeklerin hizmetkarı, onlara çocuk verip neslini sürdürmesine yarayan bir tarla olarak algılanmaktadırlar.
Örneğin davarını satmaya gidip sattıktan sonra köyüne donen bir üretici, gelirken bir at alırmış gibi bir kadın satın alarak eve getirmekte ve bu durum o toplum içinde normal karşılanarak ve de kuma olarak kabul edilmektedir. Ayni şeyler harmanini kaldırdıktan ve sattıktan sonra cebi para gören çiftçi için de geçerlidir.
Kız çocuk mirastan pay alamadığı gibi, sadece evlenecek Yasa Geldiğinde alınacak baslık parası olarak görülmektedir.
Burada hakaretten, dayaktan, tecavüzden, sokağa atılmaktan, öldürmekten vs. bahsetmek istemiyorum. Yukarıda söylediklerimin Yanında bunlar sadece bir teferruat olarak kalmaktadır…
Peki bu devirde bu gibi şeyler nasıl olabilmektedir? Her ne Kadar Dini dogmaların etkisi olsa da bütün bunları İslamiyet bağlamak gibi bir yanlışa düşmememiz gerekir… Kadınları erkeklerin yanında İkinci sınıf insan olarak kabul ettiği iddia edilen
İslamiyet, Aslında Cahilice döneminin kadını hiçe sayan törelerine karsı onları koruma altına almış ve bir takım haklar sağlamıştır….
Bana kalırsa bu ilkelliğin gerçek sebebi cehalettir.. Eğitim ve kültür düzeyi ne kadar yükselir ve kadınlarımız yasamın her kademesinde boy göstermeye ve Ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaya başlarlarsa, toplum içersinde gerçek yerlerini o kadar çabuk alacaklar ve her turlu haklarına kavuşacaklardır.
Tabii burada söylemek istediğim kadın hakları falan değil…Şahsen kadın hakları gibi bir hak kabul etmiyorum… Bana göre kadın erkek eşitliği vardır, haklar da eşittir…Her iki cins de insan haklarından yararlanmalıdır.
Bir de kadınlarımızın bu durumunu istismar ederek kullanmaya kalkan Feministler var ama bunlar ayrı bir konu.. Simdi gerçekleri itiraf edelim.. Kadınlar ince, hassas ve narin mahluklardır. Ayrıntılı Düşünürler. Erkeklerin hiç aklına gelmeyen şeyleri Onlar akil ederler. Bütün bekledikleri sevgi ve takdirdir. Küçük dikkatlere (mesela evlenme yıldönümü gibi) çok önem verirler. Ufak iltifatlar, bir buket çiçek, onları Mutlu eder.
Erkekler ise bu konularda bir çeşit körlükle maluldür…Bundan da kastim,bu gerçeklerin farkında olamayışımız ve de kendimizden başkalarına,daha ziyade
kadınlarımıza karsı gösterdiğimiz korluktur…
Neyse, fazla uzatmadan ,sözlerimi eğer yanlış hatırlamıyorsam Disraeli’nin bir sözü ile bitiriyorum: …Mükemmel bir kadın buluncaya kadar evlenmeyen bir adamın Allah yardımcısı olsun, eğer bunu bulursa Allah daha fazla Yardımcısı olsun….:))
Saygı ve sevgilerimle
Tosun, 10.3.2004
+
Bu yazı iyi oldu valla. Şimdiden tezi yok, iman ettim, dine dönüyorum böylece bir huri de belki ben kaparım. Ama bende şans yoktur gökten karnabahar yağsa benim kafama patlıcan düşer.
Huri neyse de bu Gılman olayına pek aklim yatmadı, şunun Türkçe’si Kulanparalık olmuyor mu? Bilmiyorum, Amerika’nın Afganistan’a girdiği günleri hatırlayabiliyor musunuz, hani John Walker diye de bir beyaz Amerika’li Müslümanı yakalamışlardı. Sonradan onun Afganlı savaşçılardan birinin aşığı olduğunu yazmışlardı. İşte o günlerde sanırım Hürriyet’te çıkan bir haberde Afganistan’da özellikle Kandahar’da ne zamanki parlak yüzlü sakalsız bir genç görürseniz bilinki o sakallı birinin ‘Ashna’sidir yani kibar adıyla bu dünyadaki Gılman’ı diye yazıyordu. Şimdi aklıma durduk yerde kuyudaki Şems de gelmiyor değil ya neyse.
Muhammed’in karıları olayına hiç girmeyeceğim, geçen defa girdim başıma gelmedik kalmadı….
Bu arada birde Atatürk’ün su anda adını hatırlamadığım bir arkadaşına bu cennet konusunda söylediği sözler geldi aklıma (nerede okuduğumu tam olarak hatırlamıyorum), şöyleki: “Kuranda cennete giden müminler için huriler filan vardır da; neden, hiç cennete giden mumineler için var olanlardan bahsetmez!” der.
Canikiz, 11.3.2004
+
Levent Bey,
Misyonerlikle suçlanmamak için Müslümanlığı İsa’nın bir takipçisi olarak kritik etmek istemiyorum, ama yapmadan da gecemiyecegim.
Müslümanlıktaki bu kadar akıl dışı açıklamalı kitaplar çocuklarımıza anlattığımız peri masallarını bile geçiyor.
Sizin yazdığınız yorumlara “Bunları yazanlar, yazdıklarına gerçekten
inanıyorlarsa, hepsinin temel eğitime yeniden başlamaları veya en yakın akıl hastanesine kapatılmaları gerekir. Yok, eğer inanmadan, insanları kandırmak için
yazıyorlarsa, bu tür ahlaksızlığın tedavisi yok.” tamamen katılıyorum.
Peki, bu kitaplarda hayatını ailesine, kocasına, evine, çocuğuna adamış (asıl onlar cennetlik) kadınlarımızdan bahsetmiyor mu?
40 sene kocasının derdini çekmiş, çamaşırını yıkamış, yemeğini yapmış, bazen dövülmüş, bazen sövülmüş kadınlarımız.
İslam dünyasında ve son 30 – 40 senedir Türkiye’de kadınların durumu, hakları, hürriyetleri acınacak haldedir.
Bu ne biçim bir Allah, peygamber ve dindir ki kadınları köle, eşya olarak görmektedir?
Biz kız ve erkek çocuklarımızı eşit sevmez miyiz? Onlara bir şey olacak olursa biz kendimizi feda etmeye hazır degil miyiz?
Biz öyleysek bizi yaratan Tanrı bizden daha merhametsiz mi ki kadınları bu durumlara getirip koysun.
Allah: “Erkekler siz benim göz bebeğimsiniz, size binlerce bakire ve dul. Kadınlar siz köpekliğe devam!”
Bu mu Alla hin merhameti, sevgisi?
Saygılarımla
Dima, 11.3.200
X
Sevgili Dima,
Yaratıcı dediğimiz varlık elbette ki böyle bir saçmalık getirmemiştir. Bunu yapan yine insanoğlunun kendisidir. Pastadan düşen payı daha aza bölmek dururken niye çoğa bölelim niye daha azla yetinelim diyerek dünya üzerinde büyük bir çoğunluğu oluşturan kadın nüfusunu böylelikle bir kalemde silip atmayı yeğlediler.
Sanırım bu biraz da kadınların da işine geldi ki hala poşet içerisinde gezmeyi içlerine sindirebiliyorlar. Buna karşı çıkan kadınlara ise bırak erkekleri, kendi cinsleri bile kötü gözle bakmakta, onları her anlamda suçlamaktalar.
En basitinden düşün bir erkeğe ne kadar kadınsı demek bir hakaretken bir kadına erkek gibi kadın lafı övgü yerine geçiyor.. İğrenç zihniyetin getirdiği ve bilinç altımıza yerleştirdiği bu olgular yüzünden de kadın alınıp satılacak mal olmayı yadırgamadan sefil hayatını sürdürüyor.
Hele ki dinsel inançların cinselliği bile kitabına uygun hale getirmesi daha da nefret ettirici bir konu. Adam azmış kudurmuş 1 gecelik sefahat için yeni ergenlik dönemine girmiş kıza günah olmasın diye muta nikahı kıyıyor..
Üf ,sabah sabah yine sinirim kalktı izninizle bütün bu inançlıyım diyenlere YUH ve O-HA demek istiyorum …
Melike, 11.3.2004
X
Değerli Dima ve Melike
Bu akşam uzunca bir cevap yazacağım sizlere.
Ben kimseyi misyonerlikle, ajanlıkla vs suçlamam. Zaten benim işim evrensel bir hakikati veya mutlu, bilgili yaşama yolunu arayanlarla değil. Allah adına ahkam kesenlerle, din iman üzerinden para kazananlarla, doğumdan ölüme kadar insanın her hareketine burnunu sokanlarla uğraşmak gerekir.
Bu konuda söyleyecek çok şey var. Çünkü yalanlar öyle fazla ki … dağlar kadar. Bu yalanların en çok sergilendiği yer ise bizim resmi veya özel televizyonlar. Ağzından bal şerbet akıta akıta İslam’ın savunuculuğunu yapanlar. Kur’an ayetlerini, on binlerce hadisi ve milyonlarca sayfalık zırvalıkları halktan saklayanlar. Kısaca, sayın Arsel’in dediği gibi, toplumsal geriliğimizin baş sorumluları din adamları ve onları kutsayan sözde aydınlar.
Ben bazı saygıdeğer dostlarımla birlikte çok uğraştım bunları anlatmak için. Bir sürü gruba üye oldum. Ama karşılığında bana yazılanlar …. tabur tabur küfür, tümen tümen tehdit, hakaret, korkutma.
Geçen yıl öğrendim ki Suudi Arabistan’daki “ulema” meğer beni de zındık, kafir ve Allah düşmanı ilan etmiş. Bunlar dünyanın dört bir yanındaki faaliyetleri izler, sakıncalı kitap, dergi ve siteleri rapor ederlermiş.
Derken bir kaç gün önce Yılmazer Mücahit lakaplı birinden mesaj aldım. Sıradan geçirilmedik ne annem kaldı, ne karım, ne kızım. Bu küfürbaz Allah bağlısı yobaz nerden bulmuşsa benim 11 Eylül saldırılarından sonra doğu dünyasını eleştirdiğim bir yazımı okumuş. Öfkelenmiş, köpürmüş, Allah’ı savunma ihtiyacı hissetmiş, yazmış da yazmış. Sizlerden utanmasam birebir alıntı yapardım ama .. değmez ki. Ne adı belli yazanın, ne adresi…
Bazen zaman tünelinde geziniyorum. Aklıma hep cesur rahip Jean Meslier’in şu cümlesi geliyor: “Din Pandora’nın kutusudur ve bu uğursuz kutu açılmıştır.”
Saygılar hepinize.
Levent Ertürk, 11.3.2004
+
KASIM ayı faciasından sonra terör İstanbul’da yine hortladı. Bundan sonra da sık sık eylem yapacakları anlaşılıyor. Daha önce yaptıkları hariç! Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Muammer Aksoy gibi nice değerleri onlar öldürdü, aramızdan onlar aldı.
Bu kez hedef Mason Derneği idi ve ‘‘ucuz’’ atlatıldı.
Masonlar kimdir, necidir? Masonlukla ilgim olmadığı için ayrıntılarını bilemem. Bildiğim tek şey, Allah’a inanırlar ve üç semavi dine (Müslümanlık, Hıristiyanlık, Musevilik) aynı ölçüde saygı duyarlar. Derneklerinde Kuran, İncil ve Tevrat vardır. Atatürk ilkelerine bağlı, laik bir kesimdir.
Masonlar ülkemizdeki şeriatçı kesimin ve onların temsilcisi olan irticacı medyanın her zamanki boy hedefidir. Onları ‘‘Allahsız kitapsız’’ olarak tanıtırlar, nefret ederler ve hedef gösterirler.
Hele bunların günlük bir gazetesi vardır ki, kimi hedef gösterse öldürülmüştür. Cumhuriyet’in savcıları bu yayınların üzerine nedense gitmezler. Yaptıkları görmezden gelinir.
+
Mason Derneği baskınında üzerlerindeki bombaların çoğu patlamadı. Ama bu demek değildir ki aynı eylemler bundan sonra olmayacak.
Siz teröristin toprağını gübrelerseniz, onları yönlendiren yayınları görmezden gelirseniz, şeriatçı kesimlerin laik cumhuriyet ilkelerine saldırışlarına karşı tavır koymazsanız, olacağı işte budur.
Din ticaretinin, din sömürüsünün, dini siyasete alet etmenin, türbanı malzeme yapıp oy peşinde koşmanın sonucu da budur.
İslamcı terör sadece bizim değil, dünyanın belası oldu.
Türkiye’de ne yazık ki yaygın inanışlar var.
‘‘Benim hırsızım iyidir.’’
‘‘Benim teröristim iyidir.’’
Hiçbir iktidar kendi hırsızının üzerine gitmez.
Teröristin üzerine zorunlu olarak gidilir. Hiç kimse, hiçbir yayın organı açıkça ortaya çıkıp bunlara övgü düzmez. Ama özellikle İslamcı teröristi gübreleyen ortamın, bu doğrultuda yapılan yayınların üzerine de gidilmez.
+
İntihar bombacıları Mason Derneği binasına dalarken tekbir getiriyorlar.
Adamın üzerinde bomba patlamış, içi dışına çıkmış, eli kolu kopmuş, hastaneye götürülürken sedyede bile slogan atıyor. Adının Abdullah İslam olduğunu söylüyor.
Kod adı bile anlamlı!
Türkiye bu işlerin, bu beyin yıkama faaliyetinin üzerine gitmek zorunda. Bu bombacılar, intihar saldırısı yapanlar bu ülkeye başka gezegenlerden gelmiyor.
Onları biz yetiştiriyoruz.
Eğitim sistemi laçka. Kuran kurslarında, arka bahçe imam hatip okullarında küçücük bebelerin, gencecik çocukların pırıl pırıl beyinleri yıkanıyor. Adamların gazetelerinde açıktan köşe yazıları yazılıyor, haberler yapılıyor:
‘‘Medeni nikah kaldırılsın, imam nikahı geçerli kılınsın… Kuran kursları serbest bırakılsın… Türbana özgürlük… Sizi gidi laikçiler…’’
Sadece onlar değil, bir de onlara sahip çıkan Nazlı Ilıcak gibiler ve onların gazeteleri.
Tarikat liderleri ekranlarda, sayfalarda. Hatta şimdi TRT ekranlarında programlarda!
Atatürk’le, laiklikle, cumhuriyet ilkeleriyle alay ediliyor, hakaret ediliyor, tehditler savruluyor. Hedef gösterilenler arasında Masonlar da var. Ülkeyi yönetenler bunları görmüyor mu?
+
Görmez olurlar mı! Elbette görüyorlar da, üzerine gitmek işlerine gelmiyor.
Teröristi yakalarsınız. Siz yakalarsınız, ardından yeni eylemler gelir. Önemli olan, terörü yaratan, teröristi besleyen, tohumları toprağa atıp sonra yeşerten ortamları yok etmektir. Bunu kim yapacak, hangi hükümet yapacak?
Bataklık kurutulmadıkça bugünü kurtarırsınız, yarın aynı şey yeniden karşınıza çıkar. Çıkacaktır da!
Adam bombaları üzerine sarmış, içeriye tekbir getirerek dalıyor. Adam hastane kapısında, sedyede bile slogan atıyor.
Bu beyinleri kimler yıkamış, kimler nerelerde oluşturmuş? Her İslamcı eylemden sonra açıktan yayın yapamayıp içinden bile olsa ‘‘Helal olsun bu arkadaşlara’’ diyen kesimler orada! Bundan sonra kimleri, nereleri hedef gösterecekler? Bekleyin, görürsünüz.
+
Ülkemizi ‘‘tarikat-siyaset-ticaret’’ üçgeninden kurtarmak zorundayız.
Emin ÇÖLAŞAN, 11.3.2004
CANLI BOMBALAR… 7
İNSAN nasıl canlı bomba olabilir?
Birazdan bedene sarılı bombanın patlayacağını, ellerinin, kollarının, yüzünün, gözünün, kulaklarının küçük küçük parçalara ayrılıp duvarlara yapışacağını bile bile.
Patlamaya adım adım yaklaşırken, acaba canlı bombaların akıllarından ne geçiyordur?
Ne düşünüyorlardır?
O düşünen kafanın birazdan gövdeden ayrılıp havalarda uçacağını bile bile.
Nasıl oluyor da buna razı oluyorlar?
Ya da birazdan öldürecekleri insanların yüzünü görünce nasıl vazgeçmiyorlar?
O yaşta insan biraz olsun korkar.
Hoş, düşünebiliyor musunuz; korkup kaçsanız dahi bombanız da sizinle geliyor.
*
Elbette onların beyinlerini yıkayıp, doğru cennete gideceklerine inandırıyorlardır.
Peki; suçu-günahı olmayan, çocuk-kadın, masum insanları durup dururken öldürenin cennete asla gidemeyeceğini hiç mi akıl edemiyor bu canlı bombalar.
O zaman bizim aklımızın ermediği, çok daha etkili ve güçlü bir beyin yıkama yöntemleri olmalı.
Tüm yaşam güdülerini silen, duyguları yok eden, aklı-mantığı ortadan kaldıran bir yöntem.
Canlı bomba gibi gözüken, aslında cansız bombalar.
*
Bildiğimiz tek şey:
Bu canlı bombaların bu ülkede yetiştikleri.
Ve canlı bombaların istisnasız tümünün yobazların çağdışı eğitimlerinden geçtiği.
Hurafelerle, sahtekar din adamlarının uyduruk fetvaları ile, o ilkel eğitimle beyinlerinin yıkandığı.
Ama ne yapacaksınız?
Arkadaş hálá çocukların; karanlık köşelerde, anlamadıkları bir dilde, yalan-yanlış yorumlarla, asılsız-mantıksız bilgilerle, tarikatların-ocakların kucağında eğitilmelerini istiyor.
Bunun için kanun çıkartmaya dahi kalkabiliyorlar.
Yaptıklarına bir dönüp bakın.
Asla uslanmadan…
Asla vazgeçmeden
Bekir COŞKUN. Hürriyet, 11.3.2004
x
Sayın Yazar Tosun,
Yazınız için teşekkür ederim, güzel yazmışsınız.
Benim eklemek istediğim, islami toplumlarda haklin kasten cehalet altında tutulmasıdır. Eğitilen, kendisi için düşünebilen, koru körüne yobaz olmayan insanlar zaten dinleri soruşturmaya başlayacaklardır.
İste bu soruşturma islimi toplumların isine gelmemektedir. Turkiyede kadınlara eşit davranılması devlet büyüklerinin örnekleriyle daha da kolaylaşacaktır. Ama hepimiz biliyoruz ki bu sadece gerçek dişi bir hayaldir, hatırlarsanız Kasımpaşalı başbakanımız Almanya’da erkeğin birden fazla kadınla evlenmesini normal karşıladığını Avrupa basınına açıklamıştı.
Sevgi ve Saygılarımla,
Dima, 11.3.2004
ATATÜRKÇÜ BİR BAYANA 8
Sayın Hayri bey ve diğer yazan arkadaşlarda dikkatimi bir şey çekiyor Niçin sürekli İslamiyet hakkında bunlar yazılıyor? ve bunun doğru bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum.
Diğer dinleri onaylıyor musunuz da İslamiyet böyle yerlerin dibine batırılıp batırılıp çıkartılmakta?
Hıristiyanlık Musevilik Yahudilik çok mu doğru dinler yani?
Bu şekilde yaklaşıldığında kendi toplumumuzu aydınlatmaktan çok onların kendilerini savunmaya itmiş olmuyor muyuz?
Bu şekilde söylenenleri de kesinlikle dinlemeyeceklerdir, ki zaten öyle de yapıyorlar.
Yozluk bakımından sadece İslamiyet’in dile getirilmesi benim gibi dinsiz birini bile rahatsız ederse diğerlerini nasıl etkiler dersiniz ?
Selamlar
Melike, 11.3.2004
+
Sevgili Meleğimiz,
Önce saygılar sunar, yürekten sevgiler deriz.
“Niçin sürekli İslamiyet hakkında bunlar yazılıyor? Bunun doğru bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum. ” yargınıza yanıt:
Öncelikle şunu belirtmeliyim benim muhatabım İslam değil irtica’dır. Kendi halinde inancını yaşayanlarla iktidara gelerek İslam şeriatını uygulamak isteyenleri birbirine karıştırmamalıyız.
İşte ben, 1400 yıl önceki toplumun koşullarına göre oluşturulan İslam şeriatını; yani İslam’ın hukuk kurallarını, bu çağda toplumuza dayatmaya çalışanlara karşı savunma amaçlı yazıyorum. Çünkü Genel Kurmay’ın da saptamasına göre bu gün için en yakın ve en büyük tehlike irticadır da onun için…
İslam ile irticacı karıştırmamalıyız.
İslam, kendi inancını kimseye dayatmadan kendisi için yaşayan ve iktidara gelip de şeriat kurallarını uygulama gibi bir amacı olmayandır.
İrtica ise: İslam’ın temel kitaplarını (Kuran ve Hadis kitapları) referans alarak; aydınlarımızı öldüren, kentlerimizi bombalayan dinci teröristlerle; Hizbullah adında örgütlenerek kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları bile öldüren çılgınlar ve dini siyasete alet ederek iktidara gelip şeriat devleti kurmak isteyenlerdir.
Bunlar, İmam Hatip mezunu imam bir Başbakanı ve hükümetini bile mürtet ilan etmişlerdir. Bunlar hurafelerle, yalanlarla din adına halkımızı kendileri gibi düşünmeyenlere karşı kin ve düşmanlıkla motive etmektedirler. Bu çılgınlar, yurdumuzda bir şeriat devleti kurma amacı ile kendilerini İslam diye yutturmaya çalışan şeriat militanlarıdır.
Niçin bunlara karşı olduğumuzu öğrenmek isterseniz Doğu Perinçek’in Kaynak Yayınlarınca yayınlanan “Atatürk Din ve Laiklik Üzerine” adlı kitaba bakmanızı öneririm. (Özellikle 70-80 sayfalarına…)
Biz kendi inancını yaşayan halkımızın inancına karşı değiliz. Biz; “…hoca kılıklı sahte bilginlerin yalanlarına inanacak kadar bilgisiz de değiliz.” Biz Atatürk’ün: “Bu cahillerin olumsuz yönde atacakları bir adım yalnız benim şahsî imanıma değil, yalnız benim amacıma değil, o adım benim milletimin hayatıyla ilgili, o adım milletimin hayatına karşı bir kasıt, o adım milletimin kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançere karşıyız. Benim ve benimle aynı görüşte arkadaşlarımın yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir.” sözleri gereğince dini paraya tahvil edenlere de karşıyız.
Yine biz: “…Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola, harman ola… Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini, nefreti eksik etmesin. “ (ŞÜKRÜ KARATEPE)
Ve bir de düşünce ve inanç özgürlüğü deyerek; bunların serbestçe şeriatı yıkma çabalarına seyirci kalan aymaz Atatürkçülere karşıyız.
Eğer böyle bir tehlikenin Yahudi ve Hıristiyan’dan geldiğine ilişkin en ufak bir belirti görseydik; inanınız ki onlara da aynı tepkiyi gösterirdik.
Bu gün yurdumuzda hangi Yahudi ve Hıristiyan örgütü; medyası ile militanlarını, yalan yanlış ve büyük bölümü hurafe olan menkıbelerle ve cennet vaatleri ile canlı bomba haline getirmektedir?
Bütün dinler aynı unun hamurundandır. Al birini vur ötekine… Hepsi de ruhçudur. Yani Ruh’un evreni yoktan var ettiği inancındadır. Maddeyi, ruhun yarattığı inancında olmak sağlıklı düşünememenin belirtisidir ve de bilime karşıdır. Bilim ne diyor: “Hiçbir madde yoktan var olamaz; var olan da, yok olamaz…” (Lavezion yasası).
Tek Tanrı’lı dinlerin birbirinden farkı yoktur. Hepsi de kendi egemenliklerini kurmak için mensuplarını kendileri gibi inanıp düşünmeyenlere karşı kin ve düşmanlıkla motive etmektedir. Bu ise Tanrı’nın (Tanrı: Olması gereken… Olması gereken ise; dostluk, barış ve sevgidir…) iradesine karşı gelmektir.
Demek istiyorum ki yalnız kendi inancını hak görerek diğerlerini öldürmek gibi bir düşüncede olanların Tanrı ile bir ilgisi yoktur.
www.bilgebalta.com adresli sitemizdeki İncil’den ve Tevrat’tan bölümü ile diğer bölümlerine bir göz atarsanız Yahudilik ile Hıristiyanlığın da yanlışlarını eleştirdiğimi görürsünüz.. Kaldı ki daha üç gün önce Yahudi inancını eleştiren “ALLAH BÖYLE DER Mİ?” başlıklı bir yazı göndermiştim sizlere… Gönderdiğim bu ilginç yazımla ilgilenmedi bir kişi bile…
Kaldı ki biz onları savunmaya itsek de itmesek de onlar bizi kendilerinden saymayacaklardır. Taa ki bizim-sizin gibilerin kendileri gibi olacakları güne kadar.
Boşa onları kazanmaya çalışmayınız. Nazım’ın deyimiyle; “onlar; sana düşman, bana düşman…”
Onlar; akılcı olan, insanın sevdiği her şey yanında güzelliğe düşman… Onlar; insanın, gülerek eğlenmesine bile düşman…
Bizler hurafelere karşı, bilim dışılıklara karşı, halkımızın bilgisizlikte bırakılmasına ve din adına aldatılmasına karşıyız. Biz istiyoruz ki bir daha gelemeyecek olduğu şu güzelim dünya da; insan, yesin, içsin, eğlensin, gülüp oynasın, sevsin, sevilsin birbirlerine düşmanlık duymadan barış içinde yaşasın… Onlar da diyorlar ki bu dünya geçicidir. Ebedi olan dünyaya ölünce kavuşacaksın. O dünyada mutlu olabilmek için bu dünyadaki yoksulluklara, yoksunluklara katlanacaksın; çünkü, Allah fakirleri sever, diyerek kendi ceplerini dolduruyorlar. Ve de ve inanmayanları imana getireceksin. (Bk. K. 9/29) diyorlar…
Biz bütün tek Tanrılı dine mensup olup da Tanrı’yı kendi dışlarında arayanlara şu gerçeği anlatmaya çalışıyoruz: “Tanrı bizde tecelli etmeye her zaman hazırdır. Ne var ki Tanrı’nın bizde tecelli etmesine bencil isteklerimiz yüzünden izin vermiyoruz. O’nu, Tanrı ve Din bilgimizin yokluğundan hep kendi dışımızda arıyoruz. Bu anlayışımıza başkasını da inandırmaya çalışıyoruz. Bu anlayıştan kurtulmadığımız sürece biz insanlara kurtuluş yoktur.” diyoruz.
Hatırlatayım, siz bile bir parça Allahçılık ve dincilik kokan bu ve benzeri yazılarımdan ötürü dincilik yapıyor diye bana çıkışmıştınız. Şimdi ise beni bile rahatsız ediyor diyerek etkinliklerime ket vurmaya kalkıyorsunuz. Oldu mu bu Sevgili Meleğimiz? Yakışır mı bu senin Atatürkçülüğüne?… Bari sen eteğimizden tutarak bizi durdurmaya, etkinliklerimize ket vurmaya çalışma. Seni iyi tanımasam “Sen de mi Brütüs!” diyesim geliyor; ama, demiyorum, yalnızca “Dostun gülü gülü!..” deyip geçiyorum…
Sen yanmazsan, ben yanmazsam nasıl çıkacak karanlıklar aydınlığa…Unutma ki ne yapsan, ne etsen yaranamazsın yobaza.
Hem yazdıklarımız boşa da gitmiyor. Bir parçacık sağduyusu olanlar bile bize gerçeği gösterdiniz diye teşekkür ediyor…
Şimdi kal sağlıcakla. Ne desen, ne söylesen hoş gelir bana; çünkü sevgim var sana…
Av. Hayri Balta, 13.3.2004
X
Sayın Balta,
Çünkü şu an bu topraklarda geçerli olan din İslam’ın ehl-i sünnet versiyonu. Eğer ülkemizde mesela Budistler kan dökse veya her tarafa yayılma imkanına
kavuşsalardı o zaman onlarla uğraşırdık. Voltaire bu durumu şöyle özetledi: Herkes önce kendi bahçesini temizlesin.
Saygılar
Levent, 11.3.2004
MEĞERSE PALAVRA İMİŞ 9
Murat Bardakçı: Kutsal Emanetlerce Karbon-14 testi yapılsın
Murat BARDAKÇI
Topkapı Sarayı’nda Hazreti Muhammed’in sandalet seklindeki üç adet ayakkabısının yakında sergileneceğinin açıklanması üzerine, bizde bulunan çok sayıdaki “Kutsal emanetler”i hatırladım.
Sonra, Hıristiyan dünyasında asırlarca devam eden “İsa’nın kefeni” ve `Kumdan Tomarları” tartışmaları hatırıma geldi ve teknolojiyle efsane işbirliğinin sonunda gerçeğin nasıl ortaya çıktığını düşündüm. İste, bir başka “kutsal emanetler” tartışmasında modern teknoloji vasıtasıyla kesin sonuca ulaşılmasının kısa ve yorumsuz öyküsü…
Topkapi Sarayı’nda asırlardır saklanan kutsal emanetlerin arasında bulunan ve Hazreti Muhammed’e ait olduğuna inanılan üç tek ayakkabı, yakında sergilenecek.
PEYGAMBER TASI DEGIL, KRAL MEKTUBU
Gazetelerde ve TV’lerde son günlerde çıkan haberlerde bunların her ne kadar sarayın deposunda “yeni keşfedildikleri” iddia edildi ise de, sandalet seklindeki
ayakkabıların “yeni bulunmaları” diye bir şey söz konusu değildi. Teshir edilmeyen diğer çok sayıdaki kutsal eşyanın arasındaydılar, varlıkları her zaman bilinmekteydi ancak eski derinin açıkta kalması halinde hemen okside olması ihtimali yüzünden bugüne kadar sergilenmemişlerdi. Simdi “umumi arzu üzerine” kısa bir süre için
de olsa sergilenmelerinin hazırlığı yapılıyor.
Açık söylemem gerekirse, ben, sarayda bulunan ve çoğu bugüne kadar sergilenmemiş olan kutsal emanetlerden bazılarının gerçeklikleri konusunda her zaman tereddüde düşmüşümdür. Zira, daha ilk bakışta bunların bir bölümünün peygamber devrinden olmadıkları anlaşılır durumdadır. Meselá, Hazreti Muhammed’in “teyemmüm tası” olduğu söylenen obje, bir Asur tabletidir, Asur sarayının bas hademesi Sumiddina’nin kral Asurbanipal’a gönderildiği tablet seklindeki bir mektuptur ve Babilonya’da atölyeleri bulunan Maristar adındaki bir heykeltıraşa verilen siparişlerden özetmektedir.
Peygamberin mührü, mührün aslini bir kuyuya düşürdüğü bilinen Halife Hazreti Osman tarafından sonradan yaptırılmış bir objedir. Hazreti Fatma’ya ait olduğu iddia edilen seccade 16. asırdan kalmadır. Hazreti Hüseyin’in kullandığı söylenen bir başka seccade de 17. yüzyıla ait bir Bergama halisidir. Hazreti Osman’ın öldürüldüğü sırada okuduğuna inanılan ve üzerindeki lekelerin Osman’ın kanı olduğu söylenen Kur’andaki lekeler ise ceylan derisinden sayfaların rutubet yüzünden zamanla sararmasından ibarettir ve Kur’an’in yazı stili sonraki devirlere, Emeviler dönemine aittir. Hazreti Ayse’nin bohçası olduğu iddia edilen muskalı kumaş ise, Kanuni Süleyman zamanından kalmadır, hatta bir kenarında yapanın imzası da vardır.
İste, TV’lerde ve gazetelerde Hazreti Muhammed’in sarayda “yeni bulunan” üç adet ayakkabısıyla yani “nálın-i saadet”leri ile ilgili haberleri okuyunca, aklıma kutsal emanetler konusu geldi.
KAFATASI, BIZANS’TAN MIRAS KALDI
Peygambere ait olduğuna inanılan ve biri sarayda diğeri Hırka-i Şerif Camii’nde bulunan iki adet hırkayı, Top kapı’daki “sancak-i şerif”leri, sadece sarayda ve bazı camilerde değil, çok sayıda eski ailede de bulunan “sakal-i şerif”leri, Kutsal Emanetler Dairesi’nde muhafaza edilen “Hazreti Musa’nın asásı”nı, “Hazreti İbrahim’in tenceresi”ni, Bizans’tan bize miras kalan “Hazreti Yahya’nın kafatasını ve kemiklerini” ve kutsal emanetlerin geçmişteki siyasi gücünü hatırladım. Sonra Hıristiyan dünyasında asırlarca devam eden “İsa’nın kefeni” tartışması ve “Kumran Tomarlari” hatırıma geldi ve teknolojiyle efsane işbirliğinin gerçeği nasıl ortaya çıkarttığını düşündüm.
Yandaki ve aşağıdaki kutularda, Hıristiyan dünyasındaki “kutsal emanetler” tartışmasının modern teknolojiyle neticelenmesinin kısa öyküleri yaralıyor. Ben, bu tartışmalarla sonuçlarını nakletmekle, ancak Karbon-14 testinin objelerin gerçek yasini artık sadece birkaç senelik hatayla çıkartabildiğini hatırlatmakla ve kutsal kabul edilen eşyaya gerçek saygının da böyle yapılması gerektirdiğini söylemekle yetiniyorum.
Vatikan yalanladı, karbon testi doğruladı
Torino Kefeni’ne uygulanan Karbon-14 testi, “Kumran Tomarları” yahut “Ölüdeniz Yazmaları” diye bilinen ve hem Hıristiyanlığın, hem Museviliğin eldeki en eski yazılı kaynakları olan elyazmalarına da uygulandı. Ama sonuç bu defa olumlu çıktı.
1946’da Ürdün’de, Kumran köyündeki bir mağarada bulunan bu çok sayıdaki káğıt, papirüs ve deri tomarlarda her iki dinin karanlıklar içindeki ilk dönemlerinden bahsediliyordu ve Hıristiyanlığın başlangıcı bu tomarlar sayesinde aydınlanmıştı. Ancak Hazreti İsa’nın kefenini “gerçek” kabul eden Vatikan,Kumral Tomarları’nı “düzmece” diye nitelemiş, “İsa’dan çok sonraları yazılmış olduklarını” iddia etmiş ve bunun üzerine başlayan din; tartışma elli sene boyunca bir türlü bitmemişti.
Tomarların küçük bir bölümü Vatikan’da, çoğu İsrail’deydi. Tartışmalardan bir neticeye varılamaması üzerine 18 ayrı sayfadan alınan birkaç miligram ağırlığındaki parçalara Arizona Üniversitesi’nin fizik laboratuvarında Karbon-14 testi uygulandı. Testi, üniversitenin iki fizik profesörü, Timothy Jull ile Douglas Dohanue yaptılar ve Ölüdeniz Yazmaları’nın bir bölümünün miláttan önce üçüncü asırdan, bir kısminin yine miláttan önce 60’lardan, geri kalanının ise Hazreti İsa’nın yasadığı dönemden kaldığı ortaya çıktı.
Neticede, Vatikan’ın son derece önemli iki konuda yanıldığı anlaşıldı: Papaların “gerçek” dediği “Torino Kefeni” sahte, seneler boyu “sahte” olduğunu iddia ettikleri “Ölüdeniz Yazmaları” ise gerçekti.
Test için bir milimden küçük parça bile yetiyor:
Bugün arkeolojiyle tarih öncesi araştırmalarının ayrılmaz parçası olan ve tarih belirleme vasıtası olarak kullanılan Karbon-14 test metodunu 1946’da Sikago Üniversitesi profesörlerinden Williard Libby ortaya koydu. Profesör Libby, bu çalışması sayesinde 1960’da Nobel kimya ödülünü kazanacaktı.
Testin temelinde, bütün canlıların hücrelerinde bulunan karbon miktarının ölçülmesi yatar. Bitkiler fotosentez yoluyla karbon dioksit alıp bununla gelişmelerini sağlarlarken, ayni isi bitkileri yiyen insanlar ve hayvanlar da yaparlar.
Karbonun en ufak parçası “Karbon-14” veya “Radyo karbon” adini alır. Radyo karbonun 5568 yıl olan “yarılanma müddeti”, testin esasini oluşturur ve incelenecek örnekteki karbonda bulunan azalmış radyo karbonun oranı, o örneğin yasini verir. Test için birkaç miligram veya milimetrelik parça káfidir.
Dünyada bugün 150’nin üzerinde Karbon-14 laboratuarı bulunuyor ve test deri, kumaş, kan pıhtısı, kömür, mercan, reçine, gübre, boynuz, gibi bütün organik maddelerin yanı sıra son senelerde çanak-çömlek, duvar ve kaya resimleri ile demire ve maden içeren cevherlere de uygulanabiliyor.
Hazreti İsa’nın kefeni, İsa’dan 800 yıl genç çıktı Vatikan, asırlar boyunca Hazreti İsa’ya ait olduğuna inanılan kefene, 1988’de Karbon-14 testi uygulattı. Ama testin sonucu kefen hakkındaki bütün inançları bir anda kökünden değiştirdi: 2,5 metrelik bu keten dokuma, İsa’dan en az 800 yıl sonrasına aitti.
İtalya’nın Torino şehrindeki Vaftizci Yahya Kilisesi’nde saklanan eski bir keten örtü, Hıristiyan dünyasını asırlar boyunca meşgul etti. Tartışma, örtünün Hazreti İsa’nın çarmıhtan indirilmesinden sonra sarıldığı kefen olup olmadığıydı.
İki buçuk metrelik örtü, 11. aşıra kadar Urfa’da bir kilisede muhafaza edildi ve daha sonra İstanbul’a, yani o zamanın Bizans başkentine getirildi. Haçlılar’ın şehri 1204’de yağmalaması sırasında kayboldu ve 1350’lerde Fransa’da ortaya çıktı. Bir kiliseden ötekine dolaştı, 1532’de ciddi bir yanma tehlikesi geçirdi, İtalya’ya götürüldü ve Torino’daki Vaftizci Yahya Kilisesi’ne kondu.
1898’de, kefende herkesi şaşırtan bir özellik fark edildi: Kumaş parlak ışığa tutulunca, tam ortasında insan boyunda olan ve negatif filmi andıran bir görüntü beliriyordu. Görüntüde kırbaçlanmış, başına dikenden yapılmış bir taç oturtulmuş ve çarmıha gerilmiş bir insan vardı. 1930’lardan sonra kefenin hassas kameralarla fotoğrafları çekildi ve iki özellik daha bulundu: Görüntünün el kısımlarında kurumuş kanlar bulunuyordu ve gözlerinden birinde İsa’dan sonraki tarihle 30 yıllarına ait bir para sıkıştırılmıştı.
Romalıların çarmıha gerdikleri mahkumların gözlerine kendilerinden tartışması” başladı: Bazıları kefenin gerçek olduğunu kabul ederken, bazıları da ortaçağ papazlarının kiliselerine san ve şöhret kazandırmak için böyle bir kefen efsanesi uydurduklarını ileri sürdüler. Onlara göre, uyanık bazı papazlar kimsesiz bir adamı aynen Hazreti Isa gibi kırbaçlamış, basına dikenlerden yapılma bir taç geçirip çarmıha germişlerdi. Kurban çarmıhtan indirildikten sonra bir beze sarılmıştı ve Hazreti İsa’ya ait olduğu iddia edilen kefen, iste bu örtüydü!..
Tartışmalar senelerce sürdü ve Vatikan, 1988’de kefene Karbon-14 testi uygulanmasına karar verdi.
Kefenden kesilen mili metrik bir parça Teksas Üniversitesi’nin laboratuvarinda incelendi ama netice, Vatikan’ı teste izin verdiğine pişman etti: Kefen 1260 ile 1390 yılları arasında imal edilmişti, yani Hazreti İsa’dan 1200 küsur yas gençti.
Test daha sonra Arizona, Oxford ve Zürih Üniversiteleri’nde tekrarlandı, kefenden kesilen diğer mili metrik parçalara yeniden Karbon-14 uygulandı ama sonuç ayniydi; kefenin tarihi 13. asırdan geriye gitmiyordu.
Fizikçiler test sonuçlarını tartışırlarken, devreye bu defa Moskova Üniversitesi girdi: 1352’de kefenin saklandığı kilise yanmış, kefen zarar görmemiş ama yüksek hararette kalmıştı. Şiddetli isinin maddenin içindeki karbon moleküllerinin yapısını değiştirdiğinin bilinmesine rağmen, önceki testlerde bu husus gözerdi edilmişti.
Rus fizikçiler, Moskova’daki bir laboratuarda 1352’deki yangın ortamının bir esini yaratıp ketendeki karbonun değişikliğini belirlediler. Önceki testlerin verileri bu şekilde değerlendirildi ama sadece beş asırlık bir geriye gidiş sağlanabildi: Kefenin imal tarihi 8. asrin baslarına uzandı ama kefenle Hazreti İsa’nın yasadığı devir arasında hiçbir aláka kurulamadı.
Ayhan Onay, 11.3.2004
+
Aslında, Muhammed’e ait olduğu iddia edilen sakal parçalarının her birinden alınacak DNA lerle onun kemiklerinden alınacak DNA ler karsılaştırılmalıdır. Bakalım ortaya ne çıkacak.
Hem bilim bu kadar ileri iken bir adım daha ileri gidip Muhammed’in DNA’sından colon’lama yöntemiyle aynısının yaratılması yoluna gidilmelidir. Bu sayede hem Muhammedi görmüş oluruz, hem de bir peygamber nasıl yaratılıyor, sahneye en yakın yerden görür izleriz. Diğerleri için böyle bir sansımız yok çünkü onların mezarları bilinmiyor ama Muhammed’in nerede gömülü olduğu belli, insanın kemiklerindeki özellikle kemik baslarındaki hücrelerin binlerce yıl yaşayabildiği Ramsess II ye yapılan deneylerde anlaşıldığına göre ayni şey neden Muhammed’e uygulanmasın?
Saygılarımla
Can Ikiz, 11.3.2004
CAHİLİYE DÖNEMİ 10
Sayın Tosun,
Mesajını aldım, ne demek istediğini anladım.
Bir önceki mesajımda “kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi olayında yanlış anlaşılmaya elverişli olduğundan açıklama yapmak gereğini duyuyorum. Bu diri diri gömülme olayı çok, çok az rastlanılan bir olay olup dediğim gibi İslamiyet’ten önce de tepki gösterilmiştir.
Size kısa bir yanıt: İslamiyet, kadına hiç mi hiç bir hak tanımamıştır. “İslam’a göre kadın mallar arasında sayılır.” (K. 3/14)
Eğer İlhan Arsel’in,Turan Dursun’un kitaplarını okursanız kadının durumu İslamiyet’le cahiliye döneminden daha kötü olmuştur. Ne olur beni suçlamadan önce İlhan Arsel’in ŞERİAT ve KADIN adlı kitabını alıp bir zahmet okuyun. Bu güne değin 20. baskısı basılan bu kitap hakkında İslamcılardan biri olsun REDDİYE yazamamıştır ve bir yerde İllah Arsel’in yazdıklarını zımnen kabul etmişlerdir.
İslam’da kadının konumu için Hıdır Aslan’ın Berfin yayınlarında çıkan “TANRI ve KADIN” adlı kitabında bütün dinlerin kadına bakışını görebilirsin. Ama konumuz İslam’da kadın olduğu için sana iki kitap öneriyorum. Bunları okumayanlar elbette beni İslam düşmanı olarak göreceklerdir.
Bu iki kitap: “KURAN’IN KÖKENİ” ve “MUHAMMED ve KURMAYLARININ HANIMLARI” adlı kitabı da muhakkak ve muhakkak okumanızı öneririm. KAYNAK YAYINLARI’nda çıkmıştır… Yazarı ARİF TEKİN Kİ bu yazar 25 yıllık hizmetten sonra imamlıktan emekli olmuştur. Bu yazar kadar bilgili olamayız ya… Ben bu kitapları okuduğum için kendime güvenerek söylüyorum ki Kuran ve Hadislere göre: “Allah’a ilk karşı gelen kadındır.”
Kuran’a göre erkek “karısı olan kadını dövebilir.” Bu konuda binlerce, evet binlerce örnek görmek isterseniz adını verdiğim bu kitapları okumalısınız.Yoksa bana ne söylerseniz söyleyin Masalsıöykünün yazarı Saygın Melike hanım gibi haksızlık etmiş olursunuz.
Eğer muhakkak benim görüşlerimi öğrenmek isterseniz http://www.bilgebalta.com adresli sitemizin “DİN” ve DİĞER BÖLÜMLERİNE bakmanızı rica eder saygılar sunarım.
Av. Hayri Balta, 11.3.2004
+
Sayın Tosun,
Önce saygı, sevgi.
“İslamiyet, aslında Cahilice döneminin kadını hiçe sayan törelerine karsı onları koruma altına almış ve bir takım haklar sağlamıştır” diyorsunuz. Sizden rica ediyorum. Cahilice döneminin kadını hiçe sayan töreleri hakkında, kız çocuklarının diri diri gömülmesi dışında, birkaç örnek gösterebilir misiniz? Kaldı ki “kız çocuklarının diri diri gömülmesi olayını da” İslamiyet’ten önce tepki gösterilmeye başlanmıştı.
Eğer bana birkaç örnek verme lütfünde bulunursanız sevinirim.
Saygılarımla,
Av. Hayri Balta, 11.3.2004
+
Sayın Yazar Tosun,
Yazınız için teşekkür ederim, güzel yazmışsınız.
Benim eklemek istediğim, islami toplumlarda haklin kasten cehalet altında tutulmasıdır. Eğitilen, kendisi için düşünebilen, koru körüne yobaz olmayan insanlar zaten dinleri soruşturmaya başlayacaklardır.
İste bu soruşturma islimi toplumların isine gelmemektedir.
Turkiyede kadınlara eşit davranılması devlet büyüklerinin örnekleriyle daha da kolaylaşacaktır. Ama hepimiz biliyoruz ki bu sadece gerçek dişi bir hayaldir, hatırlarsanız Kasımpaşalı başbakanımız Almanya’da erkeğin birden fazla kadınla
evlenmesini normal karşıladığını Avrupa basınına açıklamıştı.
Sevgi ve Saygılarımla,
Dima,11.3.2004
+
Sayın Tosun,
Önce saygı, sevgi.
“İslamiyet, aslında Cahiliye döneminin kadını hiçe sayan törelerine karsı onları koruma altına almış ve bir takım haklar sağlamıştır” diyorsunuz.
Sizden rica ediyorum. Cahiliye döneminin kadını hiçe sayan töreleri hakkında, kız çocuklarının diri diri gömülmesi dışında, birkaç örnek gösterebilir misiniz?
Kaldı ki “kız çocuklarının diri diri gömülmesi olayını da” İslamiyet’ten önce tepki gösterilmeye başlanmıştı.
Eğer bana birkaç örnek verme lütfünde bulunursanız sevinirim.
Saygılarımla,
Av. Hayri Balta, 11.3.2004
+
Sayın Balta,
Cahiliye dönemine ait, kadınlarla ilgili örf ve adetlerden örnek vermemi
istiyorsunuz…..
Konunun uzmanı değilim ama bildiğim kadarı ile sunu söyleyebilirim ki o donemde kadınlar sadece cinsel bir obje olarak kabul ediliyorlardı…
Erkeklere göre bedenen güçsüz ve zayıf olan kadınlar, karakter olarak da zayıf ve ise yaramaz addolunuyorlar, yeni doğan kız çocukları da bazen diri toprağa gömülerek öldürülüyordu.
Cahil bedevi kabilelerinin örf ve adetlerine göre hiç değer verilmeyen ve hakkı hukuku tanınmayan Kadınlar tam anlamı ile bir mal veya meta gibi kullanılıyorlardı.
Savaş ganimeti olarak alınıp satılıyorlar, ölen bir erkeğin mirası ile birlikte mirasçılara devrediliyorlar, erkekler tarafından nesebin devamı için ve soylu bir çocuk edinebilmek için başka erkeklere ikram ediliyorlar, mirastan mahrum edilebiliyorlar ve bazı yiyecekler onlara yasaklanabiliyordu….
Yani insanlık acısından bir hiçtiler…. Bunlar ortada iken, detaya girip, onların uğradığı eziyet, hakaret, dayak, aşağılanma ve ceza lar hakkında da bazı fikirler yürütülebilir….
Sorunuzdan Islamiyetin kadınlara getirdiğini söylediğim hakları küçümsediğiniz veya karsı çıktığınız anlamını çıkarabilir miyim?
Ama beğenilmese de cahil bedevi kabilelere, kadın konusunda bir disiplin ve düzenleme getirdiği konusunda ısrarlıyım…
Saygılarımla
Tosun, 12.3.2004
+
Sayın Tosun,
Bu dedikleriniz Cahiliyye döneminin değil, Muhammed döneminin uygulamaları olmasın?
Kadınların “cinsel obje” olmaları konusundaki laf salataları artık modasını yitirdi.. Eğer doğada iki cins cinsellik için varsa, bunlar birbirlerinin cinsel objesi olacaklardır elbette.. “Obje” olunca ne oluyorsa!…
Kadınların bir meta gibi alınıp satılması Muhammed döneminde
uygulanıyordu.. Kölelik, cariyeler.. Ayrıca 4 kadınla evlenebilme hürriyeti..
Kız çocukları diri diri toprağa gömülerek öldürülüyor iseler, o zaman Muhammed’in annesi nasıl kurtuldu da Muhammed doğdu?
Muhammed’in kendisinden bilmem kaç yaş büyük karısı nasıl diri diri gömülmemiş de yaşayıp zengin bir kadın olarak, Muhammed’i kocalığa kabul etmiş?
İslam öncesinde kadınların diri diri toprağa gömülmesi koca bir
yalandır. Öyle olsa idi kadın kalmazdı o toplumda..
Kadınları yarı yarıya diri diri toprağa gömüp taşlayarak öldürmek
islamda halen bugün de var olan bir uygulamadır ama!..
Islamiyetin tutulacak tarafı yoktur çağdaş dünyada.. Bunun içindir
ki “ben Müslümanlıktan istifa ediyorum” diyemeyenler kendilerince bir cins Müslümanlık icat edip kendilerini Müslüman sanıyorlar.. Buna kendini aldatma denir psikolojide.. 12.3.2004
(Gönderen Bilinmiyor.)
+
Merhaba Hayri Balta,
Başkaları yararlanıyor mu, bilmiyorum. Ama, doğrudan ya da grup üzerinden gönderdiğiniz bütün yazılar benim için bilgilenme ve düşünme kaynağı oluyor.
Çok teşekkür ediyorum. Kaleminize, beyninize, yüreğinize sağlık.
Aramızda şimdilik tek yanlı süren iletişimin kesilmemesi dileğimle saygılar sunuyorum.
Rahmi Yıldırım, 13.3.2004
+
Sayın Yıldırım,
Beni mutlu etti; takdirleriniz, övgüleriniz.
Bütün yorgunluklarımı, umutsuzluklarımı giderdiniz.
Yaşadığım sürece bütün yazdıklarımı size göndereceğimi bilesiniz.
Kaldı ki siz iyi bir yazarsınız ve de iyi bir kimsesiniz.
Sizin gibi saygın insanlara saygı göstermeyi bir ödev biliriz.
Şimdi kal sağlıcakla, saygılar sevgiler sana.
Av. Hayri Balta, 13.3.2004
X
Sayın Balta,
Konunun dağılmaması için tekrar etmekte fayda gördüğüm için yazıyorum:
Tartışmaya sebep olan ilk yazımda, kadınlarımızın bugün içinde bulundukları durumun çarpıklığından şikayet etmiş, bunun sebebinin sadece islamiyette aranmaması gerektiğini bana göre asil sebebin eğitimsizlik ve cahillik olduğunu vurgulamaya çalışmıştım…
Bu arada da Arap kabilelerinin cahiliye döneminde kadınları hiçe saydıklarını, İslamiyetçin onlara kısmen de olsa bir takım haklar sağladığını ileri sürmüştüm…
Mesela kısa ve net olarak hiçbir miras hakki bulunmayan kadına – az da olsa – pay verilerek koruma altına alındığını söylüyorum… Bu ve bunun gibi başka hususlar da vardır elbette ve uzun uzun tartışmaya da müsait… Ama ben bu tarz tartışmalara girmek istemiyorum..
Siz aksini iddia ettiğinize göre, cahiliye döneminde bedeviler tarafından kadınlara tanınmış olan hakları ortaya koymanız gerekmiyor mu ?…Kadınların hangi hakları varmış da İslamiyet bunları onların elinden almış ?…Bana göre tartışmamıza açıklık getirecek asil konu budur….
Prof. İlhan Arsel’in bir iki kitabini ve son olarak da Müslümanlık Sınavı isimli kitapçığını okudum.Ama orada yazılanların konumuz ile bir ilgisi olduğunu hatırlamıyorum….
Diğer yazar isimlerine gelince, benim için bir şey ifade etmiyorlar. Onların yerine İlahiyatçı Prof.lerimizi, mesela Yasar Nuri hocayı, Ateş hocayı okumayı tercih ederim.
Ayrıca anlayamadığım bir husus var.. Bir iki bir kitap yazmış ve İslam kötülemiş.. Peki bunlar mutlak doğruları mi ifade ediyor… Aksini iddia eden, yüzlerce, binlerce
kitaplar yazılmış, onlar niçin bir kenara atılacakmış anlayamıyorum…
Sonuç olarak, bana göre herkes, Allah’ınn kendisine verdiği akil ve zekayı en iyi şekilde kullanarak istediği şekilde düşünebilmeli, inanabilmeli, ve ibadetini yapabilmelidir….Bu husus kişiseldir ve kimsenin karışmaya hakki bulunmamaktadır…
Saygılarımla
Tosun, 13.3.2004
+
Sayın Tosun,
Önce saygı, sevgi…
Önce şu ilkemi belirtmeliyim ki ben “tartışmayı” sevmem. Ben gerekli gördüğümde kendi görüşlerimi açıklarım. Kimseye de benim dediklerim doğru diye dayatmam…
Son paragraftaki dediğin gibi “isteyen, istediği şekilde düşünebilmeli, inanabilmeli, ve ibadetini yapabilmelidir…” Kaldı ki ben de bu konuya sahip çıkanlardan biriyim. Onların serbestçe inançlarını yaşabilmeleri için elimden gelen savaşımı da veriyorum.
Benim dayanamadığım anlayış, “Şeriat militanların devlet ve toplum yönetiminde söz sahibi olmak için dayatmaya kalkmaları ve bir de niçin hak dine inanmıyorsun diye baskı yapmalarıdır.”
Bir insanın inancını kendi yaşaması gerekir. Ama biri çıkarda “İslamiyet kadına bir çok haklar tanımıştır” diye şeriat propagandası yapmaya kalkarsa; biz de, gerçek saygımız gereği, yok arkadaş pek de dediğin gibi değil, deme hakkını kendimizde buluruz.
Cahiliye döneminde kadınların miras hakkı bulunmadığı konusu hiç gözüme çarpmamıştı. Bu konuyu araştıracağım ve bulgularımı da size ayrıca bildireceğim. Ama bildiğim bir şey var ki cahiliye döneminde kadınların çarşafa bürünmesi diye bir gelenek yoktu. Bunu bir hafta önceki yazısında Süleyman Ateş Vatan gazetesinde. Yazıyordu: Tesettür, Muhammed’in peygamberliğinin 16. veya 17. yılında söz konusu olmuş… Bu da gösteriyor ki tesettür Allah’ın değil Muhammed’in emri. Eğer Allah’ın emri olsaydı, Allah’ın aklı başına sonradan gelmezdi ve bu emrini ilk peygamberi olduğu söylenen Adem’e; Havva’yı ve kız çocuklarını tesettüre sokması emrini verirdi…
Cahiliye döneminde kadın hakları konusuna gelince kadınların toplum yaşamından soyutlanmadığını; ticaretle uğraştığını ve gerektiğinde evlenme konusunda evleneceği erkeğe şart koşabildiğini görüyoruz. Örneğin Muhammed’in eşi Hatice’nin ticaretle uğraşması ve evlenirken Muhammed’e, “Benimle evli iken başka bir kadınla evlenemeyeceksin” diye şart koşması.
Cahiliye dönemi diyerek aşağılanan dönemde çok önemli gördüğüm düşünce ve inanç özgürlüğüne saygı gösterilmese idi. Cahiliye dönemi dedikleri dönemde; Putperesti, Hanif’i, Sabi’si, Aya, Güneşe, Yıldıza tapanı, Yahudi’si, Hıristiyan’ı ve diğer inanç mensupları kendi inançlarını özgürce yaşayabilirler miydi? Cahiliye döneminde hiç kimse; bir başkasını, “Hak dini niçin kabul etmiyorsun!” diye öldürmeye kalkmazdı. Bakınız (Kuran. 9/29)
Ah ne olurdu adını verdiğim kitaplara bakma zahmetini gösterseydin. Ben size “Şeriat ve Kadın” adlı kitaba bir göz atın diyorum; siz ise, İlhan Arsel’in Müslümanlık Sınavı adlı kitapçığında yazılanların konumuzla bir ilgisi olmadığını söylüyorsunuz.
Ben size Müslümanlık Sınavı adlı kitaptan söz etmedim ki; ben size “Şeriat ve Kadın” adlı kitaptan söz ettim. Bu kitapta İslam’ın kadına verdiği değer, cahiliye dönemi ile kıyaslanarak, çok açık bir şekilde anlatılmaktadır. İnsan merak gereği okuma zahmetine girer hiç olmazsa…
Şeriatçıların, günümüz hukukuna ters düşen düşünceleri ile Türk halkına bakışı yanında kadınlarımız hakkındaki söylemlerine ışık tutma hakkımız yok mu? Alıntılarımız tamamen İslam’ı kaynaklara dayanmaktadır.
Eğer bu alıntılarımız şeriat militanlarını kızdıracaksa; bu kızgınlığa kapılanlar bize değil, İslam kaynaklarını yazanlara kızmalıdır…
Kaldı ki bu yazarlar Hadisleri bile, şu tümce (ayet) gereğince Allah’a dayandırırlar. Okuyalım:
“O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy iledir.” (K. 53/3-4)
Şeriat militanları bu tümce gereğince Peygamberlerince söylenen sözleri de (Hadisleri de…) Allah’a mal ederler. (Bu konuda 3 Ağustos 2001 tarihli Akit gazetesinin Fıkıh köşesine bakılabilir. s. 18).
Şimdi şu hadislere bir göz atalım. İnsaf ile değerlendirelim. Bu Allah’ın ya da Peygamberinin biz Türkler ile ne alıp veremediği var?
– “Siz (Müslümanlar), küçük gözlü, basık burunlu, yüzleri kalkan gibi, derisi üst üste binmiş olan toplumla öldürülmedikçe kıyamet kopmayacaktır.”
(Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l Cihad/96;
Müslim e’s Sahih, Kitab’l-Fiten/62. Hadis No: 2912;
Ebu Dâvud, Sünen, Hadis No. 4304;
Tirmizi, Hadis No: 2251;
İbn Mace, Hadis No: 4096-4099)
Türkler aleyhine yazılan tam beş tane hadis ki, diğer Hadis kitaplarında da var, yadsınamayacak denli gerçek…
Bu hadisler gereğince tarih boyunca Türkler; Araplar ve Osmanlılarca aşağılanıp dışlanmışlardır. Buna ilişkin somut gerçekleri aşağıda göreceğiz.
Burada şu acı gerçekle karşı karşılaşıyoruz: Türkler, kendilerini Müslüman sayıyorlar; öyle ki aşağıda okuyacağınız yazıda da göreceğiniz gibi:
“Türk Arapsız yaşayamaz, kim ki yaşar der delidir,
Arap’ın ise Türk, hem sağ gözü ve hem sağ elidir.” (Mehmet Akif)
Diyorlar ama Araplar Türk’ü Müslüman’dan bile saymıyor…
Arapların Türk düşmanlığını gösteren binlerce belgelerden yalnızca bir tanesini örnek olması bakımından İlhan Arsel’in “ARAP MLLİYETÇİLİĞİ ve TÜRKLER” adlı kitabından aşağıya alıyorum:
“9 Yukarıdakine benzer diğer sokak ilanlarında şöyle yazlı idi: “İliklerine kadar cahil olmasına ve ifsat edilmişliğine (bozulmuşluğuna demek istiyor) ve karı tabiatlılığın ( aşağılayıcı anlamda korkak demek istiyor), o iki milyonu aşmayan sayılarına rağmen Türkler, otuz beş milyondan fazla (biz) Tanrı hizmetkârı (Arapları) boyundurukları altında tutabilmişlerdir bu güne değin… Ey baba yurdunun ahalisi Türkün haksızlıklarını ve zulmünü biliyorsunuz. Onlar sizin kutsal kanunlarınızı (şeriatı) yok ettiler ve kutsal kitaplarınızla (Kuran ile) alay ettiler. Hatta asil ve güzel dilinizi unutturmak için tüzükler getirdiler. Size gelişme kapılarını kapattılar… Sizi köle yaptılar… Oysa ki siz geçmiş dönemlerde egemen bir millet idiniz. Sizin aranızdan bilim adamları ve faziletli insanlar yetişmişti. İslam diyarı sizin sayenizde gelişmiş, refaha kavuşmuştu ve yine sizin sayenizdedir ki, İslam fetihleri sağlanabilmişti. Sizin dilinizde halifeliğin ilkeleri yatmakta iken, Türkler onu da sizden çaldılar.” (Kaynak yayınları: 269: Altıncı Basım. 1999. s. 282.)
Bunun son örneğini de Suudilerin Mekke’deki Ecyad kalesi yıkarak yerle bir etmeleri olayında görüyoruz. Gerçek şu ki Araplar bizi düşman biliyor; bizler ise hâlâ ve hala Arap’ın şakşakçılığını yapıyoruz.. M. Kemal Atatürk bu şakşakçılar için şöyle diyordu. “Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir.”
Ecyad kalesinin Suudiler tarafından yerle bir edilmesi üzerine İlhan Arsel’in yakında Cumhuriyet’te yayınlanması olası (olası diyorum: Çünkü İlhan Arsel’in gönderdiği bazı yazılar yayınlanmamaktadır… Bu yayınlanmayan yazılara da Sitemizde yer vereceğiz…) yazısını bilgilerinize sunuyorum:
Tosun dostum,
“Bir iki (kişi) bir kitap yazmış ve islami kötülemiş…” diyorsunuz. Bunlar İslam’ı kötülememiş. Yalanlarla, uydurmalarla, safsatalarla gerçeği saptıranlara karşı ölüm pahasına gerçekleri açıklamışlardır.
Bir iki kişi dediğin Arif Tekin ile Turan Dursun “halka yalan söylemekten bıktığım için gerçekleri açıklamak zorundayım” diyerek, yıllarca Diyanete hizmetten sonra, bu kitapları yazmışlardır. Öyle ki Turan Dursun, halka yalan söyleyen bir din adamı olmaktansa çöpçü olmaya razıyım, diyerek Ankara Belediyesinde çöpçülüğe bile gönül indirmiştir.
Arif Tekin ile Turan Dursun, adını verdiğim kitaplarında yazdıklarına en az üç-dört İslamî kaynak gösteriyorlar. Yalanları, yanlışları çok güzel ve inandırıcı bir biçimde ortaya koyuyorlar. Gerçeklerden niçin kaçalım inançlarımız rencide oluyor diye…
Gerçekleri söyleyip yazıyor diye Turan Dursun öldürülmüştür. Arif Tekin ise İlhan Arsel gibi yurt dışında yaşamak zorunda bırakılmıştır. İslam düşüncesinde görülen bu eleştiriye tahammülsüzlük bile bizlerin İslam konusunda halkımıza gerçekleri söylememizin gerekçesini oluşturur. Çünkü eleştiriye tahammülü olmayan bir toplum geri kalmaya mahkumdur. Örneğini görmek isterseniz şeraitle yönetilen ülkelere bakınız. Aklı başında hiç kimse Türkiye’ye o tür yönetim biçimi lâyık görmez. Böyle bir yönetimi Türkiye’ye getirmek için ancak meczup olmak gerektir ki Atatürk bu kafada olanları hain-i vatan olarak görmüş ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde iki sayılı yasa olarak “İHANETİ VATANİYE KANUNU” nu çıkartmıştır.
Türkiye, şeriatla yönetilen ülkelerden bir parça ileri ise bu demokrasinin getirdiği düşünce ve inanç özgürlüğü sayesindedir. Demokrasi ve laikliğin İslam’a verdiği zararı gören Usame bin Ladin ve avaneleri demokrasi ve laikliğe son vermek için dünyanın her yerinde bombalar patlatarak dünyayı kana buluyorlar.
Biz; Genel Kurmayın birinci ve en yakın tehlike gördüğü bu sanal Allah delilerinin şerrinden halkımızı kurtarmaya çalışıyoruz. Biz seslenmeyelim de ülkemiz Afganistan gibi mi olsun? Ne var ki kendisini sağlam Atatürkçü görenlerce de niçin “Niçin sürekli İslamiyet hakkında bunlar yazılıyor?” diye suçlanıyoruz. İnsaf yahu! Hangi Yahudi, hangi Hıristiyan geldi de İstanbul’un göbeğinde bomba patlattı? Hangi Yahudi, Hıristiyan geldi de Ankara’nın göbeğinde Atatürkçü laikleri katletti?
İnsaf yahu! Bu ülkede cumhuriyetin, demokrasinin, laikliğinin köküne kibrit suyu ekmek için hangi dinin; “11 dergisi, 19 gazetesi, 20 televizyonu, 51 radyosu, 500 vakfı, 800 okulu, 1000 şirketi, 2500 derneği var?” Bir zahmet edip bu medyayı bir gün izleyin. Büyük bir cezbe ile yalanda yarışıyorlar, uydurmada uyuşuyorlar. Halkımızı Arap hayranlığına güdülüyorlar: Bunlarda zerre kadar Türklük bilinci bile yok; ölülerimizi bile, Arapça sözcüklerle toprağa veriyorlar. Üstelik şimdiki iktidar da aldığı oyların çoğunu da bunlardan almış…
Gençlerimizin batıl itikatlarla, hurafelerle beyinlerini yıkayarak canlı bomba halinde Yahudilerin, Hıristiyanların, Atatürkçü laiklerin ve Masonların üstüne üstüne gönderip öldürtenler kimler? Bunlar hangi cemaatin arasından çıkıyor? Soruyorum bizi İslam düşmanı kendisini de Atatürkçü ve de laik görenlere bu canlı bombalar kimler arasından çıkıyor? “Hangi karanlık köşelerde, anlamadıkları bir dilde yalan yanlış yorumlarla, asılsız, mantıksız, bilgilerle, tarikatların, ocakların kucağında eğitiliyorlar” (Hürriyet. Bekir Coşkun, 11.3.2004) ve bunları kimler koruyor?
Emin Çölaşan’ı bile 12.3.2004 tarihli “İSLAMCI TERÖR” başlıklı yazısında bu konuya değindiği için mecburi izne gönderdiler. Şeriatçı düşünce böylesine etkin bu ülkede.
Şurasını da önemle vurgulamalıyım ki şeraitçi düşüncenin besleyeni, koruyanı, finansmanı da bizatihi laik(!) devletimizdir. Devlet bu şeriatçılara; “Bak, sizlere her türlü hakkı tanıyorum. Diyanetiniz var, İlahiyat Fakülteleriniz var, İmam Hatip okullarınız var, her mahallede ve camide bir Kuran Kursunuz var. Ama sizler de bu yaptıklarımıza karşı uslu uslu oturun!” diyor ama; şeraitçi bu anlayışa bakıp kıs kıs güler.
Çünkü şeriat, kendi şeriat hukukunu dayatmak için Devlet kurmaya muhtaçtır. Mehmet Metiner de diyor ki: “İslam’da devlet düzeni yok!” (Cumhuriyet, 10 Mart 2004) Hayır efendim, olmaz öyle şey… Kendine özgü şeriatı olanın, muamelatı olanın ve bunları Allah’ın emri sayanların kendilerine özgü bir devleti olması gerekir. Bu nedenle İslam’a ve İslamcılara kendi şeriatlarını uygulayacak bir devlet gerektir. Bu devlet de totaliter olmak zorundadır. Demokrasiyi, laikliği, düşünce ve inanç özgürlüğünü, güzel sanatları dışlaması gerektir. Vatandaş şeraitin kılıcını ensesinde hissetmelidir ki fitne ve fesat çıkarmaya… İslam’ın “Cennet kılıçların gölgesi altındadır!” özdeyişinin anlamı budur. Devlet olarak da, millet olarak da halk olarak da hiç kendimizi aldatmayalım. Boşuna kürek çekmiş oluruz… Bu gerçeği kabul etmek zorundasınız. Kabul etmediğiniz sürece geri kalmaya mahkumsunuz…
Tosun dostum, “bir de Aksini iddia eden, yüzlerce, binlerce kitaplar yazılmış, onlar niçin bir kenara atılacakmış anliayamıyorum…” diyorsunuz. Onları bir kenara atmayanların başında ben gelirim ve bu nedenle de kimilerince “Allahçı-Dinci” diye eleştirilirim.
Sözünü ettiğin kitaplarla yukarda adı geçenlerin kitaplarını karşılıklı olarak inceledikten sonra şu senteze vardım: ““Tanrı bizde tecelli etmeye her zaman hazırdır. Ne var ki Tanrı’nın bizde tecelli etmesine bencil isteklerimiz yüzünden izin vermiyoruz. O’nu, Tanrı ve Din bilgimizin yokluğundan hep kendi dışımızda arıyoruz. Bu anlayışımıza başkasını da inandırmaya çalışıyoruz. Bu anlayıştan kurtulmadığımız sürece biz insanlara kurtuluş yoktur.” Bu konularda görüşlerimi merak ederseniz eğer www.hayribalta.cjb.net adresli sitemize bir göz atmaya değer.
Ne olur Tosun dostum, sizin görüşlerinize karşı ben de görüşlerimi büyük bir açık sözlülükle açıkladım diye Sevgili Meleğimiz gibi kızma bana. Senin kendi görüşlerini açıklamak ne denli hakkın ise; benim de kendi görüşlerimi açıklamam o kadar hakkım!.. Görüşlerimizi açıklıyoruz diye birbirimize niçin kızalım!..
Şimdi kal sağlıcakla, saygılar, sevgiler sana.
Av. Hayri Balta, 14.3.2004
+
Dostlar,
Bu çok içten ve içerikli yazısından dolayı sayın Av. Hayri Balta beye huzurlarınızda şahsım adına en içten teşekkürlerimi sunuyorum.
Aydınlığa giden yol bu kadar sert, inişli yokuşlu, sert ve keskin taslar döşeli ve bir de üstüne üstlük inanılmaz pek çok ölümcül tuzaklarla dolu.
Üzerinde yürümeye mangal kadar yürek ister.
Saygılar,
Çetiner Çalış, 14.3.2004
KADINLAR, KADINLARIMIZ KADINLAR BİZİM YARINLARIMIZ 11
“İslam oyunları’nda kadınlara yer yok!.. Kadınların spor yapmasının yasak olduğu Suudi Arabistan’ın düzenleyeceği ‘olimpiyatlarda’, sadece erkekler yarışacak…
Dış Haberler Servisi: Suudi Arabistan, Nisan 2005’te ‘İslam Oyunları’ adıyla mini bir olimpiyat düzenliyor. İslam Oyunları’na şimdiye kadar 30’un üstünde ülkenin katılım başvurusu yaptığı duyuruldu. Ancak 50’den fazla ülkeden 6000 atletin katılımının beklendiği oyunların sadece İslam ülkelerine açık olmasının dışında bir özelliği daha var.
Spor tarihinin ilk İslam Oyunları’nda kadınlar yarışamayacak. Çünkü Suudi Arabistan’da birçok alanda olduğu gibi kadınların spor yapması da yasak. Ülkede, kadınların okulda bile spor yapmalarına izin verilmiyor.
Suudi Arabistan, sportif açıdan Ortadoğu’nun en aktif ülkelerinden biri. Çok sayıda uluslararası turnuvaya katılan Suudi Arabistan Milli Futbol Takımı, 1994, 1998 ve 2002 yıllarında Dünya Kupası finallerinde de yer almıştı.
Suudi Arabistan Krallığı, 1989 FIFA Dünya Gençler Şampiyonası’na da ev sahipliği yapmıştı.
Suudi Arabistan, 2005’te yapılacak 1. İslami Dayanışma Oyunları’na Türkiye’yi de davet etti. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne ulaşan davet mektubunu değerlendiren Genel Müdür Vekili Mehmet Atalay, Spor Faaliyetleri Daire Başkanlığı’ndan hangi federasyonların bu organizasyona katılmak istediği konusunda çalışma yapılmasını istedi.
Suudi Spor Bakanlığı tarafından gönderilen davet mektubunda 5 – 20 Nisan 2005 tarihleri arasında Riyad’da gerçekleştirilecek oyunlar için erkek – kadın sporcu ayrımı yapılması dikkat çekti. Genel müdürlük yetkilileri, yıl sonunda İslamî Dayanışma Oyunları ile ilgili yapılacak değerlendirme toplantısında konuya açıklık getirileceğini söylediler. Atalay’ın Türkiye’nin söz konusu organizasyona katılması eğiliminde olduğu, ancak son kararın federasyonlara bırakılacağı öğrenildi.” (AYŞE YEŞİN Ankara)
+
Yukarıdaki haber büyük bir olasılıkla bu günkü (30.6.2004) gazetelerde yayınlanmış olup e-posta kutumda çıkmıştır.
Bush efendi, Ortadoğu ve Afrika’da bulunan Müslüman ülkelere demokrasi getireceğini söylüyor. Buna gerekçe olarak da laik Türkiye’yi de Müslüman ülkelere model olarak gösteriyor.
Demokrasi temel ilkelerinden biri de kadın-erkek eşitliğidir. Bir toplumda kadın-erkek arasında eşitlik yoksa orada demokrasi yok demektir. Bizimkiler istedikleri kadar İslam’da kadın-erkek eşitliği var desinler aklı başında oldan kim inanır. Mızrak çuvala sığar mı? İşte yukarıdaki haber ve aşağıdaki yazılar İslam’da kadın erkek eşitliğinin bulunmadığının somut göstergesidir.
Günümüz İran’ında bu günlerde oynanan kadınlar arası yapılan spor yarışmalarını erkeklerin izlemelerine izin verilmemektedir. Daha geçenlerde yine İran’da kadınların erkeklerin yaptığı futbol maçlarına girememesine karşın kendisinin girmeyi başararak Mustafa Denizli ile röportaj yaptığını duyuruyordu Hürriyet gazetesi bayan muhabiri…
İslam kültüründe kadın erkek eşitliği yoktur. 5 Şubat 2005 tarihinde Kanal 7 televizyonunda 7-730 arası vaaz ve fetva veren bir İlahiyat Profesörü:
“Kadın, bir erkeğin nikahına altına girdimi onun sözünden çıkamaz!”
Kadının biri daha önce sormuş onu yanıtlıyor. “Din açısından söylüyorumdiyor, sen hala kocanın nikahı altındasın. Erkek nikahı bozmadıkça sen bir yere gidemezsin. Aradan kaç yıl geçerse geçsin. Eğer kocanı üzersen de cehennemde yanmaktan da kurtulamazsın!” diye vaaz veriyordu.
Sonra da “İslam’da kadın erkek eşitliğinden” söz etmeye başladı. Elbette inanırsan… Çünkü yalnız şu ayetler yeter; İslam’da, kadın erkek eşitliğinin olmadığını göstermeye. Bu ayet erkeklere verilen emir:
“…serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında yalnız bırakın, nihayet dövün…” (K. 4/34)
Bu ayet de aynı konuda kadınlara verilen emir:
“Eğer kadın, kocasının serkeşliğinden veya aldırışsızlığından endişe ederse aralarında kendilerine bir engel yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır….” (4/128)
Geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanımız Sezer de Bush efendiye yanıt veriyor: “Türkiye laiklik ilkesi uygulanan bir ülkedir. İslam toplumlarına örnek gösterilemez” diyor. Çok haklı, yerinde bir yanıt.
Sayın Başbakanımız da Bush efendiye yanıt veriyor: “Türkiye’yi, Müslüman ülkelere örnek göstermeyiniz. Böyle derseniz onları incitmiş olursunuz. Türkiye demokrasi kültürü ile İslam kültürünü bağdaştırmıştır laik bir ülkedir” diye kendisine övünç payı çıkarıyor her nasılsa…
Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti Devleti İslam kültürünü göz ardı edilemeyecek kadar dışlamıştır. İslam kültürünü dışladığı içindir ki Cumhurbaşkanımız; Meclis Başkanını, Başbakan ve Bakanların türbanlı eşlerini kamu alanlarına çağırmıyor. Meclis Başkanımız, Başbakanımız ve bakanlarımız laik kültürü benimsemedikleri için “kadınlarımız yoksa biz de yokuz!” diyor. Başbakanımız ise siyasî skandal olmasın diye Cumhurbaşkanımızın düzenlediği yemeğe ve toplantılara yalnız başına gidip geliyor..
Başbakanımız; her ne kadar laik kültürü benimsediğinden söz ediyorsa da dış ülkelere yaptığı siyasal amaçlı gezilerde bütün devlet ve hükümet başkanlarının bulunduğu protokol yemeklerinde bile onlar; içki içerken, bizim ki su dışında hiçbir şey içmiyor. Dolaylı olarak onlara: “Siz Allah’ın emirlerini yerine getirmiyorsunuz!” demiş oluyor. Sanki kendisi Allah’ın emirlerini yerine getiriyormuş gibi…
Örnek mi istersiniz: alın size örnek: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar. İçinizden onları dost tutanlar onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” (K. 5/51) Allah’ın emrini yerine getiren “Allah’ının dost edinmeyin dediği küffar liderleri ile su içerek de olsa kadeh kaldırır mı?
Hiç Allah’ın emrini yerine getirdiğini söyleyen bir kişi “Allah büyük günahlardan saydığı AB (Küffar Birliği) hatırına zinayı suç olmaktan çıkarır mı?”
Dahası Allah’ın emri diye türbanı dayatırken bir Hıristiyan olan Berlusconi’yi oğlunun nikahında tanık olarak gösteriyor. Berlusconi gelinini elini öpüyor. Ayrıca türbanlı eşi ile Yunanistan’a gittiğinde Yunanistan başbakanı; eşi Emine Erdoğan ile yanak tokuşturuyor… Ekibi de “Amanın bunu gazetelerde yayınlamayın!” diye medyaya talimat üstüne talimat veriyor…
İslam kültüründe “Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenlere ne dendiğini Sayın Başbakanımız benden iyi bilir… Bu konu için Kuran. 5/44,45 ayetlerine bakabilirsiniz. Benim söylemeye dilim varmıyor…
Yine İslam bir bütündür. İşine geleni uygulayıp da işine gelmeyeni uygulamamak olmaz. İslam bölünme (tecezzi) kabul etmez. Bu konuda kesin emir vardır. Okuyalım: “Yoksa kitabın bir kısmına inanıyor ve bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Öyleyse….” (2/85. 5//44, 45)
Görüldüğü gibi bizim İslam kültürlü İktidarımızın ileri gelenleri İslamî emirlerden işlerine geleni uyguluyorlar. İşlerine gelmeyeni de uygulamıyorlar. Fakat iş türbana gelince “Allah’ın emri!” diyerek hiçbir ödüne yanaşmıyorlar. Sonra da milletin Atatürkçü, Cumhuriyetçi, Laik aydınlarını hiçbir şey bilmez yerine koyuyorlar.
İyi ki 8 Mart Dünya emekçi Kadınlar Günü”nü kutlayan haklarına sahip çıkmasını bilen ve şeriat kurallarını kabul etmeyecek kadınlarımız kızlarımız var…
“8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” ne sahip çıkan kadınlarımız, bizim yarınlarımız… Şimdi, aşağıdaki yazılarda dinlerin kadınlara bakış açısını okuyabiliriz.
HB, 6.3.2005
LAİKLİĞİN ÖNEMENİ BELİRTMEK İÇİN 12
Yargıtay Ceza Genel Kurulu Laiklin önemini belirtti; bir kulaklarından girdi diğer kulaklarından çıktı.
Genel Kurmay Başkanlığı Laiklin önemini belirtti; bir kulaklarından girdi diğer kulaklarından çıktı.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Laiklin önemini belirtti; bir kulaklarından girdi diğer kulaklarından çıktı.
Danıştay Başkanı Laiklin önemini belirtti; bir kulaklarından girdi diğer kulaklarından çıktı.
Bu nedenle Atatürk’ün laiklik hakkındaki görüşlerini aşağıya alıyorum. Bakalım Türban deye deye milletimiz kadınlarını çarşafa sokacak olanları etkiler mi Atatürk’ün görüşleri.
Bu yazı Ömer Malik’in “wwwislampencereleri.com” sitesinden alınanark hazırlanmıştır.
Ömer Malik’e teşekkür.H.B.
ATATÜRK’ÜN GÖRÜŞLERİ 13
“Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişmesini inkar etmek olur..”
Atatürk BU SÖZLERİ Kuran’daki şu ayet için söylüyor:
” Allah’ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah’ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın.”(Kuran – Fatır. 35/43)
+
Atatürk, Kuranın Türkçeleştirilmesine karşı çıkan Kazım Karabekir Paşa’ya da aşağıdaki sözleri söylüyor:
“Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler..” Atatürk
Kazım Karabekir-Paşaların Kavgası Syf,159 ve yine: KAZIM KARABEKİR ANLATIYOR. Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu. 8. Basım. Tekin Yayınları. 1993. s. 94
+
Atatürk, kadınlarımızın dinsel inanç gereği diyerek kapatılmasına da aşağıdaki sözlerle karşı çıkıyor:
“…Kimi yerler de kadınlar görüyorum ki, başına bir bez, ya da bir peştamal ya da benzer bir şeyler atarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir, ya da yere oturarak yumulur. Bu durumun anlamı, gösterdiği nedir? Efendiler uygar bir ulus anası, ulus kızı bu şaşırtıcı biçime, bu vahşi duruma girer mi? Bu durum ulusu çok gülünç gösteren bir görünüştür. Hemen düzeltilmesi gerekir.”
(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yay., C. II., s. 217)
X
Aşağıdaki satırlar Atatürk´tarafından hazırlanan “Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları. Prof. A. Âfen İnan, 3. Baskı., TTK, 1998” sayfasından alınmıştır:
S. 351: “Bugünkü Türk Milletine bir resim tablosuna bakar gibi bakalım ve şimdiye kadar edindiğimiz bilgilerin yardımıyla düşünelim, bu tabloda neler görüyorsak, bu tablo bize neler hatırlatıyorsa, onları birer birer söyleyelim.
S. 352: “Atatürk, 2. Madde de reşit olan her Türk Vatandaşının istediği dini seçmekte serbest olduğunu söylemektedir.
2. Türk Devleti laiktir. Her reşit dinini intihapta serbesttir. S. 364 9-
Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk Milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.
Atatürk’ün bu sözlerinden kolaylıkla anlaşılacağı gibi, Din Birliğinin, Türk Milleti’nin millet teşkilinde etkili olmadığını, tam tersine zararı olduğunu vurgulamaktadır. Yazılarının devamında ise Atatürk, İslam Dini’ni açık olarak Arap Dini olarak tanımlamakta ve bu tanımlamayı tekrar etmektedir.
Türk’ler Arap’ların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türk’lerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir şekilde tesir etmedi.. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti, milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi
S. 365 milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasr etmeğe mecburdular. Bununla beraber, Allah’a kendi lisanında değil Allah’ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk Milleti bir çok asırlar ne yaptığını ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin
S. 366 manasını bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler.
S. 367 hırkasıdır diye bir palaspareyi hilafet alameti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular halife oldular. Gah şarka, cenuba, gah garba veya her tarafa saldıra saldıra Türk Milletini Allah için, peygamber için, topraklarını, menfaatlerini benliğini unutturacak, Allah’a mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Milli duyguyu boğan, fani dünyaya kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler, his olunmaya başlayınca, asıl hakiki saadetin öldükten sonra ahrette kavuşacağını vaat ve temin eden dini akide
S. 368 ve dini his millet uyandığı zaman onun şu acı hakikati görmesine mani olmadı. Bu feci manzara karşısında kalanlara, kendilerinden evvel ölenlerin ahretteki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek ahret hayatına kavuşmak telkin eden din hissi, dünyanın acısı duyuların tokadıyla, derhal Türk Milleti’nin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti.. Türk vicdani umumisi, derhal yüzlerce asırlık kudret ve küşayişle, büyük heyecanlarla çarpıyordu. Ne oldu?.. Türk’ün milli hissi, artık ocağında ateşlenmişti, artık Türk cenneti değil, eski hakiki büyük Türk cedlerinin mukaddes miraslarının
S. 369 son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milliyetinde bıraktığı hatıra.
10- Türk Milleti, milli hisi dini hisle değil, fakat insani hisle yanyana düşünmekten zevk alır. Vicdanında milli hissin yanında, insani hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle müftehirdir.
Bir çok Müslüman’ın, ‘Türk Milleti İslam aleminin samimi bir ailesidir’, şeklinde kullandığı ifade, Atatürk’ün kaleminde şekil değiştirmekte ;
S. 370 Türk Milleti insaniyet aleminin samimi bir ailesidir.
S. 371 Bütün bu söylediklerimizi kısa bir çerçeve içine sokmak istersek şöyle diyebiliriz.
Türk Milleti’nin teessüsünde müessir olduğu görülen tabiri ve tarihi vakıalar şunlardır.
A- Siyasi varlıkta birlik
B- Dil birliği
C- Yurt Birliği
D- Irk ve menşe birliği
E- Tarihi karabet
F- Ahlaki karabet
Yukarıda görüldüğü gibi Atatürk, 6 ayrı tarihi vakıa saymakta ve bunların arasında din birliği gibi milyonları etkileyen olguyu dahil etmemektedir.
S. 372 Bütün milletler tamamen aynı şartlar altında teşekkül etmemiş olduklarına göre, Türk Milletinde yaptığımız gibi, diğer her millet ayrı olarak mütalaa edilmedikçe, milliyet fikrini umumi ve fenni olarak tarif etmek güçtür.
S. 450 Hürriyet insanın düşündüğünü ve dilediğini mutlak olarak yapabilmesidir. Bu tarif Hürriyet kelimesinin en geniş manasıdır. İnsanlar bu manada hürriyete hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü malumdur ki insan, tabiatın mahlukudur.
Müslümanların,devamlı olarak söyledikleri, ‘İnsan Allah’ın kuludur’ deyimi de burada şekil değiştirmektedir.
S. 451 İptidai insanların, tabiatın her şeyinden, gök gürültüsünden, geceden, taşan bir nehirden ve vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korktuklarını biliyoruz. İlk his ve düşüncesi korku olan insanın her düşünce ve dileğinin mutlak surette yapmaya kalkışmış olması düşünülemez.
İptidai insan kümelerinde ata korkusu ve nihayet büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine kaim olan Allah korkusu insanların kafalarında ve hareketlerinde hesapsız memnular yaratmıştır. Memnular ve hurafeler üzerine kurulan bir çok adetler ve ananeler, insanları düşünce ve harekette çok bağlamıştır, o kadar ki düşünce ve hareket serbestisi gibi bir hak mefhum malum olmamıştır. Cemaatlerin başına geçebilen adamlar, cemaati Allah namına idare ederdi
S. 507 Türkiye Cumhuriyetinde herkes Allah’a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılamaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur. Türkiye’de bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilmez. Artık samimi mutekitler, (konuyu bilenler ) derin iman sahipleri, hürriyetin icaplarını öğrenmiş
S. 508 görünüyorlar. ( Atatürk burada önce, “derin iman sahipleri, hürriyetin icaplarını öğrenmişlerdir” ifadesini kullanmakla birlikte, olmakla, öyle görünmek arasındaki farkı da göz önünde bulundurarak, katiyet ifade eden “öğrenmişlerdir” ifadesini, daha sonra katiyet ifade etmeyen, “öğrenmiş görünüyorlar” şeklinde değiştirmeyi daha uygun görmüştür. Bugünkü Türkiye’ye baktığımızda, derin iman sahipleri için hürriyetin icaplarını öğrenmişlerdir diyebilmemiz oldukça zor. Atatürk’ün bu ifadeyi görünüyorlar şeklinde değiştirmekle bu “derin iman sahiplerinden” emin olmadığını göstermiştir.)
Bütün bunlarla beraber, din hürriyetine, umumiyetle vicdan hürriyetine karşı taassup yükünden korunmuş mudur bunu anlayabilmek için, taassupsuzluğun ne olduğunu tetkik edelim. Çünkü bu kelimenin delalet ettiği manayı zihniyeti herkes kendine göre anlamaya çok meyillidir.
Dini hürriyeti bir hak telakki etmeyen acaba kalmadı mı? Vicdan hürriyetini, insan ruhunun, Allah’ın ali hüküm ve nüfuzu altında, dini hayatı idare için malik olduğu haktan ibaret
S. 509 olduğunu bellemiş olanlar, acaba bugün nasıl düşünmektedirler? Bu gibiler kendisi gibi düşünmeyenlere içlerinden olsun kızmıyorlar mı? Bu saydığımız zihniyette bulunduğuna ihtimal verilen kimselere hür mütefekkirlerimiz acaba bir teessür hissi ile bir esefle bakmıyorlar mı? Bu saydığımız gibi, muhtelif inanışlı kimseler, birbirlerine kini nefret besliyorlarsa, birbirlerini hor görüyorlarsa ve hatta sadece birbirlerine acıyorlarsa, bu gibi kimselerde taassupsuzluk yoktur, bunlar mutaassıptırlar.
S. 510 Taassupsuzluk o kimsede vardır ki, vatandaşının veya herhangi bir insanın vicdani inanışlarına karşı hiç bir şekilde kin duymaz, bilakis hürmet eder. Hiç olmazsa başkalarının, kendininkine uymayan inanışlarını bilmezlikten duymazlıktan gelir. Taassupsuzluk budur. Fakat hakikati söylemek lazım gelirse diyebiliriz ki, hürriyeti hürriyet için sevenler, taassupsuzluk kelimesinin ne demek olduğunu anlayanlar bütün dünyada pek azdır. Her yerde umumi olarak cari olan taassuptur. Her yerde görülebilen sulh manzarasının
S. 511 temeli, taassup ile, hür fikrin birbirine karşı kin ve nefreti üstündedir. Temelin devrilmemesi, kin ve nefret zeminindeki muvazeneyi tutan fazla kuvvet sayesindedir.
Bu söylediklerimizden şu netice çıkar ki, aramızda, hürriyet haillerinin (engelcilerin) zail olduğuna (sona erdiğine) bizim gibi düşünenlerle birlikte yaşadığımıza hüküm vermek müşküldür. O halde görülen, taassupsuzluk değil zaafın dermansız bıraktığı taassuptur.
S. 512 Şüphesiz fikirlerin, itikatların başka başka olmasından şikayet etmemek lazımdır. Çünkü bütün fikirleriyle itikatlar, bir noktada birleştiği taktirde, bu hareketsizlik alametidir, ölüm işaretidir. Böyle bir hal elbette arzu edilmez. Bunun içindir ki, hakiki hürriyetçiler, taassupsuzluğun umumi bir haslet olmasını temenni ederler. Fakat hatta hüsnüniyetle dahi olsa, taassup hatalarına karşı dikkatli olmaktan vazgeçemiyorlar. Çünkü hüsnüniyetler, hiçbir zaman, hiçbir şeyi
S. 513 tamir edememişlerdir. İnsanların ruhun selameti için yakıldıklarını biliyoruz. Herhalde bunu yapan engizisyon papazları hüsnüniyetlerinden ve iyi iş yaptıklarından bahsederlerdi, belki de, cidden bu sözlerinde samimi idiler. Fakat, bir hamakati, (beyinsizlik, ahmaklık) yahut bir hıyaneti iyi bir iş kalıbına uydurmak güç değildir, en nihayet bu bir isim değiştirmek meselesidir.
S. 514 İşte bu sebepledir ki, aldırmazlığı kayıtsızlık derecesine kadar götürmemek mühimdir. Gerçi hür olmak herkesin hakkıdır ve bunun için hakiki hürriyetçiler, hürriyetçi olmayanlara karşı da geniş davranılmasını isterler. Fakat bunların hiçbir zaman elleri ayakları bağlı olduğu halde kurbanlık koyun vaziyetine razı olacakları asla kabul olunmamalıdır. ki, bazı insanlar istikbali, mazinin arasından görmekte musirdirler (Israrc ). Bunlar, alakamızı
S. 515 kestiğimiz ananelere karşı behemehal (mutlaka) sadakatin iadesini isterler. Bu gibi insanlar, kendi itikat ettiği gibi, itikat etmeyen kimseleri istedikleri gibi ezemezlerse, kendilerini cenderede hissederler. Herhalde taassupluğun arzu edildiği gibi umumileşmesi, huy haline gelmesi fikri terbiyenin yüksek olmasına bağlıdır.
www.islamiyetgercekleri.cjb.net
İSLAM VE KADIN 14
Ey inancımız diye türbanı çarşafı savunan kadınlarımız
Aşağıdaki yazılanlar yalansa söyleyin; yalan değilse yalanı savunmayın ve kendinizi köleliğie mahkûm etmeyin…
Unutmayın ki sizin türkiye cumhuriyeti’ndeki yaşam tarzınız atatürk sayesindedir…
Çünkü İnancınız Siz Kadınlara Aşağıdaki Muameleleri Layık Görüyor…
Y a l a n m ı?
İslam ülkelerinde, kadınların içlerinde bulunduğu durum, çağdaş teknolojinin yardımı ile tüm dünyanın gözleri önüne seriliyor:
Iran, Suudi Arabistan, Yemen, Sudan, Cezayir, Afganistan, Irak, Kuveyt, Basra Körfezi Ülkeleri, Bengladesh, Mısır vb. İslam ülkelerinde, kadınlar, istedikleri gibi giyinemiyorlar. Kısa kollu, çağdaş giysilerle sokakta dolaşmaları bile yasak. Çoğu İslam ülkesinde kadınlar çarşaf giymeye mecburlar.
Kadınlar ile erkekler aynı yerlerde bulunamıyorlar, erkeklerle tokalaşmaları yasak, bindikleri toplu ulaşım vasıtalarında bile ayrılık var.
Kadınlar çalışamıyor; kadınların çalışması yasak.. Kadınlar, erkeklerinin izni olmadan seyahat edemiyorlar.. Yasak!.. Aksi halde kırbaçlanmaktan başlayan çeşitli cezalara çarptırılıyorlar.
Suudi Arabistan’da, kadınların araba kullanması yasak.. Arabanın ön koltuğunda bile oturmaları yasak.. (Diğer İslam ülkelerinde de benzer durum olabilir).
Bir arkadaşım, Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dubai Havaalanı’nın kafesinde “Burada sadece erkekler ve yabancı kadınlar oturabilir” şeklinde bir yazı olduğunu anlatmıştı.
Suudi Arabistan’da yeterince bol olmayan çarşaf giyilmesi yasak, hatta bunun gibi çarşaflar dükkanlardan toplatılarak imha ediliyor. (Kod, pantolon ve dar giysi giyen kadınlarımızın kızlarımızın dikkatini çekerim…)
İran’a gidenlerden duymuştuk: Uçak, Iran hava sahasından çıkınca, kadınlar çarşaflarını çıkarıp istedikleri kıyafete bürünüyorlar. Elbette bu özgürlük, tekrar İran’a dönünceye kadar sürecektir… İran’a dönerken de İran hava sahasına girince, kadınlar çarşaflarına giriyorlar..
Yine, bazı gazete haberleri aklımızda: “Afganistan’da ayak bileği görülen kadın, sokakta dövüldü.., kızların okula gitmesi, kadınların çalışması yasaklandı..”,
İran’da kadınlara kırbaç cezası uygulanmakta ve saçının teli görünen kadın karakola götürülmektedir…
Pakistan’da, şeriatçılara taviz vermeye başlayan yönetim, kadınlara yönelik yeni kısıtlamalar koyuyor.
Peki, bunlar neden oluyor? Neden, İslam ülkelerinin kadınları, Batı ülkelerindeki hemcinsleri gibi özgürce giyinemiyor, dolaşamıyor, yaşayamıyorlar? Bunun sebebi nedir?
Bunun nedeni, o ülkelerdeki kanun koyuculara göre, İslam’dan kaynaklanmaktadır. İslam peygamberi Muhammed ve o’nun kitabı Kuran’dan kaynaklanmaktadır. Şeriattan kaynaklanmaktadır.
Bakalım, İslam peygamberi Muhammed, kadınlar için ne demiş?
HADİSLERE GÖRE KADIN:
3276 – Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kadınlara hayırhah olun, zira kadın bir eyegi kemiğinden yaratılmıştır. Eyegi kemiğinin en eğri yeri yukarı kısmidir. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi haline bırakırsan eğri halde kalır. Öyleyse kadınlara hayırhah olun.” Buhari, Nikah 79, Enbiya 1, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Rada 65, (1468); Tirmizi, Talak 12, (1188).
3277 – Amr Ibnu’I-Ahvas (radiyalIahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kadınlara karsı hayırhah olun. Çünkü onlar sizin yanınızda esirler gibidirler. Onlara iyi davranmaktan başka bir hakkiniz yok, yeter ki onlar açık bir çirkinlik islemesinler. Eğer islerlerse yatakta yalnız bırakın ve şiddetli olmayacak şekilde dövün. Size itaat ederlerse haklarında aşırı gitmeye bahane aramayın. Bilesiniz, kadınlarınız üzerinde hakkiniz var, kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakki var. Onlar üzerindeki hakkiniz, yatağınızı istemediklerinize çiğnetmemeleridir. İstemediklerinizi evlerinize almamalarıdır. Bilesiniz onların sizin üzerinizdeki hakları, onlara giyecek ve yiyeceklerinde iyi davranmanızdır.” Tirmizi, Tefsir Tevbe, (3087).
3278 – Hakim Ibnu Mu’aviye babası Mu’aviye (radiyallahu anh)’den anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü! dedim, bizden her biri üzerinde, zevcesinin hakki nedir?”
“Kendin yiyince ona da yedirmen, giydiğin zaman ona da giydirmen, yüzüne vurmaman, takbîh etmemen, evin içi hariç onu terk etmemen.”
(Ebu Davud, Nikah 42, (2142, 2143, 2144).
ERKEGIN HANIMI ÜZERINDEKI HAKLARI
3268 – Ümmü Seleme (radiyallahu anha) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Hangi kadın, kocası kendisinden razı olarak vefat ederse, cennete girer.” Tirmizi, Rada 10, (1161).
3269 – Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Nefsim kudret elinde olan Zat-i Zülcelal’e yemin ederim, bir erkek hanımını yatağa davet ettiğinde kadın imtina edip gelmezse, kocası ondan razı oluncaya kadar semada olan (melekler) ona gadab ederler.”
3270 – Bir başka rivayette söyle denmiştir: “Erkek, kadınını yatağına çağırır, kadın da gelmeye yanaşmaz, erkek öfkelenmiş olarak sabahlarsa, melekler sabaha kadar -bir rivayette yatağa gelinceye kadar- kadına lanet okurlar.”
3271 – Bir başka rivayette: “kadın küskünlükle kocasının yatağından ayrı olarak sabahlarsa, melekler onu lanetler” denmiştir. Buhari, Nikah 85, Bed’ü’l-Halk 6; Müslim, Nikah 120 – 122 (1436); Ebu Davud, Nikah 41, (2141).
3272 – Yine Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü. dendi, hangi kadın daha hayırlıdır?” “kocası bakınca onu sürura gark eden, emredince itaat eden nefis ve malında, kocasının hoşuna gitmeyen şeyle ona muhalefet etmeyen kadın!” diye cevap verdi.” Nesai, Nikah 14 (6,68).
3273 – Hz. Ömer (radiyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Erkeğe, hanımını ne sebeple dövdüğü sorulmaz.” Ebu Davud, Nikah 43, (2147). (Oysa günümüzde eşini döven kadın cezalandırılır. H:B)
3274 – Ebu Sa’id (radiyallahu anh) anlatıyor: “Safvan Ibnu Muattal (radiyallahu anh)’in hanimi, yanında Safvan da bulunduğu bir anda Resulullah (aleyhissalatu vesselam)’a gelerek: “Ey Allah’ın Resulü, namaz kıldığım zaman kocam beni dövüyor, oruç tuttuğum zaman da orucumu bozduruyor, güneş doğuncaya kadar da sabah namazı kılmıyor!” dedi. Resulullah (aleyhissalatu vesselam), hanımının bu söyledikleri hakkında Safkan’a sordu. Safvan:”Ey Allah’ın Resulü! “Namaz kıldığım zaman dövüyor “ sözüne gelince, o zaman (bir rekatte uzun) iki süre okuyor. Halbuki ben bunu yasakladım” dedi. Resulullah kadına: “İnsanlara tek surenin okunması yeterlidir “ buyurdu. Safvan devam etti: “Oruç tuttuğum zaman bozduruyor “ sözüne gelince, “Hanimim oruç tutup duruyor. Ben gencim, hep sabredemiyorum.” dedi. Aleyhissalatu vesselam: “Bir kadın kocasının izni olmadan (nafile) oruç tutamaz!” buyurdular.
Safvan devamla: “güneş doğuncaya kadar sabah namazı kılmadığım sözüne gelince, biz (gece çalışan) bir aileyiz, bunu herkes biliyor. (Sabaha yakın yatınca) güneş doğuncaya kadar uyanamıyoruz” diye açıklama yaptı. Aleyhissalatu vesselam: “Ey Safvan, uyanınca namazını kıl!” buyurdular.” Ebu Davud, Savm 74, (2459).
3275 – Ebu’I – Verd Ibnu Sümame anlatıyor: “Hz. Ali (radiyallahu anh) Ibnu Agyed’e dedi ki: “Sana kendimden ve Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ‘in kızı Fatiha (radiyallahu anha)’dan -ki o, babasına, ailesinin en sevgili olanı idi- bahsedeyim mi?”
“Evet, bahsedin!” dedim. Bunun üzerine:
“Fatiha radiyallahu anha değirmen çevirirdi; elinde yaralar meydana gelirdi. Kırba ile su taşırdı. Bu da boynunda yaralar açtı. Evi süpürüyordu. Üstü başı toz-toprak oldu. (Bu sıralarda) Rasûlüllah’a bir kısım köleler getirilmişti.. Fatima ‘ya:
“Babana kadar gidip bir köle istesen!” dedim. Gitti. Aleyhisselatu vesselam’ın yanında bazılarının konuşmakta olduklarını gördü ve geri döndü. Ertesi gün Resulullah Fatima’ya gelerek:
“Kızım ihtiyacın ne idi?” diye sordu. Fatiha sükut edip cevap vermedi. Ben araya girip:
“Ben anlatayım Ey Allah’ın Resulü!” dedim ve açıkladım: “Fatima’nın değirmen kullanmaktan elleri yara oldu, kırba ile su taşımaktan da omuzları incindi. Köleler gelince ben kendisine, size uğramasını, sizden bir hizmetçi istemesini ve böylece biraz rahata kavuşmasını söyledim. Bu açıklamam üzerine Resulullah:
“Ey Fatiha, Allah’tan kork, Allah’a olan farzlarını eda et, ailenin işlerini yap. yatağına girince otuz üç kere sübhanallah, otuz üç kere elhamdülillah, otuz üç kere Allahuekber de. Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır..” buyurdular. Fatiha (radiyallahu anha): “Allah’dan ve Allah’ın Resulünden razıyım” dedi. Resulullah ona hizmetçi vermedi.” Buhari, Fedailul Ashab 9, Humus 6, Nafakat 6, 7, Da’avat 11; Müslim, 80, (2727); Tirmizi, Da’avat 24, (3405); Ebu Davud, Harac 20, (2988, 2989), Edeb 109, (5062, 5063).
KOCANIN KADIN ÜSTÜNDEKI HAKKI
6529 – Hz. Aişe radiyallahu anha anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim ve eğer bir erkek karısına kırmızı bir dağdan siyah bir dağa ve siyah bir dağdan kırmızı bir dağa tas taşımayı emretseydi, uygun olan, kadının bu emri yerine getirmesidir.”
6530 – Abdullah Ibnu Ebi Evfa radiyallahu anh anlatıyor: “Hz. Muaz Sam’dan dönünce Resulullah aleyhissalatu vesselam’a secde etmişti. Aleyhissalatu vesselam hayretle : “Ey Muaz! Bu da ne?” dedi. O açıkladı: “Sam’a gitmiştim, onların reislerine ve patriklerine secde ettiklerine rastladım. İçimden, ayni şeyi size yapmak arzusu geçti.” Aleyhissalatu vesselam, bunun üzerine: “Bunu yapmayın! Zira, şayet ben, bir kimseye, Allah’tan başkasına secde etmeyi emretseydim, kadına kocasına secde etmesini emrederdim. Muhammed’in nefsi elinde olan Zat-i Zülcelal’e yemin ederim ki, bir kadın, kocasının hakkını eda etmedikçe Rabbinin hakkini da eda edemez. Kadın (deve sırtındaki) semere binmiş iken kocası nefsini talep edecek olsa, kadın bu isteğe mani olamaz.”
KADININ YOLCULUGU
2169 – Ebü Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Allaha ve ahiret gününe inanan bir kadına, bir gece ve gündüz devam edecek bir mesafeye, yanında bir mahremi olmadıkça gitmesi helal değildir.” Buharî, Taksîru’s-Salat 4; Müslim, Hacc 419, 422, (1339); Muvatta, Isti’zan 37, (2, 979); Ebü Davud, Menasik 2, (1723-1725); Tirmizî, Rada 15, (1170).
Muhammed’in evli kadınlara yönelik hadisleri:
“Bir adam karısını yatağına çağırsa da, kadın yanaşmasa, o sırada cinsel ilişkide bulunmazsa ve bu yüzden kocası geceyi öfkeli-sinirli olarak geçirse, melekler o kadına, sabaha değin lanet ederler.” (Bkz. Buhari, e’s- Sahih, Kitabu Bed’il’halk/7; Tecrid, hadis no.1337; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’n-Nikah/120-122,hadis no.1436; Ebu Davud, Sünen, Kitabu’n-Nikah/42, hadis no.2141).
“Bir adam karısını cinsel ihtiyacını gidermek için çağırdığı zaman, kadın hemen o çağrıya uymalıdır. Kadın, tandırda (fırında, ocakta) o anda iş görüyor olsa bile..” (Bkz: Tirmizi, Sünen, Kitabu’r-Rıda/10, hadis no.1160).
Muhammed’in genel olarak kadınlar hakkındaki görüşleri:
“…Dünyadan ve kadınlardan sakının, zira Beni İsrail’de ilk fitne kadın yüzünden çıktı” (Riyazü’s Salihin tercemesi (Diyanet İşleri başkanlığı Yayınları, Ankara, 4.baskı),1, 105. )
“…Benden sonra erkeklere, kadınlardan daha zararlı fitne ve fesad (âmili) olarak hiç birşey bırakmadım” (Ibid,327, Usâme Ibn-i Zeyd’in rivayetine dayalı bu hadis için bkz. Sahih-i Buhari tecrid, II, 267, hadis no. 1795)
“…Uğursuzluk üç şeyde: ‘at’ta, ‘kadın’da, ‘ev’de hâsıl olur”
“…Eğer eşyada şeâmet farzolunursa ‘at’ta, ‘kadın’da, ‘ev’de ve ‘mesken’de aranılmalıdır” (Abdullah Ibn-i Ömer’in ve ayrıca Selh İbn-i Sa’dın rivayetlerine dayalı olarak Buhari’nin naklettiği bu hadisler için bkz. Sahih-i Buhari tecrid, VIII, 312, hadis No. 1211 ve XI, 267-8, hadis No.1795)
“Tanrı elçisi namazı bozan şeyleri benim önümde tekrarladı. Bunlar: Köpek, eşek ve kadındır” (Muhammed’in karılarından Ayşe, Ibid, 82;Ayrıca bkz. Mishkat..,(1960), IX, Kesim 16, 292)
“Önünde deve semerinin ard kaşı boyunda bir sütresi olmayan kimsenin namazını kadın, eşek bir de kara köpek kat’eder” (Ibid,441)
“Ben kadınlarla asla tokalaşmam” (Tırmızi’nin refika kızı Ümeyye’den rivayet ettiği hadisler)
Bir Olay: Ebu Said rivayetine dayalı olarak Buhari ve Muslim gibi İslam’ın en sağlam ve güvenilir kaynaklarının, kadınların “aklen ve dinen eksik” olduklarına dair Muhammed tarafından söylenmiş sözler konusunda bildirdikleri sudur:
Bayram günlerinden birinde Muhammed, kadınların yanından geçerken onlara hitaben: “Kadınlar sadaka verin, zira bana Cehennem gösterildi, çoğu sizler idiniz.” diye seslenir. Kadıncağızlar şaşırırlar ve: “Ya Resu’llah neden?” diye sorarlar. Muhammed cevap verir: “Çünkü siz ötekine berikine çokça lanet eder, zevçlerinize karsı küfran-i ni’met gösterirsiniz. (ne acayiptir ki kendini zapteden tam akilli ve dininde) hazımlı kimsenin aklini sizin kadar eksik akilli, eksik dinli kimsenin çelebildiğini görmedim.”
Kadınlar biraz daha sasırmış olarak yine sorarlar: “Aklimizin, dinimizin eksiği nedir? Ya Resu’llah”. Bu soru üzerine Muhammed onlara Kur’an’in Bakara suresinin 282inci ayetini hatırlatır: “Kadının şahadeti, erkeğin şahadetinin yarısı değil midir?” Kadınlar, “Evet” diye yanıt verirler. Onların bu doğrulaması üzerine Muhammed tekrarlar: “İste bu aklinizin eksikliğindendir.”
Bunu söyledikten sonra yine kadınlara sorar: “Kadın hayız gördüğü zaman da namaz kılmaz, oruç tutmaz, değil mi?”
Kadınlar buna da “Evet” derler. Bunun üzerine Muhammed, “İste bu da dininizin eksikliğindendir” diyerek sözlerini tamamlar. (Buhari Muhtasari Tecrid-i Tercemesi, 1970-, I, 222, Hadis No 209)
Görülüyor ki Muhammed’in açıklamasına göre Tanrı, kadını bilhassa “eksik” yaratmıştır, ve bunu kanıtlamak üzere de kadının şahadetinin erkeğinkinin yarısı değerinde olduğunu anlatmış ve ayet yollamıştır. Daha başka bir deyimle kadınların şahadet bakımından erkeklere nazaran daha az değerde sayılmaları, duygusal ya da fevri filan olmalarından değil ve fakat doğrudan doğruya “akıllarının eksikliğindendir.” Ve Tanrı onların eksik akilli olmalarını özelikle bu bakımdan öngörmüştür. Fakat Tanrı, yine Muhammed’in bildirmesine göre, kadınları sadece “eksik akilli” yaratmakla kalmamış, fakat ayni zamanda, “eksik dinli” yapmış ve bunun kanıtı olmak üzere de onları “hacizli (adet görür) şekilde” yaratmıştır. Böylece hayız gördükleri zaman onları namaz kılmak, oruç tutmak gibi (ve benzeri) dinsel görevlerden yasaklamıştır. Ve iste kadınların “aklen ve dinen dun” olduklarına dair bu inanç islimi inanç olarak Muhammed’den itibaren yerleşe gelmiştir.
Söylemeye gerek yoktur ki, bu tur bir inancı ve bu inancın dayanağı olan mantığı, “ulu ve adil Tanrı” anlayışı ile uzlaştırmak mümkün değildir; hatta sadece “ulu ve adil Tanrı “ anlayışı ile değil ve fakat “keyfi ve adaletsiz” bir Tanrı anlayışı ile dahi bağdaştırmak kolay değildir. Çünkü bir kere, insan denilen varlığı “erkek” ve “dişi” olarak yaratmakla gurur duyan ve övünen bir Tanrı’nın “akillilik” ile “şahadet” arasında bağlantı kurması ve bu bağlantıyı sadece kadınlara uygulaması düşünülemez; “adil ve bilgi kaynağı” olarak tanımlanan bir Tanrı’nın yapabileceği bir şey değildir. Zira böyle bir bağlantıyı öngörmüş olsaydı, bu takdirde aklen ve fikren yetersiz olabilen erkeklerin de bulunduğunu göz önünde tutarak “akilli bir erkeğin şahadeti, daha az akilli iki erkeğin şahadetine denktir” seklinde bir şeyler getirirdi.
Öte yandan iki kadının şahadetini, bir erkeğin şahadetine denk kılma amacını, sırf kadınları eksik akilli yaratmış olama için vesile ya da bahane kılmazdı.
(İlhan Arsel, Şeriat Ve Kadın, 1991 baskısı s.48 ve devamı)
Şimdi de Kuran’ın ayetlerine bir göz atalım:
KURAN’DA KADINLARLA İLGİLİ BAZI AYETLER
“Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür”(Nisa/4/34)
“ Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah’tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Nisa/4/128)
(Not: Erkegin hakkı ile kadınınkiler arasındaki farka dikkat! Erkek dövebilir, ama, kadın sulh yapmaya mecbur!)
“Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinda belli hakları vardır.Ancak erkekler, kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler.” (Bakara/228)
“Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.”(Nisa/3)
“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtulu?a eresiniz” (24/Nur/31)
Erkeğin kadından derece olarak üstünlüğü:
Bakara Suresi, Ayet:228 : Fahruddin Razi, e’t-Tefsiru, Taberi, Camiu’l-Beyan, 2/275-276; Tefsiru İbn Kesir, 1/271; Dr. Kamil Musa, Derece, Beyrut, 1987,.15-26 kitaplarındaki yorumlara göre:
1. Erkek kadından birçok yönden üstündür:
2. Erkeğin akılca üstünlüğü vardır
3. Diyette (kurtulmalıkta) üstünlüğü vardır.
4. Miras konularında üstünlüğü vardır.
5. Erkek, “kadı (yargıç)”, ‘hükümdar” olur, kadın ise olamaz. Erkek tanıklığa da daha elverişlidir.
6. Erkek, kadının üzerine evlenebilir. Dilerse karısının, karılarının üzerine cariye de alabilir. Kadın için, kocasının üstüne evlenmek gibi bir hak yoktur.
7. Mirasta erkeğin payı daha çoktur.
8. Erkek kadını boşayabilir. Kadın, erkeği boşayamaz. Erkek kadını boşadıktan sonra da süresi içinde dönüş yapabilir, kadının bu yönde bir hakkı yoktur.
9. Erkeğin ganimetten payı kadınınkinden çoktur.
10. Kadınları dövme özgürlüğü:
Nisa suresi, 34.ayet, Diyanet çevirisi:
“Allah’ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarf etmelerinden dolayı, erkekler, kadınlar üzerine hakimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah’ın korunmasını emrettiğini, kocasının bulunmadığı zaman da koruyanlardır.Serkeşlik etmelerinde endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün. Size itaat ediyorlarsa onların aleyhine yol aramayın. Doğrusu Allah Yüce’dir, Büyük’tür.” (4/Nisa/128)
(Çevirideki “serkeşlik”, ayetteki “nuşuz”un karşılığıdır. “Serkeşlik”, Türkçe sözlükte şu anlamdadır:”kafa tutma, baş kaldırma.” )
İŞYERİNDE HAREM-SELAMLIK
“Müminlere vaaz ve irşad’’ adlı kitaptan
(Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Altunkaya)
Bir işyerinde halvet ve erkekle kadınların bir arada çalışmaları ve gayri meşru yaşamaya vesile olacak şekilde bir arada bulunmaları kesinlikle haramdır.
KADIN SEKRETERE KADIN PATRON
Erkek işadamına kadın sekreter haramdır. Yabancı bir erkeğin tutması halvete ve yalnız başlarına kalmalarına vesile olacağı için caiz değildir.
KADINLA TOKALAŞILMAZ
İslam dini kadınla tokalaşmayı yasaklamakla kadını tezyif etmiyor (onu küçük düşürmüyor) bilakis şerefini kurtarıyor. Kötü niyetlilerin şehvetle el uzatmasına engel oluyor.
KAYINVALİDENİN ELİ TUTULMAZ
Bir kimse kayınvalidesinin elini tutar veya sıkarsa bu sebeple ikisinin veya birisinin şehvet hissi doğarsa Hanefi mezhebine göre zevcesi (eşi) kendisine ebediyen haram olup nikahı gider.
KOCA ZEVCESİNİN AMİRİ
Kadın meşru her şeyde kocasına itaat etmekle mükellef kılınmıştır.
ZEVCENİZİ İNCELEYİN
Evlenecek kişi, zevcesini inceleyip almalıdır. Din edep ve ahlak bakımından zayıf karakterli kadınlardan her şey beklenir. Nitekim bu tür olanlar kayınpederleri ve kayınbiraderleri ile fuhuş yapmaktan çekinmezler.
Görüldüğü gibi, İslamiyet, kadın ve erkek arasında ayırımcılık yapmakta ve kadınları ikinci sınıf insan yerine koymaktadır.
ISLAM UYGULAMALARINDAN ÖRNEKLER
Kadınlar yalnız seyahat edemezler:
Diyanet’in yayınlarından olan Sahih-i Buhari Muhtasari… ‘nine 4.cilt’inin 219. sayfasında, kadınların yolculuğa çıkarlarken kocalarının ya da yakınlardan birinin vesayetine muhtaç bulundukları hususu ile ilgili su satırları: “İslam dini kadının bünye ve iradesindeki fıtri zaafa mebni muayyen hususta kadını, mehariminden bir erkeğin vesayetine vermiştir ki, kadının uzak bir mesafeye gidebilmesi…için zevcin veya bir mahreminin bulunmasını şart kılması bu cümledendir…” (Sahih-i…, Cilt IV, sh. 219) )265.
KADINLARDAN YÖNETİCİ OLAMAZ:
Diyanet’in yukarda adi geçen yayınlarının 10. cilt’inin 449.sayfasında yer alan 1660 şayili hadis: “Mukadderatını bir kadının eline veren millet felah bulmaz” seklinde olup Başkanlığın su açıklamasını içermektedir: “İslam hukukunda amme velayeti denilen devlet teşkilatı riyaseti ancak erkek bir vatandaş tarafından temsil olunur. Bu, millet otoritesini temsil edecek mevkie kadın intihap edilemez. Çünkü kadının fıtratı bir çok cihetlerden bu çok ağır vazifeyi deruhte etmeğe müsait değildir. Bunun için İslam hukukunda… devlet riyasetine intihap olunabilmesi hususunda kadın için hiçbir hak kabul edilmemiştir” (Sahih-i… , Cilt X, sh. 449 ve d.)266
(Yani, deniyor ki; kadın’ın kamu yöneticiliği gibi görevlere gelmesini önleyen şey yaratılısındaki eksikliktir: yani “aklen ve dinen dun” olusudur, “iradesindeki fıtri zaaf” tir.)
Anımsatalım ki İslam’da kadın, sadece devlet başkanlığına değil fakat siyasi ve idari görevlere de (örneğin kadılık, hakimlik, kaymakamlık, vs) hep bu nedenlerle layık görülmemiştir. Gazali: “Yarim tanık durumunda sayılan ve erkeğin hakimiyeti altına sokulan (kadın) nasıl yargıç olabilir?” derken bunu anlatmak istemiştir.
Görüşler ve Uygulamalar: Dünyanın en üst düzey İslam alemlerinden sayılan, Mısır’ın başkenti Kahire’deki El Ezher Camii şeyhi Seyid Tantavi, ‘Kadının vücudu özeldir. Kadınlar, kadınlara imamlık yapabilir. Ama erkeklere yaptıklarında, arkasında namaz kılanların imamlarının vücuduna bakması ve sadece ibadete odaklanması zorlaşır’ dedi.
Kabul olmaz: Ürdün’ün eski din işleri bakanı, Abdülaziz el Hayat ise, ‘Din büyükleri, karışık cemaatlere imamlık yapmasına izin vermemiştir. Erkeğin yanında bile namaz kılamazlar, arkalarında kılmalılar. O namazda bulunan erkeğin duası kabul olmaz’ dedi.
Afganistan’da İslam Ve Kadın: Afganistan’da kökten dinci hükümetin iktidara gelmesiyle birlikte Eylül 1992’de başkentin büyük parkında “İslam’a uygun davranışlarda bulunmadıkları için” toplu idamlar gerçekleştirildi. Bu tarihlerde Afganistan kadını da bütün haklarını kaybetti. Oy kullanma, devlet dairelerinde ve televizyon/radyolarda çalışma hakları ellerinden alındı. 1960’lı yıllarda mini etek giyen Afgan kadını tepeden tırnağa örtünmek zorunda bırakıldı. Hizb-i İslimi örgütü militanları batılı gibi giyinen kadınların üzerine asit atıyordu.
Afganistan bebek ölümlerinde birinci, kadın ölümlerinde ise ikinci sıradadır. Kadın ölümlerinin en büyük nedeni, kızların çocuk yaşta, daha hamileliğin yükünü kaldırabilecek kadar gelişmeden hamile kalmalarıdır. Regl olmaya başlayan kızlar hemen evlendirilmekte ve daha çocuk yaşta hamile kalmaktadırlar.
Afgan evlerinde erkeklerin bulunacağı odalarda el işi, dantel gibi kadın varlığını anımsatacak eşyalar bulundurulmaz. Afgan erkeği karısına evden çıkarken hoşça kal demez, nereye gittiğini ve ne zaman döneceğini söylemez.
İslamcı “Taleban” rejimi altındaki Afganistan’da tam anlamı ile “İslam Şeriatı” uygulanıyor. Bu uygulamanın Afgan kadınları üzerindeki etkisi ise, onları toplumda “tümüyle görünmez” kılmak.. Afgan kadınlar, “burka” ile baştan aşağı örtünmeden evden dışarı adım atamıyorlar. Sokağa çıkabilmeleri için, “burka” bile yeterli değil tek başına..Yiyecek, ilaç ve diğer güncel ihtiyaçlarını bile almak üzere sokağa çıkmaları gerektiğinde yanlarında mutlaka aileden bir erkeği “refakatçi” olarak almak zorunluluğu var.
“Burka” da kadınları tam koruyamıyor, İslam şeriatının zulmünden.. Nitekim bir su birikintisinden geçerken ıslanmamak için eteğini hafifçe kaldıran bir kadının “bacaklarını gösterdiği” gerekçesi ile iki Taleban tarafından dövülerek öldürülmesi dünya basınında yer almıştı.
Afganistan’da “Islamcıların iktidarı ile tüm eğitim kurumları kadınlar için yasaklanmıştır.
Uzun yıllar savaş gören bir ülke olan Afganistan’da “dul kalan” kadınların durumu bir diğer felakettir. Çalışmaları yasak olan kadınlar, hayatlarını idame ettirecek gelirden yoksundur.
Taleban, yüzde 70’i kadın olan öğretmenlerin evden çıkıp çalışmalarına da izin vermediğinden, çocukların eğitimi aksamaktadır. Halbuki, İslamcılar iktidara gelmeden önce, Kabil’de 150 bin kayıtlı öğrencinin yüzde 40’ı kız öğrencilerdi.
İslamcı yönetim, erkek doktorların, kadın hastalara; kadın doktorların erkek hastalara bakmasını da yasaklamıştır. Kadın sağlık elemanları da çalışırken “burka” giydiklerinden, işlerini yapmalarını çok zor olmaktadır.
İslam yönetimi, müzik dinlemeyi, şarkı söylemeyi, dansı, her türden oyun ve eğlenceyi yasaklamıştır. Çocuk oyunları, onları “Kuran eğitiminden” uzak tutacağı varsayımı ile yasaklanmıştır.
Erkeklere “sakal bırakmak” mecburiyeti getirilmiştir.
Hırsızlık yapanların el ve ayakları kesilmiş, zina yapanlar taşlanarak öldürülmüştür.
Fotoğraf çekmek de “şeytan işi” gerekçesi ile yasaklanmıştır. Diğer yasaklar da şunlardır: Oyuncaklar, terzilerdeki moda dergileri, kadınların makyaj yapması, kaş almak, saçlarını kısa kestirmek, renkli veya beyaz elbise giymek, mücevher takmak, ince çorap ve topuklu ayakkabı, ayak sesinin duyulması, yüksek sesle konuşmak ve gülmek ..
Türkiye Cumhuriyeti’nde kadınlarımız, 76 yıl önce şeriattan laikliğe geçilmezi ile neler kazandıklarının bilincindedirler. Bangladeş, Cezayir, Afganistan, Sudan, Yemen, Iran ve diğer İslam şeriatı ülkelerinde her gün görülen olaylar ve yönetim tarzı, laik devletin önemini anlatmaktadır.
(Prof.Dr Necla Arat’ın , Cumhuriyet’te, 25.05.99 tarihinde yayınlanan makalesinden ve Faik Bulut’un kitabından yararlanılmıştır)
Bangladeş: Bangladeş’lı kadınlara uygulanan baskı nedeniyle, kadınlar erkeklere uygun görülen islerin haricindeki islere yöneltilir. Yerel mollaların fetvaları ile hırsızların elleri kesilir, zina yapan kadınlar taslanır, kırsal kesimde erkekler doğum kontrolü yapan karılarını boşarlar. Kendi küçük isleri için banka kredisi alan kadınlara da iyi gözle bakılmaz, çünkü, “kadınların ekonomik özgürlük kazanmaları, erkeklerden daha üstün bir yer sağlayacağı için” istenmez. “Tanrı’nın planında bu yoktur” denir. Medrese öğrencileri, kız okullarını “kızların Batılılaşmasına neden oldukları için” yakmakta; geçerli kılınmaya çalışılan kurallara karsı çıkmaya cesaret eden kadınlar, şiddet ve ahlaki sansür ile karsılaşmaktadırlar.
Cezayir: Bu ülkede olanlar, uluslararası basında “uyanıkken kabus görmek” olarak tanımlanıyor. Her gün kadınlar kaçırılıyor, işkence görüyor, tecavüze uğruyor, sakatlanıyor ve kökten dinci silahlı grup tarafından öldürülüyor.
kadınlar salt “kadın” oldukları için hedef alınıyor ve tıpkı ortaçağda olduğu gibi, “kötülüğü” simgeledikleri düşünülüyor. (Bilinen silahlı gruplar arasında siviller içinde en tehlikelisi ‘silahlı İslamcı Grup’. Diğer gruplar ise silahlı İslamcı Hareket ve Islami Kurtuluş Ordusu).
Cezayir’de kadınlar örtünmeye zorlanıyor. silahlı İslamcı Grup, örtünmeden dolasan bütün kadınları potansiyel askeri hedef olarak tanımlamaktadır. Bu tehdidi daha etkili kılmak için kökten dinciler, 17 ve 18 yasındaki iki liseli kızı otobüs beklerken öldürmüşlerdir. Tesettürlü bir kız arkadaşı ile sokakta yürüyen bir başka liseli kız da, yerel kökten dincilerce “örtünmesi” için uyarılmış, ama örtünmeyi reddedince öldürülmüştür.
Üniversitelerdeki kadın öğretim üyeleri, can güvenliği nedeniyle görevlerinden ayrılmışlar, ve Cezayir dışına çıktıktan sonra, Cezayir’in her yerinde duvar yazılarında su sloganın islediğini söylemişlerdir:”Cilbab (tepeden tırnağa kapalı elbise) giyen kadınlar, Tanrı sizi kutsasın; hicap (başörtüsü) takan kadınlar; Tanrı size doğru yolu göstersin. Ve siz, kendilerini teshir eden kadınlar, kursunlar sizin için..”
Cezayir’de bu baskı nedeniyle çok sayıda kız ve kadın örtünmeye başlamışlardır. Bu konuda 22 yasındaki bir kız duygularını açıklarken şunları demiştir:”Hiçbirimiz örtünmeyi istemiyoruz. Ama korku, düşüncelerimizden ve özgür olma isteğimizden daha güçlü, korku bizi her taraftan kuşatıyor. Anne-babamız, erkek kardeşlerimiz hep bir ağızdan, ‘Yasamak istiyorsan örtün!’ diyorlar.” (Kaynak: Cumhuriyet, 20.05.1999, Prof.Dr.Necla Arat’ın makalesi)
Iran: İran’da hicap-çarşaf giymek zorunludur. Örtünmemiş kadına esnafın satış yapması yasaktır. Caddelerde “Hicap giymeyen kadın fahişedir” ya da “Karısı hicap giymeyen erkek, erkek değildir” türünden ibareler yazılıdır. Hicap ya da çarşafsız gezmenin cezası 12 ay hapis veya kırbaçlanmaktır. Eğer kırbaç cezası para cezasına çevrilmek istenirse karşılığı 10.000 tümendir. Ortalama 80 kırbaç cezasının karşılığı bir çalışanın 6 aylık kazancına eşittir.
Kadını cezalandırmak için birçok neden vardır. Mantodaki iri bir düğme, mantonun altın ya da gümüş renginde olması, yırtmaç boyu, çıplak ayak veya ince çorap, oje sürmek…vb. birçok nedenden ötürü kadın cezalandırılabilir. Bunlar yazıya dökülmemiş olduğu için de kadının cezalandırılmasında büyük bir keyfilik hakimdir.
Kadınlar kocasından izin almadan sokağa çıkamaz, babalarının cenazesine bile gidemez. Yolda veya araba içinde bir arada görülen çiftler baba-kız, karı-koca, abla-kardeş olduklarını kanıtlayamazlarsa zina yapmaktan tutuklanırlar.
Erkek ve kızlar bir parti/ev toplantısında bir arada yakalanırlarsa hemen evlendirilirler. Erkekler şort giydiği için kadınların futbol gibi spor karşılaşmalarını izlemeleri yasaktır. İran’da üst düzey hiçbir yönetim kadrosunda kadın yoktur.
Kadınlar çarşaf giymek zorundalar. Bu ülkede, “muta nikahı” (Kendilerinden istifade ettiğiniz kadınların takdir olunan ücretlerini veriniz.” (K. 4/24) denilen bir imam nikahı ile erkekler ile kadınlar para karşılığında “saatlik” surelerle “evlenebiliyorlar”..
Sabah Gazetesinin 22.05.2000 tarihli nüshasında İranlı kadınlarla ilgili şu haber yayınlandı:
“HAYVAN KADAR DEĞERİMİZ YOK”
ABC televizyonu İranlı kadınların feryadını yayınladı: İnsan hayvanını bile kırbaçlamaz. Ama bizi kırbaçlıyorlar
İranlı bir grup kadın Amerikan ABC televizyonunun programına katılarak İran’da kadının ve gençliğin durumunu anlattı. Bu program yüzünden mollalar tarafından soruşturmaya uğrayacaklarını, belki işkence görecek ve kırbaç cezasına çarptırılacaklarını bile bile ABC’ye konuşmayı kabul ettiler. Mollaların zulmünün artık onları korkutmadığını söylüyorlar. Yakında ülkede yeni bir devrim olacağına inanıyor ve “Artık susmayacağız” diyorlar.
Nightline (Gece hattı) programı muhabiri Ted Koppel ile sokak röportajı yapan 4 İranlı kadın, sokakta, okulda, erkeklerle ilişkilerinde ve işte hep saklanmak zorunda kaldıklarını belirttiler. İçlerinden biri sokakta bir erkekle görüldüğünde başına gelenleri şöyle anlattı: “Bir erkekle görülürsem bana ve ona ayrı ayrı kim olduğunu sorarlar. Cevaplar birbirini tutmazsa ve kardeşim ya da kocam değilse ikimizi de alıp götürürler…”
En kötüsü ise gizli ev partilerinde yakalanmak. Erkeklerin ve kadınların birlikte olabildiği bu partiler Devrim Muhafızları tarafından sık sık baskına uğruyor. Katılanlar mahkemeye sevk ediliyorlar. Partilerde yakalanmanın cezası 30 kırbaç.
ORTAÇAĞ GELENEKLERİ:
Kadınlar kırbaç cezasına büyük tepki gösteriyor. “İnsan bunu hayvanına bile yapmaz. Değerimiz hayvandan bile düşük” diyorlar. Partide yakalananlar bekaret kontrolünden geçiriliyor. Bakire olmayanlar birlikte oldukları erkekle zorla evlendiriliyor. Genç İran kadınlarına göre tüm bu uygulamalar İran’ın hâlâ Ortaçağ gelenekleriyle yönetildiğini gösteriyor. İran dışındaki hayatı gördükleri zaman oradaki kadınlar gibi yaşama heveslerini “Başka ülkelerdeki kadınların yaşamlarını konuşmalarını, giyinişlerini görüyorum. Ben de aynı şeyleri yapmayı istiyorum. Ama yapamıyorum ve utanç duyuyorum” diye dile getiriyorlar.”
BİR ÖPÜCÜĞE 74 KIRBAÇ
Hürriyet Gazetesi’nde 25.04.2003 günü yayınlanan habere göre, İran’ın önde gelen aktrislerinden Gevher Hayrandiş, bir ödül töreninde genç bir yönetmeni alnından öptüğü gerekçesiyle 74 kırbaç cezasına çarptırıldı, ancak halktan özür dilediği için cezası tecil edildi.
İran Daily Gazetesi’nin haberine göre, 50’li yaşlardaki saygın film ve televizyon aktrisi Gevher Hayrandiş, geçen eylül ayında Yezd kentinde bir festivalde 20 yaşlarındaki Ali Zamani’ye en iyi yönetmen ödülünü verirken elini sıktı ve alnından öptü. Ali Zamani, ünlü aktrisin geçen yıl ölen aktör kocasının öğrencisiydi ve bir anne şefkatiyle başarısının tebrik edildiğini duyurdu.
Kadın-erkek yakınlığının ve toplum içinde öpüşmenin tabu olduğu İran’da bu öpücükle yer yerinden oynadı ve Yezd kentindeki dini liderler sokaklara dökülüp aktrise lanetler yağdırdılar. Protestolarla yetinmeyenler ünlü aktrisi mahkemeye verdiler. Mahkeme, Hayrandiş’e 74 kırbaç cezası verdi. Gevher Hayrandiş, ‘‘Herhangi bir suç işlediysem özür dilerim. Ben anne şevkatiyle öptüm’’ dedi ve bu özrü sayesinde ‘‘şimdilik’’ kaydıyla kırbaç cezasından kurtuldu. Mahkeme, benzer bir suçu ikinci kez işlemesi halinde Gevher Hayrandiş’i derhal 74 kırbaç atılmasını onaylayacak.
Hayrandiş mahkemenin kararını protesto edip etmeyeceğini açıklamadı. Ancak sanat çevreleri böyle bir kararın İran’ın uluslararası alandaki pozitif imajına darbe vuracağı uyarısında bulundular. Film yapımcısı Kioumars Pourahmad, ‘‘Saçma ve iğrenç. Hayrandiş hálá yas tutuyor ve ölen eşinin öğrencisi Ali Zamani oğlu gibidir. Bu tür kararlar sadece nefret yaratır’’ yorumunu getirdi.
İran’da kadınlar üzerine uygulanan baskıyı, insanlıkdışı cezalaları görmek için burayı tıklayınız. Bir kadının ağzından İran’da İslam adına özgürlüklerin yokedilişini ve günlük hayatın nasıl bir işkenceye döndüğünü öğrenmek için de burayı tıklayınız.
Yemen
Kadinlar erkeklerle yüz yüze gelse bile el sikismalari yasak. Carsaf giyip, pece takiyorlar.
Katar
Kadinlar secimde aday olsalar bile, erkeklerin bulunduğu ortamda bulunmaları yasak. Miting ve TV’de yüzlerini göstermeleri yasak, sadece telefonla oy isteyebiliyorlar.
Suudi Arabistan
Çarşafsız sokağa çıkmak yasak. Nüfus cüzdanları yoktur, isimleri babaları veya kocalarının kimliklerinde yazılıdır.
Peçe takmamak, sokakta tek başına yürümek, üniversiteye gitmek, koşmak, sıçramak, araba sürmek kadınlara yasak. Arabanın ön koltuğunda bile oturamazlar. 1990’da kadınların araba kullanma hakkı için yaptığı gösteriler ülkede büyük yankı yaptı. Kadın göstericiler tutuklandı ve kocalarından “bir daha böyle bir gösteri yapmayacaklarına” dair teminat alındıktan sonra serbest bırakıldılar.
Kadın, kocasının refakati olmadan yurt dışına çıkamaz. Halka açık yerlerde yüzemez, hiçbir toplulukta erkeklerle bir arada bulunamaz. Kadınlar bilinçli olarak cahil yetiştirilirler. Tek yaptıkları alışveriş ve evde oturmaktır. Bayan öğretim görevlilerinin sayısı çok azdır. Erkek profesörler üniversitedeki kız öğrencilere monitör aracılığıyla ders verir.
Suudi Arabistan’da 15 kız öğrencinin “tesettür” uğruna diri diri yanmasına neden olundu:
Hürriyet Gazetesi’nde 17 Mart 2002 tarihinde yayınlanan haberde, yanan ortaokul binasından kaçan 15 kız öğrenci, Suudi din polisi tarafından ‘Kıyafetiniz sokağa çıkmaya uygun değil’ gerekçesiyle engellendi. Pazartesi yaşanan olayda başörtüsüz olduğu için kızlar, diri diri can verdi.
Suudi Arabistan’ın Mekke Kenti’nde geçen Pazartesi sabahı, bir okulda çıkan yangından kaçmaya çalışan 15 kız öğrenci ‘Namahrem Vahşeti’ne kurban gitti. Din polisi (mutavva), türbanları ve çarşafları olmayan genç kızların alevler içindeki binadan çıkışına izin vermedi.
Elektrik kontağından çıktığı sanılan alevler bir anda üç katlı ortaokul binasını sardı.
Öğrenciler, can havliyle kendilerini dışarı atmak istedi. Ancak genç kızlar kapıya koştuklarında din polisleriyle burun buruna geldi. Din polisleri, İslami kurallara göre giyinmedikleri, türban ve çarşafları olmadığı için kızların çıkmasına izin vermedi.
Din polisleri, yangını söndürmeye çalışan itfaiye ekiplerinin binaya girmelerine de ‘‘Namahrem’’ gerekçesiyle, izin vermedi ve ‘‘Onlara yaklaşmak günahtır’’ diye uyardı. Bir görevli El-İktisadiye Gazetesi’ne yaşananları şöyle anlattı:
‘‘Kızlar dışarı çıkmak istiyor, çarşafları olmadığı için dayak yiyorlardı. Durumun çok kritik olduğunu ve bu tür davranışın yeri olmadığını söyledik. Ama bizlere bağırdılar ve kapıdan ayrılmayı reddettiler.’’
Acılı bir baba da ‘‘Bekçi kapıyı açmayı bile reddetti. Polis durdurmasaydı kızlar kurtarılabilirdi’’ diye yakındı.
Netice’de Allah-varsa eğer- İslamiyet dini uğruna bu vahşete müsaade etmiş oldu. Eğer Allah yoksa, bu sefer Suudi’ler Muhammed’in kurduğu İslamiyet adına bir vahşet daha yapmış oldular.
Hürriyet, 07.05.02 – Suudi Arabistan’da kara çarşaf operasyonu
Suudi Arabistan’da kadınların giymek zorunda olduğu, başlarından ayak parmaklarına kadar örten kara çarşaflardan 82 bini, yetkililer tarafından ‘‘çok süslü ya da vücut hatlarını fark ettirebilecek’’ şekilde bulunduğu için toplatıldı. Ticaret Bakanlığı, başkent Riyad ve Cidde’de yapılan denetimler sonucu, şeriat yasalarına tam uymadığı belirlenen, fabrika ve dükkanlardaki 82 bin kara çarşafa el koydu. El konulan kara çarşaflar istenildiği kadar sade, ışık geçirmez ve bol değildi. (Bu haberi, başlarına türban takmakla islamiyete uygun giyindiklerini sanan türbancı hanımlara ithaf ediyorum. İslamiyet en doğru şekilde Arabistan’da yaşandığına göre, Arap kadınları ve erkekleri en gerçek Müslümanlardır. Çünkü, peygamberleri Arap, Kuran’ın orijinal dili Arapça olup, Kuran ayetleri ve hadisleri Arapların yanlış ve eksik yorumlaması gibi bir şey söz konusu olamaz.
1.9.2005
SÖYLEYECEKLERİM VAR 15
“SÖYLEYECEKLERİM VAR” Hatice Akça’nın yazdığı bir kitabın adıdır.
Hatice Akça, Kuran kurslarında, imam hatip okullarında eğitim gördükten sonra üniversite yıllarında aydınlanan bir kızımız olup “SÖYLEYECEKLERİM VAR” adlı kitabında şöyle diyor:
“Bu kitapta hiç kimse kötü adam değil. Bir sistem içinde öğütülmüş insanların hayatlarının çalınışının öyküsü aslında.
Aydınlığın ulaş(a)madığı karanlık hüküm sürmeye ve tek yaşanır gerçek olmaya devam ediyor.
Kuran kursunda bir gün genç hocamız: ‘Size okullarda yanlış bilgiler veriyorlar. Atatürk aslında Türk değildir. … Sonra onun İngiliz ajanı olduğunu’ söyledi. Hoca yıllar sonra İmam hatip lisesinde öğretmen olarak karşıma çıkacaktı.
Allah’a inanıyor ve O’nu seviyorum; fakat O’nun insanlara eziyet etmekten zevk alan, erkekleri kayıran, hesaplı kitaplı ibadet yapanlara cennet vaat eden bir yaratıcı olmadığın düşünüyorum. Başımı açtığım zaman Allah’ın bana bir musibet, biz ceza göndereceğinden korkan sevdiğim pek çok insan gördüler ki, Allah kullarına ‘okuyorlar, modern yaşam biçimini seçiyorlar’ diye ceza vermiyordu. Aksine beni hep daha iyi bir yerlere ulaştırdığını, hayal bile edemediğim şanslara ulaştırdığını görüyorlar.” (Cumhuriyet. 16.4.2005)
Ben bu satırları yazarken radyo İstanbul Sultan Ahmet meydanında kızlarımızın türban mitingi yarak “Neyi giyip giymeyeceğimize biz karar veririz!” diye gösteri yapıyorlardı.
Radyo bu gösterinin “MAZLUMDER” tarafından düzenlendiğini de belirtiyordu. Demek ki “MAZLUMDER” kızlarımızı “Neyi giyip giymeyeceğimize biz karar veririz!” diye söyletiyordu.
Oysa kadınlarımızın, kızlarımızın giyimlerine karışan yok. Yalnızca, “kamu alanının kurallarına uyunuz” deniyor kendilerine. Bunun dışında kimsen kimseye ses çıkardığı yok.
Sonra kızlarımızı meydanlara sürenler konuyu saptırıyorlar. Türban ile Başörtüsü’nün bilerek birbirine karıştırıyorlar. Oysa başörtüsü başka, türban başka…
Başörtüsü kadınlarımızın, kızlarımızın geleneksel bir giysisi. Öyle ki başörtüsü kadınlarımızı güzelleştiriyor da… Türban ise şeriatın simgesi ve kadınlarımızı kızlarımızı çirkin gösteren bir giysi…
Ne o, Türbanın altındaki bone dedikleri örtü? Neymiş de “Kadının saçının bir teli ile tırnağının ucu görünmemeli imiş.”
“Görünürse ne olurmuş?”
“Çok büyük günah olurmuş…”
Aklınız yatıyor mu buna?
Eğer Yaratan’ın böyle bir istemi olsa idi, doğuştan kapatırdı bu kadınları, kızları.
Asıl neden, erkeklerin tahrik olmaması… Öylesine ham, öylesine yontulmamış erkek ki bunlar; kadın-kız görünce şehvetleri şaha kalkıyor. Bu ham ve, nefisleri yontulmamış yaratıklar öylesine acınacak durumdadırlar ki hava alanlarında bulunan panolardaki mayo reklamlarından bile tahrik oluyorlar.
Bu tür insanlar arasında AB’ye girerlerse ne yapacaklar acaba? Engin Ardıç’ın dediği gibi “Bizimkiler AB’ye girmek istiyorlar ama Avrupalı olmak istemiyorlar…”
Asıl amaçları Allah’ın emri sandıkları şeriat düzeninidir. Din kurallarının geçerli olduğu bir ülkede ne varsa erkekler için var. Hatice Akça kızımızın dediği gibi kadınlarımızın kızlarımızın başına gelecek var…
Yani şimdi örtünme (tesettür) Allah’ın emri de “Hulle”, “Bir erkeğe dört kadın”, “Erkeğin karısını dövme hakkı”, “Mirasta erkeğin yarısı kadar almak”, “İki kadının tanıklığının bir erkeğin tanıklığı sayılmak”… Allah’ın emri değil mi? ,
Kadınlarımızın, kızlarımızın Türban mücadelesinin kökeninde “şeriatın ne demek olduğunu bilmemeleri” geliyor. Eğer şeriat düzeninin kadınlar aleyhine ağır hükümler getirdiğini bilselerdi; bizden çok onlar mücadele ederdi şeriatçılarla…
Kadınlarımızın kızlarımızın bu bilgisizliğini çok güzel kullanarak onları cepheye süren bu erkeklere bir çift sözüm var. Günümüzden 2000 yıl önce İsa Peygamber: “Devletin hakkını devlete, Allah’ın hakkını Allah’a verin!” dememiş midir. Niçin devletin hakkını devlete Allah’ın hakkını da Allah’a vermiyorlar da durmadan dayatmada bulunuyorlar devlete…
İnsaf yahu; devletin dininize saygısı olduğu kadar, siz de devletin yasalarına saygılı olunuz.
Kadınlarımızın, kızlarımızın Hatice Akça’nın “SÖYLEYECEKLERİM VAR” adlı kitabını okumasında yarar var. Bizim de söyleyeceklerimiz de kısaca bunlar…
Hayri Balta,18.4.2005
CÜNEYT CANVER’E MEKTUP 16
Sayın Cüneyt Canver,
Adana Milletvekili/Ankara
Öne sizi kutlar, saygılar, sevgiler sunarım.
Kutlamamın nedeni: Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı 12 ciltlik “Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi” adlı kitap için Devlet Bakanı Saffet Sert’e yönelttiğiniz sorudur.
İslamcılar ne denli inkar edelerse etsinler, dinleri, diğer dinler gibi, kadını küçültmektedir. Kadını küçülten her hangi bir akım; din olsun, felsefe olsun, akla, bilime aykırıdır. Eğer bir toplum; kalkınmak, çağdaşlaşmak istiyorsa bunun yolu; kadını yüceltmekten geçer. Çünkü kadın doğurandır, besleyip büyütendir, eğitip öğretendir koruyup gözetendir. Kadını aşağı gören, onu toplum yaşamına katmayan, bir toplumun kalkınması olanaksızdır…
Bütün bunlar yanında kadınlar; bizim anamızdır, kızımızdır, bacımızdır, eşimizdir, yarimizdir, sevgilimizdir, özlemimizdir… Halamızdır, teyzemizdir, yaşam yoldaşımızdır…
Ne var ki bütün dinlerin kadına yaklaşımı yakışıksızdır. Bu nedenle kadını alçaltan, küçülten, fitne kaynağı gören, cehennemlik olarak gösteren anlayışının üstüne gitmek bütün aydınlarımızın birincil görevi olmalıdır. Milletvekilleri içinde öncelikle bu görevi sizin üstlenmenizden dolayı da sizi ayrıca kutlarım
Kadını aşağılayan zihniyet üzerine sizden önce “Şeriat ve Kadın” adlı kitabı ile sayın Prof. Dr. İlhan Arsel gitmiştir. Ne var ki İlhan Arsel hakkında İstanbul 2. As. Ceza Mahkemesinde Peygambere hakaretten dava açılmış. Dosya numarası ise 1989/151’dir.
Laik Türkiye Cumhuriyetinde kadınları alçaltan zihniyetle mücadele edileceğine mücadele edenler hakkında dava açmak, kadını aşağı gören bir zihniyete destek vermektir. Kadınları aşağı gören bir zihniyetin ve sözcülerinin kadınlara karşı aldığı tavrın; kadınlar hakkında söylediği aşağılayıcı sözlerin eleştirilmesi hakkının cezalandırılmak istenmesi çağımızın akılsal ve bilimsel düşüncesine ters düşmektedir. İşte siz bu tersliğe Yasama Organının dikkatini çekmekle büyük bir görevi yerine getirmişsinizdir.
Kim ki kadını alçaltan görüş ileri sürüyor; bu Allah da olsa, Peygamber de olsa onunla mücadele edilmelidir. Bu görüşün toplumda etkinlik kazanması önlenmelidir. Bütün aydınlar bu konuda görev üstlenmelidir ve sonuna değin de mücadele etmelidir.
Bu arada yeri gelmişken doğa’nın (Allah’ın, Tanrı’nın…) kadını alçalttığına ilişkin bir olgu göremiyorum. Bütün canlılarda dişi ile erkek eşit yaratılmıştır. Hayvanlar arasındaki eşitlik, dayanışma, sevgi ile nasıl bir bütünlük ve uyum oluşturuyorsa; bu gerçek insanlar arasında da geçerlidir ve insanlar için de geçerli olmalıdır.
Dolayısıyla Allah’ın diğer bütün canlılarda, hayvanlarda, eşitliği esas almışken; insanlara gelince küçültülmesi olanaksızdır. Bu nedenle Allah’ın kadını alçalttığı bir hükümleri Peygamberine vahiy olarak gönderebileceğini de bir türlü kabul edemiyorum.
Mektubuma son verirken sizden bir ricam olacak. Ricam: Soru önergesinin bir örneğinin aşağıdaki adresime göndermenizdir. Bu soru önergesini İlhan Arsel davasında kullanabileceğim kanısındayım.
İlginizi bekler, yeniden saygılar, sevgiler sunarken uğraşılarınızda başarılar diler sağlıcakla kalınız derim.
Av. Hayri Balta, 12.10.1989
+
Not. Cüneyt Canver üç-dört ay önce ölmüştür. Anısı önünde saygı ile eğilirim. Yarın da Cüneyt Canver’in yanıt notunu ve soru önergesini ve soru önergesinin gazetelerde nasıl yazıldığını yazacağım.
+
Sayın Balta,
Soru önergemin bir ilişikte takdim ediyorum.
Saygılarımla,
İ. Cüneyt Canver, Adana Milletvekili, Parti Meclisi Üyesi, Ankara.
+
CÜNEY CANVER’İN TBMM BAŞKANLIĞINA VERDİĞİ DİLEKÇE
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA,
Aşağıdaki soruların Devlet Başkanı Sayın Saffet Sert tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını saygılarımla talep ederim. 1. 5.10.1989
Cüneyt Canver, adana Milletvekili
+
Türkiye Cumhuriyetinin Anayasal organlarından biri olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı 12 ciltlik SAHİH-İ BUHARİ MUHTASARRİ TECVRİD-İSAHİH TERCEMESİ ve ŞERHİ adlı bir yapıt vardır ve bu yapıtın 9. baskısı yapılmıştır.
Yapıtın çeşitli bölümlerinde kadınlarla ilgili hükümler yer almıştır. Bu hükümlerden bazıları öyledir:
1. “İki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedeldir”
2. “Kadınlar alken ve dinmen eksik yaratıklardır”
3. “Uğursuzluk üç şeyde vardır: Karı’da, ev’de, ve at’ta”
4. “Namazı kat’eden (bozan, kesen) şeyler; köpek, eşek, domuz ve kadındır”
5. “Kadınlar arasında saliha (temiz) kadın yüz tane karga arasında alacak bir karga gibidir”
6. “Benden sonra erkekler için kadından zararlı bir fitne bırakmadım”
7. “ Bana cehennem halkı gösterildi, çoğunluğu kadınlardı”
8. “Kadınlar insanın karşısına şeytan gibi çıkarlar”
9. “Kadın eğe kemiği gibidir, onu doğrultmak istersen kırarsın, onu kendi haline bırak ve eğriliğiyle ondan faydalanmaya bak”
10. “Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler o sebeple Allah erkekleri kadınlara üstün kılmıştır, kadınlar erkeklerin elinde hürriyetlerini terk etmişlerdir eğer erkek tepeden tırnağa cerahat olsa, kadın da dili ile yalasa yine de erkeğin hakkını ödeyemez”
11. “Elin zinası, el temasıdır. Her kim yabancı bir kadının elini tutar onunla tokalaşırsa, kıyamet gününde onun iki avucuna ateş konur, birinizin başına demirden bir şişin vurulması, onun kendisine helal olmayan bir kadınla tokalaşmasından daha hayırlıdır.
”SORULAR:
1.İki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına mı eşittir?
2. Kadınlar alken ve dinmen eksik yaratıklar mıdır?
3. Kadın’da, ev’de, ve at’ta uğursuzluk var mıdır?
4. Köpek, eşek, domuz ve kadın namazı bozar mı?
5. Kadınlar arasında saliha (temiz) kadın yüz tane karga arasında alacak bir karga gibi midir?”
6. Kadınlar erkekler için zararlı bir fitne midir?
7. Cehennem halkının çoğu kadınlardan mı oluşmaktadır?
8. Kadınlar insanın karşısına şeytan gibi mi çıkarlar?
9. Erkekler kadınlar üzerinde hakim midirler? Kadın tepeden tırnağa cerahat olan bir erkeği dili ile yalasa yine de onun hakkını ödeyemez mi?
10. Kadın ile erkek tokalaşırsa el zinası mı yapmış olur?
11. Bütün bunlar doğru ve geçerli değilse, Diyanet İleri Başkanlığı niçin kadınları aşağılayan, küçülten ve erkeğin yanında zavallı kılan hükümlerin yayılmasına aracılık eder, açıklar mısınız?
12. Diyanet İşleri Bakanlığının bu yayınları karşında vatandaşlar, kadınların bugünkü çağdaş konumlarına mı, yoksa bu yayınlardaki konumlarına mı itibar edeceklerdir? Diyanet İşleri Başkanlığı hangisine itibar etmektedir? Açıklar mısınız?
+
CÜNEYT CANVER’İN SORU ÖNERGESİNİN BASINDA YANKISI:
SHP’li CANVER’İN SORU ÖNERGESİ
“KADINA HAKARET” TBMM GÜNDEMİNDE
Ankara, Hürriyet, 7 Ekim 1989 Cumartesi, s. 17
SOSYAL DEMOKRAT Halkçı Parti (SHP) Adana Milletvekili Cüneyt Canver, Devlet Bakanı Saffet Sert’e,Diyanet İşleri Bakanlığının, kadının aşağılanmasına niçin aracılık ettiğini sordu.
Canver, Anayasal bir organ olana >Diyanet İşleri Bakanlığının yayınladığı 12 ciltlik “Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi” adlı kitabın dokuzuncu baskısını yaptığını belirterek, kitapta kadınlarla ilgili “olumsuz” birçok görüşün yer aldığını öne sürdü.
“BİR ERKEK İKİ KADINA BEDEL”
Canver, Devlet Bakanı Saffet Sert’in cevaplandırması istemimle TBMM Başkanlığı’na verdiği son önergesinde , kitapta şu hükümlerin yer aldığını bildirdi:
+ İki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedeldir.
+ Kadınlar alken ve dinmen eksik yaratıklardır.
+ Uğursuzluk üç şeyde vardır: Karı’da, ev’de, ve at’ta.
+ Namazı kat’eden (bozan, kesen) şeyler; köpek, eşek, domuz ve kadındır.
+ Kadınlar arasında saliha (temiz) kadın yüz tane karga arasında alacak bir karga gibidir.
+ Benden sonra erkekler için kadından zararlı bir fitne bırakmadım.
+ Bana cehennem halkı gösterildi, çoğunluğu kadınlardı.
+ Kadınlar insanın karşısına şeytan gibi çıkarlar.
+ Kadın eğe kemiği gibidir, onu doğrultmak istersen kırarsın, onu kendi haline bırak ve eğriliğiyle ondan faydalanmaya bak.
“ELİN ZİNASI, EL TEMASIDIR”
+ Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler. O sebeple ki, Allah erkekleri kadınlara üstün kılmıştır, kadınlar erkeklerin elinde hürriyetlerini terk etmişlerdir. Eğer erkek tepeden tırnağa cerahat olsa, kadın da dili ile yalasa yine de erkeğin hakkını ödeyemez.
+ Elin zinası, el temasıdır. Her kim yabancı bir kadının elini tutar onunla tokalaşırsa, kıyamet gününde onun iki avucuna ateş konur. Birinizin başına demirden bir şişin vurulması, onun kendisine helal olmayan bir kadınla tokalaşmasından daha hayırlıdır.
DİYANET HANGİSİNE İTİBAR EDİYOR?
Devlet Bakanı Sert’e, kitapta yer alan bu hükümlere katılı katılmadığını soran Canver’in önergesinde şu sorular yer aldı?
+ Bütün bunlar doğru ve geçerli değilse, Diyanet İleri Başkanlığı niçin kadınları aşağılayan, küçülten ve erkeğin yanında zavallı kılan hükümlerin yayılmasına aracılık eder, açıklar mısınız?
12. Diyanet İşleri Bakanlığının bu yayınları karşında vatandaşlar, kadınların bugünkü çağdaş konumlarına mı, yoksa bu yayınlardaki konumlarına mı itibar edeceklerdir? Diyanet İşleri Başkanlığı hangisine itibar etmektedir? Açıklar mısınız?
+
Şimdi bu soruları okuyan bir yurttaşımız, “Hayır, dinimiz böyle söylemez!” diye bu söylenenleri kabul etmeyecektir. Ancak burada yazılanlar gerçektir. Bu gerçekler İslam’ın temel kitapları olan Kuran’da ve Hadis kitaplarında (özellikle yukarıda adı geçen Sahih-i Buhari’de) geçmektedir.Yine Diyanet İşleri Başkanlığının bu sorulara verdiği yanıtı görmek isteyenler Prof. İlhan Arsel tarafından yazılan “DİYANET’E CEVAP” ADLI KİTABA ADLI KİTABA (Kaynakları Yayınları…) kitaba bakabilirsiniz. Bu kitapta Diyanet İşleri Başkanlığının verdiği yanıtlarına karşı Prof. İlhan Arsel’in İslam kaynaklarına dayanan açıklamalarını da görebilirsiniz. Ne var ki Diyanet İşleri Bakanlığı: Kuran’da ve Hadis kitaplarında bunlar yok diyemiyor; ama, öylesine akıl almaz yanıtlar veriyor ki insan şaşıp kalıyor…
Yine bu konuda daha geniş bilgi edinmek isteyenler yine Prof. İlhan Arsel’in “ŞERİAT VE KADIN” adlı kitabına bakabilirler.
Bir insan hangi dinden olursa olsun dininin ne söylediğini, neleri buyurduğunu bilmelidir. Yoksa öyle kendi anlayışına göre yarattığı bir din anlayışı ile “Dinimizde böyle şey yoktur!” demek, din anlayışına aykırıdır. Kadınlarımız, kızlarımız eğer “Dinimizde bunlar yoktur!” diyorlarsa bir de Sitemizin “Kuran’dan” bölümündeki “KAYGILARIM” BAŞLIKLI YAZIMA BAKABİLİRLER.
Burada aklıma takılan bir soruya değinmeden geçemeyeceğim. Acaba türban, tesettür diye yırtınan kadınlarımız, kızlarımız dinlerinin kendilerine biçtiği dondan haberleri var mı? Haberleri var da bütün bunları bile bile şeriat özlemi çekiyorlarsa, şeriatın kendirline özgürlük vereceğini ve de erkeklerle eşit kılacağını sanıyorlarsa acınacak bir durumdadırlar… Bu durumda “Kendi düşen ağlamaz” atasözünü yinelemekten başka bir söz bulamıyorum.
Not: Sonradan değerli aydınlanmacı Turan Dursun’dan duyduğuma soruları hazırlayıp göre Cüneyt Canveren’e verenin kendisi olduğunu söylemişti.
Av. Hayri Balta, 9.11.2002
İSLAM PEYGAMBERİ’NİN EŞLERİ 17
Dincilerin-Diyanetçilerin yayınları arasında İslam peygamberinin eşlerinin sayısı konusunda görüş birliği olmaması hep dikkatimi çekmiştir. Kimileri Peygamberlerinin eşlerinin sayısını 9, kimileri ise 11 olarak göstermişlerdir. Ancak okuduğum şeriatçı yayınlarda Peygamber eşlerinin adlarını not ettikçe gerçeğin hiç de şeriatçıların söyledikleri gibi olmadığının ayrımına vardım. Bu gerçek karşısında araştırmalarımı derinleştirdikçe sayının daha da arttığını gördüm.
İşin en ilginç yanı; halk arasında yaptığım konuşmalarda da; halkımızın bu konuda hiçbir şey bilmediğini görmem. Konuyu hacılara, hocalara, imamlara sordum. Onların da söylediklerinin birbirini tutmadığını gördüm.
Bu konuda kimi avukat ve yargıç dostlara sordum. Konu ile yakın ilgisi olanlar sayıyı 35’e değin çıkarınca şaşkına döndüm. Bunun üzerine İslam Peygamber’in nikahlı eşleri ve cariyelerini ne kadar olduğunu araştırmaya karar verdim.
Kitaplığımda bulunan kitaplara bakarak Peygamber eşi olarak adı geçenlerin sayısının daha çok olduğunu gördüm. Ama aşağıya yalnızca “TABERİ’nin Milletler ve Hükümdarlar Tarihi” adlı kitabının 5. cildinin 834-854 sayfalarında adı geçenleri aldım. Bunları da, arandığında kolayca bulunabilsin diye, alfabetik olarak sıraladım. Bu sıralamada evlendiği kadınlarla evlenmekten vazgeçtiği kadınların adı vardır. Tek rakamlar kitabın adını; birden çok rakamlar ise kitabın sayfa numarasını göstermektedir. Şimdi bu adı geçenleri alfabetik olarak sıralıyorum:
Aliye. Zabyan kızı. Geçimini sağladıktan sonra boşamıştır (1/846).
Ayşe. Ebubekir kızı. Kendisi 50, Ayşe 6 yaşında iken nikah kıyıldıktan sonra kendisi 53, Ayşe ise 9 yaşında iken zifafa girmiştir (1/837). Üçüncü eşi.
Cemre. Haris bin Ebu Harise kızı. Babası kızının hastalıklı olduğunu söyleyince evlenmekten vazgeçmiştir (1/848).
Cüveyre. Malik bin Cezime’nin kızı (1/841).
Esma. Muaviye Kindi’nin kızı. Vücudunda beyaz lekeler olduğu için ailesine gönderilmiştir. Bir rivayete göre de zifaf olmaktan kaçındığı için babasına gönderilmiştir (1/844-5).
Fatima. Ümmü Şureyk lakabı ile de anılır. Şurayh kızı. (1/846).
Gaziyye. Ebu Bekir bin Kila’dan Cabir’in kızı. Bu kadın kendisi ile evlenmek istemediği için evlenmekten vazgeçmiştir. (1/844).
Hafza. Kurt bin Kâb’ın kızı (1/840).
Havle. Kabise bin Haris’in kızı. (1/846).
Hatice. Abdü Uzza’nın kızı. İlk eşi olup kendisi 25 yaşında 40 yaşındaki Hatice ile evlenmiştir. (1/834).
Kutayle. Kays bin Madi Keribin kızı. Adı geçen kadın zifafa girmeden önce ölmüştür. O ve kardeşi İslamiyet’i bırakarak kafir olmuşlardı (1/846).
Leyla. Hutaym kızı. Mehirsiz kendini arzettiği halde sonradan vazgeçtiği için evlenmemiştir (1/847).
Marya. Mısır Mukavsı tarafından kendisine armağan edilen iki cariyeden biridir. Bundan İbrahim adında bir oğlu olmuştur (1/845).
Meymune. Abdullah bin Hilâl’in kızı (1/843).
Neşat. (Sena ve Seba olarak da anılır) Rifaa’nın kızı. Zifafa girmeden önce öldüğü söylenir (1/845).
Reyhane. Yezid kızı. Mısır Mukavsı tarafından kendisine armağan edilen iki cariyeden biridir (1/845).
Safiyye. Ebu Habib bin Nazır’ın kızı. Hayber savaşında ele geçen esirler arasında olup hırkasını üzerine atarak almıştır (1/843).
Sayfiye. Reşame’nin kızı. Safiye, ganimet malı olarak Müslümanlara esir düşmüştü. Kadın kocasına dönmek isteyince evlenmekten vazgeçmiştir (1/848).
Sevde. Zam’a bin Kays’ın kızı. (1/836) İkinci eşi.
Şenba. Amr kızı; Oğlu İbrahim’in ölümü üzerine; “Eğer Muhammed Peygamber olsaydı çok sevdiği oğlu ölmezdi!” dediği için boşadıklarındandır (1/844).
Şerafi. Halfe’nin kızı (1/846).
Umre. Yezid kızı. (1/847).
Ümmi Habib. Abbas bin Abdülmütallib’in kızı. Babasının süt kardeşi olduğunu öğrenince evlenmekten vazgeçmiştir (4/848).
Ümm-i Habibe. Süfyan bin Harb’ın kızı. (1/841).
Ümmi Hatniye. Bir adı da Hind’dir. Kadın, kendisinin çocukları olduğunu söyleyerek evlenme teklifini kabul etmemiştir (1/847).
Ümmü Seleme. Ömer Bin Mahzum’un kızı. Bir adı da Hind’dir (1/840).
Zeynep. Yamer bin Sabire’nin kızı. Cahş kızı olarak da anılır. Evlatlığı Zeyd’in eşi iken, Zeyd’in boşaması üzerine, kendisiyle evlenmiştir. Aynı zamanda halasının kızı olur (1/842).
Zeynep. Huzeyme kızı. Mskinler anası olarak anılır (1/845).
Zuba’aya. Amir Bin Şa-Şaa kızı; Kadının yaşlı olduğunu işitince evlenmekten vazgeçmiştir (1/848.
Alfabetik olarak dizilen bu adları sayarsak; evlenemediği ve evlenmek isteyip de evlenemediği kadınların sayısının 29 olduğunu görüyoruz.
Ne var ki, bu sayının daha da artacağını 35’e kadar çıkacağını söyleyenler var. Bunu söyleyenlerden biri de Turan Dursun’dur.. Kaldı ki bu listenin büyük bir bölümünü de bana Turan Dursun vermişti.
Arif Tekin’in aşağıda adı verilen kitabı okunduğu takdirde sayının 35’e, 40 çıktığı görülür…
İslamcılar, peygamberlerinin bu kadar evliliğini hakkında şu gerekçeleri ileri sürerler. Evliliklerinin nedeninin “sosyal ve siyasal” olduğunu; kocaları savaşlarda ölen yoksul kadınları alarak , sanki evlenmeden de geçimlerini sağlayamazmış gibi, geçimlerini sağladığını ve bir de aldığı bu kadınlar yoluyla İslam’ı yayma amacı ile olduğunu ileri sürerler.
Yaşar Nuri Öztürk bunların başında gelir. Bütün bunlar yanında Yaşar Nuri Öztürk’ün bir gerekçesi daha vardır ki çok ilginçtir: “Şunu açıkça görmekteyiz ki, o evlilikleri İslam’ı yayma ve yerleştirme çabalarının, başka bir ifadeyle peygamberlik faaliyetlerinin bir gereği ve uzantısıdır. Söylenenin tam tersine, Allah Resulü o evliklere cinsi hayatından fedakarlık yapmış olmakla dikkati çeker. Yine söylenenin tam aksine Allah Resulü kendisinde bulunan büyük bir cinsi enerjiyi en ileri anlamda kontrol altına alarak yaratıcı faaliyete çevirmiş olmakla da seçkinleşir.” (Kendi Sözleriyle Hz. Muhammed. Hürriyet Yayını. Mayıs 1986. s. 32)
Bütün bu gerekçeleri Prof. Dr. İlhan Arsel şu açıklamaları ile çürütmektedir:
“Bütün bu örnekler ve bunlara eklenebilecek diğerleri Muhammed’in ‘siyasal’ ve ‘sosyal’ amaçlara dayatılmak istenilen evliliklerinde rol oynayan tek ‘etken’ kadınların güzelliği, tazeliği ve cazibeleridir.
Bu vesile ile şunu da belirtmek yerinde olacaktır ki Muhammed’in çok sayıdaki evliliklerini mazur ve meşru göstermek için bunları ‘siyasal ve sosyal’ amaçlara dayatanlar, aslında bu evliliklerin söz konusu amaçlara ters düşer olduğunu da unuturlar ve peygamber diye kabul ettikleri bir kimseyi, sonuçları hesaplanmayacak duruma düşürdüklerini fark etmezler.
Gerçekten de Muhammed’in evliliklerinin pek çoğu, karılarının aileleri ve onların farklı eğilimleri ve çıkarları arasında ikilikler, çatışmalar yaratmıştır. Örneğin Ayşe ve Havsa, her ikisi de babalarının tarafını tutar olduklarından, bir bakıma ‘iktidar destekleyicisi” durumuna girmişlerdi.
Buna karşılık Ümmü Seleme, Mahzum’un kızı olarak Fatimi’lere ve Ali taraftarlarına meyilli idiler. Ve genellikle Ebu Sufyan ibn Harb’ın kızı olan Ümmü Habibe ile ve bir de Meymuna bint Haris ile birlik olup, bir bakıma ‘muhalefeti destekler” durumda idiler. Muhammed’in diğer eşleri de bu ikiliği körüklemekteydiler. Bazen, Ayşe’nin ve bazen da Ümmü Seleme’nin yanında yer almak suretiyle adeta ‘iktidar’ ve ‘muhalefet’ ortamını yaratırlardı.
Bu itibarla söz konusu evlilikler ‘siyasal’ yada ‘sosyal’ amaçlara dayalı değil; bu amaçlarla ilgisi olmayan bir temele; şehvet (kadın düşkünlüğü) temeline, dayanmış sayılabilir (2/325).”
Kur’an-daki Ahzap suresinin 52. ayeti de gösteriyor ki İslam Peygamberi’nin yaptığı evliliklerin nedenleri; “sosyal ve siyasal” olmayıp, yalnızca “güzellikleri” olduğunu göstermektedir. Okuyalım: “Ey Muhammed!, Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbirini boşayıp başka bir eşle değiştirmen helal değildir.” (K. Ahzap. 33/52)
Bu ayette İslam Peygamberinin “Güzel bir kadın görürse ve gördüğü kadın hoşuna gidince mevcut eşlerinden birini boşayıp başka bir eşle değiştirmiş” olduğunu da görüyoruz. Artık takdir sizindir. İster Kuran’a inanın; ister, İslam allamelerinin yalanlarına ve uydurmalarına…
Günümüzün ileri gelen şeriatçı allameleri hâlâ ve hâlâ yukarda bulunan bir varlığın aşağıda bulunan bir varlığa; Cebrail aracılığı ile mesaj (vahiy) gönderdiği inancındadır. Oysa bütün bunların anlamı başkadır. Bunlar bu tür bilgisizlikten kaynaklanan yalanları ve uydurmaları ile halkı yanlış yönlendiriyorlar. İşin gerçeğini açıklamak isteyenleri de, tarih boyunca, ya memleketten kaçırtıyorlar ya da öldürtme yoluna gidiyorlar.
İslamcı allameler; Allah’a (toplumsal ve bilimsel gerçeğe) değil de, Muhammed’e tapıyorlar. Bu nedenle tarih boyunca Allah’ı eleştiren yazarların çok olmasına karşın Muhammed’i eleştirenlere çok nadir olarak rastlanır.
Bunlar Peygamberleri ile ilgili tarihi olayları bile kendi aralarında konuşmaktan korkarlar. Peygamberlerini eleştirirlerse Allahlarının kendilerini çarpacağından korkarlar. Bu nedenle de yalanda yarışırlar, uydurmada uyuşurlar.
Yukarıda geçen 29 sayısını Taberi’nin aşağıda adı geçen kitabından aktardım Diğer kaynaklardan alıntı yapmadım; çünkü adı genlerin kitaplarından alıntı yapmış olsa idim şu gerekçeleri ileri süreceklerdi: “Onlar, cumhuriyet aydınlarıdır, laiktirler. Dinsel inançları zayıftır. Bu nedenle onların söylediklerine yazdıklarına itibar edilemez.”
Konuyu derinliğine incelemek isteyenler aşağıda adlarını verdiğim kitaplara bakabilirler. Adlarını verdiğim bu kitaplarda daha ilginç ayrıntılara yer verilmektedir.
Gerçekten İslam peygamberinin evlendikleri ile evlenmek isteyip de evlenemediklerinin sayısı nedir? Bu konuda bile bir uyum söyleyen İslam allamelerinin hangi sözleri inandırıcı olabilir?
Av. Hayri Balta, 3.2.2005
+
Kaynaklar:
1. TABERİ. “Milletler ve Hükümdarlar Tarihi” 5. cilt. MEB. Şark İslâm Klasikleri. s. 834-854
2. İLHAN ARSEL. “Şeriat ve Kadın” Kaynak Yayınları. Birinci Baskı. Kasım. 1988. s. 273-333.
3. ARİF TEKİN. “Muhammed ve Kurmaylarının Hanımları” Kaynak Yayınları. Birinci Basım. Eylül. 2004. s. 83-484
4. ERDOĞAN AYDIN. İslamiyet Gerçeği. Kaynak Yayınları. Birinci Basım. Mart 1993. 3. Cilt. s. 242-282
TESETTÜR VE PRANGA 18
Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin’in, kulaklarımı şenlendiren, içime serin sular serpen, kısacası ‘Oh!’ dedirten, laiklikte türbana geçit yok konuşması, benim gibi düşünenleri ferahlatırken, bazılarını gerdi tabii ki.
O bazılarının arasında ve zaten ilk sırada, Bülent Arınç da vardı.
TBMM Başkanı Arınç, Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin’in ‘anayasal’ saptamasına: ‘Yasaklarla, kayıtlarla, prangayla hiçbir ülke ileri gidemez,’ sözleriyle tepki göstermiş. Başka bir deyişle Arınç, okul ve kamu alanında tesettürü yasaklayan laikliği, tesettür özgürlüğüne vurulmuş zincir, yani pranga olarak tanımlıyor.
Ama bizzat tesettürün kadın kafasına vurulmuş pranga olabileceği, aklına gelmiyor, çünkü kendi zihni de tesettürlü. Karşılaştırmalı mantığa, düşünce özgürlüğüne, kadın erkek eşitliğine kapalı, çünkü kadın özgürlüğüne karşı!
Bülent Arınç, çağdaşlık, uygarlık ve ilericilikten yalnızca erkek çağdaşlığını, erkek uygarlığını, erkek ilericiliğini anlıyor.
AKP’lilerin hepsi frak ve smokin giymekten bucak bucak kaçarken, bir tek o ‘penguen sendromu’nu yenmiş ya da tövbeler getirerek frak giyebiliyor. Ama tövbe mövbe, frakları çekince kendisini çok modern sanıyor, hatta bazen, son Roma gezisinde olduğu gibi, Avrupa’daki bazı önyargılı çevrelerin Türk halkını hâlâ ‘fesli ve şalvarlı’ algılamaktaki ısrarından dert yanıyor!
Böylece biz de anlıyoruz ki, Bülent Arınç için ‘fes’ ve ‘şalvar’, birer ‘gerilik’ imgesi olmakla kalmayıp, bu geriliği aşmış Türkiye’ye karşı önyargının ifadesidir. Neden önyargının ifadesidir? Çünkü bizzat kendisi Roma’ya ne fesle gitmiştir, ne de şalvarla.
İtalya’nın takım elbiseli TBMM Başkanı’nı gördükten sonra hâlâ ‘fesli şalvarlı Türk imajı’nda ısrarı, ancak önyargı ya da düpedüz kötü niyetle açıklanabilir.
Ama endişe buyurmasınlar, kendileri biraz ‘Fransız’ kalmışlar, hiçbir Avrupa ülkesinde Türk’ün fesi ve şalvarıyla dalga geçilmiyor artık: Türbanı, peçesi, kara çarşafıyla hicvediliyor çağdaş vatanımız!
Oysa Arınç, tam da Türkiye’nin yeni karikatüral imajını, kadın tesettürünü savunan ve tesettüre geçit vermeyen laikliği ‘yasakçı zihniyet’ diye niteleyen hem er kişi, hem de erk. TBMM Başkanı, geçmişteki fesli şalvarlı bir ‘erkek’ Türkiye imgesinden utanırken, günümüzün başı bağlı, türbanlı ve kara çarşaflı ‘kadın’ Türkiye imgesinden hiç rahatsız olmamakta!
Çünkü Bülent Arınç için ‘modernlik’, erkekte başlayıp erkekte bitmekte, kendisi lacileri çekince Türkiye çağdaş olmuş olmakta, ama bizzat eşinin tesettürü ve yasaklı başı bileği, ülkenin çağdışı, gerici ve yasakçı zihniyetini temsil etmemektedir.
Çünkü Bülent Arınç’ın bilincindeki Türkiye ‘erkek’tir. Zaten Modern Türkiye’den anladığı da, sakalı kesip bıyık bırakan, fesi kavuğu atan ama şapka giymeyen, İslamiyet’te en az diz altı olması gereken cüppe yerine ceket, potur yerine pantolon giyerek ‘reform’, kravat takarak da ‘devrim’ yapan Müslüman Erkek Moda imgesidir. Bu modernleşmede, saçlara jöle sürmek de, ‘hacı yağı’nda evrim sayılabilir. Tabii erkeklerde!
Bu erkeklerin Türkiye’nin öteki yarısı, hatta yarısından fazlası kadınlar için sundukları ve savundukları sıkma başla kapalı zihin ‘çağdaşlığını’ ise, buyrun, bir (kadın) doktor okurumdan öğrenin:
“Muayeneye gelen tesettürlü kızlarımız ve kadınlarımız soyununca, dayanılmaz bir ter kokusu yayılır. Memelerinin altı kırmızı ve kokulu bir sıvı ile kaplıdır. Din uğruna eliniz ıslanır, mideniz bulanır. Türbanları yumurta gibi sert olsun ve dik dursun diye, eski röntgen filmlerini kesip, iki kat eşarbın altına koyuyor bazıları. Başlarını açtıklarında, baş derileri, havasızlıktan suları akan, cılk yaradır. Ve bizden, yani hekimlerden, tam da bu yaralar için tedavi isterler. Dünyada bu kadar iğrenç bir manzara ile karşılaşmamışsınızdır Mine hanım. D vitamini eksikliğinden geçtim, fındık kadar beyni olan erkek zihniyetinin marifeti bu işte! Yeryüzünde kadınlarına bunu reva görürken, öbür dünyada açık saçık hurilerin hayali ile yaşamak yetiyor o zihniyete!..”
Pranga ne, pranga nerede, kime takılıyor, sayın seyirciler?
Kadın başı ve gövdesini yasaklamak mıdır pranga takmak, yoksa yasaklamayı yasaklamak mı? Bir yasağa özgürlük istenebilir mi?
Pranga türbandır, pranga çarşaftır, pranga tesettürdür ve görüntüden silinen kadını, yok saymak, kemiklerini eritmek, cılk yaralar açmaktır, zavallı kafasında, bedeninde. Bu kadar.
Kadını yok sayanlar içinse, Türkiye elbet modern bir ülke, çünkü erkekler gericiliği takım elbise ve kravatla yenmişlerdir. Erkek erkeğe. Ve bu erkekler, erkek Türkiye’yi kadınlarla paylaşmak fikrine yasak, laikliğe pranga derler. Oysa onların kafası ve onlara itaat eden kadınların başına takılıdır pranga!
Mine G. Kırıkkanat (1146 kişi okudu) 27 Nisan 2005
KADIN HAKLARI 19
Hernekadar Cahiliye döneminde, Kadın Hakları ve özgürlüğü İslam’ a nazaran çok daha fazlaysa da, Arabistan’da bazı topluluklarda, kadının sosyal durumunun İslam’dan öncede pek iç açıcı olmadığı görülür.. Örneğin, miras konusunda kocası ölen kadını, o kişinin bıraktığı mal olarak gören bir topluluğun olduğu bilinmektedir.. Koca tarafı, kadın ve parası üzerinde söz sahibi olarak, kadını kullanabiliyordu.. Kuran, bu duruma aşağıdaki ayetle bir çözüm getirmeye çalıştıysa da, bu konunun üzerinde çok fazla durmaya gerek duymamıştır..
Nisa 19… Ey iman edenler, Kadınlara zorla varis olmanız size helal değildir.. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz içinde kadınları sıkıştırmayın.. Onlarla iyi geçinin.. Eğer onlardan hoşlanmazsanız biliniz ki Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz..
Kuran, zaman zaman bu şekilde kadını ve haklarını koruyucu görünümündedir.. Ancak, kadını korurken dahi onu kolayca değiştirilebilecek bir meta gibi görmektedir.. Onu kolayca değiştirilebilecek bir meta olarak görmesini ise, onlara verilen mehirin geri alınmamasını şart koşarak kapatmaya çalışır.
Nisa 20 / 21.. Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın.. Siz iftira ederek ve apaçık günah işleyerek onu geri alır mısınız…? Vaktiyle siz birbirinizle haşır neşir olduğunuz ve onlar sizden sağlam bir teminat almış olduğu halde onu nasıl geri alırsınız..
Kadını koruyucu görünürken, erkeğin üstünlüğünü açıkça vurgular..
Bakara..
228.. Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları gibi, kadınlarında erkekler üzerinde belli hakları vardır.. Ancak, erkekler kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler.
Bu arada koruyuculuğunu yaptığı kadının şahitliğinden de pek emin değildir ki, borçlular arasında yapılan anlaşmalarda iki kadının şahitliğini bir erkeğin şahitliğine eş tutar..
Bakara. 282.. (Ayetin tamamı değildir..) Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun.. Eğer iki şahit bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile iki kadın olsun..
Miras paylaşımında da, erkeğin kadını ekonomik olarak da domine edebilmesi ve bunu toplum düzeninin değişmez bir anlayışı olabilmesi için, erkeğe ayrıcalıklar tanır..
Nisa 11. “Allah size çocuklarınız hakkında, erkeğe kadının payının iki misli miras vermenizi emreder..”
Buna neden olarak erkeğin harcamalarının kadınınkinden daha fazla olduğu düşünülür, sanki erkek o harcamayı beraber olduğu kadınlara yapmaya mecburmuş gibi.. Ayrıca harcamayı yapan tarafa, daha fazla harcama yapma imkânını vermek, o tarafın, diğer tarafa ekonomik üstünlük sağlamasına yol açması ve egemenlik sağlamasına zemin hazırlaması olacağı düşünülmez.. Belki düşünülür de, tercih edilen budur.. Çünkü, burada da erkeklere, kadınları daha rahat çekip çevirebilmelerinde etken olabilecek gerekli zemin, onların karşısında ekonomik olarak daha kuvvetli olmalarına yardımcı olacak toplumsal uygulamalar temin edilerek sağlanmıştır.. Açıklaması hazırdır, kadın erkeğin koruması altındadır, ve erkeğin ekonomik olarak da güçlü olması gereklidir ki kadını daha iyi koruyabilsin..
Kuran, erkeğin kadın üzerinde tam bir hakimiyet kurması için, erkeğe gerektiğinde kuvvet kullanmasını da öğütler..
Nisa. 34. Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebi ile ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur.. Onun için saliha kadınlar itaatkârdır.. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi kimse görmese de namuslarını koruyucudurlar.. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve bunlarla yola gelmezlerse dövün.. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın, çünkü Allah yücedir, büyüktür..
Ayet, erkeğin, kadının yöneticisi olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir.. Kadın zayıf olarak ele alındığı için, erkek tarafından korunmaya muhtaç bir duruma getirilmiştir.. Ancak, onu koruyan erkek gerekirse o kadını istediği gibi dövebilecektir, bunun için kadından, endişe duyması yeterlidir.. Kadın ise, itaatkâr olduğu sürece övgüye layıktır..
Günümüz kadını buna da pek ses çıkartmaz.. Kabul etmeyenler olsa da, çoğunluk bunu böyle kabul eder.
İncil’de, hernekadar kocaya karısını dövme hakkını vermiyorsa da, aynı şekilde kadının kocaya itaat etmesini ve bağlı olmasını ister. Bu Pavlus’un Efeslilere Mektubu Bab 15’de belirtilmiştir.
22. Ey kadınlar, Rab’be bağımlı olduğunuz gibi, kocalarınıza bağımlı olun.
23. Çünkü Mesih bedenin kurtarıcısı olarak inanlılar topluluğunun başı olduğu gibi, erkek de kadının başıdır.
24. İnanlılar topluluğu Mesih’e bağımlı olduğu gibi, kadınlar da her durumda kocalarına bağımlı olsunlar.
25. Ey kocalar, Mesih inanlılar topluluğunu nasıl sevip onun uğruna kendini feda ettiyse, siz de karılarınızı öyle sevin.
26. Mesih, inanlılar topluluğunu suyla yıkayıp Tanrısal sözle temizleyerek kutsal kılmak için kendini feda etti.
27. Öyle ki, inanlılar topluluğunu, üzerinde leke, buruşukluk ya da buna benzer bir şey bulunmadan, görkemli bir biçimde kutsal ve kusursuz olarak kendine sunabilsin.
28. Aynı şekilde, kocalar da karılarını kendi bedenleri gibi sevmelidir. Karısını seven kendini sever.
29. Hiç kimse hiçbir zaman kendi bedeninden nefret etmemiştir. Tersine, onu besler ve kayırır, tıpkı Mesih’in inanlılar topluluğunu besleyip kayırdığı gibi.
30. Çünkü biz O’nun bedeninin üyeleriyiz.
31. «Bunun için adam annesini babasını bırakacak, karısına bağlanacak ve ikisi tek bir beden olacaklar.»
32. Bu sır büyüktür; ve ben bunu Mesih ve inanlılar topluluğuyla ilgili olarak söylüyorum.
33. Bununla birlikte, her biriniz karısını kendisi gibi sevsin. Kadın da kocasına saygı göstersin.
Aynı şekilde, Pavlus’un Korintlilere birinci mektubu Bab / 7
39. Bir kadın, kocası yaşadıkça kocasına bağlıdır. Kocası ölürse, kadın dilediği kimseyle evlenmekte özgürdür; yeter ki, o kimse Rab’be ait olsun.
Gene Kuran’a dönecek olursak, kadınlar ayrıca, Peygamber için, istediği zaman alınıp, istediği zaman bırakılacak varlıklardır.. Ve bu hak kendisine güya Tanrı tarafından verilmiştir…!
Ahzab 51. Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini yanına alırsın. Boşadığın hanımlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur.. Böyle yapman onların mutlu olmalarına, üzülmemelerine ve hepsinin senin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur.. Allah kalplerimizde olanı bilir.. Allah hakkıyla bilendir, halimdir…
Bununla ilgili hadislerden biri de Aişe tarafından nakledilir.
749. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) diyor ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölmezden önce bütün kadınlarla nikâh kendisine helâl kılındı.”
Tirmizî, Tefsir, Ahzâb, (3214); Nesâî, Nikâh 2 (6, 56).
Sonuç olarak, İslamilerin iddialarına göre, kadın Kuran’da zaman zaman korunuyor ve hatta el üstünde tutuluyor gibi görünüyorsa da, bütün olarak bakıldığında, erkeğin arkasında ikinci sınıf insan durumundadır..
Bütün bunların yanı sıra, Kuran’da doğrudan kadınlara hitaben yazılmış tek bir ayet yoktur.. Allah burada da kadını kendisine muhatap almamıştır. Bakınız, Kadına Hitab. www.islampencereleri.com sitesinden alınmıştır.
X
Yukarıdaki görüşlerim üzerine Karlık ve Serkan adlı iki okuyucum bana aşağıda yazıları yazıp göndermiş ve ben de bunlara ŞERİATÇI DAYATMAYA KARŞI başlığı altında yanıt veriyorum:
ŞERİATÇI DAYATMAYA KARŞI 20
Şeriat düşkünleri bizleri susturmaya çalışıyorlar. Anayasamızın bizlere görev olarak verdiği Cumhuriyeti, Demokrasiyi, Laikliği savunma hakkımızı bize çok görüyorlar. Hem de Atatürkçü görünerek,
Bizleri “Tanrı tanımaz, İnananlara karşı düşmanca, kışkırtıcı yayınlarda bulunanlar” kapsamına alarak suçluyorlar. “Atatürkçü düşünce sistemine gönül vermiş insanların çalışmalarına balta vuruyorsunuz!” diyerek…
Bunlar Allah, din-iman, Muhammed-Kuran adına, şeriat düzeni kurma amacı ile örgütlenerek bizleri susturmaya (ıskat etmeye) çalışıyorlar.
Fethullah Gülen ile Rahmetli Esad Çoşan” gibi cumhuriyete ve laikliğe karşı davranışları nedeniyle yurt dışına kaçmak zorunda kalanları ve yurt dışında ölüp yaşayanları bizlere örnek gösteriyorlar.
Aşağıda konuk defterime giren iki vatandaşımızın suçlamalarını olduğu gibi alıyorum. Bu iki yurttaşımızın yazdıklarını hayretler içinde okuyacağınızı sanıyorum:
1. “Sayın Hayri Balta, İnsanlar tanrısız olabilirler ve bunu yayma çabasında bulunabilirler. Bunların hepsini anlarım. Ama Tanrı tanımazların, İnananlara karşı düşmanca, kışkırtıcı yayınlarda bulunmaları iğrendiricidir. Sitenizde gerek karikatürlerde gerekse çeşitli yazılarda bu küçüklüğü gördüm. İnananlara karşı tavırlarınızda insancıl bir düzey tutturabilmenizi; (gerçekleşmeyeceğini bile bile) dilemek istiyorum. Umarım Fethullah Gülen Hocaefendi, Rahmetli Esad Çoşan Hocaefendi ve diğer bütün din-ilim adamlarındaki hoşgörü ve insana saygı düzeyine ulaşırsınız. Saygılarımla…
Karlık, 19.1.2003”
+
2. ”insanların inançlarına saygısızlık yaparak Atatürkçü düşünceye nasıl hizmet ediyorsunuz? (Bu kanıya sitenizde verdiğiniz şiirlerin içeriğinden varıyorum) Bu gibi yaklaşımlar Atatürkçü düşünce sistemine gönül vermiş insanların çalışmalarına balta vurmaktan başka bir işe yaramaz.
Serkan Apul, 15.2.2003”
Öyle anlaşılıyor ki bunlar beni Allahsız, dinsiz imansız olarak görüyorlar. Oysa bütün dünya Allah’ı inkar etse ben inkar etmem. Bütün dünya dinsiz olsa ben kesinlikle dinsiz olmam… Allahsızlık ve dinsizlik olumsuz kurallara bağlılıktır. Ahlaksızlıktır, edepsizliktir, başkalarının din ve inançlarına baskıdır… Benim bu sözüm gerçekten ahlaksız ve edepsiz olanlar içindir. Yoksa Allahsız, dinsizler içinde öyle ahlak ve edep sahibi kişiler vardır ki çoğu dindar bunların yanında çok günahkâr kalır.
Din kavramının kökeni “Den”dir. Den, giderek din olmuştur. Den kavramının olumsuzu ise Densizdir. Halkımız arasında terbiyesizlik, ukalalık eden kişilere “Densizlik etme!” denir.
Demek istiyorum ki ben DENSİZ olamam. Bu yüzden ben bu olumsuz kuralları yapmamak için çaba gösteren biriyim. Yani Densiz değil Denliyim… Beni böyle görmeleri beni tanımamalarından ve Tanrı ve Din bilgileri olmamasındandır.
Bizim, inandığı gibi yaşayanlarla hiçbir sorunumuz yoktur. Bize karışmayanlar istedikleri gibi inansınlar, istedikleri gibi yaşasınlar; yeter ki, “Benim dinim hak dindir. Niçin sen de, benim gibi, Hak dine inanmıyorsun!”(K. 3/85) diye dayatmada bulunmasınlar.
Bizim sözümüz kendi şeriatlarını bize, tıpkı peygamberleri gibi dayatmak isteyenleredir. İnanmadınız değil mi? Öyleyse Kuran’daki şu ayeti okuyalım:
“Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın. K. 9/29” Şimdi soruyorum Allah böyle der mi?
Aynı konuda ve içerikte bir de hadis vardır ki daha şedittir. Okuyalım: “İnsanlar ‘Lailahe illallah’ deyinceye kadar onlarla cihada memur oldum, şimdi her kim ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ derse canını ve malını benden korumuş olur.” (Bkz. Sahih-i Müslüm. İst.1401.C.1.s 51-52, Had. no. 32 ve İmam Suyuti, mütevatir hadisler, Ank. 1992, s.30-31, Had. No.4)
Ne demektir bu? “Canınızı ve malınızı benden korumak istiyorsanız “Lailahe illallah” diyerek imana gelmelisiniz. Aksi takdirde malınızı alır sizi de öldürürüm” demek değil midir.
Düşünce inanç özgürlüğüne tecavüz değil mi bu ayetler ve hadisler? Günümüzde bu sözler söylenebilir mi? Bu sözlere göre insanların yaşamına yön verilebilir mi? Bu ayetlerden ve hadislerden daha onlarca varken Aklı olan bir kişi bu ayetler ve hadisler üzerinde düşünmeli değil mi? Allah’a yakışan söz (kelam) şöyle olmalı değil mi? “Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir… K. 2/272”
Allah’a yakışan kelam bu ayettir (K. 2/272). Eğer, K. 9/29’u Allah’a mal edersek bu iki ayet arasında somut bir çelişki görürüz. Çelişkileri Allah’a yakıştırabilir miyiz? Her iki ayeti de Allah’a mal edersek işin içinden çıkamayız. İşin içinden çıkamayacağız gibi Allah’ı da aşağılamış oluruz…
Çünkü Allah, bir yerde “Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez..” (K. 2/272) derken; ve yine bir başka yerde de “Sizin dininiz size,benim dinim bana!” (K. 109/6) dedikten sonra bu sözlerinden cayıp “Boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar onlarla savaşın.” (K. 9/29) der mi? Veya “Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım, vurun boyunlarına, vurun onların bütün parmaklarına (8/12, 47/4) Böylesine açık bir çelişki karşısında insan aklı kısa devre yapmaz mı? İşin içinden nasıl çıkacağız?
Hem Allah, niçin kullarını savaşa sürükleyip de birbirini kırdırsın. Allah değil mi, kâfirlerle Müşriklerin” yapışsın yakasına, versin cezalarını kendi elleriyle… Nasılsa karar verdi mi, ol dedi mi bir şey hemen oluyor…
Allah’ın ceza verdiğine ilişkin birçok örnek var kutsal kitaplarda. Örneğin Nuh Peygamber’i dinlemeyen azgınları bir tufan yaratarak boğup öldürmedi mi?. Lut Peygamber’in kavmini, sapık ilişkilerde bulundukları için tümünün tepesine kürüt yağdırıp tıpkı Roma yakınlarındaki Pompeyn’de yaptığı gibi taş etmedi mi? Musa’nın peşine düşen Firavun’un ordusunu Nil nehrinde boğarak helak etmedi mi?
Bu tür örnekler çok son bir örnekle bitirelim. Kutsal kenti Mekke’yi işgal eden fillerle donatılmış Habeş ordusunun başına Ebabil kuşlarıyla taş yağdırarak hepsini darmadağın etmedi mi? Kendisini inkar edenleri, Peygamberlerini dinlemeyenleri, sapık ilişkide bulunanları yok ettiği gibi Peygamberini dinlemeyen Mekkeli Müşrikleri, İslamiyet’i kabul etmeyen kafirleri bir saniyede yerinen yeksan etsin, işi bitirsin.
Haydi böyle yaptı, bu kez de kendisine şöyle sormalı değil miyiz? Değil mi ki “Dileseydim, onları doğru yola iletirdim” (K. 10/99) deyip de “doğru yola iletmediklerini” cezalandırmak adaletine, şanına yakışır mı?
1400 yıldır insanlar kafirsin; yok sen kafirsin diye birbirlerini öldürüp duruyorlar. Karılarının kızlarının ırzına geçiyorlar. Tutsak aldıkları kadınları –kızları cariye, bayları da köle olarak kullanıyorlar ve birbirlerinin malını savaş ganimeti olarak alıyorlar ve aralarında paylaşıyorlar.
Allah, bu ceza verme işini kendisi yüklenseydi de insanlığa yakışmayan bu kan dökücülükleri insanlara yüklemeseydi. Bu kepazelikler olmasaydı daha iyi olmaz mı idi? Hiç olmazsa İnsan oğlu kan ve gözyaşına boğulmazdı.
Ben bu yazıyı aklını imana kurban etmemişler için yazıyorum. Aklını imana kurban edenler için ise ne söylesem kâr etmeyeceğini biliyorum. Onlara söyleyecek sözüm yok. Onlar iman denilen anafora, girdaba kapılmışlar bir kere.
Yaşar Nuri Öztürk, Zekeriya Beyaz ve diğer aydın görünen ilahiyatçılar gibi ne yapsalar kurtulamazlar, dönüp dolaşıp yine vahiyde, imanda karar kılarlar. Şimdi aklını imana kurban etmeyenler böylesine açık adaletsizlikleri ve çelişkileri görmezlikten gelebilirler mi?
Ama birbirleri ile çelişen bu ayetleri Peygamber sözü olarak kabul edersek işin içinden çıkabiliriz. Çünkü Allah çelişkiye düşmez. Ama İslam Peygamberi de bir insandır. İnsan beşer; beşer olan da şaşar… Çünkü İslam Peygamberi ben de sizin gibi insanım demiştir. Okuyalım: “… Ben de sizin gibi bir insanım!” (K. 41/6)
Müslümanları bağlayan bu tür ayetler ve hadisler, “şeriat düzenini getirme amaçlı şiddet çağrıları; İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Düşünce ve inanç özgürlüğü ve de Atatürk’ün: “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle bağdaşır mı?
Şimdi bizleri Atatürkçülerin çabasını baltalamakla suçlayan Atatürkçülere bir soru. Biri “Yurtta sulh, cihanda sulh!” diyor. Biri de “Eğer imana gelmezseniz canınız ve malınız bana helal!” diyor. Bu iki önderi birbirleriyle özdeşleştirebilir miyiz?
Genellikle devlet ve hükümet büyükleri ve Atatürkçü laik aydınlarımızca sık sık söylenen “İslam en akılcı, en mükemmel ve en son dindir. İslam’da hoşgörü ve sevgi vardır!” sloganını ne zaman duysam; bu ayet ve hadisler aklıma gelir. Ne deyeceğimi şaşırırım. Sonra da düşünürüm.. İslam gerçekten akılcı bir din midir?
Hayır, İslam akılcı bir din değildir, İslamiyet de diğer Tek tanrılı dinler gibi, vahye dayanan bir dindir. Vahiy akılla her zaman çelişir ve çelişmiştir. Bunun için İslam ileri gelenleri sık sık yinelerler: “Gerçeğe akılla değil, imanla varılır” derler. Bunların başında da Gazali, Mevlana gibileri gelir…
En mükemmel bir din midir, sorusu üzerine de aklıma; kadını dövebilme, dörde kadar kadın alabilmeli, kadının tarla olarak görülmesi ve tesettüre sokulması, kız çocuklarının okutulmaması gelir. Hulle (Kocasının üç kere boşadığı bir kadının, kocasına dönmek istemesi halinde bir başka erkeğin konuna girmesi…), zina yapanların taşlanarak öldürülmesi (Recm) gelir, kırbaç cezası, hırsızın elini kesme, kafir mümin ayrımı, dinin değiştirenin öldürülmesi cizye (kelle parası) gelir. Cariye-köle gelir, çaprazlama el-ayak kesme, muta nikahı gibi hükümler gelir. En önemlisi bütün İslam ülkelerinde 1400 yıl boyunca bir kere olsun çok partili bir demokrasi olmaması gelir ve hepsinin de ortak karakteri olan diktatörlük, krallık, padişahlık, şeylik, emirlikle yönetilmiş olmaları gelir ve bir de kadının toplumdan dışlanmışlığı gelir…
En son din denince Babailik-Bahailik gelir, Hindistan’daki yeni kurulan dinler gelir Örneğin daha Satya Sai Babanın dini gelir ki bu dinin kurucusu olan Satya Sai Baba, ki halen Hindistan’da yaşamaktadır, kendisine inananlarca Allah olarak kabul edilir. Demek ki İslamiyet en son din de değildir.
İslam Peygamberi, Ne zaman ki devlet kurucusu olup güçlenince siyasetin gerektirdiği koşulları, kendi ümmetinin çıkarlarının ve kendi doğrularını kabul ettirmek için kılıca sarılmıştır. Bu nedenle İslamiyet denince akla cihat, kılıç ve savaş gelmektedir. Dikkat edilirse Kuran’daki Muhammet suresinin bir adı da Kıtal suresidir (Bk. Kuran’ı Kerim Meali, Doç Dr. Ziya Kazıcı-Doç. Dr. Necip Taylan, Çağrı Yayınları, 1993).
4. Halife Ali’nin kılıcı iki çataldır, her çatalından kan damladığı görülür. Ali’nin unvanı da Allah’ın aslanıdır. Halit bin Velid’in unvanı da Allah’ın kılıcıdır. Şeriatla yönetilen ülkelerin bayraklarında ay-yıldız yanın da bir de kılıç görülür. Günümüz gazetelerinde İslam adına yazılan çizgi roman kahramanların hepsi, elinde yalın kılıçla gösterilir ve de hadis olarak “Cennet kılıçların gölgesindedir” denir. Çünkü kılıcı ensesinde hisseden insanların sesi soluğu kesilir ve çelişkileri dile getirecek cesareti yitirir. Böyle toplum baskı altına alınarak insanların düşüncelerini açıkça ifade etmesi önlenir.
Bu nedenle dine dayalı yönetimlerde düşünce ve inanç özgürlüğü olmamıştır. Düşüncelerini açıkladıkları için kellesi kesilenleri, diri diri derisi yüzülenleri, idam sehpasında sallanan aykırı düşünceli İslâm düşünürlerini gözlerimizin önüne getirelim….
Bu nedenle dinsel verilerle yönetilen toplumlarda düşünce ve inanç özgürlüğü gelişmemiştir. Örneğin Afganistan’da, şeriat polisi tarafından, Budistlere kendilerini belirleyecek renkli giysiler giymeleri emredilmiştir. Bu yüzden şeriatla yönetilen ülkelerde gayri Müslimlere başka inançta oldukları için ek vergi olarak bir de kafa parası (cizye) denilen vergi konmuştur ve bunun kaynağı da Kuran’dadır. (Bk. K. 9/29.)
Osmanlı tarihinde de, bir dönem Yahudilerle Hıristiyanların kendilerini belirleyecek şekilde giysiler giymeleri zorunlu tutulmuştur. İşte bu baskılar ve kılıç korkusu nedeniyle insanların akılcılığa yönelerek düşüncelerini açıkça ifade etmeleri önlenmiştir. Bütün dinci yönetimlerde bir kere olsun demokratik örgütlenmeler ve yönetimler görülmemiştir. Dinci yönetimlerin geri kalmış olmalarının ikinci nedeni kadınları daha başından günahkar, erkeği aldatan, fitneci bir varlık olarak görmeleridir ki bu konuyu başka bir yazımızda incelemek gerekecek…
Halkın isteği, istenci (iradesi) geçerli olmadığı için bilimde, teknikte hiçbir gelişme olmamıştır. Bu olguya karşın bırakın şeriatçıları kendilerini solcu sanan kimi aydınlar bile Doğu ile Batı dünyasını kıyaslamaya kalkarak; Batı ne almışsa Doğu’dan almıştır denir.
Oysa Mutezile zamanında isim yapmış İslam düşünürleri (Bu konuda geniş bilgi edinmek isteyenler Sitem’e girebilirler…) “Biz bu bilgileri putperest filozoflardan (Romalı ve Yunanlı bilginler demek istiyor…) aldık. Eğer onların kitapları olmasaydı biz çok cahil kalırdık.” Demekten kendilerini alamamışlardır. Bu konuda daha geniş bilgi edinmek isteyen İlhan Arsel’in kitaplarına göz atabilirler.
Ne var ki bütün bunlara karşın, şeriatla yönetilen ülkelerde, insanlık doğal olan düşünme ve düşüncelerini açıklama olgusunu Batınî tarikatlar yoluyla bu güne kadar gizli gizli sürdürdükleri gibi; İslam’ın barışçı, sevecen, hoşgörülü yanı da İslam sofileri olan ermişler tarafından dile getirilmiş ve günümüze değin de korunmuştur.
İsim yapmış tasavvufçuların yaşamları incelenirse bu gerçek görünür. Örneğin Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli gibileri… Eğer İslam dünyası; dünya kamu oyunun kendisini cihatçı, savaşçı gibi görmelerini istiyorsa barışçı, hoşgörülü tasavvuf bilginlerini örnek almalı ve ve bu cihat ve kılıç edebiyatından vazgeçmelidir. Artık nükleer savaş araçları karşısında kılıca özenmenin hiçbir yararı yoktur.
Günümüzde bile geçerliliğini sürdüren bu kılıç özleminin işe yaramayacağını günümüzden iki bin yıl önce İsa görmüştür. Bu ön görüyü görmek için İslam Peygamberinin de “…Ona (İsa’ya) yol gösterici olarak, aydınlatıcı olan ve önünde bulunan Tevrat’ı doğrulayan İncil’i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik.” (5/46) diyerek onayladığı İncil’deki şu ayetleri okuyalım: ”…kılıcını yerine koy; zira kılıç tutanların hepsi kılıçla helak olacaklardır.” (İn. Mat. 26/52).
Nitekim İslam Peygamberinin kılıç kaldırdığı Emevi soyu da peygamberin kendi soyuna (Ehli beytine) kılıç kaldırmıştır. Kuran’da bütün Müslümanlara emredilmiş olmasına karşın. Okuyalım “… Tebliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum; sizden istediğim yakınlarıma (Ehl-i Beytime) sevgidir..” (K. 42/23) (Abdulbaki Gölpınarlı, Bedri Noyan, Yaşar Nuri Öztürk… gibilerinin bu ayeti Akrabama, Ehl-i Beytime olarak tercüme ettikleri halde hâlâ Muaviye sevgisini yüreğinden atamamış olanlar Muaviye’ye toz kondurmamak için ‘Akraba’ sevgisi diye tercüme etmişlerdir…)
Kuran’da böyle bir ayet bulunmasına karşın; korunmasını emrettiği Ehl-i Beyt; Muaviye, Muaviye’nin oğlu ve Emeviler tarafından kılıçtan geçirilmiştir. Bunun yanında Emeviler Ehli Beyt aleyhine camilerde 70 yıl vaaz verdirilmiştir. Kerbela olayını ve Muhammed’in torun çocuklarının Mısır’a ve başka ülkelere kaçıp sığındıkları unutulmamalıdır.
ÇOK KADINLA EVLİLİK 21
Birleşik Arap Emirlikleri: Çok kadınla evlilik, haber vermeden kadını boşama, dışarıdan getirilen kadınları metres tutma gibi durumlar yaygındır. İslamcılar çok kadınla evliliği teşvik ediyorlar. Birden fazla kadın alan erkeğe 10.000$ kadar para yardımı yapılıyor. Erkek doktorlara ev yapmaları için 200-300 bin dolar yardım yapılırken kadın doktorlara yardım yapılmıyor.
Kuveyt
Kadın her bakımdan ikinci sınıf muamelesi görüyor. Fakat erkeklerle birlikte çalışabilme özgürlükleri var. İslamcı örgütler kadınları örtünmeleri için zorluyor. Kuveytli kızların % 60’ı örtünüyor. Örtünmeyenler üzerinde de büyük baskı var. Tıp fakültesinin bombalanması gibi eylemler yapılıyor.
Ürdün
“Kadını dövmek onun onurunu incitmez, çünkü kadın doğuştan onursuzdur” kuralı benimseniyor. Örtünen her kadına ayda 22 dolar kadar para ödeniyor. Her evde 5-6 kadın olduğu için aylık gelir 130 dolara kadar çıkıyor. 1990’lı yıllarda karma eğitim kaldırıldı. Kız öğrencilerin şort giymeleri ve gösteri yapmaları yasaklandı. Görücü usulünü eleştiren bir film gösterilirken sis bombası atıldı, kadın sığınma kampı bombalandı. Ülkede bekaret çok önemlidir. Bekaret zarının tamir masrafı yaklaşık 300 $. Bu durum ülke genelinde oldukça yaygındır.
Mısır
“Kadının cenneti, kocasının ayakları altındadır” düşüncesi hakim. Kökten dinciler kadının eve kapanması için yoğun çaba sarf ediyor. Devlet çok yoksul olduğu için Müslüman Kardeşler Örgütü büyük bir etkinliğe sahip. Evsizlere ev bulmaktan hastalara doktor temin etmeye kadar birçok yardım kampanyasıyla halkı İslam’a ve kadınları örtünmeye teşvik ediyor. Bütün sinema ve ses sanatçıları büyük rüşvetler karşılığında örtündü. Böylece “Sanatçılar İslam’a döndü” kampanyası yapıldı. Bu kadınların örtülü fotoğrafları sokaklara asılarak kadınlar örtünmeye teşvik edildi. 1950’li yıllarda üniversitelerde tek bir kız bile türbanlı/peçeli değilken bu rakam 1970’lerde %30’a çıktı ve hala yükseliyor. Örtünmeyen kızlar tecavüze uğruyor ya da tehdit ediliyor.
Erkeğin kuma getirmesi durumunda kadın bu ikinci evliliğin kendisine zarar verdiğini kanıtlamak zorundadır. Kocası tarafından boşanan kadın hem evini hem de çocuklarını kaybeder. Kadına “boşama” hakkı, 2000 yılının Mart ayında tanınmıştır.
Mısırlı İslamcılar kadın otobüste koltuğundan kalktığı zaman 10 dakika kadar o koltuğa oturmuyorlardı. Kadının bıraktığı sıcaklık bile şeytani olarak nitelendiriliyordu. Kadın hakları savunucusu Dr. Neval el Saadawi 1992 yılkında saldırıya uğradı. Hala korumalar eşliğinde geziyor.
Nijerya
Hürriyet, 08.05.02 – Nişanlısıyla birlikte olan kadına 100 kırbaç Nijerya’da nişanlısıyla girdiği ilişki sonrasında hamile kalan bir genç kadın, evlilik dışı ilişki yüzünden 100 kırbaç cezasına çarptırıldı. 4 aylık hamile Adama Yunusa’nın (19) cezası doğum yaptıktan 4 ay infaz edilecek.
Nişanlısı İsa Katagüm ile birlikte olan Adama Yunusa’nın cezasını temyiz etmesi bekleniyor. Nijerya’da şeriat yasaları uygulanıyor. Safiye Hüseyni isimli 33 yaşındaki bir kadın, zina yüzünden recm cezasına çarptırılmıştı. Uluslararası baskının ardından Safiye Hüseyni idamdan kurtulmuştu.
Bir recm cezası daha:
AFP muhabirinin resmi makamlardan aldığı bilgiye göre, kuzeydeki Katsina eyaletinde Emine Laval adlı kadın, boşandıktan sonra çocuk dünyaya getirdiğini itiraf edince taşlanarak ölüm cezasına çarptırıldı. Recm cezası, Bakori kentindeki şer’i mahkeme tarafından geçen cuma verildi. Tüm dünya bu insanlıkdışı islami uygulamaya karşı tepkilerini dile getiriyor. (Kaynak: Gazeteler, 23.03.2002) (Osmanlı’da recm bir kez uygulanmıştı)
Pakistan
Pakistan, islam şeriatının ezmekte olduğu ülkelerden birisidir. Bu ülkede 15-40 yaş arasında ölen kadınların oranı % 75’dir. Ölümlerin büyük kısmı doğum sırasında gerçekleşir. Çünkü Pakistanlı kadınların % 97’si kansızlık hastalığına sahiptir.
Pakistan’da tecavüze uğrayan kadın zina yapmış sayılır. Şikayet için karakola giderse “kötü ahlaklı kadın” damgası yer. Ayrıca polisler tarafından da tecavüze uğrama riski vardır. Dava mahkemeye giderse ya erkek haklı bulunur, ya da dava sürüncemede bırakılır. Üstelik kadının “fahişelik” suçlamasıyla cezaevine konulması da mümkündür. Pakistan’da hapishanelerdeki kadın mahkumların %75’i “zina” ile suçlanmaktadır. 1980’lerde Ziya Ül Hakk’ın şeriat yasalarını ilan etmesinden sonra tecavüz suçunda büyük bir artış meydana gelmiştir. Ziya Ül Hakk’ın danışmanı Dr İsrar Ahmet, bir televizyon konuşmasında “İslam toplumu yaratılana kadar hiç kimse tecavüz suçundan hüküm giyemez” şeklinde bir açıklama yaparak bu suçların artmasında etken oldu.
Eve kapatılan Pakistanlı kadınlarda güneş yüzü görmemekten kaynaklanan “osteomalasya” adı verilen bir çeşit kemik erimesi hastalığı çok sık görülür. Bu hastalık tüm Müslüman ülkelerde görülmüştür. 1980’de bir mollanın kışkırttığı kalabalık, babası belli olmayan bir bebeği taşlayarak öldürmüştür.
1991’de Benazir Butto’nun mollalara verdiği tavizler kadının durumunu daha da kötü hale getirmiştir. Peçeli bir kadınla erkeğin karşılıklı çay içtiği bir reklam bile dine aykırı olduğu gerekçesiyle yasaklanmıştır. Aynı şekilde “İslam’da dans etmek haramdır” gerekçesiyle şekerlerin dans ettiği bir şeker reklamı yasaklanmıştır.
Pakistan’da Kuran’la evlendirilen kadınlar vardır. Mülkiyetin bölünmemesi için yapılan bu uygulama ile Kuran’la evlenen kadın bir daha erkek yüzü göremez, evden bile çıkamaz. yılkında saldırıya uğradı. Hala korumalar eşliğinde geziyor.
Ve, Hürriyet Gazetesinde23.05.2000 tarihinde yayınlanan bir haber :
Pakistan’da kadınlara gülmek yasak, tecavüz caiz
Müşerref’ten dincilere taviz
Askeri yönetimin göz yumduğu aşırı dinciler, Pakistan’ı da Afganistan’a çevirme yolunda. Son olarak İslamabat polisi genç kız ve kadınların sokakta gülmesine yasak getirdi. Emniyet müdürüne göre, kadınlar böylece suça neden olmayacak. Pakistan’da tecavüze uğrayan kadınlar, ‘gönül rızasıyla birlikte
oldu’ diye suçlanıp hapsediliyor.
YAKIN tarihe kadar Türkiye’yi örnek alan Pakistan, her geçen gün biraz daha aşırı dincilerin hakimiyetine giriyor. Afganistan’da Taliban hareketinin doğmasını sağlayan Pakistan, şimdi aynı hareketin ülke içindeki etkisine seyirci. En son olarak başkent İslamabat’ın Emniyet Müdürü, genç kız ve kadınların evleri dışında yüksek sesle gülmesine yasak getirdi.
Emniyet Müdürü Nasır Durrani, kadınların tamamen örtünmesini, yüzlerini erkeklerden saklamasını ve evlerinin dışında yüksek sesle gülmemesini istedi. Nasır Durani, böylece kadınların suçlulardan korunacağını savundu.
Kadınların bu kuralların dışındaki davranışlarının tahrik nedeni olduğunu öne süren Emniyet Müdürü, kadınların özellikle market, park ya da kamuya açık yerlerde kapanmasını istedi. Kadınların giyim kuşamlarına daha dikkat etmesi gerektiğini belirten Emniyet Müdürü, kadın silüetinin tahrik ettiğini de sözlerine ekledi.
Bu arada, özellikle ülkenin Afganistan’la sınır kuzey ve batı bölgelerinde Taliban felsefesinin hakim olduğu belirtiliyor.
Namus Katliamı
General Pervez Müşerref liderliğindeki askeri yönetimin aşırı dinci etkinliğine göz yumduğu da gelen haberler arasında.
Pakistan’da tecavüz olayları da çok yaygın. İnsan hakları kuruluşları tecavüze uğrayan binlerce kadının hapiste olduğuna dikkat çekiyor. Çünkü, tecavüz sanığı erkekler, kurbanlarının kendileriyle gönül rızasıyla birlikte olduğunu savunuyor.
Pakistan yasalarına göre, evlilik dışı ilişki suç kabul ediliyor ve sadece kadın hapsediliyor. Bu nedenle tecavüze uğrayıp da şikayette bulunan kadınların çoğu hapiste. Böylece binlerce tecavüz suçlusu da kadınlar şikayet edemediği için cezasız kalıyor.
Yine insan hakları kuruluşlarının hazırladığı raporlara göre, her yıl ortalama bin kadın ‘namus cinayetine’ kurban gidiyor. Bırakın tecavüze uğramayı ya da evlilik dışı ilişkiye girmeyi, sokakta yabancı bir erkekle dolaşan kadınlar bile aile yakınları tarafından ‘namuslarını kirlettiği’ iddiasıyla öldürülüyor. Pakistan yasaları, cinayetin ‘namus’ nedeniyle işlenmesi halinde ceza indirimi yapıyor.
ANADOLU’NUN ÖZGÜR KADINI 22
Aslında “türbanı” tartışmıyoruz. Kadının başını örtüp örtmemesi, örtecekse nasıl örteceği de değil konumuz.
Türban işin bahanesi. Cumhurbaşkanı Sezer’in sözleriyle “yapay” bir gündem. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, laik ve demokratik özü tartışmaya açılıyor. “Laiklikte fazla ileri gitti” denilen Türkiye’de daha İslami bir yapı kurmak isteyenler bu amaçla türbanı özellikle kullanıyor. Bir siyasal simge, bir üniforma olarak yaşamın her alanında türbanı sürekli gündeme taşıyor.
Sadece üniversite kapıları, devlet kadroları zorlanmıyor. Türbanlıların televizyonlarda yarışma programlarında, hatta mayo defileleri ve rock konserlerinde dahi boy göstermesine dikkat ediliyor. Başında türban olduğu sürece, buralarda ve sokaklarda giyilen ne kolsuz bluzlara, ne de alabildiğine dar pantolonlara karışılmıyor. Kullanılan simgeye, sadece ve sadece türban olarak bakılıyor.
Bu koşullarda türban olayı kendi içinde çözülemez. ANAP’ı ve DYP’siyle merkez sağ partilerin marjinal türban oylarının peşine düşmesi de kimseye yarar sağlamaz. Bu konuda MHP ve AKP denemelerinden herkesin payına düşen dersi alması gerekir.
*
Türbanın altında var olan “diktacı bir din devleti özlemi” inkar edilemez. Türbanlıların tek tek ortaya çıkıp, “bu benim inancım” demeleri, bu konudaki kaygıları gidermez.
Türbanlıların bir kısmı bunu iyi niyetle takıyor olabilirler. Ancak olay bütünü itibariyle siyasi güdümlü bir dava uğrunadır.
Bu konuda kaygılı olan sadece Türkiye de değildir. Financial Times gazetesinin Türkiye temsilcisi David Gardner, önceki gün katıldığı bir toplantıda, benzer kaygıların Avrupa ülkelerinde de gözlendiğine dikkat çekmiştir.
Türbanın kadın için haksız ve bir yanı olduğu ortadadır. Kadını eşitlikten uzaklaştırmakta, erkeğin karşısında “ikinci sınıf insan” kalıbına sokmaktadır.
İslamiyet’in insan eşitsizliğine dayalı bir varsayımla kabulü, Kuran’ın böylesi bir anlayışla yorumlanması akıl işi değildir.
Bu noktada türbanın, türban takmayanların yaşam biçimlerine karşı bir tehdit oluşturması da özellikle önemlidir. Çünkü türban, yaşam biçimi olarak Tanrı buyruğuna koşutlanmakta, dolayısıyla türban takmayanlar “inançsız” sayılmaktadır. “İnanç ancak benim dediğim biçimde yaşanır” denilmekte, bunun tartışılmasına dahi izin verilmemektedir.
Afganistan’da, İran’da, Suudi Arabistan’da ve daha pek çok ülkede, türban ve kara çarşaf dışındaki giyim tarzına müdahalenin gerekçesi işte bu dayatmacı diktadır. Kamu alanlarının başkaları üzerinde baskı oluşturabilecek türban ve benzeri dini simgelere kapatılması, çağdaş demokrasilerin buna karşı aldığı demokratik bir önlemdir.
*
Tekrar da olsa üzerinde durulması gereken bir konu da, türbanın geleneksel başörtüsü olmadığıdır. Türkiye’nin İslam kültüründe türban benzeri bir örtünme biçimi ve anlayışı yoktur.
Kitaplığımda bununla ilgili çok sayıda ciddi çalışma var. Prof. Önder Küçükerman’ın “Türk Giyim Sanayinin Tarihi Kaynakları”, Dr. Attila Erden’in “Anadolu Giysileri”, “Folklörik Türk Kıyafetleri” ve “Türk Kadınlarının Tarihi Giysileri” adlı çalışmaları hemen gözüme çarpıyor. Türkiye’nin her yöresinden yüzlerce giysinin resimlerine bakıyorum. Türbana benzer, kadının saçını bütünüyle saklayan tek bir örnek yok.
Evimizin salonunda, geçenlerde yitirdiğimiz büyük ressam Nuri İyem’in tablosundaki Anadolu kadınına bakıyorum. Başındaki beyaz yazma, bana bu toprakların yüzlerce yıllık geleneğini türküleştiren dizeleri anımsatıyor.
Bu dizelerde Türk kadını, başı açık değilse ya yazmalıdır, ya da yemenilidir. Örtüsünü zarifçe “telli başına” takar, “zülüflerini” de “hilal kaşına” döker. Kimse de, ne iffetine, ne de Müslümanlığına tek bir söz edemez…
Çözüm bu geleneğe uymayı ve türbanı “dayatmacı bir dini simge” olmaktan çıkarmayı gerektirir. Türbanın başkaları için bir tehdit olarak görülmediği, yakın çevremizdeki diktacı dini rejimlerin kör karanlığına düşme korkusunun yaşanmadığı bir Türkiye’de, kimse kimsenin ne giydiğine bakmaz. Türban konusunda kalıcı bir toplumsal uzlaşma, ancak bu ortam gerçekleştiğinde sağlanır.
Önceki yazılar için; www.ulucgurkan.net
Uluç Gürkan
+
Sayın Gürkan,
Turban, dediğiniz gibi, bir simge ve bir bahanedir. Gerçek anlamı apaçık bir meydan okumadır. *Biz Allah’ın emrine uyacağız ve sizi de zorla uyduracağız* anlamını taşır. *Allah’ın emri ise tektir, doğrudur, tartışılmaz; kesinlikle bizim dediğimiz gibidir; başka turlu anlayan veya yorumlayan kafirdir; kafirlere ise söz hakki yoktur* denmektedir.
Ve de ne yazık ki, bu anlayışa itiraz edilememektedir. Yapılan tek savunma *biz de Müslüman’ız, amma…* seklinde olmaktadır…
Israrla ve inatla sürdürülen bu savunma ise, dincilere büyük cesaret veren altın bir armağan olageldi bugüne kadar… Çünkü içinde zımnen tasdik etme ve özür dileme anlayışını taşımaktadır… *Biz başka turlu anlamak istiyoruz, lütfen kabul edin müsaade edin hoşgörün* der gibi bir şey…
Uzun uzun açıklamalar sonuna kadar dinlenmemekte, dinlense de anlaşılamamaktadır.
Oysa onların dediği apaçık, kısa ve net: *Allah’ın emridir! Tartışılmaz!*
Doğru değil mi???
Saygılarımla
Buker, 24.5.2006
X
Sayın Buker,
“Çünkü yöneticilerimiz hâlâ dincidir, milliyetçidir, fetihçidir.
Bu nedenle bizdeki demokrasi göstermeliktir.
Şunu da iyi bil ki laiklerimiz bile laik değildir…
Sakın aldanmayalım bunlara.
Karanlık işlemiş bunların ruhlarına…”
Hayri Balta, 24.5.206
X
Sevgili Balta,
İste bu lafını çok beğendim… Tümüyle katılıyorum fikrine..
“…Çünkü yöneticilerimiz hâlâ dincidir, milliyetçidir, fetihçidir.
Bu nedenle bizdeki demokrasi göstermeliktir.
Şunu da iyi bil ki laiklerimiz bile laik değildir…
Sakın aldanmayalım bunlara.
Karanlık işlemiş bunların ruhlarına…”
Lafınla bin yasa!
Cengiz Buker, 25.6.2005
ÇETİNER ÇALIŞ’TAN 23
<cetiner_calis@msn.com> wrote:
ASAGIDAKILER MUHAMMED PEYGAMBERIN SOZLERIDIR. INCILERI SAVUNAN AYMAZLARA ITHAF OLUNUR.
Cetiner, 30.9.2004
+
1-Iki kadinin tanikligi, bir erkegin tanikligina esittir.
2-Kadinlar aklen ve dinen eksik yaratiklardir.
3-Ugursuzluk üç seyde vardir : Kadinda, Evde, tta.
4-Namazi kat’eden (bozan) seyler : Köpek, Esek, Domuz ve Kadindir.
5-Kadinlar arasinda Saliha kadin yüz tane karga arasinda alaca bir KARGA gibidir.
6-Benden sonra erkekler için kadindan zararli bir fitne birakmadim.
7-Bana cehennem halki gösterildi, çogunlugu kadinlardi.
8-Kadinlar insanin karsisina seytan gibi çikarlar.
9-Kadin Ege kemigi gibidir. Onu dogrultmak istersen kirarsin.
10-Erkekler, kadinlar üzerinde hakimdirler. O sebepteki Allah erkekleri kadinlara üstün kilmistir.
11-Kadinlar erkeklerin elinde hürriyetlerini terk etmislerdir.
12-Eger erkek tepeden tirnaga cerahat olsa, kadinda diliyle alasa, yinede erkegin hakkini ödeyemez.
13-Elin zinasi, el temasidir. Her kim yabanci kadinin elini tutar okalasirsa, kiyamet gününde onun iki avucuna ates konur. irinizin basina demirden bir sisin vurulmasi, onun kendisine helal olmayan bir kadinla tokalasmasindan hayirlidir.
Seni niyetin bozuk..Bu apaçık ortada.. Gerçekten samimi olsaydın bunları ilgili bilim adamlarıyla birebir konuşurdun..ama İslam’a ilgili tek ve benzer bozuk kaynaklardan beslenince işte böyle oluyor..Allah doğru yoldan ayırmasın..Bir ilahiyat fakültesine gidip de orada konunun uzmanlarıyla tartışmak zorunuza gidiyor herhalde..Tavsiye ederim..Küçümsemeyin..Niyetiniz üzüm yemekse tabii..
ibrahim, 30.9.2004
x
Sayin Zeki Kentel beyin din ile bilimi bagdastimak cabalarina bir dizi cevapla karsilik verecegim. En son yaziyi de kendim yazacagim.
Cetiner Calış, 3.2.2004
AİŞE ANLATIYOR 24
Asagidaki yazi ve sahih hadisler hiçbir yorum yapilmadan, tamamen Islami kaynaklardan alinmistir.
Muhammed’in en küçük karisi Aise’dir. Muhammed 52 yasinda iken, 9 yasinda olan Aise ile gerdege girmistir (Aise, Muhammed ile evlendiginde 6 yasinda idi (Bkz:Buhari, e’s Sahih, Kitabu Menakibi’l-Ensar/44; Tecrid, Hadis no:1553; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’n-Nikah/69, Hadis no:1422) ,demek ki 3 yil beklenilmis).Bunun üzerine, islam hukuku bundan bir sonuç çikariyor ve “9 yasindaki bir kiz, “müstehat” (sehvete konu olabilecek çagda sayilir) deniyor. Ve de bu nedenle, bir erkegin 9 yasindaki bir kizla evlenebilecegini bildiriyor bir fikih hükmü olarak(Bkz:Muhammed Ali Tehanevi, Kessafu istilaha-ti’l-Fünun,1/788). M. Sofuoglu (Cilt 4, Syf – 318,319)
Sahih-i Müslim ve Tercümesi
Babanin Küçük Bakire Kizi Evlendirmesi Babi
1422…….: Aise söyle dedi: Ben alti yasimda iken Resulullah beni (nisan) akdi yapti. (Üç yil sonra) ben dokuz yasinda bir kiz iken de benimle evlendi. Aise dedi ki: Biz Medine’ye geldik. Akabinde ben bir ay sitmaya tutuldum, hummanin siddetinden saçim döküldü. (Hastaliktan kurtulunca) saçim gürlesti ve omuzlarima kadar uzadi. Bir kere ben arkadaslarimla beraber bir salincak üzerinde oynarken annem Ummu Ruman bana dogru geldi ve beni çagirdi. Ben de annemin yanina geldim. Benden ne isteyecegini bilmiyordum. Annem elimden tuttu sonunda beni evin kapisi önünde durdurdu. Bende yorgunluktan dolayi “heh, heh” diyerek kaba kaba soluyordum. Nihayet derin derin soluyusum geçti. Sonra beni eve soktu. Evde Ensar’dan birtakim kadinlarla karsilastim. Bu kadinlar: Hayir ve bereket üzere, en hayirli kismete dediler. Annem beni bu kadinlara teslim etti. Onlar da basimi yikadilar ve üstümü basimi düzelttiler. Duha vaktinde Resulullah’i habersizce görmekten baska beni hiçbir sey heyecanlandirmadi. Akabinde Ensar kadinlari beni Resulullah’a teslim ettiler.
Aise: Peygamber beni alti yasinda bir kiz iken akid yapti, dokuz yasinda bir kiz iken de benimle evlendi demistir.
Ma’mer, Zuhri’den, o da Urve’den, o da Aise’den haber verdi ki:
Peygamber Aise’yi yedi yasinda bir kiz iken akid yapti, dokuz yasinda ve oyuncaklari beraber iken de evlendi ve nihayet Aise on sekiz yasinda bulundugu sirada Resulullah vefat etti.
Aise söyle demistir: Resulullah Aise’yi alti yasinda iken akid yapti. Aise dokuz yasinda bir kiz iken Resulullah’in evine gidip zifaf oldu. On sekizlik bir kadin iken de Resulullah vefat etti.
6542 – Abdullah Ibnu Mes’ud radiyallahu anh anlatiyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aise radiyallahu anha ile yedi yasinda iken onunla nikahlandi, dokuz yasinda iken zifaf yapti. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aise onsekiz yaslarinda iken vefat etti”
5607 – Hz. Aise radiyallahu anhâ anlatiyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benimle Sevvâl’de nikâh yapmisti. Sevvâl’de gerdek yapti. Yaninda hangi kadini benden daha bahtli idi?” (Urve der ki: “Hz. Aise radiyallahu anhâ) yakinlarindan olan kadinlari sevvâl ayinda gerdege sokmayi müstehab addederdi.” Müslim, Nikah 73, (1423); Tirmizi, Nikah 9, (1093);
Nesai, Nikah 77, (6, 130).
5575 – Hz. Aise radiyallahu anhâ anlatiyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ben alti yasinda iken benimle evlendi. Medine’ye geldik. Benî’l-Hâris Ibnu’l-Hazrec kabilesine indik. Ben hummaya yakalandim. Saçlarim döküldü. (Iyilesince) saçim yine uzadi. Annem Ümmü Rumân, ben arkadaslarimla salincakta oynarken, bana geldi, benden ne istedigini bilmeksizin yanina gittim. Elimden tuttu. Evin kapisinda beni durdurdu. Evimizde, Ensârdan bir grup kadin vardi. “Hayirli, bereketli olsun!”, “Ugurlu mübarek olsun!” diye dualar, tebrikler ettiler. Annem beni onlara teslim etti. Onlar kilik-kiyafetime çeki düzen verdiler. Beni, (kusluk vakti aniden) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm(in gelisinden) baska bir sey sasirtmadi. Annem beni O’na teslim etti. O gün ben dokuz yasinda idim.” Buhari, Nikâh 38, 39, 57, 59, 61; Müslim, Nikah 69, (1422); Ebu Dâvud, Nikâh 34, (2121); Edeb 63, (4933, 4934, 4935, 4936, 4937); Nesai, Nikah 29, (6, 82).
5574 – Urve merhum, Hz. Aise radiyallahu anhâ’dan sunu nakletmistir: “Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm bana dedi ki: “Rüyamda sen bana üç gece gösterildin: Melek seni bana bir ipek parçasi içerisinde getirdi ve “Bu senin zevcendir, aç onu!” dedi. Ben de açtim, içindeki sendin. Ben: “Bu rüya Allah katindan ise, onu gerçeklestirecektir” dedim.” Buhari,
Nikâh 9, 35, Ta’bîr 20, 21; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 79;
Tirmizi, Menakib (3875).
4448 – Hz. Aise radiyallahu anha anlatiyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’in hanimlarindan hiçbirine, Hz. Hatice radiyallahu anha’ya karsi duydugum kiskançligi hiç duymadim. Halbuki onu hiç görmüslügüm de yok. Ancak, Aleyhissalatu vesselam onun yâdini çok yapardi. Ne zaman bir koyun kesip parçalara ayirsa Hatice’nin dostlarina da gönderirdi. Bazan ona: “Sanki dünyada Hatice’den baska kadin yok!” derdim de bana: “(Onun gibisi var miydi, o söyleydi, o böyleydi..! (Öbür kadinlar beni çocuktan mahrum ederken) benim çocuklarim ondan oldu” diye karsilik verirdi. (Hz. Aise derki: Içinden ” Bir daha Hatice hakkinda kötü söz söylemeyecegim” dedim).” Hz. Aise devamla der ki: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Hatice’den üç yil sonra benimle evlendi.” Buhari, Menakibu’l-Ensar 20, Nikah 108, Edeb 73, Tevhid 32;
Müslim, Fezailu’s-Sahabe 73, 74, 77, 78, (2434, 2435, 2436, 2437); Tirmizi, Menakib, (3885, 3886).
6577 – Hz. Aise radiyallahu anha anlatiyor: “Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam’in yaninda iken bebeklerimle oynardim. Aleyhissalatu vesselam da benim kiz arkadaslarimi bana gönderirdi. Arkadaslarimla beraber oynardik.”
5607 – Hz. Aise radiyallahu anhâ anlatiyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benimle Sevvâl’de nikâh yapmisti. Sevvâl’de gerdek yapti. Yaninda hangi kadini benden daha bahtli idi?” (Urve der ki: “Hz. Aise radiyallahu anhâ) yakinlarindan olan kadinlari sevvâl ayinda gerdege sokmayi müstehab addederdi.” Müslim, Nikah 73, (1423); Tirmizi, Nikah 9, (1093); Nesai, Nikah 77, (6, 130).
6542 – Abdullah Ibnu Mes’ud radiyallahu anh anlatiyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aise radiyallahu anha ile yedi yasinda iken onunla nikahlandi, dokuz yasinda iken zifaf yapti. Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aise onsekiz yaslarinda iken vefat etti”
6547 – Ebu Saidi’l-Hudri radiyallahu anh anlatiyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam, Hz. Aise radiyallahu anha’yi, elli dirhem degerinde ev esyasi mukabilinde nikahladi.”
14- Aise(rah)anlatiyor;
‘’Resullah ‘in yaninda kizlarla oynuyordum ,benimle birlikte oynayan arkadaslarim vardi.Resullah (s.a.) eve girdigi zaman onlar gizlenirlerdi. Kendisi evde olmadigi zaman – onlari bana gönderir,benimle oynarlardi..’’204
Sn. Ibrahim Afif Karakiliç’a gönülden tesekkürlerimizle,
KADIN NASIL DÖVÜLÜRMÜŞ… 25
Aşağıya Mustafa Kemaloğlu adlı dosumuzun gönderdiği bir iletiyi alıyorum.
Görüleceği gibi Bahreynli Müslüman din görevlisi Abdullah Aal Mahmud, 2005 yılında Bahreyn Televizyonu’nda yayınlanan bir programda kadının nasıl dövülmesi gerektiğini anlatmış. M. Kemaloğlu, yayınlanan programın adresini de veriyor:
İşte adres: http://www.youtube.com/watch?v=Wp3Eam5FX58
Şimdi Din Adamı Abdullah Al Mahmud’a göre kadın nasıl dövcülürmüş, onu görelim.
Abdullah Al Mahmud’a göre; kadını çocukların önünde dövmek ve dövdüğü zaman vücudunda çürükler bırakmak günahmış. Kadının yüzü ve hassas bölgelerine vurmakta günahmış.
Abdullah Al Mahmud’a göre bir kadını döverken şunlara dikkat etmek gerekiyormuş:
“Eğer koca, esini terbiye etmek için dayaktan yararlanmak isterse; bunu asla, asla çocukların önünde yapmamalıdır. Bu, sadece ikisinin arasında kalmalıdır. (Ve) su kurallara uygun olarak yapılmalıdır: Koca, kadının vücudunda kanama veya çürüğe neden olmamalıdır. Kadının yüzünden ve vücudunun diğer hassas bölümlerinden sakınmalıdır.” Abdullah Al Mahmut, kocanın karisini döverken vücudunda hasar bırakacak şekilde dövmesinin yasak olduğunu belirterek; “Söylemiş olduğumuz gibi, dayağın sınırları şunlardır: Kanamaya neden olmamalıdır, kemik kırılmasına neden olmamalıdır, yüze dokunulmamalıdır ve kadını berelememeli, çürüklere neden olunmamalıdır. Eğer koca bu kuralları ihlal ederse, Allah’ın kurallarını ihlal etmiş olur. Eğer kadının canı acımışsa veya kadın incinmişse; koca, yapmış olduğu şeyden mesul tutulur. Çünkü kadın, onun eşyası değildir; ona canının istediği her şeyi yapamaz. Eğer ki kadın kocasını affetse dahi bu, Mahşer Günü’nde Allah’ın da onu affedeceği anlamına gelmez” diyor.
+
Bahreynli din görevlisinin dayandığı ayeti de görelim ve ondan sonra görüşümüzü açıklayalım:
“Allah’ın insanlardan bir kısmini diğerlerine ustun kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür. (K. Nisa/34)
+
Öncelikle şunu bilelim ki Tanrı; ne olursa olsun “Karınızı dövebilirsiniz!” demez.
Tanrı dese dese “Karınızı sevin! Eğer sizi incitecek bir davranışta bulunursa onu bağışlayınız, görmezden geliniz, zorunluluk varsa; ne söyleyecekseniz güzellikle söyleyiniz. Eğer sizi aldatınca boşayınız!” der!
Bir Tanrı’ya bu sözler yakışır ama “Yola gelmezse dövün!” demez.
Ama işte görüldüğü gibi Nisa/34’te dövün diyor.
İşte burada Tanrı kelamı’nın ne anlama geldiğini bilmemiz gerekir. Din edebiyat ve felsefesinde Peygamber sayılan kişilirein söylediği yol gösterici sözlere Tanrı Kelamı denir.
Bir de şu var. Hiç mi karısını döven koca görmedik. Bir kere koca, kızıp öfelenmeyeyince karısını dövmüyor. Kızıp ökelendiği zaman da gözü bir şey görmüyor. Karısına “Yaradana sığınarak vuruyor da vuruyor…. Kafısını gözünü kırıyor. Daha olmazsa bıçaklayıp göldürüyor.
Bir kere dövebilirsin emriolunca adam ne yaptığını bilmiyor. Vuruyor da vuruyor…
“…asla çocukların önünde dövmeyecekmiş. Bu, sadece ikisinin arasında kalacakmış. Kanama veya çürüğe neden olunmayacak. Kemik kırılmayacak ve yüze de vurulmayacak ve de çürüğe neden olunmayacak. Eğer kadının canı acımışsa veya kadın incinmişse; koca, yapmış olduğu şeyden mesul tutulurmuş. Çünkü kadın, onun eşyası değilmiş ve ona canının istediği her şeyi yapamazmış. Eğer ki kadın kocasını affetse dahi bu, Mahşer Günü’nde Allah’ın da onu affedeceği anlamına gelmez” diyor.
Bir kere kadını eşyaya benzetmek yanlış; çünkü eşya dövülmez. Ayrıca Din adamının özetlediği şekilde dövmenin de tadı olmaz. Bir adam öfkelenince, gözü dönünce öyle okşarmış gibi kimseyi dövmez.
Bir de “… mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur.” Deniyor. O zaman yalnız erkekler kazanırmış. Ama şimdi kadınlar da kazanıyor. Öyle ki çoğu ailelerle erkeğin kazancı geçinmelerine yetmiyor. Gerekçe böyle ise kim kimin koryucusu ve yöneticisi olacak?
Ne var ki inanç sisteminde akıl yürütmek, eleştiriye yönelmek sakıncalıdır. Adı Din Adamı’na çıkmış kişi dinle ilgili ne söylerse ona; akıl yürütmeden inanılmalıdır… Aksi takdirde itikadın bozuk sayılır…
Av. Bilge Balta, 19.9.2007
KADIN VE DİN 26
—– Özgün İleti —–
Kimden: Sevda
Kime: buker
Gönderme tarihi: 29 Kasım 2005 Salı 13:44
Konu:
Tek tanrılı dinlerden çok önce, çok tanrılı dinler zamanında kadın yüceltilebileceği kadar yüceltilmişti. Kadın tanrıçaların varlığı kadının her alanda
kendisini göstermesine yol açmış ve kadın savaşçılar, kadın kahramanlarla dolu bir tarih yaratılmıştı. Oysa tek tanrılı dinlerle birlikte kadının durumunun tam tersine dönerek alçaltılabileceği kadar alçaltıldığına tanık oluyoruz. Hz. Musa’nın (kitabı: Tevrat, Eski Ahit) dini, dişi tanrıların bulunmadığı ilk din. Tanrı erkeği kendi suretine benzeterek,
kadını ise onun kaburga kemiklerinden birinden yarattığı anda eşitsizlik başlıyor. Kadının yaratılma gerekçesi bile onur kırıcı: Adem, hayvanlar arasında kendisine uygun bir yardımcı bulamadığı için yaratılmış Kadın.
Akılsız Havva, yasak meyveyi yediği zaman, Rab Allah onunla şöyle konuşuyor:
“Zahmetini ve gebeliğini ziyadesiyle çoğaltacağım, ağrı ile evlat doğuracaksın ve arzun kocana olacak, o da sana hákim olacaktır.” (Tekvin)
Burada kadının hakimi belirlenmiş durumdadır artık. Aziz Pavlus, Korintoslulara I. Mektup’ta şöyle diyor:
“… Her erkeğin başı Mesih ve kadının başı erkek, ve Mesih’in başı Allah’tır.”
Bakın bir alt kademede Aziz Augistinus tarafından bu nasıl yorumlanıyor:
“Erkek, sen efendisin, kadın senin kölendir. Tanrı böyle istedi.”
Hiyerarşik yapı belirlenmiş durumdadır şimdi.
Aslında Kur’an’da kadınların lehine birçok ayet vardır, ama erkek yorumcular bunlardan değil, başka ayetlerden düşünce ve yöntem üretmişlerdir:
“Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler. İtaat dairesinden çıkmalarından korktuğunuz kadınlara nasihat edin, yatağınızı ayırın, hafifçe dövün…” (Nisa, 54)
“Erkeklerin hakkı, onlardan bir derece fazladır.” (Bakara, 228)
“Kadınlarınız, çocuk yetiştiren ekin tarlalarınızdır. Tarlanızı istediğiniz gibi kullanınız.” (Bakara, 228) Hadislerde ve ictihatlarda bu hükümler giderek ağırlaşacaktır.
Hiyerarşik yapıda filozofları da kadınlara saldırmaktadırlar. Erasmus’a göre kadın; “bir hayvan, açıkça deli ve saçma bir hayvan”dır. Platon da kadın düşmanıdır, Nietzsche de… Sanatçıların, aralarında kadınlar da olmak üzere yazarların kadın düşmanlığı çarpıcıdır: “Dünyada, bir kadından daha beter bir şey olamaz, tabii başka bir kadın hariç.” (Aristophanes)
Fakat kadınlar da artık boyun eğmiyorlar. Kilise korkutuculuğunu yitirmeye başlamış durumda. Batı’da yasalar sayesinde özgürleşmeye başlayan kadınlar, gerekli esnekleşmeyi, çağdaşlaşmayı gösteremeyen Kilise’den giderek uzaklaşıyorlar. Özde Hıristiyan kalsalar da Roma’dan giderek uzaklaşıyorlar. Kilise
kadınları yitirmek istemiyorsa, değişmek zorunda. İslam dünyasında ise, kadınların aralarında Faslı kadınlar gibi özgürlüğü köle kalma özgürlüğü olarak anlayanlar var. Çarşaf altında güneş görmedikleri için Afganlı kadınların kemikleri eriyor.
Ülkemizde ise, kadınlarımız Cumhuriyet’in koruyucu şemsiyesi altında. Erkeklerimiz kadın dövme yarışmasında dünya birincisi olsalar da… Türkiye’de kadınların bir kesimi kadın düşmanı libidoyu alt edip özgürleşmek, bir kesimi ise Faslılaşmak, Afganlaşmak istiyor. İki kutup aynı potada yol katetmekteler.
Burada durup düşünüyorum, düşünürken tek tanrılı dinleri Erkek dinleri diye düşündüğümü farkediyorum. kaynak:kadın.com, 2.12.2005
X
AIHM türban davasında Türkiye’yi hakli buldu
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AIHM), türbanla ilgili olarak Türkiye hakkında açılan bir davada insan hakları ihlali bulunmadığına hükmetti.
Hürriyet haberi 12 Mart’ta vermişti –ARSIV
Hayrünisa Gül davasını geri çekti –ARSIV
Ege Üniversitesi Hemşirelik Okulu öğrencisi Zeynep Tekin ve İstanbul
Üniversitesi Tip Fakültesi öğrencisi Leyla Şahin, 1998 yılında derslere türban takarak girme konusunda ısrar etmeleri sonucu aldıkları disiplin cezalarının insan hakları ihlali olduğu gerekçesiyle AIHM’ DE dava açmıştı. İki öğrenci, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili 9. maddesini ihlal ettiği
görüsünü savunmuştu. Zeynep Tekin, avukatları aracılığıyla daha sonra Türkiye hakkında yaptığı şikayet başvurusunu çektiğini açıklamıştı.
“9. MADDEYI IHLAL YOK” AIHM’den yapılan açıklamada, başvuruyla ilgili olarak Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AIHS) 9. maddesini
ihlal etmediği görüsüne varıldığı bildirildi.
Kararın, AIHM’nin ilgili dairesindeki yargıçların oy birliğiyle alındığı belirtildi.
Şahin’in avukatlarının, bu karara itiraz ederek, davayı temiz niteliğindeki 17 yargıçtan oluşan büyük daireye götürme hakları bulunuyor. Davanın temyiz niteliğindeki büyük dairede görülebilmesi için, AIHM’nin beş yargıçtan oluşan panelinin önce onay vermesi gerekiyor.
AIHM, 2 Temmuz 2002 tarihinde verdiği kararda başvurunun incelenmeye
alınmasını kararlaştırmış, 19 Kasım 2002 tarihinde ise başvuruda bulunanların ve Türk hükümeti avukatlarının görüşlerini dinlemek üzere bir duruşma yapmıştı.
GEREKÇELI KARAR
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AIHM), türban konusunda açılan bir davada
Türkiye’yi hakli bulurken, üniversitelerdeki türban yasağı konusundaki müdahale için Türk yasalarının meşru temelleri olduğunu bildirdi. Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nin üniversitede türbana izin verilmesinin anayasaya aykırı olduğu yolundaki kararına atıfta bulunan AIHM, yüksek idari mahkemelerin de üniversitelerde türban takılmasının cumhuriyetin temel ilkeleriyle bağdaşmadığı yolunda görüş belirttiğini hatırlattı.
SAGLIKLA ILGILI OKULLARIN KENDI KURALLARI VAR
“Üniversitelerdeki türban yasağının, başvuruyu yapanların üniversiteye kayıt
yaptırmadan önce de var olduğu” hatırlatılan gerekçeli kararda, “yine başvuruda bulunanların kayıt yaptırdığı sağlıkla ilgili okullarda giyim konusunda da talebelerin uyması gereken özel kurallar olduğuna” işaret edildi.
LAIKLIK, DEMOKRATIK SISTEMIN KORUNMASI IÇIN GEREKLI
Gerekçeli kararda, Türkiye’de türban konusundaki müdahalenin “gerekliliği”
konusunda birbirlerini tamamlayan laiklik ve eşitlik ilkelerinin temel alındığının gözlendiği ifade edildi.
Kararda, Türk anayasasının, laikliğin, demokratik değerlerin korunması, din özgürlüğüne dokunulmazlık ilkesinin ve vatandaşların yasa önünde eşitliği ilkesini sağladığı görüsünü taşıdığı bildirildi. Anayasası Mahkemesi’nin, “bu ilkeleri ve değerleri savunmak için bir kimsenin dinini göstermesine kısıtlamalar getirebileceği” yolundaki görüsüne atıfta bulunulan gerekçeli kararda, AIHM’nin de, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre, bu yoruma katıldığı bildirildi. Gerekçeli kararda, laiklik ilkesinin Türkiye’de demokratik sisteminin korunması için gerekli olduğu vurgulandı.
“Türk anayasasında da kadın haklarının korunduğu” hatırlatılan kararda, kadın erkek eşitliğinin, AIHM tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin en önemli maddelerinden biri olduğu ve üye ülkeler tarafından da uygulanmasına büyük önem verildiği vurgulandı. Kararda, bunun Türk anayasasının içinde de önemli bir yer aldığına işaret edildi.
DINI SEMBOLLER
AIHM’nin kararında, Türk anayasasının da belirttiği gibi, dini sembollerin taşınmasının, zorunlu olarak dini bir görev olarak değerlendirildiği ve sunulduğu yorumu yapıldı ve bu sembolleri taşımayı reddedenlere yapacağı etkinin göz ardı edilmemesi gerektiği vurgulandı. AIHM’nin kararında, kadın erkek eşitliğine değer veren ve çoğunluğu İslam inancını paylasan toplumda, kamu düzeninin sağlanması ve diğerlerin haklarının ve özgürlüklerinin sağlanması için bu karara varıldığı bildirildi
Gerekçeli kararda, Türkiye’de aşırı siyasi hareketlerin varlığının ve bu hareketlerin kendi dini sembolleri ve dini kurallara dayalı bir toplum dayatma isteğinin de göz ardı edilmemesi gerektiği kaydedildi.
BAŞÖRTÜSÜ İSLAM’DAN ÖNCE DE VARDI 27
AKP’nin, üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasını da içeren Anayasa taslağı günlerdir Türkiye gündeminden düşmüyor. Bazı çevreler, başörtülü öğrencilerin üniversitelere girmelerini demokrasi adına savunuyor. Karşı çıkanlar ise türbanı toplumun gericileşmesinin simgesi olarak görüyor. Peki, kadın niye örtünüyor?
Kadının örtünmesi ne zaman, nasıl oldu? Gelin, kadının örtünme tarihine kısa bir göz atalım.
İLKEL çağlarda sihir ve büyü düşüncesi hákimdi. İnsanoğlu kadının çocuk doğurmasına akıl erdiremiyordu. Bunu gizli bir güç olarak yorumluyordu. Bu nedenle kadından hem korkuluyor, hem de ona saygı duyuluyordu.
Öte yandan ilk çağda birçok alanda üretimi kadınlar başlatmıştı: İp, sepet dokuma, ağla balık avlama, toprak kap, ateş yakıp yemeği pişirme, tarak, kaşık, madeni eşyalar, boncuk, ilk hekimlik ve şifalı otlar gibi buluşlar kadının eseriydi.
Kadının el üstünde tutulduğu “anaerkil” dönem binlerce yıl sürdü.
Ne zaman insanoğlu doğal olayları kavramaya başladı, “büyü” bozuldu. Artık kadının nasıl çocuk sahibi olduğu anlaşılmıştı!
Yetmezmiş gibi erkekler, üretim biçimini ve savaş aletlerini geliştirdi; din devleti, tapınak-saray-ordu biçimindeki erkek egemen örgütlenmesine yöneldi; kadının “saltanatına” son verdi!
Örtünme Başlıyor
Yaklaşık 4 bin yıl önce Babil İmparator Hammurabi’nin kanunlarında kadının sosyal statüsü ilk kez yazılı yasa haline getirildi: “Kadınlar sokağa çıkarlarken başlarını açmamış olacaklardır.”
Bu kanun yeniydi, ama uygulama eskiydi. Sümer, Asur, Hitit, Urartu, Akad gibi site devletlerinde de benzer uygulamalar vardı. Kadını örtüye sokmanın temel nedeni, hür kadın ile köle kadınların birbirinden ayrılmasını sağlamaktı. Yani amaç, hangi kadının bir erkeğin koruması altında, hangisinin ise “kolay av” olduğunu göstermekti!
Eski Anadolu kültüründe olan bu örtünme anlayışı, dünyanın çeşitli topluluklarında da vardı. Onlar genellikle meseleyi mitolojik öykülere dayandırıyorlardı. Örneğin, Japon mitolojisinin kutsal kahraman Okikurumi, Aynular’a kültür ve uygarlığı öğretmek üzere tanrıların cennetinden yeryüzüne inmişti. Cennete dönmeden önce Aynular’dan bir kadınla evlendi. Karısına, yiyecekleri kabile halkına dağıtma görevi verdi. Ancak bunun için de bir koşulu vardı; hiç kimse karısının yüzüne bakmayacaktı. Yani örtünecekti.
Çarşaf, Sahneye Çıkıyor
Çarşaf, önce Hititler’de ortaya çıktı.
Bu konuda, Ankara/Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde pişmiş toprak bir kabın üzerindeki resim bize önemli bilgi veriyor. Kutsal evlilik töreninde, tanrıçayla, tanrı adına kralın evlenmesi için yapılan ayini anlatan resimde tören sırasında gelin tanrıça, günümüzdeki çarşafın birebir aynısını giyiyordu.
Ve ne yazık ki, kendine güvenli, rahat, buyurgan tavırlı kralın karşısında, edilgen, teslimiyetçi duran bu kara çarşaflı tanrıça gelin, Sümer’deki kendine güvenli tanrıça karakterinden hayli uzaktı. Kadınlar artık örtüye sokulmuştu. Önceleri görünen saçlar zamanla görünmez olmuştu.
Heraklit, Antik Yunan ve Mısır’da yaşayan kadınların baş giyimini şöyle tarif etmişti: “Giysilerin başa gelen kısmı öyle sarılır ki, yüzün tümü peçeyle örtülmüş gibi görünür. Zira sadece gözler ortada kalır, yüzün diğer bölümleri ise giysinin bir parçası ile tamamen örtülür. Bütün kadınlar bu şekilde beyaz renkli giysiler giyerler.”
Antik Yunan’da başörtüsü, bereket tanrıçası Demeter ve Zeus’un karısı Hera’nın da özel simgesiydi!
Zamanla kadınlar bu durumu bile arayacak hale gelecekti.
Antik Yunan’da kadın, “erkeğin başının belası” olarak görülmeye başlanacaktı. Pis kadınların domuzdan, zeki kadınların tilkiden, meraklı kadınların köpekten meydana geldiğine inananlar bile vardı!
Kadınların tek başına sokağa çıkmaları ise artık hayaldi…
Roma döneminde de erkeklerin tartışılmaz egemenliği iyice perçinlendi. Erkek, asker, politikacı, tüccar; kadın ise evde oturup çocuk büyüten ve sadece kocasına hizmet edendi.
Tek Tanrılı Dinler
Kadının en büyük onuru bakire olmaktı. Bir de doğurgan olmak.
Hiçbir sosyal hakkı yoktu. Hatta kadın, başı açık dışarıya çıkarsa kocası onu boşayabilirdi bile. Tek tanrılı dinler, kadının sosyal hayatını pek değiştirmedi:
Talmud’a göre, Yahudi kadınların başı açık halde toplum içinde gezmeleri günahtır. Eski Ahit’te üç farklı yerde kadının başını örtmesiyle ilgili pasaj bulunmaktadır. İşaya 3/20’de başa giyilen kıyafet anlamında “fara”, İşaya 3/23’te başörtüsü anlamında “tsnyafaah” ya da Tekvin 24/65-38/14.19’da yüzü örten örtü anlamında da “tsaayafa” kullanılmıştır. Ayrıca vücudun üst kısmını örten örtü anlamında “radod” kelimesi kullanılmıştır.
Hıristiyanlığın temel ilkelerini belirleyen Tarsuslu Aziz Pavlos, “Kadının örtüsüz Tanrı’ya dua etmesi doğru değildir. Kadın örtünmüyorsa saçı kesilmelidir” demiştir.
Erkek eli değmemişliğin, erdemliğin sembolü Meryem Ana, hep başı bağlı tasvir edilmiştir. Bilindiği gibi, Hıristiyan rahibelerin başları örtülüdür.
Gelelim bizim İslam dinine…
İlk İslami buyruklardan 17 yıl sonra kadının örtünmesiyle ilgili ayet gelmiştir. Ahzab Suresi 59. Ayet, “Ey Peygamber, zevcelerine, kızlarına, müminlerin kadınlarına de ki dış esvaplarını üzerine giysinler. Bu onların tanınıp taarruza uğramamalarına daha fazla hizmet eder” der.
Görüldüğü gibi, köle ve cariyelere örtünme zorunluluğu getirilmemişti. Örtünme statü göstergesiydi ve bunun cinsellikle filan hiç ilgisi yoktu.
İslam dünyası içinde örtünmeye ilişkin farklı görüşler de zamanla ortaya çıktı. Örneğin, Mevlana da kadının başörtüsü konusunda şunları söylemiştir: “Kadına her ne kadar gizlenme, örtünme emir edersen onda kendini gösterme isteği artar. Eğer kadının tabiatında kötülüğe yönelik bir eğilim yoksa yasak etsen de etmesen de o kişiliği doğrultusunda hareket edecektir.” (Fihi Ma Fih)
Mevlana’nın bu sözleri söylemesinde geldiği Orta Asya kültürünün etkisi vardır kuşkusuz. Peki Orta Asya’da Müslümanlığı kabul eden Türkler ne zaman örtündüler?
Ramazan Ayınız Kutlu Olsun
Yıl 1930. Bir ramazan gecesinde Direklerarası’nda ünlü Ferah Tiyatrosu’nun önünde oyunu seyretmek için gelen kişiler görülüyor. Kapının üzerindeki afişte, “Ramazanda her gece muazzam beynelmilel varyeteler” yazılı. Paçaları yırtmaçlı, başları kukuletalı tavşan kızların ramazan ayında bir tiyatroda gösteri yaptığına dikkatinizi çekerim.
Türk Kadını Ne Zaman Başını Örttü
ORTA Asya’daki göçebe Türkmen kadınların sosyal hayat içindeki statüsü, Hıristiyan ve Yahudi kadınlardan farklıydı.
Müslümanlığı kabul ettikleri 9. ve 11. yüzyıllardaki yaşam biçimleri de geleneksel Müslüman yaşamına uymuyordu.
Osmanlı döneminde, Bizans alınana kadar örtünme kurumsal olarak yerleşmedi. Tarihçi Şikari, İstanbul’un fethinden önce başkent olan Bursa’da kadınların yüzlerini örtmediğini yazıyor: “Yüz örtmek sonradan ádet oldu. Karamanoğlu Alaüddin’in Hamidoğlu İlyas diyarını katliam ettiğinde üç kabile Diyar-ı Osman’a firar etmişlerdi. O vakit bunları Murad Han görüp pek temiz ve uslu ádem olduklarından kendi şehrinde (Bursa’da) yerleştirmiş. İşte bu kabile kadınları pek güzel olduklarından herkes bunları temaşa etmeye (seyretmeye) başlayınca ulema tarafından bu kabilenin hatunlarının yüzleri siper edilmesi (yüzlerinin saklanması) emredilmesi. İşte ne vakit taşraya çıksalar, o kabile hatunları yüzlerini siper ederlerdi. Fakat bu hal sonradan diğer kadın ve kızların da pek hoşuna geldiğinden herkes daima güzelce her tarafını örtmeye başladı.”
Burada dikkati çeken nokta örtünmeye inançtan çok, toplumsal bir tedbir gereğine başvurulmasıydı.
Göçebe toplumun izlerini taşıyan Osmanlı’da kadın, erkekle birlikte hareket etmekte, törenlere katılmaktaydı. Bu dönemde kadınların yüzleri de açıktı.
Örtünme yıllar sonra, Osmanlı Devleti’nin “halifelik” makamına sahip olmasıyla yaygınlaştı.
Anadolu’da Asur’dan Antik Yunan’a, Roma’dan Bizans’a uzanan kadının eve kapatılma süreci Türk kadınını da etkiledi.
Osmanlı’da kadının kapanması 16. yüzyılda başladı ve Cumhuriyet Türkiye’sine kadar sürdü.
Osmanlı Geriledikçe Kıyafetle Uğraştı
Osmanlı’da kadınlar üzerine çıkarılan bütün yasalar, kadının kapanması ya da kıyafetlerinin denetlenmesi yönünde oldu.
Çıkarılan bu ferman ve yasalarda kadının giyimi ayrıntılı olarak tanımlanmıştı. Feracelerin yaka boyları, üzerlerindeki nakışlar, yaşmakların biçimleri, kumaşların kalınlığı ve inceliği gibi detaylar bu fermanlara konu olmuştu.
Bu fermanlarla gelen yasaklar, kadına üç alanda müdahale etti.
1. Giyimleri,
2. Sokaktaki davranışları,
3. Erkeklerle olan ilişkileri.
Aslında Osmanlı, gerileme dönemine girmesiyle kadınlara yönelik kıyafet yasakları konusunda sertleşti.
Örneğin, ilk yasak 1725’te çıkarıldı.
“Günlük kıyafetlerinin şeriata uygun olması devlet namusu gereğindedir. Fakat savaşlar yüzünden çok önemli işlerle uğraşılırken bu husus ihmal edilmiştir. Bazı yaramaz kadınlar bunu fırsat bilip sokaklarda halkı baştan çıkarmak için aşırı süslenmeye başlamışlardır. Yeni biçimlerde çeşitli esvaplar yaptırmışlardır. Hıristiyan kadınlarını taklit ederek başlarına acayip serpuşlar geçirmişlerdir.
Bundan böyle kadınlar bir karıştan ziyade büyük yakalı ferace ve üç değirmiden fazla baş yemenisi ile sokağa çıkamayacaklardır. Feracelerde süs olarak bir parmaktan enli şerit kullanılmayacaktır.
Bu yasakları dinlemeyecek olan kadınların sokakta yakaları kesileceği ve esvaplarının yırtılacağı ilan olunsun. Dinlememekte ısrar edenler yakalanıp başka şehirlere sürüleceklerdir.”
Bu yasak Müslüman Osmanlı kadınlarının, Hıristiyan kadınlara benzememeleri için koyu renkli giysiler yerine renkli giysiler giymelerini de tavsiye ediyordu.
Ama bazen de Müslüman kadına yakışan tek giysi olduğu iddiasıyla renkli giysiler yasaklanıp çarşaf giymeleri istenmekteydi!
Osmanlı’da kadınların kıyafeti hep tartışma konusu oldu.
Neredeyse her padişah bir ferman çıkardı. Örneğin, Sultan II. Mahmud da bir fermanla Hıristiyan kadınların başlarını Müslüman gibi, Müslüman kadınların ise Hıristiyan kadınları taklit eder şekilde örtmelerini yasakladı.
Iı. Abdülhamid’in Çarşaf Yasağı
19. yüzyılın ortalarında kadınlar İstanbul’da çarşaf giymeye başladı. 1850’lerde Suriye valiliğinden dönen Suphi Paşa’nın karısı, İstanbul’da ilk çarşaf giyen kadın oldu.
Daha çok Yunanlılarda görülen bu giysi, Meşrutiyet dönemine değin baştan yere kadar uzanan kolsuz tek parçalı bir sokak kıyafetiydi.
1876-1908 arasında ise başı-omuzları örterek bele kadar uzanan bir pelerin ve belden ayak bileklerine inen bir etek olmak üzere iki parçalı sokak üst giysisi olarak kullanıldı.
1880’li yıllar, çarşafın hızla yayıldığı yıllar oldu.
Ancak, Sultan 2. Abdülhamid öldürülme korkusuyla çarşafı yasakladı. 27 Ekim 1883’te Paris’te yayımlanan Le Courier d’Orient isimli gazetede, çarşaf yasağından etkilenen kumaş tüccarlarının yakınmalarına yer verildi.
İstanbul’da bu tür yasaklar söz konusu iken Anadolu kadınları için ferace ya da çarşaf güncel bir tartışma olmadı.
Hatta 1882’de çıkarılan bir fermanla ferace giymeleri istenen kadınlar bu buyruğa isyan ettiler.
Konu ile ilgili olarak 27 Temmuz 1882’de Levant Herald Gazetesi’nde şu haber yer aldı. “Yeni İzmit valisi civar köylerden pazarda satmak için pazara mal getiren ferace giymemiş ve ayağında pabuç olmayan Türk kadınlarının 5 gün hapis ve bir mecidiye para cezasına çarptırılacağı konusunda bir yasak çıkardı. Bu yasağa karşılık köylü kadınlar, atalarından kalmış gelenek ve göreneklerini hiçe sayıp baskı altına alan bu yeni kanuna uymaktansa, köylerinde kalmayı yeğlediler.”
Burada aslında şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Türkiye’nin bugün konuştuğu kamusal alan tartışması o zaman da yaşanıyor. Osmanlı, pazaryeri gibi kamusal alanlarda örtünmeyi zorunlu kılıyordu.
Müslüman kadınlar Anadolu’da peçe takmadığı gibi İstanbul’un Kadıköy, Tarabya gibi semtlerinde de bu serbestliğe sahipti. Oysa Beyoğlu’na giden bir kadın peçe takmak zorundaydı.
Buradan şöyle bir sonuç çıkıyor: İktidarın merkezinde duyarlılıklar fazla iken çevrede bu duyarlılığın azaldığını görüyoruz.
Osmanlı’nın son döneminde türban, aydınlar tarafından çok tartışılan bir konu oldu. Birçok kesim bu konuda kendi görüşünü belirtti. Kimi gerekliliğini, kimi gereksizliğini savundu.
Ziya Gökalp gibi aydınlar, İslamiyet öncesi Türk kadını konusunda araştırmalar yaparak o modelin benimsenmesi gerektiğini savundular.
Görünen o ki, Osmanlı’da başlayan bu tartışmalar günümüzde henüz sonuçlanmamıştır.
Başörtüsü, demokrasi mi yoksa bir uygarlık meselesi midir?
DİNCİ KİTAPLARIN ÖĞÜDÜ 28
Döverken çok acıtma:
Diyanet Vakfı’nın Kocatepe Camii içerisinde düzenlediği “Kitap ve Kültür Fuarı”nda sergilenen bir kitapta kadının “şirretlik etmesi” durumunda, erkeğin eşini çok acı vermeden dövebileceği belirtilirken, bir diğerinde “Ailesinin başı açık, tesettürsüz olarak sokak ve caddelerde vücudunu teşhir etmesine göz yuman erkekler, Allah’ın gazabına ve ateşine müstahak olabilirler” deniliyor.
‘Kadın dövme’ rehberi
Diyanet Vakfı’nın organize ettiği fuarda sergilenen kitaplarda erkeklere eşlerinin başını örtme görevi veriliyor, cezalandırma yöntemleri anlatılıyor
ANKARA (ANKA) – Diyanet Vakfı’nın Kocatepe Camii içerisinde düzenlediği “Kitap ve Kültür Fuarı”nda “İslam’da Cinsellik” adı altında yer yer İslamiyet’e ve bilime aykırı bilgilerin yer aldığı, yer yer ise anlatımı pornografiye kaçan kitaplar sergileniyor.
Bu kitapların bazılarında kadınlarla âdet döneminde cinsel ilişkiye girilebileceği, gebe kadınlarla ilişkide ideal pozisyonlar anlatılırken bakirelerle evlenilmesine öncelik tanınması, erkeğin kıskanç olması gerektiği gibi çeşitli yorumlara yer veriliyor.
Fuarda sergilenen ve satışa sunulan bir kitapta, “Ailesinin başı açık, tesettürsüz olarak sokak ve caddelerde vücudunu teşhir etmesine ve uygunsuz biçimde gezmesine göz yuman erkekler, Allah’ın gazabına ve ateşine müstahak olabilirler. Bunun için haramlardan kadınları men etmek vazifesi erkeklerin görevidir” deniliyor.
Diyanet Vakfı’nın düzenlediği ve Kocatepe Camii’nde kurulan “Kitap ve Kültür Fuarı”nda pek çok konuda kitap ve CD satılıyor.
Bunlardan:
“Damat ve Gelin Adayları’na Evlilik Öncesi Cinsel Bilgiler”,
“Gençliğin Cinsel İmtihanı”,
“Erkeğin Eşine Sevgisini Artıran 57 İlke”,
“Gelin-Kaynana İlişkileri”,
“Evliliğimi Nasıl Mutlu Bir Hale Getirebilirim”,
“Cinsel Mutluluk Rehberi” gibi kitaplar büyük ilgi görüyor.
Özellikle, “Erkeğin Eşine Sevgisini Artıran 57 ilke” adlı kitapta sadece kadınlara:
“Eşinin sevdiği şeyleri yapmalısın”,
“Eşinin güzel yanlarını ön plana çıkar”,
“Evet kelimesini çok söyle”,
“Seni hoşnut edinceye kadar uykuya dalmayacağım, sloganını prensip edinmelisin”,
“Sesin kocanın sesinden daha çok çıkmasın”,
“Uysal tabiatlı olmalısın”,
“Bir şeyi emrederek istememelisin”,
“Baba bağımlılığından kurtulmalısın”,
“Size yardımcı olması konusunda eşinize ısrarcı olmamalısınız”,
“Uysal ve uyumlu taraf sen olmalısın” gibi öğütler veriliyor.
‘Kadını Acı Vermeden Dövün’
“Damat ve Gelin Adayları’na Evlilik Öncesi Cinsel Bilgiler” kitabında kadının “şirretlik etmesi” durumunda, erkeğin eşini çok acı vermeden dövebileceği belirtiliyor. Kitapta ayrıca, “âlimlerin çoğunun, evlenecek erkeğin, evleneceği kızın sadece ellerine ve yüzüne bakması” gerektiği ifadesi yer alırken “cinsel yolla bulaşan hastalıkların birer ilahi ceza olduğuna” işaret ediliyor.
“Gençliğin Cinsel İmtihanı” kitabında ise çıplaklık eleştirilerek “Çıplaklık İslam’dan evvel cahiliye devrinde yaşanan şeylerdi. Açık saçık dolaşmak, şayet medeniyet ise ormanlarda yamyamlar, tamtamlar göğüslerini de açarak gezmektedirler” (Burada bir soru: Peki, bu zamana kadar Allah bu tamtamlara, bu yamyamlara niçin bir peygamber göndermemiş de; bu yamyamlar tamtamlar, bırakın saçının bir telini göstermeyi, “yeni tomurcuklanmış memelerini” göstere göstere geziyorlar?.. E. B.) deniliyor. Kitapta, “Medeni insan açık gezer sözü çok anlamsızdır” denilerek tesettürün zamanla bir ilgisinin olmadığı da kaydediliyor.
“Cinsel Mutluluk Rehberi” adlı kitapta ise dullarla da evlenilebileceği, ancak bakirelerle evlenilmesine öncelik tanınması, erkeğin kıskanç olması gerektiği belirtilerek “Ailesinin başı açık tesettürsüz olarak sokak ve caddelerde vücudunu teşhir etmesine ve uygunsuz biçimde gezmesine göz yuman erkekler Allah’ın gazabına ve ateşine müstahak olabilirler. Bunun için haramlardan kadınları men etmek vazifesi erkeklerin görevidir” ifadeleri yer alıyor.
X
Soru: Hiç Allah, erkeklere karınızı dövün der mi?
Hiç Allah, erkekle kadın arasındaki ilişkilere karışır mı?
Allah sadece kadınlara mı eşinizi mutlu edin; sesiniz erkekten fazla çıkmasın der?
Bütün bunlar gösteriyor ki biz insanlar Allah konusunda yanlış bilgilere sahibiniz ve Allah konusunda yanılıyoruz…
Eline kalem alan Allah konusunda ahkam kesmeye başlıyor. Bu da gösteriyor ki halk Allah bilgisinden yoksun…
Eren Bilge, 1.4.2008
KADINLARLA İLGİLİ BAZI AYETLER 29
“Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah’ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür”(Nisa/4/34)
“ Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah’tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. “Nisa/4/128
(Not:Erkeğin hakkı ile kadınınkiler arasındaki farka dikkat! Erkek dövebilir, ama, kadın sulh yapmaya mecbur!)
“Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.”(Nisa/3)
Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz” (24/Nur/31)
Erkek kadından birçok yönden üstündür:
Erkeğin akılca üstünlüğü vardır
Diyette (kurtulmalıkta) üstünlüğü vardır.
Miras konularında üstünlüğü vardır.
Erkek, “kadı (yargıç)”, ‘hükümdar” olur, kadın ise olamaz. Erkek tanıklığa da daha elverişlidir.
Erkek, kadının üzerine evlenebilir. Dilerse karısının, karılarının üzerine cariye de alabilir. Kadın için, kocasının üstüne evlenmek gibi bir hak yoktur.
Bakara Suresi, Ayet:228 : Fahruddin Razi, e’t-Tefsiru, Taberi, Camiu’l-Beyan, 2/275-276; Tefsiru İbn Kesir, 1/271; Dr.:
Mirasta erkeğin payı daha çoktur.
Erkek kadını boşayabilir. Kadın, erkeği boşayamaz. Erkek kadını boşadıktan sonra da süresi içinde dönüş yapabilir, kadının bu yönde bir hakkı yoktur.
Erkeğin ganimetten payı kadınınkinden çoktur.
Kadınları dövme özgürlüğü:
Nisa suresi, 34.ayet, Diyanet çevirisi:
“Allah’ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarf etmelerinden dolayı, erkekler, kadınlar üzerine hakimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah’ın korunmasını emrettiğini, kocasının bulunmadığı zaman da koruyanlardır.Serkeşlik etmelerinde endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün. Size itaat ediyorlarsa onların aleyhine yol aramayın. Doğrusu Allah Yüce’dir, Büyük’tür.” (Çevirideki “serkeşlik”, ayetteki “nuşuz”un karşılığıdır. “Serkeşlik”, Türkçe sözlükte şu anlamdadır:”kafa tutma, baş kaldırma.” )
BUNU BİZ YAZSAK SUÇ OLUR/NE DİNSİZLİĞİMİZ, NE KOMÜNİSTLİĞİMİZ, NE DE MASONLUĞUMUZ KALIR 30
Aşağıdaki satırları Kitabı Mukaddes Şirketi’nin Yeni Yaşam Yayınları tarafından Şubat 2002’de 2. Baskı olarak yayınlanan Türkçeleştirilmiş olan “Kutsal Kitap (Tevrat, Zebur, İncil)” EZGİLER EZGİSİ (NEŞİDELER NEŞİDESİ) bölümünden alıyorum.
Bilindiği gibi “Dört kitabın dördü de hak!”, “Dördü de Allah tarafından gönderilmiştir!” denir. Alevi’si, sünnisi bunu böyle bilir.
Müslümanlar: aşağıda görüleceği gibi, Tevrat, Zebur ve İncil’deki Allah’a yakışmayacak ayetleri gördükleri için Allah’ın hak kelamı sonradan değiştirilmiştir diyerek işin içinden çıkmaya çalışırlar. Oysa gayri Müslimler; Müslümanlardan, çok daha tutuculardır. Bu nedenle Allah’tan indiğini sandıkları kitaplarının bir harfinin değişmesine bili izin veremezler.
Sonra dünyanın her yanına dağıtılmış tapınaklarda, kiliselerde, havralarda bulunan kutsal kitapların hepsi o asırlarda hangi araçla toplanıp değiştirildikten sonra aynı yerlere nasıl dağıtılacak? Bizimkiler böyle düşünmeye yanaşmazlar. Çünkü düşünmeye alışmamışlar. Ne yazılmışsa, ne söylenmişse körü körüne inanmışlar….
Sonra varsa Allah; kitabının değiştirilmesine nasıl seyirci kalacak.
Neyse bunlar ayrı bir konu. Şimdi “EZGİLER EZGİSİ’nin 7. ve 8. bölümünden aktardığım şu satırları oku:
“Mücevher gibi yuvarlak kalçaların. Yuvarlak bir tas gibi göbeğin. Buğday yığını gibi karnın. Üzüm salkımları gibi olsun memelerin. En iyi şarap gibi ağzın.” (7. Bölümden)
“Keşke kardeşim olsaydın, Annemin memelerinden süt emmiş. Dışarıda görünce öperdim seni. Beni eğiten annemin evine götürürdüm seni; Sana baharatlı şarapla, Kendi narlarının suyundan içirirdim. Sol eli başımın altında, Sağ eli sarsın beni…” (8. Bölüm)
Hepsi bir yana “keşke kardeşim olsaydın…” deniyor Kutsal Kitap da…Evine götürecek şarap içirip kendinden geçirecek. Sarhoş edip sevişecek…
Bütün bu sözler Allah kelamı olarak dayatıldı insanlara. Kabul etmeyenler keskin kılıcın keskin yanını gördü enselerinde. Kimi diri diri yakıldı, kimi ateşlere atıldı. Kimileri engizisyonlardan geçirildi. Böylece bu tür ilişkiler insanlara, Allah kelamı olarak kabul ettirildi. Öyle ki İslam Peygamberine göre “Allah, Kuran-ı, Tevrat’i doğrulamak üzere indirdi.” (K. 3/3)“
Eğer içimizden herhangi biri “keşke kardeşim olsaydın…” sözcüklerini yazısının bir yerinde kullanmış olsaydı; ne dinsizliği, ne komünistliği, ne de masonluğu kalırdı. Ensest ilişki öneriyor diye soluğu mahkemelerde alırdı.
Ama gerçek şu ki Allah kelamı diye dayatılan sözlerin hepsi Peygamberlerin, kahinlerin sözleridir. Yukarıdaki sözler de Süleyman Peygamberindir.
Oysa Allah ne peygamber göndermiştir, ne kitap indirmiştir. Bunların din literatüründe simgesel anlamları vardır.
Eğer ileri sürdüğüm bu sözlerimin gerçekliğini anlamak istiyorsanız Berfin yayınlarınca dün piyasa çıkan Arif Tekin’in “SUMERLER’DEN İSLAM’A KUTSAL KİTAPLAR ve DİNLER” adlı kitabı alıp okuyunuz.
Kitabın yazarı medrese çıkışlıdır. İmamlık, vaizlik yapmıştır. 25 yıl hizmetten sonra Diyanetten Müfettiş olarak emekliye ayrılmıştır.
“İnsanlara bu güne kadar yalan söylediği için vicdan azabı çekmiştim. Vicdan azabından kurtulmak için…” diyerek aşağıda adını verdiğim bu kitapları yazmıştır.
İşte Arif Tekin’in üç kitabı: “KUR’AN’NIN KÖKENİ”, “MUHAMMED ve KURMALARININ HANIMLARI”, “SUMERLER’DEN İSLAM’A KUTSAL KİTAPLAR ve DİNLER”
Bu kitapları nerede bulursanız alıp okuyunuz. Okuyun ki din tüccarlarının yalan propagandalarla halkı kandırıp iktidara gelmelerini önleyebilesiniz…
HB, 9.4.2005
X
Selam Hayri bey.
İlginize teşekkür ederim. Ben burada, kaynaklarım Türkiye’de olmasına rağmen, bu kıt kanaat imkanlarımla-gerçekten-böyle bir eseri kamuoyunun hizmetine sunduğum için fevkalade mutluyum.
Bakalım bundan sonra imkanlar nasıl el verir, nasıl bir çalışma yürüteceğim. Ne yapayım; ipin ucunu yakaladım; ancak koşullar pek uygun değil. Yine de çaba göstermeğe devam edeceğim.
Saygılar, sevgiler
Arif Tekin, 10.4.2005
GARİP İNSAN’DAN 31
Kurandan: Insan, kadin ve yaratilis sebepleri
“Yeryuzunde Allah’in halifesi” demek, yeryuzunde Allah adina sözsahibi olmak demektir! Arapça’da halife baskalarinin yerine geçen kimse demektir. Bunun manasi; yeryüzüne malik olacak kimseler demektir.
Allah, once melekleri ve cinleri yaratti. Butun melekler ve cinler cennette uyum icinde beraber yasamaktaydi. Bir problem olmadan.Butun yaptiklari sadece Allah’a tapmak , dua etmek ve O’na secde etmekti. Yani tek Tanri, Allah’a iman ediyor, ona tapiyorlardi. Sonra Allah erkek insani yaratti ve meleklere ve seytana bu yarattigi insan erkege secde etmelerini emretti.Melekler ve Seytan buna itiraz etti. Sonunda melekler, bu asagi gordukleri insan erkege, Allah korkusu ile secde etmeyi kabul ettiler ama seytan direndi. Allah da onu cennetten kovdu. Cunku Allah yarattigi varliklar arasinda da kimini kiminden ustun yaratir ve kimse O’na hesap soramaz.Allah insan erkegi kendisine halife sectigine gore, onun ustun ozellikleri olmasi gerekir.( 15:29-33, 17:61, vs..)
Allah once gokleri ve yeryuzunu yaratir. Sonra da Adem’i. (2 :30. Düsün ki, Rabbin meleklere: “Muhakkak Ben, yeryüzünde bir halife tayin edecegim.” dedigi vakit, “Biz seni tesbih ve takdis edip dururken orada(yeryüzünde) fesat çikaracak ve kanlar akitacak bir yaratik mi yaratacaksin?” dediler. “Her halde Ben sizin bilmeyeceginiz seyleri bilirim!” buyurdu. )
Yeryuzunde halife olmasi icin yarattigi bu insani, nedense cennete koyar. Halbuki insanin yaratilis sebebi, yeryuzunde Tanrinin halifesi olmasi degilmiydi.. ( 2:35. Ve dedik ki: “Ey Adem(halife), sen ve esin cennete yerlesin, ikiniz de orada dilediginiz yerde bol bol yiyin, ancak su agaca yaklasmayin ki, haddini asan zalimlerden olmayasiniz.”)
Halifesi olan bu erkek insana , Adem’e , esini yaratmadan once secdeyi emreder ve secde ettirir. Adem’in meleklerden ve cinlerden ustunlugu, Allah’in halifesi olmasindan ileri gelir. Eger melekler ve cinler ,Adem onunde secde ettiyse, onun esi onunde secde etmediyse, onlardan ustun olan, yani Allah’in halifesi olanlar erkek cinsidir, kadin degil. Esini yaratma sebebi ise, onun gonlunun isinmasi icindir.. Yani cogalma falan degil… Yanina bir arkadas. Oyleki bu iki insan , birbirinin farkli oldugunu bile bilmezler, ayip kisimlarini gormezler.Bu da gosteriyorki kadinin ilk yaratilis amaci erkegin gonlunu senlendirmektir, aile hayati, cocouk elde etmek degildir. (7:189. O, o zattir ki sizi bir tek nefisten yaratti, esini de ondan yaratti ki gönlü buna isinsin)
Allah yeryuzu icin yarattigi bu farkli cinsteki insanlara cennette istedikleri gibi yasayabileceklerini ama, cennette bulunan bir agaca yaklaşmamalarını soyler. Çünku bu ağaca yaklastiklari zaman birbirlerinin farkli olduklarini anlayacaklardir.!! Bu da ikinci bir ispat ki kadin, normal yolla insanlarin uremesi icin yaratilmamasitir. O yuzden ALlah onlarin farkli olduklarini anlamalrini istemez.Boylece cinsel iliskiye girmeleri de mumkun olmaz.( 7:26 Ey Adem ogullari, seytan nasil ki, anne-babanizi çirkin yerlerini kendilerine göstermek için cennetten çikardiysa).. Kurandan ilk insanin adini ogreniriz. Adem. Ama esinin adini bir turlu ogrenemeyiz. Yorumcular tevratta gecen havva ismini sanki kuranda imis gibi koyarlar.Aslinda Kuranda bu ilk kadinin bir adi ve kimligi yoktur, o sadece erkek insanin esidir. Bu sekilde kadinin yeri ilk bastan devamli olarak vurgulanir. Kadin, dunyada halife olarak gorev yapacak erkege eslik edecek, onun hayatini senlendirecek bir varliktir.Ama hala cennettedirler.
Allah, yeri insan icin yaratti. Sonra yerde halife olacak insani yaratti.(2:29. O öyle bir yaraticidir ki, yerde ne varsa hepsini sizin için yaratti) Sonra insani yere degil de cennete yerlestirdi. Allah fikir mi degistirdi? Sonra da insan yasagi cigneyince cennetten cikarip, yere koydu. Ve aslinda halife insan icin yaratilan yer bir imtihan yeri olup cikti!Insani cennete hazirlayacak gecici bir yer oldu cikti.
11:7. O, hanginizin daha güzel davranacagi hususunda sizi imtihan etmek için gökleri ve yeri alti günde yaratti..
Allah halifesini imtihan etme geregini nicin duydu?
Allah’in yeryuzundeki halifesi Adem bir azmi olmadan yaratilmistir. Allah da onda bir azim bulmadigini soyler(20:115. Gerçek su ki, bundan önce Adem’e bir emir verdik, ama o unuttu ve Biz onda bir azim de bulmadik.)… Allah kendisine yeryuzunde halife olacak birini azimden yoksun olarak yaratir ve bu sekilde cennetten kovulmasi icin sebep yaratir ve sonunda insan aslinda uzerinde yasamak icin yaratildigi yeryuzune ceza olarak gonderilir. !! Ve gonlu isinsin diye yarattigi esi de bir dusman olur cikar!!Yani Alah kadinin yaratilis gayesi hakkinda fikrini mi degistirmistir?
(2:36-38 Bunun üzerine seytan onlari oradan kaydirdi, ikisini de bulunduklari o bolluk içindeki yerden çikardi. Biz de: “Haydi kiminiz kiminize düsman olarak inin ve yerde bir zamana kadar kalip nasibinizi alacaksiniz.” dedik. )
Allah’in fikir degistirme anlayisina en cok karsi cikanlar da muslumanlardir . Hatta bu sekilde ayetler bulundugu icin tevrati siddetli bir sekilde elestirirler. Ama Kurandaki bu gercekleri gormezler..
2:26-38 ayetinden sonra tekrar dusunuyoruz. Insan yeryuzunde halife olarak yasamak icin mi, yoksa cennette halife olarak yasamak icin mi yaratildi?Ilk yaratilis gayesi ne idi. (2:30)
Allah yeryuzunde kendisine halife olacak birini yaratmayi istedi ise, nicin “azimli” birini yaratmadi da zayif yaratti?(20:115) Allah’in halifesi, Allah’i temsil eden degil mi? ALlah zayif ve azimden yoksun mu?Allah sonra bu azimsiz yarattigi, zayif insanin zayifliklarinin ustesinden olmayan azmi ile gelmesini ister. Eger insan bunu basaramazsa, onu bekleyen bir cehennem vardir. (4:28. insan zaten zayif olarak yaratilmistir.)(50:16. Andolsun ki, insani Biz yarattik, nefsinin onu ne ile vesveselendirdigini biliriz.)
Insanlarin ve cinlerin de aslinda bu zayifliklarinin ustesinden gelemeyecegini bilir Tanri ama yine de yaratir.Tipki Adem’i azmi olmadan yarattigi gibi. ( 7:179. Andolsun ki, cin ve insanlardan bir çogunu cehennem için yarattik. Onlarin kalpleri vardir, onunla gerçegi anlamazlar, gözleri vardir, onlarla görmezler; kulaklari vardir ama onlarla isitmezler. iste bunlar hayvan gibidirler, hatta daha saskindirlar. işte o gafiller ancak bunlardir.)
(11:17. Ne var ki, insanların çoğu imana gelmezler.)
11:118. Rabbin dileseydi, kesinlikle bütün insanlari bir tek ümmet yapardi. Oysa ihtilaf edip duracaklardir.
119. Rabbinin: “Andolsun ki, cehennemi tamamen cinlerden ve insanlardan dolduracagim!” sözü tamamen yerine geldi.)
Burada bir celiski de ortaya cikiyor. Cunku Allah, cinlerin ve insanlarin cogunu cehennem icin yarattigni soyler ama sonra da onlari sadece kendisine kulluk etmesi icin yarattigini soyler. Kendisine kulluk etmeyecek insan ve cinleri nicin yaratti? Demekki Allah bazi insan ve cinleri kendisine kulluk etmeyeceklerini , kendisine iman etmeyeceklerini bile bile yaratti. O zaman 51:56 ayeti yanlis oluyor. (51:56. Ben cinleri ve insanlan ancak Bana kulluk etsinler diye yarattim.)
Ama suc Tanrinin degil, insanindir. ( 10:44. Muhakkak Allah insanlara zerre kadar zulmetmez, ama insanlar kendilerine zulmediyorlar.) Cunku Allah, insanlara ustesinden gelemeyeceklerini bildigi zayifliklari ile mucadele etmesi icin Kitaplar ve peygamberler gonderir.
( 10:57. Ey insanlar, iste size Rabbinzden bir ögüt, gönüller derdine bir sifa ve mü’minler için bir hidayet ve rahmet geldi. 108. De ki: “Ey insanlar, iste size Rabbinizden hak geldi. Artik hidayeti kabul eden kendi nefsi için kabul etmis olur; sapkinlik eden de kendi aleyhine sapmis olur. Ve ben sizin üzerinize vekil degilim)
Allah’in halifeleri o kadar cok hata yaparlar ki Allah onlari her hata yaptiklarinda cezalandirmaya gerek duymaz..Yoksa ortada halife falan kalmayacak.
16:61. Sayet Allah insanlari zulümleri ile cezalandirsaydi, yeryüzünde bir tek deprenen canli birakmazdi, fakat onlari belirli bir süreye kadar erteler. Süre sonu geldiginde ise ne bir an erteleyebilirler, ne de öne alabilirler)
Insan bu halifelik isini azmi olmayan, zayif yaratilisi ile kendi iradesi ile kabul etmistir. Bu gorevi kabul etmeyen gökler, yer ve daglar bile insandan daha zekidir.Insan boylesine cahildir. Ama insanin bu cahilliginin sucu da insanindir, Allah’in degil. ( 33: 72. Evet Biz, o emaneti göklere, yere ve daglara sunduk da onlar onu yüklenmeye yanasmadilar ve ondan korktular da insan yüklendi onu. O gerçekten çok zalim, çok cahil bulunuyor)
Allah insanlar anlasin diye kitaplar gonderir, pek cok aciklayici ornekler de verir. Ama nedense bunlari ilim sahibi kullardan baskasi anlayamaz. Eger Allah istese idi, butun insanlari anlayacak sekilde yaratirdi ama yaratmaz. ( 29:43. Iste bu misaller var ya, Biz onlari insanlar için getiriyoruz; fakat onlara ilim sahiplerinden başkasinin akli ermez.)(13:31. Allah dileseydi elbette insanlara hep birden hidayet buyururdu)(24:35. Allah, diledigini kendi nuruna yönettir ve insanlara birçok misaller verir. Allah, herseyi bilendir.)vs..
Peygamberlik gorevi de tabiiki Tanrinin halifesi erkeklerindir. Bu kitaplar, halife erkeklerin, dunyadaki hayati Tanrinin kurallarina gore duzenlemesi icin bir rehberdir. Yani isleri zordur ! O yuzden Allah dunyadaki herseyi erkekler icin yaratmistir..Ama bu yarattiklari da ayni zamanda tuzaktir, imtihandir …( 3:14. INSANLARA, kadinlar, ogullar, yüklerle altin ve gümüs yigınlari, cins atlar, davarlar, ekinler gibi zevklerin sevgisi, çekici hale getirildi. Fakat bunlar, dünya hayatinin geçici nimetleridir. Oysa Allah, akibet güzelligi, O’nun yanindadir ) ( 57:20 vs..)
3:14 ayeti, kuranin genel olarak erkege ve kadina bakisini cok guzel ozetler.Bunun gibi pek cok ornek bulunabilir. Kuran icin INSAN olan erkektir, kadin sadece ona verilmis bir zevk aracidir.Hatta erkege verilen cocouklari da ayirir. Ogullar degerlidir, kiz cocuklarin ise adi bile gecmez.O yuzden Kuran, “Ey iman edenler!, Ey insanlar! Ey Adem ogullari! Derken aslinda erkege hitap etmektedir. Kadina ise ayrica genel bir ifade tarzi ile seslenir, yada erkeklere seslenerek “kadinlariniza soyleyin” der. Boylece kadin ile Allah arasinda, erkegi halife ilan eder, soz sahibi, yetkili kilar.Ozellikle 4:34, kadinin erkegin karsisinda ki yerine ic suphe olmayacak bir aciklik getirir:
– Kadin oncelikle erkegine itaat etmekle yukumludur.
– Erkegin yaratilisindaki farkliliktir aslinda onun ustunlugudur. Yani erkek kadindan ustundur.
– Erkegin bu ustunlugu o yuzden calismasina da elverislidir.
– Erkek kendisine itaat etmeyen kadin ile anlasmaya calismakatna ziyade, onu kendisine itaat etmeye zorlamalidir. Yani bir efendinin kolesii , patronun iscisini, babanin cocugunu, kendi kurallarina uymasi icin zorladigi gibi..Allah’in kurallarina uymayi peygamber zorlar, Allah’in ve peygamberin kurallarina uymaya yetkililer zorlar, bunlarin hepsine uymayi ise aile icinde erkek zorlar. Sonucta dunyanin alifeleri erkektir.Asagidaki ayetler de halifelerin hangi cins olduguna aciklik getirir.
Yani kadinin ikinci sinif oldugu, insan olarak yaratilan asil varlik olmadigi acikca belirtilir. Hernekadar muslumanlar modern gorunmek, Kurani sirin gostermek icin bunun aksini iddia etseler de kitap bu ornekler ile doludur.Bir ornek daha: 19:17. Onlarla arasina bir perde çekti. Derken kendisine ruhumuzu (Cebrail’i) gönderdik de o, düzgün bir insan(=erkek) seklinde ona göründü.
38:26. Ey Davut , gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptik. Artik insanlar arasinda dogrulukla hükmet, keyf(in)e uyma ki, seni Allah yolundan sapitmasin; çünkü Allah yolundan sapanlar hesap gününü unuttuklari için kendilerine pek siddetli bir azap vardir.
6:9. Kendisini(peygamberi) bir melek de yapsaydik, yine onu bir erkek kilacak ve onlari yine düstükleri süpheye düsürecektik.
16:43. Senden önce de peygamberler olarak yalnizca kendilerine vahy vermekte olduğumuz erkekler gönderdik. Bilmiyorsaniz ilim sahiplerine sorun.
4:59. Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin, sizden olan yetkililere de itaat edin…
Yukaridaki ayetler de gostermektedir ki yoneticiler, halifeler sadece erkek olmalidir. Kadinlar 4:59 listesine ek olarak, kocalarina( yada babalarina, yada erkek kardeslerine yada diger musluman erkeklere) da itaat etmek zorundadirlar. ( 4:34. Erkekler, kadinlar üzerinde hakim dururlar, çünkü bir kere Allah birini digerinden üstün yaratmis ve bir de erkekler mallarından harcamaktadirlar. Bunun için iyi kadinlar, itaatkardirlar. Allah’in korumasini emrettigi seyleri, kocalarinin yoklugunda da korurlar. Serkeslik etmelerinden endise ettiginiz kadinlara gelince; önce kendilerine nasihat edin, sonra yataklarinda yalniz birakin, yine dinlemezlerse dövün. Itaat ettikleri halde onlari incitmek için bahane aramayin.)
Tekar edelim. Kadin Allah’in yeryuzunde kendisine halife olarak yarattigi “insan” kapsamina girmez.Ikinci sinif bir insandir.Kadin Allah’in halifesi degildir.Bu amacla yaratilmamistir.Ama muslumanlar, kadina deger veriyorlar ya uyduruk bir sebeple kadinin da Allah’in halifesi oldugunu savunarak, islami, kurani sirin gostermeye calisirlar.Ama uygulamalr, ayetler, sunnet bunun hic de boyle olmadigini butun gozlere sokar. Ozellikle uygulamalar… Ama buna da kadini kotuluklerden korumak deyip gecerler.
Allah herseyi erkek icin yarattigi icin onlarin sukretmesini ister. Ama demekki insan nankordur. Bir turlu Allah’in kendilerini bu dunyada nicin halife yarattigini anlamazlar. Allah’a sukretmeleri gerekir cunku Allah pek cok nimet yaratmistir. Ama bu nimetler sadece insanlari cehenneme gonderecek tuzaklardir. !! Bu insanlar nicin hala sukretmezler. (14:34. Hem size istediginiz seylerin hepsinden verdi; öyle ki, Allah’ın nimetini saysaniz onu bitiremezsiniz. Gerçekten insan çok zalim, çok nankördür.)(18:7. Biz yeryüzünde olan seyleri ona bir süs yaptik ki insanlari imtihan edelim: Hangisi daha güzel bir amel yapacak?)(27:73. Muhakkak Rabbin, insanlara karsi mutlak bir nimet sahibidir; fakat onlarin çogu sükretmezler.)(35:5. Ey insanlar, haberiniz olsun ki, Allah’in va’di(cehennem) muhakkak gerçektir; sakin o dünya hayati sizi aldatmasin)
Bu dunya hayatindaki imtihanin aslinda erkegi hedefledigini de cennet tasvirlerinden cok iyi anlasilir. Cunku cennetler erkekleri mutlu etmek icin hazirlanmistir.Pek cok huriler, gogusleri yeni tomurcuklanmis dilberler falan vardir. Yani pek cok kadin sozu verilir. Hadislerle de bu tasdik edilmistir. Kadinlar icin ise sadece bir erkek vardir ve erkegin karisini seveceginden bahsetmez ama kadinin kocasini seveceginden bahseder! ustelik kadin bu erkegi de diger kadinlarla paylasmak zorundadir. dunyadaki ikinci siniflik, cennette de devam edecektir. cennette de kocalari icin var olacaklar… Butun erkeklere huriler, dilberler verilir ama cennetlik kadinlar kocalarina, sagin adamlarina verilir.Yani erkekler icin yaratilmislik orada da devam edecektir. ! Peki kadin bu kocayi istemezse ne olacak sorusuna de cok guzel cevap verilir. Kadin yeniden insa ediliyor ya.. Once tekrar bakire olacaklar ! Kocalari ile ayni yasta olacaklar! SOnra da kocalarina deli divane asik edilecekler ki sikayet etmesinler! Bunlar kadin icin mi erkek icin mi dusunulmus acaba !!Kime yardim ediyor. Bu sekilde kiskanc kocalara da “merak etmeyin, karinizi baska erkege verip sizi kizdirmayacagiz” mesaji verilir.
56:16. 34 Biz onlari yeniden insa etmisizdir,
35 onlari bakire kilmisizdir,
36 kocalarini çok seven ayni yasta,
37 sagin adamlari için.
Kurandan anlasilan odur ki:
1- Kadin oncelikle erkege zevk vermek icin, onlara eglence olsun diye yaratilmistir, buna da es olmak denmistir.(7:189)
2- Kadin dunyada, yukaridaki gorevine ek olarak bir de erkegin soyunu devam ettirmek icin, cocuk dogurma ve yetistirme gorevini ustlenmistir. Ama bu gorev bakiciliktan oteye gecemez. Cunku cocuklar once babanindir, cocuklarin egitimi ve gecimi de o yuzden babaya aittir. Cocuklar ozellikle erkek cocuklar babanin soyunu devam ettirmek icindir, kiz cocuklar ise diger erkeklerin soyunu devam ettirmek icin. Bu da kiz cocuklarinin nicin istenmedigini anlatir. Cunku erkekler, diger erkelerin soyunu devam ettirmesini bile istemez, kiskanir.(2:223)
3- Kadin , cocuklar gibi erkegin gozetiminde, kontrolundedir. Karisini ve cocuklarini egitmek, erkegin gorevidir. Bu durumda aile icindeki Allah’in halifesi erkektir.(66:6, 4:34)
2:223 kadinlariniz, sizin için bir tarladir. O halde tarlaniza dilediginiz gibi varin ve kendiniz için ileriye hazirlik yapin.
66:6 Ey inananlar!(Erkeklere sesleniyor) Kendinizi ve ailenizi bir atesten koruyun ki onun yakiti insanlar ve taslardir. Onun basinda gayet kati, siddetli, Allah’in kendilerine buyurduguna karsi gelmeyen ve emredildikleri seyi yapan melekler vardir.
4:34. Bunun için iyi kadinlar, itaatkardirlar. Allah’in korumasini emrettigi seyleri, kocalarinin yoklugunda da korurlar. Serkeslik etmelerinden endise ettiginiz kadinlara gelince; önce kendilerine nasihat edin, sonra yataklarinda yalniz birakin, yine dinlemezlerse dövün. Itaat ettikleri halde onlari incitmek için bahane aramayin.)
Kadinin itaat etmesi, iyi bir mumin olmasi once yaratilis sebebini iyi kavramasi, bu konuda asi olmamasi ve itaat etmesinden gecer. Kadin kocasina itaat etmekle Allaha ve peygambere itaat etmis olur.Bu gorev dagitiminda kadinin secim hakki yoktur. 66:6 ve 4:34’e gore erkek kadini egitmek ile yukumlu iken, kadinin erkekten farkli bir fikre sahip olmasi dusunulemez. O zaman kadin erkege itaat edene kadar, erkege, onu incitme , baski yapma hakki verilmistir. Kuran kadina calisma hakki verdi dense de erkek kabul etmeyince, izin vermeyince bu nasil mumkun olacaktir.Ozellikle, Allah erkegin ustunlugunun mallarindan harcamasi, yada calismasi yuzunden oldugunu soylemisse..Ve erkegin, yaratilisindaki ustunlugu ile calismaya daha uygun oldugu soylenmisse( 4:34). Erkek bu ustunlugunu kaptirmak ister mi…Ayrica Kuranda kadinin ve cocuklarin gecimini saglamak gorevi de erkege verilmistir. Bu gorev erkegindir. Iyi bir musluman ilk olarak bu gorevini yerine getirmek zorundadir.Sonucta Kuran kadini dolayli olarak yada dolaysiz olarak, verdigi gorevi kabul etmek icin zorlar, baski uygular. Kapana kistirir.Kadinlar , kucuk yaslardan beri bu gorevleri icin hazirlandiklari icin, ve cocuklarin egitiminden, kendi egitimlerinden de sorumlu olmadiklari icin, kadinin din disindaki konularda egitilmesi gereksizdir. Kimsesi olmayan bir kadin calisabilir, ama gerekli egitimi zamaninda almadigi icin calisacagi alanlar da egitim gerektirmeyen, onemsiz isler olacaktir.Yani kadin toplumun en alt tabakasina itilmis, hapsedilmistir. Kucuklukten baslayarak beyni yikanmis, esas gorevinin ne oldugu ogretilmis, dusunmesi engellenmis ve itiraz etmesi onlenmistir..Onceden egitilmeyerek de sonra iyi makamlara gelip, problem olmasi da engellenmistir. Yani kadin bir kapanda yetistirilmektedir.
33:36. Bununla beraber, Allah ve Rasulü( sunnet ve hadislerle) bir ise karar verdigi zaman, gerek inanan bir erkegin gerek inanan bir kadinin kendilerine ait bir iste tercih haklari olamaz. Her kim Allah’a ve peygamberine asi olursa açik bir sapiklik etmis olur.
4:34. Erkekler, kadinlar üzerinde hakim dururlar, çünkü bir kere Allah birini digerinden üstün yaratmis ve bir de erkekler mallarindan harcamaktadirlar
Ve insanlar, aslinda yeryuzunde halife olmak icin yaratildiklari halde, cennete gitmek icin cabalayip dururlar. Bu Allah’in bir vaadidir ! Insanlar aslinda cennette halife olmak icin mi yaratildi, yoksa yeryuzunde halife olmak icin mi? Yani insanin yaratilis gayesi ne idi. Bence Kuranin en buyuk Celiskisi burada…… Kuran once buna bir aciklik getirsin. Allah’in buyuk bir cosku ile verdigi haber, yeryuzunde bir halife yaratacagim diye verdigi haber unutuldu, yeryuzu gecici bir imtihan yeri oldu, cennet ise sanki ilk basta insan icin yaratilmis bir yer oldu cikti. Yani Insanin da yaratilis gayesi degisti… Allah fikir mi degistirdi?
Garip İnsan’dan, (1), 10.11.2003
TÜRBAN 32
“Türban bizim NAMUSSUMUZdur” (Bülent Arınç AKP Bakanı)
“karım ve kızın türbanı inançlı oldukları için takıyorlar” RTE ()
“Türbanı dinimizin gereği giyiyoruz” (birçok kandırılmış ya da ikna edilmiş kızlarımız, hanımlarımız)
“TESETTÜR KADININ İFFETİNİ KORUR”
“Kadının örtülü olması, hürriyetini kısmak için değil, bilakis şeref ve iffetini korumak içindir”
“… . Bunun için kadın, yüzü ve bileklere kadar elleri hariç olmak üzere vücudunun geri kalan kısımlarını, muntazam olarak örtmekle yükümlüdür.” (Gül İsimli bir hanım, internette yazmış)
Yazı bir sayfadan fazla. Hadisler ve demişler-komuşlarla sürüp gidiyor…
+
Vatan imar isterken, insanımız, zenginlik ve refah isterken, milletimiz, bilim ve ustalık, yüksek uygarlık, hür düşünce ve hür yaşayış isterken
Birileri yine “TESETTÜRÜ” “TÜRBANI” sakız gibi çiğnemeye başladılar.
Ben de bu konuları sakız gibi çiğnemekten bıkmış birisi olarak ve de din adamı değil bir araştırmacı olarak yine yazmak zorunda kaldım.
Her zaman olduğu gibi, konuyu üstatlarından alıntılarla sunacağım.
Takdir sizlerindir saygılarımla CEMİL DENK
+
İlahiyatçı Prof. Yaşar Nuri Öztürk’:
“Putperest veya yarı putperest kadın düşmanı Arap örflerini DİNLEŞTİRMEK için Akıl almaz yalanlar söylenerek, bunlar ‘HADİS’ adı altında Hz. Peygambere mal edilmiştir”.
+
A’raf suresi 22’nci ayet:
“Şeytan onları hile ile aldattı. (onlar) ağacın meyvesini tattıklarında, “ayıp yerleri” (Avret Yerleri) Kendilerine göründü. Cennet yapraklarından Üzerlerine örtmeye başladılar.”
İlahiyatçı Prof. Dr. Şahin filiz: “Bu ifade TEVRAT ve İNCİL’DE de vardır. Ama orada da, “Havva Başını Da Örttü” diye Bir ifade yoktur”.
+
A’raf Suresi 26’ncı Ayet: “Ey Ademoğulları, Biz size; Ayıp Yerlerinizi Örtecek GİYSİ, SÜSLENECEK ELBİSE, ve de “TAKVA ELBİSESİ” yarattık. İşte o daha HAYIRLIDIR.”
+
“TAKVA ELBİSESİ (İslam Ansiklopedisi): Yüzdeki HOŞ İFADE, ALÇAK GÖNÜLLÜĞÜ ifade eden YÜNDEN YAPILMIŞ ELBİSE, İYİLİK, GÜZEL DAVRANIŞ, ALLAH’TAN SAKINMA, Savaşlarda giyilen ZIRHLI elbise MİĞFER
+
Nahl suresi 81’nci ayet:
“Allah sizi Sıcaktan Koruyacak elbiseler ve Savaşta sizi koruyacak Zırhlar yarattı.”
+
Ahzab Suresi, 59’ncu ayet: (İlahiyatçı Prof. Neşet Çağatay) : “ey peygamber, Eşlerine ve kızlarına ve Hür kadınlarına; de ki, Dışarı çıkarken Üstlerine örtü alsınlar, Bu onların TANINMALARINA, Tanınıp da Eza edilmemelerine En elverişli olanıdır.”
+
İlahiyatçı Prof. Mustafa Sağ, “Evrensel Çağrı, Kur’an Meali”:
“Kuran ayetinde ‘BAŞÖRTÜSÜ’ diye Bir kelime GEÇMEMEKTEDİR. Buna rağmen Tüm kuran tefsirlerinde ve çevirilerinde Kuran ayeti ‘BAŞÖRTÜSÜ’ olarak çevrilmiştir. Hâlbuki ayette geçen “HIMAR’ kelimesi ‘BAŞ ÖRTMEK’ anlamında DEĞİL, Sadece ‘ÖRTMEK’ anlamına gelmektedir. Eğer, Herhangi bir şey ÖRTÜLECEK ise. O Şeyin VURGULANMASI gerekir. Örneğin;
MASA ÖRTÜSÜ derken, ÖRTMEK Kelimesinin yanına MASA kelimesinin gelmesi gibi, Başörtüsü dendiği zaman da “ÖRTMEK” (“HIMAR”) kelimesinin yanına “BAŞ” (“RE’S”) kelimesinin gelmesi gerekir Böylece yaratılan sözcük: ‘HIMARÜ-RE’S’ olacaktır!!!
+
İlahiyatçı Prof. Yaşar Nuri Öztürk:
“Halkımızın ‘SIKMA BAŞ diye tanıttığı bu KAPATMA; İSLAM İLE DEĞİL, TALMUT MÜSEVİLİĞİ ve PAVLUS HIRİSTİYANLIĞI ile izah edilebilecek bir tavırdır. “Nur Suresi 31’deki Emir; BAŞA İLİŞKİN BİR EMİR DEĞİL, GÖĞSE İLİŞKİN BİR EMİRDİR.”
“TÜRBAN; RAHİBE KIYAFETİDİR.
Müslüman kadın, Başını, Yüzünü, Dirseklere kadar Kollarını, Bileklere kadar AYAKLARINI (kapatmaz) Bunların dışındaki vücut bölgelerini ZAMANI- ZEMİNİ, İŞ ŞARTLARINI, İKLİM ve COĞRAFYANIN özelliklerini dikkate alarak kapatır.” (ALLAH İLE ALDATMAK)
“Kadın vücudunun ziynet olarak düşünülmesine dayanak olacak Hiçbir KUR’AN AYETİ YOKTUR.”
“kadının Başını Örtmesi Gerektiğine Dair Hiçbir Yerde yazılmış TEK SATIR YOKTUR. İleri sürülen tek talep; KADININ GÖĞSÜNÜ ÖRTMESİNDEN ibarettir” (DİN NASIL YOZLAŞTIRILDI)
İlahiyatçı Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ (Hürriyet, 10 Şubat 2008)
“Dindarlığı, eşinin başının örtülü oluşuyla bilinen ve AKP’NİN Kurucularından biri olan, Prof. Dr. Nevzat YALÇINTAŞ şöyle diyor:
“Türban sorunu İTHAL bir sorundur. Konu TÜRKİYE’YE bir NİFAK gibi sokuldu. “TÜRBAN” NİFAK, FİTNEDİR. Fitne ise adam öldürmekten Daha kötü bir şeydir”
+
İlahiyatçı Prof. Dr. Şahin filiz;
“Baş örtmeye, NUR suresi’nin 30. ve 31. Ayetleriyle AHZAB suresi’nin 59. Ayeti Sürekli kanıt olarak gösteriliyor. Ancak Bunlar kesinlikle BAŞÖRTÜSÜYLE İLGİLİ DEĞİLDİR.
Çünkü Bu ayetlerde BAŞ VE SAÇ SÖZCÜKLERİ GEÇMEZ”. (SİYASET- TARİKAT GÖLGESİNDE DİN VE KADIN)
+
“Bu kadar önemli, Bu kadar vurgulanan bir emir olsaydı, SAÇ ve BAŞ sözcüklerinin geçmesi gerekirdi. Oysa böyle bir şey yok. Kuran’a göre Asıl örtülmesi gereken GÖĞÜS kısmı ve cinsel ORGANLARDIR
+
“Şeriat hukukunun geçerli olduğu ülkelerde İnsan yaşamını hiçe sayan cezalar var.
Örneğin KOL, BACAK, EL KESMEK, KADINLARI RECMETMEK gibi…
BUNLAR KURAN’DA YOK. Bunlar, Uydurulan hadislere konulmuşlardır.”
+
“BAŞÖRTÜSÜ YAHUDİ GELENEĞİ”dir “TEVRAT ve TALMUD’DA Başörtüsü İle İlgili Ayetler Vardır”.:”YAHUDİ geleneğini inceledim. YAHUDİLERDE, ‘BAŞÖRTÜSÜZ KADINLAR İFFETSİZDİR, NAMUSSUZDUR. “BAŞ ÇİRKİNDİR, ÖRTÜLMESİ GEREKİR. Başörtüsüz hiçbir kadın dışarı çıkmamalıdır’ denilmektedir.
Yahudi geleneği direkt olarak islamı etkilemiştir. Yoksa
İSLAM’DA BAŞÖRTÜSÜ KESİNLİKLE SÖZ KONUSU DEĞİLDİR.
+
“İslam’da BAŞÖRTÜSÜ ÖRTEMEYENLER ile ilgili Kesin BİR CEZA YOKTUR. İslam’da 76 tane temel farzdan bahsedilmektedir.
76 farzda kesinlikle BAŞÖRTÜSÜ GEÇMEMEKTEDİR.
“Dini temeller bakımından BAŞÖRTÜSÜ, kesinlikle DİNİN bir EMRİ DEĞİLDİR.”
+“Bizim anlayamadığımız: “bir ŞERİAT-TARİKAT SİMGESİ olan ÖRTÜNMENİN (tesettürün) Allah’ın emri diye dayatılması ve Yeniden ŞERİATA DÖNÜLMESİ ÇABASIDIR.
+
“Eğer dedikleri gibi ŞERİATI-TARİKATI SİMGELEYEN başörtüsü (TÜRBAN) Allah’ın emri olsaydı HİÇBİR BEŞERİ GÜÇ Kadınların BAŞINI AÇMASINI önleyemezdi.
Tıpkı DEPREMİ ÖNLEYEMEDİKLERİ, Önleyemeyecekleri gibi… Gökyüzünde bulanan
Güneş, Ay ve Yıldızların YÖRÜNGESİNİ DEĞİŞTİREMEYECEKLERİ gibi… Yaşlanmayı, ölümü önleyemeyecekleri gibi”
+
SON SÖZ:
TÜRBAN, TESETTÜR, DİN GEREĞİ DEĞİL,
GİYENLERİN BİLGİSİ OLSUN.
GİYMEYENLERİN GÖNÜLLERİ RAHAT OLSUN! C.D.23 Mayıs 2009
+
Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Turkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”
“Laiklik; asla Dinsizlik olmadığı gibi, sahte Dindarlar ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için gerçek Dindarlığın gelişmesini temin etmiştir”
“Ben manevi miras olarak hiçbir AYET, hiçbir DOGMA, hiçbir DONMUŞ ve KALIPLAŞMIŞ bir KURAL bırakmıyorum; “Benim manevi MİRASIM; İLİM ve AKILDIR.” (İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, s. 13/ Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri Utkan Kocatürk)
“Benden sonra beni benimsemek isteyenler bu temel eksen üzerinde AKLIN ve İLMİN rehberliğini kabul ederlerse, benim manevi mirasçım olurlar” (İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, s. 13/ Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri Utkan Kocatürk
“Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, Hayat için, muvaffakiyet için en hakikî yol gösterici “İLİM”dir, “FEN”dir. İlim ve fennin dışında kılavuz aramak gaflettir, [aymazlıktır] cehalettir [bilgisizliktir] dalalettir [doğru yoldan sapmaktır]
Yalnız, ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişmesini kavramak ve ilerlemelerini zamanında izlemek şarttır.
Bin, iki bin, binlerce sene evvelki ilim ve fen dilinin çizdiği kuralları, şu kadar bin sene sonra bugün, aynen uygulamaya kalkışmak, elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir.” 1924 (Atatürk’ün M.A.D., s. 19; M.E.İ.S.D.I, s. 21/ Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri Utkan Kocatürk
BUNLARI KİM EĞİTİYOR?.. 33
KASIM ayı faciasından sonra terör İstanbul’da yine hortladı. Bundan sonra da sık sık eylem yapacakları anlaşılıyor. Daha önce yaptıkları hariç! Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Muammer Aksoy gibi nice değerleri onlar öldürdü, aramızdan onlar aldı.
Bu kez hedef Mason Derneği idi ve ‘‘ucuz’’ atlatıldı.
Masonlar kimdir, necidir? Masonlukla ilgim olmadığı için ayrıntılarını bilemem. Bildiğim tek şey, Allah’a inanırlar ve üç semavi dine (Müslümanlık, Hıristiyanlık, Musevilik) aynı ölçüde saygı duyarlar. Derneklerinde Kuran, İncil ve Tevrat vardır. Atatürk ilkelerine bağlı, laik bir kesimdir.
Masonlar ülkemizdeki şeriatçı kesimin ve onların temsilcisi olan irticacı medyanın her zamanki boy hedefidir. Onları ‘‘Allahsız kitapsız’’ olarak tanıtırlar, nefret ederler ve hedef gösterirler.
Hele bunların günlük bir gazetesi vardır ki, kimi hedef gösterse öldürülmüştür. Cumhuriyet’in savcıları bu yayınların üzerine nedense gitmezler. Yaptıkları görmezden gelinir.
+
Mason Derneği baskınında üzerlerindeki bombaların çoğu patlamadı. Ama bu demek değildir ki aynı eylemler bundan sonra olmayacak.
Siz teröristin toprağını gübrelerseniz, onları yönlendiren yayınları görmezden gelirseniz, şeriatçı kesimlerin laik cumhuriyet ilkelerine saldırışlarına karşı tavır koymazsanız, olacağı işte budur.
Din ticaretinin, din sömürüsünün, dini siyasete alet etmenin, türbanı malzeme yapıp oy peşinde koşmanın sonucu da budur.
İslamcı terör sadece bizim değil, dünyanın belası oldu.
Türkiye’de ne yazık ki yaygın inanışlar var.
‘‘Benim hırsızım iyidir.’’
‘‘Benim teröristim iyidir.’’
Hiçbir iktidar kendi hırsızının üzerine gitmez.
Teröristin üzerine zorunlu olarak gidilir. Hiç kimse, hiçbir yayın organı açıkça ortaya çıkıp bunlara övgü düzmez. Ama özellikle İslamcı teröristi gübreleyen ortamın, bu doğrultuda yapılan yayınların üzerine de gidilmez.
+
İntihar bombacıları Mason Derneği binasına dalarken tekbir getiriyorlar.
Adamın üzerinde bomba patlamış, içi dışına çıkmış, eli kolu kopmuş, hastaneye götürülürken sedyede bile slogan atıyor. Adının Abdullah İslam olduğunu söylüyor.
Kod adı bile anlamlı!
Türkiye bu işlerin, bu beyin yıkama faaliyetinin üzerine gitmek zorunda. Bu bombacılar, intihar saldırısı yapanlar bu ülkeye başka gezegenlerden gelmiyor.
Onları biz yetiştiriyoruz.
Eğitim sistemi laçka. Kuran kurslarında, arka bahçe imam hatip okullarında küçücük bebelerin, gencecik çocukların pırıl pırıl beyinleri yıkanıyor. Adamların gazetelerinde açıktan köşe yazıları yazılıyor, haberler yapılıyor:
‘‘Medeni nikah kaldırılsın, imam nikahı geçerli kılınsın… Kuran kursları serbest bırakılsın… Türbana özgürlük… Sizi gidi laikçiler…’’
Sadece onlar değil, bir de onlara sahip çıkan Nazlı Ilıcak gibiler ve onların gazeteleri.
Tarikat liderleri ekranlarda, sayfalarda. Hatta şimdi TRT ekranlarında programlarda!
Atatürk’le, laiklikle, cumhuriyet ilkeleriyle alay ediliyor, hakaret ediliyor, tehditler savruluyor. Hedef gösterilenler arasında Masonlar da var. Ülkeyi yönetenler bunları görmüyor mu?
+
Görmez olurlar mı! Elbette görüyorlar da, üzerine gitmek işlerine gelmiyor.
Teröristi yakalarsınız. Siz yakalarsınız, ardından yeni eylemler gelir. Önemli olan, terörü yaratan, teröristi besleyen, tohumları toprağa atıp sonra yeşerten ortamları yok etmektir. Bunu kim yapacak, hangi hükümet yapacak?
Bataklık kurutulmadıkça bugünü kurtarırsınız, yarın aynı şey yeniden karşınıza çıkar. Çıkacaktır da!
Adam bombaları üzerine sarmış, içeriye tekbir getirerek dalıyor. Adam hastane kapısında, sedyede bile slogan atıyor.
Bu beyinleri kimler yıkamış, kimler nerelerde oluşturmuş? Her İslamcı eylemden sonra açıktan yayın yapamayıp içinden bile olsa ‘‘Helal olsun bu arkadaşlara’’ diyen kesimler orada! Bundan sonra kimleri, nereleri hedef gösterecekler? Bekleyin, görürsünüz.
+
Ülkemizi ‘‘tarikat-siyaset-ticaret’’ üçgeninden kurtarmak zorundayız.
Emin ÇÖLAŞAN, 11.3.2004
TESETTÜR DEDİĞİN 34
Arabın yüzünden şu tesettür dediğin;
Belden aşağıdadır aklı fikri herifin…
Bakmışlar dizginlemek olanaksız Arabı,
Şartlamışlar kadına peçeleri, nikabı.
Sen … kuzum söyle Allah aşkına?
Hele heves ettiğin ahkama bir baksana!
Kadın ikinci sınıf, tekme yer hep kıçına;
Hala dank etmedi mi şu türbanlı başına?
Şimdi bir de kalkmışsın bu akla saf tutarsın;
Seni hor görenlerin kafasına uyarsın…
Oysa onun gözünde, sen karınca kadarsın…
Kusura bakma ama, sen gerçekten …!
Hilesi hud’ası var, yobaz kendine baksın;
Toplum geri kaldıkça kıçına kına yaksın:
Aslında o akıllı ama sen dangalaksın;
Uyan da söyle şuna, seni rahat bıraksın!
Binbeşyüz sene geçmiş hep yerinde sayarsın;
Şeriyatın indinde ha yoksun, ha ki varsın…
Hala kara bahtını yobazlara sorarsın,
Kusura bakma kızım, dört dörtlük …
K. G.
X
AV. HAYRİ BALTA’NIN ÖZ GEÇMİŞİ… 35
1932 yılında Gaziantep’te doğdu. 10 yaşında iken annesi öldü. Babası, eşinin ölümüne dayanamayarak yaşama küstü.
Çocukluğunun kış günlerini Gaziantep’in Tabakhane semtinde; yaz günlerini de Gaziantep’e yakın İbrahimli köyündeki bağlarında geçirdi.
Yaz günlerinin gecelerinde kayan gök taşlarını görünce “Tanrım! Ölen annemi geri gönder!” diye dileklerde bulundu…
Dileklerinin yerine getirilmemesi üzerine sükut-u hayale uğradı ve Allah’ı aramaya başladı…
1945 yılında Gaziantep Lisesi Ortaokul 1. Sınıfa giderken yapılan bir temizlik yoklamasında Türkçe öğretmeni: “Gömleğin kirli, git değiştir gel!” deyince, çok da istediği halde, utancından bir daha okula gidemedi…
Okula gidememesine karşın; okuma ve öğrenme tutkusu ile yanıp tutuştu. Okuyamamış olmasının eksikliğini; günlük gazeteleri, haftalık ve aylık dergilerle kitaplar okuyarak gidermeye çalıştı.
Okuldan koptuğu yıllarda geçimini dericilik, kilimcilik yaparak sağladı… Çalışmaktan artan boş zamanlarında futbol oynadı. Kendisi futbolu değil de futbol kendisini bıraktığı zaman futbol hakemlik kursuna bitirdi…
Stajyer olarak yönettiği ilk maçta taraftarlarca geleneksel tezahürat yapılınca futbol hakemliğini bıraktı.
25 yaşında Gaziantepli tasavvufçu, tasavvuf müziği ustası olgun insan Dindar Filozof Dr. Emin Kılıç Kale’den; Ahlak, tasavvuf, yaşam ve müzik dersleri aldı… O toplulukta kimi zaman tef vurdu ve kimi zaman da ney (nay) üfledi.
Bu toplulukta “fırınlara girip çıktı”, “ölmeden önce öldü”, “yeniden doğdu”. Bu topluluğa “ölü” olarak girdi “diri” olarak çıktı.
Dünya görüşü nedeniyle kavmiyetçi ve ümmetçi kişilerce hakaretlere ve iftiralara uğrayarak komünistlikten yargılandı.
Yargılama sonunda mahkeme: “Hayri Balta, Atatürkçü ve aydın bir kimse!” (Gaziantep Sorgu Hakimliği. E. 962. K. 127/16) diye karar verdi. Böylece Türkiye’de mahkeme kararı ile “Atatürkçü ve Aydın” sayılan bir kişi oldu. Ne var ki aklanmasına karşın 10’a yakın işyerinden kovuldu. 10’a yakın ev değiştirmek ve sonunda Gaziantep’ten ayrılmak zorunda kaldı…
1965 yılında, 33 yaşında iken, Gaziantep Lisesi Akşam Ortaokuluna başladı. 1969 yılında dört yıllık olan bu okulu sınıf ve okul birincisi olarak bitirdi.
Gaziantep Akşam Lisesi 1. Sınıfında okurken “Kavmiyetçi ve Ümmetçi” kişilerce rahat verilmemesi üzerine 11 Mart 1971’de Ankara’ya göçtü.
Gaziantep’ten ayrıldıktan bir gün sonra 12 Mart 1971’de Ordu, yönetime el koydu. Böylece 12 Mart’ın hışmından kurtulmuş oldu. Eğer o tarihte Gaziantep’te olsaydı başına gelecek vardı…
Ankara’ya gelir gelmez Anafartalar Akşam Lisesi 1. sınıfına kaydını yaptırdı ve Genel-İş Genel Merkezi Hukuk Bürosunda yazman, bir süre sonra da muhasebe bölümünde muhasebeci ve daktilo olarak çalıştıktan sonra muhasebe şefliğine getirildi.
Gündüzleri çalıştı, akşamları okula gitti. 4 yıllık Anafartalar Akşam lisesini bitirdikten sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Akşam Türkçe Bölümüne kaydını yaptırarak derslere gidip gelmeye başladı. 15 gün sonra yaşının geçmiş olduğu gerekçesiyle okuldan kaydı silindi.
Bunun üzerine yılmadı bir yıl da üniversite sınavlarına çalıştıktan sonra 1974’te Ankara Hukuk Fakültesine girmeyi başardı ve hem çalışıp hem okuyarak 1979 yılında Hukuk Fakültesini bitirdi ve bir yıl da staj gördükten sonra 1980 yılında (48 yaşında) avukatlığa başladı.
Hukuk Fakültesi öğrencisi iken, 27 Mart l977’de, ölüm döşeğindeki babaannesini görmek için gittiği Gaziantep’te, gece yarısı evinin önünde, faşistlerce kurşunlandı… Sağ göğsünden giren kurşun akciğerinin üst lobunu delerek kürek kemiğinden çıktı. 15 gün ağzından kan geldikten sonra “hayatî tehlikeyi” atlatarak yeniden yaşama döndü. Hâlâ zaman zaman kurşun yarasının acısını hisseder ve düşlerinde yakın mesafeden ateş edilen tabanca sesi ile uyanır…
Avukatlık yaptığı sırada Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucularından oldu.
İlk iki Yönetim Kurulunda Genel Sekreter yardımcısı olarak görevli iken 11 Mart 1991 tarihinde ağır bir kalp krizi geçirince kalbinin % 70’i çalışamaz bir duruma geldi. ADD’deki görevinden ayrıldı ve doktorların sözü üzerine avukatlığı bıraktı. O günden bu güne değin de evinde yazarlık yapmaktadır…
Yaşamı boyunca emeğinden başka geliri olmadığı için eşi ve dört çocuğu ile geçim zorluğu çekti. Ankara’da iki kışı, ailesi ile birlikte, odunsuz, kömürsüz, elektrik sobası ile geçirdi…
65 yaşına kadar yoksul olarak yaşadıktan sonra babaannesinden kendisine kalan trilyonlar değerindeki taşınmazları, kendisine yeteri kadarını ayırdıktan sonra, dört kızına bıraktı…
Şu an dört kızından 6 torunu bulunmaktadır. Torunlarından biri Amerika’da bir üniversitede Siyaset Bilimi hocalığı yapmaktadır. Biri de İnşaat Fakültesini bitirmiş olup bir şirkette inşaat mühendisi olarak çalışmaktadır…
Yaşamı boyunca, hastalığında bile, bir Aydınlanmacı olarak düşünce özgürlüğünü, laikliği ve Cumhuriyetin kazanımlarını korumaya çalışmıştır. Laikliği savunmak için birçok dava açmış ve bu davalardan birinin sonucunda da ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ kurulmuştur.
Gaziantep yerel gazetelerinin, bir ikisi dışında, hemen hemen hepsine günlük yazı verdi. Kimisi kapandığı için, kimisinden de, bir süre sonra, yazılarına yer verilmediği için, ayrıldı.
Ankara’da ise Barış ve Ulus gazetelerinde ve kimi dergilerde yazdı.
Bu günkü tarih itibariyle basılmış 29 kitabı vardır. Bu kitaplar parasız dağıtılmaktadır… (Kitapların listesi aşağıdadır…)
2000 yılından beri www.tabularatalanayalanabalta.com adresli Sitesinde aydınlanma savaşı vermektedir…
Düşünce ve inanışlarından ötürü hakaretlere, küfürlere ve tehditlere karşın; bireyciliğe karşı toplumculuğu, dine karşı bilimi, şeriata karşı cumhuriyeti, teokrasiye karşı laikliği, vahye karşı aklı, yaratılış teorisine karşı evrim teorisini, ruhçuluğa karşı maddeciliği savunmuştur…
Ne var ki çok az kişi tarafından anlaşılabilmiştir. Şimdi bile dinciler tarafından dinsiz; dinsizler tarafından da dinci sayılır…
Av. Eren Bilge, 19.11.2014
+
TABULARA TALANA YALANA BALTA YAYINLARI: 36
Alfabetik olarak:
1. Allah Denince 1/6
2. Allah Denince 2/6
3. Allah Denince 3/6
4. Aydınlanma
5. Aydınlara Mektup
6. Bir Aydın Adayı
7. Cambaz
8. Emanet
9. Erenlerin Dünyası
10. İncil’den
11. Kaygılarım
12. Kızma Yok
13. Kuran’a Akılcı Bir Bakış (Kuran’dan)
14. Laiklerin El Kitabı
15. Laikliği Benimsemeden…
16. Laiklik Bir Yaşam Biçimidir
17. Misyoner’e Yanıt
18. Muhbir ve Tertipçilerim
19. Muzır’dan Kes!..
20. Röportaj ve …
21. Sırların Sırrı
22. Son Nokta
23. SSS (Sevenler Soranlar Sövenler)
24. Şeriat’ta Kadın
25. Taç’a Atılanlar
26. Takvimlerden
27. Tanrı’ya Yakınlık
28. Tevrat’tan
29. Yitmiş Bir Adam