TABULARA, TALANA, YALANA BALTA
TABULARA, TALANA, YALANA
BALTA
IRKÇILIĞA, SÖMÜRÜYE, ŞERİATA
HAYIR!..
Sorumlusu: Av. Hayri BALTA
+
hayri@tabularatalanayalanabalta.com
www.tabularatalanayalanabalta.com
X
KURAN, MUHAMMED TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR
Müslümanlar, Islamiyet dininin anayasası ve kutsal kitabı olarak kabul edilen Kur’an’ın, yaratıcı Tanrı’dan-varsa eğer- geldiğine inanırlar. Çünkü, Muhammed, kendisinin Allah’ın-varsa eğer- elçisi olduğunu iddia ederek, Kuran’daki ayetleri Allah’ın kendisine vahiy yolu ile ilettiğini beyan etmiştir. Bu konuda ne bir şahidi ne de bir delil bulunmaktadır. Dolayısı ile, dinin karanlık çekiciliği ve bilinmezliğin korkusuna kapılan kişiler, bu iddiayı sorgulamaya bile kalkmadan, hemen inanırlar. Aksini düşünmek, Muhammed’i “Acaba doğru mu söylüyor?” diye sorgulamak bile onlara “günah” görünür, bu nedenle de yapamazlar.
Kuran’ın, Allah-varsa eğer- tarafından gelmediğine dair göstergeler vardır. Kişi, Kuran’ı okuduğunda, içindeki akıldışı ve bilimdışı ifadelerden, birbiriyle çelişen ayetlerden bubu kolayca anlayabilir. Çünkü, Allah varsa eğer, bu denli hatalar ve çelişkiler yapmış olamaz.
Cumhuriyet Gazetesi’nde 04 Ekim 2000 tarihinde yayınlanan bir makale, bu düşünceyi doğruluyor. Makaleyi yazan da öyle herhangi birisi değil, İlahiyat Profesörü ünvanına sahip olan Sn.Mehmet Dağ. Bu makaleyi okuyunca, Kuran’ın insan elinden çıktığını, bir başka deyişle Muhammed ve arkadaşlarının hazırlamış olduğunu bir kez daha anlayabiliyoruz. Prof.Dr.Mehmet.Dağ’ın Cumhuriyet’te 04.10.2000 tarihinde yayınlanan makalesini aşağıda sunuyorum:
İslam Dininde Reform, Ama Nasıl?
Prof. Dr. Mehmet DAĞ Ondokuz Mayıs Üni. İlahiyat Fakültesi
Önce ”Kuran’ı yeniden yorumlama” biçiminde başlayan, son zamanlarda ise ”dinde yenileşme” biçiminde ortaya sürülen, özellikle Diyanet kaynaklı tartışmaların, başta Sayın Başbakanımız olmak üzere, kimi çevrelerde sıcak karşılandığı ve laiklik adına desteklendiği görülmektedir. Acaba bu tartışmalar öyle sıcak karşılanacak ve laiklik adına desteklenecek denli anlamlı ve önemli mi? Böyle olduğunu söylemek son derece güç. Gerek Diyanet çevrelerinden kamuya yansıyan söylemler, gerekse ”reform” sözcüğünü mahkûm edip, yerine ”tecdid” (yenileştirme) sözcüğünü yeğleyen ilimcilerin açıklamaları şeriatçı (toplumsal düzeni dine dayandıran) anlayışta bir değişiklik getirmiyor; tersine her yeniliği dinsel bir eksene oturtma amacı taşıyor.
Bu çevrelere göre, ”Kuran’daki hiçbir yargı bağımlı ve koşullu olamaz; onların deyişiyle mutlaktır; bu nedenle her türlü yoruma açıktır; her değişimi ve yeniliği bu yargıların kapsamına yerleştirme olanağı vardır; Kuran gerek nesneler, gerekse insan ilişkileri alanında hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır; Kuran’da eksiklik görenler, Kuran’ı anlayamayanlardır; o halde anlayamayanlara yorum yoluyla anlatmak gerekir.” Aslında bu söylem yeni bir söylem değil. İslam Hicaz bölgesinden çıkıp, daha kültürlü ve örgütlü Kuzey bölgelere yayıldığında, karşılaşılan yeni gerçekler ve değerler karşısında Müslümanların takındığı bir tutumdur. O dönemde eski Yunan, İran ve Hint kökenli kültür hazinesi İslamlaştırılmış; Kuran’daki kimi yargıların bu kültürlerle ilişkisi, böyle bir gelişmeyi kolaylaştırmıştır (1). Geçmişte bu yönde yapılanlar Müslümanın önünü açamamış; tersine o dönemin var olan bilimini ve kültürünü kutsallaştırarak, her türlü devrimsel gelişmenin önünü tıkamıştır. Geçmişte yaşanmış bir deneyimi çağımızda yeniden yaşamanın ya da bu topluma yaşatmanın, bireysel birtakım bencilce doygunlukları gerçekleştirmek dışında, bir anlamı, ülkemize bir yararı olabilir mi?
Aslında bugün yapılması gereken, çağdaş bilimsel yöntemleri Kuran yargılarına (ayetlerine) uygulamaktır; bir başka deyişle, somut gerçeklere dayanmayan hiçbir yorum ve açıklamayı, dayanaksız kestirimleri (tahminleri) kabul etmemektir. Kuran’a bu açıdan bakıldığında, ortaya çıkabilecek, altı çizilmesi gereken doğrular neler olabilir diye araştırıldığında, şu hususlarla karşılaşırız:
a) Kuran tarihsel bir geçmişe dayanır; Babil ve Mısır geleneği, Hellenistik gelenek, Musevi ve İsevi, hatta Maniheist gelenek bu geçmişte önemli bir yer tutar. Bu nedenle İslamcıların Kuran dışı hadis geleneğindeki Musevi öğeleri çağımıza uymuyor gerekçesiyle İsrailiyat diye aşağılamalarının hiçbir anlamı yoktur; çünkü İsrailiyat Kuran’ın kendi içinde vardır.
b) Kuran ayetlerinin toplumsal ve kültürel bir bağlamı vardır. Kuran’daki yargıların hemen hemen tamamı Hicaz bölgesinde yaşanmış ve o sırada yaşanmakta olan bir olguyla ilgilidir. Henüz peygamberi (mürşidi) olmayan putatapıcı (müşrik) Arapların peygamber beklentileri (2), kölelik (3), kadınların durumu (4), örtünme (5), yetimlik (6), yoksulluk (7) bu konuda hemen sayılabilecek kimi örneklerdir.
c) Kuran, 40 yaşında peygamber olan Hz. Muhammed ‘in yaşam deneyiminden, bilgi birikiminden ve ruhsal durumlarından ayrı düşünülemez. Kuran’ın çoğu çözümleri bu yaşam deneyimi, bilgi birikimi ve Hz. Muhammed’in ruhsal eğilimlerine (sevgi, istek ve nefretlerine) dayanır. Sözgelimi, Kuran’ın kölelik konusundaki çözümleri, hem Kuran’ın o dönemde geçerli olan kölelik gerçeğini kabul ettiğini, hem de Hz. Muhammed’in Hicaz dışındaki Ortadoğu kaynaklı kölelik uygulamasıyla ilgili deneyimlerini anımsatmaktadır. Bu uygulamaya göre, kölelik bir kader olmayıp değiştirilebilir; sözgelimi köle, tıpkı Kuran’da yer aldığı gibi, özgürlüğünü satın alabilir (8). Kuran’ın çok kadınla evlilik konusundaki çözümü (9), Hicaz toplumunda var olan yoksul ve zengin kadınlarla ilgili evlilik uygulamasının mutlu bir uzlaşımı gibidir; çünkü Hz. Hatice örneğinde olduğu gibi, zengin kadınlar eşlerinin
çok kadınla evliliğinde önemli bir engel oluşturmaktadır ve özellikle Hicaz bölgesindeki Hıristiyan gelenek de Hz. Muhammed’in bilgisi dışında değildir. Bu nedenle Kuran bir yandan çokeşliliğe izin verirken bir yandan da tekeşliliği önermektedir. Kadına son çare olarak ”dayak” (10) ( İlimcilerin yaptığı gibi, Arapça ”ve ‘dri- buhunne” sözcüğüne işlerine gelen anlamı vererek güçlükten kurtulmanın yolu yoktur), kadınların ikinci dereceden varlık oluşları (11), o dönemin insanlarının kadına bakışıyla ilgilidir. Erkeğin kadına üstünlüğü açıkça Kuran’da yer aldığı gibi, erkeğin kadına hangi açılardan üstün olduğunu belirten hadisleri de (12) dayanaksız bir biçimde uydurma diye yadsımanın bir anlamı yoktur. Bunlar o dönemin yaşanan gerçekleridir; Kuran bu gerçekleri yok saymamıştır.
Hz. Muhammed’in ruhsal durumunu yansıtan ayetlerden birkaç örnek vermek gerekirse; Hz. Muhammed yetimliğin ve yoksulluğun acısını çekmiş olan biridir; Kuran bu paralelde yetimleri ve yoksulları korumaya büyük bir önem verir (13). Yolda kalmışlara yardım (14), Hz. Muhammed’in ticari gezilerinden soyutlanarak ele alınamaz. Hz. Muhammed’in Ayşe ‘ye olan sevgisi evliliğini kurtardığı gibi, zina olayının saptanmasının neredeyse olanaksız birtakım koşullara bağlanmasını sağlamıştır (15). Hz. Muhammed’in gönlünü kölesi Zeyd ‘in karısı Zeynep ‘e kaptırması, Zeynep’in kocasından boşanarak Hz. Muhammed’le evlenmesiyle sonuçlanır (16). Fakat Kuran bu olayları Hz. Muhammed’in duygusal eğilimlerinden soyutlar ve Tanrı’nın bilgisi, takdiri ve ulaştırdığı hayırlı bir sonuca bağlar. Hz. Muhammed’i korumaya alır (17).
ç) Kuran ayetlerinin içeriği Hz. Muhammed’in peygamberlik yaşamında geçirdiği değişime koşut (paralel) bir değişim göstermiştir. Sözgelimi, hicret öncesi ayetler hem daha yumuşak ve hoşgörülü hem de siyasetten uzaktır; buna karşılık Hz. Muhammed’in devlet başkanlığı sürecinin başladığı Medine dönemiyle birlikte ayetler giderek sertleşir, hoşgörü ve yumuşaklık ortadan kalkar; hukuksal düzenlemeler yoğunlaşır. Kuran sık sık ”düşünmek” ten (18) ve ”anımsamak” tan (19) söz etse de, düşünmek ve anımsamak İlimcilerin ve Diyanet camiasının sözünü ettiği gibi, evrendeki nedensel bağlantıları düşünmek ve anımsamak değildir; çünkü Kuran, Tanrı dışında gerçek hiçbir neden kabul etmez. Kuran’a göre, her olayın ardında Tanrı vardır. Geleneğimizde takdir-i ilahinin önemli bir yerinin bulunması ve her şeyin Tanrı’nın iznine bağlanması, Kuran’ın bu bakış açısıyla ilgilidir. Tanrı yaratır, yaratırken özellikle tapınma ve sınav için (20) yarattığı insanı düşünür; insanın çıkarına, yararına ve iyiliğine olan şeyleri yaratır. Örnek vermek gerekirse; Tanrı gündüzü çalışmak, geceyi dinlenmek için (21), şimşeği ve gök gürültüsünü insanları korkutmak için (22), yeryüzü ve gökyüzünü insanların yiyecek ve barınma sağlaması için (23), yıldızları ve öteki ışıklı gök cisimlerini insanların aydınlanmaları ve yollarını bulabilmeleri için (24) yaratmıştır. İşte insanın bunları düşünmesi ve anımsaması ve sonuçta Tanrı’ya yönelmesi gerekir. Kısaca ifade etmek gerekirse, Kuran’da çağdaş bilgiyi kuracak hiçbir şey bulamayız; ama Tanrı’ya inanca yönelten pek çok ayetle karşılaşabiliriz. Kuran bildirisinde dikkati çeken ana amaç, Tanrı’ya inancı sağlamak; böylece Kuran’da tanrısal kaynaklı olduğu ileri sürülen yargıları inananlara kolaylıkla dayatmaktır.
Görüldüğü gibi, hangi kaynaktan geldiği savlanırsa savlansın, toplumsal, ahlaki ve hukuksal yargıları saltık (kayıtsız, koşulsuz) yargılar olarak nitelemenin olanağı yoktur. Bu türden yargıların oluşumunu toplumsal ve kültürel koşullar belirler. O halde ne her şeyi din eksenine oturtmayı amaçlayan Kuran’ı yeniden yorumlama ne de dinde yenileşme toplumumuzu esenliğe çıkarabilir ve ona huzur getirebilir. Yapılması gereken, büyük önder Atatürk ‘ün önderliğinde cumhuriyetimizin ilk 23 yılında olduğu gibi, yeni kuşaklara çağdaş bilimin ne olduğunu, hangi yöntemleri kullanarak anlamlı sonuçlara varılabileceğini iyice öğretmektir. Eğer bu yapılabilirse, insanımız birilerinin yorumuna ve dini yenileştirmesine gerek kalmadan dinini ve inancını pekâla kendisi kurabilir.
(1) Prof. Dr. Mehmet DAĞ, Ondokuz Mayıs Üni. İlahiyat Fakültesi, İslam Felsefesinin Bazı Temel Sorunları Üzerinde Düşünceler, OMÜİF. Dergisi, Sayı 5, Samsun 1991, ss. 9-10,
(2) Kuran’a göre, Tanrı her topluluğa uyarıcı yollamıştır. Araplara da kendi içlerinden birini elçi olarak belirlemek suretiyle bu beklentiye yanıt vermiştir (bkz., Kuran, Fatır (35), 24: ”Geçmiş her topluluk için bir uyarıcı bulunagelmiştir”; Nahl (16), 36: ”And olsun ki, her topluluğa, Allah’a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının, diyen peygamber göndermişizdir”; Ra’d (13), 30: ”Sana vahyettiğimizi okuman için, seni de onlardan önce nice toplulukların gelip geçtiği bir topluluğa gönderdik”; Cum’a (62), 2: ”Ümmi kimseler arasından, kendilerine ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur, daha önce, kuşkusuz apaçık bir sapıklık içinde idiler; onlardan başkalarına da -ki henüz onlara katılmamışlardır- Kitap ve hikmeti öğretmek üzere peygamber gönderen Allah’tır”. Bu son ayette, anlaşılacağı üzere, okuma-yazma bilmeyen ya da Kitap’tan yoksun olan anlamına gelen ümmi topluluktan amaçlanan, daha önce peygamberi olmamış putatapıcı Araplardır.
(3) Nur (24) 32-33.
(4) Bakara (2), 221 vdd., 282; Nisa (4), 11, 22 vdd, 34, 176; Ahzab (33), 4.
(5) Nur (24), 31; Ahzab (33), 59.
(6) Bakara (2), 220; Nisa (4), 2 vdd.; En’am (6), 152; İsra (17), 34; Fecr (89), 17; Duha (93), 6-9; Maun (107), 2-3.
(7) Fecr (89) 18; Maun (107), 2-3.
(8) R. N. Frye, The Heritage of Persia, A Mentor Book, New York 1996, ss. 178-179.
(9) Nisa (4), 3.
(10) Nisa (4), 34. Anılan sözcük ancak ”an” (den, dan) edatıyla birlikte kullanıldığında ”den uzaklaşmak” anlamına gelir. Ayette böyle bir şey yoktur. Arapça bilmeyenleri kandırmak için olmadık dil cambazlıkları yapmak gerçek bilim insanlarına yakışmaz.
(11) Bakara (2), 228
(12) Kuran bu konuda neden olarak kadınların unutkanlığını vurgular (bkz. Bakara (2), 282). Hadislere göre, ”kadınların aklı eksiktir; çünkü kadının tanıklığı erkeğin tanıklığının yarısıdır. Dini eksiktir; çünkü kadın aybaşı halinde iken namaz kılamaz” (bkz., Buhari, Hayz, 6; Müslim, İman, 32). Bu hadisler Kuran’ın ruhuna uygundur; uydurma olma olanağı hemen hemen yok gibidir.
(13) Bakara (2), 220; Nisa (4), 2 vdd.; En’am (6), 152; İsra (17), 34 vb. .
(14) Bakara (2), 177.
(15) Nur (24), 11-17. Ayette zina konusunda 4 tanık şart koşulmuştur. Fıkıh kitaplarında tanıkların zina olayını gözle görmeleri zorunlu görülmüştür.
(16) Ahzab (33), 37.
(17) Bkz., 15 ve 16. dipnotlardaki ayetler.
(18) Ta’kilun ya da çeşitli türevleri. Bu sözcükler ayetlerde sık sık geçer. Özellikle insanların iyiliğine ve yararına olarak Tanrı’nın yaratışının dile getirildiği ayetlerin sonuna eklenir. Böylece Tanrı, insanları yaratılış hikmetleri konusunda düşündürmüş olur. Bkz., sözgelimi, Bakara (2), 73, 76, 164, 242; Al-i İmran (3), 65; En’am (6) – 32; Mu’minun (23), 80 vb.
(19) Yetezekkerun ve türevleri de ayetlerde oldukça sık olarak geçer. Bkz., sözgelimi, İbrahim (14), 25; Zümer (39), 9, 27; Mu’min (40), 13 vb. .
(20) Zariyat (51), 56; Mülk (67), 2; Maide (5), 48.
(21) Nebe (78), 9-11; En’am (6), 96.
(22) Ra’d (13), 12-13.
(23) Hicr (15), 19-20: Lukman (31), 10
(24 Furkan (25), 61; Mülk (67), 5; Nuh (71), 16; Hicr (15), 16; En’am (6), 97.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, 04.10.2000
X
TABULARA, TALANA YALANA
BALTA
KURAN’DAN
21
İçindekiler:
Kaygılarım
İran’lı Fatma’yı Dinlemezseniz
İslam Köleliği Kaldırdı mı?
İslam’da Öldürme Yok Deyenlere
Kılıçlı Demokrasi
Kuran’da Çelişki Var mı Yok mu?
Cehennemin Dünyamıza Yansıması
Allah’ın İndirdiği ile Hükmetmeyenler
Tanrı Nedir?
Tanrı Neredir?
Tanrı Madde Olarak Var mıdır?
Bilinmeyen Tanrı’dan Bilinen Tanrı’ya
Yalanınız Bata Sizin,
Cennete Gitme Hastalığına Yakalananlar
Tanrı Fikir Değiştirir mi?
Tanrı Beddua Eder mi?
Tanrı Çelişkiye Düşer mi?
Tanrı Yemin Eder mi?
Tanrı Söver mi?
+
Giriş:
Bu gün yurdumuzda, bırakın şeriatçı medyayı; Atatürkçü ve Cumhuriyet ilkelerine bağlı ve de ilerici olduklarını söyleyen medyamızda bile şeriat bütün gerçekliği ile halkımıza anlatılmamaktadır. Öyle ki devlet radyoları bile gerçekleri gizlemekte şeriatçı medya ile yarışmaktadır. Örnek verirsek TRT’nin Din ve Ahlak yayınları…
Aşağıda adı geçenlerin hepsi “KURAN MÜSLÜMANLIĞI” adı altında şeriat propagandası yapmaktadırlar. Bunlardan ilk akla gelenleri, alfabetik olarak, sıralıyorum: Dünden Bugüne Tercüman’da Prof. Bekir Karlıağa, Doç. Dr. Abdulaziz Hatip; Güneş gazetesinde Rıza Zelyut; Halka Tercüman’da Abdullah Sevinç; Star gazetesinde CHP Milletvekili Prof. Yaşar Nuri Öztürk; Takvim gazetesinde Prof. Zekeriya Beyaz; Vatan gazetesinde Prof. Süleyman ateş; Yarın gazetesinde Ahmet Yılmaz ve daha niceleri…
Diyanet İşleri Başkanlığı derseniz o da adı geçenlerden geri kalmamaktadır.
Bütün saydıklarım bu güne değin “İslam’da neyin olup neyin olmadığı konusunda” bir anlaşmaya varamamışlardır. Günümüz ahlak ve bilimine, hukuk ve toplum kurallarına ters düşen bir uygulama ile karşılaştıklarında hep bir ağızdan koro halinde “İslam’da bu yoktur!” demektedirler. Oysa yok dedikleri vardır…
Şimdi bir an düşünelim bunların istediği gibi Kuran Müslümanlığı yurdumuzda uygulanmaya başladı diyelim. Bunlar kendi kafalarına göre Müslümanlığı uygulayamazlar ki…
Bir kere şurası bilinmelidir ki “Kuran ve Sünnet’le belirlenmiş iman esaslarının, ilâhî emirlerin ve yasakların bütününe ve herhangi birine inanmayan kişi kâfir” sayılır. (Bk. İslam’da Cinsel Hayat, Ali Rıza Demircan. Sözlük bölümü.)
Ali Rıza Demircan’ın dayanağı da şu âyetlerdir. “Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenler kâfirdirler, zalimdirler.” (K. 5/44,45)
”…Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azâbın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gâfil değildir.” (K. 2/85)
Yukarda adlarını sıraladıklarım ve diğerleri memlekete yeni bir buluşmuş gibi Kuran Müslümanlığını dayatmaktadırlar. Sanki İslam dünyasında 1500 yıldır uygulanan Kuran Müslümanlığı değilmiş gibi…
Bu kitapta, yukarıda adı geçenlerin gizlemeye çalıştıkları Kuran Hükümleri âyetler dile getirilmektedir. Bakalım dile getirmedikleri bu âyetleri dile getirmemi nasıl karşılayacaklardır.
Onların halkı aldatarak şeriata sürükleme hakkı var da; bizim halkımızı, Anayasa ve yasalarımız gereği yasak olan şeriat tehlikesinden korumak için gerçekleri dile getirerek doğruları söyleme hakkımız yok mudur?
Okuyacağınız bu satırlar www.bilgebalta.com adresindeki web sitemizin ekteki Ana Sayfanın 21. sırasında x iminde görüleceği gibi Kuran’dan başlığı altında yayınlanmıştır ve halen de yayınlanmaktadır.
Devletimizin Anayasasında her ne kadar “Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti”dir deniyorsa da laik olmayan Cumhuriyetimiz irticaı Diyanet İşleri Başkanlığı yoluyla finanse etmekte ve hatta korumaktadır.
Böylece İslam devlet dini olma niteliğini sürdürmektedir. Bu laiklik dışı davranış sürdüğü sürece irtica; tesettür, inanç ve öğrenim özgürlüğü adı altında devleti kademe kademe ele gecirmeye devam edecektir.
Abdurrahman Dilipak, 21.1.2000 tarihli Akit gazetesinde aynen şöyle demektedir: “Kuran zalimlerin elinde her zaman bir cinayet aletine dönüşebilir.”
Amacım Kuran’ın zalimler elinde bir cinayet aletine dönüşmesini önlemektir. Bunun için de yapılması gereken: Devletimizin, her türlü düşünce ve inanç özgürlüğüne, hakaret ve şiddete başvurmama koşulu ile, özgürlük tanıması ve de aklı, ahlakı, bilimi, gerçeği, hümanizmi savunanları Kuran zalimlerinin saldırısından korumasıdır… Kaldı ki devletin aslî görevi de zaten budur.
Bir de İslamiyet de diğer din mensupları gibi kendi cemaatlerinin desteği ile yaşamaya bırakılarak Diyanet İşleri Başkanlığı yoluyla finanse edilmesine son verilmelidir. Bu nedenle irticaı üreten Diyanet İşleri Başkanlığı lağvedilmelidir.
Sanılmasın ki ben; Allah’ı, Dini, Kuran’ı küçük düşürmeye çalışıyorum. Hayır ben şahsen Kuran’daki edep ve hikmete yönelten ayetlerin peşindeyim. Bu ayetler sayesinde tekamül ettim ve etmekteyim.
Kuran’ın ve diğer Kutsal Kitapların inanırlarını şiddete motive etmek yanında Ariflere hitaben eden yönleri de vardır. Bu öğretiye göre “Tanrı bizde tecelli etmeye her zaman hazırdır. Ne var ki ondan kaçan asıl bizleriz. Tanrı her zaman içimizde ve bizimle birlikte yaşar. Ama beşeri anlayışımız yüzünden O’nu hep kendi dışımıza çıkarır ve karşımıza koyarız ve bu anlayışı korumak için kendimizi bir hayli zorlarız. Akıl yürüterek, bu dünyayı bir yaratan var diyerek kendi yarattığımız sanal Allah’ın peşine düşeriz. Bu anlayıştan kurtulmadığımız sürece biz insanlara kurtuluş yoktur.”
Benim saçmaladığımı sananlar olabilir. Onlara şu gösterdiğim âyetlere bakmalarını öneririm: “Kuran’dan: 2/186, 8/24, 17/60, 20/46, 50/16, 51/21, 56/85, 58/7; İncil’den: Yuhanna, 14/8, 17/21; Korintoslular 6/16; Vahiy 21/3.” Bana öfkelenmek isteyenler, bana öfkelenmeden önce gösterdiğim bu âyetleri okumalıdırlar…
Bu kitabımda insanı içinde uyuyan Tanrı’yı uyarmaya ve uyandırdığı bu Tanrı’yı yaşatmaya çabalıyorum. (K. 15/99). İnsanları akılcı ve gerçekçi düşünmeye; yaşamını akıl, ahlak, bilim, sağduyu ve vicdan duyarlılığı ile yönlendirmesine çağırıyorum.
Başarabileceğimi sanmıyorum. Çünkü, benim çağırmamla olmaz bu, onun yaratılışı elverişli olmalıdır. Yaratılışın elverişli olması şu âyetlerle dile getirilir: (Bk. Kuran; 2/105, 142, 213, 269, 272; 3/13, 74; 6/35, 39, 83, 88, 111, 112, 137, 149; 7/28; 9/15, 27; 10/25, 99, 107; 11/118; 12/56, 76, 93, 110; 13/27, 31; 14/4,11; 16/9, 93; 21/9; 24/35, 46; 28/56; 32/13; 35/8, 22; 39/23; 42/8, 62/4; 73/19; 74/31; 56; 76/29, 30, 31; 78/39; 81/29, 110.
Av. Hayri BALTA, 1.8.2003
X
KAYGILARIM
Elinde kaleşnikof, belinde mermi dolu fişekliği,
Havaya kaldırmış kaleşnikof tutan sağ elini.
Başında türban,”Gelsin, diyor şeriat, şeriat Allah’ın emri!”
Ak-Zuhur Dergisi poz verdiği dergi…
Şeriatı getirmeye azmetmiş şeriatçı bacımız,
Şeriat ne getirir, bilir mi acaba bu kızımız?
Bilse de bilmese de okusun aşağıdaki yazımı,
Varsa göstersin yalanımı, yanlışımı…
Türban diyerek şeriatı getirmek isteyen kızlarımız,
Düşünüp duruyorum bu kızlarımız deli mi akıllı mı?
Akıllı bir kadın-kız aşağıdaki Kuran âyetlerine
Tanrı’nın emri der mi?
Kadını da erkeği de yaratan
Yüce Tanrı değil mi?
Tanrı böyle buyruk verir mi?
x
1. Bacılarım, bacılarım; sizler içindir, acılarım, kaygılarım…
2. Şeriatı getirirseniz; keleşle, mermi ile; dördünüzü verecekler bir erkeğe…
Kur. 4/3: “…hoşunuza giden başka kadınlarla; iki, üç, dörde kadar evlenebilirsiniz…”
3. Sonra sizleri kapatacaklar bir eve.
Bakınız ne yazıyor bir ayette?
Evinizden çıkamazsınız,
Süslenip gezemezsiniz,
Güzelliğinizi gösteremezsiniz…
Kur. 33/33: Evlerinizde oturun, eski cahiliyede olduğu gibi açılıp, saçılmayın…”
4. Sonra mirasta erkek kardeşiniz; İki pay alırken, siz bir alacaksınız…
Erkek kardeşiniz sizden çok alırken siz bakıp duracaksınız.
Kur. 4/11: “Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder…”
5. Tanıklık ederken iki erkek gerek.
Eğer bulunamazsa ikinci bir erkek,
İkiniz bir erkeğin yerine geçecek…
Kur. 2/282: “Erkeklerinizden iki şahit tutun, eğer iki erkek bulunmazsa, şahitlerden razı olacağınız bir erkek, biri unuttuğunda ona hatırlatacak iki kadın olabilir…”
6. İmam Hatibi, İlâhiyat Fakültesini bitirseniz de; vali, avukat, savcı, yargıç, vali, kaymakam, imam, olamazsınız…
Bir yakınınızın ölüm töreninde bile erkeklerin en az on metre gerisinde yer alırsınız.
Yedi kat yabancı sizin yakınınızın cenaze namazını kılarken siz gerilerden bakıp durursunuz.
Çünkü şeraite göre sizler “Alken ve Dinen eksik” sayılırsınız (Aşağıda 14. sıradaki Hadis’e bakınız…)
Kur. 4/5: “Allah’ın sizi koruyucu kılmış olduğu mallarınızı beyinsizlere vermeyin. Kendilerini bunların geliriyle rızıklandırıp giydirin ve onlara güzel söyleyin.” (1)
7. Şeriat gelirse eğer; okumanız, yazmanız da gider elinizden, cahil kalırsınız…
Dahası; kemikleriniz bile sertleşmeden, 9-10 yaşlarında, sünnet diye, bir erkeğe mehir (Başlık parası, bedel…) karşılığında verilirsiniz…
Çünkü kadının yeri evinin dip köşesidir, mutfaktır,
Çocuk bakımıdır, yataktır, okumak ona ne lazımdır…
c. Sünnet: Peygamber 9 yaşındaki Ayşe ile gerdeğe girdi: Bu konuda bir HADİS: “Ayşe, o zaman altı yaşında idi (İstendiğinde…), Tanrı elçisi Medine’ye hicret ettikten sonra dokuz yaşında iken Ayşe ile zifaf oldu.”
(Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V. Taberi. s. 836-840.
“Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi. 7. Baskı. Cilt. 10. s. 78. Hadis No: 1553)
8. Boşanmak isteseniz bile, boşanamazsınız.
Canı isterse boşar sizi kocalarınız.
Eğer üç kere boşarsa sizi kocanız,
Başka bir erkekle evlenerek Hulle (Kadının istemediği bir erkekle gecelemesi…) yapmak zorundasınız…
Kur. 2/229-230: “Boşanma iki defadır, ya iyilikle tutma, ya da iyilik yaparak bırakmadır. Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka biriyle evlenmedikçe bir daha kendine helal olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa, Allah’ın yasalarını koruyacaklarını sanırlarsa eski karı-kocanın birbirlerine dönmelerinde bir engel yoktur.”
9. İslam şeriatında kadınlarla ilgili bir kural daha vardır.
Bu kural bu gün İran’da uygulanmaktadır.
Bu kuralın adı Muta nikahıdır.
Muta nikahı; Ücrette anlaştıkları takdirde bir kadının; bir erkekle geçici bir nikah kaymasıdır.
Bu nikah bir saatliğine, bir geceliğine, bir haftalığına olabilir.
Alan razı veren razı kim ne karışabilir?..
Kur. 4/24: Onlardan faydalandığınıza mukâbil, kararlaştırılmış olan mehirlerini (Ücretini) verin.” (2)
10. Yine İslam şeriatına göre kadınlar mallar arasında sayılır.
Bir Müslüman; şu kadar karım, şu kadar cariyem, şu kadar altınım, şu kadar atım, eşeğim, devem ve ekinim var diye övünür.
Bir savaşta yenilen ülkenin kadınları, kızları cariye sayılarak mal gibi bölüştürülür.
Kur. 3/14: Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.”
11. Şeriata göre siz, kocanızın tarlası sayılırsınız…
Kocanız tarlasına, istediği şekilde girebilir, siz buna engel olamazsınız.
Engel olmaya kalkarsınız, “Dik başlılık etmiş” olursunuz.
Dik başlılık ettiğiniz takdirde dayağa layık görülürsünüz… (Aşağıda 12. maddeye bakınız…)
Kur. 4/34: “Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi girin.” (3)
12. Dik başlılık etmenizden kuşkulanırsa kocalarınız,
Kocanızın sizi bir güzel dövmesine katlanmalısınız…
Öyle ki eşim beni dövüyor diye dava bile açamazsınız.
Dayak yediğiniz halde boynunuzu büküp kocanızın gönlünü etmek zorundasınız.
Kur. 4/34: “Serkeşlik (dik başlılık) etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün.”
12. Yaşam boyunca, kocanızla siz birbirinize düşman sayılırsınız.
Eğer Kuran’ın bir âyetine “Bu nasıl olur?” derseniz kâfir olursunuz.
Kur. 2/36: “Şeytan oradan ikisinin de ayağını kaydırttı, onları bulundukları yerden çıkardı, onlara “Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet yerleşip geçineceksiniz’ dedik.”
14.İslam şeriatına göre : Alken ve dinen eksik sayılırsınız….
Kadınları aşağılayan daha neler var, neler…
“Şeriat ve Kadın” adlı kitabı okursanız şaşırıp kalırsınız.
K. 4/5: “Allah’ın sizi koruyucu kılmış olduğu mallarınızı, beyinsizlere (Başka çevirilerde: Akılsızlara, sefihlere…) vermeyin, kendilerini bunların geliriyle rızıklandırıp giydirin ve onlara güzel söz söyleyin. ” (4)
15. Şeraite göre erkeklerden aşağı sayılırsınız.
Aklınız mı yok! Neden, erkekten aşağı olmayı Allah’ın emri sanırsınız?
Kur. 4/34: “Allah’ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin mallarından sarf etmelerinden dolayı, erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler.”
16. Şeriat gelince “Hak dini hâkim kılmak için” kafire karşı savaş açılacaktır.
Kocalarınız ve erkek yakınlarınız, boşu boşuna cephelerde kırılacaktır..
Erkekler savaşta kırılacağından dul kalan kadınlar yanında kızlar erkeksiz kalacaktır.
Erkeksiz kalan kadınlar, kızlar; zorunluluk nedeniyle, birer, ikişer, üçer, dörder… sağ kalan erkeklerle nikahlanacaktır.
K. 9/29: “Kitap verilenlerden; Allah’a, ahret gününe inanmayan, Allah’ın haram kıldığını haram saymayan, hak dini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.”
18.İslam şeriatına göre; bir erkek kadınlar arsında eşitliği sağlayacağına inandığı takdirde 4 kadın alabilir.
Sorarım size aklı başında hangi kadın üzerine kuma (nöker) kabul edebilir?
Unutmayın halk arasında “Eşini kıskanmayana domuz!” denir.
K. 4/3: “… Hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar alabilirsiniz; şâyet aralarında haksızlık adâletsizlik yapmaktan korkarsanız bir tane almalısınız…”
19. Tesettür Allah’ın değil, İslam’ın emridir.
Allah, hükmünü yerine getireceğine göre Dünyadaki bütün kadınlar örtünmelidir…
Dünyadaki bütün kadınlar örtünmediğine göre; demek ki bu emir, Allah’ın emri değildir.
K. 65/3: “Allah buyruğunu yerine getirendir!”
20. İslam içtihadına göre: “Kadının saçının bir teli ve de tırnağının ucu yabancı bir erkek tarafından görülmemelidir.”
Bu nedenledir ki İslam ülkelerinde kadınlara çarşaf, burka giydirilir, ellerine de eldiven geçirilir.
Demek istiyorum ki dinin emri Türban değil tesettürdür.
Eğer şeriat devleti kurulursa bilin ki sizlere türban değil çarşaf giydirilir…
Çünkü İslam şeriatı insanı kendine benzetir.
İslam’a göre bir kadın; elini, gözünü, yüzünü gözünü yabancı bir erkeğe göstermemelidir.
Türbanlı kızım; senin en alımlı, en tahrik edici yerin; elin, gözün yüzündür…
Sözde türban giymişsin ama en alımlı, en tahrik edici yerlerin görülür…
K. 24/31: ”…Örtülerini göğüslerinin üzerine kapasınlar. Vücutlarının alımlı yerlerini kimseye göstermesinler…”
K. 33/59: “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlarına, dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını söyle…”
Bacılarım, bacılarım, Sizler içindir; acılarım, kaygılarım…
Av. Hayri BALTA, 13.11.2003
+
Açıklamalar:
(1) (6. madde için.) Beyinsiz başka çevirilerde; akılsız ve sefih olarak gösterilmiştir. Akılsız, beyinsiz, sefih güzel sözden ve güzel giydirilmekten ne anlasın. İslam âlimleri bu konuda ikiye ayrılmıştır. Kimi beyinsizden murat: Farık ve mümeyyiz olmayan akıl hastalarıdır der. Kimi de buna kadınlar da dahil der. Bu nedenle de kadınlara kamu yönetiminde görev verilmez. İslam’da kadın, imam olamaz, müezzin olamaz, erkeklerle bir arada namaz bile kılamaz.
(2) (9. madde için.) Bu evlilik kimi İslam ülkelerinde uygulanmamakta ise de, bu gün bile İran’da uygulanmaktadır. Az sonra okuyacağınız “İranlı Fatma’yı Dinlemezseniz” adlı yazıda bu konuda daha ayrıntılı bilgi vardır.
(3) (11. madde için.) Her ne kadar “tarlaya girme” konusunu pozisyon değişikliğini olarak anlıyorsam da -İlhan Arsel de aynı görüşte-; bu konuda Humeyni’nin yorumu yakışıksızdır.
Humeyni’nin bu âyeti yorumunu öğrenmek isterseniz: Humeyni’nin aşağıda adlarını verdiğim kitaplarına bakabilirsiniz. Örneğin; “Tavzîh-ul Mesail’deki fetvası: Madde 453 ve Tahrîr-ul Vesile’deki fetvası: C.2, s. 241.”
Bu kitaplar bulamayabilirsiniz… O zaman kütüphanelere giderek; 27 Ocak 1987 tarihli Hürriyet gazetesinde “Ürperten Humeyni” başlıklı Uğur Dündar’ın Zekeriya Beyaz ile yaptığı röportaja ve yine 01-14 Ağustos 1991 tarihli Ak-Zuhur adlı derginin 4. Sayfasına bakabilirsiniz.
Ak-Zuhur adlı dergiyi de kütüphanelerde bulabilirsiniz. Eğer bu gazeteleri bulamazsanız Diyanet Müfettişliğinden emekli Arif Tekin tarafından yazılan ve kitapçılarda satılmakta olan “KUR’AN’IN KÖKENİ” adlı, Kaynak yayınlarınca yayınlanan kitabının “Ömer’in görüşleri doğrultusunda inen ayetler” bölümüne (68-71. sayfalara..) bakabilirsiniz.
Şeriatçılar bu kitapta yazılanları RDDİYE yazarak çürüteceklerine mahkemeye vererek toplatmak istemişlerse de kitap beraat etmiştir ve serbestçe satılmaktadır.
Gerek Arif Tekin’in ve gerekse Humeyni’nin söylediklerini burada açıklamaya dilim varmıyor… İnsanlar, Kuran’ı ana dilleri ile okuyup anlamaya başladıkları an bu tür söylemleri ne Allah’a ne de Peygamberine yakıştıracaklardır.
Bana öyle geliyor ki; şimdi Kuran’ın tek harfi değişmiştir diyenleri kâfir sayanlar; 50-100 yıl gibi kısa bir zamanda Kuran’ı değişmemiş olduğunu ileri sürenleri kâfir sayacaklardır.
Çünkü Kuran’da İnsan Hakları Evrensel Bildirileri ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve uygulanmakta olan hukukumuza ters düşen âyetler öylesine çoktur ki…
Ör. Zina edenlerin taşlanarak öldürülmesi “Recm…” Bu konu için Kuran’ın; 5/44, 45 ve 2/159 âyetlerine ve Hadis kitaplarına bakabilirsiniz. Hadis kitaplarında İslam Peygamberinin de bir kadına Recm cezası uyguladığını görürsünüz. Ne var ki bizimkiler İslam’da Recm yoktur diyorlar. Tarih boyunca uygulananları ve günümüzde şeraitle yönetilen ülkelerdeki uygulamaları görmezden gelerek. Bunlar “Recm yok da Kırbaçlama cezası vardır!” diyorlar. İnsaf, kırbaçlama cezası günümüz ceza hukuku ile ne oranda bağdaşır?
Kısasa kısas.
Hırsızın kolunun kesilmesi…
Mirasta kadına erkek kardeşinin yarısının verilmesi,
Bir erkek yerine, iki kadının tanıklık yapması,
Karısını üç kere boşayan ve yeniden almak isteyen erkeğin “Hulle”ye katlanması…
Bir adamın evlatlığının karısı ile evlenmesi, (Bk. 33/37)
Din değiştirenlerin (Mürtetlerin) öldürülmesi,
Müslüman olmayanların kafir, müşrik olarak aşağılanıp suçlanması ve bu türden yüzlerce âyetler…
Cumhur Başkanı Süleyman Demirel, 9. Cumhur Başkanı iken, “Türkiye Cumhuriyetince uygulanmayan kuralların 230-232 olduğunu…” açıklamıştır. (Hürriyet. 1 Kasım 1999)
Bir de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden şunu okuyunuz: “Madde 18: Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak din yada inancını değiştirme özgürlüğünü ve din yada inancını, tek başına yada topluca ve açık yada özel olarak öğretme, uygulama ibadet ve gözetim yoluyla açıklama özgürlüğünü içerir.
Şimdi bir de Kuran’dan şu ayeti okuyalım. K. 9/29: “Kitap verilenlerden, Allah’a, âhret gününe inanman, Allah’ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar kadar savaşın.”
Biri insan sözü biri Allah sözü. Bilmem bu sözler bir parça düşündürür mü sizi?
(4) (14. madde için.) Kimi yorumcular akılsız, beyinsiz, sefih sözcüklerinin temyiz kudreti olmayan amaçlandığını ileri sürerlerse de (Turan Dursun da bu görüşte idi…) kimi yorumculara göre kadınlar kast edilmektedir, ki doğrusu da budur.
Çünkü; akılsıza, beyinsize, sefihe güzel söz söylemenin ne yararı olabilir ki…
Şu hadisler ikinci yorumcuların görüşlerini doğrulamaktadır.
HADİS: Sahih-i Buhari Tercemesi, C.1.s.222-225, H. No. 209: “Ebû Saîd (Sa’d b.Sinân)-i Hudrî radiya’llâhu anhümâ’dan: Şöyle demiştir: Bir kurban, ya Ramazan bayramında Resû’llah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, yanımıza namazgâha çıktı. Kadınların yanından geçti. Ve (onlara): “kadınlar, sadaka veriniz. Zirâ bana cehennem halkı gösterildi, çoğu sizler idiniz.” Buyurdu
Kadınlar: “Yâ Resûlâ’llâh, neden?” diye sordular. “Çünkü siz (ötekine, berikine) çokça lâ’net eder, zevclerinize karşı küfrân-ı ni’met gösterirsiniz. Ne acîptir ki kendini zapteden tam akıllı ve dîninde azimli kimsenin aklını sizin kadar eksik akıllı, eksi dinli hiç bir kimsenin çelebildiğini görmedim.” buyurdu.
“Aklımızın, dînimizin eksikliği nedir? Yâ Resûlâ’llâh.” dediler. “Kadının şahâdeti, erkeğin şahâdetinin yarısı değil midir?” diye sordu. “Evet.” dediler. İşte bu aklınızın eksikliğinden. Hayız gördüğü zaman da namaz kılmaz, oruç tutmaz değil mi?” buyurdular. “Evet.” dediler. İşte bu da dîninizin eksikliğinden.” Cevâbını verdi.”
Kadınlar hakkında çok daha şaşırtıcı hadisleri bir arada toplu olarak İlhan Arsel’in, ” Şeriat ve Kadın” adlı kitabında bulabilirsiniz.
X
İRAN’LI FATMAYI DİNLEMEZSENİZ
“ÇARŞAF BİR GÜNDE GİYİLİR AMA ÇIKARMAK İSTERSENİZ BİR ÖMÜR SAVAŞMANIZ GEREKİR” Bu sözler İranlı Fatma Gülmaney’e aittir.
Fatma hanımın söylediklerinden bir bölüm daha: “Bizler bir günde çarşafa girdik. 20 yıldır çıkartamıyoruz. Başlarımız gibi geleceğimiz de karardı. Şimdi çarşafla kaybettiğimiz o günleri arıyoruz. Türkiye’de bizim tam tersi savaş verenler; 20 yıllık bu rejimimize dikkatle baksın.” (SABAH, 19.07.1999).
Atalarımız: “Hekim hekim değil de başına gelen hekim!” demiştir. İranlı Fatma, İranlı kadınların başına gelenleri gördüğü için Türkiye’de şeriat isteyen kızlarımıza, kadınlarımıza gönderme yaparak onları uyarıyor. Çok önemli bir vurgulama yapıyor. “Biz, diyor, şeriat yerine demokrasi ve laiklik isterken; Türkiye’deki hemcinslerimiz, bizim tersimize, demokrasi ve laiklik yerine şeriat istiyorlar. ..” diyor.
Üniversitelerde, yüksek okullarda okuyan ve okumayan kadınlarımızın-kızlarımızın; günümüzde, türban kavgası verdikleri ve sayılarının her geçen gün arttığı bir gerçektir. Şu gerçeği açıklamak gereği duyuyorum. Halkımızın geleneksel başörtüsüne bir diyeceğimiz yoktur. Öyle ki bu başörtüsünü savunmak da benim gibilerin de birinci görevidir. Bizim anlayamadığımız: “Bir şerit-tarikat simgesi olan örtünmenin (tesettürün) Allah’ın emri diye dayatılması ve yeniden şeriata dönülmesi çabasıdır.”
Eğer dedikleri gibi şeriatı-tarikatı simgeleyen başörtüsü Allah’ın emri olsaydı hiçbir beşeri güç kadınların başını açmasını önleyemezdi. Tıpkı depremi önleyemedikleri, önleyemeyecekleri gibi… Gökyüzünde bulanan Güneş, ay ve yıldızların yörüngesini değiştiremeyecekleri gibi… Yaşlanmayı, ölümü önleyemeyecekleri gibi…
Acaba bu türban kavgası veren kadınlarımız-kızlarımız, şeriatın kendilerine tanığı hakları biliyorlar mı? Şeriat gelince kendilerine uygulanacak kuralları biliyorlar mı?
Bu konuya şeriatın temel kitabı Kuran’ı kaynak göstererek değinmek istiyorum. Hadis kitaplarında kadınlar hakkında çok daha ağır kurallar (hükümler) vardır. Ancak; Hadis kitaplarından alıntılar için hemen yanıtı yapıştırıyorlar. “Hadislerin içinde uydurma olanlar var!” diye…
Kuran’dan aktaracağım bu kurallara karşın “Biz yine de şeriat isteriz ve bunun içinde canımızla kanımızla savaşırız…” derlerse, söyledikleri bu sözlerin hiç de sağlıklı birine yakışmayacağını söyleyebilirim. Çünkü sağlıklı olanlar; sağlıklı düşünürler, sağlıklı yargılıma yaparlar…
Bu kafada da direnirlerse başlarına çok iş açarlar… Sağlıklı olanlar ve sağlıklı olarak düşünebilip yargılama yapanlar: “Kendilerini kulluğa, köleliğe mahkum edecek, olan şeriat kurallarına (hükümlerine) evet!” demezler…
Bir kere, şeriat için savaşım veren kadınlarımıza-kızlarımıza söylüyorum, özlediğiniz ve gelmesi için savaşım verdiğiniz şeriat rejimi gelirse eşlerinizin (kocalarınızın) dörde kadar evlenme hakkı vardır. Buna bir itirazınız olamaz. İtirazınız kocanıza karşı dik başlılık sayılır ve kocanıza karşı dik başlılık ettiğinizde de bir güzel dayak yersiniz.
Şimdi bu konudaki tümcelere (âyetlere) bakalım: “Eğer, velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsanız, onlarla değil, hoşunuza giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet, aralarında adâletsizlik yapmaktan korkarsanız bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur.” (K. 4/3).
Dörde kadar kadın almak söz konusu olunca; hangi erkek, adaletsizlik sağlayamayacağını ileri sürer? Bu tümcede “…sahip olduğunuz ile yetininiz” sözcüklerinin asıl karşılığı “sahip olduğunuz cariyelerle iktifa edininiz” olduğu halde; Diyanet, dine hizmet amacı ile, “cariyelik” kurumunu gözlerden saklamak için “cariye” yerine “sahip olduğunuzla yetininiz…” demek gereğini duymuştur. Kelimenin anlamını değiştirmek gereğini neden duymuşlar acaba? Kendilerine sormak gerek…
Sonra bu tümcede ilginç bir buyruk daha var. Erkeğe, velisi oldukları yetim kızlarla evlenme yetkisi veriliyor. Oysa Anadolu geleneğine göre baktığımız yetim bir kız bizim evladımız sayılır. Bu da bir kişinin evlatlığının karısı ile evlenme yetkisi veren tümce (âyet) (Bk. K.33/37: Muhammed’in evlatlığının karısı Zeynep’le boşandıktan sonra evlenmesi…) gibi günümüz anlayışı ile bağdaşmaz.
Çünkü velisi olduğumuz kız çocukları da, evlatlığımızın boşanmış karısı da, biz Türklere göre kızımız sayılır. Şurasını da belirteyim ki Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı FETVA kitabında, bir erkeğin evlatlığının boşadığı karısı ile evlenebileceğine ilişkin fetvasına Türk halkı büyük tepki gösterince DİB’lığı söz konusu FETVA kitabının satışını engelleyerek satıcılardan toplatmıştır.
Bilmeyenler için söylemek gereğini duyuyorum. İslam Peygamberi; yukarıdaki K.33/37 tümcesi (âyeti) gereğince, evlatlığı Zeyd’in boşadığı karısı Zeynep ile, nikah bile kıymadan, Allah’ın emri diyerek evlenmiştir. Öyle ki bu nikah kıymama sorun olduğunda Zeynep: “Bizim nikahımızı Allah kıydı…” demiştir…
Erkeğe, eşine dayak atma yetkisi veren tümce (âyete) gelince: “Allah’ın, kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarf etmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah’ın korumasını emrettiği, kocasının bulunmadığı zaman da koruyanlardır. Serkeşlik (dik başlılık) etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün. Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın . Doğrusu Allah yücedir, Büyüktür.” (K.4/34)
Burada gelmiş geçmiş dünya hukukunun hiç birinde görülmemiş bir buyruk (emir) var. Kadının dik başlılık yapmış olması aranmıyor; erkeğin, karısının “serkeşlik (dik başlılık) yapabileceğinden kuşkulanmış olması” yetiyor.
Kuşku üzerine yaptırım uygulamak ise gelmiş geçmiş dünya hukukunun hiçbirinde olmayan bir kuraldır… Hukukun; usulüne ve esasına aykırıdır… Kuran’daki bu “…nihayet dövün…” buyruğunu kabul etmekte zorlanan ve dine yakıştıramayan günümüz İslam bilginleri, ki bunların başında Yaşar Nuri Öztürk gelmektedir, bu tümceyi yumuşatarak “hafifçe dövün” şekline ve daha sonra bunu da büsbütün ortadan kaldırarak “evden uzaklaştırın” sözleri ile değiştirmiştir…
Bu din bilginleri sonra da Kuran’ın bir harfi değişmemiştir diye ahkam kesiyorlar. Değil bir harfini, hafifçe olmadığı halde, “hafifçe” sözcüğünü ekliyorlar, sonra da büsbütün kaldırarak ve de “evden uzaklaştırın” kuralını eklediklerini unutarak bir harfi bile değişmemiştir diyorlar…
Sonra dövmenin hafifi mi olurmuş!.. Hiç mi karısını döven erkek görmedik. Karısını döverken yaratana sığınıp vuruyor adam… Hem hafifçe de olsa dayak atmakla kadın, aşağılanmış ve onuru zedelenmiş olmuyor mu?
Hele kadınların cinsel doyumdan yoksun kalınca yelkenleri indireceğini sanmak da bir başka yönden kadınları anlamamak ve aşağılamak anlamına gelmez mi?.. Bu günümüz anlayışı ile bağdaşır mı? Günümüz kadınları böylesine bir uygulamaya katlanabilir mi?
Erkeklerin üstünlüğüne kanıt olarak “erkeğin mallarından sarf etmeleri” örnek gösteriliyor. Günümüz de kadının geliri ile geçinen çok erkek var. Bu durumda kadınları erkeklerden üstün saymamız gerekmiyor mu?.. Bu durumda olan erkeklerin de kadınlara: “…gönülden boyun eğmeleri…” gerekmez mi?.. Gönülden boyun eğmek yerine, kadın ile erkek yaşamı birlikte göğüslemeleri gerekir dense daha iyi olmaz mı idi, daha güzel olmaz mı idi?… Böyle bir deyim dinsel söyleme daha çok yakışmaz mı idi?.. Daha güzel bir Tanrı sözü (Allah kelâmı) olmaz mı idi…
Bütün bu açıklamaların sonucuna göre: Diyelim, eşiniz (kocanız): “Ben eşlerim arasında adaleti sağlarım. Çok şükür gelirim de yerinde. Bu nedenle ben eşimin üstüne Allah’ın emrettiği kadar evleneceğim..” derse ve daha başka gerekçeler ileri sürerse ne olacak?
Erkeğe göre gerekçe mi yok… Örneğin; şu hasta, şu aybaşı, şu doğum yapmış, şu da babası evine gitmiş diyerek diretirse dört tane ile bile yetinmeyecek duruma gelmez mi?..
Nitekim Krallar ve Peygamberlerden kimileri çok kadınla yaşamayı bir peygamberlik belirtisi saymışlardır. Örneğin Süleyman Peygamberin 300 kadını (100’ü karısı, 200’ü de cariye) olmuştur.
İslam Peygamberinin kaç karısı olduğu konusunda da İslam bilgileri kesin bir sayı verememektedirler. Kimi 9, kimi 11, kimi 15 der…
MEB’nca yayınlanan Taberi’nin MİLLETLER VE HÜKÜMDARLAR TARİHİ adlı kitabının 5. Cildinin 834. sayfasında İslam Peygamberinin 26, 27 kadını olduğu yazılmaktadır. İnanmayan adını verdiğim bu kitaba bakabilirler. Bu konuda daha geniş bilgi edinmek isteyenler ise Arif Tekin’in “MUHAMMED ve KURMAYLARININ HANIMLARI” adlı kitaba bakabilirler. Bu kitap Kaynak yayınları arasında çıkmış olup kitapçılardı satılmaktadır…
Söz hakkınız olmayan bir başka konumunuz daha vardır. İnanamayacaksınız ama bu doğrudur. Önce tümceyi (ayeti) olduğu gibi buraya aktaralım: “Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza istediğiniz gibi gelin…” (K. 2/223)
Öncelikle belirtmekte yarar var: Çiftlerin cinsel ilişkiye girerken nasıl davranacakları Allah’ın, Peygamberlerin, dinlerin karışacağı bir iş mi?.. Hiçbir hayvana nasıl ilişkiye girecekleri konusunda; ne Allah, ne Peygamber gönderilmemiş ne de kitap indirilmemiş olduğu halde bu işi doğal olarak yapıyorlar. Hayvanların maşallahı var… Nasıl ilişkiye gireceklerini doğuştan biliyorlar. Hem müstehcenlik gibi bir koşullanmaları da yok… Çok rahat, çok da güzel başarıyorlar ve hem de Allah’ın (Doğanın) emrettiği yoldan giriyorlar. İnsanlar hayvanlardan aşağı mıdır ki nasıl cinsel ilişkiye girecekleri konusunda; Allah’a, Peygambere, kitaba, âyete gereksinim duysunlar…
Kuran’da: “Ey Muhammet! Sana kadınların aybaşı hâli hakkında da sorarlar, de ki: ‘O bir ezâdır.’ Aybaşı halinde iken kadınlardan el çekin, temizlerine kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman, Allah’ın size buyurduğu yoldan yaklaşın.” (K. 2/222) denilmektedir.
Dikkat edilirse bu tümce (âyet) “tarlanıza istediğiniz gibi giriniz!” demiyor “Allah’ın size buyurduğu yoldan giriniz…” diyor. Ne var ki bu tümce “tarlanıza istediğiniz gibi gelin” tümcesinden (âyetinden) öncedir.
Acaba diyorum bu tümce daha önce olduğu için; sonraki emir öncekini ortadan kaldırdığı (Nesh etti…) diye anlaşıldığı için mi Humeyni kadını erkeğin tarlası olarak görüp dilediğiniz gibi girebilirsiniz diyor. Yoksa bu tümce (âyet) , uygulama konusunda yenilik mi getirdi diye düşünüyorum.
Bu konuda Arif Tekin’in kitaplarında islamî kaynaklara dayanarak yapılan alıntılar beni düşündürmeye başladı… Ayetullah Humeyni’nin verdiği anlamı bir türlü veremiyorum. Çünkü Ayetullah Humeyni: (“Kadınlarınız sizin tarlanızdır, tarlanıza dilediğiniz gibi gelin.” K. 2/223) tümcesini, kadınlarımızın çok büyük çoğunluğunun kabul edemeyeceği şekilde yorumluyor…
Arif Tekin ise, adını verdiğim kitabında: Ömer’in ters ilişkiyi girerek üzülmesi üzerine kendisini teselli etmek üzere bu tümce (âyet) söylendi diyerek yadsınamayacak (inkar edilemeyecek) olayları anlatıyor. Hem de İslam kaynaklarına dayanarak…
Humeyni’nin bu âyeti yorumunu merak ediyorsanız Humeyni’nin aşağıda adlarını verdiğim kitaplarına bakabilirsiniz. Örneğin; “Tavzîh-ul Mesail’deki fetvası. Madde 453 ve Tahrîr-ul Vesile. C.2, s. 241.” Bu kitaplar bulamayabilirsiniz.
Yok, olacak gibi değil diyorsanız; o zaman kütüphanelerine giderek 27 Ocak 1987 tarihli Hürriyet gazetesinde “Ürperten Humeyni” başlıklı Uğur Dündar’ın Zekeriya Beyaz ile yaptığı röportaja ve yine 01-14 Ağustos 1991 tarihli Ak-Zuhur adlı derginin 4. Sayfasına bakabilirsiniz. Ak-Zuhur dergisini kütüphanelerde bulabilirsiniz.
Eğer bu gazeteleri bulamazsanız Diyanet Müfettişliğinden emekli Arif Tekin tarafından yazılan ve kitapçılarda satılmakta olan “KUR’AN’IN KÖKENİ” adlı, Kaynak yayınlarınca yayınlanan kitabının “Ömer’in görüşleri doğrultusunda inen ayetler” bölümüne (68-71. sayfalar..) bakabilirsiniz.
Gerek Arif Tekin’in ve gerekse Humeyni’nin söylediklerini burada açıklamaya dilim varmıyor… Bu konuya Arif Tekin ve Ayetullah Humeyni gözü ile bakamıyorum. Sayın Öğreticim Prof. İlhan Arsel de, telefonla sormam üzerine, Ayetullah Humeyni gibi bakmadığını bana özel olarak bildirmişti.
Ne var ki meslek yaşamımda bu tür olaylar nedeniyle boşanma davalarına girip çıktım… Özel soruşturma ve araştırmama göre “tarlasına dilediği gibi girenlerle” çok karşılaştım… Ne var ki, Hukukumuza göre, bu tür yaklaşımlar kötü muamele sayıldığından, boşanma nedenidir.
Ben kendimi bu konuda yorum yapacak denli yetkili göremiyorum. Ama Ayetullah Humeyni’nin yorumlayacağı şekilde olacağını da kabul edemiyorum. Benim anladığım bu tümcede belirtilmek istenen “pozisyon değişikliğidir”. Pozisyon değişikliği de olsa burada kadına tercih hakkı, söz hakkı verilmemesi, şeriatın kadına nasıl baktığının bir göstergesidir…
Yine diyelim ki siz,bir kadın olarak, eşinizin dayatmalarından bıkarak boşanmak isteseniz bile şeriat hukukuna göre boşanamazsınız… Şeriat hukukuna göre Mahkemeye giderek Kadıdan boşanma karar alabilmeniz için bazı koşulların oluşması gerek.
Şeriata göre: Kadı da, kolay kolay karar veremez; çünkü, şeriat kuralları Kadı’nın elini kolunu bağlamıştır. Kadı sizden iki kanıt ister: Bunlardan biri “kocanızın cinsel bakımdan iktidarsız olduğunu” ve ikincisi de, “kocanızın deli olduğunu” kanıtlamak…
Diyelim, kocanızın “iktidarsız” ya da “deli” olduğunu kanıtladınız. Kadı yine sizin boşanmanıza karar veremez. Ya, nasıl karar verecektir? Kadı’nın vereceği karar: “Sizin bir yıl beklemenizdir.” Bu verilen bir yıllık süre içinde kocanızın iktidarı yerine gelirse veya akıllanırsa açtığınız boşanma dâvası düşer. Artık kocanızın sizin üstünüze “kuma” getirmesine, Gaziantep deyimi ile “nöker” almasına katlanmak zorundasınız. Kocanızın bu davranışı size zor geldiği için mızıkçılık yaparsanız “serkeşlik (dik başlılık) etmiş sayılacağınızdan “Hafifçe” de olsa bir güzel dayak yersiniz.
Bütün bunlara karşılık şeriat hukukuna göre, kocanızın sizi boşaması için mahkemeye, Kadıya gitmesine gerek yok. Kocanızın ağzından çıkacak bir sözcükle kocanızdan boşanmış olursunuz. Sizi boşamak isteyen kocanızın size “BOŞ OL!” demesi yeter… (Bakınız: Cumhuriyet, 7 Haziran 2001: Öğretmenlik yapan Şenay Öztürk, avukat olan kocası Hanefi Öztürk tarafından; “Boş ol, boş ol, boş ol! kelimeleriyle terk edildi… Şenay Öğretmen suçu: Kocasının, Ukraynalı bir kadınla yaşamasına tepki göstermesi…”)
Görüldüğü gibi kadının boşanması için erkeğin “Boş ol!” demesi yetiyor. Her “Boş ol!” dedikten sonra erkeğin nikah yenilemesi (tazelemesi) bir zorunluluktur. Bu durumda da kadınlar aleyhinde ağır bir yaptırım vardır. Bunun adına da “Hulle!” denir ki kaynağı Kuran’dadır. Okuyalım: “Boşanma iki defadır…” (K. 2/229) “Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka biriyle evlenmedikçe bir daha kendisine helâl olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa, Allah’ın yasalarını koruyacaklarını sanırlarsa, eski karı kocanın birbirlerine dönmelerine bir engel yoktur. Bunlar bilen kimseler için Allah’ın açıkladığı yasalardır.” (K. 2/230).
Diyelim öfkeli bir adamla evlendiniz. Adam öfkelendikçe “Boş ol!” demekten kendisini alamıyor. Diyelim; sizi üç kere boşadıktan sonra öfkesi geçti ve pişman olarak yeniden nikah yenilemek istedi. Yukarıdaki tümcelere (âyetlere) göre “Boşanma iki keredir… Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka biriyle evlenmedikçe…” yeniden eski kocasına dönemez. Bunun adına şeriatta “Hulle!” denir ki uygulaması eskiden çok görülmüştür.
Yaşamda çok görülmüştür. Öfkelenen erkek karısını üç kere arka arkaya: “Boş ol! Boş ol! Boş ol!” diyerek boşamıştır. Şeriatta bunun adı Talak-ı selâsedir ve böylece kadın kocası tarafından boşanmış sayılır. Eğer böyle bir durumla karşılaşırsanız “Hulle” yapılmadan; yani, ikinci bir erkekle evlenip boşanmadan kocanızla bir araya gelemezsiniz… Nikah tazeleyemezsiniz..
Bu kural da kadınlar aleyhine olan bir şeriat kuralıdır. Burada kadının hiç mi hiç söz hakkı yoktur. Kadın: “Ne hakla beni istemediğim bir erkeğin koynuna veriyorsunuz?” diyemez. Dahası var. Eğer “Hulle” gereği evlendiği ikinci kocası, “Ben karımdan memnunum. Niçin boşayayım…” derse kadın eski kocasına dönemez. Çünkü dedeğim gibi kadının hiç mi hiç söz hakkı yoktur.
Sözün burasına gelmişken Almanya’da bulunan sözde Federe İslam Devletinin Halifesi, ki şimdi cinayete azmettirmekten Alman hapishanelerinde yatmaktadır, Metin Kaplan, Show TV’de Reha Muhtar’la yaptığı bir röportajda: “İslam hukukuna göre kadın maldır. Hiçbir söz hakkı olamaz!” diyordu. Bu sözlerinin dayanağı Kuran’daki şu tümce (ayet) olsa gerektir: “Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.” (K. 3/14).
Görülüyor ki kadınlar; erkekler için, altın, gümüş, at, deve gibi dünya hayatının nimetleri sayılmaktadır… İşte türban giyerek şeriat militanlığına soyunan kadınları bekleyen sonuç budur… Bütün Arap-Acep âlemine baksınlar, kadınların toplumdaki konumlarını incelesinler… İncelesinler de ondan sonra şeriatı getirmek için savaşıma girişsinler…
Gözden kaçırılmak istenen önemli bir olgu daha var. Şeriata göre erkek için kadın boşamanın sınırı yoktur. Dördü aşmamak üzere elindekileri boşayıp boşayıp dörde tamamlayabilir. Böylece yüzlerce kadınla evlenme mutluluğuna erebilir.
İnandırıcı gelmedi değil mi?.. Bir örnek verelim öyle ise : Dördüncü İslam Halifesi Ali’nin büyük oğlu İmam Hasan, bu şekilde boşayıp boşayıp dörde tamamlamak üzere tam 110 kadınla evlenmiştir. Bu nedenle adı tarih kitaplarına “MUTAALLAKA-(BOŞAYAN ) Hasan” olarak geçmiştir. (Bk. İhyayu Ulumid-Din. Boşanma Konusu (Talak Bahsi). İmam Gazali…)
Bu arada kocanızın parası varsa; dört karısı ve malik olduğu cariyeler yanında istediği kadar yeni cariye de alabilir… Öyle ki kocanız; dört karısının, sayısız cariyesinin dışında olabildiğince SİGA’sı; yani, geçici karısı da olabilir.
Aşağıdaki satırları Cumhuriyet gazetesinden aktarıyorum: “SİGA, İran’da özellikle dinin ağır bastığı: Kum, Moşhed gibi illerde oldukça yaygın bir kurumdur. Birbirleriyle cinsel ilişkide bulunmak isteyen karşı cinsler, Arapça söyleyebileceği bir iki tümceden sonra birbirinin helâli olurlar.
Anlaşma parayla sağlanır. SİGA’ ile kurulan ilişki sonucunda erkeğe hiçbir sorumluluk yüklenemez. Yani bu ilişki sonunda kadın çocuğa kalırsa erkeğin çocuğuna karşı hiçbir sorumluluğu yoktur…
Şeriatçılar bu eylemleri nasıl savunuyorlar görelim: ‘Teokratik düzenin ideologları, çok karılığı ve SİGA’yı; görsel, işitsel, ve yazılı basında sürekli önerip haklı nedenlerini açıklıyorlar. Örneğin Ayetullah Gomi: “Avrupalıların çoğunun metresi var… Biz neden insanî gereklerimize gem vuralım? Bir horoz, kümes dolusu tavuğu doyuma ulaştırır. At deseniz o da bir sürü aygırı…(Tümcenin doğrusu: Aygır deseniz o da bir sürü atı… olacaktır.) der.
Rafsancani ise, gençlerin (erkek delikanlıların demek istiyor) sorunları için çözümün “SİGA” olduğuna inanır…” Bizde erkek delikanlıların sorunlarının da Genelevler yoluyla giderildiğini de unutmayalım. Bu yazdıklarıma inanmayan türban mücahidi kadınlarımız-kızlarımız: Şeriat Düzeninde İranlı Kadın. Dr. İldeniz Kurtulan’ın Cumhuriyet gazetesinin 200 Ocak 1996 tarihli nüshasının sayfa: 12. sayfasına bakabilir…
Bu konuda bir başka kaynağa daha göz atalım: “Hırs sınır tanımıyor. Kadınlar, çocukları kucaklarında cadde kenarlarında fuhuş için beklerken, Tahran etrafında dev binalar peş peşe yükselmektedir. Caddelerde de çocuk yaşta genç kızları, geceleri Hacı Beyzadelerin 60 milyon tümanlık (Para birimi olsa gerek…) mercedesleri göz kamaştırmaktadır. Caddelerdeki bu avlanmanın adı da SİGA’dır ve Mollalar onun artmasında ısrar ediyorlar.
Bu yazdıklarıma inanmayan türban mücahidi kadınlarımız-kızlarımız EVRENSEL gazetesinin 2 Temmuz 1999 tarihli nüshasının 11. sayfasına bakabilirler…” İranlılar SİGA denilen bu geçici evliliği neye göre yapıyorlar denebilir. Bu davranışlarını Kuran’ın 4/24 tümcesine dayandırmaktadırlar. Asr-ı saadet denilen zamanda bu kural daha çok savaş sırasında kullanılmış ise de günümüz Arap İslam dünyasında uygulanmamaktadır.
Ne var ki İran’da uygulanma olduğunu gazete ve dergilerden öğrenmekteyiz… İran’da “SİGA” adı ile yapılan bu uygulamaya Arapça’da “Muta nikâhı” denir… Türkçe’si ise “Geçici evliliktir”. Şimdi Kuran’daki tümceyi (ayeti) okuyabiliriz: “… kendilerinden istifade ettiğiniz kadınların takdir olunan ücretlerini veriniz…” (K. 4/24. Kuran-ı Kerim Meâli. Hazırlayanlar: Ziya Kazıcı, Necip Taylan. Diyanet ve Diyanet Vakfı, kendi çevirilerinde bu tümceyi anlaşılmaz duruma getirmişlerdir…)
Elbette kişilikli ve onurlu bir kadın şeriatın erkeğe tanıdığı bu hakları kabul etmeyecektir. Kocasının kendisinden başka kadınlarla inip kalkmasına (Kumasını, cariyesini, Siga’sını…) kıskanarak kocasına karşı dik başlılık edecektir. Çünkü erkek nasıl eşini kıskanırsa; kadın da erkeğini kıskanır doğal olarak. İslam söylemine göre bu kıskançlık durumu şöyle dile getirilir. “Eşini kıskanmayan kişi Domuzdan aşağıdır.” Doğru mu, yanış mı bilmiyorum ama domuza eşini kıskanmayan hayvan derler…
Kocasının bu davranışlarını ahlaksızca bularak kıskanan kadınları, kocasının bir güzel dövme hakkı vardır. Bu dövme hakkı erkeğe şeriat kuralı gereği “Allah’ın emri.!” olarak dayatılır… Sizin yediğiniz bu dayak üzerine dava açma hakkınız yoktur. Çünkü kadının dava açma hakkı yukarda belirttiğim iki nedenle sınırlanmıştır. Kocasının deli olması ya da iktidarsız olması… Oysa yürürlükte olan yasamıza göre dayak yiyen kadının dava açma hakkı vardır. Dayak, kötü işlem (muamele) sayılır ve boşanma nedenidir…
Şeriatçılar bu dayak konusunu günümüz anlayışı ile bağdaştıramadığı için “dövme” kuralına “Hafifçe” yi eklediler. Yaşar Nuri Öztürk daha da ileri giderek önceki çevirilerinde “Hafifçe” dediği halde sonra çevirilerinde bunun yerine “evden uzaklaştırın”ı eklemiştir ve televizyonda da bu görüşünü savunmuştur. Oysa eski çevirilerin hiçbirinde bu “Hafifçe” olmadığı gibi “evden uzaklaştırın” da yok. Şeriatı şirin göstermek için ne yapacaklarını şaşırdılar… Kendilerini de reformcu din adamları olarak lanse ettiler…
Türban takarak şeriat için savaşan bacılarım, işte size hem de Kuran’dan kaynaklar göstererek yaptığım açıklamalar. Hadislerde bundan daha çok ağır olarak ve aşağılayıcı uygulamalar, yargılar vardır… Ama ben bunlara değinmedim. Nedeni de “Bu hadisler uydurmadır” denebilir diye… Bu nedenle alıntılarım Allah’ın kelâmı diye dayatılan ve bir harfinin bile değiştirilmediğine inanılan Kuran’dandır.
Yaratılışın açıklayamadığımız gizi ki. çözemediğimiz bu gizi açıklamak için Allah deriz… Oysa Allah, sanıldığı gibi gökte değildir. Peygamber göndermiş, Kitap indirmiş değildir. Bunlar din edebiyatında ve felsefesinde mecaz ve simgesel anlatımlardır. Allah: Bizim üstesinden gelemeyeceğimiz Doğa ve toplum kuralları yanında; aklın ve kültürel birikimimizin oluşturduğu vicdanımız ve sağduyumuzla yansıyan iyi duygularımızdır. (Ruhül Kudüs. Kutsal ruh, Cebrail…)
Dikkat edilirse Allah yok! demiyorum. Öldürseler, demem de.. ama bu kavram yanlış anlaşılıyor; doğrusu az yukarda anlattığım gibidir. Eğer şeriatçıların dayattığı şekilde bizim dışımızda bir Allah anlayışını kabul edersek insanlığa hiçbir yararı olamaz. Allah’ı, içimizde ve bizleri doğru, dürüst, iyi ve erdemli olmayan sürükleyen duygu olarak (sağduyu) kabul edersek kötü iş yapmaktan (Günah işlemekten) kurtuluruz. İşlersek de cezasını görürüz ve hiç olmazsa ben ettim ben de buldum diyerek sorumluluğu yükleniriz. Bu nedenle böyle anlaşılmalıdır diyorum. Böyle anlaşıldığı takdirde insanlığa yararlı olur diyorum. Aksi takdirde; geri kalmış şeriatla yönetilen ülkelerle Taliban gibi olursunuz diyorum…
Biliyorum anlattıklarım sizlere inandırıcı gelmeyecektir. Çünkü bu güne değin sizlere bu anlattıklarım söylenmemiştir.
Hem sizin Diyanet İşleri Başkanınız vardır. Müftüleriniz vardır. Hocalarınız, Şeyhleriniz vardır. Bir de çok meşhur Süleyman Ateş’iniz, Yaşar Nuri Öztürk’ünüz ve Zekeriya Beyaz’ınız vardır. Sorun bakalım bir kere onlara “Hayri Balta, şeriatın kadına bakışı hakkında böyle böyle diyor. Bu adam yalan söylüyorsa doğrusu nedir?” diye..
Bunun yanında bana hücuma kalkmadan önce gösterdiğim kaynaklara bir bakın eğer orada da bulamazsanız bana sorun “Sen bunları nereden aktardın?” diye.. Doğrusunu ya onlar, ya da siz bildirin. Bildirin ki, ben de hidâyete ereyim.
Ya şu tümceye (âyete) ne dersiniz? Kuran: Allah sözü ise ya da Peygamber sözü ise; Bir Allah’a ya da Peygamber’e, kulları arasına kıyamete kadar kin ve düşmanlık salar mı? İnanmadınız değil mi, okuyalım öyle ise: “Biz hıristiyanız” diyenlerden de söz almıştık; onlar kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. Bu yüzden aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Allah yapmakta olduklarını kendilerine haber verecektir.” (K. 5/14. Diy. Çev.)
Ceviz Kabuğu programında, Hulki Cevizoğlu: “Bu nasıl olur?” diye Zekeriya Beyaz’a sorunca; Zekeriya Beyaz, işin içinden çıkamadı. İşin içinden çıkamayınca da, “Yanlış, burada bir matbaa hatası vardır..” diye kıvırmak zorunda kaldı.
Baskı hatası falan yok. 1. Abdullah Aydın, 2. Ahmet Ağır Akça-Beşir Eryarsoy, 3. Ahmet Davudoğlu, 4. Ali Bulaç, 5. Doç. Dr. Bedri Noyan, 6. Diyanet Vakfı çevirisi, 7. Feyzu’l-Kur’ân-, 8. Hasan Basri Çantay, 9. Hasan Tahsin Feyizli, 10. Elmalılı Hamdi Yazır- İzahlı Meali de aynı, 11. Muhammed Esed. Üç ciltlik meal tefsiri de aynı, 12. Doç. Dr. Necip Taylan, 13. Okat Yayınlarınca basılan Kur’an, 14. Rıza Çiloğlu, 15. Suudi ArabistanKrallığı. Medine, 16. Prof. Dr. Süleyman Ateş, 17. Yaşar Nuri Öztürk, 18. Doç. Dr. Ziya Kazıcı gibi tam 20 Kuran çevirisini gözden geçirmiş oluyorum. Hayret! Hepsinde de baskı hatası var… Olur mu? Diyanet Çevirisi ile Birlikte 21 kitabın da hepsin de baskı hatası olur mu? Olur diyemeyeceklerine göre; değiştirilmiştir diye İslamı ve Kuran’ı kurtarmaya çalışacaklardır. Çevrilmiştir demeyenleri de kâfir ilan edeceklerdir…
Yazık değil mi sizlere… Tesettür Allah’ın emri de yukarda Kuran’da yerini belirttiğim tümceler (âyetler) Allah’ın emri değil midir?.. Ama yine de tercih sizin. Siz şeriatınızı kendiniz yaşayın; fakat bizlere dayatmayın…
Biz sizlere karışmıyoruz, ne olur siz de bize karışmayın… İslam kurallarını Allah’ın emri diye bize dayatmayın… Bu yaşam yöntemini Türk halkına Allah’ın emri diye dayatamazsınız artık… Dayatırsanız karşınıza en başta Türk ordusu ve Cumhuriyetin zinde güçleri çıkar. Erbakan ve Partisi gibi bozum olursunuz…
Benden söylemesi… Ne de olsa aynı ülkenin çocuklarıyız… Düşüncelerimi açıklamakla ben halkımıza karşı sorumluluğumu yerine getiriyorum. Bu tür yazılarla Tanrı bilgisinden habersiz olanları uyarıyorum… Son olarak kadınlarımıza-kızlarımıza yine sesleniyorum: İranlı Fatma’yı dinlemezseniz başınıza gelecekler budur… Ama o zaman iş işten geçmiş olacaktır…
Av. Hayri Balta
+
(ADD Genel Merkezince çıkarılan ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE dergisinin Ekim 1999 tarihli sayısında çıkan bu yazım; Sitem için hazırlanırken güncelleştirilmiştir.)
X
İSLAM KÖLELİĞİ KALDIRDI MI? 1
Dikkat edilirse yazılarımın köşe başlığı. “TABULARA, TALANA,YALANA BALTA”dır…
Tabuları, talanı, yalanı görünce tepki göstermeden duramıyorum. Alın size tabulaştırılmış bir yalan daha… Önce Akit gazetesinde çıkan şu yazıyı gelin hep birlikte okuyalım: “…Biz biliyoruz ki, kölelik İslamiyetten önce varmış. İslâm dini gelince kölelik kalkmış. İlk kaldıran da Hz. Muhammed (sav.) Efendimiz olmuştur. Kendi kölesini serbest bırakmıştır. Durum buyken, Kur’an’ın hangi ayetinde ve hadisi şerifte, kölelik teşvik ediliyormuş? Bu zavallı adamlar ne yapmak istiyor?…” (Akit. 17 Şubat 2001. Mehmet Nar/Yalova. Sizin Sesiniz köşesi. S. 18).
26 Kasım 2001 Pazartesi günü de Star TV’de Sabahattin Önkibar’ın sunduğu “Alternatif” programında “Din ve Laiklik” konusunda bir tartışma yapıldı. Tartışmaya: Doğu Perinçek, Nazı Ilıcak ve İsmail Nacar katıldı. Tartışmanın konusu kölelikti… Doğu Perinçek: “İslam’da kölelik var ve kaldırılmamıştır” deyince İsmail Nacar atılarak: “Yalan söylüyorsun. İslam’da kölelik yoktur. Tersine İslam köleliği kaldırmıştır…” deyince tartışma kızıştı. Doğu Perinçek:”Kuran’da var. İşte Kuran, okuyacağım…” deyince İsmail Nacar: “Oku bakalım. Yalan söylüyorsunuz. Milletin kutsal dini ile uğraşmaktan usanmadınız. Bu millete ve dinine hakaret etmeyi bir marifet sanıyorsunuz…” gibisinden sözler söyledi.
İşte bu tartışmalar üzerine “İslam Köleliği Kaldırdı mı?” konusuna değinmek gereğini duydum. Bildiğim kadarıyla İslam köleliği kaldırmamış, tersine onaylamış ve yasallaştırmıştır… Ancak şu gerçeği de belirtmemek hak’ka saygısızlık olur. O da İslamiyet kölelere iyi davranılması koşulunu da getirmiştir.
Önce: 2. Halife Ömer’in Kudüs’e girişini inceleyelim. Halk arasında çok anlatılan bu fıkra şöyle. “Kudüs İslam ordularınca fethedilmiş. Ömer ordularının başında, atının üzerinde Kudüs’e giriyor. Yerli halk Ömer’i karşılamak için sokaklara dökülüyor. Atın üzerindeki Ömer’i alkışlayarak kutluyorlar. Bunun üzerine komutanlar açıklama yapıyor: “Ömer, atın üzerindeki değildir. Ömer, atın yanında yürüyendir. Atın üzerindeki Ömer’in kölesidir…” deyince Kudüs halkı İslam’ın ve dolayısıyla Ömer’in adaletine ve İslam’daki eşitliğe hayran oluyor…
Ömer’in adaletine ve İslam’ın eşitliğine örnek olarak sunulan bu öyküye göre; Ömer kendisinin at üzerinde, kölenin de yaya olarak yürümesini İslam adaletine aykırı bulduğu için nöbetleşe ata binmişler ve biniş sırası Kudüs’e girerken köleye geldiği için Kudüs’e böyle girilmiş…
Görüldüğü gibi İslam’ın ve Ömer’in adaletini açıklayalım derken İslam’da kölelik kurumunun var olduğunu açıkladıklarının ayrımında değiller… Bu öykü; belki uydurmadır, belki gerçektir. Ama ne olursa olsun bu olay 2. Halife Ömer zamanında köleliğin varlığına ve köleliğin kaldırılmadığına güzel bir örnektir.
Şimdi İslamcılar bu fıkra halk tarafından uydurulmuştur, aslı yoktur, diyebilir. Çünkü onlar İslam’ın hiçbir şekilde eleştirilmesini kabul edemiyorlar. Onlara göre: Kuran-da yok yok!.. Bilimsel buluşlar, keşifler, yerçekimi yasası, suyun kaldırma kuvvetinden ceninin ana karnında geçirdiği aşamalar, televizyondan radyoya, trenden uçağa, bilgisayardan uzay teknolojine değin ne varsa hepsi Kuran’da var. Oysa böyle bir şey yok. Kuran ne bir fizik kitabıdır ne de bir kimya…Kuran bir ahlak ve edep kitabıdır ve insanın nefsini terbiye etmesinin önemine değinir. Nefsine hakim olanın Allah’a ulaşacağını anlatmaya çalışır.
Bu yanılgının nedeni de İslam’da eleştiri olmamasıdır. Oysa eleştiri olmadan gerçek bulunmaz. Bu konuda yapılan eleştiriyi öğrenmek isterseniz bu ay yayınlanan Bilim ve Ütopya adlı dergiyi (2001 Kasım) muhakkak alınız. Dergi piyasada satılmaktadır ve “Din tele voleleri, ‘Bilinçli Tasarı’cılar vs. POSTMODERN İSLAMCILIK” adlı çok güzel ve bilimsel yazıyı okuyunuz…
Şimdi sözü uzatmadan İslam kaynaklarına bakalım. Ancak yazıyı uzatmamak için her kaynaktan birer örnek sunuyorum:
I-“Mâlik olduğunuz köle câriyeleriniz hakkında Allah’tan korkun. Onlara yediğinizden yedirin. Güçlerinin yetmeyeceği işleri onlara teklif etmeyin. Sevdiğinizi saklayın, hoşunuza gitmeyenleri satın. Allah’ın yarattıklarına eziyet etmeyin. Allahü Teâlâ’nın sizi onlara malik kıldığını unutmayın. Allah dileseydi, onları size mâlik kılardı.”
Dipnot, (789): “Bu hâdis, birkaç hadisten toplanmıştır. Ebû Davud; bir kısmını Buhari ile Müslim Ebû Zer’den, diğer kısmını sahih sened ile rivayet etmişlerdir.” (1).
Hadisteki şu iki tümceye dikkatinizi çekerim: “Sevdiğinizi saklayın, hoşunuza gitmeyeni satın.” Demek ki İslam Peygamberi köle alış-verişine (ticaretine) izin veriyor. Müminler köle, cariye alıp satabiliyor…
“Allahü Teâlâ’nın sizi onlara malik kıldığını unutmayın. Allah dileseydi, onları size mâlik kılardı.” dendiğine göre de kölelik kurumu Allah’ın bir takdiri olarak kabul ediliyor ve bu nedenle yasallaştırılıyor?.. Bu Hadis’te olumlu olarak kölelere iyi davranılması ve kaldıramayacağı yükü yüklememeli sözcüğüdür. Ama unutmayalım bir köy muhtarı bile eşeğinden verim alabilmek için onu beslemek ve kaldıramayacağı yükü yüklememek zorundadır…
II- “Köle satın alın, onlara rızıklarında ortak olun. Sakın zenci köle almayın, çünkü onların ömürleri kısa, rızıkları ise az olur.” (Taberânî, Mu’cemu’l Kebir ve’l-Evsaf’ta zayıf bir senedle.) (2).
Yukarıdaki hadis sahih; bu ise zayıf… Hangisine inanalım… Aslında bu da sahihtir. Ama; kölelerin rızklarına ortak olmayı, zenci kölelerinin ömürlerinin kısa ve rızklarının az olmasını İslam’a yakıştıramadıklarından olsa gerek kabul etmeye yanaşmamaktadırlar…
Ne var ki bütün dünyada kölelik kurumu en son İslam ülkelerinde, o da kâfirlerin baskısı sonucu ve ancak elli yıl önce kaldırılabilmiştir. Bu gün bile Afrika’nın kimi Müslüman ülkelerinde kölelik uygulaması vardır… (Bakınız: Meydan Larousse Ansiklopedisi).
Ne ise konuyu dağıtmadan asıl konumuza dönelim. İslamcıların sık sık başvurdukları bir savunma daha var. İslam’la köleyi azat etme geleneği geliştirmiştir, derler. Oysa köleliği azat etme kurumu çok eskilerden beri vardır. Yunan ve Roma tarihlerine bakılırsa köle azat edenlerin çok olduğu görülür. Onlarda köle azat edilince gerçekten özgür (hür) olur. Ne var ki İslam’da kölenin azat edilmekle sahibinin (kendisini azat edenin) velayetinden kurtulamadığını görürüz. Okuyalım: “Kim kendisini âzât edenlerin veliliğinden başkasının velâyetini tanırsa Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Allah ondan ne farz, ne de nâfile ibadet kabul etmez” (3).
Yanlış anlamıyorsam köle aza edilmekle kurtulmuyor; azat edildiği halde velâyet altında. Yani bir çocuk gibi… Kaldı ki İslam’da köle azat etmek “Kıyamet alameti” olarak görülür. (Bakınız: Şeriat ve Kölelik, İlhan Arsel. s. 71).)
Şimdi de İslam Peygamberinin ne kadar kölesi olduğuna bakalım: “Resûl-i Ekrem’in altmış kadar kölesi ve yirmi kadar câriyesi olduğu halde irtihâl-i Peygamberî (ölümü) sırasında hiç birinin bulunmaması, bunlardan bir kısmının Resûl-i Ekrem’den önce vefât etmiş, bir kısmını da âzât edilmiş olmasındandır.” (4).
20 kadın köle (cariye), 60 erkek köle. Tam 80 tane köle… İnanılacak gibi değil. Ama gerçektir. “Tanrı elçisinin eşlerine, kendisinden sonra da yaşayan ve kendisi sağken ölenlere, boşadığı kadınlara ve boşamasının sebebine dair haberler, bölümünde 27-28 kadar kadını olduğu anlatılmaktadır. (5).
Her birinin hizmetine bir cariye verilse bile, 20 cariye yetmez bile. Bilindiği gibi İslam Peygamberinin Fedek Hurmalığı, Hayber ve Kurayza arazileri, Ureyne köyleri ki bu taşınmazların çok, çok büyük olduğu söylenir. (6)
Bu arazilerde kimler çalışacak? 60 köle az bile… Hadislerden alıntıyı bitirmeden önce son bir gerçeğe daha değinelim. Her ne kadar İslam’ın köleleri azat ettiği ileri sürülürse de; İslam’iyet köle azatlamayı olumsuz bir davranış olarak niteler:
“A) Muhammed, Meymune’nin Köle Azatlamasını Olumsuz Bir Davranış Olarak Tanımlar: ‘Azâd Edecek Yerde Dayılarına Hediye Etseydin Ecrin (Ahiret Mükâfatın) Daha Büyük Olurdu’ der.” (7).
Bütün bu saydıklarıma aklını imana kurban etmiş İslamcılar: “Bunlar hadistir. Uydurma olabilir…” diyebilir. Öyle ise bir örnek de Kuran-dan verelim: “Allah hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel nimetlerden gizlice ve açıkça sarf eden kimseyi misâl gösterir :Hiç bunlar eşit olur mu? Övülmeğe lâyık olan Allah’tır, fakat çoğu bilmezler.” (K.16/75. Diyanetin…).
Tümcelerin (âyetlerin) söyleniş nedeni (Nüzul Sebepleri) açıklayan kitaplara göre, şöyle: İslam peygamberi, müşriklere sesleniyor: “Putları Allah’a ortak koşarak; onları Allah’la aynı düzeyde (seviyede) görüyorsunuz. Oysa sizler kölenizle kendinizi eşit görüyor musunuz. Nasıl kölelerle sizler eşit değilseniz; putlarla Allah da eşit olamaz. İyisi mi aklınızı başınıza toplayın…”
Tümceden açıkça görüleceği gibi köle ile özgür kişi bir tutulmuyor. Burada da kölelik takdir-i ilâhi olarak gösteriliyor ve yasallaştırılıyor (meşrulaştırılıyor)…
Kuran-da kölelik hakkındaki şu tümcelere (âyetlere) bakınız: 2/177,221; 3/35; 4/24, 25, 39, 69, 92; 5/89; 9/60; l6/70,71, 75, 76; 30/28.
Şimdi Kuran- da uydurma diyemezsiniz ya!.. Bir dünya görüşünün temel kuralı gerçeklere saygılı olmak ve gerçekleri dile getirmektir. Müslümanlığın aslı (esası) gerçeğe teslim olmak olduğuna göre İslam’da kölelik yoktur demek doğru değildir.
Aldatmaya, dayatmaya, yalana dayanan hiçbir görüş yaşayamaz… Gerçeği yadsımak (inkâr) ise gerçeği (Allah’ı) tepelemek demektir. Biz bu konuya niçin değindik: Yalana karşı olduğumuz için. Yoksa inanca karıştığımız yok. Ama milletin gözünün içine baka baka yalan söylenir; İslam’da kölelik vardır, diyenler millete ihanetle, dine saldırmakla suçlanırsa gerçekleri açıklamak bir aydının birincil görevidir…
İslam’daki kölelik konusunu çok geniş olarak ve ayrıntıları ile öğrenmek isterseniz. “İlhan Arsel’in Şeriat ve Kölelik” adlı kitabına bakınız. Kaynak yayınları arasında satılmakta olup 96 sayfalık küçük ve ucuz bir kitaptır. Bir okuyuşta okunur.
Siz, “araştırmacı” olarak ortaya çıkarak: islamda kölelik vardır. İslam köleliği kaldırmamıştır…” diyenleri: “Din düşmanı, Milet düşmanı…” diye suçlamaya kalkarsanız; karşınıza işte böyle Kuran-la, Hadisle ve diğer kaynaklarla İslam’da kölelik de cariyelik de vardır diye karşı çıkarlar…
İslam’a kötülük yapanlar asıl bu bilgisizlerdir (cahillerdir)… Şeriatçılar, eğer bizlere kızıyorlarsa; İslam kaynaklarından alıntı yapan bizlere değil; İslam Kaynaklarını yüzlerce yıl önce yazanlara kızsınlar… Şimdi ben bu şeriatçılara sorayım: “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”…
Av. Hayri Balta, 12.12.2001
Kaynaklar:
1/Hüccetül-İslâm. İhyâu ‘Ulûmid’d-Dîn. Cilt. Bedir Yayınevi. Tercüme eden: Ahmed Serdaroğlu (Diyânet İşleri Başkanlığı Müfettişi). 1985. Cilt. 2. s. 556.
2/Büyük Hadis Külliyatı. Cem’ul-fevâid. RÛDÂNÎ. 2 Kaynak yayını. Cilt: 2. s. 385.
3/El’LÜ’LÜÜ VEL MERCÂN ÎMÂM-Î BUHÂRİ ve MÜSLİM’İN İTTİFAK ETTİKLERİ HADİSLER. Muhammed Fuâd Abdül Bâki.Sebat. 1984. Cilt: 2. s. 194.
4/SAHÎH-İ BUHARÎ MUHTASARI TECRÎD-Î SARÎH TERCEMESİ VE ŞERHİ. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. 8. Cilt. 8. baskı. 1987. s. 206
5/Milletler ve Hükümdarlar Tarihi. Taberî. MEB Şark-İslâm Klasikleri. İ992. Cilt. V. S. 834-849.
6/Şeriat ve Kölelik. İlhan Arsel. Kaynak yayınları. 1. Baskı. 1997. s. 30.
X
İSLAMDA ÖLDÜRME YOKTUR DİYENLERE…
Hizbullah’ın vahşetini her gün televizyonlardan görüp duyuyoruz. Gazetelerden okuyoruz. Bu güne kadar 54 ceset çıktı ölüm evlerinden. Gazetelerin yazdığına göre kaybolanların sayısı bine yaklaşıyor… Daha da çıkacağı anlaşılıyor…
İnsanın aklına ister istemez bu katliamlar neye dayanılarak yapılıyor sorusu geliyor. Şeriatçı militanları yalnızca Hizbullah’la sınırlayanlar büyük yanılgı içindedirler.
Bugün yurdumuzda “hak nizamını” kabul ettirmek ve hatta “dünyaya nizam vermek” amacıyla kurulan partiler, ocaklar, dernekler vardır.
Bunlar, “Kanımız aksa da zafer İslam”ın diyerek Malatya’da, Çorum’da, Kahramanmaraş’ta, Sivas’ta şeriat adına yüzlerce insanımıza kıymışlardır ve kıyım sırasında : “Şeriat gelecek, laiklik gidecek” sloganı yanında “Muhammed’in ordusu, laiklerin korkusu” biçiminde amaçlarını açıklayan sloganlar atmışlardır.
Bunların temsilcileri TBMM’de çoğunluğu sağlamaktadır ve asıl önemlisi irticaya karşı alınması gereken önlemler MGK kararına karşın bugüne değin alınmamıştır… En liberal olanı bile: “Şeriata karşın yürünmez, şeriata ancak saygı duyulur.” (Mesut Yılmaz) demiştir.
Bu girişten sonra şimdi gelelim Hizbullahçıların gerekçelerine… Gerekçelerin başında görüyoruz ki bunlar; kendilerini, Allah’ın memuru sayıyorlar. Hizbullah’ın menzil kanadının liderlerinden Mansur Güzelsoy’un 4 Kasım 1996 tarihli vasiyetnamesinden bir bölüm aktaralım: “…Siz İslamın davasına sahip çıktığınız zaman, ciddi ve samimi olarak sahip çıkınız. Kendinizi Allah’ın memuru olarak telakki ediniz.”
Öyle anlaşılıyor ki bunlar kendilerini şu ayet ve hadise göre Allah’ın memuru olarak cihatla yükümlü sayıyorlar. Önce âyeti görelim: “… eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik.” (K.Nisa, 4/91)
Şimdi de Hadisi: “İnsanlar ‘Lailahe illallah’ deyinceye kadar onlarla cihada memur oldum, şimdi her kim ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ derse canını ve malını benden korumuş olur.” (Bkz. Sahih-i Müslüm. İst.1401.C.1.s 51-52, Had. no. 32 ve İmam Suyuti, mütevatir hadisler, Ank. 1992, s.30-31, Had. No.4. Yine: Bk. K.Tevbe, 9/29. Bu ayetin tamamı bundan sonraki 2. paragraftadır…)
Bu Hizbullah lideri vasiyetnamesinde şöyle diyor. (Bkz. 22.1.2000 Cumhuriyet): “….ya islamın tamamını alınız ya da tamamını bırakınız.” Bu buyruğun kaynağı da şu ayet olsa gerektir: “Yoksa siz, kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?” (k. Bakara,2/85).
Kitabın tamamını uygulayamazsanız dinden çıkmış sayılırsınız. Öyle Cumhurbaşkanı Demirel gibi : “Cumhuriyet’le benimsenen hukuk, Kuran’ın getirdiği 230-232 ayetin yerine başka kurallar koyuyor.” diyemezsiniz. İslam’a göre bu küfürdür. Bunu söyleyen devlet başkanının yönettiği ülke, Darül Harp sayılır: yani savaşılması gereken ülke, düşman ülke olur…
İşte Hizbullah ayaklanmasının bir kaynağı da budur. Çünkü bu konuda emir vardır: “Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenler kafirdir.” (K.Maide, 5/45) Yine: “Kitap verilenlerden, Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşsın.” (K.Tevbe, 9/29)
Bunlara göre Atatürkçüler, laik düşüncede olanlar kafirdir. Okuyalım: “Kafir: Kuran ve sünnetle belirlenmiş iman esaslarının, ilahi emirler ve yasaklarının bütününe veya herhangi birine inanmayan kişi, laik insan…” (İslam’a göre Cinsel Hayat, Ali Rıza Demircan, İstanbul Piyale Camisi imamı. Sözlük bölümü… RTÜK Yön. Kurulu üyesi Mehmet Doğan da sözlüğünde aynı kanıdadır…)
Her ikisi de laik devletten; yani kendi ifadeleri ile Kafir dedikleri Devletten maaş alır ve bundan zerre kadar rahatsız olmazlar. “Bu nasıl olur? Yakışır mı bir din adamına?” derseniz; dinleri, buna da çıkış yolu bulmuştur. Bu samimiyetsizliğin adı: “Takiye’dir!” Anlamı: Kâfire yalan söylenir, kafir olanlar için her türlü desise haktır… Oysa gerçek bir Müslüman takiyeye; yalnızca, ölüm tehlikesi söz konusunda olduğunda başvurabilir… Bunda da yadırganacak bir yan yoktur.
Ama bunların yaptıkları yadırganır… Bunların sözlüklerine göre Atatürkçü laik insan kâfir sayılır. Hele ilericiler, materyalistler, solcular şeksiz-şüphesiz kâfirler mağulesindendir… Bunların katli vaciptir… Kahramanmaraş’ta, Sivasta, Çorum’da, Sivas Madımak’ta tekbir getirilerek karnı deşilerek öldürülenler, cayır cayır yakılanlar bu inanış gereğince öldürülmüştür.
Laik devletimiz yine de bunlara Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasiyle birçok Bakanlıktan çok para aktarır ve böylece karşı devrimcilerini besler sonra da irtica geliyor diye feryat! eder… Hem okullarında sünniliği öğretir, hem de öğrettiği sünnilik gereği başörtüsü-türban giymek isteyenleri okullara almaz…
Şimdi de kafirler hakkında verilen emirlere bakalım: Önce 22.1.2000 tarihli Cumhuriyet gazetesinden şu haberi okuyalım: “Hizbullah militanları son yıllarda satırlı saldırılarını yoğunlaştırdı. militanlar hedefe yaklaştıklarında satırı çekerek boyun ve kafa kısmına vuruyor.”
Acaba neden başka yerlerine vurmuyorlar da boyunlarına vuruyorlar… Sakın bunun da kaynağını kitaplarında bulmuş olmasınlar.. Kitaplarında yazmasa böyle yapmazlar. Kendilerini günahkâr sayarlar… Hele bir bakalım: “Kafirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun” (K. Muhammed. 47/4 ve yine Enfal. 8/12)
Bir de şu ayete bakalım, biz Atatürkçü aydınların, ilericilerin, laiklerin, solcuların karşı karşıya olduğu tehlikeyi görelim: “Kafirleri öldürmek müminlerin kalplerine serinlik verir.” (K. Tevbe, 9/14).
Ya şu ayete ne dersiniz “İslam’da öldürme yoktur” diyenler? “Kafirleri öldürmek, müminlerin yüreklerindeki öfkeyi giderir.” (K.Tevbe, 9/15). (Son üç ayet için Dr. Abdülvehhap Öztürk’ün Kur’an-ı Kerim fihristi kafirler bölümüne bakınız.)
Görülüyor ki Hizbullahçılar kendileri gibi inanmayanların boyunlarına vururken ve onları iple boğarken, zincire vurarak öldürüp öldürüp ölüm evlerine gömerken “kalplerine serinlik geliyor” ve de “Yüreklerindeki öfkeyi gideriyorlar”…
Şimdi kimi aklı evveller : “Onlar kafirler hakkında inen ayetler!”dir diyerek İslam’ın emirlerini savunmaya kalkarlar. Tam: “Merd-i kıptı şecaat arz ederken sirkatin söyler” gereğince ne kadar ilkel görüş ve inanışta olduklarını gösterir şekilde kendilerini ele verirler. İnsaf yahu! Kafirler insan değil mi?… Nerede Anayasa kuralları, nerede uluslararası sözleşmeler? Nerede İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi?…
Şimdi de 20.01.2000 tarihli Sabah gazetesindeki şu fotoğraflı haberi okuyorum. Fotoğrafı buraya aldığım takdirde yer kalmayacağı düşüncesi ile yalnızca fotoğrafın altında yazılı olanları alıyorum: “1. Boyundan ip geçirilip sıkılarak kurban öldürülür. 2. Boyundan sarkan ip bacakların arasından arkaya geçirilerek eller bağlanır. 3. Aynı ip ayak bileklerine dolanıp bacaklara sarılıyor. 4. İp bütün vücuda dolanıp ceset soğumadan önce iyice sıkıştırılıyor.” (Adı geçen fotoğrafı görmek için Sitemizin 7. sırasında “FOTOĞRAFLI YAZILAR” bölümüne bakabilirsiniz).
Böylece: ellerinde , ayaklarında, boynunda ip olduğu halde doğru çukura… Şimdi ben, acaba diyorum bunlar bu işlemi yaparken de mi Kuran’a bakıyorlar? Çünkü bunlar kitaplarına aykırı iş yaparlarsa kendilerini günahkar sayarlar da… Öyleyse bir bakalım bu konuda da hüküm var mı Kuran’da, araştıralım. Hayret, bu konuda da ayet var. Maşallah hiçbir şey unutulmamış. Hem “Kitapta biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık!” ( K. En’am. 6/38) diye yazmıyor mu? Var, işte: “Boynunda hurma lifinden ip olduğu halde cehenneme girecek.” (K. Ebu leheb,111/3,4,5).
Bir de şu uygulamaya bakalım. DGM savcısı Nuh Mete Yüksel anlatıyor (Bk. 22.1.2000 tarihli bütün gazeteler) “Cesetleri zincirlemişler: Ellerinden, ayaklarından bağlamışlar ve kilitlemişler. Zincirleri kaynak makinesi ile kestik. ”
Acaba bunun da mı kaynağı Kuran’da var? diyorum. Araştırıp buluyorum. Dedik ya, bunlar Kuran’a aykırı bir iş yaparlarsa kendilerini günah işlemiş sayarlar ya. “Biz de kafirlerin boyunlarına zincirleri takarız.” (K:Fatır. 34/33).
Bir de şuna bakalım: “Biz onların boyunlarına çenelerine kadar zincirler taktık.” (K. Yasin, 36/8). Bir tane daha var zincir konusunda : “O vakit boyunlarında zincirler takılı olduğu halde sürüklenecekler” (K. Mümin, 40/71).
Kim bilir Hizbullahçılar, boyunlarına zincirler taktıkları kurbanlarını, bu durumda, ne denli sürüklenmişlerdir? Çünkü yazılmıştır: “Allah şöyle buyurur: ‘O’nu alın bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın’. Sonra onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun. Çünkü O yüce Allah’a inanmazdı…” (K.Hakka,69/30-33).
Hani İslam’da inanç özgürlüğü vardı? Ne inanç özgürlüğü? Bu nasıl inanç özgürlüğü?.. Allahsızlara, dinini değiştirenlere ve de İslam’ı eleştirenlere ölüm var ölüm!..
Bunları okuduğu halde yine de “İslam’da inanç özgürlüğü var!Barış var, hoşgörü var, sevgi var!” diyenlerle karşılaşacaksınız. Ne yazık ki buna inanan Atatürkçülerimiz, aydınlarımız, ilericilerimiz de var ve ayrıca bizlerin bu açıklamaları İslam düşmanı olduğumuz için yaptığımızı sananlar var.
Anlaşılan bunların kafasına soğuk geçmiş… Bu yazıyı yazarken Hürriyet gazetesi (23.1.2000) geldi. 1.sayfada şu haberi okudum: “fitne yapıyor gibi nedenlerle ölüm emri istendiği saptandı.” Hemen aklıma FİTNE ayeti geldi. “Fitne kalmayıp yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.” (K. Bakara, 2/193). Benzeri bir tümce (ayet) K. Enfal, 8/39’da da var… Yine bu konuda daha başka ayetler de var. Bunların adı İslam literatüründe ŞİDDET AYETLERİ diye geçer. (Bakınız: K.2/191, 193, 4/89, 91.5/33. 8/12, 39, 9/5,15,29,111,123. 32/22. 34/33. 40/71. 66/9.)
Burada şu önemli noktaya dikkatinizi çekerim: Şiddet âyetlerinin ki bunlar Cihat ve Kılıç âyetleri olup Kuran’da diğer Barış âyetlerini kaldırdığı (neshettiği) söylenir…
İslam’da öldürme yokmuş da Kuran’da ki bu ayetlere ne diyeceğiz? Onların “İslam’da öldürme yoktur?” diyerek halkımızı aldatma hakkı var da; bizim, “Hayır, yalan söylüyorlar, doğrusu budur!” deme hakkımız yok mu?.. Bunları yazarsak, söylersek; kâfir, dinsiz, islam düşmanı mı oluruz.
Hani İslam’da: “Sizin en hayırlınız Kuran’ı okuyup anlatandır!” diyordu?… Eğer yalansa bu yazdıklarım, söylediklerim yalansa o zaman bana kızın. Aksi takdirde bana kızacağınıza “Biz ayetleri bunları yüz kere okuduğumuz halde niçin görememişiz!” diyerek kendinize kızın…
İslam’da öldürme yokmuş da bir harfinin değişmediği ileri sürülen Kuran’da bu öldürme, zincire vurma, boynunu vurma tümceleri ne oluyor? İslam’da öldürme yokmuş da bu tümceler niçin konmuş? Bu “Katl-i vacipler” nereden çıkmış…
Ya islam tarihindeki ve de şeriatla yönetilen ülkelerdeki katliamlara ne diyeceksiniz? Ya Almanya’daki Metin Kaplan’a, ya “Tatlı mı kanlı mı olacak” diyen Erbakan’a… Ya Fethullah Gülen?… Ya Müslüm Gündüz, ya İBDA-C, Ya “Kanımız aksa da zafer islamın!” dır diyen ülkücüler… Ya Cüppeli Ahmet’e ne derler?..
Sitemin Konuk Defterine girerek bana: “Şerefsiz, Allah belanızı verecek!” diyenler, ya Erman Kutlu gibi bana “Haşlanmış beyinli, kafadan bacaklı. Avukat olmuşsun ama adam olmamışsın!” diye e-mail çekenler…
Yani ben bunları dile getirmemiş olsaydım, hem adam hem de avukat mı olmuş olacaktım.. Olmaz olsun, öyle avukatlık, öyle adamlık… Şerefli mi olacaktım.. Aman Allahım bu nasıl mantık, bu nasıl düşünce, bu nasıl inanış!..
Kuran’da şu tür ayetler de vardır.. “Ey Muhammed! Rab’bin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (Diy. Çev.,K.Yunus/ 10/99)
Yine : “Ey Muhammed! Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış.” (K.Nahl,16/125).
Bunlar gibi barış ayetlerinden de daha çok var. Örneğin: Bk. K.2/272, 3/20, 13/40, 88/21,22,26, 109/1-6. Ne var ki İslam tarihinde bu tür ayetlere uyan bir kişi bile çıkmamıştır.
Eğer bu Barış ayetlerine uyulsaydı: Allah, Muhammed, Kuran ve din adına bu kadar kan dökülmezdi, cinayet işlenmezdi… Ama bu ayetlere uymak işlerine gelmez. Çünkü talan gerek… Çapul gerek…ganimet gerek, servet gerek, cariye gerek, köle gerek, yağma gerek.
Bu âyetlere uyulmamasını nedeni az yukarda belirttiğim gibi Cihat-Kılıç-Şiddet âyetlerinin Barış âyetlerini kaldırdığı (neshettiği) anlayışıdır… 27 Ocak 2000, ATV 19.00 ana haberlerinde gördüm, Metris cezaevinde yatan şeriatçı militanlar tabanca kurşunları yapmışlar. Güvenlik güçleri kurşunların üzerinde Arapça yazılar görmüş. Bir bilene okutmuşlar. Her kurşunun üzerinde Arapça olarak : “Bu kurşunu siz atmadınız, Allah attı.” Bu sözleri Kurandaki şu ayete dayanarak yazmışlardır. Okuyalım: “Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın fakat Allah atmıştı.” (K.Enfal, 8/17)
Bu ayet Bedir savaşında ok atarak savaşan Müslümanlara okunmuştur. İşte görüyorsunuz Kuran’ı nasıl da kötü amaçlarına alet ediyorlar. Abdurrahman Dilipak’ın da dediği gibi: “Kuran zalimlerin elinde her zaman bir cinayet aletine dönüşebilir.” (Akit, 21.1.2000).
Bunları açıklamaktan amacım: Kuran’ın zalimler elinde cinayet aletine dönüşmekte olduğunu belirterek bunları önlemeye çalışmaktır. Bu çabalarım niçin dine hakaret olsun? Kuran’ın bu zalimler elinde cinayet aletine dönüşmesi nasıl önlenecektir?.. Bunun yolu demokrasi ve laiklik ilkesine dört elle sarılarak bütün dinleri eleştirenler aydınlara özgürlük, güvence sağlamakla olacaktır.
Ne var ki bu cinayetleri önlemek için çalıp-çabalayanların kimi öldürülüyor, kimi yurt dışına kaçırılıyor… Yakın tarihimiz bu öldürmelerle doludur. Halen yurt dışında bu tür düşüncelerini açıkladıkları için üç-dört kişi bulunmaktadır.
Biliyorum, İslam dünyasında bu tür yazılar yazmak, ÖLÜME DAVETİYE ÇIKARTMAKTIR. Ama ben sorumluluk duygum gereği gerçekleri açıklamayı görev biliyorum… Benim korkum gerçekleri söylememektir ki din de gerçekleri gizleyenlere Kâfir denir. İsterseniz İslamsal sözlüklere bakınız.
Ben gerçekleri gizlemekten korkarım… Ben de insanım, niçin korkusuz olayım.. Korkmayan bir canlı mı var… Bitkiler, hayvanlar bile korkar… Ama kötülük yapacaklar diye gerçekleri söylemeyelim mi? Aynı ağlayarak gelin giden kız gibi? Nasıl gelin giden kız, hem ağlar hem de gider… Biz de hem korkar hem de söyleriz…
Eşşek değiliz ya gözümüzün önünde bu kadar düşünceleri nedeniyle katledilmiş Atatürkçü laik aydınlar var… Örneğin: Muammer Aksoylar, Bahriye Üçoklar, Turan Dursunlar, Uğur Mumcular, Ahmet Taner Kışlalılar… Böyle bir sonuçla karşılaşmamak için yurt dışında yaşayanlar: Prof. Dr. İlhan Arsel, Arif Tekin, Abdullah Rıza Ergüven…
Biliyoruz bunların sıfatı galebeleri yani üstün nitelikleri öldürmek. Bunlar öylesine bağnaz insanlardır ki öldürdükleri takdirde “Allah’a hizmet arz ettiklerini ve de ödül olarak cennete gideceklerini” sanırlar…
Bunların kurda varanlarından olan 1960’larda “Katlimizin vacip olduğuna ve de namazımızın kılınmamasına karar vermişlerdir!” Bu konuda Ülkücüye Notlar’ın yazarı Necdet Sevinç ile O’nun mürşidi Prof. Dr. Zekeriya Beyaz’ın geniş bilgileri vardır. İsteyenler beni bu bitirim ikiliden sorabilirler… Her ikisi de Gaziantep Emniyetine ajanlık ve muhbirlik yapmış kişilerdir ve benim 72 yıllık yaşamımı burnumdan getirmişler ve yaşamı bana zehir etmişlerdir…
Şunu da haber vereyim ki taa Almanyalardan faksla ölüm tehdidi almaktayım… Bana yapılan tehdit Kuran’daki şu tümceye dayandırılmaktadır: “Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayaklarının kesilmesi ya da yerinden sürüklenmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara ahirette büyük azap vardır.” (K. Maide, 5/33)
Bana yapılan bu tehditle ilgili kovuşturma ve soruşturma Ank. DGM Savcılığınca yapılmaktadır… (Dosya No: Hz. 1997/465) İslam’da öldürme yokmuş ta bana bu tehdit niçin yapılmış? Kahramanmaraş, Çorum, Malatya katliamını kimler niçin yapmıştır? Madımak otelini kimler yakmıştır? Tekbir getirerek bu katliamları yapanlara “Onlar Müslüman değildir!” diyebilir misiniz? Onlar Müslüman değilse dönemin Adalet Bakanı onları cezaevinde niçin ziyarete gitmiştir? Bütün bu yazdıklarıma karşın yine de “İslam’da öldürme yoktur!” diyebilecek misiniz?..
Deve kuşu gibi başımızı kuma gömmeyelim. Gerçeği görelim. Önlemini alalım, politikacılara, özellikle meclisteki politikacıların oyalama taktiklerine aldanmayalım. “YAŞANAN BİRİNCİ ve YAKIN TEHLİKEYİ” (Gnel Kurmay Bildirisinden…) görelim. Oysa Hizbullahçılar, İBDA-C’ler, diğer irticai örgütler yukarıda belirttiğim ayet ve hadisler gereğince “İslamda öldürme vardır” diyerek öldürmeye devam etmektedirler ve edeceklerdir!… Öyle ki Hizbullah gibi şeriat örgütü İbda-C’nin yayın organı olan haftalık dergilerde: “İslam’da öldürme yoktur!” diyenleri “kafir” ilan ediliyor. İsterseniz yayın organlarına bakabilirsiniz.
Bu nedenlerle şunu da önemle belirteyim ki Şeriat devletini kurunca da ilkin siz “islamda öldürme yoktur” diyenleri öldüreceklerdir. Asıl önemlisi Hizbullahçılar şimdi Çeçenistan’dadır. Çeçenistan’dan sonra sıra bize gelecektir….
Ey “İSLAMDA ÖLDÜRME YOKTUR!” diyenler hala ve hala İSLAMDA ÖLDÜRME YOKTUR diyebilecek misiniz?
+
Not: Bu yazı 2 Şubat 2000 tarihinde yazılmıştır. Daha ortalıkta ne Afganistan, ne Taliban ve ne de Usame Bin Ladin olayları vardır. O gönlerde yazılan bu yazı Sitemiz için yazılırken çok az değişiklik yapılarak güncelleştirilmiştir.
Av. Hayri BALTA. 2 Şubat 2000
X
K I L I ÇLI DEMOKRASİ
Bu yazı Karikatürist Nuri Kurtcebe’nin 18.1.2002 tarihli Cumhuriyet’te çıkan bir karikatürünün altına yazılmıştır (Adı geçen karikatürü görmek için Sitemizin 7. Sırasındaki “FOTOĞRAFLI YAZILAR” bölümüne bakabilirsiniz).
Karikatürdeki iki bayanın ve üç kafadarın üzerindeki yazı, dikkat edilince, rahatça okunuyor. Ancak ben zorluk çekebilecekler için Arap harflerine benzetilerek yazılan yazıyı belirtiyorum: “DEMOKRASİ”.
Dikkat edilirse, “Demokrasi” sözcüğünün içinde iki tane kılıç var. D harfi ile K harfi… İkisi de kılıca benzetilmiş. İlk bakışta Karikatüristtin, İslam demokrasisini kılıçla özdeşleştirmesi yadırganabilir. Ama aşağıdaki alıntılarımı okuyunca; İslam denince akla, ilk önce kılıcın geleceğini ve de İslam Demokrasisinin ancak kılıçla gerçekleştirilebileceğini görürüz.
Şimdi şu alıntılara dikkat edelim. Buna Allah kelamı diyorlar. “Kitap verilenlerden, Allah’a, âhret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın..!” (K. 9/29 )
Bu da Hadis dedikleri Peygamber sözü: “İnsanlar ‘la ilahe illallah’ deyinceye kadar onlarla cihada memur oldum. Şimdi her kim ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ derse canını ve malını benden korumuş olur.” (Bk. Sahih-i Müslüm. İst. 1401. C.1. s. 51-52. Had. no. 32 ve İmam Suyuti, mütevatir hadisler. Ank. 1992. s. 30-31. Had. No. 4 ve bu Hadis Veda Hutbesinde de var. Yine: (Bk.K.Tevbe, 9/29)
Bu Hadis’in dayanağı tümcenin (ayetin) bir önceki paragraftadır… Bu tür tümceler daha çoktur ve İslam Literatüründe bu tür tümcelere (âyetlere) Cihat, Kılıç ve Şiddet ayetleri denir…
Bu da iki Müslüman’ın sözü: Biri Muhammet İkbal; diğeri ise, Vakit gazetesi yazarı Abdullah Büyük… “Yazımızı Muhammed İkbal’in bir sözü ile bitirmek istiyorum: Benden selam olsun mollaya, hocaya… Onlar bize İslâm’ı öğrettiler. Gel gör ki; öyle bir yorum yaptılar ki, Allah’ı, Cebrail’i ve Peygamber’i hayrete düşürdüler. Allah (cc), “Ben böyle bir din göndermedim!” derken,; Cebrail, “Ben böyle bir dini getirmedim” derken; Peygamber de, “Ben böyle bir din etmedim” diyor. (VAKİT GAZETESİ. 18.1.2002. Abdullah Büyük. s. 2)
Şimdi de ikisine birden bir soru: Peki, Allah, “Ben böyle bir din göndermedim…”; Cebrail, “Ben böyle bir din getirmedim!”; Peygamber, “Ben böyle bir din etmedim (Böyle bir söz söylemedim)!” demişse; yukarıdaki tümceleri (âyetleri) Kuran’a kim koymuş? Hadis’i kim söylemiş?..
Ya şu kit’al (Muhammed) bölümündeki (suresindeki) tümceye (âyete) ne demeli? “Savaşta inkâr edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin. Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü de öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah, kendi yolunda öldürenlerin işlerini boşa çıkarmaz…” (K. Muhammed-Ki’tal. 47/4)
Görüldüğü gibi Muhammet suresinin bir adı da Ki’tal’dır. … Ki’tal: Cihat, savaş, kılıç, öldürmek… anlamlarına gelir (Bk. Türkçe Sözlük. TDK) ve bu nitelikteki âyetlere Kılıç âyetleri denerek Barış tümcelerini (âyetlerini) kaldırdığı (neshettiği) söylenir…
Bunun yanında şeriat ülkelerinin; örneğin; İran’ın, Suudi Arabistan’ın bayraklarında kılıç görülür. Yine Ali’nin meşhur Zülfikar’ı ki, iki çataldır… Her çatalından da kan damlar.
Hani İslam barış dini idi. Hani İslam’da düşünce ve inanç özgürlüğü vardı?.. Hani İslam’da öldürme yoktu! Hâlâ akıl edemeyecek misiniz? Hâlâ körü körüne inanacak mısınız bu Allah adına, din adına imana davet edin, kabul etmezse öldürün sözlerine…
Bu da beğenmediğiniz, kâfir dediğiniz gayri-müslimlerin; yani insan sözü: “Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır. Bu hak, fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları söz konusu olmaksızın malûmat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek ve yaymak hakkını gerektirir.” (İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ. MADDE. 18).
Şimdi burada bir saptama yapalım: Yukarıdaki sözlerden hangisi daha çok Allah’a yakışan bir sözdür? Kuşkusuz; İnsan Hakları Evrensel Bildirisinde geçen sözler Allah’ın isteğine daha uygundur, daha akla uygundur, daha barışçıdır ve daha insancıldır, daha yücedir… Çünkü bu sözlerde insan haklarına, insanın düşünce ve inançlarına saygı vardır… Allah’a ve Peygamberine de bu güzellikte sözler yakışır…
Kafirlere; boyunlarını eğerek cizye vermeyi kabul etmeyenlere yaşam hakkı vermeyen (K. 9/29) bir emri Allah’ın emri, Peygamberin sözü olarak kabul ediyorsanız; ey Süleyman Ateş, ey Yaşar Nuri Öztürk, Ey Zekeriya Beyaz ve ey İmam Hatipliler, Yüksek İslam enstitüsü bitirmişler, ey ilahiyatçılar ve ilahiyat fakültesi bitirmişler!.. Siz inanın; kabul da… Bu güzelim Türk insanından, bizlerden ne istiyorsunuz… Servetinizi bizimle bölüşür müsünüz? Peki, inancınızı niçin bizimle bölüşmeye kalkıyorsunuz… Niçin “Kanlı mı olacak kansız mı!” olacak diyorsunuz? Niçin “Laiklik gidecek, şeriat gelecek. Kan akacak fıstık gibi olacak!” diyerek inancınızı bize dayatıyorsunuz?
İslam’ın saygın kitaplarında yukarıda aktardığım tümceler (âyetler), Hadisler gibi daha yüzlercesi yazılıp dururken ve de bu inanç gereği Amerika’daki İkiz Kuleler yerle bir edilerek üç dakikada üç bin kişi öldürülürken Müslüman olmayanlar kendilerini korumak için önlem almak zorunda kalırlarsa haksızlar mı?..
Dünya ile ters düşmemek için İslam dinini; akla, bilime, günümüz gerçeklerine ve hukukuna koşut durumuna getirmeliyiz… Aksi takdirde Afganistan, Taliban ve diğer şeriat ülkeleri gibi bilgisiz, geri, yoksul, miskin kalarak karanlıklara gömüleceğimiz gibi dünyadan da dışlanırız.
Bu yazılar en yakın ve birinci tehlike olan irticaya (Devleti ve toplumu şeriat kurallarına göre yönetmek…) karşı bir savunmadır… Savunma hakkı en saygın (kutsal) haklardandır… Bu memleketin aydınları olarak bizler; gerçekler üzerine eğilerek, düşüncelerimizi şimdi açıklamayalım da ne zaman açıklayalım? Bizler açıklamasın da kimler açıklasın?..
Bu savunmaları; düşüncelerini, kalemini dolarlarla satanlardan beklerseniz daha çook beklersiniz… “Elhamdülillah ben de Müslümanım. Benim de anam başörtüsü giyerdi!” diyen Atatürkçülerin, aydınların, solcuların ve de “Sevgili Peygamberimiz!” diyen Çetin Altanların arkasına düşerseniz bir de bakmışsınız ki karikatürdekilerin partileri seçimleri kazanmış ve koalisyon kurarak iktidara gelmiş!.. (Bu sözüm şimdi gerçekleşmiştir. Çünkü üç kere kapatılan bir partinin en hızlıları şimdi iktidardadır: AKP)
Devlet yetkilileri; herhangi bir savaşta düşmana karşı potansiyel güç olarak şeriatçıları cepheye sürme düşüncesi ile Sünniliğe prim vermekten kaçınmalıdır. Gelişen bilim ve teknik karşısında şeriatçı savaşçıları cepheye sürmek çözüm yolu değildir.
Taliban zihniyetindekilerin direncini Afganistan olaylarında gördük… Bu nedenle Laik devletimiz, laiklik gereği, Sünniliği de diğer inanç mensupları gibi aynı kategoride değerlendirmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı yoluyla şeriatçı zihniyet örgütüne birçok bakanlıktan daha çok para aktarılarak onların gelişmesine ve güçlenip şımarmalarına ortam hazırlanmamalıdır.
Devlet, diğer inanç sahiplerini nasıl kendi cemaatlerinin desteğine bırakmışsa Müslümanları da kendi cemaatlerinin desteği ile yaşamaya zorunlu kılmalıdır. Laikliğin en başat koşulu budur.
Bilinmelidir ki yurdumuza saldıran düşmana karşı ancak bilinçlenmiş insanlar direnebilir…
Av. Hayri BALTA. 21.1.2001
X
KURAN’DA ÇELİŞKİ VAR MI, YOK MU?
Yaşar Nuri Öztürk: “Kur’an daha ikinci sayfasında kendisini, ‘çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap’ olarak anmaktadır.”diyor Star gazetesinde ve şu ayeti sunuyor: “Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren Kitaptır.” (K. 2/2)
Kuran da şöyle diyor kendisi hakkında: “Kuran’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi onda çok aykırılıklar bulurlardı.” (K.2/82) ve yine
“Allah…kulu Muhammed’e kendisinde hiçbir (tezat ve) eğrilik bulunmayan dosdoğru kitabı indirdi.” (K. 18/4 TDV çevirisi)…
“Durup düşünelim”, Kuran’ı inceleyelim: Kuran’da hiçbir tezat (çelişki) var mı,
yok mu diye…Elbette bunu inceleyebilmek için aklını dine- imana kurban etmemiş olmak gerek… Aklını Allah’a, Peygambere, dine, imana kurban etmiş kişiyi gerçekler
etkilemez.
Bu nedenle yazımız aklını imana kurban etmeyen gerçek aydınlaradır…
+
Yaşar Nuri Öztürk, 25.1.2002 tarihli Star gazetesinde “KUR’ANSIZ İSLAM”
ARAYIŞLARI başlıklı yazısında yine Hadissiz, Kıyası Fukahasız, İcmai ümmetsiz İslam Olmaz deyenlere çatıyor.
Bilmeyenler için söylüyorum: Yaşar Nuri Öztürk İslamiyeti yalnız Kuran’a dayandırmak istiyor. Karşıtları ise “Hayır, diyor. Yalnız Kuran yetmez, Hadis de gerek, Kıyası Fukaha da gerek, İcmai ümmet de gerek.” Diyor…
Kim haklı, kim haksız deme konumunda değilim. Ancak Yaşar Nuri Öztürk’ün belirttiğim yazısında şöyle bir tümce kullanıyor: “Kur’an daha ikinci sayfasında kendisini, ‘çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap’ olarak anmaktadır.” (K. 2/2).
Öyle bir laik ülkede yaşıyoruz ki dinleri övmek alabildiğine serbest ve yasaksız; ama dinleri eleştirmek TCK m. 175’e tabi… Örnek verirsek; Devlet ve Hükümet büyüklerimiz gibi “İslam; en akılcı, en mükemmel ve en son dindir!” dersek ses yok; ama, “En akılcı din, en mükemmel din, en son din böyle kural kor mu?” demeye kalkınca ölümlerden ölüm beğenmek zorundasın ve de kendini TCK m. 175’ten mahkeme kapısında bulursun.
Yine gazetelerden sık sık okuyoruz; falan bilgin yada kişi, islamiyeti seçmiş ve islamiyeti seçerken de şöyle şöyle demiş diye onların övgülerini sergilersek bir şey yok. Buna karşılık “Arkadaş islamı bırakıp başka dini seçenler de var. Bu da dinini değiştirirken islamiyet hakkında şöyle şöyle” demiş dersen kıyamet kopar…
Bir örnek daha Müslüman Zekeriya Beyaz’ın, kendi dinini övme hakkı var; ama, karşısındaki Hıristiyan’nın, Yahudi’nin ise kendi dinini övme hakkı yok. Sanki onlar islamiyeti seçmiş olmadıkları için suç işlemişler gibi sus-pus olmak zorunda kalıyorlar… Hani Anayasamız, herkes düşünce ve kanatlarını serbestçe açıklar, diyordu, Hani devletimiz laiklikti ve herkesin inancını sergilemesini güvence altına almıştı…
Şimdi de Yaşar Nuri Öztürk, Kuran için: “Çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap!” diyor. Su tümcelerden Kuran’da iki tane daha var. Bunlara da bir göz atalım: “Kuran’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi onda çok aykırılıklar bulurlardı.” (K.2/82) ve yine “Allah…kulu Muhammed’e kendisinde hiçbir (tezat ve) eğrilik bulunmayan dosdoğru kitabı indirdi.” (K. 18/4 TDV çevirisi; diğerleri, TDİB çevirisi…) Kuran ve Yaşar Nuri Öztürk, Kuran’da çelişme ve tutarsızlık yok deyince; düşünen bir insanın acaba gerçekten böyle mi? Gerçekten Kuranda, “çelişki, tutarsızlık, uyumsuzluk var mı, yok mu?” diye düşünerek araştırma gereğini duymaz mı?
Kuran, kendi kendini övünce ve Yaşar Nuri Öztürk de övüyor diye hemen inanmalı mıyız? Doğa bize bu aklı niye vermiş öyleyse?… Hem Yaşar Nuri Öztürk, sık sık, hem de Kuran’a dayanarak: “Aklını kullanmayanlar azaba uğrar!” (K. 10/100) demiyor mu, ki bence çok doğru bir tümce. Çünkü İslam dünyasının geri kalmış olmasının tek nedeni aklını kullanmamış olmasıdır… Bir de şöyle bir tümce yok mu Kuran’da: “Aklını kullanmayanlar gerçeği işitemezler!” ( 10/42) diye…
Şimdi gerçeği işitmek ve işittirmek için, hem kendim hem de okuyucularımı azaba uğratmamak için birlikte düşünmeyi öneriyorum… Kuran da bulunan Barış ve Selamet, Düşmanlık ve Şiddet tümcelerini alt alta sıralıyorum. Önce Barış ve Selamet tümcelerini; sonra da Düşmanlık ve Şiddet tümcelerini yazıyorum. Şimdi yan yana sıraladığım bu tümcelerini gerçek saygımız gereği (Dinde buna Allah için denir) dikkatle okuyalım:
BARIŞ ve SELAMET – DÜŞMANLIK ve ŞİDDET TÜMCELERİ:
(+) Artı işaretli sayılar Barış âyetlerini; (-) eksi işaretli sayılar Barış âyetlerini gösterir. Her bölüm (X) işareti ile ayrılmıştır.
1+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey inananlar! Hep birden barışa girin, şeytana ayak uydurmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır. K. 2/208″
b.”Dinde zorlama yoktur. K.2/256″
c.”Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir… K. 2/272″
1-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”…kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azâbın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. K. 2/85″
b.”Onları bulduğunu yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları
çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’ın yanında
onlar savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları
bulduğunuz yerde öldürün. K. 2/191″
c.”Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur. K. 2/193″
x
2+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammet! Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, ‘Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim.’ de. Kendilerine kitap verilenlere ve kitapsızlara: ‘Siz de islam oldunuz mu?’ de. Şayet islam olurlarsa doğru yola girmişlerdir, yüz çevirirlerse sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını görür. K.3/20″
2-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Müminler, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hâli müstesnadır. Allah sizi kendisiyle korkutur. Dönüş Allah’adır.” K. 3/28″
b.”Kim İslamiyet’ten başka bir dine yönelirse onunki kabul edilmeyecektir. O, ahirette de kaybedenlerdendir. İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şehâdet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez. K. 3/85-86″
c.”Allah yolunda öldürülür veyâ ölürseniz, size Allah’tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır. K. 3/117″
d.”Ey inananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, şüphesiz size âyetleri açıkladık. K. 3/118″
e.”İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azab onlaradır. K. 3/178″
f.”İnkâr edenlerin diyâr diyâr gezip refah içinde dolaşması sakın ey Muhammed, seni aldatmasın; az bir faydalanmadan sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır. K. 3/196-197″
g.”Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik. K. 4/80″
h.”Doğrusu, âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız; derilerinin her yanışında azâbı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. K. 4/56.”
ı.”O halde, dünya hayatı yerine ahreti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar: Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galip gelirse, Biz ona büyük bir ecir vereceğiz. K. 4/74″
i. “Onlar kendileri inkâr ettikleri gibi, keşke siz de inkâr etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyen.” (K. 4/89)
k.”… eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik. K. 4/9l”
l.”Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! K. 4/115″
m.”O, size Kitapta ‘Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve alaya alındığını
işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz’ diye indirdi. Doğrusu Allah münâfıkları ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır. K. 4/140″
n.”Ey İnananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz? K. 4/144″
o.”Allah’ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah’la peygamberleri arasını ayırmak isteyen ‘Bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz’ diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere ağır bir azâp hazırlamışızdır. K. 4/150-151″
ö.”…Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler,işte onlar kâfirlerdir. K. 5/44″
p.”Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve günahlarına kefâret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zâlimlerdir. K. 5/45″
x
3+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey müminler! Siz kendinize bakın. Siz hidâyete ererseniz, delâlete düşen size zarar vermez. K. 5/105″
3-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a. “İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliklerdir. K.5/10″
b.”Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa
uğraşanların cezâsı öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara âhirette büyük azâb vardır. K. 5/33″
c.Yahûdî ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyen, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez. K. 5/51″
d.”İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliktir. K. 5/86″
x
4+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Doğrusu size Rabbinizden açık belgeler gelmiştir; kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin bekçiniz değilim. K. 6/104″
b.”Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah’a güven. O şüphesiz işitir ve bilir. K. 8/61″
4-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Âyetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlar, işte onlar
cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır. K. 7/36″
b.”Allah’ın doğru yola sevk ettiği kimse doğru yolda olur. Saptırdığı kimiseler
ise, işte onlar mahvolanlardır. K. 7/178
c.”Rabbin meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin” diye vahyetti. ‘Ben, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi. K. 8/12″
d.”Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Alla, bunu inananları güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştı. Doğrusu, o işitir ve bilir. K. 8/17″
e.”Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür. K. 8/39″
f.”Ey Peygamber! Mü’minleri savaş için coştur. İzin sabırlı yirmi kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz, inkâr edenlerden bir kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırla yüz kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener; sizin bir kişiniz, Allah’ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir. K. 8/65-66″
g.”Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder. K. 9/5″
h.”Eğer, andlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dîninize dil uzatırlarsa, inkârda önde gidenlerle savaşın, -çünkü onların yeminleri sayılmaz-belki vazgeçerler. K. 9/11″
ı.”Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azâblandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, Hakimdir. 9/14-15″
i.”Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi-küfrü imana tercih ediyorlarsa- dost edinmeyin. Sizden onları kim dost edinirse doğrusu kendine yazık etmiş olurlar. K. 9//23″
k.”Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın. K. 9/29″
L. “Ey inananlar! Size ne olduğu ki, ‘Allah yolunda, savaşa çıkın’ dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Âhireti bırakıp dünya hâyatına mı razı olduğunuz? Oysa dünya hayatının geçimi âhirete göre pek az bir şeydir. Çıkmazsanız Allah size can yakıcı azabla azab eder ve yerinize başka bir millet getirir. O’na bir şey yapamazsınız. Allah her şeye kadirdir. K. 9/38-39″
m.””İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın, Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihâd edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır. K. 9/41″
n.”Ey Peygamber! İnkârcılarla, ikiyüzlülerle savaş; onlara karşı sert davran. Varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür. K. 9/73″
o.”Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kuran’da söz verilmiş bir hak olarak- cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır. K. 9/111″
ö.”Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla berâberdir. K 9/123″
x
5+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın? K. 10/99″
b.”Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, aklını kullanmayanlara kötü bir azâb verir. K. 10/100″
c.”De ki: ‘Ey insanlar! Rabbinizden size gerçek gelmiştir. Doğru yola giren ancak kendisi için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmıştır. K. 10/108″
d.”Ey Muhammed! Sana vahyedilene uy; Allah hükmünü verene kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir. K. 10/109″
e.”Ey Muhammed! Onlara vâdettiğimiz azâbın bir kısmını sana göstersek de senin canını alsak da, vazifen sadece tebliği etmektir. Hesap görmek bize düşer. K. 13/40″
f.”Yolun doğrusunu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğri olanı vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi. K. 16/9″
g.”Ey Muhammed! Onların doğru yolda olmalarına ne kadar özensen, yine de Allah, saptırdığını doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da olmaz. K. 16/37″
h.”Ey Muhammed! Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış, doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir. K. 16/125″
5-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”…İnkârcılara, inkârlarından ötürü kızgın bir içecek ve can yakıcı âzâb vardır. K. 10/4″
b.”Doğrusu bu Kuran en doğru yola götürür ve yararlı iş yapan mü’minlere büyük ecir olduğunu, âhirete inanmayanlara can yakıcı bir âzâb hazırladığımızı müjdeler. K. 17/9-10″
c.”Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimleri de saptırırsa, artık onlar için Allah’dan başka dostlar bulamazsın. Bin onları kıyâmet günü yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşr ederiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız. K. 17/97″
x
6+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”De ki: ‘Gerçek Rabbinizdendir. Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin…’ K. 18/29″
6-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a. “…Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışız. Onlar yardım istediklerinde, erimiş mâden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır! K. 18/29″
b.”İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O’nu inkâr edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür de bununla karındakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar onlar içindir. Orada, uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defâsında oraya geri çevrilirler: ‘Yakıcı azabı tadın’ denir. K. 22/19-22″
x
7+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”De ki: ‘Ben, yalnız her şeyin sahibi olan ve bu kutlu kılınmış şehrin Rabbine
kulluk etmekle emrolundum. Müslümanlardan olmakla ve Kuran okumakla emrolundum’
Kim doğru yolu bulmuşsa, yalnız kendisi için bulmuş olur, kim sapıtmışsa kendine
etmiş olur. De ki: ‘Ben sadece, uyaranlardan biriyim.’ K.27/91-92″
b.”Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir. K. 28/56″
c.”Sen sadece bir uyarıcısın. K. 35/23″
d.”Ey Muhammed! Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yoksa körleri ve apaçık sapıklıkla olanları doğru yola sen mi eriştireceksin? K. 43/40″
7-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim var mıdır? Şüphesiz suçlulardan öç alacağız. K. 32/22″
b.”…Azâbı gördüklerinde, ettiklerine içleri yanar. İnkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar vururuz. Yaptıklarından başka bir şeyin mi cezâsını çekerler? K. 34/33″
c.”Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır. K. 36/8″
d”…Vay ateşe uğrayacak inkârcıların haline! K. 38/27″
e.”Kitabı ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette bileceklerdir. Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar. Sonra onlara: ‘Allah’ı bırakıp da koştuğunuz ortaklar nerededir?’ denir… K. 40/70-74″
f.”Doğrusu, günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarında suyun kaynaması gibi kaynayan, erişi maden gibidir. ‘Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına-azâb olarak-kaynar su dökün’ denir, sonra ona: ‘Tad bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu şüphelenip durduğunuz şeydir’ denir. K.44/46-50″
g.”Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü de öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz. K. 47/4″
h.”Ey inananlar! Sizler daha üstün olduğunuz halde düşman karşısında gevşemeyin ki barış istemek zorunda kalmayasınız; Allah sizinle beraberdir; sizin işlerinizi eksiltmeyecektir. K. 47/35″
ı.”Ey Muhammed! Bedeviilerden geri kalmış olanlara de ki: ‘Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar müslüman olana kadar savaşmaya çağrılacaksınız; eğer itâat ederseniz Allah size güzel ecir verir, ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi can yakan bir azaba uğratır. K.48/16″
i.”Defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara! İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde. Serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar. Çünkü onlar, bundan önce, dünyada, nimet içinde bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı. K. 56/4l-46″
k.”Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar… Eğer sizler Benim yolumdan savaşmak ve rızamı kazanmak için yola çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz. Ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır. K.60/1″
L.”Ey Peygamber! İnkârcılarla ve ikiyüzlülerle savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür!. K. 66/9″
m.”İlgililere şöyle buyrulur: ‘O’nu alın bağlayanı. Sonra cehenneme yaslayın. Sonra onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun. Çünkü o, yüce Allah’a inanmazdı.Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmezdi. ” Bu sebeple burada bu gün onun bir acıyanı yoktur. Günahkârların yiyeceği olan kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur. K. 69/30-37″
x
8+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Benim yaptığım yalnız, Allah katından olanı, O’nun gönderdiklerini tebliğdir. K. 72/23″”
8-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Allah’a ve peygamberine kim karşı gelirce ona, içinde sonsuz ve temelli kalınacak cehennem ateşi vardır. K. 72/23″
x
9+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Şüphesiz ona (insana) yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük.
K. 76/3″
9-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.Doğrusu, inkârcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık. K. 76/4″
x
10+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammed! Sen öğüt ver! Esâsen sen sadece bir öğütçüsün. Sen onlara zor kullanacak değilsin. K. 88/21-22″
10- Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.-“Ama kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azâba uğratır. Doğrusu onların dönüşü bizedir. Şüphesiz sonra hesaplarını görmek de bize düşmektedir.
K. 88/23-26″
b.”Kitap ehlinden ve puta tapanlardan inkâr edenler, şüphesiz içinde temelli kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte bunlar, yaratıkların en kötüsüdürler. K. 98/6″
x
11+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammed! De ki: ‘Ey inkârcılar!Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim
taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim
taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır. K.
109/1-6″
11-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a. “Ebû Leheb’in elleri kurusun; kurudu da! Malı ve kazandığı kendisine fayda
vermedi. Alevli aşete yaslanacaktır. Karısı da, boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır. K. 111/1-5″
+
Her ne değin gerek Kuran’ın kendisi ve gerekse yurdumuzda Kuran Müslümanlığını uygulamak isteyen Yaşar Nuri Öztürk; Kuran’da; çelişki (tezad), tutarsızlık ve uyumsuzluk- (ahenksizlik) yok diyorlarsa da, yukarıda okuduklarımız içinde birbirine karşıt birçok tümcelerle karşılaşmaktayız. “Allah’ın izni olmadıkça kimse inanamaz!” (K. 120/100) ve “Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin… K. 18/29″ derken diğer yandan “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. K.8/39″ deniyor.
Bir yandan “Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir. K. 28/56″ denirken hemen yanına “Doğrusu, inkârcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık. K. 76/4″ ve “Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır. K. 36/8″ deniyor… Bunun gibi daha yüzlerce, binlerce örnek gösterilebilirken Kuran’da nasıl çelişki, tutarsızlık, uyumsuzluk yok diyebiliriz.
Sonra: .”Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun” tümceleri varken Müslümanlık savaş dini değil barış dini denebilir mi? Bu boyun vurarak öldürmek günümüz anlayışı ile ne oranda bağdaşır?.. Şeriatla yönetilen ülkelerde idam cezaları hükümlünün boynu vurularak yerine getirilrken dehşete kapılmayan aklı başında bir insan gösterilebilir mi? Bu nedenle yurdumuzda uygulanan idam cezaları kapalı yerlerde yapılırken 1984’ten bu yana, kapılı yerde bile, idam cezaları uygulanamamaktadır.
Yine yukarıda gördük ki “Allah’ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah’la peygamberleri arasını ayırmak isteyen ‘Bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz’ diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere ağır bir azâp hazırlamışızdır. K. 4/150-151″ deniyor.
Kuran’daki bu sözler Allah’ın emri olarak kabul edilirken Yaşar Nuri Öztürk ile Zekeriya Beyaz Kuran Müslümanlığını kendi kafalarına göre uygulayabilirler mi? Eğer bir kere Kuran Müslümanlığı uygulanmaya başlanırsa bu da Allah’ın emri diye Kuran harfi harfine uygulanmayacak mı?
Gerçeği bilmek insanı Hak’ka (Doğruya, gerçeğe…) eriştirir ve gerçek insanı güçlü yapar. Gerçek saygımız gereği (dinde buna Allah korkusu denir) doğruları söyleyelim. Eğer yukarıdaki o dehşet sahnelerini Allah’a (Allah: Burada olması gerekeni simgeler…) yakıştırırsak Allah’a (Sosyal gerçeklere, çağımız anlayışına, akıl, bilim ve insandaki acıma ve vicdan duygusu…) saygısızlık ve hatta hakaret etmiş oluruz…
Şimdi biz aydınlar bu gerçekleri insanlara açıklamazsak kendi kendimize yadsımış olmaz mıyız. Gerçeği tepelemiş olmaz mıyız… Bir aydın inandığı ve doğru bulduğu gerçekleri yaşarken söylemezse ne zaman söyleyecek… Bir aydın halkına gerçekleri anlatmazsa kim anlatacak?…
Çünkü söylenmiştir: “Cümle halkın vebali evliyanın boynunadır.” Bu güzel sözü günümüz Türkçesine çevirirsek: “Bütün halkı aydınlatma sorumluluğu aydınların boynundadır.”
Av. Hayri BALTA, 8.3.2002
X
CEHENNEMİN DÜNYAMIZA YANSIMASI
Bilindiği gibi cehennem, zahiri anlamda, büyük günah işleyenlerle hak din İslam’ı kabul etmeyenler için öldükten sonra gidecekleri yerde verilecek cezayı hatırlatır.
Sözü uzatmadan kısaca cehennemde verilecek cezaları İslam’ın temel kitabı Kuran’dan birkaç tane olmak üzere aktaralım:
“Allah ve Peygamberleriyle savaşanların ve cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayaklarını kesmek yada yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünya a rezilliktir. Onlara ahrette büyük azap vardır. (K. 5/33).
“…Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışızdır. Onlar yardım istediklerinde erimiş maden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır!” ( K. 18/29)
“İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O’nu inkar edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür ve bununla karındakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar onlar içindir.. (K. 22/19-22).
“… İnkar edenlerin boyunlarına demir halkalar vurunuz. Yaptıklarından başka bir şeyin mi cezasını çekerler.” (K. 34/33)
“Doğrusu günahkarların yiyeceği Zakkum ağacıdır: karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir. ‘Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra ona: ‘Tadın bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir’ denir. (K. 44/43-50).
“Doğrusu, inkarcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık.” (K. 76/4)
Görüldüğü gibi Müslüman olmayanlara ve de Müslüman olup da büyük günah işlemiş olanlara ahrette büyük azap vardır. Bunlara ateş hazırlanmıştır, başlarına demir topuzlar geçirilecektir, demir halkalar içinde cehennemin ortasına doğru sürüklenecektir…
Aydın ve ilerici niteliği olan şeriatçılar kitaplarında yukarıdaki cehennem tümceleri genellikle gözlerden saklamaya çalışırlar. Örneğin bakınız: Kuran’daki Buyruk ve Yasaklar, Erdoğan Bakkalbaşı, Hukukçu, CHP Senatörü,TESAV Yayınları. Emre Basımevi, 1995, s. 46.
Senatörümüz, Kuran’daki; 19/70, 71; 20/74, 21/98 cehennemle ilgili tümceleri almış da; yukarıdaki K. 22/19-22; 34/33, 44/43-50; 76/4 tümcelerini almamış kitabına…. Neden acaba diye sorulmamalı mı?
Bu sorunun yanıtını verelim: Çünkü gözden kaçırdığı tümceleri okuyan aklı başında bir okuyucu; “Olmaz, şefkat ve merhamet timsali Tanrı bu kadar acımasız olamaz! Tanrı, böyle işkence yaptırmaz, yapmaz!” deyeceklerdir…
Ne var ki aklını kullanarak yargılama ve düşünme aşamasına gelmemiş şeriat kuralları ile yönetilen ülkelerdeki şeriatçılar cehennemde olacakları dünyada uygulama yoluna gitmişlerdir ve bundan da büyük bir zevk duymuşlardır. Cehennemi dünyamıza yansıtarak Müslümanların Tanrısı ve Peygamberleri ile uğraşanları ve de Müslümanlığa karşı savaş açanlara karşı cehennemdeki uygulamaları uygulamaktan çekinmemişlerdir. Daha geçen haftalarda Suudi Arabistan’da şeriat buyruğu gereğince iki hırsızın elleri kesilmiş; cinayet işlediği gerekçesiyle bir Mısırlının boynu vurulmuştur (GÖZCÜ, 15.8.2002).
Öyle ya Tanrı cehennemde günah işlemiş olanlara yukarıdaki cezaları verir de dünyadaki kulları büyük günah işlemiş bir insana ceza vermekte Tanrı’dan geri kalırlar mı?
Şimdi Tuncay Özkan’ın 4 Mart. 2002 tarihli Milliyet’te çıkan Başsız Cesetlerin Çırpışı adlı aşağıdaki yazısını okuyalım:
BAŞSIZ CESETLERİN ÇIRPINIŞI
Önce yakalanarak esir alınan kişinin yanında bir ateş yakılıyor. Sonra o ateşte geniş ağızlı bir demir levha kor oluncaya kadar kızdırılıyor. İzleyenler, olayın sonrasında neler olacağını bildikleri için sessiz bir heyecan içindeler. Tıpkı çok merak edilen bir filmi izleyecek olmanın sabırsızlığı var üzerlerinden. Birazdan sahnelenecek gösteri, onları için sıkça tekrarlanan ama seyrine doyum olmayan bir olay! O, başına neler geleceğinin farkında bile değil. Şaşkın… Korkak.. Çaresiz…
Onun yanında duran eli satırlı adam demir levha kızgınlaşınca, birden sanki bir karpuza vururcasına, sanki her gün yaptığı bir işi yapıyormuşçasına, öyle acımasız indiriyor satırını esirin boynuna.. Onu öldürüyor sanıyorsanız, kalabalığın da bu vahşet anını izlemeye geldiğini düşündüyseniz büyük yanılgı içindesinin. Çünkü bu vahşet gösterisi bitmiyor, daha yeni başlıyor.
KIZDIRILMIŞ DEMİR LEVHA
Satırla boynu bir darbede koparılıyor esirin. Herkes bu anı izliyor. Tıpkı Arenada aslanların yediği insanları on binlerin izlemesi gibi. Esir insanın başı yere düşüyor. Elinde kızdırılmış demir levhayı taşıyan adam devreye giriyor o anda. Hemen gelip, inanılmaz bir süratle, başın koptuğu boyna, daha kan çıkmadan yapıştırıyor elindeki kızgın demiri. Bir nevi kaynak yapıyor kesik damarlara. Kan dışarı çıkamıyor. Kesilen baş gövdenin yanında. Gövde hiç kan kaybetmeden neredeyse çırpınarak başsız, etrafta dolaşmaya başlıyor.
İzleyenlerin en büyük eğlencesi de bu an… Kahkahalar, çığlıklar, alkışlar çınlıyor ortalıkta. Gövde çırpındıkça, eller, kollar, ayaklar o şuursuz şiddetin darbesiyle savruldukça izleyenlerin heyecanı artıyor. Çığlıklar büyüyor.
Hele o gövde üstlerine doğru ilerledikçe daha da bir eğleniyorlar. Korku, vahşet, dehşet, insan uygarlığının bütün tanımları, hastalıkları orada bulunuyor.
Buraya kadar anlattıklarımın hiçbiri bir eski çağ tarihinden alıntı değil. Bunların hepsi bu çağda, bu anda, yanı başımızda yaşanıyor.
BAŞI KOPAN İNSAN
Bu yüzyılda yapılan araştırmalar başı kopartılan insanların gözlerinin o dehşet anı şiddeti nedeniyle daha açıldığını ve beynin algısının saniyelerle de olsa sürdüğünü gösteriyor. Gövde ise kan kaybı nedeniyle çoklukla hareketsiz kısa zamanda ölüyor. Ama ya kanın çıkması engellendiğinde?
Başsız kalan gövde, yerde öylece durmakta olan ve yapılanları algılayan gözlerin yanı başında öylece savruluyor, savruluyor, savruluyor…
Bu olay Afganistan’da yaşandı. Olaya bir Türk tanık oldu. Ankara’ya aktardı. Avrupa basınında da bu işkencelerle ilgili haberler sıkça yer alıyor. Bu işkencelerle ilgili haberler sıkça yer alıyor. Afganistan’a medeniyet götüreceği iddia edilen savaşın, oradaki insanları getirdiği nokta. Sizce bu çılgınlığın ulaştığı boyutu, hastalığın derinliğini yaşayanlara ve yaşatanlara insan denilebilir mi?
Modern dünyanın kapitalistleri bununla mücadele ederler mi? Hayır.. Onlar bununla mücadele etmemek için şimdi Afganistan’dan kaçıyorlar. Çıldırmış insanların, vahşet makinelerine dönüşmüş yaşamlarının kendilerine dönecek öfkesini gördükleri için o bataklığı terk ediyorlar. Çünkü gördükleri bu sahneler, onların değerli evlatlarının altında kalkamayacağı kadar büyük…
AFGAN GERÇEĞİ
Bunu göremeyenlerin gördüğü sıradan bir başka Afganistan gerçeği ise esir alınan kişilerin üzerine sürülen tanklar gerçeği. Tank paletlerinin altında can veriyor esirler. Bunu tıpkı bir araba yarışını izler gibi izliyor Afganistan. Alkışlar, çığlıklar, kahkahalar içinde.
Bu denli derin bir şok anlatılabilir mi bu sürede? Afganistan bir daha kendine gelebilir mi? Sistemli ve düzenli bir kararlılıkla evet. Milyarlarca dolarla evet. Ama bunları oraya bomba yağdıranlar yapabilecek mi? Hayır. Onlar istediklerini aldılar. Orada kendi güdümlerinde hükümet kurdular. Düşman diye tanımladıklarını kovdular. Şimdi oralarda sembol olarak tutacakları birlikleri olacak. Ama kendileri adına Afganistan’da bu vahşete direnecek güç istiyorlar. Türkiye’den, Afganistan’da askeri varlığıyla devralmasını istedikleri şey budur.
Türk askeri başsız gövdelerin çırpınışına dur diyecek! İyi de hangi parayla, hangi olanakla, hangi yardımlarla…
BATAKLIK PATLAMAK ÜZERE
Sonra orada savaş yeni başlıyor. Türk Genelkurmayı’nın yaptığı tahlil doğru çıktı. Afganistan kan ve bütün pisliklerle dolu bir bataklık oldu. Bu bataklıkta biten bir şey yok. Herkes vahşetin silahlarının namlusuna sürmüş, barbar eller tetikte, hasta gözler hedefte, öldürecekleri anın kan kokusunu soluyor. Türk askeri Afganistan’da bu vahşetle savaşmaya gidecek. Türk askeri Afganistan’da bu barbarlığa karşı duracak. Kaç Mehmet şehit olacak? Kaçı bu denli işkenceye maruz kalacak? Kaç Amerikalı bunları göze alabilir? Kaç İngiliz, Alman…
Neden Türk askerinin Afganistan konusunda bu denli yavaş davranıp planlar yaptığını, oradaki yapılanmayı, askeri varlığı devralmak noktasında ağır durduğunu şimdi daha iyi anladım.
Modern dünyanın gözleri önünde insanlık tarihinin hiçbir döneminde tanıklık edilmeyen olaylar yaşanıyor. Başsız gövdelerin dansı orada olanlar. Çırpınan gövdeler ve kesik başların dehşeti.
TUNCAY ÖZKAN, 4 Mart 2002 MİLLİYET, perde arkası.
+
Anlaşılan o ki yakalanan Taliban veya El Kaide üyelerine, Taliban ve El Kaide üyesi olmayan Afganlılar bu işkenceleri uyguluyor…
Tuncay Özkan uyarıyor; diyor ki: “Böyle bir cehenneme niçin Türk askerleri sürülüyor? Yarın, Taliban ve El Kaide üyelerinin eline bir Türk askeri geçerse onların da verecekleri ceza böyle bir cezadır.”
Bu cehennem uygulamasına nasıl seyirci kalınabilir… Amerikan, İngiliz, Alman ve diğerleri kaçıyorlar ve Türk askerini Afgan’ın şeriat nedeniyle geri kalmış bu işkenceci insanlarının önüne sürüyorlar.
Tanrı, cehenneminde günahkar insanlara demir topuzlar, demir halkalarla işkence uygularsa; onun kulları olan Afganlılar Tanrı’yı öykünürlerse çok mu?
Gerek Talibanlar, gerek Taliban olmayan Afganlılar ellerine geçirdiklerine bu işkenceleri uygularken nereden esinleniyorlar acaba?
Bu yazı Milliyet’te yayınlandıktan sona 5 ay geçti. Ne şeriatçı medyada ne de şeriatçı olmayan medyada bu konu ile ilgilenen bir kişi çıkmadı… Bu duyarsızlık da şark toplumlarına özgü bir nitelik olsa gerektir…
Av. Hayri Balta, 18.8.2002
X
ALLAH’IN İNDİRDİĞİ İLE HÜKMETMEYENLER
Bizim tanınmış ilâhiyatçılar; başta Süleyman ateş, Yaşar Nuri Öztürk ve diğerleri İslam’da Recm yok diyorlar. Hadislerde yazılı olanları kabul etmiyorlar. Kuran’da Recm diye bir kelime yok diyorlar. Evet Kuran’da Recm adlı bir kelime yok ama Recm’e gönderme var.
Örneğin Kurandaki Maide süresinin 44 ve 45. tümceleri ile Tevrat’a gönderme yapılarak zina yapanları taşlayarak öldürün (Recm) deniyor. Öyle ki bu şekilde davranmayanlar “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir, zalimlerdir…” denerek suçlanıyor… (K. 5/45,45)
Anlaşılan Müslümanlar zina edenleri taşlayarak öldürme cezasını bu tümcelere dayanarak veriyorlar. İslam İnançları Ansiklopedisi’nin (Meydan gazetesinin okurlarına armağanı) Recm bölümünde şöyle deniyor: “Sözlükte taşlamak anlamına gelen recm, İslamiyet’te zina suçu işleyen erkek ve kadınlara İslam Şeriatınca verilen taşlanarak öldürme…
Bu sözcük bütün taşlamalar için kullanılır. Şeytan taşlamaya da şeytanül recm denir. Zina suçunu işleyenlerin taşlanarak öldürülmesini Allah emretmemiştir. Kuran’da yoktur. Kuran’da buyrulan ceza sadece zina edenlerin her ikisine de yüzer değnek vurmaktan ibarettir.”
Anlaşılan Ansiklopedi yazanlar Kuran’daki Maide 5/44 ve 45. sürelerini dikkatle incelememişlerdir. “Eğer islamiyette zina yapanlara taşlanarak öldürme cezası veriliyorsa” bunun bir dayanağı ve kaynağı olmalı değil midir?
Bunun için de tümcelerin söyleniş nedenleri yazan kitaplara bakmak zorunluluğu vardır. Bu kaynaklarda tümcelerin iniş nedeni şöyle gösteriliyor: “ Ömer’in bir hutbesinde şöyle dediği rivayet olunmuştur. Ömer’den rivayet edilen hadis şudur: “Bir hakikattir ki, Allah Muhammed Salla’llahu Aleyhi ve Sellem’i Hak Peygamber gönderdi ve ona kitap indirdi. Ona indirdiği ayetler içinde Recm ayeti de vardı.” (Bakınız Diyanet İşleri Başkanlığınca yayınlanan Sahih-Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, C. 12, s. 409. Hadis No. 2176)
Bu Hadisin hemen altında şöyle bir açıklama var: “Recm ayeti şudur: Evli bir erkek ve kadın zina ederlerse (zina da; beyine ile veya gebelik veya ikrar ile) sabit olursa (aile namusunu kirleten) bunları ‘taşlayınız’ Bu ayetin okunması nesholunmuş (kaldırılmış) hükmü ise ibka olunmuştur (baki kılınmıştır).
Diyanetin yayınladığı bu Hadis kitabında Recm ayetinin varlığı açıklanıyor ve hemen altında da dipnot olarak: “Bu ayetin okunması nesholunmuş (kaldırılmış) hükmü ise ibka olunmuştur (baki kılınmıştır). deniyor.
Yine bu Hadis’in devamında yapılan açıklamada (izahatta) Ömer şöyle diyor: “O’na indirdiği Kitabın içinde Recm ayeti de vardır. Bu ayeti okuduğumuz ve hükmünü tatbik ettiğimiz halde bir takım müfsidler çıkıp; bu ayet Kuran’da yoktur!” diyeceklerdir…
Bilindiği gibi Ömer, Ebubekir’den sonraki halifedir. Bu halife Recm ayeti Kuran’da vardır diyerek hükmünü uyguladığı halde kimi fesatçıların gelecekte “Kuran’da böyle bir ayet yoktur!” diyerek ortalığı karıştıracaklarından korkuyor… Dediği gibi de oluyor. Demek ki bu karışıklıklar üzerine bir tek Kuran tertipleniyor. Sonra da bir harfi bile değiştirilmemiştir deniyor ve tersini söyleyenlerin de kafası uçuruluyor…
Biz yine Kuran’a dönelim. Nur suresinin 2. ayetini okuyalım. Bu ayette: “Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun.” deniyor. Ama meraklı bir insan olarak üç peygamberin kitaplarına baktığımızda değişik hükümler görüyoruz.
Dört kitabın dördü de Allah’tan geldiğine göre(!) bu insanlar hangisine inansınlar? “Taşlayarak öldürün diyenlere mi?” (Tevrat. Levililer. 20/10; Tesniye.22/22); yoksa, “Yüz değnek vurarak dövünüz..” (K. 24/2) diyene mi inansınlar. Yoksa, yine Kuran’da yazıldığına göre zina suçunu işleyenleri “Eziyet etmeden evlerinde mi tutsunlar..” (K. 4/15) ya da “eve kapatıp tevbe edinceye kadar eziyet mi etsinler…” Ya da Hıristiyanların yaptığı gibi “Zina edenleri kendi eylemleri ile baş başa mı bıraksınlar?” (İn. Yuh. 8/7).
Kuran’da En’am suresinin 34. ayetinde: “… Allah’ın sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur…” (K. 6/34) diye yazmaktadır. Bizimkiler ise, Tevrat, Zebur İncil için tahrif edilmiştir diyor? Peki, Allah’ın, “sözlerimi değiştirebilecek kimse yoktur” sözlerini nasıl görmezden geleceğiz? Dördü de Hak denilen bu kutsal kitaplar niçin birbirleri ile çelişiyor? Neden Kuran’da bile zina edenler için üç-dört türlü ceza şekli var?
Efendim, son ayetle (K. 24/2) ilk iki ayet nesholunmuştur. Nasıl olur? Geçmişi ve geleceği bilen Tanrı, sonradan kaldıracağı sözleri söyler mi? Sonra, Tevrat’taki hüküm için; “Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenler kafirdir, zalimdir!” dememiş mi idi?
Eğer Tevrat ve İncil İslam peygamberinden önce değiştirilmiş olsa idi Allah’tan geldiği ve uyulması gerektiği söylenmezdi. Hem Tevrat-İncil elde bir tane değil ki… Din adamları tarafından çoğaltılıp çoğaltılıp; değil ülkelere, illere ve illerdeki topluluklara (Havra-Kilise) bile dağıtılıyor. Bunların hangi birini bir araya getirip de değiştireceksiniz. Eğer İslam Peygamberinden sonra değiştirildi ise Allah bilmiyor mu idi sonradan bu sözlerini değiştireceğini. Haydi çık çıkabilirsen işin içinden… Bu nedenledir ki; bizimkiler, dinde akıl ile mesafe alınmaz. Dinde esas olan inanmaktır. Ancak inananlar huzura ererler; yani, kelleyi kurtarır, derler.
Eğer Allah’ın indirdiği ile hükmetmek gerekiyorsa neden Tevrat’ın yukarda açıkladığımız hükmünde ısrar edilmemiştir ve “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler” kâfir ve zalim olacağına göre kimlerdir bu “Allah’ın hükmettiği ile hükmetmeyenler?”
Yukarıda Kuran’daki Maide (5) 44 ve 45. tümcelerinden söz etmiştik; ancak, tümceleri yazımıza aktarmamıştık. Bu yazımızda her iki tümceyi de aktararak üzerinde düşüneceğiz… Önce K. 5/44. tümceyi alıp inceleyelim:
“Doğrusu Biz yol gösterici ve nurlandırıcı olarak Tevrat’ı indirdik. Kendisini Allah’a teslim etmiş peygamberler, Yahûdi olanlara onunla ve Rabb’e kul olanlar, bilginler da Allah’ın Kitâbından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. Tevrât’a şâhittiler. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun, Âyetlerimi hiçbir değerle değiştirmeyin; Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir.”
Bu tümcede üzerinde durmamız gereken hükümler vardır. Önce birincisi üzerinde duralım. Ancak burada bir duruma dikkat çekmek istiyorum. Bu tümce Allah’ın ağzından söyleniyor. Bu tümcede Allah; önce, “Biz” diyor, sonra da “Ben” diyor…
Bize öğretilen, kitaplarda yazılan, Allah’ın tek olduğudur. Tek olan Allah, niçin “Biz” diye çoğul kullanıyor? Çoğul kullandıktan sonra da niçin “Ben” diye tekil kullanıyor? Bu zamir farklılıkları düşünerek okuyan bir kişinin dikkatini çekmez mi, çekmemeli mi? Bilmem bu konuda açıklama getiren oluyor mu?
Şimdi gelelim.birinci hükme ki şudur: “Allah’ın Kitâbından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi.” Demek ki Allah da biliyor Tevrat’ın kimi bölümleri kaybolmuş.. Öyleyse: “Siz elde kalanları ile hükmedin!” diyor…
Buradan anlıyoruz ki; Allah, kendi kitabının değil değiştirildiğini, bazı bölümlerinin kaybolduğunu biliyor ve söylüyor… Bu durumda nasıl olur da: “… Allah’ın sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur…” (K. 6/34) diyebiliyor.
Değil değiştirmek, ortadan kaldırıldığını bile söylüyor… Allah kendi kitabının kaybolmasına, kimi tümcelerinin ortadan kaldırılmasına kayıtsız kalabilir? Bir köy muhtarı bile köy meydanına astığı duyuruları uygulamayanlar hakkında işlem yapmaktan kendini alamaz…
Elbette bu görülere karşı bizimkiler de yanıt hazır: “Allah çok sabırlıdır, hesabını ahrette görür!” Eh, ne diyelim, artık böyle denince söylenecek söz bitmiyor ki: “Şüphesiz Allah’ın hesabı çabuktur!” (K. 3/29), “O hesap görenlerin en süratlisidir.” (K. 6/62), “…O hesabı çabuk görür!” ‘6/62), “… Doğrusu Allah hesâbı çabuk görendir. (K. 40/17).
Bizimkilerin buna da yanıtı hazırdır: “Allah dokunulmazdır. Kendisine sorulmaz… Oysa benim amacım, bu tür sorularla insanın düşünmesini sağlamaktır. Unutmayalım ki bir toplum, tabuları eleştirmediği sürece kendisi için kurtuluş yoktur…
Şimdi de gelelim hemen devamı olan K. 5/45’ e: “Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve yaralara karşı ödeşme yazdık. Kim hakkından vazgeçerse bu onun günahlarına kefâret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zâlimlerdir.”
Yine: “Ey akıl sahipleri sâhipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Artık Artık Allah’a karşı kalmaktan sakınırsınız.” (K. 2/179) denerek kısas emri vurgulanmaktadır… Kuran’a da geçen “kısasa kısas” cezasının dayanağı: Tevrat’ta ki şu tümce olup hemen hemen olduğu gibi aktarılmıştır.
Bakalım:“Göz yerine göz, diş yerine diş, el yerine el, ayak yerine ayak, yanık yerine yarık, yara yerine yara, bere yerine bere bere vereceksin.”(Tevrat, Çıkış, 21/24, aynı konu; Çıkış, 21/25, Levililer, 24/20Tesniye, 19/21’de de işlenmektedir.)
Burada akla bir soru gelmektedir. Tevrat’taki “Kısasa kısas” emrini olduğu gibi Kuran’da gördüğümüze göre “Benim indirdiğim ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir.” (K. 5/44) dediği Tevrat’taki emri Recm cezasını Kuran’da niçin görememekteyiz?
Taliban ve diğer şeriatçılar böyle dediği halde bizdeki “Elhamdülillah bizde Müslüman’ız!” diyerek şeriata sahip çıkan kimi Atatürkçüler, kimi liberaller, kimi aydınlar “Dinde böyle şey olmaz!” diyerek kendi kafalarındaki din anlayışına sarılmışlardır.
Oysa özlenen din değil de, uygulanan dinde bu vardır. Öyle ki Taliban’ı ayıplayan Amerikalı ve Avrupalı Yahudilerle Hıristiyanların kitaplarında da var. Ama onlar put yasağı olduğu halde tapınaklarını resimlerle donatıyorlar, sokaklarını, caddelerini, meydanlarını heykellerle donatıyorlar.
Bizimkiler ise, Kutsal kitapların yasakladığını yakıp-yıkarak ortadan kaldırıyor ve Allah’a hizmet ettiklerini sanıyorlar. Kimileri de: “Bütün kutsal kitaplar, Peygamber sözleridir!” demekle kutsal kitapları önemsemediklerini göstererek yıkımı ayıplıyorlar.
Burada şöyle bir soruyu akla geliyor: Şimdi kutsal kitaplar Peygamberlerin değil de gerçekten Tanrının sözleri olsaydı bu yıkımı hoş mu görecektik?..
Hayır, Allah da olsa; akla, ahlaka, bilime, güzel sanatlara, kültürel varlıklara aykırı buyruklar veremez. Bir an için somut bir Allah var da böyle bir emir verdi diyelim; yine de yerine getirilemez.
Öyle ki Allah karşıma çıksa: “Bu benim buyruğumdur, yerine getirmelisin!” dese kendisine: “Akla, ahlâka, bilime, güzel sanatlara aykırı ve de kültürel varlıklara düşman eden bu buyruklarınızı kabul edip uygulama gibi bir haksızlığa, bilgisizliğe, anlayışsızlığa, hoşgörüsüzlüğe neden olamam! Ve bu sorumluluğun altına giremem!” demekten zerrece çekinmem…
Yine kendisine: “Hem bana yaratma yeteneği veriyorsun. Hem de bu yeteneğimi yerine getirerek: Heykel, resim yapmama, çalıp, söyleyip oynamama izin vermiyorsun. Bu nasıl çelişki.
Bu nasıl olur? Bu yaptığın senin Allahlığına yakışır mı? Bu yaptığın şuna benzer: Hem güzel yaratıyorsun; hem de bana, güzele bakmakla göz zinası yapacağımı söylüyorsun. Olur mu bu!” demekten de çekinmem…
Ömer Hayyam bu çelişkiyi binlerce yıl önce şöyle dile getirmekten çekinmemiştir.
“Yapma diyorsun; yapmamak elimde mi?
Sen al demişsin, nasıl çekerim elimi?
Hem yap, hem yapma demek senin ki bana
İnsaf: Kadeh devrilir de dolu kalır mı?”
Elhamdülillah ben de Müslüman’ım!” diyen Atatürkçüler ve solcularla birlikte şeriatı şirin göstermeye çalışan yeni yetme profesörler de “Dinde böyle bir şey yok!” demekten çekinmiyorlar. Allahlarının böyle bir buyruk vereceğini bir türlü kabullenemiyorlar… Var mı, yok mu? Gösterdiğim kaynaklara bakıp da öyle çıksınlar halkın karşısına…
Bir de put ve heykelle ilgi tümcelerin (ayetlerin) hangi kutsal kitaplarda dile getirildiğini öğrenmek isteyen arayış içindekiler var. Hem: “Elhamdülillahçı Müslümancılara”, hem “Dinde böyle bir şey yok!” diyenlerle arayış içindeki gençlere din kitaplarında yerlerini göstermek için aşağıdaki bilgileri veriyorum.
Put ve Heykel düşmanlığı Yahudilikten: Hıristiyanlığa da geçmiş Müslümanlığı da. Kutsal kitaplarında yazılmasına karşın; heykele, resme, müziğe yer verenler yalnızca Hıristiyanlar olmuştur. Çünkü yalnızca bunlar güzel sanatların insan ruhunu ve yaratıcılık yeteneğini geliştirdiğinin ayrımına varmışlardır.
Müslümanlıkta ise güzel sanatlar mimarlıkta, hat ve minyatür sanatında kendini göstermiştir. Yahudiler de bu bile yoktur… Varsa bile çok azdır…
Eğer güzel sanatların yasaklanmasına tümce (ayet) ve hadislere ilişkin kaynaklara ulaşmak isteyen varsa ve gerçekleri öğrenmek isteyenler İlhan Arsel’in “Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları DİN ADAMLARI İstanbul 1995 baskısının 111-132 sayfalarında” geniş bilgiler bulabilirler. Bu sayfalardaki: Heykelle, müzikle, resimle ile ilgili ilginç yasakları görebilirler.
Aşağıda, yalnızca kutsal kitaplarda, put ve heykel konusunda, yazılanlara birer örnek vererek yerlerini göstereceğim:
TEVRAT’TAN:
“Fakat onlara şöyle yapacaksınız; mezbahalarını yıkacaksınız, ve dikili taşlarını parçalayacaksınız, ve onların sunularını balta ile keseceksiniz, ve onların oyma putlarını ateşte yakacaksınız.”(Levililer, 7/5 ve diğerleri: Levililer, 19/4; Tesniye: 29/17, 34/51. Tevrat ve İncil’le ilgili geniş kaynaklara ulaşmak isteyenler, “The New Combined Bible Dictionary and Condance” adlı kitaba bakabilirler. Bu kitap Beyoğlu’ndaki Hıristiyanlıkla ilgi kitaplar satan kitapçıda bulunmaktadır )
İNCİL’DEN:
“İmdi putlara kurban edilen şeylerin yenmesine gelince, biliriz ki put dünyada bir şey değildir… Lâkin bazıları şimdiye kadar puta alışkanlıkla; puta kurban edilmiş bir şey diye yiyorlar, ve onların vicdanı zayıf olduğu için lekeleniyor… Fakat yiyecek bizi Allah’a makbul kılmaz; yemezsek, eksikliğimiz olmaz; yersek de, fazlalığımız olmaz.” (Korintoslulara 1.Mektup: 8/4 ve diğerleri: Resullerin Diğerleri: 10/14, 15/29, 17/29; Yuhanna’nın 1.Mektubu: 5/21. Bu konuda yazılmış diğerlerini öğrenmek isteyenler YENİ YAŞAM YAYINLARI’ ndan ABC DİZİNİ ALI KİTABA BAKABİLİRLER. Kitap, “Pavlonya Sokak. Kanberoğlu İş hanı, No. 2/24, Kadıköy?İst. adresinden alınabilir. )
KURAN’DAN: “Allah’tan başka; sana ne fayda ne de zarar veremeyecek olan şeylere yalvarma! Eğer böyle yaparsan, o taktirde sen muhakkak zalimlerden olursun.” (10/106. Kurdan-da bun anlamda daha yüzlerce tümce (ayet) vardır. Bu tümcelerin (ayetlerin) yerlerini kolayca bulmak isteyenler Recep Aykan’ın Kelime ve Konulara Göre Alfabetik KUR’AN FİHRİSTİ’ne bakabilirler.)
Görüldüğü gibi: Putları: “Kesin, parçalayın, yakın, yıkın” buyruğu yalnızca Tevrat’ta var. İslam Peygamberi Mekke’yi ele geçirdiğinde, Tevrat’taki bu buyruğa dayanarak, Kabe’deki putları eliyle kırmıştır…
İşte İslam dünyasında: Put ve heykel düşmanlığının dayanağı ve kaynağı budur… Talibanlar da Peygamberlerinin yolundan giderek Buda heykellerini topa tutup; yakıp yıkıp yerle bir etti. Bu yaptığı ile de övündü ve “Allah’ın emri, Peygamberin eylemi ve kavli (sözü)” diyerek işin içinden çıktı.
Ama Afganistan’da milyonlarca kişi açlık sınırının altında yaşıyormuş ne gam… Bu Allah’ın takdiridir. Allah onların dirençlerini sınıyor (imtihan ediyor). Bu dünyada çektikleri açlığın karşılığını (mükâfatını) öbür dünyada göreceklerdir… Ama kutsal kitapları, insanı mest ederek kendinden geçiren içecekleri, uyuşturucuları yasaklamış…
Peygamberleri de yasaklamış. Örneğin şöyle demiş: “Resullah, müskir ve müftir her şeyi yasaklamıştır.” (Hadis). Bu yasaklamayı görmezden gelirler… Batı dünyasına uyuşturucu sevkıyatında başı çekerler…
Bütün bu çelişkilerden kurtulmanın yolu: Aklı, etik ahlakı, bilimsel verileri kendimize yol gösterici olarak almaktır.
Atatürk bu yolu şöyle göstermiştir: “Yaşamda gerçek yol gösterici (mürşit) müspet bilimdir.”
Av. Hayri BALTA
X
TANRI NEDİR
Sağdaki HAKTAN (Altta…) bölümünde TANRI’NIN NEREDE olduğu açıklanmaktadır. Hepsi de Tanrı’nın kaynağı olarak insanı göstermektedirler ki; bunlar hayatlarını dinsel araştırmaya adamış din bilginleridir.
İnsanoğlu yararını gördüğü eylemleri iyi diye kutsallaştırarak Tanrı kavramı içinde bir araya getirmiştir. Elbette iyi olanlar yanında kötü olanların ayrımına vararak bunları da lanetleyerek Şeytan kavramında birleştirmiştir.
Yaşamda iyi ile kötüden birini seçmesi insanın kendi iradesine bırakılmıştır. Genelde kendini bilen ve aklını kullanan insan iyiyi sahiplenmiş kötü ile mücadele etmiştir. Din ilminde buna insanın nefsine (Şeytana) karşı direnmesi denir. Kendini bilen insan ise Rabbini (İyi olanı, doğru olanı, güzel olanı) bilir.
Kendini bilen insan kendisini huzursuz edecek olan kötü davranıştan uzak durup iyi olanı yapar ki; bu durum “Ben Rabbime sığınırım” kavramı ile ifade edilir. Yani, ben doğru olanı, iyi olanı, güzel olanı yaparım demektir ki bu da vuslata ermekle ifade edilir.
İnsan yaşamı boyunca doğruluğun karşısında eğrilik; iyiliğin karşısında kötülük; güzelliğin karşısında çirkinlik; dürüstlüğün karşısında iki yüzlülükle karşılaşmıştır.
Bu kavramları çoğaltabiliriz. Sevginin karşısında nefret, neşe’nin karşısında hüzün; barışın karşısında savaş, sabrın karşısında acelecilik; hoşgörünün karşısında tahammülsüzlük; saflığın karşısında kurnazlık; iffetin karşısında iffetsizlik… Bu iyi ve kötü kavramlar istenildiği kadar çoğaltılabilir…
Kötü ile iyi arasında bir seçme durumu ile karşı karşıya kaldığımızda içimizde birbirine zıt iki duygu oluşur. Bir duygu kötü olanı yapmamız için haklı gerekçeler ileri sürer ki buna Ruhul kûbuh; yani, kabahate sürükleyen ruh (Şeytan) denir. Bir de kötü olanı yaptığımızda karşılaşacağımız sonuçları hatırlatan uyarıcı bir duygu kendini gösterir ki buna da Kutsal ruh; yani, saygı gösterilmesi, uyulması gereken düşünce ve duygudur ki bunu da Tanrı kavramı ile ifade ederiz.
İnsanın kötü olanı yaptığında, eğer dirilerden ise, duyacağı tedirginlik ve huzursuzluk cehennem azabı ile ifade edilir. İnsanın iyi düşünce ve davranışları sonunda karşılaşacağı refahı, huzuru da Cennet kavramı ile ifade edilir.
Denebilir ki bu kadar kötüler var. Örneğin hortumcular, komisyoncular, rüşvetçiler, kapkaççılar, diktatörler, yargısız infazcılar, işkenceciler, katiller… Bunların çoğu yatığı suça karşılık ceza görmüyor, refah içinde yaşayıp gidiyor. Bu işlediği suçun cezasını görmeyenler cezasını kim verecek.
Şeriat zihniyeti yakalanmayan kötünün cezasını öbür dünyaya havale ederek soruyu yanıtladığını sanır. Oysa Allah dirilerin Allah’ıdır. Ölülerin Allah’ı olmaz. Cennet, Cehennem, ceza-mükafât kavramları yaşayanlar içindir. Ölen için her şey bitmiştir.
Arifler ölü ile ilgilenmez. Ariflerin nazarında ölülerin esamisi okunmaz. Bütün dinsel kavramlar yaşayanlar ve de sorumluluğunu bilenler içindir. Sorumluluğunu bilmeyen insanlara yaşasa bile “ÖLÜ” denir. Dinsel düşünce, tasavvufî anlamda, değil fiziken ölülerle, kalben ölülerle bile ilgilenmez. Bunlar din alanına adım atmamış olduğundan “Âlem-i şuhut”; yani, Tanrı’nın varlığına bir kanıt, şahit sayılır. Bunların Tanrı ile ilgileri yoktur.
Din ilmi Diriler içindir; ölüler, yani, sorumsuzlar, kötüler, benciller, gelişmemişler, ham kalmış kişiler için değildir. Din ilminde onların çetelesi tutulmaz. Onlar ölü sayılırlar. Bizim onlara sözümüz yoktur ve onlar bizim nazarımızda yok sayılırlar. Bizim sözümüz “Diri”leredir. Yani topluma karşı, kendine karşı sorumluluğu bilen sağduyu ve vicdan sahibi insanlaradır.
Bu durumda Tanrı’yı da Şeytanı da yaratan insandır. Cennet de cehennem de sorumluluk bilincindeki insanın ruhsal dünyasındadır. İnsanın olmadığı yerde ne Tanrı vardır ne de Şeytan… Sorun bu kadar basittir.
İslam’ın 4. Halifesi Ali: “İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı.” demiştir. Biline ki o bir noktayı çoğaltanlar ilâhiyatçılardır… Onların cehaletinden Tanrı’ya (Bilimsel olana, makul olana, sağduyuya…) sığınırım.
Elbette bu anlattıklarım aklı vahiyden üstün tutanlar için söz konusudur. Biz aklı vahiyden üstün tutanlar onların nazarında zaten zındık sayılırız. Ne gam…HB 21.9.2003
NOT: GENİŞ VE AYRINTILI BİLGİ İÇİN SOL SÜTUNDAKİ “4. AYDINLANMAYA KATKI”YI TIKLAYINIZ..
X
TANRI NEREDEDİR?
Ete kemiğe büründüm,
Yunus diye göründüm.
Bir ben var benden içeri.
+
Baştan ayağa değin
Hakk’tır seni tutmuş
Hakk’tan gayrı ne vardır
Kalma güman içinde
YUNUS EMRE’DEN
X
Sen sende ara Hakk’ı,
Hemen gezme yabanda
Kendinde iken sen O’nu
Gayrıda arama.
KUDDUSİ BABA’DAN Veliler Bahçesi, Bedri Özbey, s.41
x
Gözle seni sen, sen’de
Düşme diğer sevdaya
Sen’de seni buldunsa
Edersin vuslat yâra…
ŞEMSENDİN-İ SİVASî
Veliler Bahçesi. Bedri Özbey,s. 16
x
Tanrı bize bizden yakın
Gitme uzaklara sakın
Onu görmek mi merakın
Aç gözünü bak insana
MELULî
X
Ben taşrada arar idim
Gördüm can içinde can imiş…
BİR İLâHİDEN
X
Zahit nefsi iledir; arif Rabbi iledir.
Zahit nefis ve hevasının, arif ise Allah’ın kuludur.
Zahit Hakk’ı dili ile; arif, can-ı gönülden anar.
Zahidin kalbi sebeplere bağlıdır; arifin canı Rabb’i iledir.
Mümin Allah’ın nuru ile; arif Allah ile bakar.
Mümin Allah’ın ipine yapışır, arif Allah’a bağlıdır.
İBRAHİM HAKKI ERZURUMLU Marifetname s.30
X
Görüldüğü gibi Tanrı insanda imiş… Bunu ben değil Arifler söylüyor.Ben de HALKTAN (SOLDA) bölümünde TANRI’NIN NE OLDUĞUNU açıklamaya çalışacağım…
X
TANRI MADDE OLARAK VAR MIDIR?
Sağdaki OKUR’DAN bölümünde Ebu Ubeyde Bin Nihat adlı bir okurumuz bana “Siz kalkıp hangi rütbenizle Rahman ve Rahim olan Allah’tan hesap sormayı düşünebilirsiniz? Yoksa Hayri Balta artık ilahlık peşinde midir?” demektedir. Anlaşılan o ki bu okurumuz benim yazdıklarımı anlamamış.
Bir kere ben, insanın dışında bir Tanrının varlığına inanmıyorum ki gidip ondan hesap sorayım…
Tanrı, nefsini (kendini) bilen insanın ruhsal dünyasında vardır. Bu yüzden “Nefsini bilen Rabbini bilir!” denmiştir. Sen kendini bilmediğin sürece Tanrı’yı bilemezsin ki? Bu gerçeği Şemseddin-i Sivasî şu sözlerle dile getirmiştir. Anlayan varsa beri gelsin: “Gözle seni sen sende/Düşme diğer sevdaya/Sende seni buldunsa/Edersin vuslat yâr’a…” (Bedri Özbey, Veliler Bahçesi. S.16)
Bu konuda İbrahim Hakkı Erzurumlu’nun aşağıdaki sözleri dikkatle okunmaya değer: “Halk ile meşgul olmak bir perdedir. O perde insanı Allah’ın kapısından içeri koymaz. Bina aleyh halkı terk eden nefsinden haberdar olur ve nefsini terk eden Arif-i Billah (Allah’ı bilmek) olur.” (Marifet name. s. 30).
Tanrı’yı bilmek ve bulmak için öncelikle halkın değil ariflerin, ermişlerin, sözleri üzerinde düşünmek gerekir.
Burada İbrahim Hakkı Erzurumlu’nun halk dediği halkın nakle ve taklide dayanan Tanrı ve Din anlayışıdır. Halka gerçek Tanrı ve din bilgisi vermeyenler ise her gece televizyona çıkarak yalanda yarışan, uydurmada uyuşan ilahiyatçılardır. Ne acı ki bunlar bilmeyerek halkımızı Tanrı’dan uzaklaştırmaktadırlar.
Ariflerin sözlerini değerlendirerek yaptığım şu Tanrı tanımına dikkatinizi çekerim: “Tanrı; madde olarak yoktur, mana olarak vardır. Maddî bir varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Tanrı ruh olarak yoktur, simge olarak vardır. Yine tanrı zat (kişi) olarak oktur, sıfat (nitelik) olarak vardır…”
Hiçbir ilâhiyatçının Tanrı madde olarak vardır deyeceğini sanmıyorum. Çünkü kendi ifadelerine göre “Tanrı zamandan ve mekandan münezzehtir” ve “Tanrı, İnanan insanın kalbinden başka bir yerde de değildir” ve yine Kuran’a göre: “Allah Kişinin kalbi ile kendisi arasına girer.” (K. 8/24)
Tanrı’nın; kişinin kalbi ile kendisi arasına girmesi demek; insanın, olumlu ve yüce kavramlar yanında; genel doğruların, üstün değerlerin, insanlıkça kabul edilmiş etik ahlakın varlığını her zaman kalbinde (sağduyusunda, vicdanında) duyması demektir…
İnsan, bu olumlu kavramlara, genel doğrulara, üstün değerlere yer verip yaşamına uyguladığı sürece huzur ve mutluluk içinde olur ki insanın bu ruh hali cennet ile ifade edilir. Bu genel doğruların tersi olan olumsuz kavramları yaşamına uygularsa huzur ve mutluluğu yitirir ki bu da cehennem ile ifade edilir.
Bu açıklamalarım Adem ile Havva’nın cennetten kovulması ayetlerinde çok güzel ifade edilmiştir. Orada Tanrı (İnsanın aklı, sağduyusu, mantığı…); insana, şöyle seslenmektedir: “Her şeyi yap, ama şu ağacın meyvesini yeme!” (K. 2/35) demiştir. O ağaç kötülüğün simgesidir ve kötülüğün çeşidi yoktur. O meyveden yeyen huzur ve mutluluğunu yitirir. Yani cennetten uzak düşer…
Biline ki cennet de, cehennem de insan yaşarken söz konusudur. Öldükten sonra gidilecek ve hesap verilecek bir yer yoktur. Yine biline ki “Tanrı, ölülerin değil; dirilerin Tanrı’sıdır.” (İn. Matta. 22/32. Markos. 12/27. Luka. 20/38)
Değil fiziksel olarak ölmüş insanın; kalp gözü kapalı bir insanın bile Tanrı ile ilgisi yoktur. Bu nedenle derim ki; olgun insanın olmadığı yerde Tanrı da yoktur…
Bu duruma göre peygamber gönderen, kitap indiren bir Tanrı yoktur. Bu kavramların din edebiyat ve felsefesinde başka anlamları vardır. Tanrı kelâmının anlamı başkadır. Tanrı kelâmı demek bilge kişilerin ahlak, edep, insanlık, hikmet içeren sözlerle insanı tekamüle sürüklemesidir…
Eğer kutsal kitaplar Tanrı tarafından indirilmiş olsaydı; Tanrı, sıradan bir insan olan insanı cezalandırmak için: “Allah onları yok etsin!” (K. 9/30) diyerek başka bir Allah’a havale etmezdi.
Yine davranışını beğenmediği bir insanı “…çok yemin eden alçak zorbaya!” (K. 68/14) diye aşağılamazdı. Öfkelenmek, aşağılamak gibi insana özgü özellikler Tanrı’nın yüceliği ile ne oranda bağdaşır? Takdirini size bırakıyorum.
Vahiy demek; ezoterik bilgi sahiplerinin olaylar, sorunlar ve sorular karşısında içine doğan duygu ve düşüncelerdir. Bu duygu ve düşüncelerin ahlakî, edebî, insanî olanına ve insana tekâmül yollarını gösterenine dinsel bir terimle vahiy denilmiştir.
Bu duygu ve düşüncelerin ahlakî, edebî olmayanına ise ilham denir. Vahyin de, ilham’ın da hepsine Türkçe’de “İçe Doğuş” ya da “esin” denir. Bütün esinlerin (Vahiy, ilham, içe doğuş…) kaynağı insanın gelişmiş aklıdır. Gelişmiş aklı olmayanlara ne vahiy gelir ne de ilham…
Artık doğa olaylarını, toplum olaylarını, tıbbî olayları, uzay olaylarını ilâhir Tanrı kavramı ile karıştırmamalıyız. Tanrısal olaylar yaşam deneyleri ile ortaya çıkar. Uygulandığında insanın yüzünü kızartmayan, başını ağrıtmayan, kendisini utanca boğmayan ve her zaman başını dik tutan yaşam yöntemidir.
Böyle bir yola gitmeyi öğütlemek kolay ama uygulamak zordur. Bunun içindir ki insanın başını tapınmaya bağlamışlardır.
Kendini bilmeyen insan Tanrı’yı bilemez. Önce insanın kendisini bilmesi; yani eleştirmesi, yargılaması sonundaki eksiklerini görerek gidermesi gerektir. Aksi takdirde ham gelir ham gider.
HB. 15.10. 2003
X
BİLİNMEYEN TANRI’DAN BİLİNEN TANRI’YA
Bütün İslâm İlmihâl’lerinde, Laik Cumhuriyet Türkiye’sinin okullarında ders kitabı olarak okutulan “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” kitaplarında, Kuran Kurslarında ve İmam Hatip Okullarında ve Televizyonlarda konuşan bütün ilahiyatçılarda ve diğer tek Tanrılı dinlerde Tanrı’ya inanmak aşağıdaki gibi açıklanmaktadır:
“Allah’a İman Ne demektir: Allah’a iman, Allah’ın varlığına, birliğine, ezeli ve ebedi olduğuna; yani, varlığının bir başlangıcı ve sonunun bulunmadığını, eşinin benzerinin, ortağının, oğlunun, kızının olmadığına varlığı kendinden olup varlığı için bir başka şeye muhtaç olmadığına, yaratılmış olan şeylerden hiç birine benzemediğine dolayısıyla düşündüklerimizden ve hayalimize gelen şeylerin hepsinden başka olduğuna, her şeyi bildiğine her şeyi gördüğüne, her şeyi işittiğine, duyduğuna, her şeye gücünün yettiğine, her şeyi yaratanın O olduğuna… Kısacası, her türlü eksiklikten uzak olduğuna yürekten, tereddütsüz bir şekilde inanmaktadır. Ergenlik çağına ulaşmış her akıl sahibinin, Allah’a bu şekilde inanması farzdır.” (Bk. Vatan, 1.11.2003 tarihli Ramazan Eki.)
Görüldüğü soyut bir Tanrı kavramı tanımı yapılmakta ve insanın tereddüt etmeden buna inanması istenmektedir. Tam Bektaşi fıkrası gibi: “Yok diyecek ama dili varmıyor.” Öyle ya, adı var ama cismi yok. Yeri yok, yurdu yok. Eni yok, boyu yok. Ne zamana sığıyor, ne mekana sığıyor. Evren’e, Doğa’ya bakmışız, önce Yıldızlara Tanrı demişiz. Sonra Aya, sonra Güneşe Tanrı demişiz. Asırlar sonra bunların dönüp durduğunun ayrımına varmışız; öyle ise bunu yapan bir güç var demişiz. Ondan sonra O’na en güzel sıfatları (Esma-i Hünsa) yakıştırmışız. Bütün Doğa olaylarını da O’ndan bilmişiz. Bu yargımızı da insanlığa dayatmaya kalkmışız…
Bu ise insan doğasına aykırıdır. Çünkü tahmine, kıyaslamaya dayanarak bir yargıya varmak; insanın aklına da aykırıdır, mantığına da, doğasına da aykırıdır. Asıl önemlisi bu dayatmada insan aklına ve iradesine hiç yer verilmemiştir; yalnızca inanacaksın denmiştir. Bu şekilde bir inanç aklı dışlamakta ve insanı doyurmamaktadır.
Aklı başında bir insan inandığı şeyin ne olduğunu bilmek zorundadır. Bir kere şu bilinmelidir ki insanın dışında bir Tanrı yoktur. Peygamber gönderen, kitap indiren bir Tanrı yoktur. Bütün bunlar din literatüründe simgesel anlatımlardır.
Eğer biz biz olursak, kendimizi bilirsek, farık ve mümeyyiz olursak Tanrı’yı bilebiliriz ama göremeyiz ve bu biliş, bizim tekamül yolunda önümüzü açacaktır.
Gerçi Tanrı’yı gördüğünü ve öyle ki Tanrı ile güreştiğini söyleyen akıldaneler çıkmıştır. Bakınız: Tevrat, Yaratılış. 32/28. Hoşea 12/3-4. Yaratılış, 32/32/30. Çıkış 24/90-11 Hakimler13/22. Yeşeya. 6/1-3, 5.
Tanrı; Yüce kavramlar yanında genel doğrular, üstün değerler, olumlu duygular, güzel nitelikler, insanlıkça kabul edilmiş genel ahlâktır… Saydığım bu kavramları biraz daha açarsak şöyle sıralayabiliriz: Tanrı (Yüce olan, üstün olan, iyi olan, doğru olan, güzel olan…); Savaş değil barıştır. Nefret değil sevgidir. Düşmanlık değil dostluktur. Yalancılık değil doğruluktur. Çirkinlik değil güzelliktir. Kötülük değil iyiliktir. Cimrilik değil cömertliktir. Acelecilik değil sabırdır. Öfke değil şefkattir. Kendini beğenmek değil alçak gönüllülüktür. Bencillik değil paylaşmaktır. Tembellik değil çalışkanlıktır. Ahlaktır ahlaksızlık değildir. Aşırılık değil itidaldir. Aşağılamak değil yüceltmektir. Suçlamak değil suçun nedenini araştırmaktır. Bütün bu olumlu ve olumsuz kavramları istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Bu kavramlardan olumlu olanlara uyarsak Rahmani yolda; olumsuz kavramlara uyarsak şeytani yolda sayılırız. Böylece her zaman karşılaşabileceğimiz Tanrı kavramı ile baş başa kalırız… Saydığım bu kavramlar içinde olumlu olanları yaşamımıza uygularsak bilinmeyen Tanrı’dan bilinen Tanrı’ya ulaşmış oluruz.
Anlamadan, bilmeden Tanrı ile insanın arasına giren kişilere inanacağımıza; aklımızın, kültür birikimi ile oluşan öngörümüzün, sağduyumuzun, vicdanımızın gösterdiği doğru olan, güzel olan, iyi olan yolda gitmiş oluruz ki böyle bir yaşamda kimseden korkmayız, yaptığımız bu doğru, güzel, iyi davranışlarımızdan dolayı kimse bizden hesap soramayacağım gibi herhangi bir kişi karşısında da yüzümüz kızarmaz. Bu şekilde Tanrı ile aramıza başkalarının girmesini önlemiş oluruz. Din ilminde bu oluşum “Tanrı ile insan arasına kimse giremez” diye söylenir.
Ne var ki Tanrı (Yukarıda saydığım olumlu kavramlar toplamı) aramıza Peygamberler, kutsal kitaplar başta olmak üzere ilahiyatçılar yanında şeyhler, cemaat liderleri, hacılar, hocalar, hahamlar, papazlar girmekte ve bütün bunlar insanı Tanrı’dan (Bütün Doğruluklardan, güzelliklerden, iyiliklerden…) uzaklaştırmaktadırlar…
Kanıt mı istersiniz. Kutsal sayılan kitaplara bakınız. Tevrat, Yahudileri Filistinli Müslümanları öldürmeye, İncil, Mesih’e inanmayanları (Haçlı Savaşları, Avrupa’daki din savaşları ve katliamlar…) Kuran, Hak din dediği Müslümanlığı kabul etmeyenleri öldürmeye motive etmektedir. Bu gerçek Sitemizin Tevrat’tan İncil’den, Kuran’dan bölümleri yanında kimi bölümlerinde de açıklanmaktadır. Bunun yanında günümüz ahlakına, anlayışına ve hukukuna uymayan yüzlerce âyetler bulunmaktadır.
Bütün bunlar bilinmeyen bir Tanrı’nın ardına düşmektendir. Tanrı ile aramıza girenlerin kışkırtmaları yüzündendir. Bilinmeyen bir Tanrı’nın arkasına düştüğümüz sürece bu öldürüşme (kâtliam) sürüp gidecektir. Bu nedenle diyorum ki: Bilinmeyen Tanrı’dan, bilinen Tanrı’ya yönelelim… H.B. 4.11.2003
X
YALANINIZ BATA SİZİN
15 Kasım 2003 günü Ülkemiz için kara bir gündü. El Kaide’ye özenen Hizbullah adlı İslam savaşçısı bir örgüt İstanbul’da iki yerde 25 yurttaşımızı, ki bunun 19’zu Müslüman (İkisi Müslüman canlı bomba); 6’sı Musevi idi, paramparça edip kara toprağa gömdü.
Bu korkunç terör olayı ertesinde bizim İslâmcı allameler televizyonlarda göründü. Ağızlarından bal kaymak döküldü. Neymiş de: “İslâm barış, huzur, mutluluk dini imiş” (Zekeriya Beyaz, ATV, A takımı, 16.11.2003). Kuran 4/93 âyetinde diyormuş ki “Kim bir insanı haksız yere öldürürse Allah onu en büyük ceza ile cezalandırırmış.”
Benim bildiğime göre bu âyette bir müminin bir mümini öldürmesi yasaklanmıştır. Öyle ileri sürdükleri gibi inancı ne olursa olsun bir insanı demiyor.
Okuyalım: “Kim de bir mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazâbetmiş, onu lânetlemiştir.” (Açıklaması: Kasten bir mümini öldürmenin dünyadaki cezası kısas, yani idamdır. Afetme yetkisi veya diyet alma yalnız maktulün ailesine aittir. Bkz.2/178-179, 5/53) (Feyz’l Furkan Kur’ân Meâli. Hasan Tahsin Feyizli. Akit Yayınları.) Bu arada 4/92 ve 49/10. âyetlerinin okunması halinde konu daha iyi anlaşılır.
Terör saldırısında ölen Müslüman yurttaşlarımızın ölüm törenine katılan İmam da bu ayeti okuyarak “Bir insan bir insanı öldüremez. Allah’ın verdiği canı Allah alır!” diyordu. Oysa görüldüğü gibi Allah’ın verdiği canı Allah almıyor; tineri alıyor, gaspcı alıyor, İslâm nizamını bütün dünyada hakim kılmak isteyen El Kaide adlı terör örgütünün Türkiye’deki uzantıları alıyor.
İslâm nizamını hakim kılmak isteyen örgüt yalnız El-Kaide değil. El kaidenin yanında daha birçok islâmi terör örgütü var. Ör. Millî Görüş, İBDA C, Hizbullah, Anadolu Federe İslam Devleti, İslâm’i Hareket örgütü ve ayrıca Kuran Nizamını hakim kılmak için terörü seçen bu örgütlere destek verenler de var.
Bunların dışında bir de tebliğciler var. Ör. Yaşar Nuri Öztürk, Süleyman ateş, M. Nuri Yılmaz, Zekeriya Beyaz ve daha binlerce ilahiyatçı ve ilahiyatçı olmayan profesör… Bunlar her gün medyada Kuran Müslümanlığının yurdumuzda hakim olması halinde hemen kalkınacağımızı ileri sürüyorlar…
Hele Ramazan ayında olmamız nedeniyle atış serbest. Karşılarına bir aydın çıkıp da “Hayır, efendim pek öyle dediğiniz gibi değil! İşte Alev Erkilet’in sözleri: ‘Radikal İslâm’i hareketleri ortaya çıkaran İslâm’i hükümlerin kendisidir.’ demektedir.” diyemiyor (Yardımcı Doç. Alev Erkilet, bu sözleri içeren bir kitap yazdığı için Kırıkkale Üniversitesinden kovulmuş olup şu an Başbakanlıkta Danışman olarak çalışmaktadır…).
Alev Erkilet’in bu sözlerinde gerçeklik payı çoktur. Çünkü İslamiyet’e göre Müslüman olmayan ülkeler Savaşılacak Ülke (Darül Harb) sayılır. Nedeni de, kendi anlayışlarına göre, Allah; kendilerini, Müslüman olmayanları “Hak dine davet etmekle” görevlendirmiştir. Bu amaçla mallarıyla-canlarıyla mücadele ettikleri takdirde cenneti garantileyeceklerini sanıyorlar. İşte birkaç örnek:
1. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. K. 2/191, 193″
2. “Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hâli müstesnadır. Allah sizi kendisiyle korkutur. Dönüş Allah’adır.” K. 3/28″
3. “O halde, dünya hayatı yerine ahreti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar: Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galip gelirse, Biz ona büyük bir ecir vereceğiz. K. 4/74″
4. “Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa
uğraşanların cezâsı öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara âhrette büyük azâp vardır. K. 5/33″
5. “Ey İnananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz? K. 4/144″
“Yahûdî ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyen, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez. K. 5/51″2.
6. “Rabbin meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin” diye vahyetti. ‘Ben, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi. K. 8/12″
7. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür. K. 8/39″
8. “Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azâblandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, Hakimdir. 9/14-15″ (Anlaşılan Allah, El-Kaide örgütü eliyle kâfirleri cezalandırdığında kimi müminlerin de gönülleri ferahlanıyor… Arap ülkelerinde terör örgütlerinin eylemlerinden sonra sokaklarda Allah-u Ekber diye gösteri yapanları hatırlayınız… Peki yaşamını parçalanarak yitiren 19 Müslüman’a ne diyeceğiz?)
9. “Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi-küfrü imana tercih ediyorlarsa – dost edinmeyin. Sizden onları kim dost edinirse doğrusu kendine yazık etmiş olurlar. K. 9//23″ (Hani Babaya-anaya saygı sevgi vardı. İnancı başka diye babayla ana dostluktan çıkarılır mı?)
10. “Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın. K. 9/29″
11. “Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kuran’da söz verilmiş bir hak olarak- cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır. K. 9/111″
13. “Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla berâberdir. K 9/123″
14. “Ey inananlar! Sizler daha üstün olduğunuz halde düşman karşısında gevşemeyin ki barış istemek zorunda kalmayasınız; Allah sizinle beraberdir; sizin işlerinizi eksiltmeyecektir. K. 47/35″
Daha bunun gibi yüzlerce âyet var. Şimdi soruyorum Yaşar Nuri Öztürk’e, Süleyman Ateş’e, M. Nuri Yılmaz’a, Zekeriya Beyaz ve diğer Kuran Müslümanlığı için tebliğ yapanlara. Bu radikal örgütler İslam hükümlerine aykırı mı hareket ediyorlar. Bunlar İslam hükümlerine göre Kuran nizamını hakim kılmak için ölüp öldürmüyorlar mı?
Şimdi diyelim sizler Kuran Müslümanlığını yurdumuzda hakim kıldınız. Yukarda âyetleri uygulamamazlık edebilir misiniz? Ör. “Yahûdî ve Hıristiyanları dost olarak benimseyebilir misiniz?”
Özetlersek: Kuran’ın bir kısmına inanıp da bir kısmına inanmamazlık edebilir misiniz? Bu şiddet âyetlerini hükümden kaldırabilir misiniz? Bu takdirde gerçek Müslümanlar sizleri kâfir oldular diye öldürmez mi?
Kuran’daki şu hükmü nasıl görmezden gelebilirsiniz? “…kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azâbın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. K. 2/85″
Yine “…Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir. K. 5/44, 45″
Gelin Alev Erkilet, Abdurrahman Dilipak ve aşağıda İslam Mücahitlerinin belirttikleri kadar olsun gerçeği açıklamaktan korkmayın. Ne diyor Abdurrahman Dilipak: “Kuran, zalimlerin elinde her zaman bir cinayet aletine dönüşebilir.” (Akit, 21.1.2000) Şimdi düşünelim Kuran zalimlerin elinde niçin cinayet âletine dönüşüyor? Bunun nedeni: Cihat içeren, fetih içeren, gayri Müslimlere karşı yönelik şiddet âyetleri değil mi?
Şimdi Kuran Nizamını hakim kılmak için öldürüp ölenleri kınayabilir miyiz? Bunlar kendi inanışlarına göre “Allah yolunda canları ve malları ile savaşarak, kafirleri hak dine davet etmek için ölüp öldürürlerse cenneti satın almış olmuyorlar mı?”
Samimi bir Müslüman olarak: “İnancımız bizlere kâfirlerle mücadeleyi öneriyor.” demek dururken, “İslam; barış, huzur, mutluluk dinidir; İslam’da; hoşgörü, sevgi, şefkât ve barış vardır! Bu tür terör olayları İslam’da yoktur!” derseniz Allah’a karşı yalan söylemiş olmaz mısınız? Çünkü Kuran’da Allah şöyle demektedir: “Düşmana karşı zaaf göstermeyin. Siz daha galip durumda iken sulha talip olmayın.” ( K. 47/35) Hani İslam Barış ve hoşgörü dini idi?
Ne var ki bizimkiler “İnancımız bize kâfirlerle mücadeleyi emrediyor!” demeye yanaşmıyorlar ama bu gerçekleri dile getirmekten çekinmeyen Müslümanlar da var. Birkaç örnek:
A. 1999 yılında Türkiye’yi mezar evlere çevirerek 500 kişiyi öldürdüğü tahmin edilen Hizbullah militanları, ki bunların öldürüp mezar evlere gömdüklerinin hepsi de Müslüman’dı: “Öldürme yetkisini Kuran’dan aldıklarını savunan Hizbullahçılar buna kanıt olarak şu ayetleri sıralamışlardır:
1. “Bilinmeli ki Allah’ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir.” (K. 3/4)
2. “Allah daima galiptir, öç alandır.” (K. 5/95)
3. “Allah müminlerden, mallarını ve canlarını kendilerine (verilecek) cennet karşılığından satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda öldürürler, ölürler.” (K. 9/111)
4. “Çünkü Allah mutlak üstündür, kimsenin yaptığını yanına bırakmaz.” (K. 14/47)
5. “Kendilerine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra yüz çevirenden daha zalim kim olabilir. Muhakkak biz, günahkârlara, lâyık oldukları cezayı veririz.” (K. 32/22)
6. “Allah kime hidayet ederse, artık onu saptıracak kimse yoktur. Allah, mutlak güç sahibi ve intikam alıcı değil midir?” (K. 39/37)
7. “Biz seni onlardan alıp götürsek de yine onlardan intikam alırız.” (K. 43/41)
8. “Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız, kesinlikle intikamımızı alırız.” (K. 44/16)
9. Allah elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır.Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir.” (K. 58/21) (Bk. Cumhuriyet, 4.7.1999)
B. Ankara Keçiören İmam-Hatip Lisesinden “izinsiz gösteri yaptıkları” gerekçesiyle okuldan atılan 1’i kız 3 öğrenci ifadelerinde şöyle demişlerdir: “Şeriat devleti istiyoruz. Dinimizin kurallarına göre yaşamak istiyoruz, siz bizi engellemek istiyorsunuz. Devleti yaratan Allah’tır. O nedenle Allah’ın emirlerine göre yaşayacağız. Gerekirse bu yolda şehit oluruz. Allah bize elçilik görevi vermiştir. Çevremizi uyarmak bizim görevimizdir.” (Cumhuriyet, 19.6.2001)
C. El-Kaide örgütü Amerika’daki İkiz Kuleleri yerle bir edip 3 bin masum insanı öldürdüğünde İngiltere’de yaşayan Müslüman bir cemaat lideri: “Kafirlerle mücadele bize dinimizin emridir!” demiştir.
Filistin asıllı ilahiyatçı Dr. Abdullah Azam masum insanların öldürülmesini şöyle meşrulaştırıyor: “Çok açık ve net konuşacağım. Bizler Müslümanlara karşı çok yumuşak ve zelil, Allah’ın düşmanlarına karşı teröristiz.” (Vatan. 18.11.2003)
Ç. Yine İtalya’da Torino’nun Carmagnola İlçesi’nde oturan Abdülkadir Mamur adlı Senegal vatandaşı bir imam; vaazlarında sık sık cihat ilan edip kanlı saldırılar ve ölümlerden söze ederek İtalya’nın 19 askerinin öldüğü bir dönemde “Cihat uğruna canlı bomba olacağını” söylediği için İtalya’dan sınır dışı edilmesine karar verilmiştir (Hürriyet, 19.11.2003).
Şimdi, İslam’ı olduğundan başka gösteren bizim sağlıklı düşünme yeteneğini yitirmiş ilâhiyatçı olan ve olmayan profesörlerimiz, aydınlarımız; bu kadar okuyorlar, yazıyorlar da Alemlerin Rabbi olan bir Tanrı’nın nasıl olup da Müslümanlara “Kâfirleri bulduğunuz yerde öldürün!” der diyemiyor. (K. 9/5)
Ne var ki sağduyusunu yitiren bizimkiler diyecekler ki “Bütün bu öldürme ayetleri düşmanlar için ve savaşta söz konusudur!” Öyle ama İslam dünyasında daha doğar doğmaz bir Müslüman çocuğunun kulağına kâfirlerin düşman olduğu fısıldanmıyor mu? Ama kabul edemedikleri bir olgu var. İslam’da din uğruna cihat ve fetih akidesi var. Okula başlar başlamaz kâfirlere karşı düşmanlık, kin ve nefret öğretisi dayatılmıyor mu? Bütün okullarda, kurslarda ve camilerde yedisinden yetmişine kâfir denilen Hıristiyan ve Musevi dünyasına düşmanlıkla eğitilmiyor mu?
Şimdi İspanyollar, Bizanslılar, İranlılar, Türkler Müslümanlara savaş mı açtılar. Hayır onlar durup dururken, Müslümanlar onlara, “İmana geleceksiniz!” diye saldırdılar. Mallarını yağmaladılar. Eli silah tutanları tutsak aldılar, kadınlarını cariye, erkeklerini köle yaptılar.
Bu iş Mekkeli müşriklerin, Bedir’de, kervanlarını yağmalamakla başladı. Bir Müslüman için düşman yaratmak için neden mi yok…
Tarihi dikkatle incelersek İslam’ın ilk yayıldığı yıllarda Müslümanlara bir tek saldırı olmuştur. O da Bedir’de malları yağmalanan Mekkeli Müşriklerin oluşturdukları kalabalıkla Uhud’da Müslümanlara saldırmasıdır. Taa ki Haçlı savaşlarına kadar Müslümanlar savaşı, genellikle, bir geçim yolu olarak kabul etmişlerdir.
Evet İslam’da barış, hoşgörü, huzur, mutluluk, sevgi, şefkât vardır. Ama bu yalnız müminler içindir… İslam’da Müslüman olmayanlara dostluk yoktur. İşe kanıtı: “Yahûdî ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.” (K. 5/51)
İslâmiyet’ten altıyüzyirmi yıl önce gelen İsa’ya “Düşmanlarınızı sevin!” diye vah yeden bir Tanrı sonradan fikrini değiştirir mi?
Gerçek saygısı denen bir şey var yahu! Bu allâmeler de hiç mi gerçek saygısı yok! Niçin bu masum halkımıza gerçekleri söylemiyorlar da olmayanı var gösteriyorlar. Müslümanlara göre gayr-i Müslimlerin ülkeleri “Darül Harb” değil mi? Türkiye Cumhuriyeti bile Laiklik ilkesi gereği dinsel hükümleri devlet ve toplum yönetiminde uygulamadığı için radikal İslamcılar tarafından “Darül Nifak” ve hatta “Darül Harb” olarak kabul edilmiyor mu?
Evet, bu İslam terörünün ayyuka çıkmasında; başta Amerika, İsrail olmak üzere Hıristiyan ülkelerin İslam’ı aşağılaması (Hor görmesi) petrollerine ve diğer doğal kaynaklarına göz koymasının da önemli rolü vardır.
Yurdumuzdaki terör olayları ile Hükümetimize de mesaj verilmektedir. Bu mesaj: ABD ve İsrail ile işbirliğine girersen, AB girmek istersen, verdiğin sözü tutarak türbanı ve çarşafı kamu alanından dışlarsan, İmam Hatip Liselerinin önünü açmazsan olacağı budur…
Ne var ki işlediğimiz konu bu değildir. Konumuz İslam’ı şirin göstermek amacı ile gerçekleri saptıranlara gerçekleri göstermektir. Ama şu konuya açıklık getirmekte yarar varır: Dünya çapında oluşan bu İslam’i terörün amacı: İslâm’a karışan öldürülecektir. (Bk. K. 5/33)
İslam uğruna sağlıklı düşünme yeteneğini yitirmiş allâmelerin yukarıda örneklediğim âyetleri bu güne değin dile getirdiklerini gördünüz mü? Şimdi ben bu allamelere “Yalanınız bata sizin!” dersem haksız mıyım?
Av. Hayri Balta, 19.11.2003
X
CENNETE GİTME HASTALIĞINA YAKALANANLAR
Geçen haftaki giriş sayfamızda Serdar adlı bir okurumuz Kuran için: “1400 yıl inmiş kitapta bilimin şu an bulduğu bir çok teknolojik yenilik o zamandan bahsedilmiştir.” demekte idi.
9.11.2003 tarihli Vatan gazetesinde ise Süleyman Ateş: “Kuran, gerçekleri 1400 yıl önce haber vermiş” diyerek birkaç örnek gösteriyordu.
Ömer Çelakıl adında biri yayınladığı: “Kuran’ı Kerim’in Sırları” ve “Kuran’ı Kerim’in Şifresi” adlı kitaplarında: “Ay’a çıkış tarihinin, uçağın, telefonun, teleskopun, helikopterin, telgrafın, telefonun, otomobilin, Edison’un ampulü buluşunun, ilk uzay araçlarının, bilimsel buluşların, ulaşım araçlarının, iletişim teknolojisinin…” Kuran’da bildirildiğini ileri sürerek bizim aklımızı çelmeye çalışıyordu.
Cevat Babuna adlı bir doktor ise Vatan gazetesinin 2003 Ramazan sayfasında bir ay boyunca Din ile Bilimin çatışmadığına ilişkin görüşler ileri sürdü durdu…
Bu yazılar yazarlarının cehaletlerini sergiliyordu. Kuran’ı; bir bilim, teknoloji kitabı olarak tanıtmakla onu yücelttiklerini sanıyorlardı. Oysa Kuran’ın ne bilimle ne teknoloji ile ilgisi vardı.
Kuran; çağının toplumsal kültürünü ve bilgi birikimini yansıtan, mitolojik söylentileri aktaran, tarihsel bilgiler veren, günün olaylarına çözüm getiren, insanın kendini eğiterek olgun bir insan olması için nefsi ile mücadele etmesi gerektiğini ileri süren bir kitaptır. Bunun yanında siyaset gereği Hak dini kabul ettirmek için Müslümanları kafirlerle cihada ve savaşa motife etmiştir.
Gerçeği öğrenmek isteyenlere Kaynak yayınlarınca yayınlanan Prof. Dr. İlhan Arsel tarafından yazılan “Kuran’ın Eleştirisi” 1, 2, 3 ciltlik kitapla birlikte Cumhuriyet Kitapları serisinde yayınlanan ve Erdoğan Aydın’ın “İSLAMİYET ve BİLİM-İslâmiyet Gerçeği” adlı kitabı okumalarını öneririm. Adını verdiğim bu kitapları okuyanlar yukarda adı geçenlerin nasıl desteksiz attıklarını göreceklerdir.
1400 yıl önce kültürel birikime göre insanlar; insanın biyolojik yapısı hakkında bile yeterli bilgiye sahip değildi. Örneğin erlik suyunun (Meni, sperm, atmık…) hakkında Kuran’da şöyle yazmaktadır: “Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. O, erkek ve kadının beli ile göğüsleri arasından atıla gelen bir sudan yaratılmıştır.” (K. 86/5-7 DİB)
Oysa ansiklopedilerde ve cinsellikle ilgili bütün kitaplarda, erlik suyunun erkeğin yumurtalıklarında oluşarak kasıklara yakın bir yerde depo edildiğini, zamanı gelince sperm kanalından atıldığını bildirmektedir. Kuran Allah tarafından gönderilmiş olsaydı Allah; kendi yarattığı varlığın erlik suyunun nerede oluştuğunu bilmez mi idi?
Daha ilkokulda bile, mehtapsız gecelerde daha sık gördüğümüz yıldız kaymasının, gök taşlarının atmosfere girince sürtünmesinden dolayı yandığı için ışık saçtığı öğretilirdi. Ama bu konuda Kuran şu açıklamayı yapmaktadır: “Fakat kulak hırsızlığı yapan olursa parlak bir ateş onu kovalar.” (K. 15/18 DİB)
Yorumcular bu ayeti: “Allah’ın meclisinde konuşulanları dinlemek için kulak kabartan şeytana Allah tarafından atılan ateş parçası” olarak yorumlar. Bu konuda bir başka ayette de şöyle denilmektedir: “And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.” (K. 67/5. DİB). Bu konuda geniş bilgi edinmek isteyenler Sahih-i Buhari Muhtasarı. DİBY 8. Baskı. 1985 2. Cilt. S. 763’e bakabilirler.
Eğer dedikleri gibi Kuran Allah tarafından gönderilmiş bir bilim ve teknoloji kitabı olmuş olsaydı Allah göktaşlarının nasıl oluştuğunu böyle mi açıklardı?
Bilindiği gibi Asr-ı Saadet döneminde bile müminlerin evinde ayakyolu (Abdesthane, hela, tuvalet, yüznumara…) yoktu. Peygamber ve Ehl-i Beyti de dahil bütün müminler ihtiyaçlarını görmek için evden biraz uzaklaşarak bir çalılığın, bir tümseğin arkasına çömelerek ihtiyaçlarını görürlerdi. Temizliklerini taşlarla, kemiklerde ve başka sert maddelerle yaparlardı.
Allah; “Ay’a çıkış tarihi, uçağın, telefonun, teleskopun, helikopterin, telgrafın, telefonun, otomobilin, elektriğin, ilk uzay araçlarının, bilimsel buluşlar, ulaşım araçları, iletişim teknolojisi…” hakkında bilgiler vereceğine, Nuh peygambere gemi yapmayı örettiği gibi, zaruri bir gereksinim olan helâ yapımı da müminlere öğretemez mi idi?
İnsanlara gerçekleri anlatmadan onları nasıl bilinçlendireceksiniz? İnsanları yalan yanlış bilgilerle gaza getirirsen; oda işte böyle, biran önce cennete gidip hurilerle-gılmanlarla yaşama sevdasına düşerek canlı bomba olur….
Bir toplumda birkaç kişi yeni bir hastalığa yakalanırsa doktorların ilk yapacağı hastalığın nedenini araştırmaktır. Doktorlar bilirler ki hastayı iyi etmenin yolu hastalığı oluşturan etkeni bulmaktan geçer.
Şimdi yetmiş milyonluk yurdumuzda yedi-sekiz bin kişi cennete gitme hastalığına tutulmuşsa bu hastalığın nereden kaynaklandığını bulmak siyaset doktorlarına düşer. Ne var ki siyaset doktorlarımız da cennete gitme hastası. Bu nedenle siyasetin baştabibi ” minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, camiler kışlamız, müminler askerimiz,!” demedi mi? İşte şimdi mümin askerler cihada geçti…
Dinin toplumsal bir olay olduğunu ve din eğitimini akılcı, bilime uygun, gerçekçi açıdan anlatmadan bu cennete gitme hastalığına tutulmuşların elinden kurtulamazsınız. Dinci terörü önlemenin yolu halkımıza geçekleri saptırmadan anlatmaktan geçer. Aksi takdirde biran önce cennete gitme hurilerle-gılmanlarla yaşama hastalığına tutulmuş olanlar Müslüman olmayanları imana getirmek için dünyamızı cehenneme çevireceklerdir.
Bilinmelidir ki Müslüman olmayanlara Hak dini kabul ettirmek için ölmek ve öldürmek cennete gitmenin en garantili ve en kestirme yoludur. H.B. 3.12.2003
X
TANRI FİKİR DEĞİŞTİRİR Mİ?
Evrenin yazgısını belirleyen, geçmişi geleceği bilen, dilediğini yapan ve dilediği dışında hiçbir şey olmayan Tanrı fikir değiştirir mi?
Kutsal kitapları incelediğimiz zaman Tanrı’nın sık sık fikir değiştirdiğini görüyoruz… Tanrı’nın sık fikir değiştirmesini onun Tanrısal niteliği ile nasıl bağdaştırabiliriz?
Örneğin Tanrı; Muhammet’ten 620 yıl önce gelen Peygamberi İsa’ya şöyle vahyediyor:
1. “ ‘Göze göz, dişe diş’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin. Size karşı davacı olup gömleğinizi almak isteyene ceketinizi de verin. Sizinle bir adım gitmek isteyenle bin adım gidin. Sizden bir şey dileyene verin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin.” (İncil. Matta. 5/39-42)
2. “ ‘Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin’ dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanınızı sevin, size zulmedenler için dua edin… Eğer yalnız sizi sevenleri severseniz, ne ödülünüz olur?” (İncil. Matta. 5/44-46)
Dikkat edilirse yukarıda verilen örneklerde altı çizili ayetler Tanrı tarafından Musa Peygambere vahyedilmiş ayetler olup Tevrat’ta geçer. İsa’dan önce gelen Musa’ya “Göze göz, dişe diş” deme yanında “Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin” diyen Tanrı; bu sözleri söyledikten sonra gönderdiği Peygamberi İsa’ya “Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin” ve yine “Düşmanınızı sevin, size zulmedenler için dua edin…” diyor…
İşin en ilginçi İsa’dan 620 yıl sonra gelen bir başka Peygamberine de, bir kez daha fikrini değiştirerek:
1. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (K. 2/193. 8/39)
2. “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin, her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)
3. “Kitap verilenlerden Allah’a, ahrete inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram saydığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29) diyor.
İslam söylemine göre bizim için bin yıl olan zaman Tanrı’ya göre bir gün gibidir. Görüldüğü gibi Tanrı; kendi zaman ölçüsüne göre, bir gün içinde üç kere fikir değiştiriyor. Musa’ya “Göze göz, dişe diş” ve “Düşmanından nefret edeceksin” dedikten sonra İsa’ya: “Kötüye karşı direnmeyin. düşmanınızı sevin” diyor ve arkasından Muhammed’e: “Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün ve cizye verene kadar onlarla savaşın” diyor.
Peygamberlerin ağzına bakarsak Tanrı; ağzından çıkanı kulağı duymayan, bir dediği birbirini tutmayan tutarsız bir varlık gibi görünüyor.
Biliyorum; Allahlarına, peygamberlerine toz kondurmamak için bin dereden bin kova getirmekte çok usta olan din savunucuları düşünmeden hemen “Efendim, gerek Tevrat ve gerekse İncil tahrifata uğradığı için Kuran’a ters düşmektedir!” diyeceklerdir.
Bir kere eğer İsevi’ler Tevrat’taki “düşmanından nefret edeceksin” sözlerini değiştirip yerine “Kötüye karşı direnmeyin, size zulmedenler için dua edin, düşmanınızı sevin” diye değiştirmişlerse Tanrı’ya yakışır biz iş yapmışlardır. Çünkü Tanrı kendi yarattığı insanları birbirine öldürtmez.Tanrı’nın yüceliğine barış, kardeşlik, ve sevgi yakışır.
Hadi Müslümanların tahrifat savını kabul edelim. Ama Kuran’da bile Tanrı’nın sık sık fikir değiştirdiğini görürüz. Bunlara örnek göstermek gerekirse: İçki konusu, kıble konusu gibi… Hele aşağıdaki şu ayetlerin savunulacak yanı yoktur…
1. “Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir… “ (K. 2/272)
2. “Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (K. 10/99) diyen Tanrı nasıl olur da aynı kitabında böylesine güzel ve barışçı sözlerinden vazgeçerek
1. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın.” (K. 2/193; 8/39) ve yine:
2. “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün” (K. 9/5) der.
Hala aklınızı kullanmayacak mısınız? Hala Tanrı’ya tutarsızlığı yakıştıracak mısınız. Böyle yapmakta direnirseniz Tanrı’dan uzak düşersiniz ve Tanrı’yı ne dediğini bilmeyen tutarsız bir varlık konumuna düşürürsünüz….
Bilin ki Peygamberlerin getirdiği dinler Tanrı’dan değildir, Kendi dünya görüşlerindendir. İnandırıcılık sağlamak ve otorite kurmak için kendi sözlerini Tanrı’ya mal etmişlerdir. Bunun içindir ki çoğu zaman din mensuplarına; Musevi, İsevi, Muhammed’i denmiştir. Doğrusu da budur.
Nasıl ki Mustafa Kemal’i sevip arkasına düşünlere Atatürkçü, Karl Marks’ı sevip arkasına düşenlere Marksist deniyorsa; Musa’nın arkasına düşenlere Musevi, İsa’nın arkasına düşenlere İsevi, Muhammed’in arkasına düşenlere de Muhammed’i denmiştir ve doğrusu da doğrudur… Çünkü, Tanrı’nın dininde insanların birbirlerini öldürmesi yoktur; sevmesi vardır. O, Rabbi lalemindir. Gelin Peygamberlerin arkasına düşerek Tanrı’yı sık sık fikir değiştiren bir varlık yerine koymaktan vaz gecelim. Tanrı’ya saygısızlık etmeyelim.
Tanrı’yı; kendi dünya görüşünü kabul ettirmek için, birbirlerini öldürenlerin ve öldürtenlerin elinden kurtaralım. Tanrı olarak: Aklı, bilgiyi, erdemi, sağduyuyu, vicdanı doğruluğu, dürüstlüğü, güzelliği, sevgiyi kabul etme yanında; üstesinden gelemeyeceğimiz Doğa’nın ve Evren’in yasaları ile toplumun iyiliği için konan toplum kurallarını kabul edelim. Çünkü yüce olan bu anlayış, duygu ve düşüncelerdir. Bu kavramlar ve kurallar yüce olduğu için Tanrı kavramı ile ifade edilir.
Gelin yüce kavramların arkasına düşelim. Din adına birbirimize düşmanlık beslemeyelim. Öldükten sonra gideceğimiz, hesap vereceğimiz bir yer yoktur. Bu nedenle suçluğu olduğuna kesin hüküm verilenlerin cezasını bu dünyada verelim. Cennet hayali ile yaşayacağımıza bu dünyamızı cennete dönüştürelim. Daha ben sizlere ne diyeyim?
H. B. 10.3.2003
X
TANRI BEDDUA EDER Mİ?
Tanrı beddua eder mi sorusu elbette yakışıksız bir soru? Yüce bir kavram olan Tanrı’ya elbette beddua etmek yakışmaz… Ne var ki Kuran’da; Tanrı’nın, birçok ayette beddua ettiğini görüyoruz..
Beddua sözcüğü bileşik bir sözcüktür. Bed, Farsça kökenli olup; çirkin, kötü, fena anlamına gelir. Dua ise yüce bir varlığa yalvarışı, yakarışı ifade eder.
Beddua aynı zamanda bir aczin ifadesidir. Umarsız kalan kişi kendisine kötülük eden kişi karşısında aciz kalınca “Seni Tanrı’ya havale ediyorum!” diyerek çaresizliğini dile getirir.
“Allah, dilediğini mutlaka yapan” (K. 85/16) olduğuna göre niçin çaresiz kalan kişiler gibi kendisini kızdıran bir kişiyi kendisinden daha güçlü bir varlığa havale etsin. Tanrı’dan daha yüce olan var mı ki?
“Allah dilediğini mutlaka yapan” (K. 85/16) dendiğine göre; niçin, bu ayetin beş-on ayet altında şöyle deniyor: “Hazırladıkları hendekleri, tutuşturulmuş ateşle doldurarak onun çevresinde oturup, inanmış kimselere dinlerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenlerin canı çıksın!” (K. 85/7)
Bu ayetten anlaşılıyor ki müşriklerden kimileri; atalarının dinini bırakarak Müslüman olan birini yakalayarak eski dinine dönmesi için işkence yapıyorlar. Tanrı da yapılan bu işkenceye bakıp duruyor. Onların cezasını hemen vereceğine, sanki kendisinden daha güçlü bir varlık varmış gibi ceza vermeyi ona havale ediyor. “Canınız çıkar inşallah!” diye beddua ediyor: Oysa aynı kitapta şöyle bir ayet de var: “Rabbin cezası pek çabuk olandır!” (K. 6/165) Denilmek isteniyor ki: Tanrı, suç işleyenin cezasını hemen verir…
“Cezası pek çabuk olan” Tanrı, kendisine inanan mümine işkence yapanların cezasını hemen vereceğine; zalime gücü yetmeyen zavallı bir insan gibi “Canınız çıkar inşallah!” der mi?.
“Ol deyince istediği şey hemen oluveren”( K. 2/117. 3/47, 59. 16/40. 19/35. 36/82. 40/68. 50/54…) bir Tanrı nasıl olur da çaresiz kalan bir insan gibi beddua ederek zalimin cezasını kendisinden daha güçlü bir varlık varmış gibi ona havale eder?
Kuran’ın birçok ayetinde Tanrı’nın beddua ettiğini görüyoruz. Bunlara bir örnek daha vermek gerekirse:
“Allah onları yok etsin!” (K. 9/30). Kuran’a, Tanrı sözü (Allah kelamı) dendiğine göre Tanrı’nın üstünde bir Tanrı mı var ki; Tanrı, ceza vermeyi kendi Tanrı’sına havale ederek: “Allah onları yok etsin!” (K. 9/30) diyor…
Bu sorulara aklını Allah’a ve imana kurban etmiş Yaşar Nuri Öztürk, Süleyman ateş, Bayraktar Bayraklı ve benzerleri ne der bilmem. Muhakkak akla-hayale gelmedik şekilde kıvırtacaklardır. Onlar ne söylerlerse söylesinler ben gerçekleri, giderayak, açıklamayı bir görev biliyorum.
İşkence yapanlarla, işkence yapanları seyredenlere “Canınız çıksın!” sözünü İslam Peygamberine yakıştırabiliriz ama Tanrı’ya asla…Çünkü Peygamber de bir beşerdir aciz kaldığı zamanlar olmuştur; ama Tanrı’yı aciz konumuna düşürmek, ona beddua etmeyi yakıştırmak Tanrı’yı bilmemek yanında O’na saygısızlıktır.
Ezoterik bilgi sahibi olan kişiler (Batını din bilgileri, İlm-ü ledün, gizli din ilmini bilenler..) Tanrı ve din konusunda sıradan halkın düşündüğünden başka düşünürler. Bu düşündüklerini ise sıradan kişiler değil seçkin kişiler (hassu’l havas olanlar) anlar.
Bu anlayışa göre ezoterik ilim sahibi kişiler; anlayışta, kavrayışta, bilgide, bilgelikte, erdemde, dürüstlükte üstün oldukları için Tanrı sıfatı ile nitelendirirler… Böyle nitelendirilen kişilerin söyledikleri sözlere de Tanrı sözü (Allah kelamı) denir. Yoksa öyle sanıldığı gibi insanın dışında, maddenin dışında; peygamber gönderen, kitap indiren bir varlık yoktur…
İslam peygamberine gelinceye değin Tanrı ve Tanrı sözü deyimleri bu şekilde anlaşılırdı. Örneğin Kuran’da İsa için Rûhullah (Allah’ın ruhu) deyimi kullanılır. (Bakınız: 5/110. 21/91) Ayrıca Kuran’da İsa için: Kelimetullah da (Allah’ın sözü…) denir (K. 3/45)
Burada sırası gelmişken bir gerçeği daha açıklamak gereği duyuyorum. Kuran, İslam peygamberini “Resulullah” (Allah’ın elçisi) olarak nitelerken; İsa’yı, Rûhullah” (Tanrı’nın ruhu); “Kelimetullah” (Tanrı’nın sözü) olarak niteliyor. Bizim kafası çalışmayan ilahiyatçılarımız ise bu vurguya dikkat etmiyor.
Din edebiyat ve felsefesinde: olgunlaşmış erdemli insanlara Tanrı; sözlerine de Tanrı sözü denmesi 12 bin yıllık bir ezoterik bilgi birikimi gereğidir. Örneğin; Buda’ya kurtarıcı anlamında Tanrı denir. Hindistan’da Hintlilerin bir kesimi Krişna için “Yüce Tanrı’nın kişiliğidir” der ve öyle ki ona “Rab” olarak dua ederler.
Bu gün Hindistan’da yaşayan Satya Sai Baba da ezoterik anlayışa sahip bir kişi “Ben Tanrıyım!” demekte ve her ay düzenlediği ayinlerde kendisine inananların başına, eli ile hiç yoktan küller yağdırmakta ve kimilerinin boynuna da hiç yoktan madeni kolyeler takmaktadır.
Bu olağanüstü gösterileri gidip gelenlerden duyduğum gibi getirdikleri filmleri de izleyerek gördüm. Ulusal basınımızda da Satya Sai Baba hakkında yapılmış birkaç röportaj vardır. Parası çok olanlar, geziyi sevenler, Hindistan’a giderek Satya Sai Baba’yı ve yaptığı mucizeleri bizzat görebilirler.
Ezoterik ilim gereği “Ben Tanrı’yım!” deyenlerin başında da İsa gelir. Gerek İsa’nın ve gerekse diğer ezoterik bilgi sahibi kişilerin; örneğin Hallac-ı Mansur, Nesimi gibilerinin ve daha başkalarının “Enel Hak!”, “Ben Tanrı’yım demeleri de ezoterik bilgi yoğunluğundandır. Mevlana’nın öğrencilerinden Süryanus da Mevlana için: “Tanrıları yaratan Tanrı!” demiştir. (Bk. ÂRİFLERİN MENKIBELERİ. 1. Cilt. Ahmet Eflâkî. S. 300-304)
Bu din bilginlerinin “Ben Tanrı’yım!” demekle neyi amaçladıklarını anlamak isteyenler şu kitabı da okuyabilirler: “Mesih İsa’nın Tanrılığı. Kutsal Kitaba Dayalı Bir Savunma. Josh Mc Dowell&Bart Larson. Çev. Fikret Böcek Zirve Yayınları.” Bu yazımı tamamlayıcı olarak sağdaki ve soldaki yazılara da bir göz atmanızda yarar var.
Gelin şu cahil ilahiyatçıların sözlerine itibar etmeyelim. Çünkü onların sözüne itibar ettikçe emperyalist ve kapitalist dediğimiz insanlardan geri kalarak onlara el açmaktayız ve verdikleri ev ödevlerini yapmaktayız.
Bilin ki, Allah billah deyerek; ne mana âleminde ne de madde âleminde kurtuluşa eremezsiniz. Erseydi Molla Ömer, Usame Bin Ladin, Saddam Hüseyin ererdi.
Kurtuluşa ermenin yolu: Dinsel düşünceyi asar-ı atika olarak incelemek ve dinleri insanların vicdanına özgülemek, din adamlarının toplum, devlet yönetiminde ve insanların yaşamında söz sahibi olmasını önleyerek akla sarılmaktır.
H.B. 17.12.2003
X
TANRI ÇELİŞKİYE DÜŞER Mİ?
Böyle bir soru sorulur mu? Tanrı’nın kitabında çelişki olur mu?
Hem imam, hem ilahiyatçı profesör, hem hukukçu ve hem de CHP Milletvekili olan Yaşar Nuri Öztürk; “Kuran, Tanrı sözü olup içinde hiçbir çelişki yoktur!” der. Kendisi gibi profesör olan diğer ilahiyatçılar da böyle der.
Y. N. Ö.’nün 25.1.2002 tarihli Star gazetesinde şöyle yazar: “Kuran, daha ikinci sayfasında; kendisini, çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap olarak sunuyor” dedikten sonra şu âyeti örnek gösterir: “Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren kitaptır.” (K. 2/2)
Y.N.Ö. şu ayeti örnek gösterseydi daha kanıtlayıcı olurdu: “Kuran’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi onda çok aykırılıklar bulurlardı.” (K. 4/82)
Şimdi Kuran’ın Tanrı sözü olup olmadığını ve içinde çelişki bulunup bulunmadığını inceleyelim:
“K. 4/78: Onlara bir iyilik gelirse: ‘Bu Allah’tandır’ derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu senin tarafındandır!” derler. Ey Muhammed de ki: “Hepsi Allah’tandır.”
“K. 4/79: Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana isabet eden her kötülük kendindendir.”
Birinci ayette “Sana gelen iyiliğin de, kötülüğün de hepsi Allah’tandır.” denirken; hemen arkasından gelen ikinci ayette “Sana gelen iyilik Allah’tan; sana gelen kötülük kendindendir” deniyor.
Bir de arka arkaya gelen şu iki ayete bakalım
“K. 76/29: Bu sadece bir öğüttür; dileyen Rabbine giden yolu tutar.”
“K. 76/30: Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.”
Bu ayetlere göre de “Dileyen Rabbine gider denirken” hemen arkadan gelen ayette “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” deniyor.
Hadi diyelim Tanrı dilediği için İslam peygamberi “Kafirlerin boynunu vuruyor, parmaklarını doğruyor.” (K. 8/12). Peki şimdi de Tanı dilediği için mi Bush, İslam ülkelerini bombalıyor, yakıp, yıkıyor. Yapmayın yahu, Tanrı böyle iş yapar mı, kafayı mı oynattınız siz, bunadınız mı?
Tanrı dilemezse insan dilekte bile bulunamıyor. Tanrı, kendisinden beklenilmeyecek şekilde insan aklına (iradesine) posta koyuyor. İnsan denen yüce varlığın iradesi yok sayılıyor. Tanrı, insanı kendisinin bir robotu gibi görüyor.
Tanrı insan aklına hem posta koyuyor; hem de “benim iznim olmadan sen aklını kullansan bile Rabbine giden yolu bulamazsın” diyor. Sonra da kendisi dilemediği için doğru yolu bulamayan insanı; “Günah işledin gel bakalım” diyerek, kulağından tutup cehenneme sokuyor.
Hele şu ayete bir göz atın ondan sonra istihareye yatın. Neymiş de Tanrı, cehenneme söz vermişmiş de sözünü yerine getiriyormuş. “Biz dilesek herkese hidayet verirdik; fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıma dair benden söz çıkmıştır.” (K. 32/13)
Her şeyi bilen gören Tanrı; cehennemin dolu mu, boş mu olduğunu bilemez mi de iki de bir Cehennem’e sorar: “O gün cehenneme: ‘Doldun mu?’ deriz. O: ‘Daha var mı?’ der.” (K. 50/30)
Görüldü gibi koskoca Tanrı, hem bize hidayet nasip etmiyor; hem de, günahkarlar mekanı Cehenneme verdiği sözü yerine getirmek için Hayri Balta’yı ve Hayri Balta gibileri kulağından tutup cehenneme tıkıyor.
Yukarıda örneklediğimiz ayetlerde kuşkuya yer kalmayacak şekilde bir çelişki (Tezat-tutarsızlık) yok mudur? Bakalım kendini allame sananlar, bu çelişkileri nasıl açıklayacaklardır.
İnanınız ki eğer Tanrı’nın madde olarak, varlık olarak, zat (kişi) olarak var olduğuna zerrece inansam bir an duraklamadan kendisine sorardım: “Hem bize hidayet nasip etmiyorsun; hem de bizi cehenneme atıyorsun! Bu senin adaletine sığar mı?” derdim…
İslam’da takdiri ilahi diye bir kavram vardır. inandım anlamına gelen islamın amentüsünde de şöyle denir: “Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanırım.”
İslamın bu amentüsünde kaza ve kader, hayır ve şerr Allah’tandır denirken nasıl olur da “Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana isabet eden her kötülük kendindendir.” (4/79) denebilir… En aşağıdaki olan ve olacak her olayın Tanrı’nın takdiri ile olduğunu gösteren ve İnsan iradesini yok sayan ayetlere bakınız:1
Bütün bu tutarsızlıkların nedeni: Tanrı, Tanrı sözü (Allah kelamı) kavramının hangi anlamda kullanıldığının bilinmemesindendir. Bu konuda Şeyh Bedrettin Simavi şöyle demektedir: “Kuran, Muhammed’in sözüdür. Ama Tanrı sözü demeyen kafir olur.” (Varidat) Tanrı ve Tanrı sözü ile neyin amaçlandığını öğrenmek isterseniz “ÂRİFLERİN MENKIBELERİ. Ahmet Eflâki. MEB yayını. 1. Cilt. S. 300-304’e bakmanızı öneririm…”
Eğer bizim ilahiyatçı allameler Abbasiler döneminde kalkıp Kuran Allah’ın kelamı demiş olsalardı zindana atılırlardı, bir güzel dayak yerlerdi, belki de kelleyi verirlerdi. Bu konuda geniş bilgi edinmek isteyenler “Osman Keskioğlu’nun Nebioğlu Yayınevi’nce yayınlanan “KURAN TARİHİ” adlı kitabının. Birinci basım. 231-244 sayfalarına bakabilirler. Bu eser Diyanet İşleri İnceleme Kurulunca tetkik dilerek değerli ve faydalı bulunmuştur. Ayrıca Diyanet İşleri Müşavere Heyetinden takdir kazanmış ve tavsiye edilmiştir.
İnsan dışında bir Tanrı yoktur ki peygamber göndere, kitap indire. Tanrı da, şeytan da, cennet de, cehennem de bunların anladıklarından başka anlamlar içerir.
Bunlar hep simgesel anlatımlardır. Bu kavramların hepsi de insan ruhunun niteliği ile ilgilidir. Bu kavramların hangi anlamda kullanıldığını araştırmak yerine, işin kolayına kaçarak Tanrı’yı kendi dışlarında arıyorlar. Böylesine bir cehalet ilimle bile tahsil edilemez.
Önemle belirteyim ki Tanrı için, din için kendini aydın sanan ilahiyatçıların, dincilerin diyanetçilerin arkasına düşenler gerçeği göremez. İşte bunların en ileri gelenleri sahtekarlıktan hüküm giydi. Çömezleri de yargıdan kaçarak milletvekilliği dokunulmazlığının arkasına sığındı.
H.B. 23.12.2003
+
1İnsan iradesini yok sayan ayetler: 6/2,35,38,59_ 7/34_ 9/51_ 10/19,33,49_11/6_12/67_13/31,38_15/4,5,24_16/61_17/58_19/21_22/70_25/2_27/75_29/5,53_32/3_34/3,30_35/11_36/12_40/6_54/49,52,53_56/50,60_57/22,23_59/3_63/11_64/11_65/3_71/4_72/25, 28_78/17
X
TANRI YEMİN EDER Mİ?
Yemin, yemin eden varlığın, kendisinden daha güçlü bir varlığı kefil göstererek taahhüt altına girmesidir.
Sözcükler, “yemin” için şöyle der: “Bir iddiayı kuvvetlendirmek için Allah adını anma. Allah’ı şâhit tutma…”(Büyük Türkçe Sözlük. D. Mehmet Doğan. Vadi Yayınları.)
“Sözü Tanrı adı ile kuvvetlendirme.” (Osmanlıca-Türkçe Sözlük. Mustafa Nihat Özön)
Atalarımız da şöyle der: “Doru söz, yemin istemez.”
İncil’de de şöyle söylenir: “Ve yine, eski zaman adamlarına: ‘Yalan yere yemin etmeyeceksin, fakat yeminlerini Rabbe ödeyeceksin.’ denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim: Asla yemin etmeyin! Ne göke, zira o Tanrı’nın tahtıdır; ne yere, çünkü onun ayaklarına basamaktır. Ne de Yeruşalim’e, zira o büyük Melikin şehridir. Başına da yemin etmeyeceksin; çünkü sen bir tek saçı ak yahut kara yapamazsın. Fakat sözünüz: Evet, evet! Hayır, hayır! olsun; bunlardan ziyadesi şerirdendir” (İncil. Matta. 5/32-37)
Bu ayetten anlaşılıyor ki Tevrat’ta da, İncil’de de “insanın yemin etmemesi” emrediliyor. … Ama ne görüyoruz: Tevrat da, İncil de yemin etmeyi yasaklayan Tanrı; bizzat kendisi, Kuran’da, yeminle söze başlıyor. Bir kaç örnek vermek gerekirse:
“Ey insanlar! Sıra sıra duran ve önlerindeki sürdükçe süren ve Allah’ı andıkça anan meleklere and olsun ki…” (K. 37/1-3)
”Sâd; öğüt veren Kurân’a and olsun ki, inkâr edenler gurur ve ayrılık içindedirler.” (K. 38/1-2)
“Tur’a, ince deri üzerine satır satır dizilmiş Kitâb’a ma’mur bir ev olan Kâbe’ye, yükseltilmiş tavan gibi göğe, kaynayacak denize and olsun ki…” (K. 52/1-8)
“Batmakta olan yıldıza and olsun ki…”(K. 53/1)
Tanrı, Kuran’da daha birçok sureye yemin ederek başlar. Oysa bir Tanrı’ya yemin yakışmaz. Çünkü yemin; zayıf durumda olan, sözlerine güvenilmeyen bir kişinin sözlerine inandırıcılık sağlamak amacı ile Tanrı adı ile güçlendirdiği bir inandırmaya çalışma yoludur. Özellikler cahil kişiler iki sözün birinde “Allahım’a, kitabıma yemin ederim ki!” diye söze başlar.
Tanrı’nın sözlerinde değişme olmayacağına ve bulamayacağımıza göre (K. 6/115. 17/77) Tanrı; Tevrat’ta, İncil’de bütün insanlara “Yemin etmeyiniz, sözünüz evet, evet! Hayır, hayır olsun!” dediğine göre nasıl olur da Kuran’da bizzat kendisi sözlerine yemin ile başlar…
Halkımız şöyle bir kanıya varmıştır. “Yemini bol olanın yalanı çok olur!”
Tanrı zayıf durumda olmayıp çok güçlü, istediğini istediği an yapabilecek bir konumda olduğu ve de yalan söylemeyeceği için yemine başvurmaz. Bu sonuca göre Tanrı’dan daha büyük güçlü bir varlık mı var ki Tanrı “Eğer yalan söylüyorsam o cezamı versin!” anlamına gelecek şekilde yemin ediyor.
Geçtiğimiz Ramazan ayı içinde 27.10.2003 tarihli Dünden Bugüne Tercüman gazetesinde “ALLAH’A YAKIN KİŞİLERİN HASLETİ” başlığı altında şöyle yazıyordu: “Ne yalan ne de gerçek yere and içmemek!”
Tercümanı’nın Ramazan sayfasını muhakkak din konusunda uzman bir kişi hazırlamıştır. Bu kişinin Kuran’ı okumamış olduğu varsayılamaz. Okumuştur, ama düşünerek değil kendi görüşüne destek sağlayacak ayetleri bulmak amacı ile okuduğu için akla, mantığa aykırı ayetler dikkatini çekmemiştir.
Tercüman’a göre “Ne yalan ne de gerçek yere and içmeyenler” Tanrı’ya daha yakın kişiler olacağına göre; acaba yemin eden Tanrı’nın konumu ne olacaktır? Tanrı, yemin ettiğine göre bizzat kendisi “Tanrı’nın Özelliklerinden” uzak mıdır?
Hala akıl edilmeyecek mi? “Tanrı yemin eder mi?” diye düşünülmeyecek mi
+
Görüldüğü gibi olayı eşeledikçe içinden çıkılamaz duruma geliyoruz. Kuran, insanın bu duruma düşmemesi için düşünmeyi yasaklamıştır. Okuyalım:
“Onların çoğu, ancak zanna tabi olurlar. Zan ise haktan bir şey ifade etmez.” (K.10/36)
”Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi bundan mesuldür.” (K. 17/36)
Dinler insanların düşünmesini istemez, yalnızca inanmasını ister. Demokrasi ve laiklikte dinler insanın vicdanında kalmaya mahkumdur. Çünkü demokrasi ve laiklikte araştırma, düşünme, eleştiri vardır. Dinler ise buna gelemez.
Dinlerin yaşaması için padişahlık, sultanlık, krallık ve halifelik şarttır. İnanmayı, itaati sağlamak için de kılıç gerektir. Bunun için “Cennet kılıçların gölgesi altındadır!” denmiştir. Cihatçı-savaşçı fanatik İslam mücahitleri bu gerçeği gördükleri için dünyaya karşı savaş açmıştır…
HB 31.12.2003
X
TANRI SÖVER Mİ?
Biliyorum, yazılarımda İslam anlayışına ters düşen yazılar yazıyorum. Ama bilinmelidir ki amacım kimseye hakaret olmadığı gibi kimsenin inançları ile alay etmek de değildir.
Bizi yaratan hiçbir canlıya vermediği kadar bize akıl vermiştir. Akıl sayesinde gerçeği görmeyi, geleceğimizi biçimlendirmeyi amaçlamıştır.
Maddeci görüşe sahip olan; yaratan madde desin; ruhçu görüşe sahip olan; yaratan Tanrı desin; nasıl bilirse öyle bilsin, amaç: Akla göre hareket etmektir.
Bu gerçeği İslam inancı bile kabul etmiştir. Öyle ki: “O, aklını kullanmayanlara kötü bir azâb verir.” (K. 10/100) demiştir.
Buna göre insanoğlu şiddetli bir cezaya, eziyetlere, büyük sıkıntılara uğramamak için aklını kullanmak zorundadır.
Şimdi asıl konumuza girebiliriz. Aslında yazımızın başlığı “Tanrı Küfür Eder mi” olmalıydı… Çünkü sövmenin Arapça karşılığı “Küfretmek”tir.
Sözlüklerde sövmenin karşılığı ise: “Bir kimsenin namus, onur ve kişiliğine yapılan her türlü saldırı. Onur kırıcı ve çoğu; ayıp, kaba, çirkin, basma kalıp sözler söylemek”tir.
Halkımız sövmeyi iyi karşılamaz. Söven bir kimseyi küfürbaz olarak adlandırır. Ayrıca psikoloji kitapları söven (küfreden) kimsenin sövme yoluna acizlikten, çaresizlikten, güçsüzlükten başvurduğunu ileri sürerek sövmeyi ruhsal bir rahatsızlığın belirtisi olarak görür.
Aklı başında hiç kimse böyle bir olumsuzluğu ne Tanrı’ya ne de Peygamberine yakıştırabilir. Bir kimsenin herhangi bir kişiye; “beyinsiz, dilini sarkıtıp soluyan köpek, sapıklar, eşşek, dört ayaklı hayvan, yaban eşeği, alçak zorba, soysuz…” demesi küfür, yani sövme kapsamına girer.
Böyle sözleri hasmına bile söylemek “Şüphesiz sen büyü bir ahlaka sahipsindir.” (K. 68/4) denilen Peygambere yakışmayacağı gibi Tanrı ya da yakışmaz. Ne var ki bu ifadelere İslam’ın temel kitabı ve de Tanrı Kelamı denilen Kuran’da rastlıyoruz. İnanılacak gibi değil, değil mi? Ama ne denli üzülseniz de, ne denli bana kızsanız da gerçek böyle… Şimdi Diyanet Kuran’ından okuyalım öyleyse:
“2/142: İnsanların beyinsizleri…”
“7/176: …fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi hâline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir.”
“25/24: Onlar şüphesiz davarlar gibidir. Belki daha sapık yolludurlar” (Davar: Dört ayaklı hayvan…)
“56/51: Sonra siz ey sapıklar, yalanlayanlar”
“62/5: … onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin duru gibidir.” (Merkep: Eşek…)
“68/14: Ey Muhammed! Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulları vardır diye aldırış etmeyesin.”
“74/50-5l: Arslandan ürkerek kaçan yabani merkeplere benzerler.”
Bu sözleri Tanrı’ya mal etmek Tanrı’yı bilmemek yanında Tanrı’ya saygısızlık olduğu gibi onu aşağılamak anlamına da gelir. Aklı başında bir kişi Tanrı’nın böylesine acizlik göstereceğine, kendi yarattığı insana küfür ederek onu aşağılayacağına olanak vermez. Kaldı ki ben bu sözleri ahlak ve edep timsali (K.68/4) olarak gösterilen peygambere bile yatıştıramıyorum.
İşe, Kuran’ın Türkçeleştirilmesine karşı çıkanların amaçları bu tür sözlerin halk tarafından bilinmemesi isteğidir. Çünkü Kuran’ın Türkçe çevirilerini okuyan sıradan bir insan kendi kendine sormadan edemeyecektir. “Tanrı veya güzel ahlak sahibi peygamber nasıl olur da böyle söver?” diyecektir.
Bu durumu Atatürk de görmüştür. Kuran’ın türkçeleştirilmesine karşı çıkan Kazım Karabekir paşaya şöyle demiştir. “Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler..” (Atatürk Kazım Karabekir-Paşaların Kavgası s.159 ve Kazım Karabekir Anlatıyor. Yayına hazırlayan Uğur Mumcu. 1. Baskı 1990. s. 94)
Eğer çağdaş uygarlığı yakalayacaksak, gavura el açmak istemiyorsak, AB’ye biz al diye yalvarmak istemiyorsak, IMF’nin verdiği ev ödevlerini yapmak istemiyorsak; yaşamımıza akla göre dizayn etmek zorundayız. Artık vahiy yoluna değil akıl yoluna sarılmalıyız. Geri kalmışlıktan kurtulmamızın tek yolu akılcı eğitimdir.
Sahi Türk ulusuna Kuran Müslümanlığı dayatmaya kalkan; Demokrasi ve laikliği İslam dünya görüşü ile bağdaştırmaya çalışan Yaşar Nuri Öztürk ve diğerleri onlarca kitabında bir kere olsun bu ayetlere değinmemiştir. Hele görürseniz sorun kendilerine…
Bilinmelidir ki Muhammed Arapların önderidir. Mustafa Kemal Atatürk ise Türklerin… İnsan aynı zamanda iki önderi kendine örnek alamaz. İkisinden birini diğerine yeğlemelidir. Kaldı ki bu iki önderin dünya görüşleri birbirine tamamen terstir..
Babaannemin bir sözü vardı, sık sık söylerdi: “Uluların sözünü dinlemeyen uluyu uluyu gider…” Uluyu uluyu gitmek istemiyorsanız Atatürk’ün akılcı yoluna sarılmaktan başka
KURAN’DAKİ CELİSKİLER
Bu sayfada, Kuran’dan derledigimiz bazi celiskileri veriyoruz. Oncelikle belirtmeliyiz ki, bu ve benzeri celiskiler tefsircileri oldukca zorlamakta ve ‘sonra gelen Ayet’in, once gelen Ayet’in hukmunu iptal ettigi’ soylenmektedir. Asil sorun ve celiski bu noktada baslamaktadir.
Oncelikle hangi Ayet’in once hangisinin sonra geldigi tam olarak bilinememektedir. Cunku Kuran kronolojik bir yapi tasimamaktadir. Bir cok arastirmaci, bazi Sure’lerin Ayetlerinin birbirine karismis olabilecegini bile iddia etmislerdir. Zaten Kuran’in Sure siralamasina bakilacak olursa, sonlarda Mekke’li Sure’ler, baslarda Medine’li Sure’ler gorulmektedir.
Simdi celiskili Ayet’lerin bir kismina bakalim;
Bakara-106 ‘Herhangi bir Ayet’in hukmunu yururlukten kaldirir veya unutturursak, onun yerine daha hayirlisini veya benzerini getiririz. Allah’in herseye gucunun yettigini bilmezmisin?’
Bakara-106 da boyle soylenirken, asagidaki Ayet’lerde farkli soylenir;
Fatir-43 ‘… Hayir! sen Allah’in kanununda degisiklik bulamazsin. Sen Allah’in kanununda asla bir doneklik bulamazsin.’ – Feth-23 ‘… Allah kanununda hicbir degisiklik bulamazsiniz.’ Ayrica Yunus-64, Fetih-23, En’am-115, Ahzab-62 dede ayni hukumler bulunmaktadir
Maide-69 ‘Fakat inananlar, Yahudiler, Sabiiler ve Hiristiyanlardan Allah’a ve ahiret gunune inanan, iyi isler yapana korku yoktur, onlar uzulmeyeceklerdir.’ Ayni hukum Bakara-62’dede gecmektedir. Fakat Al-i Imran-85 ise ‘Kim Islamiyetten baska bir din ararsa onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir.’ denilmektedir.
Fussilet-34 ‘Iyilik ve fenalik bir olamaz. Sen fenaligi en guzel sekilde karsila. O zaman aranizda dusmanlik bulunan kimse ile bile yakin dost oldugunu gorursun.’ Bu ayet’e karsilik ise; Sura-40 ‘Bir kotulugun karsiligi ona denk bir kotuluktur. Fakat kim affeder ve barisirsa onun mukafati Allah’a aittir. Suphe yokki o zalimleri sevmez.’ – Bakara-179 ‘Ey akli erenler! kisasta sizin icin hayat vardir…’ veya Maide-45 ‘O kitapta cana can, goze goz, buruna burun, kulaga kulak, dise dis ve yaralara karsi yaralari odesme yazdik. Fakat kim sadaka olarak bagislarsa, bu ona kefaret olur…’ yazilmaktadir.
Enam-62’de ‘… Sonra her isi dogru olan kudret ve tasarrufun sahibi Allah’larinin huzuruna gotururler. Bilin ki hukum onundur. O hesap gorenlerin en suratlisidir.’ derken; Hacc-47 ‘Senden baslarina acele azap getirmeni istiyorlar, Allah sozunden asla caymayacaktir. Rabbinin katinda bir gun, sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir.’ denmektedir.
Ayrica Hacc-47 de, rabbinin katinda bir gun sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir hukmu Secde-5 dede vardir. Secde-5 ‘Gokten yere kadar her isi Allah duzenler. Sonra isler sizin sayisiniza gore bin yil tutan bir gunde icinde O’na yukselir.’ Yani bu iki Ayet’e gore, Allah katinda bir gun Dunya gunu ile bin yildir. Meraic-4 ‘Melekler ve ruh oraya miktari ellibin yil olan bir gunde cikarlar.’ gun hesabi bu sefer ellibin yil olmustur.
Pespese iki Ayet var bunlar Enfal Suresindedir;
Enfal-65 ‘Ey peygamber inanlari savasa tesvik et. Eger icinizden sabirli yirmi kisi bulunursa onlarin ikiyuzune galip gelir. Ve eger sizden yuzkisi olursa, kafirlerin binini yener. Cunku onlar hicbirseyden anlamaz guruhturlar.’
Enfal-66 ‘Simdi Allah yukunuzu hafifletti. Bildiki sizde muhakkak bir zaaf var. Artik sizden sabirli ve metanetli yuz kisi olursa ikiyuzunu yenerler. Eger sizden bin kisi olursa, Allah’in izniyle ikibine galebe calarlar. Allah sabir ve sebat edenlerle beraberdir.’
En’am-111 ‘…Allah dilemedikce inanmazlardi…’
En’am-125 ‘Allah kimi dogru yola goturmek isterse, gonlunu Muslumanligi kabul etmesi icin acar. Kimide sapiklikta birakmak isterse, onunda gonlunu daraltir ve sikintili kilar…’
Bakara-7 ‘Allah onlarin yureklerini ve kulaklarini muhurlemistir, gozlerinde perde vardir…’
Bakara-256 ‘dinde zorlama yoktur…’
Muzemmil-19 ‘Suphe yok ki bu (Kur’an) bir oguttur. O halde dileyen Rabbine goturen yolu tutsun…’
Mudessir-54-55 ‘Suphesiz ki, gercekten de Kuran bir oguttur. Dileyen ondan ogut alir.’
(Benzer hukumleri iceren daha pek cok Ayet vardir)
Nisa-89 ‘Onlar sizin kendileri gibi kafir ve boylece es olmanizi isterler. Allah yolunda goc etmedikce onlardan dost edinmeyin. Bunu kabul etmez de yuz cevirirlerse onlari tutun, buldugunuz yerde oldurun…’
Tevbe-5 ‘Hurmetli aylar cikince Allah’a es kosanlari nerede bulursaniz oldurun. Yakalayip hapsedin. Gelip gececekleri butun yollari tutun. Fakat tovbe ederler, namaz kilarlar ve zekat verirlerse onlarin pesini birakin…’
Insanlarin topraktan, sudan, camurdan, meniden, kandan, balciktan, yumurtadan yaratildigi soylenmektedir. Bakilacak Ayet’ler Kiyamet-37, Nahl-4, Hud-61, Meryem-67, Rum-20, Fatir-11, Ali-imran-59-60, Hicr-26, Furkan-54, Nur-45, Alak-2, Enbiya-30 vb.
En’am-108 ‘Allah’tan baska dua ettikleri seylere sovmeyin ki, onlar da bilgisizlikte asiriya gidip Allah’a sovmesinler…’
Tevbe-28 ‘Ey inananlar’ Allah’a es kosanlar mutlaka pisliklerdir…’
Bakara-29 ‘Yeryuzundeki herseyi sizin icin yaratan odur. Sonra goklere yonelerek yedi kat gogu sizin icin duzenledi, yaratti. O herseyi bilir.’
Fussilet-9 – Yerzunun iki gunde yaratildigi,
Fussilet-10 – Bitkilerin daglarin ve gidalarin yaratilmasi.
Fussilet-11 ‘Sonra duman halinde bulunan goge yoneldi…’
Fussilet-12 ‘Allah bu suretle iki gun icinde yedi gok vuda getirdi ve her gogun isini kendisine bildirdi…’
Yani bu iki Sure de, once yer sonra gokyuzunun yaratildigi soylenmekte.
Naziat-27 ‘Sizi mi yaratmak daha guctur, yoksa gogu mu? Allah onu (gogu) kurdu.’
Naziat-28 ‘O’nu yukseltti ve duzen verdi.
Naziat-29 ‘Onun gecesini kararti gunduzunu aydinlik yapti.’
Naziat-30 ‘Bundan sonra da yeryuzunu duzenledi.’
Naziat-31 ‘Oradan suyunu cikardi ve otlak meydana getirdi.’
Naziat-32 ‘Daglari sapasaglam yerlestirdi.’ ….
Zariyat-56 ‘Ben cinleri de insanlari da ancak bana kulluk etsinler diye yarattim.’
A’raf-179 ‘Andolsun ki, biz cinlerin ve insanlarin cogunu cehennem icin yarattik. Onlarin kalpleri vardir ama, anlamazlar. Gozleri vardir ama o gozlerle gormezler…’
Allah’in Resul’u Isa yoksa cehennemdemi?
Tevbe-31 ‘Onlar Allah’i birakip hahamlarini, papazlarini ve Meryem oglu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Halbuki olara da ancak tek Allah’a kulluk etmeleri emredilmisti. Ondan baska tapacak tanri yoktur. O, onlarin es kostuklari seylerden munezzehtir.’
Enbiya-98 ‘Hic suphe yokki siz ve Allah’in disinda taptiklariniz cehennemin odunusunuz. Oraya gireceksiniz.’
Enbiya-99 ‘Eger onlar tanri olsalardi, cehenneme girmeyeceklerdi. Hepsi orada ebediyyen kalacaklardir.’
Aslinda ornekler daha cogaltilabilir.
Tum bu ornekleri yorumsuz olarak verdim. Yorumlari size birakiyor ve son bir Ayet ile yazimi noktaliyorum;
Nisa-82 ‘Kuran’i dusunmuyorlarmi? Allah katindan baska yerden gelseydi, onda birbirini tutmaz pek cok sey bulurlardi.’
X
KURAN’DAKİ BARIŞ TÜMCELERİ:
-2/208, 256, 272,
-3/20, 86,
-4/9, 80, 128,
-5/32. 46, 105,
-6/66, 104, 107, 114,
-8//61,
-9/23,
-10/99, 100, 103, 108, 109,
-13/30, 40,
-16/9, 125-126,
-18/29,
-21/87,
-28/92,
-30/30,
-35/23,
-60/8,
-76/3,
-88/21, 22, 26,
-109/1-6,
KURAN-DAKİ ŞİDDET ve TEHDİT TÜMCELERİ:
-2/62, 191, 191, 193, 195,
-3/3-4, 28, 85-86, 88,90, 91, 118, 119,148, 157, 178, 196-197,
-4/55, 56, 74, 76, 89, 91, 115,137, 140, 141, 142, 143-144, 150-1,
-5/10, 33, 35, 51, 69, 82, 86,
-6/25, 35, 110,
-7/36, 178,
-8/12, 15, 17, 30, 39, 36, 39-42, 65,
-9/5-6, 12, 14, 15, 23, 28, 29, 38, 39, 41, 73, 111, 113, 123, -10/4, 44,
-14/4,
-16/93, 106,
-17/10, 45-46, 97,
-18/29,
-22/19-22,
-27/91,
-32/22,
-34/16-19, 33,
38/27-28,
-40/71,
-44/43, 58,
-47/4, 35, 44,
-48/16,
-56/42-43,
-60/1
-66/9, 11,
-72/23,
-76/4,
-98/6,
ALFABETİK OLARAK:
Allah’a ulaşacak olan, 22/37
Allah’ın, indirdiği ile hükmeyenler; kairdir, zalimdir, 5/44,45
Ana kitap, 43/4
Anlayasınız diye Arapça indirdik, 14/4, 43/3
Apaçık anlatılması için, 14/4
Arapça indirdik ki anlayasınız, 14/4, 41/44, 43/3
Babanız bile inanmıyorsa dost edinmeyin, 9/23
Boyunlarını vurun, 8/12
Dost edinmeyin, 5/51
Günah: Kimse kimsenin günahı ile günahkar olmaz, 17/15
Güzel söz söyleyin, 17/53
Güzel yarattık, 95/4
Herkesin günahı kendisine, 15/17
Hıristiyanların ecirleri vardır, 2/62
Hırsızın elini kesiniz, 5/38
Hiç kimse diğerinin günahı ile günahkar olmaz, 17/15
Hidayte eren kendi faydasına ermiş olur, 17/15
Hile yapan Allah, 3/45
İmana gelirlerse peşlerini bırakın, 9/5
İyilikle söyleyin, 17/53
Kısasa kısas, 2/194
Kurban kesme, 22/36, 101/2
Mehirlerini verin, 4/4
Mekke ve civarındakileri, 6/92, 42/7Nezdimizdeki kitap, 43/4
Melek: Size bin melekle yardım edeceğim, 8/9
Öldürün: Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, 9/5
Parmaklarını vurun, 8/12
Sabilerinecirleri vardır, 2/62
Siz öldürmediniz, 8/17,
Söz: Müşriklere iyilikle ve yumuşuak söz söyleyin, 17/53
Şairlere azgınlar ve sapıklar uyar, 26/224
Tasdik edici olarak, 2/91, 6/92
Tecavüz edene misli ile tecavüz edin, 2/194
Tuzak kuran Allah, 3/54
Yahudilerin ecirleri vardır, 2/92
Yaptıklarını hoş gösterdik, 6/106
Yemin eden Allah, 43/2
Yirmi kişi iki yüz kişiye, 8/65, 66
Yüz kişi ikiyüz kişiye, 8/65, 66
+
İSLAM’da YALANLAR:
İs. Barış dinidir. Yalan: Barış dini ise, Endülüs’ten Semerkant’a kadar, Mısır’dan İran’a ve Hindistan’a kadar, Bizans’tan Umman denizine kadar savaşarak niçin gitmiş. Çapul, ganimet ve yağmalama amacı ile gitmiştir.
İs. Hoşgörü ve sevgi dinidir. Yalan: İslam peygamberi niçin kendisini eleştiren şairlere suikast düzenleyip öldürtmüştür. Devesini çalanlara niçin hoşgörü göstermemiş de ellerini ayaklarını çapraz keserek ölünceye kadar çölde bırakmıştır?
Kuran’ın bir harfi değişmemiş de ne olmuş?: Cariye-köle kurumu onda. Suçlunun cezasını el ve ayaklarından çaprazlama kesme onda… Darül islam ile darül harp onda…Kadını dövme onda… Erkeğin kadını tarla olarak görmesi ve dilediği gibi girmesi onda… Hırsızın elini kesme onda… İslam olmayanlarla dost olmamak onda… Mirasta kadın- erkek eşitsizliği onda… Zina yapan kadını taşlayarak öldürme onda…
X
KUTSAL KİTAPLAR
“KURAN. 4/82: HÂLA KUR’AN ÜZERİNDE GEREĞİ GİBİ DÜŞÜNMEYECEKLER Mİ? EĞER O, ALLAH’TAN BAŞKASI TARAFINDAN GELMİŞ OLSAYDIONDA BİRÇOK TUTARSIZLIK BULURLARDI.”
(Açıklaması: Kuran’ı Kerim, hem ifade bakımından, hem mana ve hüküm bakımından bir bütünlük arzetmektedir. İnsanların söylediği sözler, güzellik ve düzgünlük bakımından daima aynı olmaz. Yazan ve söyleyenin içinde bulunduğu hal ve şartlara göre değişir. Kur’an-ın ifade ve üslûbu ise baştan sona emsalsiz bir güzellik ve düzgünlük içindedir. Bu sözlerin ihtiva ettiği mana, hüküm ve haberler de, yaratılış öncesinden ebediyete kadar hemen her şeye temas ettiği halde tam bir tutarlılık, bütünlük ,sıhhat ve uyum arzetmektedir. Yalnızca bunları düşünmek ve tespit etmek bile, Kur’an-ı Kerim’in insan eseri olmadığını, Allah’tan gelmiş bulunduğunu anlamaya yetecektir.)
Not: Yukarıdaki ve aşağıdaki bütün tümceler ve açıklamalar Türkiye Diyanet Vakfı, Sabah yayınları¸ 1998 Ocak Beşinci Baskısından alınmıştır…
Söyleniş nedenleri ise; çeşitli “Esbab-ı Nüzûl” kitapları ile “Hadis” kitaplarından alınmıştır.
KURAN’DAKİ BARIŞ TÜMCELERİ (ÂYETLERİ):
“2/256: Dinde zorlama yoktur…”
Açıklaması: (Tağut, şeytan ve Allah’tan başka tapılan her şey demektir. İnsanın nefsi yani kötü arzuları şeytanın saptırmasına kanar. Onun için nefsine uymayan kişi kolay kolay günah işlemez. Aslında dinin koyduğu kaidelere uymamıza mâni olan, içimizdeki kötü arzulardır. Bu arzuları eğitmek suretiyle insan kendini kötülüklerden koruyabilir. İslâm insanları, din duygularını uyandırmak ve akıllarını doğru yönde işletmek suretiyle kendini davet etmektedir. Kur’an’ın açıklamalarıyla doğru ayrıdan ayırt edilir hale gelmiştir. Bu irşadın ışığında İslâm’a ilk adımı atmak, hür iradeleriyle insanlara aittir.)
Söylenişine neden olaylar:
Medine’de çocuğu yaşamayan kadınlar, yaşadığı takdirde onu Yahudi yapmak için adakta bulunurlarmış. Benü’n Nâdir, Medine’den sürüldüğünde içlerinde ensardan olan bir çocuk varmış. Ailesi “Çocuklarımızı bırakıp gedemeyiz!” demişler. Bunun üzerine yukarıdaki tümce söylenmiş…
Ensar’dan el Hüseyin adında biri varmış. Salim B. Avf oğullarından olan bu kişi; kendisi Müslüman olduğu halde çocukları Hıristiyan kalmakta ısrar ediyorlarmış. İslam Peygamberine gelerek: “İki oğlum da Hıristiyan kalmakta ısrar ediyorlar. Onları Müslüman olmaya zorlayamaz mıyım?” demesi üzerine yukarıdaki tümce söylenmiş…
Ensar’dan kimileri, çocuklarını emzirmeleri için Benu Kureyza Yahudilerine bırakırlarmış. Böylece çocuklar Yahudi olarak büyürlermiş. Bu çocukların aileleri onları Müslüman olmaya zorlayınca yukarda tümce söylenmiş… Siz kendinize bakın!
“2/272: Ey Muhammed! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez, fakat Allah dilediğini doğru yola eriştirir.”
“3/20: Ey Muhammed! Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, “Ben bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim.” de. Kendilerine kitap verilenlere ve kitapsızlara: “ Siz de İslam oldunuz mu?” de. Şayet İslam olurlarsa doğru yola girmişlerdir, yüz çevirirlerse, sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını görür.”
“4/80: Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!”
“5/105: Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.”
“10/99: (Resûlüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?”
“12/103: Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkârcı) kılar.”
“13/30: (Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerein gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın . Onlar Rahman’ı inkâr ediyorlar.
“18/29: Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!”
+
İSLAM KÖLELİĞİ KALDIRDI MI
26 Kasım 2001 Pazartesi günü Star TV’de Sabahattin Önkibar’ın sunduğu “Alternatif” programında “Din ve Laiklik” konusunda bir tartışma yapıldı. Tartışmaya: Doğu Perinçek, Nazı Ilıcak ve İsmail Nacar katıldı.
Tartışmada kölelik de ele alındı. Doğu Perinçek: “İslamda kölelik var ve kaldırılmamıştır” deyince İsmail Nacar atılarak: “Yalan söylüyorsun. İslamda kölelik yoktur. Tersine İslam köleliği kaldırmıştır…” deyince tartışma kızıştı.
Doğu Perinçek:”Kuran’da var. İşte Kuran, okuyacağım…” deyince İsmail Nacar: “Oku bakalım. Yalan söylüyorsunuz. Milletin kutsal dini ile uğraşmaktan usanmadınız. Bu millete ve dinine hakaret etmeyi bir marifet sanıyorsunuz…” gibisinden sözler söyleyince “İslam Köleliği Kaldırdı mı?” sorusu takıldı aklıma. Bildiğim kadarıyla islam köleliği kaldırmamış, tersine onaylamış ve yasallaştırmıştı…
Önce: 2. Halife Ömer’in Kudüs’e giriş töreni geldi aklıma. Halk arasında çok anlatılan fıkra şöyle.
“Kudüs islam ordularınca fethedilmiş. Ömer ordularının başında, atının üzerinde Kudüs’e giriyor. Yerli halk Ömer’i karşılamak için sokaklara dökülüyor. Atın üzerindeki Ömer’i alkışlayarak kutluyorlar. Bunun üzerine komutanlar açıklama yapıyor: “Ömer, atın üzerindeki değildir. Ömer, atın yanında yürüyendir. Atın üzerindeki Ömer’in kölesidir…” deyince Kudüs halkı İslamın ve dolayısıyla Ömer’in adaletine ve islamdaki eşitliğe hayran oluyor…
Ömer’in adaletine ve islamın eşitliğine örnek olarak sunulan bu öyküye köre;Ömer kendisinin at üzerinde, kölenin de yaya olarak yürümesini islam adaletine aykırı bulduğu için nöbetleşe ata binmişler ve biniş sırası Kudüs’e girerken köleye geldiği için Kudus’e böyle girilmiş… Görüldüğü gibi islam ve Ömer’in adaletine örnek olarak gösterelim derksen islamda kölelik kurumu olduğunu açıklarının ayrımında değiller… Bu öykü; belki uydurmadır, belki gerçektir. Ama ne olursa olsun bu olay 2. Halife Ömer zamanında köleliğin varlığına ve kaldırmadığına güzel bir örnektir.
Şimdi İslamcılar bu fıkra halk tarafından uydurulmuştur, aslı yoktur, diyebilir. Çünkü onlar İslamın hiçbir şekilde eleştirilmesini kabul etmiyorlar. Onlara göre: Kur’an-da yok yok!..Bilimsel buluşlar, keşifler, yerçekimi yasası, suyun kaldırma kuvvetinden cenin geçirdiği aşamalar, televizyondan radyoya, trenden uçağa, bilgisayardan uzay teknolojine değin ne varsa hepsi Kur’an-da var.” Oysa eleştiri olmadan gerçek bulunmaz. Bu konuda yapılan eleştiriyi öğrenmek isterseniz bu ay yayınlanan Bilim ve Ütopya adlı dergiyi muhakkak alınız. Dergi piyasada satılmaktadır ve Din televoleleri, ‘Bilinçli Tasarım”cılar vs. POSTMODERN İSLAMCILIK” adlı çok güzel ve bilimsel yazıyı okuyunuz…”
Şimdi sözü uzatmadan İslam kaynaklarına bakalım. Ancak yazıyı uzatmamak için her kaynaktan birer örnek sunuyorum.
I- “Mâlik olduğunuz köle câriyeleriniz hakkında Allah’tan korkun. Onlara yediğinizden yedirin. Güçlerinin yetmeyeceği işleri onlara teklif etmeyin. Sevdiğinizi saklayın, hoşunuza gitmeyenleri satın. Allah’ın yarattıklarına eziyet etmeyin. Allahü Teâlâ’nın sizi onlara malik kıldığını unutmayın. Allah dileseydi, onları size mâlik kılardı.”
Dipnot, (789): “Bu hâdis, birkaç hadisten toplanmıştır. Ebû Davud; bir kısmını Buhari ile Müslim Ebû Zer’den, diğer kısmını sahih sened ile rivayet etmişlerdir.” (1).
Hadisteki şu iki tümceye dikkatinizi çekerim:
1. “Sevdiğinizi saklayın, hoşunuza gitmeyeni satın.” Demek ki İslam Peygamberi köle alış satışına (ticaretine) izin veriyor. Müminler alıp satabiliyor…
2. “Allahü Teâlâ’nın sizi onlara malik kıldığını unutmayın. Allah dileseydi, onları size mâlik kılardı.”
Bu tümceye göre de kölelik kurumu Allah’ın bir takdiri olarak yasallaştırılmıyor mu?.. Bu Hadis’te olumlu olarak kölelere iyi davranılması ve kaldıramayacağı yükü yüklememeli sözcüğüdür. Ama unutmayalım bir köy muhtarı bile eşeğinden verim alabilmek için onu beslemek ve kaldıramayacağı yükü yüklememek zorundadır…
II- “Köle satın alın, onlara rızıklarında ortak olun. Sakın zenci köle almayın, çünkü onların ömürleri kısa, rızıkları ise az olur.” (Taberânî, Mu’cemu’l Kebir ve’l-Evsaf’ta zayıf bir senedle.) (2).
Yukarıdaki hadis sahih; bu ise zayıf… Hangisine inanalım… Aslında bu da sahihtir. Ama; kölelerin rızklarına ortak olmayı, zenci kölelerinin ömürlerinin kısa ve rızklarının az olmasını İslama yakıştıramadıklarından olsa gerek kabul etmeye yanaşmamaktadırlar…
Ne var ki bütün dünyada kölelik kurumu en son İslam ülkelerinde, o da kâfirlerin baskısı sonucu ve ancak elli yıl önce kaldırılabilmiştir. Ne var ki bu gün bile Afrika’nın kimi Müslüman ülkelerinde kölelik uygulaması vardır… (Bakınız: Meydan Larousse Ansiklopedisi). Ne ise konuyu dağıtmadan asıl konumuza dönelim.
İslamcıların sık sık başvurdukları bir savunma daha var. İslam‘la köleyi azad etme geleneği geliştirmiştir,derler. Oysa köleliği azad etme kurumu çok eskilerden beri vardır. Yunan ve Roma tarihlerine bakılırsa köle azad edenlerin çok olduğu görülür. Onlarda köle azad edilince gerçekten özgür (hür) olur. Ne var ki İslam’da kölenin azad edilmekle sahibinin (kendisini azad edenlerin) velayetinden kurtulamadığını görürüz. Okuyalım:
“Kim kendisini âzâd edenlerin veliliğinden başkasının velâyetini tanırsa Allahın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Allah ondan ne farz, ne de nâfile ibadet kabul etmez” (3).
Yanlış anlamıyorsam köle azad edilmekle kurtulmuyor; azat edildiği halde velâyet altında. Yani bir çocuk gibi… Kaldı ki islamda köle azad etmek “Kıyamet alameti” görülür. (Bakınız: Şeriat ve Kölelik, İlhan Arsel. s. 71).)
Şimdi de İslam Peygamberinin ne kadar kölesi olduğuna bakalım:
“Resûl-i Ekrem’in altmış kadar kölesi ve yirmi kadar câriyesi olduğu halde irtihâl-i Peygamberî (ölümü) sırasında hiç birinin bulunmaması, bunlardan bir kısmının Resûl-i Ekrem’den önce vefât etmiş, bir kısmını da âzâd edilmiş olmasındandır.” (4).
20 kadın köle (cariye), 60 köle. Tam 80 tane köle… İnanılacak gibi değil. Ama gerçektir.
“Tanrı elçisinin eşlerine, kendisinden sonra da yaşayan ve kendisi sağken ölenlere, boşadığı kadınlara ve boşamasının sebebine dair haberler, bölümünde 27-28 kadar kadını olduğu anlatılmaktadır. (5).
Her birinin hizmetine bir cariye verilse bile 20 cariye yetmez bile. Bilindiği gibi İslam Peygamberinin Fedek Hurmalığı, Hayber ve Kurayza arazileri, Ureyne köyleri ki bu taşınmazların çok çok büyük olduğu söylenir (6)… Bu arazilerde kimler çalışacak? 60 köle az bile…
Hadislerden alıntıyı bitirmeden önce son bir gerçeğe daha değinelim. Her ne kadar islamın köleleri azad ettiği ileri sürülürse de islamiyet köle azatlamayı olumsuz bir davranış olarak niteler: “A) Muhammed, Meymune’nin Köle Azatlamasını Olumsuz Bir Davranış Olarak Tanımlar: ‘Azâd Edecek Yerde Dayılarına Hediye Etseydin Ecrin (Ahiret Mükâfatın) Daha Büyük Olurdu’ der.” (7).
Bütün bu saydıklarıma aklını imana kurban etmiş islamcılar: “Bunlar hadistir. Uydurma olabilir…” diyebilir. Öyle ise bir örnek de Kur’an-dan verelim:
“Allah hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel nimetlerden gizlice ve açıkça sarfeden kimseyi misâl gösterir :Hiç bunlar eşit olur mu? Övülmeğe lâyık olan Allah’tır, fakat çoğu bilmezler.” (K.16/75. Diyanetin…).
Tümcelerin (âyetlerin) söyleniş nedenini (Nüzul Sebepleri) açıklayan kitaplara göre: İslam peygamberi, müşriklere sesleniyor: “Putları Allah’a ortak koşarak; onları Allah’la aynı düzeyde (seviyede) görüyorsunuz. Oysa sizler kölenizi ile kendinizi eşit görmüyorsunuz. Nasıl kölelerle sizler eşit değilseniz; putlarla Allah da eşit olamaz. İyisi mi aklınızı başınıza toplayın…”
Tümceden açıkça görüleceği gibi köle ile özgür kişi bir tutulmuyor. Burada da kölelik takdir-i ilâhi olarak gösteriliyor ve yasallaştırılıyor (meşrulaştırılıyor)…
Kur’an-da kölelik hakkındaki diğer tümceler için bakınız:
2/177,221; 3/35; 4/24, 25, 39, 69, 92; 5/89; 9/60; l6/70,71, 75, 76; 30/28. Şimdi Kur’an- da uydurma diyemezsiniz ya!..
Bir dünya görüşünün temel kuralı gerçeklere saygılı olmak ve gerçekleri dile getirmektir. Müslümanlığın aslı (esası) gerçeğe teslim olmak olduğuna göre islamda kölelik yoktur demek doğru değildir.
Aldatmaya, dayatmaya, yalana dayanan hiçbir görüş yaşayamaz… Gerçeği yadsımak (inkâr) ise gerçeği (Allah’ı) tepelemek demektir.
Biz bu konuya niçin değindik: Yalana karşı olduğumuz için. Yoksa inanca karıştığımız yok. Ama milletin gözünün içine baka baka yalan söylenir; İslamda kölelik vardır, diyenler millete ihanetle, dine saldırmakla suçlanırsa gerçekleri açıklamak biaydının birincil görevidir…
İslamdaki kölelik konusunu çok geniş olarak ve ayrıntıları ile öğrenmek isterseniz. “İlhan Arsel’in Şeriat ve Kölelik” adlı kitabına bakınız. Kaynak yayınları arasında satılmakta olup 96 sayfalık küçük ve ucuz bir kitaptır. Bir okuyuşta okunur.
Siz, “araştırmacı” olarak ortaya çıkarak: İslamda kölelik vardır. İslam köleliği kaldırmamıştır…” diyenleri: “Din düşmanı, Milet düşmanı…” diye suçlamaya kalkarsanız; karşınıza işte böyle Kur’an-la, Hadisle ve diğer kaynaklarla çıkarlar…
İslama kötülük yapanlar asıl bu bilgisizler (cahiller) dir… İslam kaynaklarından alıntı yapan bizlere değil; İslam Kaynaklarını yüzlerce yıl önce yazanlara kızsınlar, eğer kızacaklarsa…
Şimdi ben bu islamcılara sorayım: “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”… 12.12.2001
Av. Hayri Balta
+
Kaynaklar:
1/Hüccetül-İslâm. İhyâu ‘Ulûmid’d-Dîn. Cilt. Bedir Yayınevi. Tercüme eden: Ahmed Serdaroğlu (Diyânet İşleri Başkanlığı Müfettişi). 1985. Cilt. 2. s. 556.
2/Büyük Hadis Külliyatı. Cem’ul-fevâid. RÛDÂNÎ. 2 Kaynak yayını. Cilt: 2. s. 385.
3/El’LÜ’LÜÜ VEL MERCÂN ÎMÂM-Î BUHÂRİ ve MÜSLİM’İN İTTİFAK ETTİKLERİ HADİSLER. Muhammed Fuâd Abdül Bâki.Sebat. 1984. Cilt: 2. s. 194.
4/SAHÎH-İ BUHARÎ MUHTASARI TECRÎD-Î SARÎH TERCEMESİ VE ŞERHİ. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayanları. 8. Cilt. 8. baskı. 1987. s. 206
5/Milletler ve Hükümdarlar Tarihi. Taberî. MEB Şark-İslâm Klasikleri. İ992. Cilt. V. S. 834-849.
6/Şeriat ve Kölelik. İlhan Arsel. Kaynak yayınları. 1. Baskı. 1997. s. 30.
7/ “ “ “ “ “ “ “ “ “ s. 64
X
MUHAMMED’İN HANIMLARI
KAÇ TANE HANIMI VAR?:
30 diyenler, cariyeler hariç, 87/25,
30’dan çok diyenler, 87/10
35 diyenler, 85/9,
37 diyenler, 85/11,
40 diyenler, 85/10, 86/16,
40’ın üzerinde diyenler, 87/26,
43 diyenler, 85/13,
45 diyenler, 85/7,27,
50 civarında diyenler, 84/4, 85/5,
50’den çok diyenler, 84/3,
55 diyenler, 84/2, 85/6, 85/8,
64 diyenler, 84/1,
Bu İslami kaynakların hepsi, Kuran’ı savunan ve aynı zamanda İslami kesimce kendilerine saygı duyulan meşhur yazarlardır (s.89).
Muhammed’in Meşhur Olan Hanımları:
1. Hatice,
2. Sevde Binti Zem’an
3. Ebu Bekir kızı Ayşe,
4. Ömer kızı Hafsa,
5. Huzeyme kızı Zeynep,
6. Ümmü Seleme (Hine),
7. Haris kızı Cüveyriye,
8. Zeyd kızı Reyhane,
9. Zeynep Binti Cahş,
10. Ebu Süfyan kızı “Ümmü Habibe” (Remle),
11. Huvey kızı Safiye,
12. Haris kızı Meymune,
13. Şem’un kızı Marya Kıbrî,
Muhammed’in Boşadığı Hanımlar:
1. Dahhak kızı Fadime,
2. Zabyan kızı Aliye,
3. Kab kızı Mileyke
Muhammed’in Nikahlayıp da Herhangi Bir Nedenle Ayrıldığı Hanımlar:
1. Numan kızı Esma,
2. Kays kızı Kuiteyle,
3. Esma veya Seba (Sena) Binti Salt,
4. Necdet kızı Selma,
5. Huzeyl kızı Havle,
6. Şeraf binti Halife,
7. Yezit kızı Amre El-Gıfariye,
8. Yezit kızı Hind El-Kitabiye,
9. Davud kızı Mileyke,
10. Rufaa kızı Neşatlşat,
11. Kab kızı Esma,
12. Haris kızı (Şaire) Kuteyle,
13. Amr kızı Şenba/Şeyba/Sabiye,
14. Cündüp bin Dimre Cind-i’nin kızı
15. Şerahil kızı İmeyme (Binti Cevn),
16. Muaviye kızı Amre,
17. Sifyan kızı Seba (Sena),
18. Ümmül Haram,
19. Hakim kızı Leyla.
Muhammed’in Mehir Ücretini Ödemeden Aldığı Hanımlar:
Haris kızı Meymune,
Hüzeyme kızı Zeynep,
Ümmü Şerik,
Hakim kızı Havle
Muhammed’in Cariyeleri:
Nefise,
Cemile,
Muhammed’in Sözlüleri:
Amir kızı Dubaa,
Nuame Bel’anberi,
Sehl kızı Habibe Ensariye,
Cemre Binti Haris Bin Avf Bin Kab bin Zabyan,
Sevde Kireşiye,
Beşame kızı Safiye,
Ebu Talib’in kızı Ümmü Hani (Fağite),
İsmi Bilinemeyen Biri.
Bazı Engeller Nedeniyle Muhammed’in Evlenemediği Hanımlar:
Abbas kızı Ümmü Habibe,
Hamza kızı Emame (Ammare),
Muhammed’e önerilen Baldızı
Muhammed’in Ev İşlerinde Çalışan Cariyeler:
Bereke (Ümmü Eymen(
Emetüllah binti Rüzeyme,
Hudre,
Redva,
Sad kızı Meymune,
Rüzeyne,
Selma (Ümmü Rafi)
Marya (Ümmü Rebab),
Marya (Ceddetü’l Müsenna,
Ümmü İyaş,
Havle (Ceddetü Hafs),
Meymune binti Ebi Abis,
Ümmü Dümeyre,
Ümmü Ayaş, Rebiha,
Rebiha,
Saibe.
Açıklama: Bu alıntılar; Arif Tekin’in Muhammed ve Kurmaylarının Hanımları (Kaynak yayınları) adlı kitabından alınmıştır. Adı geçen kitapta geniş ayrıntılara girilmektedir. Ayrıca Ebubekir’in, Ömer’in, Ali’nin ve Sahabelerin hanımları hakkında da geniş bilgiler verilmektedir…
Av. Hayri BALTA, 19.10.2001
+
MUHAMMED’İN KÖLELERİ
Kölelik Kurumu: Kuran’a göre Tanrı köleliği yerleştiriyor: K. 16/75, 30/28
Sahih-Buhari Muhtasarı. Cilt. 8, s. 206’ya göre: 60 kadar kölesi, 20 kadar cariyesi var. Bu kölelerin çoğu kendisinden önce ölmüş ve kimilerini de azat etmiş. Öldüğünde arkasında köle yokmuş… Ancak; öldüğü tarihte seksen ya da yüz kadar kölesi ve cariyesi olduğu da söylenmektedir. (Bkz. Kuran’ın Eleştirisi 3. İlhan Arsel, Kaynak yayınları. 1. Baskı. s. 348.)
İlhan Arsel’inh Şeriat ve Kölelik adlı kitabının Kaynak yayınları, 1. Baskı, s. 38-39’da yazıldığına köle : “…bizzat kendisinin 60 ile 80 arası arasında kölesi yanında, ona buna köle sattığı ve köle hediye ettiği, yandaşlarına köle azat etmekten kurtulmanın yollarını öğrettiği…” belirtilmektedir…
Kuran’in Bir Harfinin Bile Degismedigi Masali
Islamiyet Gercekleri… Islamci kesimin en buyuk iddialarindan birisi olan “Kuran’in bir harfinin bile degismedigi”; arastirmacilarin, Libya ve Arap Kuran’lari ile Hadis’leri incelemesi ile cürütüldü.
Allah/Tanri’dan geldigi iddia edilen ama aslinda Muhammed’in hazirladigi Kur’an’in nasil hazirlandigini, degistigi/degistirildigini, bu sayfada “belgeleri” ile bulacaksiniz. Ayrica, Islamiyet’in kadina bakis acisi ve ilgili ayetler, Islamiyet ve siddet, Kur’an’daki bilimdisi ayetler, günümüze uymayan ayetler, bilimdisi hadisler hakkinda bilmediklerinizi ogrenebileceksiniz.
+
Muhammed’in Kuran’ı hazırlamasında yardımcı olan etkenler
(Arif Tekin’in Kuran’ın Kökeni adlı eserinden derlenmiştir)
Muhammed’in Bilgi-Kültür Seviyesi Ve Aile Yapısı
Muhammed, Mekke Site Devleti’nin emirliğini yürüten bir ailenin çocuğuydu. Babası Abdullah ölmüş, dedesi Abdulmuttalib onu himayesine almıştı. Abdulmuttalib, aynı zamanda Mekke’nin yönetiminden sorumluydu. Onun ölümünden sonra da Muhammed’in amcası Ebu Talip, hem bu yönetim görevini, hem de Muhammed’in velayetini üstlenmişti. Muhammed’in yönetici bir ailenin çocuğu olması, kendisinin çevredeki insanlardan daha ileri bir kültür düzeyine sahip olması konusunda çok önemli bir avantajdı. Kaldı ki Araplar, çocukları iyi Arapça öğrensinler diye onları Arapça’nın iyi konuşulduğu bölgelerdeki süt annelerine verirlerdi. Bu, öreden beri süregelen bir gelenekti. Mekke’de konuşulan Arapça’nın pek o kadar gelişmiş olmaması, çocukların, öz Arapça konuşulan bir bölgeye gönderilmesine başlıca sebep teşkil ediyordu. Çocukların bu bölgelerdeki süt annelerine verilmesinin bir diğer nedeni de, onların iyi bir şekilde Arapçayı kavrayıp, yapılan şiir müsabakalarında şiir okuyabilecek bier aşamaya gelmelerinin sağlanmasıydı. Muhammed’in ileri gelen bir ailenin çocuğu olması, ona bu imkanı sağladı ve Muhammed, dilin öğrenilebileceği en iyi yaş olan olan 0-6 yaşları arasında Mekke civarındaki Sadoğulları’nda kalmıştır. O’nun öz Arapça öğrenmek üzere sütannesine verildiği ve bunun sonucunda da çok güzel Arapça öğrendiği kendisi tarafından şu şekilde dile getirilmiştir: “İçinizde benim gibi Arapça bilen yoktur. Zira hem Kureyş kabilesinden olmam, hem de öz Arapça’yı konuşan Sadoğulları yanında kalmam, bana bu imkanı sağladı.” (İbn-i Sad, Tabakat-ı Kübra, 1/53; Kütüb-i Sitte, İbrahim Canan Tercemesi, 15/349; Halebi, İnsanü’l Uyun, 1/89; Hüseyin Akgül, Hz.Muhammed, s.14, Diyanet Yayını; Diyarbekiri, Tarih-i Hamis, 1/223; Zekeriya Kitapçı, Yeni İslam tarihi ve Türkler, s.136-137; İbn-i Hişam, Siret-i Nebi, s.167-168.)
Muhammed’in toplumsal olaylarda duyarlı olmasına olumlu etki yapan fakirlik faktörü
Gerçek şudur ki, Muhammed, kendi çağının çok önemli bir devlet adamıdır. Onun çok zeki bir insan olduğu konusunda şüphe yoktur. Muhammed’in yönetici bir aileden gelip yetim kalması sonucu, ekonomik şartların onun aleyhine oluşması, onu arayışlara sevk etmeye vesile olmuştur. Hatta zaman içinde onun ekonomik durumu o kadar kötüleşmiştir ki; Mekke halkına çobanlık yapacak kadar yoksullaşmıştır. Ekonomik olarak büyük sıkıntılar içine girdiği için, amcası Ebu Talip’ten kızı Ümmü Hani’yi istediği halde, amcası kendisine vermemiş ve aynen şöykle demiştir: “Herkes ancak kendi dengiyle evlenir. Senin durumun belli, ben nasıl sana kızımı vereyim?”. Çok zeki olan Muhamed’in bu dezavantajlar içerisinde yaşaması, onun duyarlı bir birey olmasına önemli derecede etki yapmıştır. Zaten tarih boyunca sosyal olaylarda genelde yoksullar devrim yapmışlardır. Bu olayın da Kuran’ın oluşturulmasında Muhammed’i harekete geçiren önemli bir etken olduğu düşünülebilir. (Çobanlık yaptığına dair kaynakça: Buhari, İcare, 2. bap; İbnü’l Cevzi, Sıfat-ı Safve, 1/35; İbn-i Sad, Tabakat-ı Kübra, 1/59; Hindi, Kenzü’l Ummal, No: 37763; heysem,, Mecmeu’z-Zevaid, 9/221; Askalani, el-İsabe…, No: 12285; Muhammed Sait Mubeyyıd, Mevsuatu Hayati-s-Sahabiyat, 611; İbn-i Habib, Muhabber, 98).
Muhammed okur-yazar mıydı? Kuran’ın ilk ayetiyle Muhammed’in okuryazar olmadığı iddiası arasındaki çelişki
Kuran’ın ilk cümlesi “Oku!”dur. Kuran, Islamiyet’in kutsal kitabı olduğuna göre, kendisini Allah elçisi olarak tanıtan Muhammed’in 63 yaşına kadar okur-yazar olmaması nasıl açıklanabilir? Bu durumda karşımıza şöyle bir olumsuz tablo çıkmaktadır: (Bu mantık, Kuran’ın gerçekten kutsal bir kitap ve Muhammed’in de gerçekten Allah’ın-varsa eğer- peygamberi olduğu varsayımı ile mümkündür): Birinci durum, Allah’ın Muhammed’e gönderdiği ilk ayet “Oku!” olmasına rağmen, Muhammed bu emri dikkate almamış, okuma-yazma öğrenmek için bir gayrete girmemiş demektir. Ya da, Allah, okumanun önemini bu denli bir hassasiyetle vurgulamış olmasına rağmen, Muhammed’e okuma-yazmayı becerecek akli yeteneği vermemiştir.
Oysa, kutsal bir kitabuı insanlara duyurmak için seçilmiş olan birisi için bular geçerli olamaz. Çünkü, her iki durumun da geçerli olması halinde bir iç tutarsızlık ortaya çıkar. Birinci durumun, yani Muhammed’in Allah’ın emrini dikkate almamış olmasının kabulü halinde, Muhammed, Allah’ın emrine itaatsizlik göstermiş demektir. Bu da hemen işin başında iken, peygamberlik sıfatını kaybetmesi anlamına gelir. Zira, İslam inancına göre, bir insanın peygamber olabilmesi için zorunlu beş temel koşuldan birisi olan “sadakat” sıfatına sahip olması gerekir. Bir başka deyişle, bir peygamberin “Tanrı’sına sadık ve onun emirlerini harfiyen yerine getirmesi” beklenir. Bu asgari bir koşuldur. Bundan ayrı olarak, diğer ikinci koşul olan “emanet” de yerine getirilmemiş sayılır. Allah’tan “Oku!” emrini alan kişi, bu emri yerine getirmeyerek güven vermemiş olur. Bu herşeyden önce, Kuran’a karşı suç olsa gerekir. Zira, peygamberliğin bir diğer koşulu da, “ismet”tir. Yani, masum-suçsuz olmak demektir. Muhammed, ömrünün sonuna kadar peygamberlik sıfatını taşıyacağına göre, tüm bu koşullara ömrünün sonuna kadar sahip olması gerekiyordu. Hal böyle olunca, önermemizi, “Muhammed, Allah’a sadık, bağlı ve onun emirlerini kusursuz bir şekilde yerine getiren aynı zamanda güven verici birisidir” şeklinde formüle ettiğimiz durumda da, onun neden okur-yazar olmadığını açıklamakta çaresiz kalırız.
Burada elimizde tek bir yol kalıyor. O da, ilk çözümlemede ele aldığımız ikinci olsasılık. Yani, Muhammed’in okur-yazar olamayacak kadar zeki ve becerikli olmadığı.. Oysa, bu durumda da bunu düşünmek mümkün değildir. Öncelikle, peygamber olmanın diğer bir koşulu olan “fetanet” karşımıza çıkar. Fetanet, akıllı ve zeki olmak demektir. Şu halde, Muhammed, akıllı ve zeki olmalı idi.
Buna ilave olarak, İslam inancına göre madem ki Allah herkese dilediği ölçüde zeka ve beceri verme kudretine sahiptir, yine made mki Muhammed Allah’ın en sevgili kuludur, o halde Allah, belki de ilk olarak Muhammed’e okuma-yazma konusunda gerekli yetenekleri vermiş olmalıydı. Bu durumda, Muhammed’in sorunu daha da büyüyecek, öyle ki; Muhammed, sadece “Oku!” emrini yerine getirmeyen bir kişi olarak değil, peygamberlik görevinin gerektirdiği beş zorunlu koşuldan dördünü ihlal edip, sadece “tebliğ” koşulunu yerine getiren bir peygamber olarak karşımıza çıkmış olacak. Bu durumda da, Allah’ın emirlerini insanlığa aktaran/duyuran, ancak kendisi o emirleri yerine getirmeyen bir peygamber durumuna düşer.
Ayrıca, Muhammed’in ashabından olan Zeyd bin sabit, 15-20 gün gibi çok kısa bir süre içinde İbraniceyi öğreniyor ise, Muhammed’in okuma-yazma bilmediğini ve öğrenemediğini gerçekçi bulmak çok güçtür. (Zeyd’in 15-20 günde Muhammed’in emriyle yazı öğrendiğine ilişkin kaynakça: İbni Esir, el-kamil, 2/176, “Üsd”, No:1824; Ebu davud, İlim, 1; Tirmizi, İstizan, 22, No:2716; Buhari, Ahkam, 40).
Netice olarak, şu sonuca varıyoruz: Muhammed, kendi zamanının duyarlı insanların en önemlisi ve gerçekten de kendisi en iti yetiştirmişlerden birisidir. “Okur-yazar olmaması” iddiası ise, bu kendi düşüncelerini topluma kabul ettirebilmek için uydurulmuş bir taktitktir. Böylece, “Kur’an, Allah’ın, Muhammed aracılığıyla insanlığa gönderdiği bir kutsal kitap değildir. Kuran, Muhammed’in ve arkadaşlarının hazırlamış olduğu bir beşeri eserdir.”
Bütün bu bilgiler değerlendirildiğinde, Muhammed’in okur-yazar olmadığı iddiası pek gerçekçi olmuyor. Ancak; varsayalım ki, Muhammed okur-yazar değildi; bu durumda da yine birşey değişmez. Zira onun “vahiy katipleri” denilen ve aynı zamanda Muhammed’in çoğu kez kendileriyle iştişare yaptığı bir kurmay kadrosu vardı. Dört halife de bu kadronun içinde yer alıyordu. Bu durumda, Muhammed’in yazdırdığı ayetlerin bazılarının, bu seçkin kadro tarafından şekillenmiş olması mümkündür. Enes bin Malik’in şu anlatımına bakınız:
“Vahiy katiplerinden birisi, Muhammed’i sınamak için hep kendisine yazdırılmak istenenenin tersini Kuran’a yazıyordu. Özellikle bu ters ayetleri, Bakara ve Al-i Imran surelerine yazıyordu. Adam, Muhammed’in bu yanlışları farketmediğini görünce, onun peygamberliğine inanmıyor ve sonuçta Islamiyet’ten vazgeçip, Hristiyanlığa geçiyor. Doğal olarak da bu olayın propagandasını yapmaya başlıyor. Birgün adam vefat ediyor. Mezara gömülünce, onun cenazesi ertesi gün mezarın dışında bulunuyor. Bunun gerekçesi de, Muhammed’e karşı geldiği ve Kuran’a da yanlışlar yazıp propaganda yaptığı için,, Allah’ın onu cezalandırması olarak öne sürülüyor. Bu durumda, adamın akrabası ile Muhammed ve taraftarları arasında sert tartışmalar yaşanıyor: Akrabası, ‘Cenazemizii siz çıkarmışsınız’ diyor, Muhammed ve müslümanlar da ‘Hayır, biz öyle birşey yapmadık, adamınız işlediği günahtan dolayı Allah tarafından mezardan atılmıştır’ diyorlar. Bir daha gömülür ve ertsi günün sabahı onun cenazesi bir hada mezarın dışında bulunur. Tekrar tartışma, tekrar gömülme derken, üçüncü gün bir hada cenaze dışarıda bulunur. En son, orta yerde kalır.” (Bu efsanenin anlatıldığı kaynaklardan bazıları: Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, No: 1477-9/309; Buhari-Müslim hadisleri, el-Lü’lüü ve’l mercan, No:1772; Buhari, menakıb, 25; Müslim; Sıfat-ı Munafıkin, Bo:2781; İbn-i Seyyid-in Nas, Uyun-ül Eser, “Katipler” bölümü, 2/316; Ebu davut Sicistani, Kitabü’l Mesahif, s.3; Ahmet bin Hanbel, Müsned, 3/121).
Bu olay, Kuran’dan sonra İslamın ikinci anayasaı olan ve aynı zamanda Diyanet tarafından tercüme edilen Tecrid-i sarih’te sanki bir mucize olarak değerlendirilmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki, kabrin cenazeyi dışarı atması hep geceleyin oluyordu. İlmi verilere ve aklı selime ters düşen bu masaldan ibret almak gerekiyor!.
Muhammed okur-yazar olmasa bile bu Kuran’ı hazırlayamayacağını göstermez, diyoruz. Ve bir iki örnek veriyoruz: Bilindiği gibi Aşık Veysel de okur-yazar değildi ve küçük yaşta da görme kabiliyetini kaybetmişti. Ancak, onun hazırladığı şiirler ve besteleri o kadar güzeldir ki, herkes tarafından tanınan bir ozan olmuştur. Yine, zamanımızın ses sanatçılarından İbrahim Tatlıses de okur-yazar değildi. Ama, ezberleyerek okuduğu, yorumladığı türkü ve şarkılar ile zamanımızın en ünlü sanatçılarından birisi durumundadır. Şimdi, okur-yazar olmamalarına rağmen insanlara hitap etmekte bu kadar kabiliyetli olan bu insanları, peygamber mi ilan etmek gerekiyor?
Şu halde, acaba Kuran’ın Ankebut Suresi’nin 48,ayetiyle benzerlerinde yer alan “Ey Muhammed, sen okur-yazar değildin” sözünden ne amaçlanmış olabilir? Evet, olay aslında bir taktiktir. Bu taktik ile “Okur-yazar bile olmayan birisi, nasıl olur da böyle bir kitabı ortaya çıkarabilir? Elbette çıkaramaz. Arkasında ilahi bir güç bulunmayan bir ümmi böyle bir kitap hazırlayamaz. O halde, Muhammed’in arkasında ilahi bir güç yani Allah vardır, Kuran, Allah’tan inmiş semavi bir kitaptır” denmek istenmiştir.
Muhammed’in arkadaşlık kurduğu insanların bilgi seviyesi
Muhammed, henüz kendisini peygamber ilan etmeden, Mekke’nin tahsil görmüş en bilgili insanlarıyla oturup kalkardı. Peygamber olduktan sonra, muhalifler ona karşı, “Hayır, bu bilgileri daha önce kendileriyle irtibat olduğu şahıslardan almıştır, bu işin Allah’la ilgisi yoktur” gibi eleştirilerde bulunmaya başlayınca, Nahl Suresi’nin 103.ayeti ortaya çıkıyor.
Ayet şöyle: Nahl: 16/103. ” And olsun ki: “Ona elbette bir insan ogretiyor” dediklerini biliyoruz. Kast ettikleri kimsenin dili yabancidir, Kuran ise fasih Arabcadir. ”
Şimdi bu ayetle ilgili olarak çeşitli müfessirlerin yorumlarına bakalım:
1. Ubeydullah bin Müslüm anlatıyor:
“Mekke’de çok bilgili iki Hristiyan köle vardı. Bunlar aslen Iraklı idiler. Adları Yesar ile Hayr idi. Bunların birçok kitapları vardı. Fırsat buldukça bu kitapları okurlardı. Muhammed de çoğu kez onlara uğrar, kendilerini dinlerdi. Günün birinde, peygamberlik iddiası ile ortaya çıkınca, muhalif olanlar, “Hayır, Muhammed bu bilgileri Allah’tan değil de adı geçen kölelerden almıştır. Allah’ı ise işini sağlama almak için kullanıyor” demeye başladılar. Bu yüzden, nahl Suresi’nin 103.ayeti cevap olarak indi.”
2. Carullah Zamahşeri’nin “el-Keşşaf….” adlı tefsirinde ve Muhammed bin Cerir Taberi’nin ünlü Camiu’l Beyan adlı tefsirinde Nahl Suresi’nin 103.ayeti için şöyle deniyor:
“Mekke’de Tevrat ve İncil’i çok iyi bilen Cebr-i Rumi veya Aiş ya da Yaiş adında bir demirci vardı. Kimileri de adı Yesar-i Rumi idi diyorlar. Ayrıca onun yanında bir kardeşi de vardı, Muhammed sık sık bunlara gidip kendilerinden bilgi alırdı. Muhammed, peygamberlikle görevlendirilince, ona muhaklif olanlar, “Muhammed bu bilgileri Allah’tan değil de, adı geçen demirci köleden almış” demeye başladılar. Bunun üzerine Nahl Suresi’nin 103.ayeti indi.
3. İmam Suyuti, Lübabü’n-Nükul adlı eserinde, Nahl Suresi’nin 103.ayeti için şöyle diyor:
“Mekke’de Bel’am adında birisi vardı. Muhammed, sık sık ona gider, kendisinden bilgi alırdı. Kimileri de, o dönemde Mekke’de Yesar ve Cebr adlarında iki yabancının bulunduğunu, bunların çok kitapları olduğunu ve Muhammed’in genellikle onlara uğrayıp kendilerinden yararlandığını kaydediyorlar. Daha sonra, Muhammed peygamberlikle görevlendirilince, muhalifler, “Hayır, yalan konuşuyor. Bu bilgileri Allah’tan değil; adı geçen kişi veya kişilerden alıyor” demeye başladılar. Bu ağır itham üzerine Nahl Suresi 103.ayeti indi.”
4. Kadı Beydavi, Envarü’t Tenzil adlı tefisirinde şöyle diyor:
“Mekke’de Amr bin Hadremi’nin bir kölesi vardı. Adı Cebr-i Rumi idi. Kimileri, bununla birlikte Yaser adında bir kölenin daha olduğunu söylüyorlar. Kimileri de bu şahsın, Huveytıb’ın kölesi Aiş olduğunu belirtiyorlar. Muhammed, peygamberlik iddiasında bulununca, muhalif gruplar, “Muhammed, Kuran bilgilerini bu kölelerden alıyor, Allah’ı ise toplumu etkilemek için kullanıyor” şeklinde eleştiriler yöneltmeye başladılar. Bunun üzerine, Nahl Sures’nin 103.ayeti indi.”
5. Nesefi, “Medark …” adlı tefsirinde şöyle diyor:
“Huveytıb’ın Aiş ya da Yaiş adında bir kölesi vardı. Bazıları da bunun isminin Cebr-i Rum-i olup Amr bin Hademi’nin kölesi olduğunu ileri sürmüşler. Bu köleler, Tevrat ve İncil’i çok iyi bilirlerdi. Muhammed, daima onlara uğrar ve kendilerinden bilgi edinirdi. Peygamberlik davası ortaya çıkınca, inanmayanlar dedikodu yapmaya başladılar ve Kuran’ın dayanağının Allah değil de bu şahıslar olduğunu, Muhammed’in aktardıklarının ise, sadece adı geçen kişilerden öğrendiği bilgiler olduğunu söylemeye başladılar. Bu yüzden ilgili ayet indi.”
6. Fahrettin-i er-Razi, Tefsiri Kebir adlı yapıtında şöyle diyor:
“Mekke’de Tevrat ve İncil’i çok iyi bilen ve bolca da kitapları olan bir köle vardı. Onun adı çok ihtilaflıdır. Kimisi Yeiş, kimisi Addas, kimisi Cebr, kimisi Cebra, kimisi Bel’am diyor. Muhammed, sık sık uğrar, ondan bilgi alırdı. Kuran olayı ortaya çıkınca, inanmayanlar zaman içinde ‘Bu işin arka planında Allah değil de, adı geçen kişiler vardır’ demeye başladılar. Kimileri de, ‘Aslında Kuran’ı, çok açıkgöz olan Hatice Muhammed’e öğretiyor; fakat kendisi kadın olduğu için öne çıkamıyor, bu nedenle Muhammed’i öne çıkarıyor, yani Kuran’ın baş aktörü Hatice’dir’ diyorlardı. İşte, bütün bu itirazlara cevap mahiyetinde adı geçen ayet inmiştir.
7. Bazı kaynaklar da, “Nahl Suresi’nin 103.ayetinde kendisinden söz edilen ve Muhammed’i etkileyen kişinin aslında Selman-ı Farisi olduğunu, ayetin de u iddiaları reddetmek için indiğini” yazıyorlar.
Acaba, iddia edildiği gibi, Selman-ı Farisi olsun, diğerleri olsun- gerçekten adı geçen şahıslarda Kuran’ı ortaya çıkrabilecek bilgi birikimi var mıydı, yoksa bu görüş muhalefet tarafından ortaya atılan bir iftira mıydı? Selman-ı Farisi hakkında bildiklerimiz şunlar:
Selman-ı farisi, aslen Iranlı idi. Başta Zerdüştilik olmak üzere, bütün dinler konusunda fevkalade kendisini yetiştirmiş bir insandı. Kendisi aynı zamanda, hem çok zengin bir ailenin çocuğuydu, hem de onun ailesi Iran’da Zerüştilik’te zirveye ulaşmış bir aileydi, din işlerine bakardı. Ticaret için Şam tarafına gelmiş, dinler konusunda araştırma yapmak amacıyla da bir daha memleketine dönmemişti. Yıllarca birçok papazdan İncil hakkında ders almış, daha sonra Irak’a geçmişti. Bu süreç içerisinde en az on Hristiyan ve Yahudi din alimleri yanında kalıp, onlardan ders alarak kendisini “din”ler konusunda son derece iyi yetiştirmişti. Daha sonra Muhammed ile buluşup ilişkilerini derinleştirerek nihayet Islamiyet’e geçmişti. Öylesine akıllı bir insandı ki, Hicri 5.yılında Müslümanlar ile Mekke müşrikleri arasında Medine’de meydana gelen Hendek savaşı’nda “Medine’nin etrafına hendek kazıp savunma yapalım” fikrini ortaya atarak, müslümanların savaşı kazanmalarını sağlamıştı. Hz.Ali, onun hakkında “Selman tüm ilimlerde uzman bir kişiydi, onun ilmi bitmeyen bir denizdi” demiştir. Selman’ın arkadaşları da kendisi için, “Selman lokman hekim gibiydi” diyorlardı. Ebu Hüreyre, “Selman, hem Kuran’da hem de İncil’de uzman bir insandı” demiş. Selman-ı Farisi, başarılarından dolayı, Medayın’a vali olarak tayin edilmişti. İmam Zehebi, onun hakkında, “Selman’ın kavradığı bilgiler için en az ikiyüzelli yıllık bir zamana ihtiyaç vardır, halbuki Selman 70-80 yıl yaşamıştır” diyor. Muhammed de onun hakkında, “Selman-ı Farisi, bizim ailenin ferdidir. Selman, eğer ilim Süreyya yıldızında olsa gidip oradan alır” demiştir. (Selman ile ilgili bilgiler için birkaç eser: Belazuri, Ensabü’l Eşraf, 2/128; Askalani, el-İsabe, No: 3359 ve Tehzib-i Tehzib, 4/139; İbnü’l Cevzi, Sıfat-ı safve, 1/270; İbn-i Esir, Üsd… No:2149; İbn-i Seyyidi’n Nas, Uyunü’l Eser, 1/17; İbn-i Abdi’l ber, İstiab…, No: 1014).
Özetlenecek olursa;
1. Muhammed’in arkadaşlık kurduğu insanların yahudilik, Hristiyanlık ve Zerdüştilik hakkında geniş bilgi sahibi olmaları, ister istemez, Muhammed’e bu insanlardan öğrendiklerini yorumlayarak Kuran’ı hazırladığını akla getiriyor. Ayrıca, Muhammedin de Yahudilik ve Hristiyanlık’ın doğduğu coğrafi bölgede doğması, Tevrat-İncil-Zerdüştilik kültürünün hakim olduğu bir çevrede yaşaması ve Kuran’da bu inançlardan alıntuılar bulunması Kuran’ın Muhammed tarafından hazırlandığını gösteriyor.
2. Muhammed’in iki kez Şam tarafına gidip rahip Bahira ve rahip Nastura ile ayrı ayrı uzun görüşmeler yapmış olması da Kuran’ın Allah’tan değil de edinilen bilgiler ,ile insan tarafından hazırlandığı tezini güçlendirir.
3. Muhammed’in üst düzeyde yönetci olan bir ailenin çocuğu olmasının, kendisinin kültürlü bir insan olarak yetişmesine imkan veriyor. Kültürlü bir insan da Kuran gibi bir kitabı hazırlayabilir.
4. Çok zeki bir insan olan Muhammed’in bir ara içine düştüğü ekonomik darlık nedeniyle çobanlığa başlaması, ve bu nedenle amcası Ebu talib’in kızını Muhammed’e vermemesi, Muhammed’in mevcut düzene karşı çıkmaya teşvik etmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
5. Muhammed’in, öz Arapça öğrenmesi içim süt annesine verilmesi ve sonuçta Muhammed’in çok mükemmel bir şekilde Arapça öğrenmesi, onu dil bilgisi ve edbiyat alanında yetkin birisi durumuna getirmiştir. Kuran’daki dilbilgisi kurallarına titizlikle uyulması, bunun bir sonucudur. Kuran, ancak ve ancak Muhammed’in ortaya çıkardığı beşeri bir eserdir.
6. Muhammed’in henüz 20’li yaşlarda iken, “Hilfü’l Fudul” gibi insan hakları teşkilatlarına girmesi ve bu tür toplumsal çalışmaların kendisine yetkinlik kazandırması, 40 yaşına geldiğinde peygamberlik iddiası için kendisibne yeterli güç ve ilhamı vermiştir.
Muhammed’in Rahip Batira ve Nastura ile görüşmesi
Şu da bilinmelidir ki, Muhammed iki kez Şam tarafına gidip orada Rahip Batira ve Rahip Nastura ile ayrı tarihlerde görüşmüştür Bu görüşmeler esnasında çok önemli sohbetlerde bulunulduğu tarihi kaynaklarda mevcuttur (İbn-i Sad, Tabakat-ı Kübra, 1/62; Kastalani, el-Mevahib, 1/101).
Gerçek bu iken, Muhammed’in yeni bir oluşum için onlardan da yararlandığı söylenebilir. Hatta bu görüşmenin, Muhammed üzerinde yaptığı etkiyle ilgili özel kitaplar bile yazılmıştır. Mesela, 1988 yılında Paris’te yayınlanan Kuran’ın Yazarı Hıristiyan Keşiş Bahira Efsanesi adlı yapıt, bu konuda örnek olarak gösterilebilir. Bu yapıtta, “Muhammed, bilgisinin Tanrı’dan değil; Keşiş Bahira’dan almıştır deniyor. Kaldı ki, Muhammed’in ticaret amacıyla 12 ve 25 yaşlarında iken bir-iki kez Şam tarafına gittiği ve adı geçen papazlarla dini konularda sohbet ettiği bilinen bir gerçektir.
Kuran’ın Tevrat ve İncil ile ilişkisi
Muhamed zamanında hem Matta, Markos, Luka, Yuhanna İncilleri; hem de şu anda var olan Tevrat mevcuttu, bunlar yeni bir oluşum için kaynak olarak vardı. Zaten, Kuran’da var olan sosyal içerikli temaların hemen hemen hepsi, Tevrat’ta da vardır. Elimizde var olan Tevrat kitabı, MÖ 6.asırda “Azra” adında bir kahin tarafından yazılıp bugünkü durumunu almıştı. Yani, Muhammed’den 10 asır önce Tevrat yazılı hale getirilmiş ve bugüne kadar korunan bir belge olarak devam edegelmiştir. Aynı zamanda, bugün var olan dört İncil de MS 325 yılında bin kişilik ruhani bir meclis tarafından son şeklini almıştı. Böylece, bu kitaplar da, o günkü toplumun ve dolayısıyla Muhammed’in kullanımına hazır durumdaydı. Özellikle Tevrat’ın Kuran’ın oluşturulması üzerindeki etkisinin oldukça büyük olduğu gözlenmektedir. Bu konuda somut birkaç örnek vermek gerekirse, Ebu Hüreyre şöyle demektedir:
“Ehl-i Kitap (Yahudiler), Tevrat’ı İbranice olarak okur, bize de Arapça olarak açıklamasını yaparlardı. Buna karşı Muhammed bize, ‘Siz onları ne doğrulayın, ne de yalanlayın’ diyordu.” (Tecrid-i sarih, Diyanet tercemesi, No: 1679).
Bir diğer örneği de Halife Ömer’den dinleyelim:
“Ehl-i Kitap kendi aralarında Tevrat okurken, ben de onları dinlerdim. Gerçekten Kuran ile Tevrat arasında herhangi bir fark görmezdim” (Vahidi, Eshab-ı Nüzul, bakara Suresi, 98.ayet)
Gerek bu ifadeler, gerekse Kuran ile Tevrat’ın birlikte incelenmesi halinde ortaya çıkacak olan tıpatıp ortak noktalar-benzerlikler gösteriyor ki; gerçekten Kuran’ın oluşturulması sırasında Tevrat kültürü fevkalede ekili olmuştur.
Söz, Tevrat ile Kuran arasındaki benzerliklerden açılmışken, bu benzerlikleri, bazı somut örneklerle açıklamakta yarar var. Örneğin;
1. Boy abdesti. İslamiyetten önce hem Arapların inançlarında, hem de Tevrat’ta (Yahudilik’te) mevcuttu. (İbn-i habib, Muhabber, s.319; Halebi, İnsanü’l Uyun, 1/425 ve Tevrat, “Levililer” Bölümü, 15/16-18).
2. Namaz da İslamiyet’ten önce vardı. Hatta, bugünkü gibi günde beş vakit kılınıyordu. İsimleri, Şaharit (sabah namazı), Musaf (öğle namazı), Minha (ikindi namazı), Neilat Şerarim (akşam üstü) ve Maarib (akşam namazı) olarak halk arasında kullanılıyordu. (Hayrullah örs, Musa Ve Yahudilik, s.399-405; Doç.Dr. Ali Osman Ateş, Asr-ı Saadette İslam; Şaban Kuzgun, Hz. İbrahim Ve Hanifilik, s.117; Epstein, Judaism, s.162.)
3. İslamiyet’ten önce cuma namazı var olup, “Arube” adıyla bilinirdi. Bunu, Muhammed’den önce Kab bin Lüey oluşturmuştu. Ayrıca, namazın daha önce var olduğu Kuran’ın birçok ayetinde de bulunuyor. (Al-i İmran suresi-39, İbrahim suresi-40, Meryem suresi-31 vb.)
Diğer taraftan, günlük namazların cemaatle kılınması geleneği, Muhammed’den önce Yahudilik’te uygulanıyordu. Ancak onlar, namazın kılındığı mabede cami değil, havra diyorlardı. Yahudilerde, cemaat kavram yerine “minyan” kullanılıyordu. Hatta, namazın cemaatle kılınmasına çok önem veriliyordu ve bir namazın cemaatle kılınabilmesi için 13 yaşını tamamlamış en az 10 erkeğin katılımı zorunluydu. (Hayrullah örs, Musa Ve Yahudilik, s.399-405; Abdurrahman Küçük-Günay Tümer, Dinler Tarihi, s.226-227.)
İslamiyet’te varlığı en başta Kur’an ile (Nisa-43) sabit olan Teyemmüm (toprakla temizleme usulü), bile daha önceden gelen bir uygulamadır. Su olmadığında, cünup halinde Yahudiler bu yönteme başvuruyorlardı. (İslam Ansiklopedisi, Wensinck, M.E.B. Tercemesi, “Teyemmüm” madesi, 12/1-223).
4. Muhammed’den önceki dönemlerde Araplar tarafından kutlanan iki önemli bayram geleneği vardı. 21 Mart’ta Nevroz, 22 Eylül’de Mihriban bayramları kutlanıyordu. Muhammed döneminde, bu bayramlar müslümanlara yasaklanarak, bunların yerine Ramazan ve Kurban bayramları getirildi. Böylece, iklim değişikliklerini haber vermesi nedeniyle, tarımsal faaliyetler açısından da rasyonel bir yarar sağlayan Nevroz ve Mihriban bayramları, sadece dinsel içeriği olan bayramlar ile değiştirildi. Böylece, bayramların da Islamiyetin getirdiği yeni bir gelişim olduğundan söz edilemez.
5. İslami bir gelenek olduğu sanılan “yağmur duası” da daha önceden vardı. Bakara suresi’nin 60.ayetinde bu konuya değinilmiştir.
6. İslamiyette kadınların kulandığı başörtüsü, Yahudilik ve Hırıstiyan kültüründen gelen bir adettir. Hatta, Yahudilik öncesinden bile gelen bir adettir. Yahudi kadınların, özellikle bir ibadeti izlerken, başlarını mutlaka örtmesi gerekiyordu. Bu onlar için bir zorunluluktu. Kadınların başörtüsü takması, Hıristiyanlık’ta da önemliydi. (Abdurrakman Küçük-Günay Tümer, Dinler Tarihi, s.227; Örneğin; Pavlus’un 1.Korintoslulara mektupları, 11/3-8).
7. İslamiyet’te bazı önemli durumlarda var olan iki namazı birleştirme (Cem’u takdim, Cem’u tehir) gibi detayların geçmişi bile Hz. İbrahim dönemine dayanır. Dolayısı ile, bu da Muhammed tarafından getirilen bir yenilik değildir.
8. İslamiyet’ten önceki gelenekler ile, kişinin kendi annesi, kardeşi, teyzesi, halası, üvey annesi ve eşi henüz hayatta iken baldızı ile evlenmesi yasaktı. Tevrat’a göre, bunlara uymayan kişi idam ile cezalandırılırdı. Bunlar da Kuran’da aynen kabul edildi. (Örneğin, Nisa suresi 23.ayet). (Tevrat, “Levililer” Bölümü, 18/6-24 ile 20/11; İbn-i Habib, Mubber, s.325-327 ve Munammak, s.21; Yakubi tarihi, 2/15; İbn-i Kuteybe, el-Maarif, s.50; Belazuri, Ensaül Eşraf, 1/87; Isfehani, el-Ağani, 3/152).
9. İçkinin verdiği zarar göz önüne alınarak, konuyla ilgili yasak Muhammed’den önce de uygulanıyordu. Bu yasaktan Tevrat ve İncil’de de söz edilir. Ayrıca, Muhammed’den önce Osman bin Maz’un, Kus bin Saide, Hz.Ali, Varaka, Ebu Zer ve Zeyd bin Amr yasak koymuşlardı.
10. Oruç ibadetinin Muhammed’den asırlar önce var olan bir adet olduğunu Kuran zaten yazıyor. (Bakara 183.ayet). Hatta, o zaman Orucun başlangıcı bile İslamiyet’teki gibi aya göre tespit ediliyordu. Tıpkı, bugünkü müslümanlar gibi, Ay’ı görmek için gözetleme heyetleri bile kuruluyordu. (Hayrullah Örs, Musa Ve Yahudilik, s.409)
11. Kandil geceleri, İslamiyet’ten önceki dönemlerde vardı. Örneğin, Yahudiler’deki “Roş ha şana” kandili, Tişri ayının birinde başlayıp iki gün devam ederdi. Yahudilerin inançlarına göre, bu iki günde kainatın ve insanın kaderinin yeniden tayini söz konusuydu. Tıpkı, Islamiyet’teki Kadir ve Berat kandilleri gibi. (Abdurrahman Küçük-Günay Tümer, Dinler Tarihi, s.230.)
12. İslamiyet’teki “Kuran’ı hatmetme, hatim indirme” adeti de Yahudilik’ten alınmadır. Yahudilikte, “simra tora” adıyla anılan bu gelenekte Tevrat her yıl bir kez hatmedilir ve bunun sonunda da bayram yapılırdı. (Abdurrahman Küçük-Günay Tümer, Dinler Tarihi, s.231.)
13. İslamiyet’te her ayın 13, 14 ve 15.günlerinde oruç tutulmasının sevap olduğuna inanılır. Bu günlere “Eyyam-ı Biz” denir. Bu adet de Yahudilik’ten alınma bir adettir. Muhammed, “Kim ayın bu üç gününde oruç tutarsa, sanki senenin tüm günlerinde oruç tutmuş gibidir” demiştir. (Tevrat, “Levililer”, 23/4-6; Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, 601 numaralı hadisin şerhi, 4/152; Sünen-i Ebu Davut, Savm-68, No:2449; Sünen-i Nesai, Savm-84, No:2419-2425; İbn-i Mace, Savm-29, No:1707).
14. İslamiyet’ten önceki dönemlerde de, bir kadın kocası tarafından üç kez boşanırsa, artık birbirlerinden ayrılmaları zorunlu olurdu. İslamiyet, bu geleneği de almıştır. (Bakara suresi 229 ve 230.ayetler). Ayrıca, Hac’da Kurban kesmek, Şeytan taşlamak, senenin 12 ayından dördünün “hürmetli aylar” olarak kabul edilmesi, ölen birisinin yıkanması, kefenlenmesi, cenaze namazının kılınması, verasette kız çocuklara erkeklerin aldığı payın yarısının verilmesi vb. gibi adetler, İslam’dan önce de geçerliydi. (Örneğin İbn-i Habib, Muhabber, s.309-324; Halebi, İnsanü’l Uyun, “Batn-ı Nahle” bölümü, 3/156).
15. İslam’a göre hırsızlık yapan birinin cezalandırılmasındaki yöntem ve hukuki düzenlemeler de Kuran’ın ortaya attığı yeni bir olay değildir. Bunlar, eskiden beri var olan düzenlemelerdi. Erkeklerin sünnet olmaları, yeni doğan çocuklar için “akika” denilen kurban kesilmesi, kadınlarla ilgili “iddet” (kadının eşinin ölmesi durumunda yeniden evlenmesi için belirli bir süre beklenmesi zorunluluğu) ve erkekle kadın arasındaki özel ilişkilerin belli bir düzlemdeki yasalarını ifade eden “zihar”, “ila” gibi adetler daha önce de vardı. (Tevrat, “Tekvin” Bölümü, 17/11-14; Kuran, Maide Suresi 38.ayet; İbn-i Habib, Muhabber, 329; İbn-i Esir, Üsd-ül Gabe, No.7527-7530; Alusi, Büluğü’l Ereb, 2/50; Taberi Tefsiri, 23/76).
16. Çalışanın alınterinin kurumadan ücretinin ödenmesi prensibi, Muhammed’in hadislerinde vazedilen bir düzenleme olarak sanılırsa da, bu düzenleme Tevrat’tan alınmadır. (Tevrat, “Tesniye” bölümü, 24/14-15).
17. Kur’an’da var olan bütün İsrailoğulları peygamberlerinin tüm efsaneleri, Tevrat’ta kapsamlı biçimde anlatılmaktadır. (Örneğin, Hz. İbrahim, Hz.Musa, Hz.Eyüp, Hz.Davut, Hz.Süleyman gibi).
18. Kesilmeyen bir hayvanın (leş) etini yemek, Islamiyetten önce de haram idi. (Tevrat, “Levililer”, 22/8).
19. Mekke’nin harem bölgesi (hürmetli şehir) sayılması, Hz.İbrahim’den beri gelen bir gelenekti.
20. İslamiyet’teki köleyi azad etmek geleneği, Islamiyet öncesinde de vardı. (Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, No:705-709).
21. Zekat verilmesi de Islamiyet öncesinde var olan bir adetti. Bu durum, Kuran’ın kendisinde bile yazıyor. (Hz. İsa ile ilgili Meryem suresi 31.ayet, İsmail peygamber ile ilgili Meryem suresi 55.ayet, Hz.İbrahim ile ilgili Enbiya suresi 73.ayet).
22. Kabe’yi örtme geleneği Islamiyet’ten önce de vardı (Moğultay, el-İşare, s.49; Moğultay, bu kaynağında şu eserlerden alıntı yapmıştır: Askeri, el-Evail, 16; Süheyli, Revdü’l Unuf, 1/146; İbn-i Kuteybe, el-Maarif, 551; İbn’il Cevzi, Telkih, 446; Suyuti, el-Vesail, s.84; İbn Hazm, Cemheretü’l Ensab, s.189).
23. Yanlışlıkla öldürülen bir insanın kan bedelinin 100 deve olması, Islamiyet’ten önce de var olan bir gelenekti.
24. Farklı inançlarda olan insanların evlenmesine getirilen kısıtlamalar, Islamiyet’e Yahudilik’ten alınmıştır. (Tevrat, “Tekvin”, 34/1-26; “esniye”, 7/3; Kuran Bakara Suresi 221.ayet).
25. Erkeğin birden çok kadınla evlenebilmesi de Islamiyet’e, yahudilikten alınmış bir adettir. (Tevrat, “Tekvin”, 16/1…,29/17, 32/22; “2.samuel”, 25/40; “1.Krallar”, 11/1; Kuran, Nisa-54, Ra’d-38, Ahzab-38, Sad-23, 24, vb.)
26. Islamiyet’te herhangi bir davanın ispatı için gereken iki erkeğin şahitliği adeti de İslamiyet öncesinden gelmektedir. (Tevrat, “Tesniye”, 17/16, 19/15; Kuran, bakara-282; Yuhanna İncili, 8/17; Matta İncili, 18/16).
27. Kuran’daki cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, yaraya yara.. şeklinde ifade edilen ceza biçimleri de Tevrat’tan alınmıştır. (Tevrat, “Çıkış”, 2/23-25, “Levililer”, 24/17-20, “Tesniye”, 19/21; Kuran, Maide-45).
28. İslamiyet’te yemin, ancak Allah’ın adı ve sıfatları ile geçerlik kazanır. Bu gelenek de Tevrat!tan alıntıdır. (Tevrat, “Tesniye”, 20/20).
29. Kuran’a göre, Allah’a şirk koşmanın cezası çok ağırdır. (Nisa suresi 48 ve 116.ayetler). Bu inanç, Tevrat’ta da bulunmaktadır. (Tevrat, “Çıkış”, 22/20, “Tesniye”, 17/2-7).
30. Yol kesenlere ve dine göre terör sayılan hareketlere katılanlara ve yer yüzünde fesat çıkaranlara Islamiyet’ten önce de ağır cezalar verilirdi. Kuran’a da bu adetlerden alıntı yapılmıştır. (Kuran, Maide Suresi, 33,ayet; İbn-i Habib, Muhabber, 327).
31. Dicle ie Fırat’ın çok önemli iki nehir oldukları da Kuran’a Tevrat’tan yapılmış bir alıntıdır. (Dicle ve Fırat hikayesi için kaynakça: Tevrat, “Tekvin” Bölümü, 2/13-14; Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, No:1551; Buhari-Müslim, el-Lü’lüü ve’l Mercan, No: 103; Buhari, Bed’ü’l Halk, 6; Menakıb-ı Ansar, 42; Eşribe, 12; Müslim, İman, No:164, Cennet, No:2839 ve diğer hadis kaynakları).
Burada, Tanrı’nın hem Tevrat’ta, hem de Kuran’da aynı nehirlere önem vermesi dikkat çekicidir. Dicle ile Fırat Ortadoğu bölgesi için önemlidir ama, örneğin Amerika kıtasında yaşayan insanlar için önemliş değildir. Onlar için Missisippi nehri daha önemli olmasına rağmen, Tevrat ve Kuran’da ne Missisippi, ne de Amazon gibi diğer önemli nehirlerden bahis yoktur. Tanrı’nın peygamberleri, doğadan örnekler verirlerken, her seferinde Orta Doğu coğrafyasını esas almışlardır. halbuki, madem ki İslam dini evrenseldir, ve o ki ille de onun kutsal kitabında bir dağ ya da nehir işleniyorsa, o zaman dünyanın her coğrafyasından bunlar için örnekler verilmesi gerekmez miydi?
32. Nuh Tufanı efsanesi de Kuran’ın birçok ayetine Tevrat’tan alınmıştır. Aslında, bu efsane, Tevrat’a da Sümerlerin çok tanrılı dininden gelmiştir. 1862’de Nineva-Musul’da bulunan bir Sümer tabletinde Nuh Tufanı anlatılmaktadır. (Bkz. Kuran Incil ve Tevrat’ın Kökeni)
(Kaynak: Arif tekin, Kuran’ın Kökeni, Analiz Basım Yayın Uygulama Ltd. Şti., Birinci Basım, Mayıs 2000.)
KUR’AN’A VE MUHAMMED’E GÖRE TÜRKLER İSTESELER DE MÜSLÜMAN OLAMAZLAR
“Tevrat”ın Tanrı”nın son derece “ırkçı” olduğunu hmen herkes bilir. Kimi araştırmacılar, bu “Tanrı”daki özelliğin, Yahudilik için “yararlı” olduğunu da savunurlar. Ne var ki, şu da gerçek: Bugün, “yahudiler”in sergiledikleri tüyler ürpertici ve insanlık dışı acımasızlıklarda , Tevrat’taki “Tanrı”nın(Yehova) ilkel, katı bir ırkçı oluşunun payı az değildir.
“KITALUT-TURK” HADISLERINDEN…
“Müslümanlar, Türklerle kesin öldüreşecekler.”
Kur’an’ın “Tanrı”sının ırkçılığı
Tevrat’ınkinin “ırkçılığı”nı herkes bilir de, “Kur’an’ın Tanrı’sı”nın “ırkçılığı”nı çoğu kimse bilmez. Ve kimi “iyi niyetli aydınlar” bile; Kur’an’ı ve “Tanrı”sını “evrensel” sanır. Oysa, Kur’an’ınki, Tevrat’ınkinin bir çeşit “kopya”sıdır. Bunu, bu “Tanrı”nın “İsrailoğulları”nı nasıl tanıttığından bile anlamak mümkün:
“En üstün toplum, İsrail toplumu”
Buna, kimileri şaşacaklar. Ne ki, bir gerçek. İşte ayetler:
Kur’an’ın “Tanrı”sı, tıpkı, Tevrat’ın “Tanrı”sı “Yehova” gibi, iki yerde, aynen şöyle seslenir:
“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi dünyalara üstün kıldığımı hatırlayın.” ( Bakara, ayet: 47, 122. Diyanet çevirisi.)
Bir yanda İslam dünyasındaki “yahudi düşmanlığı”, öbür yanda da, Kur’an’daki “Tanrı”nın “İsrailoğulları”na böyle seslenişi… Bir çelişkidir bu. Bunu da geçelim.
Arap toplumundan başkası “muhatap” değil
Kur’an’da birçok şeyler anlatılır. “Kaynaklar”ı biliniyor bugün. Ama “Tanrı”dan diye sunulur. Bu “Tanrı”yla “insanlar” arasında, daha doğrusu, “zaman”ına göre “bir kesim insanlar”, “bir toplum” ya da “bir toplumun kesimi” arasında da bir “elçi”. “Tanrı Elçisi” diye sunulur. “Peygamber” deniyor. Kur’an’da anlatılan o ki, “Tanrı” şu açıklamayı yapmakta:
“Biz her peygamberi, kendi toplumunun diliyle gönderdik. İlle de böyle yaptık ki, o toplumdan olanlara anlatabilsin.” (Iibrahim suresi, ayet: 4.)
Demek ki, Kur’an’a göre, “Tanrı’nın elçisi”nin bir “toplum”u var. “Elçi”, “ırk”ından geldiği bu “toplum”la “Tanrı” arasında yapar aracılığını. Ne iletecekse bu “toplum”a ve “kendi diliyle” iletmekle yükümlü. Kur’an’da anlatılan bu. Yine buna göre; Muhammed de bu yükümlülüğü taşımakta. Onun da bir “toplumu” var ve o da “Tanrı”sıyla bu “toplum” arasında “aracı”.
“KITALUT-TURK” (“TÜRKLERLE ÖLDÜRÜŞME”) HADİSLERİNDEN.
“Sonunda Türkler kesilecekler…(Ebu DAvud, Kitabu’l-Cihad/9, hadis no:4305.)
Kur’an’ın bütünü içinde, Muhammed’in “kavm”ından, yani “toplum”undan “Tanrı vahiyleri”ni, bu “toplum”a iletmek zorunda olduğundan, bunu yaptığından söz edilir. Muhammed’in “toplum”u, “Arap toplumu”dur. Öyleyse “muhattap” da bu toplumdur. Kur’an, kendi deyimiyle “Arapça”, seslendiği kesim de, “Araplar”.
Ama “Araplar”ın da tümü değil; yalnızca “bir kesimi”. Korkutma yalnız “Mekke ve çevresi”ne
Ayetler çok açık. “Kur’an”la yapılan “uyarı”ların, “korkutma”ların, “Mekke” (Ümmü’l-Kura) ve “çevresi”ne yönelik olduğu, En’am suresinin 92., Şura suresinin 7. ayetinde, kuşkuya yer bırakmayacak bir açıklıkla anlatıyor. Evet, Kur’an’ın “muhatab”ı, “Mekke ve çevresi”dir yalnızca. Bugün kendilerini müslüman sayan öteki toplumlarda hiçbirisinin, bu kapsamda yeri yoktur. Knou, bu denli açık.
Muhammed’in “tüm insanların peygamberi”, Kur’an’ın da “tüm insanlara yönelik” olduğunun anlatıldığı ayetler de var. Kur’an’daki nice çelişkilerden biridir bu. Ama, “kendisine açıklama yapılan toplum”un “Arap toplumu”, bu toplum içinde de yalnızca “Mekke ve çevresi”nin ( hem de o zamanki) “halk”ı olduğu da bir gerçek. Başka toplumlardan, bu arada “Türkler”den “müslüman” olanlar olmuş; daha doğrusu kendilerini “müslüman” saymışlar; ama Kur’an’ın hangi toplumu “müslüman” saydığı önemli.
Özellikle “Türkler” için “hadis”ler vardır. Türkler için hiç de iyi şeyler söylemeyen bu hadisler, örnek ve yürekli bilim adamı Prof. Dr. İlahn Arsel’in “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” adlı kitabında çok çarpıcı biçimde yer almakta. ( Bkz. İstanbul, 1987, İnkılap Kitabevi, s. 18 ve öt.)
Muhammed’in Türk düşmanlığı
Kendilerini “müslüman” sayan “Türkler”i Muhammed, “müslüman” saymak şöyle dursun; “düşman” diye ilan etmiştir. İslam dünyasında en sağlam kabul eidlen hadis kitaplarında da bu var. Başlı başına bir bölüm olarak. Bölümün adı da çok ilginç: “Kıtalu’t-Türk”. Anlamı da: “Türklerle öldürüşmek(savaş)”. Buhari’de, Ebu Davud’da ve Tirmizi’de bölümün adı bu. ibn Mace’de “Babu’t-Türk”, yani “Türkler Bölümü”. Müslim’deyse, “Kıyamet alametleri” arasında yer alıyor.
Muhammed, “Peygamberliğinin bir kanıtı” olarak, gelecekten haber verirken, “Kıyametin bir alameti” olarak “Türklerle nasıl çarpışılacağını, “müslüman”ların, “Türkleri nasıl öldürecekleri”ni de anlatıyor. Hem “Türk” diye ad vererek, hem de “tarif” ederek, yüzlerinin, gözlerinin, burunlarının, derilerinin, renklerinin nasıl olduğunu anlatarak. Anlaşılan o ki, Türkler konusunda kendisine bir takım bilgiler verilmiş. Muhammed’in anlatmasına göre, “Türklerle öldürüşme”, taa “Kıyamet”e dek söz konusu. Kıyametin bir alameti” olarak da “müslümanlar”, yeryüzündeki “Türkleri öldürüp temizleyecekler”. Yoksa “kıyamet kopmayacak”.
İşte hadislerden bir kesim:
– Müslümanlar, Türklerle öldürüşmedikçe, kıyamet kopmayacaktır. Yüzleri kalkan gibi, üst üste binmiş(kalın) derili olan bu toplumla…. kıl giyerler.”( Bkz. Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’l-Fiten/62-65, hadis no:2912; Ebu Davud, Sünen, Kitabu’l-Melahim/9 Babun fi Kıtali’t Türk, hadis no: 4303; Nesei, Sünen, Kitabu’l-Cihad/Babu Gazveti’t-Türk…)
-“Siz (müslümanlar), küçük gözlü, basık burunlu, yüzleri kalkan gibi, derisi üst üste binmiş olan toplumla öldürüşmedikçe kıyamet kopmayacaktır.” (Buhari, e’s-SAhih, Kitabu’l-Cihad/96; Müslim, e’s-Sahih, kitabu’l-Fiten/62 hadis no: 2912; Ebu DAvud, Sünen, hadis no: 4304; Tirmizi, h. no: 2251; İbn Mace, h. no: 4096-4099)
X
MUHAMMED VE ARKADAŞLARI KURAN’I NASIL HAZIRLADILAR?
Kendisini Tanrı-varsa eğer- elçisi olarak ilan eden Arabistan’ın Kureyş Kabilesi’nden Muhammed’in, okur-yazar olmayan birisi olduğuna inanılır. Islamiyetin kitabı Kuran’ın, Tanrı-varsa eğer- tarafından gönderildiğini savunanlar, okur-yazar olmayan birisinin nasıl kitap yazabileceğini sorarak, Kuran’ı Muhammed’in yazmadığını güya savunmaktadırlar.
Muhammed’in okur-yazar olması ihtimali de var.. Muhammed, okur-yazar olmasa bile, kör ya da sağır da değildi ve kendisine “anlatılanlar”ı Kuran’a koyacak kadar becerikli idi.. Kendisine kimler yardımcı oluyordu hazırladığı kitap için.
Turan Dursun’un “Din Bu” adlı kitap serisinin dördüncü cildinde, Bel’am, Yaiş, Addas, Yessar, Cebr ve Iranlı Selman (Farisi) ve İman adındaki yardımcılarından söz edilir. Bunlardan Bel’am, Yunanlı bir köleydi. Yaiş ve Cebr (Yemenli) de birer köle idiler.
Ilhan Arsel’in Şeriat’tan Kıssalar adlı kitabının önsözünde de Muhammed’in diğer öğreticileri/yardımcıları olarak Bahîra, Verkâ ve Abdullah Ibn-i Selâm’ın adları geçer.
Muhammed katiplerini genellikle Yahudilikten ya da Hristiyanlıktan dönme ya da İbranice ve Süryanice bilen kişilerden seçerdi. Bu dillere vakıf değil iseler, öğrenmelerini isterdi. Örneğin, Hicret’in dördüncü yılında katiplerinden Zeyd bin Sabit’e Yahudi yazısını öğrenmesini söylemiştir.
Söylendiğine göre, en ziyade yararlandığı kimselerin başında, Hristiyanlıktan dönme Selman-ı Farisî ile, Yahudilikten dönme Abdullah İbn-i Selam gelirdi. Siyer’in yazarları İbn-i İshak, İbn Hişâm ve Tabakat yazarı İbn-i Sa’s gibi (ya da benzeri) kaynakların bildirmesine göre, Selman-ı Farisî, Iranlı bir “Mecusî” iken çok genç yaşta Hristiyanlığı kabul ederek Suriye’ye gelmiş, daha sonra Bedevîler tarafından esir alınıp bir Yahudi’ye satılmış ve onun tarafından Medine’ye getirilmiştir. Kölelikten kurtulmak için Muhammed’e başvurup da onun tarafından satınalınmasıyla İslam’a girmiş ve azad olmuştur. Hristiyan ve Yahudi dinlerini en iyi bilen birisi olarak Farisi, Muhammed’e sadece din konusunda değil, yönetim ve savaş konusunda da Muhammed’e yardımcı olmuştur. Hendek Savaşı olarak bilinen savaşta, Muhammede’e hendek kazılmasını öneren kişinin Farisi olduğu söylenir.
Abdullah İbn-i Selam’a gelince, Tevrat’ı en iyi bilen yahudi’lerden birisiydi. Muhammed’in Medine’ye hicretinden sonra Islamiyete girmiştir. Tevrat konusunda, Muhammed’e en fazla bilgi verenlerden biri olduğu kabul edilir. O kadar ki, Muhammed onu, muhtemelen bu yardımlarından dolayı, “Cennetlik olan on kişinin onuncusu” olarak tanımlamıştır. (Bkz. Sahih-i Buhari … c.IX, s.81, ve c.X, s.25 vd.)
Muhammed bu kaynaklardan aldığı bilgileri, kendi günlük siyasetine uyduracak şekilde değişikliklere sokmuştur. Ancak, bunu yaparken, “kıssa”ları (masal ve hikayeleri) bir teviye ya da belli bir sıra ve silsile esasına göre değil, fakat Kuran’ın çeşitli surelerine ve bu surelerin ayetlerine dağıtmıştır. Bazılarını da hadis olarak ifade etmiştir.
Kuran’ın okur-yazar olmayan Muhammed tarafından hazırlanması bu şekilde mümkün olmuştur.
Ne var ki, Muhammed’in Kuran’ı, daha sonra bizzat halife Ebu Bekir tarafından yaktırılmış ve sonra da değişikliklere uğramıştır.
Muhammed, Allah’in-varsa eğer- sözü olduğunu iddia ettiği Kuran’i nasil ve kimlerle yazdi. Hristiyanlik, Musevilik, tarih ve efsanelerden alintilar yaparak celiskilerle dolu Kuran’i nasil yaratti
Kuran Nasıl Yazıldı? Muhammed’in Öğretmenleri mi? Bel’am, Yaiş, Addas, Yessar, Cebr, Iranlı Selman
Konuya iliskin Kur’an ne diyor?
Kur’an’daki “Tanrı”, her zamanki gibi ant içerek açıklama yapıyor:
“And olsun ki biz, onların:’O’na (Muhammed’e) bir insan öğretiyor kesinlikle.’ Dediklerini biliyoruz. Savlarını dayandırdıkları kimsenin dili yabancıdır. Buysa (Kur’an), apaçık bir Arapça’dır.”(Nahl, ayet:103)
Bundan sonraki ayetlerde, “inanmayanlar” korkutuluyor, “yalancı, iftiracı” olarak nitelendiriliyor ve “işkenceli bir ceza”yla cezalandırılacakları bildiriliyor.
Yukarıdaki ayette, Muhammed’e öğreticilik ettiği söylenen kimsenin, “Arap olmadığı, yabancı olduğu” belirtiliyor.
Yunanlı Bel’am, Yaiş..
Kimilerine göre, Muhammed’in öğretmeni, bir Yunanlı köleydi. Bel’am adında bir köle.
Ibn Abbas anlatıyor:
“Peygamber, Mekke’de köle olan birine öğretimde bulunuyordu. Yabancıydı. Puta tapardı. Adı da Bel’am’dı. Peygamberin yanına girişinde ve çıkışında putataparlar görüyorlardı. ‘Muhammed’e her şeyi öğreten Bel’am’dır..’ diye konuştular.” (Bkz. Taberi, Cami’ul-Beyan, 14/119)
Ya da Yaiş’ti üzerinde durulan köle. Bel’am için söylenen, Yaiş için de söyleniyordu. “Yaiş, Muhammed’e öğretmenlik yapıyor” deniyordu. (Bkz. Aynı yer)
Ya da, Muhammed’e öğreticilik eden köle, Cebr’di. (Bkz. Aynı yer)
Ya da, Yemenli CEBR, YESSAR, ADDAS.
“Hadrami’lerin iki genç köleleri vardı. Yemen halkından olan bu iki köleden birinin adı Yessar, öbürünün adı Cebr’di” diye aktarılır. Bu iki kölelerin sahiplerinin tanıklığı şöyle:
“Bizim iki genç kölemiz vardı. Kendi dilleriyle kitaplarını okurlardı. Peygamber de bunlara uğrar, durup bunları dinlerdi. İşte bunun için, putataparlar, ‘Muhammed, bunlardan öğreniyor..’ dediler.” (Taberi, 14/119)
Fahruddin Razi’nin yer verdiği aktarmada, bunların yanında bir üçüncü köle daha var: Huvaytıb’ın kölesi Addas. (Bkz. F.Razi, tefsir, 24/50)
Görülüyor ki, ister Yunanlı, ister yemenli olsunlar, kölelerin Muhammed’le ilişkilerine bakışlar değişik açılardan:
Müslümanların bakışları ve savları başka, “putatapar” dedikleri inanmazların bakışları ve savları başka.
Müslümanlardan kimine göre: Muhammed’le köleler arasında bir “öğretme ve öğrenme” ilişkisi vardı, ama öğreten Muhammed’di, öğrenenlerse köleler. Inanmayanlara göreyse bunun tam tersi gerçekti. Yani, öğreten kölelerdi. Muhammed’se öğreniyordu onlardan.
Müslümanlardan kimine göre de, aradaki ilişki, “okuma ve dinlenme” ilişkisini geçmiyordu. Köleler, kutsal kitaplarını kendi dillerinde okuyorlar, “peygamber” de “dinliyordu” yalnızca.
Müslümanların bu savları karşısında şu soru yanıtsız kalıyor:
“Dillerini bilmiyordu”ysa, Muhammed’in bu köleler arasındaki sürekli işi neydi? Ve kendi dilleriyle okuduklarını Muhammed’in dinlemesinin ne yararı oluyordu?
Kısacası, müslümanların savları, akla sığacak türden değil.
Iman nereli?
Muhammed’in kendisinden bir açıklaması bu konuda oldukça ışık tutucu:
“Iman, Yemen’lidir.”
Bu hadis, Buhari’nin “e’s-Sahih”inin de içinde bulunduğu en sağlam kabul edilen hadis kitaplarında yer almıştır. Hadis’e göre, “hikmet (bilgi, bilgelik) de Yemen’lidir.” Dahası: “Fıkıh da Yemen’lidir,” hadise göre. (Bkz.Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Meğazi/74; Tecrid, hadis no:1362; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’l-Iman/81-91, hadis no:51-52, ve öteki hadis kitapları.)
Bu hadis, incelemecilere göre, sağlamlığın en yüksek basamağında olan “mutevatır hadis”ler arasındadır, ve peygamberin arkadaşlarından onbir kişi tarafından aktarılmıştır. (Bkz.Ebu’l-Feyz Muhammed, Lukatu’l-Lai’l-Mütenasire Fi Ahadisi’l-Mutevatıre, Beyrut,1985, s.42-43,hadis no:10)
Kimi yorumcu, buradaki “Yemen”i, birtakım zorlamalı yorumlarla, “Mekke ve Medine” olarak göstermeye çabalar. (Bkz.Tecrid,1362 no.lu hadis,Kamil Miras’ın izahı.) Ne var ki, hadisin kimi aktarılışında “Yemenliler”den de açıkça sözedilir. Yani, buradaki Yemen, coğrafyada herkesin bildiği Yemen’dir.
Demek ki, bu hadise göre, “imanı”yla, “hikmet”iyle ve “fıkh”ıyla (buradaki ‘fıkh’, sözlük anlamında olmalı) Islam, yabancı kökenlidir, “Yemen”lidir.
“Muhammed’e öğreten, Iranlı Selman’dır ya da..” (Selman Farisi).
Kimileri de, Nahl Suresi’nin 103.ayetinde sözü edilen yabancının, Iranlı Selman olduğu görüşünde.(Bkz. Taberi,aynı yer.)
Sonradan Müslüman kimliğiyle ortaya çıkan ve müslümanlar arasında büyük ün kazanan Selman’ın, Muhammed’le son derece sıkı bir ilişki ve işbirliği içinde bulunduğu, herkesçe biliniyor. “Müslüman” olması, Selman’a çok şey sağlamıştır. En başta, özgürlüğü, yani, “kölelikten kurtulma”yı. Sonra da ünü, saygınlığı ve maddi, manevi çıkarları..
Ya da, sözü edilen “yabancı”, önc Müslüman olup sonra Islam’ı bırakan bir “vahiy katibi”dir.
Bunu ileri sürenler de var. (Bkz. Taberi, aynı yer)
“Vahiy katibi”nin başına gelenler:
Adam, önce müslüman olmuştur. Selman gibi o da Muhammed’le işbirliği halindedir. Ama sonra ne olursa olur, bırakır Islam’ı. Ve bir de açıklama yapar:
“Muhammed’e ben öğretiyordum, ve benim öğrettiklerim Kur’an’a vahiy olarak yazılıyordu..”
Sonra, adam ya öldü, ya da öldürüldü. Ölüsüne gelince, bir türlü gömüldüğü yerde kalmıyordu. Muhammed’in adamları şunu yayıyordu:
“Bu olay, Tanrı’nın gazabının yansımasıdır. Adam, Tanrı’yı çok öfkelendirdi. Şimdi durum ortada. Gömülüyor, toprak da kabul etmiyor, edemiyor, Tanrı’dan korkuyor. Onun için de kafiri, mezarının dışına fırlatıyor. ‘Ibret almak’ gerek..”
Gerçekten de adam gömülüyordu, ama, birkaç gün sonra, sabahleyin bakılıyordu ki, adam mezarın dışında. Birkaç kez olmuştu bu.
Muhammed’in arkadaşlarından Enes (Malik Oğlu), çok sonra, şöyle anlatacaktır olayı:
“Bir adam vardı. Neccaroğullarından..Hristiyan’dı, Müslüman olmuştu. Bakara ve Ali İmran surelerini okumuştu. Peygambere de vahiy yazıyordu. Sonra, yeniden Hristiyan oldu ve kaçıp Hristiyanlara katıldı. ‘Ben ne öğretip kendisi için yazdımsa, Muhammed yalnızca onu bilir, başka bir şey bilmez,’ demeye başladı.” (Bkz.Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l Menakıb/25,c.4,s.181-182;Tecrid, hadis no:1477)
Enes’in anlattığına göre, Tanrı adama öfkelenmiş, boynunu kopararak öldürmüş. Hristiyanlar, gömmüşlr adamı. Ama sabah bakmışlar, ölüsü ortada. Ve kefensiz. Hristiyanlar, “Muhammed adamları kefenini soymuş, kendisini de işte böyle ortada bırakmışlar..” diye konuşmuşlar. Adamı bir daha gömmüşler. Bu kez biraz daha derince. Ertesi gün sabah yine aynı durum. Sonra aynı konuşmalar. Sonra yeniden ve daha derine gömme. Sonra aynı durum ve aynı yorumlar. Bir kez daha ve derince gömme. Aynı durum. Bakmışlar ki bu böyle sürüp gidecek, adamı gömmekten vazgeçmişler artık.
Bu adamın söylediğini söylemiş, yani “ben ne diyorsam, ne yazıyorsam o vahiy oluyor..” demiş, muhammed’in “Tanrı’dan falan vahiy almadığını” söyleyerek, Islam’ı bırakmış birisi daha vardı: Ebu Serh Oğlu Sa’d Oğlu Abdullah. Ama , onun başına yukarıdaki olay gelmedi nedense..Muhammed tarafından idamına karar verilmişti. Ne var ki, Halife Osman’ın süt kardeşiydi. Ve Osman’ın araya girmesiyle, bağışlandı. Sonra, Mısır Valisi bile oldu. (Ölm.656-657. Bkz. Islam Ansiklopedisi.)
Ayetteki Cevap
“Muhammed’e ögreten Tanrı değil, insandır..” diyenlere, ayette verilen cevap ne ölçüde doyurucu?
Cevap, yukarıda verilen ayetin anlamında da görüleceği gibi şöyle:
1) Muhammed’e öğrettiği söylenen kişi, Arab değildir, yabancı biridir.
2) Kur’an’sa apaçık Arapça’dır.
3) Öyleyse, Muhammed’e sözü edilen kisi ögretmis olamaz.
Oysa, Arapça’yı bilen yabancı biri de Muhammed’e “eskilerin söylencesi”nden, “Tevrat”tan, “Incil”den, başka “kutsal metin”lerden birtakım “bilgiler” verebilirdi. Ileri sürülen de bu. Muhammed, aldığı bilgileri, Arapça kalıplara döküp, kendi uslubu içinde sunmuş olamaz mıydı? Kaldı ki, “apaçık Arapça” diye nitelenen Kur’an’da; Yunanca, Süryanca, Ibranca, Koptça.. gibi dillerden birçok sözcük bulunduğunu, müslüman incelemeciler bile örnekleriyle yazıyor. (Bkz. Suyuti, el Itkan Fi Ulumi’l-Kur’an, Arapça, Mısır, 1978, 1/178-185)
Kur’an’da bu denli değişik yabancı sözcüklerin bulunması da “Muhammed’e yabancının (ya da yabancıların) bilgi verdiği, öğrettiği” yolundaki savı desteklemez mi?
Muhammed’e bir yabancının ya da yabancıların yanında, bir ya da birkaç Arap da ögretmiş olabilir.
Islam için çok önemli bir kaynak, “Müseyime”dir.
Müseylime, müslimcik demektir. Müslümanlar, onu küçümsemek için böyle demişler, ayrıca da “kezzab” yani “çok yalancı” demeyi uygun görmüşlerdir. Müslümanların bir sövgüsüdür bu. Anlaşılıyor ki, onun kendi adı “Müslim”di. Bu adı taşımış olması çok önemlidir. “Islam” ve “müslim” sözcüklerinin kaynağına götürür niteliktedir.
Müslümanlarca sövülen, aşağılanan bu kişiye, “Rahman”, “Yemame Rahmanı (Yemameli Rahman” da deniyordu. Yani adam aslında böyle ünlüydü. Bu da çok ilginç.
Bir başka ilginç olan da, Mekke’lilerin, Muhammed’e söyledikleri şu sözler:
“Bize ulaşan bilgiye göre, sana öğreten (Tanrı değil), Yemame’deki şu adamdır. Rahman denen adam. Tanrı’ya ant içerek söyleriz ki, biz Rahman’a inanmayız.” (Bkz. Ibn Ishak, Siyer, tahkik ve ta’lik: Muhammed Hamidullah, Arapça, Konya, 1981, s.180, fıkra: 254)
Mekkeli’lerin bu söyledikleri nedensiz miydi?
Müseylime, daha doğrusu “Müslim”, bir başka adıyla “Rahman”, Yemame’nin Hanifeoğulları kabilesindendi.
Ilgiç üç ad: “Müslim”, “Hanife”, “Rahman”.Bu adlar, hele ilk ikisi bir araya gelince daha da ilginçlik kazanıyor: Kur’an’da islam inanırlarının, “müslim”lerin “ad babası” olarak tanıtılan Ibrahim (bkz.Hacc,ayet:78) için hem “Hanif” hem de “Müslim” denir. (Bkz.Bakara:135; Ali Imran:67,95; Nisa:125; En’am:161; Nahl:120,123.) “Peygamber” olarak yer alan Ibrahim, kısa anlamı ile “yıldız tapımı” demek olan Sabiilik Dini’nin “peygamberi”ydi. Islam kaynaklarından yaptığım incelemelerden vardığım sonuç bu. Muhammed de ilk ortaya çıktığında Sabii olarak niteleniyordu. (Bkz.Buhari,e’s-Sahih,Kitabu’t Teyemmüm,/6,c.1,s.89) Sabii’liğin dili Süryanca’ydı. “Allah”, “Kur’an”, “Furkan”, “kitab”, “melek” ve daha bir çok sözcük gibi “Islm”, “müslim”, “hanif”, ve “Rahman” da bu dilden geliyordu. (Bkz.Aziz Günel,Türk Süryaniler Tarihi,Diyarbakır,1970,s.46-48;Suyuti el Itkan,1/180-184;Doğubilimci Arthur Jeffery,The Foreign Vocabulary of the Quran,Kahire,1938,s.12 ve ötk.)Yine benim incelemelerimden vardığım sonuca göre: Yıldız tapımı, “Sabiilik” adı altında, Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerine de kaynaklık eden bir din olarak kurumlaşırken, özellikle Ortadoğu’da “Müslimler”I ve “Hanifler”i içine alıyordu. Önce, “Müslimler” vardı, sonra “Hanifler” kolu meydana geldi. Ibrahim, bu kolun “peygamberi”ydi. Işte, “Yemame Rahmanı” diye ünlü “Müslim (Müseylime)” ve ondan çok şey öğrendiği anlaşılan Muhammed de bu kola bağlıydı. (Sabiilik konusunda geniş bilgi için, bkz.Eren Kutsuz-Turan Dursun, ‘Saçak Dergisi’, Subat 1988, sayı 49.)
Yemame Rahmanı, Muhammed’in yararlandığı kaynaklardan yalnızca biri olabilir.
Yukarıda adı geçenler ve daha başkaları, tek tek de, tümü birden de Muhammed’in “öğretmenleri” olabilirler. Furkan sures’nin 4.ayetine göre, Muhammed’in yardımcılarından, yani öğretmenlerinden “kavm”, yani “topluluk” diye sözedilmistir. Bu ve bunu izleyen iki ayetin anlamı şöyle: (Diyanet’in resmi çevirisi)
“Inkar edenler, ‘Bu Kur’an, Muhammed’in uydurmasıdır. Ona başka bir topluluk yardım etmiştir.’ Diyerek haksız ve asılsız bir söz uydurdular. ‘Kur’an öncekilerin masallarıdır. Başkalarına yazdırılıp, sabah akşam onu okunmaktadır’ dediler. Ey Muhammed, de ki: ‘O’nu göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir.” (Furkan, ayet:4-6)
Buna göre, Kur’an’ın “uydurma” olduğunu söyleyenler, şunları da söylüyorlar:
1)Muhammed’e bir topluluk yardımcı oluyor,
2)Muhammed, Kur’an ayetlerini, başkalarından alıp yazdırıyor,
3)Muhammed’e sabah akşam okunuyor
4)Ayetler, “eskilerin masallarından” oluşuyor.
Buna karşılık, Kur’an’ın cevabı şudur:
“Yalan ve haksızca iddia. Kur’an’ın ayetlerini Tanrı indirmiştir. O, göklerin ve yerlerin gizini bilir..”
Hars Oğlu Nadr, Muhammed’in kendisini “Tanrı’nın elçisi”, yani Tanrı’yla insanlar arasında yer almış, Tanrı’nın bildirilerini insanlara iletme görevini üstlenmiş biri olarak tanıtmaya yöneldiğinde, ve “Kur’an ayetlerini” sunması karşısında Mekkelileri uyarma yoluna gitmişti. Ve şöyle demişti:
“Sakın inanmayın bu adama. ‘Tanrı’dandır’ diye ileri sürdüklerinin tümü, eski masallardır. Ben size, onunkilerden daha güzellerini söyleyebilirim..” Iran krallarına, Iran’lı masal kahramanlarına ait söylencelerden örnekler aktarabileceğini söylüyor, anlatıp duruyordu Nadr.(Bkz. Taberi, Camiu’l-Beyan,18/137-138)
Nadr, haklımıydı? “Eskilerin masallarından” varmıydı Kur’an’da?
Bilindiği gibi,Kur’an’da “kıssa” denen birçok öykü var. Bir çoğu; başta Tevrat; Yahudi kaynaklarında, kimileri Incil’lerde yer alır. Incelendiğinde görülür ki, bunların bir kısmı, Tevrat’tan da çok önceki çağların söylencelerinde aynen var. Örneğin, “Nuh Tufanı”na ilişkin öykü, “Gılgamış Destanı”nda hemen hemen aynıdır. Daha başka örnekler de verilebilir.
Mekke’de, Medine’de ve çevrelerinde çeşitli din ve inançların inanırları vardı. Çeşitli toplumların “söylenceleri”ni, “kutsal metinler”ini bilenler az değildi. Muhammed’in özgürlüklerini söz verdiği ve işbirliği yoluna gittiği kölelerden de bu nitelikte olanlar bulunduğu biliniyor. Daha önce adlarına yer verilen Bel’am, Yaiş, Yessar, Addas, Cebr, Iran’lı Selman..da bunlardan.
Bunların ya da başkalarının, Kur’an’ın oluşması için Muhammed’e yardım etmiş, öğretmenlik etmiş olmalarını düşünmek akla uzak değil. Aklın ve mantığın kabul edemeyeceği şey, “Tanrı’nın, insanlara gökten mesaj göndermesi” ve bunun için şu ya da bu insanı aracı olarak seçmesidir. Bunu insan aklı değil, ancak, akılla ilgisi olmayan “iman” kabul eder.
Not: Muhammed’in Kur’ani hazirlarken istifade ettigi ve Islamiyet’e koydugu eski Arap gelenekleri ve âdetleri hakkinda bilgi almak icin buraya tiklayiniz.
Kaynakça:
Turan Dursun, Bir Tabu Yıkılıyor, Din Bu kitaplar serisi ve Arif Tekin, Kur’an’ın Kökeni.
X
Kuran’ın Orijinalleri Yakıldığı İçin Şimdi Yok
Kuran’ın ilk orijinali: Küçük taşlar, deri, ağaç parçası, kemik gibi çeşitli nesnelere yazılıydı. Yakıldı.
Kuran’ın ikinci orijinali: Ebubekir döneminde yapılan derleme. Yakıldı.
Kuran’ın üçüncü orijinali: Osman döneminde oluşturulan “azmalar”.Bunlar da dünyanın hiç bir tarafında yok.
Yapılan inceleme ve aktarmalarla görülen o ki: Muhammed’in “vahiy katiplerine yazdırdığı” bildirilen “Kuran”ın ne “aynı” ne de “tümü” eldeki Kuran’da. Halife Mervan kendi gerekçesini şöyle açıklar; “Onda yazılı olanlar, Osman tarafından yazdırılan Mushaflara geçmiştir. Artık ona gerek kalmamıştır. Yakılıp yok edilmeseydi, zamanla kuşkulara yol açılabilir, ondan alınarak yazılan Mushaflar çevresindeki kuşkuları önlenemeyebilirdi. Bundan korktum, o nedenle yaktırdım.”(Kaynak: İb Ebi Davud, Leiden 1937, yay.,s.243-Suphi e’s-Salih Mebahis Fi ulûm-il Kuran).
Kuran nasıl derlendi?
Kuran ayetleri bugünkü biçimi ile yazılıp bir araya getirilmiş değildi. Hadislerde peygambere vahiy olan ayetler çeşitli nesneler üzerine yazılıydı; hepsi de dağınık durumdaydı. Ayetler “Lihaf” (küçük taşlar), “Rıka” (deri ağaç yaprağı, bir çeşit kâğıt), “Ektaf” (deve ve koyun kemikleri), “Usub” (agaç parçası” gibi nesnelere yazılmıştı
Yitip gitmesin diye tümünü bir araya getirme çabasına ilk kez Halife Ebubekir döneminde gerek duyuldu ve bu çabalar gerçekleştirildi.
Bir aktarma da “bunların tümünün peygamberin evinde, bir arada bulunduğu ve dağınıkken bir araya getirip, içinden eksilen olmasın diye ortasından iple bağlanmış olduğu” da açıklanır.
Buhari’nin yer verdiği bir hadise göre; “dinden dönüş” (ridde) olayları ve bu olaylar nedeniyle savaş hali vardı. Kuran’ı ezber etmiş kişilerin bir bölüğü ölmüştü. Ölenlerin sayısı artabilirdi, bunların tümü ölüp gitmeden Kuran’ın orada burada yazılı ayetleri derlenmeli, tümü bir kitap haline getirilmeliydi. Hattaboğlu Ömer durumu ve konunun önemini Halife Ebubekir’e anlattı. Ayetlerin derlenmesini önerdi. Halife başlangıçta pek doğru bulmamıştı bu görüşü.
“Peygamberin yapmadığı şeyi yapmak nasıl doğru olabilirdi?” diye düşünüyordu. Ömer direndi ve önerisini kabul ettirdi. işin gerçekleşmesi için de Zeyd Ibn Sabit’e görev verildi. Zeyd “Ebubekir bana ‘Sen akıllı bir gençsin. Peygambere vahiy yazdığın için senin başaracağına güveniyorum. Araştır ve topla Kuran ayetlerini’ dedi, Tanrıya ant içerek söylerim ki, dağlardan bir dağı yükleyip taşımayı önerseydi, buyurup verdiği görev kadar bana ağır gelmeyecekti. Yani Kuran’ı
derlemek kadar.” diyor ama sonunda görevi kabul ettiğini söylüyor ve işi nasıl yaptığını şöyle dile getiriyor:
“Kuran (ayetlerini) derlemeye koyuldum. Hurma dallarından, küçük taşlardan ve kişilerin ezberlerinden izleyip derledim. işin sonunda, Tevbe (Beraat) suresinin sonunu, Ebu Huzeymetu’l-Ensari’de buldum. Ki, başkasında bulamamıştım bu parçayı”. Zeyd, bu parçanın Tevbe Suresinin sonundaki ayetleri (128 ve 129.ayetleri) oluşturduğunu açıklıyordu
Böylece Zeyd, Kuran ayetlerini derleme işini yaparken iki kaynağa başvurmaktaydı: Ayetlerin yazılı olduğu nesneler (ağaçlar, taşlar..) ve ezber bilenlerin bellekleri.
Ebubekir döneminde yazılan Kuran için başvurulan ezbercilerin başka deyişle hafızların sayısı Müslümanlar arasında tartışmalıdır. O döneme ilişkin kaynaklardan Buhari’nin “e’s-Sahihi”nde yer alan üç hadisten anlaşıldığı kadarıyla Kuran’ın tümünü ezberleyenlerin en iyimser rakamla 7 kişi olduğu kabul edilebilir. Aynı zamanda, Peygamber dönemindeki “hafız”ların, yani Kuran’ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı pek azdı. Buhari’nin “e’s-Sahih”inde geçen hadis şöyle:
Birinci hadis: Amr Ibnu’l-Ass anlatıyor: Peygamberin “Kuran’ı dört kişiden alın, Abdullah Ibn Mes’ud’dan, Salim’den, Muaz’dan ve Übeyy Ibn Ka’b’den” dedigini işittim. (Buhari, Fadailu’l-Kuran 8.)
İkinci hadis: Enes anlatıyor: “Peygamber öldüğünde, dört kişiden başka Kuran’ı tümüyle ezberlemiş olan yoktu. Ebu’d-Derda, Muaz Ibn Cebel, Zeyd Ibn Sabit ve Ebu Zeyd.” (Buhari.)
Üçüncü hadis: Katade’den aktarılıyor: “Malik oğlu Enes’e; ‘Peygamber döneminde, Kuran’ı tümüyle ezberleyenler kimlerdir?’ diye sordum. şu karşılığı verdi: ‘Dört kişi. Tümü de Medine’li. Übeyy Ibn Ka’b, Muaz Ibn Cebel, Zeyd Ibn Sabit ve Ebu Zeyd (Buhari, aynı yer, Müslim 2465. Hadis.)
Bu hadislerde adları yazılı olanları topladığımız zaman Peygamber döneminde Kuran’ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı yedi idi demek gerekiyor: Ibn Mesud (Birinci hadiste), Salim (birinci hadiste), Muaz Ibn Cebel (birinci, ikinci ve üçüncü hadiste.)
İslam din bilirleri bu hadislerdeki açıklamaların “dinsizlerin işine yaradığını” ileri sürerler. Suyuti, El İtkan, Mısır 1978, c.1, s.94, satır 13.)
İl itkan’da daha başkalarının da Kuran’ı ezberlemiş oldukları adları ile açıklanıyor. Ama aktarmayı yapan, bu adları sayılanlardan kimilerinin, Kuran’ın tümünü ezberleme işini Peygamberin ölümünden sonra bitirdiklerini açıklamaktadır. (El ıtkan, 95-9ö.)
Zeyd Ibn Sabit, herhangi bir parçayı Kuran’a geçirmek için “iki tanık” koşulu koymuştu. Ancak bir tanıkla Kuran’ı alma gereği duyduğu ve geçirdiği parçalar da vardı. Örneğin, Ube Huzeyme’de bulduğu ve Tevbe Suresi’nin son iki ayetini oluşturan parça böyleydi.
Kuran’ı derleme ve yazma işi bir yıl sürer. Bu işe girişildiğinde Ömer ile Zeyd, mescidin kapısına oturmuşlar, “herkesin Peygamberden ayet olarak elde ettiği ne varsa getirmesini” istemişlerdi. Başarılan iş, kaynaklarda şöyle tanımlanır: Kuran ayetlerinin, surelerinin bulunduğu iki kapaklı bir kitap. Derlenip yazılan sayfalar, ölene dek Ebubekir’in yanında kaldı, sonra Ömer’in (halife) yanında bulundu. O da ölünce, kızı Hafsa’ya verildi.
Kuran ikinci kez derleniyor:
Buhari’de yer alan bir hadis şöyle: Ermeniyye ve Azerbaycan’ı ele geçirmek için savaşılıyordu. Huzeyfe, Ibnu’l-Yeman, Halife Osman’a geldi. Müslümanların okudukları Kuran’lardaki birbirini tutmazlıktan yakındı, “Emire’l-Mü’minin! Bu ümmet, kendisinden önceki Yahudiler ve Hıristiyanların içine düştükleri birbirini tutmazlılıklar gibi bir duruma düştü!” Bunun üzerine Osman, Hafsa’ya adam gönderdi, başka Kuran nüshaları yazıp almak için kendisinde bulunan sayfaları (yani Ebubekir döneminde yazılan kitabı) göndermesini istedi. “İş bitince sana geri gönderirim” dedi. Hafsa da gönderdi o sayfaları Osman’a. Osman, hemen Zeyd Ibn Sabit’e, Abdullah Ibn Züyebr’e, Sa’d Ibnu’l-As’a ve Hişam oglu Haris oğlu Abdurrahman’a buyruğunu verdi. Onlar da Hafsa’dan getirilenden alıp Kuran nüshalarını oluşturdular. Osman, kuruldaki üç kişiye şunları söyledi: “(Medine’li) olan Zeyd ile, Kuran’dan herhangi bir kesimde ters düştüğünüz zaman, tartışma konusu olan parçayı Kureyş dili ile yazın. Çünkü Kuran sadece Kureyş dili ile inmiştir.”
Onlar da bu buyruğu yerine getirdiler. Sonunda (esas) sayfalardan Kuran nüshaları oluşturup işi bitince, Osman, söz konusu sayfaları (Hafsa’dan getirilenler) geri gönderdi. Alınan nüshaların da her bir kesime gönderilmesini buyurdu. Ve bunların dışında kalan her bir Kuran sayfasını ya da Mushafı buyurup yaktırdı.(Bkz. Buhari, e’s- Sahih, Kitabu Fedaili’l-Kuran/3.)
Buhari’nin kendisine anlatılan çabalardan ve “Kureyşli olanlarla olmayanlar arasında” belirecek anlaşmazlığın çözüm biçiminden anlaşıldığına göre, Kuran nüshalarını ortaya çıkarırken, Hafsa’daki Mushaf’tan aynen kopya etmek söz konusu değildi.
İleri sürüle gelen “aynen kopya edildiği” ileri sürülürken, neden kopya edildiğine de “ağız (şive) farklarından dolayı” diye gerekçe gösterilir. Ancak, Dr. Suphi e’s-Salih, Mebahis Fi Ulumi’l-Kuran (Beyrut 1979) adlı eserinin 80, 84, 85 sayfalarında bu gerekçenin inandırıcı olmadığını belirtiyor. Dr. Suphi’ye göre, o zaman aynı metni, aynı sözcükleri
değişik okunacak nitelikte yazıp yansıtabilmek için gerekli işaret ve noktalama yoktu. O zamanki yazı harflerinin dışında işaretsiz harfler de noktasızdı. Kısacası, halife Ebubekir döneminde oluşturulan “mushaf”, istenseydi bile, çeşitli kabile ağızlarını (şiveleri) içerir nitelikte yazılır olamazdı.
Durum böyle olunca, şu sorular karşılıksız kalıyor: Ebubekir döneminde hazırlanan ve Hafsa’dan alıp getirilen “Mushaf” ile Osman döneminde meydana getirilen “nüshalar, mushaflar” arasındaki fark neydi? Yeni çalışma ile gerçekleştirilen nedir?
Yukarıda anlamı sunulan hadiste bu açıklanmamakta. Ancak, hadisin devamı niteliğindeki bir açıklamada, yapılan işin sadece “bir temel nüshadan alınıp, başka mushaflara aktarma” olmadığını anlatır niteliktedir
Dörtlü kurulda yer alan Zeyd Ibn Sabit, şöyle diyor: “Mushaf oluşturma işini yaparken, Ahzab Suresinin sonundan bir ayet yitirdim (‘fakattu’). Ki, Peygamberin onu Kuran’dan bir parça olarak okuduğunu işitip tanık olmuştum. Aradık bu ayeti. Ve Sabit oğlu Huzeyme el Ensari’de bulduk (Ahzab suresine 23.ayet) ekledik o mushafta.” (Itkan, Mısır, 1978, C1, s.79.)
Birinci derlemenin yakılmasındaki amaç:
Ölümüne değin sandığında saklayan ve alınıp yakılmasını önleyen Hafsa idi. Bu koruyucu ölünce, Kuran’ın Tanrısı “Kuşkusuz Zikr’ı (Kuran’ı) biz indirdik; kuşkusuz koruyucuları da yine biziz” (Hicr, ayet:9) dese de koruyucusu kalmamıştı. Mervan Ibn Hakem, “sandıktan” aldırtıp getirmiş ve yaktırmıştı. Mervan’ın bu ilk derlemeyi yaktırmasındaki gerekçesini, kendisi şöyle açıklıyor: “Bunu yaptım, çünkü, Onda yazılı olanlar, resmi (imam) Mushaf’a yazılıp geçirilmiş ve korunmuştur. Korktum ki aradan uzun zaman geçtiğinde kuşkucu kimseler bu (resmi) Mushaf hakkında kuşkuya düşerler.” (Bkz. Dr. Subhi e’s-Salih, Mebahis fi Ulumi’l-Kuran, s.83. Dayandığı kaynak: Ibn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, s.24.) Oysa, asıl kuşkulara yol açan, esas alınmış olduğu belirtilen ilk derlemenin yakılması olmuştur. Çünkü, ilk derleme ile, sonraki (Osman döneminde oluşturulan ve imam adı verilen) “Mushaf” arasında fark olmasa idi, ilkini yakma yoluna gidilir miydi? İlk derlemede bulunmayan eklemeler ya da Kuran’dan çıkarmalar yapılmamış olsaydı, neden korkulmuştu?
Muhammed Döneminin Kuran’ı ile Bugünkü Kuran Aynı Değil:
Burada çok önemli bir tanıklığa başvuralım: Ibn Ömer diyor ki: “Hiçbiriniz, Kuran’ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. Bilemez ki, Kuran’ın çoğu yok olup gitmiştir. ‘Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum’ desin yalnızca.” (Bkz.Suyuti, el İtkan, 2/32.)
Bu tanıklık, bugün elimizdeki Kuran’la, Muhammed’in “vahiy katipleri”ne yazdırdığı bildirilen Kuran’ın aynı olmadığını çok açık biçimde anlatmıyor mu? Kaldı ki, Ibn Ömer, Osman dönemindeki derlemeden sonra bu sözü söylemiştir. Yani, Osman döneminde oluşturulan “Mushaf”ın da orijinali yok. O el yazması, Dünyanın hiç bir yerinde bulunmuyor…
Temel kaynaklarda sözü edilen, ama bugün bulunmayan “değişik mushaflar” da üzerinde durulmaya değer nitelikte. Suyuti’nin el İtkan’ında, Buhari’nin eserlerinde bazı önemli mushaflardan ve bu mushafların içindeki surelerin listelerinden söz edilir. Örneğin, Muhammed’in en yakınlarından biri bilinen ve Peygamberin, Kuran için ezberine başvurulacak dört kişiden biri olarak belirttiği Ibn Mesud’un mushafı, yine Muhammed’in danışılması gereken dört kişiden biri olarak söz ettiği Übeyy Ibn Ka’b’ın mushafı, Abdullah Ibn Abbas’ın mushafı, Muhammed’in karılarından Aişe’nin mushafı, Ali’nin mushafı bunların başlıcaları.
Ayrıca bugün Alevi’lerin, Ali’nin mushafı olarak söz ettikleri bir mushaf ve Hindistan’da saklanan ayrı bir mushaf daha var.
Suyuti’nin ve Buhari’nin kitaplarında belirtilen mushaflardan hiçbiri günümüze gelememiş. Ancak bunların içerik listeleri yazılmıştır.Ayrıca bazı din kitaplarında, bunlarda bulunduğu söylenen ayet ve surelerden parçalar günümüze kadar gelmiştir. Eldeki resmi nüshadan içerik yönünden farklı oldukları bu listelere bakınca hemen anlaşılıyor. Örneğin, Ibn Mesud’un “Mushaf”ında Fatiha Suresi gibi çok temel bir sure yok. Felak ve Nas sureleri de..Ali’nin surelerinin sırası bugünküne uymuyor. Suyuti, kitabında, Bakara suresinin, Ahzab suresi ile aynı uzunlukta olduğunu aktarıyor. (Bkz. Suyuti, el ıtkan, 2/32.) Oysa bugün, eldeki resmi Kuran’da, Bakara 285 ayet iken, Ahzab yalnızca 73 ayettir.
Üçüncü halife Osman döneminde bir heyet tarafından yeniden derlenip yazılan Kuran’ların kaç adet olduğu ve şu anda nerede bulundukları tartışmalıdır.
Kimilerine göre dört, kimisine göre beş ya da yedi adet yazılmıştır. Dörttür diyenlere göre, Osman bir nüshasını kendisine alıkoymuş, diğerlerini Kufe’ye, Basra’ya ve Şam’a göndermiştir. Mekke’ye, Yemen’e ve Bahreyn’e gönderilenlerden de söz ediliyor.
Kimi kitaplardaki bilgilere göre, bu nüshalardan kopya edilip çoğaltılmasına izin verilmiş, kimi kişiler kendileri için “mushaflar” meydana getirmişlerdir. Ancak, o zaman bu mushaflarda bulunduğu söylenen ve örnekler aktarılan bazı Kuran parçalarının resmi Kuran’da bulunmamasına ne demeli?
Bazı İslam kaynaklarında, Osman döneminde çoğaltılan nüshaların bir kısmının bugün elde olduğu iddia edilir. Örneğin, bir kopyanın Taşkent’te olduğundan söz eden çok sayıda kitap vardır. Yine bazı İslami Türk kaynaklarında Topkapı Müzesi’ndeki Kuran’ın da Osman zamanından kaldığı söylenir. (Turan Dursun’un bu makalesinin üzerinden geçen sürede , 2000 yılına gelindiğinde, Yemen’deki Ulu Cami’de yapılan restorasyon çalışmaları sırasında dünyanın en eski Kuran’ının bulunduğu The Guardian gazetesinin haberinde açıklanmıştır. Bu Kuran üzerinde yapılan incelemeler, günümüzdeki Kur’an’ı tutmadığını göstermektedir. )
Konunun araştırmacılarından Prof. Dr. Suphi e’s-Salih kitabında, “Peki, Osman döneminde hazırlanmış resmi nüsha şimdi nerededir?” sorusunu ortaya atar ve doyurucu cevap bulamadığını açıklar. Kahire Kütüphanesi’nde olduğu söylenen nüshanın, Osman döneminden kalmış olamayacağını belirtir. Çünkü bu kitapta bir takım işaret ve noktalar vardır, böyle işaret ve noktaların İslamiyet’in ilk yıllarında bulunmadığı bilinmektedir.
Ayrıca, Kuran’ın okunuşundaki farklar da, tek bir Kuran olmadığının göstergesidir. Nitekim, İsmail Cerraoğlu’nun, Ankara 1971 baskılı “Tefsir Usulu” adlı kitabının 90-110.sayfaları arasında, Islam kaynaklarından aktarılan bilgiler de şöyle:
“Kur’an’ın bir harfinin bile değişmediği” yalanı Tevbe suresinin 114.ayetindeki “iyyahu” sözcüğünü, Hammad İbn Zeberkan, “ebahu” diye okurdu. Sad suresinin 2. ayetindeki “izzettin sözcüğünü de “ğırratin” okumaktaydı. Buradaki değişiklikler harf değişiklikleri.Birincisinde “ya””ba” ya, öbüründe de “ayın” harfi, “ğayın” harfine dönüşmüş. Haydi bu tür harf değişikliklerini önemsemeyelim.
Eldeki Kur’an’da görülen kimi sözcüklerin yerine, Abdullah İbn Abbas, “mürâdiflerini”, yani “eş anlamlı olanları kullanırdı. Enes İbn Malik de Müezzemmil suresinin 6. Ayetindeki “akvamu” sözcüğünün yerine, “asvabu” sözcüğünü kullanmıştır. İbn Ömer, Cum’a suresinin 10. Ayetindeki “fes’av” sözcüğünün yerine, “femzû” sözcüğünü; İbn Abbas Karia suresinin 5. Ayetindeki “kel’ıhni”yerine “k’essavfı”yı uygun görüp kullanırdı. Yine İbn Abbas “sayhaten vahideten”lerdeki “sayhaten” yerine, “zeyfeten”i yeğlerdi.Enes İbn Malik, İnşirah suresinin 2. Ayetindeki “vada’nâ” yerine,”halelnâ” diye okurdu. (Bkz.Sf.95). Aynı kitapta, gösterilen kesimde başka örnekler de görülebilir.
Buralarda görülen de yalnızca harf değişikliği değil kelime değişikliğidir. Demek ki peygamberden bu yana bir harf bile değişmemiştir savı gerçek değildir.
İsmail Cerrahoğlu’nun da kitabında yer verdiği (Bkz. aynı kitap, s.93-94) bir olay çok ilginçti bu konuda. Aktarıldığına göre, bir gün Hizam oğlu Hakim Oğlu Hişam, Furkan suresini okumaktadır. Ömer dinler, bakar ki, Hişam bu sureyi Muhammed’in kendisine öğretip okuttuğundan başka türlü okuyor. Ömer öfkelenmiştir:
“-Bu sureyi sana böyle kim belletip okuttu?”
“-Peygamber!”
“-Yalan söylüyorsun. Çünkü, Peygamber bu sureyi bana senin okuduğundan başka türlü okuttu.”
Ömer bu tartışmayı yaparken, Hişam’ın yakasına sarılmıştır. Sonra, adamı alıp Peygamber’e götürür.
“-Bu adam, senin bana okuttuğundan başka türlü okuyor Furkan suresini.”
“-Yakasını bırak da adamın okuduklarını ben de dinleyeyim.”
Ömer yakasını bırakınca, Muhammed adama döner:
“-Hişam, haydi oku, bir de ben dinleyeyim, Furkan suresini nasıl okuyorsun?”
Hişam, Furkan suresini, kendisine öğretildiği gibi okur. Sonra, Muhammed, “-Bu sure bana böyle indi.” der.
Muhammed, aynı sureyi bir de Ömer’e okutturur. Ömer’inki için de aynı şeyi söyler. Yani, ikisininkini de doğru bulmuştur. Sonra da şöyle der:
“- Kuran yedi harf (yedi türlü) indirildi. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse, Kur’an’ı ona göre okuyun. (Bkz. Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Husûmât 4; Tecrîd, hadis no: 1766; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu Salâti’l-Müsâfirîn/270, hadis no:818)
Bu hadis, Hişam’ın okuduğu Furkan suresi ile, Ömer’in okuduğu Furkan suresinin çok çok başka olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu hadise göre, Muhammed, kavgayı tatlıya bağlıyor, “Kur’an’ın yedi çeşit indirildiğini” ve herkesin başka türlü okuyabileceğini söylüyor. Yani Kur’an’ı türlü biçimlerde öğrenip okumayı serbest bırakıyor. “Başkalık”sa, hadisten de kolaylıkla anlaşılacağı gibi, “okunuş”ta değil, “okunanlar”dadır. Yoksa, Ömer’in o denli öfkesinden söz edilebilir mi?
Kaynaklar, ayrı ayrı mushaflar üzerinde durur. Aktarılan örneklere göre, kimi mushaftakiler bugün elimizdeki “resmi kuran” dakileri tutmamaktadır. Ayrıca İbn Ömer’in şu sözü son derece ilginçtir:
-İçinizden kimse, Kur’an’ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur’an’ın tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir. (Bkz. Süyuti, el İtkan, 2/32)
Bütün bunlar karşısında, yine “kuran, Peygamberden bu yana olduğu gibi ve bir harfi bile değişmeden gelmiştir, denebilir mi?
Kur’an’ın birinci orijinali de, ikinci orijinali de yine müslümanlar eli ile yakılmıştır. Kuşkusuz gerçekleri örtmek için. Osman döneminde oluşturulup çoğaltıldıktan sonra belirli merkezlere gönderilen nüshaların orijinallerine de , dünyanın hiçbir yerinde raslanmamaktadır.
Müslümanların kutsal kitabının resmi nüshasının her yerde aynı olduğu doğrudur. Ancak, bugün İslam dünyasında bilinen ve elde bulunan Kuran, Peygamberin “vahiy katiplerine yazdırdığı” söylenen Kuran’ın aynı değil. Kaynaklar, bunu ortaya koyuyor.
Yararlanılan İslami Kaynaklar: 1.Buhari E’s-Sahih (Arapça); Kitabu’l Fedail-ül- Kuran Menakıbu’l Ensar, Sahihi Buhari Mustesari. Tecridi Sarih Tercümesi, 2.Dr. S. Suphi E’s-Salih (İslam dünyasında son yüzyılın ıleri gelen ve birçok eserleri olan araştırmacı) Mebahis fi Ulum-il Kuran, 3.Celalettin Suyuti (Kuran yorumcusu, Hadis uzmanı olarak İslam dünyasında en güvenilir din bilirlrinden birisi): El İtkan Fi Ulumi-l,Kuran, 4.Müslim E’s-Sahih (Arapça), 5.Ebu Davud
Kaynak:
1) Turan Dursun, Din Bu, 1.cilt, Kaynak Yayınları, 10.baskı, sayfa 78-89.Kaynak yayınları 84.
2) Turan Dursun, Din Bu, 3.cilt, Kaynak Yayınları, 6.baskı, sayfa 187-189
Not: Konuyla ilgili İngilizce sitelerden altı adres: | Link 1| Link 2| Link 3 | Link 4 | Link 5 | Link 6 |
16.12.2000 akşamı Kanal 6 TV’de yayınlanan Ceviz Kabuğu programında konuklardan Edip Yüksel, iki ilahiyatçı ile tartıştı. Edip Yüksel, Reşat Halife olarak tanınan kişinin Kuran’daki Tevbe suresinin son iki ayetinin orijinal Kuran’a sonradan eklendiği tezini vurguladı. Ayrıca, programdaki tartışmacı ilahiyatçılardan birisi olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanlarından Mustafa Varlı, Kuran’a “elif harf”leri eklendiğini ifade etti. Bu iki açıklama da, Kuran’ın değişmiş olduğunun bir diğer ispatı oluyor, her ne kadar dinciler “Kuran’ın bir harfi bile değişmemiştir” deseler bile..
Milattan 1500-2000 yıl önce, bir başka deyişle, Muhammed’den 1900-2400 yıl önce yaşamış olan eski Mısırlılar, yapmış oldukları piramitlerin duvarlarına ve papirüs adı verilen ve kağıt yerine kullanılan yapraklar üzerine kazıdıkları resim ve yazıları (hiyeroglif) ile kendi çağlarına bugün bile ışık tutuyorlar. Bunlardan üç örnek aşağıda görülüyor:
Ne gariptir ki; Muhammed’in Allah’tan-varsa eğer- indiğini iddia ettiği Kuran’ın yazıya ilk dökülen kopyası yeryüzünde bulunmamaktadır. Muhammed’den asırlarca önce yaşamış olan eski Mısırlılar düşüncelerini ve tarihlerini bugüne kadar getiren yazılarını taşlar üzerine yazmayı akıl etmişken, Allah’ın-varsa eğer- ve onun peygamberi olduğunu iddia eden Muhammed’in bunu düşünememiş olması size garip gelmiyor mu? Muhammed, Kuran’ın yazıya ilk dökülen halini bu şekilde yazarak ölümsüzleştirmeyi niye düşünemedi? Eğer bu hatayı yapmamış olsa idi, bugünkü Kuran ile Muhammed’in Kuran’ı karşılaştırılarak kontrol edilebilirdi. Kuran’ın değişmesi de önlenebilirdi. Doğru sözdür; “Söz uçar, yazı kalır”.
Tüm bu eksiklikler, Kuran’ın Allah’tan-varsa eğer- inmediğinin, insan sözü olduğunun, bir başka deyişle Muhammed ve arkadaşlarının sözü olduğunun bir diğer göstergesidir….
KURAN’DAKI CELISKILER
Seriat ortaminda ve din adami’nin elinde yetisen kisilerin ortak özelligi, birbirine ters, birbirine zit ve birbirini cerheden seyleri ayni zamanda benimseyebilmek veya benimsemis görünmektir. Bundan dolayidir ki müslüman kisi, hem bir yandan “Islam dini hosgörü dini’dir” diyebilir ve hem de ayni zamanda Kur’an’in: “Islam’dan gayri bir din’e inananlar sapiktirlar” seklindeki hükmünü benimseyebilir. Bu iki düsüncenin birbirine zit, birinin tersi oldugunu düsünmez. Hem bir yandan Kur’an’in “Din’de zorlama olmaz” seklindeki hükmüne sarilabilir ve hem de ayni Kur’an’in, “müsrikleri” (puta tapanlari) Islam’a zorlamak için, “Müsrikleri öldürünüz” seklindeki emrini rahatlikla uygulayabilir. Bu iki davranisin çeliskili ve bagdasmaz oldugunu farketmez. Farketse bile günah isleme korkusundan farketmemis görünür.
Bir yandan “Tanri dileseydi puta tapmazlardi” seklindeki seriat hükmüne inanirken diger yandan puta tapanlarin Cehenneme atilacaklarina dair hükmü dogal kabul etmekten geri kalmaz ve bu iki hükmün çelisir seyler oldugunu düsünmez. Düsünse bile düsünmemis görünür.
Bir yandan “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse … kalbini dar ve sikintili kilar” seklindeki hükme inanir fakat ayni zamanda bu hükmün uzatmasi olan “Allah, inanmayanlari küfür batakliginda birakir” seklindeki satirlari dogal bulur. Bu iki hüküm arasinda çelisme oldugunu aklindan geçirmez. Gecirse bile, gecirmemis görünür.
Bir yandan “Seriat dini, kadini yüceltmistir, yirminci yüzyilin ulasamadigi haklara eristirmistir; kadinin sahsiyet haklarina saygilidir, kadin erkek esitligini öngörür” seklinde konusurken diger yandan: “Kadinlar aklen ve dinen dûn yaratiklardir; erkeklerin kadinlardan bir üstün dereceleri vardir; iki kadinin tanikligi bir erkegin tanikligina bedeldir; mirasta erkegin payi iki disinin payi kadardir; namazi bozan seyler esek, kara köpek, domuz ve kadin’dir; kadinlar insanin karsisina seytan gibi çikarlar; Cehennem’in çogunlugu kadinlardan olusur, vs…” seklindeki hükümleri öne sürebilir ve bunu yaparken çeliskiye düstügünü bilmez. Bilse bile, bilmemis görünür.
Sayisiz denecek kadar çok bu örneklerin ortaya vurdugu sonuç sudur ki seriat verileriyle yetisen kisi birbiriyle çeliski halinde bulunan din verilerini gerçegin ta kendisi olarak kabul etmekten geri kalmaz. Bu hükümlerin “kutsalligina” ve “mutlak gerçekligine” öylesine inanmistir ki bunlarda “çelisme”, “tutarsizlik” ya da “bagdasmazlik” diye bir sey olabilecegini kabul etmez. Kabul etmek söyle dursun fakat kabul edenleri dinsizlikle suçlamaga hazirdir. Cünkü zekasi, seriat’in olusturdugu ortam içerisinde körletilmistir ve bu ortami olusturan da esas itibariyle din adamidir. Din adami’nin ona belettigi sudur ki Kur’an: “Dogrulugu süphe götürmeyen kitab’tir” (K.2 Bakara 2) ve “Eger o, Allah’tan baskasi tarafindan gelmis olsaydi onda bir çok tutarsizlik (bulunurdu)” (K. 4 Nisa 82)
Ancak ne var ki akilci bir gözle Kur’an’i okumaga basladigimiz an, daha ilk satirlarindan itibaren çelismeli hükümleri karsimizda bulur ve okumaga devam ettikçe bunlarin çoklugu içerisinde kayboluruz. Sadece bir kaç örnekle yetinmek üzere En’am Suresi”nden bazi hükümlere göz atmakla ise baslayalim: 107ci ayet söyle der: “Tanri dileseydi puta tapmazlardi” (K. 6 En’am 107). Bir kaç ayet ilerde su vardir: “Allah dilemedikçe inanmazlar” (K. 6 En’am 111) . Bundan anlasilan sudur ki inanmak ya da puta tapmak Tanri’nin dilegine baglidir ve eger Tanri dilemis olsaydi kisiler puta tapmazlardi.
Ancak ne var ki bu ayni En’am Sure’sinde: “… puta tapanlardan yüz çevir” (K. 6 En’am 106) diye yazilidir. Bunu pekistirir nitelikte olmak üzere Tevbe suresi’nde de puta tapanlarin öldürülmelerini emreden su ayet vardir: “…Müsrikleri (puta tapanlari) buldugunuz yerde öldürün,..” (K. 9 Tevbe 5). Bir baska deyisle, Kuran’a gore, Tanri kisiyi hem “putperest” (müsrik) birakmistir, ve hem de “putperest’tir” diye cezalandirmaktadir.
Yukardakine benzer bir diger örnek En’am Suresi’ndeki su ayet’dir: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir” (K. 6 En’am 125). Dikkat edilecegi gibi ilk iki tümce ile son tümce çeliski halindedir. Cünkü ilk iki tümceye göre kisi’yi “Müslüman” ya da “Kafir” yapan Tanri’dir; fakat Tanri, kafir yaptiklarini Cehennem’e atmaktadir.
Yine Bakara Sure’sinin 6.ayet’i söyle der: “Süphe yok ki, inkar edenleri (kafir olanlari), baslarina gelecekle (azab ile) uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar” (K. 2 Bakara 6). Bu ayet’in hemen arkasindan su ayet gelir: “Zira Allah onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürlemistir; gözlerinde de perde vardir ve büyük azab onlar içindir” (K. 2 Bakara 7). Görülüyor ki kisileri “kafir” yapan, onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürleyen Tanri’dir. Fakat böyle oldugu halde Tanri kendisinin “kafir” yaptiklarini, büyük bir azab’a sokacaktir.
Söylemeye gerek yoktur ki Tanri’nin insanlari, hem gözlerini ve kulaklarini mühürleyip kafir yapmasi ve hem de cezalandirmasi çelismeli ve tutarsiz bir davranistir. Fakat islamcilar bu hükümleri, sanki ortada çelisme yokmus gibi müslüman kisinin beynine sokusturuverir.
Yine bunun gibi Bakara Sure’sinde “Dinde zorlama yok” (K. 2 Bakara 256) diye yazilidir. Islamcilar buna dayanarak Islam’in hösgörü dini oldugunu söyler. Söylediklerini pekistirmek maksadiyle: “Süphe yok ki bu (Kur’an) bir ögüttür. O halde dileyen Rabbine götüren yolu tutsun…” (K. 73 Müzemmil 19) ya da “Muhakkak ki bu kitap bir ögüttür. Kim dilerse ondan ögüt alir…” (K.74 Müddessir 54-55) seklindeki ayetleri okur. Buna benzer diger ayet’leri ya da hadis’leri okuyarak seriat dininde inanç özgürlügü oldugunu savunur.
Fakat bunu yaparken, söyledikleriyle çeliskiye düsercesine, Islam’dan baska “gerçek din” olmadigini, bildiren, baska din ve inanca yönelenleri “sapik” ya da “kafir” olarak ilan eden, ya da Tanri’ya es kosanlari (müsrik’leri) ölüme götüren, daha baska bir deyimle inanç özgürlügünü ve hosgörüyü kökünden silen hükümleri siralar. Ornegin Kur’an’daki “Müsrikleri nerede bulursaniz öldürün” (K. Tevbe 5; Al-i Imran 85) seklindeki emirleri açiklar. Ya da “Kitab Ehli” olanlara (yani Yahudilere ve Hiristiyanlara) karsi savas açilmasini, Islami kabul ettirene ya da “Cizye” (kafa parasi) alinana kadar bu savasin sürdürülmesini öngören hükümleri belletmekten geri kalmaz. Islam dini’nin bu hükümlere dayali olarak yayildigini, Muhammed’in bu maksatla savaslar yaptigini, ölüm döseginde iken “Arap ceziresinde iki din bir arada bulunmayacak” diye vasiyette bulundugunu anlatmaktan bikmaz. Dinde “zorlama” olmadigini bildiren hükümlerle, “zorlamayi” öngören hükümlerin (ve eylemlerin) yan yana, içiçe bulunmasini çeliski saymaz.
Bir yandan: “Iyilik ve fenalik bir degildir… Sen fenaligi en güzel sekilde sav; o zaman seninle arasinda düsmanlik bulunan kisinin yakin bir dost oldugunu görürsün…” (K. 41 Fussilet 34) seklindeki hükümler, diger yandan bunlara ters düsen: “Ey inananlar…size kisas farz kilindi…Ey akil sahipleri kisas’ta sizin için hayat vardir…” (K. 2 Bakara 178-9), ya da “:Bir kötülügün karsiligi, ayni sekilde bir kötülüktür…” (K. 42 Sura 40) seklindeki hükümler bulunur Kuran’da. Hangi kötülüge hangi kötülükle karsi konulacagini da : “… hür ile hür insan, köle ile köle, kadin ile kadin…” (K.2 Bakara 178) ya da “… onlara can cana, göze göz, buruna burun, kulaga kulak, dise disle ve yaralara karsilikli ödesme yazdik…Allah’in indirdigi ile hükmetmeyenler, iste onlar zalimlerdir…” (K.5 Maide 45 ayrica bkz. Bakara 179) seklindeki hükümler de bulunur Kuran’da. Bir yandan öç almayi farz kilan bu emirlerle, ya da: “Sen de müsrikleri hicvü zemmet, yahud onlarin hicivlerine mukabelede bulun, Cibril’de seninle beraberdir” seklindeki Hadis’lerle 186 hasir nesir olurken diger yandan: “Her kim öç almayip bagislarsa iste bu hareket büyüklerin karidir” (K.42 Sura 43) seklindeki hükümler bulunur Kuran’da.
Kur’an’daki Sure’lerin ya da ayet’lerin ve bunlarda yer alan konularin bilimsel bir siralamasi diye bir sey yoktur. Bir konu’nun biteviye islenmesi diye de bir sey yoktur. Birbirleriyle ilgisi bulunmayan çesitli sorunlar ve konular birbirlerinin içine girmistir. Ornegin ibadet’le ilgili hükümler hukuk’la ilgili hükümlerle, ya da efsanevi olaylarla karma karisik bir sekilde, iç içedir. Belli bir konuyla ilgili olay anlatilirken hiç yeri ve ilgisi olmadan bir baska olaya geçiliverir. Kisaca fikir edinmek üzere bir iki örnekle yetinelim ve Kur’an’in 2.ci Sure’si olan Bakara Suresi’ne göz atmakla ise baslayalim: Sure’nin 225 ila 238 ayet’lerinde “bosanma” ve “hülle” sorunlari ele alinmistir. Hukuk’la ilgili bu hususlar kurallara baglanirken birden bire karsiniza, bu sorunlarla ilgisi bulunmayan namaz kilma usulleri çikar ki ibadet’le ilgilidir (K. 2: 238-239). Iki ayet’ten ibaret bu hususun hemen arkasindan hukuk’la ilgili “bosanma” konusuna dönülür (K. 2: 240-242) hemen sonra, ve yine hiç ilgisi bulunmadigi halde, “savas” konusuna atlanir ve vaktiyle Yahudilere savas farzolundugu belirtilir, Talud ve Calud ordularinin bozguna ugratilmalari hikaye edilir ve yeryüzü düzeninin, insanlarin birbirleriyle bogazlastirilmasi suretiyle saglandigi anlatilir (K. 2: 244-252)
Gelisi güzel bir baska örnek olmak üzere “Ankebut” Sure’sini alalim. Söylendigine göre bu Sure’nin ilk on ya da ondört ayet’i Medine’de, geri kalan 59 ayet’i ise Mekke dönemi esnasinda Kur’an’a konmustur. Sure’nin basindaki ilk ayet’lerde Bedir savasinda ölenlerin sikayetlerine karsilik: “Hak ugrunda cihad eden ancak kendisi için etmis olur…” (K. 29: 6) seklinde yanit verilirken Ibn Ebu Vakkas ve anasi Hamna ile ilgili hikayelere yer verilmistir. Oglunun müslümanligi kabul ettigini ögrenerek üzülen ve müslümanligi terkedinceye kadar açlik grevi yapacagini söyleyen Hamna vesilesiyle Tanri’nin güya: “Eger ana baba, bana ortak kosman için seni zorlarlarsa, o zaman onlara itaat etme” (K. 2: 8) 187 seklinde konustugu yazilidir. Sure’nin 14ci ayet’inden sonraki kismi Mekke döneminde indigi için çok farkli konulara geçer ve Nuh’un , Ibrahim’in gönderilmesine atlar. Ibrahim’den söz ederken birden bire onu birakip Muhammed’e geçer ve (K. 29:18-23) sonra yine Ibrahim hikayesine döner ve biraktigi yerden alip devam eder (K. 29: 24-26); ederken de daha önceki bir Sure’de (ki 21. Sure olan Enbiya Suresi’dir) söyledigini (yani Tanri’nin onu atesten nasil kurtardigini) yeniden anlatir (K.21: 60-69), sonra Ishak ve Yakub’a ve Lut’a geçer (K. 29:27-28), ve sonra onlari birakir tekrar Muhammed’e döner (K. 29:29), sonra tekrar Ibrahim’e döner (K. 29:31) ve bu sefer daha önceki bir Sure’de (ki 11.ci Sure olan Hud Sure’sidir) söylemis olduklarini tekrarlar, sonra Suayb’in Medyen’e gönderildigine dair hikaye’ye geçer(K. 29: 36) ve bu sefer A’raf Suresi’nde (ki 7.ci Sure’dir) anlattiklarini yeniden tekrarlar, hemen sonra Ad ve Temud asiretleriyle ilgili masallara atlar (K. 29: 38), oradan Firavun ve Haman’a ve Musa’ya ait hikayeleri siralar.
Kuran’da, bazan ibadetle, hukukla ve efsane ile ilgili hususlar birbiri içine geçmis olarak yer almistir: örnegin Mü’minun suresi’nin basinda müslüman kisilerin, baskalarinin yaninda utanilacak yerlerini açmamalari emredilirken, ahitlere riayetin ve namazlarin vaktinde kilinmasinin geregi belirtilir, sonra birden bire insanin topraktan nasil yaratildigi, yer’in ve gök’ün nasil olusturuldugu, gökten nasil ölçü ile su indirildigi eklenir (K. 23: 12-21) Nuh ve diger peygamberlerle ilgili hikayelere geçilir (K. 23: 58) ve sonra “Ayet’lerimiz size okunuyor, siz ise gerisin geriye dönüyor, kibirleniyor (Kur’an hakkinda) ileri geri sözler söyleyor, ondan yüz çevirip uzaklasiyorsunuz” (K. 23: 67) seklindeki yakinmalara geçilir, daha sonra “(Tanri) asla ogul edinmedi” (K. 23: 92) diyerek devam edilir.
Bir diger örnek olarak Al-i Imran Suresi’ni ele alalim. Bu sure’de Uhud savasindan söz edilirken (K. 3 Al-i Imran 121-129) birden bire faiz yasaklarina geçilir (K. 3:30), hemen sonra Uhud savasi ile ilgisi bulunmayan baska konulara atlanir (K. 3: 130-142) ve tekrar Uhud savasi’nin anlatimina dönülür (K. 3: 143-148). Uhud bozgunundan dolayi Tanri’nin müslümanlari sorumlu tuttugu ve cezalandirdigi görülür (K. 3: 152-153); ancak ne var ki hemen akabinde Uhud felaketi’nin, Tanri’nin müslümanlari sinamasi, denemesi oldugu belirtilir (K. 3: 152)
Bu tür tutarsizliklar, uyumsuzluklar ve çeliskiler hemen her Sure’de kendisini gösterir. Bundan dolayidir ki, Kuran’in “Allah/Tanri sozu olmayip”, bir insan, yani Muhammed tarafindan yazilmis oldugu sonucu cikmaktadir.
Kuran Ve Seriat hükümlerindeki çeliskiler, ve tutarsizliklar konusunda Islamcilar’in tutarsız tutumu:
Seriat hükümleri içerisindeki çelismeler ve tutarsizliklar konusunda din adaminin bilim disi ve olumsuz bir tutumu vardir ki o da her seyden önce insan aklinin yetersizligini öne sürmek ve örnegin : “Celiskiler bize göredir, Tanri’ya ve Peygambere göre degildir” deyip isin içinden siyrilmaktir. Hani sanki “çelismeler”, insanlarin gözünde “serab” gibi bir seydir ve aslinda yoktur da insanlar “çelisme varmis” gibi görüyorlardir!
Oysa ki çelismelerin varligi, daha islamin ilk anlardan itibaren farkedilmis ve gerek din bilginlerini ve gerek yöneticileri güç durumlara sürüklemistir. Ornegin Halife Osman, ya da Abdullah Ibn-i Amr gibi ünlüler Kur’an’daki ayet’lerin birbirleriyle çelisir olmasi yüzünden bazi hususlarda fetva veremez durumda kalmislardir 188.
Seriat verileri içerisindeki çelismelerin varligini inkar etmek üzere din adami’nin basvurdugu diger bir yol, Kur’an’in Tanri’dan gelen “son ve tek gerçek” Kitab olduguna, ve “geçmiste ve gelecekte onu batil kilacak olmadigina” (K. 41 Fussilat 41-2), ve Kitab’da bulunanlarin “kesin gerçekler olup bunun disinda baskaca gerçek olamayacagina” (K. Meariç 51), ve “yeryüzündeki her seyin apaçik Kitab’da tespit olunduguna” (K. Necm 75) dair ya da buna benzer hükümleri siralamaktir. Bunu yaparken sirtini özellikle su ayete dayar: “… Allah katindan gayri bir yerden gelseydi, (Kur’an’da) birbirini tutmaz bir çok seyler bulurlardi…” (K. 4 Nisa 82).
Ote yandan Islamcilar, çeliskilerin ve tutarsizliklarin ortaya çikmasini önlemek üzere sunu hatirlatir ki Kur’an ve Hadis hükümlerini tartismak, yalanlamak ve bunlar üzerinde süpheci olmak ya da bunlarda çeliski ve tutarsizlik oldugunu söylemek “günahtir”, “dinsizliktir”, “Tanri’ya ve peygamberine karsi gelmektir”. Bu hükümler çeliskili görünse de, akla ve müspet ilme ters düsse de, bunlari hiç bir elestiriye ve tartismaya girismeden olduklari gibi kabul etmek gerekir.
Bunun böyle oldugunu anlatmak üzere din adami: “Allah ve peygamberine karsi gelenler … alçaltilacaklardir… Biz apaçik ayet’ler indirmisizdir, bunlari inkar edenlere alçaltici ceza var…” (58 Mücadele 5), ya da: “Allah ve Resulü bir ise hükmettigi zaman (inananlara) artik islerinde baska yolu seçmek yarasmaz. Allah’a ve Peygambere baskaldiran süphesiz apaçik bir sekilde sapmis olur…” (K. 33 Ahzab 36) seklinde hükümleri gösterirken “Allah’in hükmüne uygun hüküm vermeyen kafirdir” (K. 5 Maide 44) ayet’ini ekler, ve benzer ayet’lerle “süphe” etmenin ya da Kur’an’da çeliski oldugunu söylemenin dinsizlik sayilacagini bildirir. “Dini islerde asiri inceleyip sik dokuyanlar helak olacaklardir” seklindeki hadis hükümlerini belirterek soru sormanin ve soru yolu ile din verilerine karsi gelmenin yasak oldugunu anlatir 189.
Kur’an’da çeliski olmadigini savunmak maksadiyle Islamcilarin basvurdugu bir diger yol, bazi ayet’lerin bazi ayet’lerle kaldirildigini öne sürmektir. Oysa ki hangi ayet’lerin hangileriyle kaldirildigi hususundaki görüs ayriliklari bir yana ve fakat böyle bir iddia, hani sanki Tanri her seyi diledigi gibi önce’den düzenleyemezmis ya da bilmezmis ve bazi ayet’leri yanlislikla yerlestirmiste sonradan hatasinin farkina varip düzeltmis gibi bir anlam tasir ki Tanri’yi küçültmek sonucunu dogurur.
Kaldi ki Kur’an’daki çelismeler, kaldirilmadigi kesin olarak bilinen ayet’leri kapsar ki bunlardan pek bariz olanlardan biri, Ebu Talib’in ölümü vesilesiyle Muhammed tarafindan Kur’an’a konmus olan su ayet’tir: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir” ( 6 En’am 125).
Bu ayet’le anlatilmak istenen sudur ki Ebu Talib’in kalbini müslümanliga açmayan Tanri’dir ve Tanri onun müslüman olmadan ölmesini uygun bulmustur. Ancak gerçek bundan çok farklidir.
Bilindigi gibi Muhammed, kendisini bir baba gibi yetistiren Ebu Talib’i müslüman yapmak istemis fakat yapamamistir. Yapamayinca sorumlulugu sirtindan atmak üzere Tanri’nin keyfiligini öne sürmüs ve amcasinin müslüman olmayisini bu keyfilige baglamak üzere yukardaki formülü bulmustur. Ancak ne var ki ayet kendi içerisinde çeliskilidir, çünkü bir yandan Tanri’nin kisileri diledigi gibi saptirdigini belirtirken diger yandan saptirdiklarini Cehennem’e attigini anlatmaktadir.
Konuya biraz ilerde tekrar dönecegiz, fakat simdilik deginmek istedigimiz sudur ki seriat ortami içerisinde ve Islamcilarin elinde yetistirilen insanlarimizin seriat verileri konusunda süpheci olmalari, bu verileri elestiri konusu yapmalari ya da tartismalari mümkün degildir. Mümkün olmadigi içindir ki fikirsel gelisme yoluna girmeleri ve akilci düsünceye yönelmeleri güçtür. Düsününüz ki Ibn Rüst gibi ünlüler bile Kur’an’daki kissa’lara “masal” dedikleri için, din adamlari tarafindan dinsizlikle suçlandirilmislardir 190.
KURAN’DAKİ CELİSKİLERİN NEDENLERİ:
Kuran’da gorulen çeliskiler ne gökten inmedir ve ne de din adaminin dedigi gibi “Tanri’ya göre degil, bize göredir”. Bu çeliskiler, Kuran’in yaraticisi olan Muhammed ve onun yardimcilarindan kaynaklanmaktadir. (Bilindigi gibi, Muhammed, okur-yazar degildi ve Kuran’i olustururken okur-yazar yardimcilardan faydalandi). Kuran’i “Gökten indi” diyerek yarattigi dine taraftar toplamak isteyen Muhammed ve yardimcilarinin, çesitli durumlara ve farkli olaylara çözüm saglama siyasetinden dogmustur.
Konu ayri bir kitap olabilecek boyutta bulunmakla beraber pek kisa bir özet olarak söyleyelim ki Muhammed, kendisini Kureysli’lere peygamber olarak kabul ettirebilmek için ilk baslarda (özellikle daha henüz güçlenmedigi dönemde) Kur’an’a “Dileyen Rabbine giden yolu tutar” (K. 76 Insan 29) ya da “Her kese islediklerinin karsiligi ödenir” (K. 46 Ahkaf 19) seklinde ayet’ler koymustur. Böylece kisileri, eger müslüman olacak olurlarsa Cennet’e, olmayacak olurlarsa Cehennem’e gitmek gibi bir seçim karsisinda birakarak kendisine baglayabilecegini hesaplamistir. Daha baska bir deyimle müslüman olup olmamanin “kisisel irade” isi oldugunu, ve müslümanligi seçenlerin mükafatlara konacaklarini anlatarak, ve nasil olsa kisilerin kazanç yolunu (örnegin Cennet’e gitmeyi”) tercih edeceklerini düsünerek, iyi bir taktik kullandigina inanmistir.
Ancak ne var ki bu usul ile pek basari saglayamamis ve fazla sayida taraftarlar kazanamistir. Kendisini bir baba gibi büyüten ve koruyan amcasi Ebu Talib’i bile, bütün cabalarina ve yalvarip yakarmalarina ragmen, müslüman yapamamistir. Yapamayinca, basarisiz kalmis gibi görünmemek için müslüman olup olmamanin Tanri’nin istegine bagli bir is oldugunu söylemis ve Kur’an’a: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar… kimi de saptirmak isterse…kalbini dar ve sikintili kilar… ” (K.6 En’am 125) seklinde ayetler koymustur. Fakat “kafir’lerin” Cennet’e giremeyeceklerini belirtmek üzere “Allah, inanmayanlari küfür batakliginda birakir…” (K. en”am 125) seklinde eklemede bulunmustur ki çeliskili durumu yaratan da budur.
Ayni durum, daha sonra Medine’ye geçipte oradaki Yahudileri müslüman yapmaga kalkinca da ortaya çikmistir. Onlari müslüman yapabilmek için ilk önceleri bir takim ödün’ler (tavizler) vermis olmasina ve örnegin Kible’yi Yahudilerin kutsal bildikleri Kudus yönüne cevirmesine ragmen sonuç alamamis, onlari müslüman yapamamistir. Sadece onlar bakimindan degil fakat putperest olan Arap kabileleri bakimindan da ayni basarisizliklara ugrayinca taraftarlarindan bir çogu: “Eger Muhammed gerçekten Peygamber ise, nasil olur da bu kisileri müslüman yapamaz?” seklinde konusur olmuslar ve bu tür konusmalar kuskusuz ki Muhammed’i telasa düsürmege yetmistir. Peygamberliginin süphe uyandirabilecegi endisesiyle onlarin bu tarz konusmalarina engel olmak istemistir. Bundan dolayidir ki, daha önce amucasi Ebu Talib’in ölümü sirasinda uyguladigi taktigi, bu vesile ile pekistirmek gerektigini anlamis ve putlara tapip tapmamanin, ya da müslüman olup olmamanin Tanri’ya ait bir is oldugunu söyleyerek, kisileri müslüman yapamamaktan dogma sorumlulugu sirtindan atmaya çalismistir. Bunu saglamak üzere Kur’an’a: “Tanri diledigini saptirir, diledigi dogru yola sokar” (K. 16 Nahl 93), ya da “Allah dileseydi puta tapmazlardi” (K. 6 En’am 107), ya da “Tanri kimin gönlünü islama açmissa o Rabbi katinda bir nur üzre olmaz mi?… Kimi saptirirsa ona yol gösteren bulunmaz” (K. 39 Zümer 22-23) seklinde (ve buna benzer) ayet’ler yerlestirmistir.
Görülüyor ki çeliskilerin asil nedeni günlük siyasetin olusumu ile ilgilidir: kisileri müslüman yapmak için “irade” özgürlügü ilkesine basvurulmus ve örnegin “Kim müslüman olursa o mükafata erisir” seklinde hükümler konmus ve fakat basari saglanamayinca bu sefer müslüman olmanin kisi iradesiyle ilgili bulunmayip Tanri’nin istegine bagli oldugu tezi’ne basvurulmustur. Bu ve buna benzer durumlar, seriat hükümlerinin birbirleriyle çelisir nitelikte olmak uzere ortaya çikmalari sonucunu dogurmustur.
Islamcilar tartisma ve soru sorma yollarini kapali tutmakla çeliskili düsünme aliskanligini sürdürür.
Nasil ki Hiristiyanlikta koca bir orta çag boyunca Incil ‘in elestirilmesi ya da süphe konusu edilmesi büyük günah sayilir idiyse, nasil ki Isa ve anasi Meryem ‘le ilgili hususlarda tereddüd’e düsmek ve örnegin Meryem’in bakire olmadigini söylemek dahi ateste yakilmayi gerektirmis ve din sorunlarini tartismak çesitli cezalarla önlenmis idiyse, ayni sekilde Islam’da da Kur’an’i ya da Muhammed’in yasamini elestiri konusu yapmak, akil kistasina vurmak da ayni ölçüde dehset verici sonuçlari dogurur olmustur. Ancak ne var ki Bati dünyasi akil çagi’na girmekle bu durumlara son vermis ve soru-tartisma usullerini her sorunun çözümü yapmis, her seyin temeli haline sokmus oldugu halde Islam’da böyle bir gelisme görülmemistir.
Her ne kadar islamcilar Kur’an’i öne sürerek, örnegin: “Bilmiyorsaniz kitaplilara sorun…” (K. 16 Nahl 43-44) seklindeki ayet’leri göstererek soru sormanin yasaklanmadigini söylerlerse de dogru degildir. Cünkü bir kere bu ayet’lerde, Tanri’nin daha önce peygamber olarak erkeklerden baskasini göndermedigi belirtilmis ve: “Eger bilmiyorsaniz, (kitaplilara) bilenlere sorun” denmistir. Bunun Kur’an hükümlerini tartismakla ilgisi yoktur.
Ote yandan din adami, Kur’an’da belirtilen hususlarla ilgili sorularin “memduh” (uygun) ve “mezmum” (uygunsuz) olmak üzere ikiye ayrildigini ve “uygunsuz” soru’larin “fuzuli” sayildigini ileri sürer. Söylemeye gerek yoktur ki böyle bir ayirim keyfilige dayali olup soru sorma olasiligini yok kilar nitelikte bir seydir. Cünkü bir kere sorulacak soru’lari “uygun”, ya da “uygunsuz” diye ayirima vurdugunuz an, soru sormayi yasaklamis olursunuz. Nitekim din adamlarimizin bugün dahi yaptiklari budur. Nice sayisiz örneklerden birini verelim: Diyanet Isleri Baskanligi’nin yayinladigi Sahih-i Buhari Muhtasari… adli yapitin 4.cildinin 536.sayfasinda Muhammed’in, kendi öz anasi Emine için dua (“istigfar”) etmek üzere Tanri’dan izin istedigine ve fakat Tanri’nin ona bu izni vermedigine ve vermedigi için anasina magfiret dilemedigine dair Ebu Hüreyre’ nin rivayet ettigi bir Hadis vardir. Bunu okuyan bir kimse, hakli olarak kendi kendisine: “Pek iyi ama, Muhammed bir çok vesilelerle -‘Analariniz sizi binbir fedakarlik ve zahmete katlanarak yetistirmistir, onlara dua edin… Analarin ayaklari altindan Cennet’ler geçer-‘ seklinde konusurken, kendi anasina neden dua etmez?” diye sormak ve bunun cevabini almak ihtiyacindadir. Ancak ne var ki böyle bir soruyu tartismak ve buna akilci bir yanit aramaktan islamcilar kacinirlar, günah islemekten korkarlar dusundukleri icin bile..
Yine bunun gibi Kur’an’da, biraz önce belirttigimiz gibi, Tanri’nin, kimi kimselerin gönlünü açip onlari müslüman yaptigina ve Cennet’e aldigina ve kimilerin de gönlünü kapatip kafir kildigina ve Cehennem’e attigina dair ayet’ler vardir (Ornegin En’am 125; Nahl 93; Zümer 22-23 vs…). Söylemeye gerek yoktur ki akla ve mantiga ve Tanri’nin yüceligi fikrine aykiri düsen böylesine keyfi bir davranis karsisinda soru sormamak, susup oturmak mümkün degildir. Ancak ne var ki din adami, islami verilere dayali olarak, size bu olanagi tanimaz; “uygunsuz” soru sordunuz diye sizi, en azindan zindiklikla suçlar, ve biraz daha israr ederseniz, çesitli usullerle “Cehenneme” yollar…!
Ote yandan din adami, sadece sorulari “uygun” ya da “uygunsuz” ayirimina baglayarak degil fakat bir de fazla soru sormanin günah olacagini hatirlatmak suretiyle sizi susmusluga zorlar; dayanagi yine seriat verileridir. Gerçekten de din adami’nin belletmesine göre Muhammed, Tanri’nin igrenç bildigi üç seyden birinin “Kesret-i sual” (fazla soru) oldugunu bildirmis ve: “Ben sizi bir seyden nehyedersem, ondan içtinab ediniz, bir seyin ifasini emredersem , onu da …yerine getiriniz” demis ve dini islerde asiri inceleyip sik dokuyanlarin helak olacaklarini eklemistir.
Din adami, bundan baska bir de Kur’an’nin: “Size açiklaninca hosunuza gitmeyecek seyler sormayin” (K. Maide 101-102) seklindeki ya da buna benzer diger ayet’lerini öne sürerek mü’min kisileri soru sormak ve hele tartismak hevesinden uzak kilar 191. Cünkü soru sorma ve tartisma geleneginin islam dini’ni temellerinden sarsabilecegi görüsüne saplidir. Sunu bilir ki Emevi ‘ler ve Abbasi ‘ler döneminin bazi halifeleri zamaninda din sorunlarinin tartisilir olmasi, islamin özüne bagli çevrelerce bu sekilde kabul edilmis ve önlenmis ve bu ise girisenler “dinsiz” ve “bilgisiz” diye bellenmis ve bu tutum bugüne dek sürüp gelmistir. Gerçekten de bu halifeler döneminde yer alan fikir alis verisi sirasinda Kur’an’in bile Tanri sözleri degil fakat insan yapisi bir kitap oldugu öne sürülmüs ve bu tür egilimler seriatçilara pek tehlikeli görünmüstür.
Bundan dolayidir ki islamcilar, 20.yüzyilin bitmek üzere bulundugu bu uygarlik döneminde dahi insanlarimiza, yemek yerken yemek kabina sinek düsecek olursa, sinegin disarda kalan kanadini yemegin içine batirip sonra çikarip atmalarini, ve çünkü bunun bir “Peygamber emri” oldugunu, “peygamberin söylemesine göre” sinegin iki kanadinin birisinde hastalik, öbüründe sifa bulundugunu ve “idrak sahibi” olan sinegin önce zehirli kanadini yemege soktugunu ve bu nedenle eger diger kanat iyice yemege batirilacak olursa hastalik olmayacagini belirtirlerken, bazi kimselerin: “Bir sinegin iki kanadinda nasil olur da hem da (hastalik) hem deva (hastalik giderici ilaç, çare vs…) olan iki zid hassiyet bir arada toplanmis? Sonra hakir bir sinek nasil olur da yiyecek içine önce zehirli kanadini sokmayi, deva olan kanadini geri birakmayi bilebilir?” seklinde soru sormalarini “günah” saymakta ve soranlari en azindan “inatci cahil” olarak tanimlamaktadirlar 192. Buna benzer daha nice örnekleri siralamak mümkün.
Kisi özgürlügü bakiminda önemli olan sey sadece soru sormak degil fakat din emirlerini tartismak ve gerektiginde kinamaktir. Iste Islam’in, daha ilk anlardan itibaren önlemek istedigi sey, asil bu olmustur. Bundan dolayidir ki Kur’an’in Tanri sözleri olmadigini söylemek ya da Muhammed’in yasam ve davranislarini elestirmek ya da buna benzer görüsler öne sürmek, dehset verici cezalara baglanmistir ki bunlar arasinda ellerin ve ayaklarin “çaprazlama kestirilmesi” gibi olanlari vardir (Bkz. K. Maide: 5). Unutmayalim ki dünyevi nitelikteki bu çok korkulu ve dehset verici cezalari, bir de gelecek dünya Cehennem’lerinin kaynar ateslerinde yakilmak gibi olanlari tamamlar. Din adamlarimiz için bu tür cezalar sistemini ayakta tutmak kadar kazançli ve mutluluk yaratan baska bir sey yoktur. Oysa ki insanlik tarihi boyunca elestiri ve tartisma olasiligina yer vermeyen hiç bir sistem gerilikten çikamamistir.
Kaynak: Ilhan Arsel’in “Din Adamlari” adli eserinden yararlanilmistir.
İslamiyet Gerçekleri Anasayfası
+
KURAN’DAKİ CELİSKİLER
Bu sayfada, Kuran’dan derledigimiz bazi celiskileri veriyoruz. Oncelikle belirtmeliyiz ki, bu ve benzeri celiskiler tefsircileri oldukca zorlamakta ve ‘sonra gelen Ayet’in, once gelen Ayet’in hukmunu iptal ettigi’ soylenmektedir. Asil sorun ve celiski bu noktada baslamaktadir.
Oncelikle hangi Ayet’in once hangisinin sonra geldigi tam olarak bilinememektedir. Cunku Kuran kronolojik bir yapi tasimamaktadir. Bir cok arastirmaci, bazi Sure’lerin Ayetlerinin birbirine karismis olabilecegini bile iddia etmislerdir. Zaten Kuran’in Sure siralamasina bakilacak olursa, sonlarda Mekke’li Sure’ler, baslarda Medine’li Sure’ler gorulmektedir.
Simdi celiskili Ayet’lerin bir kismina bakalim;
Bakara-106 ‘Herhangi bir Ayet’in hukmunu yururlukten kaldirir veya unutturursak, onun yerine daha hayirlisini veya benzerini getiririz. Allah’in herseye gucunun yettigini bilmezmisin?’
Bakara-106 da boyle soylenirken, asagidaki Ayet’lerde farkli soylenir;
Fatir-43 ‘… Hayir! sen Allah’in kanununda degisiklik bulamazsin. Sen Allah’in kanununda asla bir doneklik bulamazsin.’ – Feth-23 ‘… Allah kanununda hicbir degisiklik bulamazsiniz.’ Ayrica Yunus-64, Fetih-23, En’am-115, Ahzab-62 dede ayni hukumler bulunmaktadir
Maide-69 ‘Fakat inananlar, Yahudiler, Sabiiler ve Hiristiyanlardan Allah’a ve ahiret gunune inanan, iyi isler yapana korku yoktur, onlar uzulmeyeceklerdir.’ Ayni hukum Bakara-62’dede gecmektedir. Fakat Al-i Imran-85 ise ‘Kim Islamiyetten baska bir din ararsa onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir.’ denilmektedir.
Fussilet-34 ‘Iyilik ve fenalik bir olamaz. Sen fenaligi en guzel sekilde karsila. O zaman aranizda dusmanlik bulunan kimse ile bile yakin dost oldugunu gorursun.’ Bu ayet’e karsilik ise;
Sura-40 ‘Bir kotulugun karsiligi ona denk bir kotuluktur. Fakat kim affeder ve barisirsa onun mukafati Allah’a aittir. Suphe yokki o zalimleri sevmez.’ – Bakara-179 ‘Ey akli erenler! kisasta sizin icin hayat vardir…’ veya Maide-45 ‘O kitapta cana can, goze goz, buruna burun, kulaga kulak, dise dis ve yaralara karsi yaralari odesme yazdik. Fakat kim sadaka olarak bagislarsa, bu ona kefaret olur…’ yazilmaktadir.
Enam-62’de ‘… Sonra her isi dogru olan kudret ve tasarrufun sahibi Allah’larinin huzuruna gotururler. Bilin ki hukum onundur. O hesap gorenlerin en suratlisidir.’ derken; Hacc-47 ‘Senden baslarina acele azap getirmeni istiyorlar, Allah sozunden asla caymayacaktir. Rabbinin katinda bir gun, sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir.’ denmektedir.
Ayrica Hacc-47 de, rabbinin katinda bir gun sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir hukmu Secde-5 dede vardir. Secde-5 ‘Gokten yere kadar her isi Allah duzenler. Sonra isler sizin sayisiniza gore bin yil tutan bir gunde icinde O’na yukselir.’ Yani bu iki Ayet’e gore, Allah katinda bir gun Dunya gunu ile bin yildir. Meraic-4 ‘Melekler ve ruh oraya miktari ellibin yil olan bir gunde cikarlar.’ gun hesabi bu sefer ellibin yil olmustur.
Pespese iki Ayet var bunlar Enfal Suresindedir;
Enfal-65 ‘Ey peygamber inanlari savasa tesvik et. Eger icinizden sabirli yirmi kisi bulunursa onlarin ikiyuzune galip gelir. Ve eger sizden yuzkisi olursa, kafirlerin binini yener. Cunku onlar hicbirseyden anlamaz guruhturlar.’
Enfal-66 ‘Simdi Allah yukunuzu hafifletti. Bildiki sizde muhakkak bir zaaf var. Artik sizden sabirli ve metanetli yuz kisi olursa ikiyuzunu yenerler. Eger sizden bin kisi olursa, Allah’in izniyle ikibine galebe calarlar. Allah sabir ve sebat edenlerle beraberdir.’
En’am-111 ‘…Allah dilemedikce inanmazlardi…’
En’am-125 ‘Allah kimi dogru yola goturmek isterse, gonlunu Muslumanligi kabul etmesi icin acar. Kimide sapiklikta birakmak isterse, onunda gonlunu daraltir ve sikintili kilar…’
Bakara-7 ‘Allah onlarin yureklerini ve kulaklarini muhurlemistir, gozlerinde perde vardir…’
Bakara-256 ‘dinde zorlama yoktur…’
Muzemmil-19 ‘Suphe yok ki bu (Kur’an) bir oguttur. O halde dileyen Rabbine goturen yolu tutsun…’
Mudessir-54-55 ‘Suphesiz ki, gercekten de Kuran bir oguttur. Dileyen ondan ogut alir.’
(Benzer hukumleri iceren daha pek cok Ayet vardir)
Nisa-89 ‘Onlar sizin kendileri gibi kafir ve boylece es olmanizi isterler. Allah yolunda goc etmedikce onlardan dost edinmeyin. Bunu kabul etmez de yuz cevirirlerse onlari tutun, buldugunuz yerde oldurun…’
Tevbe-5 ‘Hurmetli aylar cikince Allah’a es kosanlari nerede bulursaniz oldurun. Yakalayip hapsedin. Gelip gececekleri butun yollari tutun. Fakat tovbe ederler, namaz kilarlar ve zekat verirlerse onlarin pesini birakin…’
Insanlarin topraktan, sudan, camurdan, meniden, kandan, balciktan, yumurtadan yaratildigi soylenmektedir. Bakilacak Ayet’ler Kiyamet-37, Nahl-4, Hud-61, Meryem-67, Rum-20, Fatir-11, Ali-imran-59-60, Hicr-26, Furkan-54, Nur-45, Alak-2, Enbiya-30 vb.
En’am-108 ‘Allah’tan baska dua ettikleri seylere sovmeyin ki, onlar da bilgisizlikte asiriya gidip Allah’a sovmesinler…’
Tevbe-28 ‘Ey inananlar’ Allah’a es kosanlar mutlaka pisliklerdir…’
Bakara-29 ‘Yeryuzundeki herseyi sizin icin yaratan odur. Sonra goklere yonelerek yedi kat gogu sizin icin duzenledi, yaratti. O herseyi bilir.’
Fussilet-9 – Yerzunun iki gunde yaratildigi,
Fussilet-10 – Bitkilerin daglarin ve gidalarin yaratilmasi.
Fussilet-11 ‘Sonra duman halinde bulunan goge yoneldi…’
Fussilet-12 ‘Allah bu suretle iki gun icinde yedi gok vuda getirdi ve her gogun isini kendisine bildirdi…’
Yani bu iki Sure de, once yer sonra gokyuzunun yaratildigi soylenmekte.
Naziat-27 ‘Sizi mi yaratmak daha guctur, yoksa gogu mu? Allah onu (gogu) kurdu.’
Naziat-28 ‘O’nu yukseltti ve duzen verdi.
Naziat-29 ‘Onun gecesini kararti gunduzunu aydinlik yapti.’
Naziat-30 ‘Bundan sonra da yeryuzunu duzenledi.’
Naziat-31 ‘Oradan suyunu cikardi ve otlak meydana getirdi.’
Naziat-32 ‘Daglari sapasaglam yerlestirdi.’ ….
Zariyat-56 ‘Ben cinleri de insanlari da ancak bana kulluk etsinler diye yarattim.’
A’raf-179 ‘Andolsun ki, biz cinlerin ve insanlarin cogunu cehennem icin yarattik. Onlarin kalpleri vardir ama, anlamazlar. Gozleri vardir ama o gozlerle gormezler…’
Allah’in Resul’u Isa yoksa cehennemdemi?
Tevbe-31 ‘Onlar Allah’i birakip hahamlarini, papazlarini ve Meryem oglu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Halbuki olara da ancak tek Allah’a kulluk etmeleri emredilmisti. Ondan baska tapacak tanri yoktur. O, onlarin es kostuklari seylerden munezzehtir.’
Enbiya-98 ‘Hic suphe yokki siz ve Allah’in disinda taptiklariniz cehennemin odunusunuz. Oraya gireceksiniz.’
Enbiya-99 ‘Eger onlar tanri olsalardi, cehenneme girmeyeceklerdi. Hepsi orada ebediyyen kalacaklardir.’
Aslinda ornekler daha cogaltilabilir.
Tum bu ornekleri yorumsuz olarak verdim. Yorumlari size birakiyor ve son bir Ayet ile yazimi noktaliyorum;
Nisa-82 ‘Kuran’i dusunmuyorlarmi? Allah katindan baska yerden gelseydi, onda birbirini tutmaz pek cok sey bulurlardi.’
SORULAR.. SORULAR..
1400 yaşında olmasına rağmen, bugünün ihtiyaçlarına da cevap verdiği ve bilim yanlısı olduğu iddia edilen Kuran’da şu sorularımın cevaplarını bulamadım..
1)Adem ve Havva hangi tarihte yaratıldılar? Cennete hangi tarihte girdiler? Hangi tarihte cennetten kovuldular?
2) Önce Adem mi yaratıldı, Havva mı? Aralarında ne kadar yaş farkı vardı?
3) Doğmadıklarına göre Havva ve Adem’in göbekleri varmıydı? (Hani, çamurdan mı, yoksa pıhtıdan mı yaratıldığı tartışma konusu olan ilk insan..)
4) Ya da hayali cennetten kovulmadan önce, cinsel organlari varmiydi?
5) Vardı ise ne için vardı? (madem ki cinsellik yasaktı?..)
6) Ya da Havva’nin göğüsleri varmıydı? (Çocuk emzirmeyecegine göre)? Yoksa bunlar cennetten kovulur kovulmaz mi olustular?
7)Ya da Adem ve Havva’nin hormonlari önceden var mıydı? Vardıysa, (testesteron, östrojen, prolaktin, oksitosin vs.) ne amaçla vardı?
8)Havva, adet görüyor muydu?
9) Adem ile Havva’nın kıyafetleri nasıldı? Havva, başörtülü müydü, çarşaflı mı? Yoksa …?
10)Eğer bunlar yok idiyse, nasıl oldu da birbirlerine cinsel arzu duydular?.. Var idiyse, bu arzudan dolayı neden cezalandırıldılar?
Yani hem insanin beynine, ve bedenine cinsellikle ilgili her türlü mekanizmayi ve kimyasallığı koy, hem de cinselligi yasadiklarinda cezalandir. Adalet bu mudur?
10)Cennette yasak olduğu söylenen meyvenin adı neydi? Bu yasak meyve bugün dünyada yasak mı değil mi? Niye?
11)Ensest ilişki, günah mıdır, değil midir? (Adem ve Havva’nın çocukları ensest ilişki ile çoğalmış olmalı.. Yoksa, dünya belli bir nüfusa ulaşıncaya kadar ana ve babalar Allah’ın verdiği bir özel formülle seks yapmadan çocuklarını çamurdan mı yapmaya devam ettiler?
12)Adem ile Havva ne kadar yaşadılar? Kaç yılında öldüler?
Ayrıca, Muhammed’in kendisinin Allah’ın-varsa eğer- elçisi olduğunu iddia ederek İslamiyet dinini ortaya çıkarması üzerine de şu sorular akla geliyor:
Eger siz Allah-varsa eğer- olsa idiniz:
1) Dünyadaki tüm insanlara hitap edecek bir kitap gönderecek olsanız, sadece Arapça dilini mi kullanırdınız? Yoksa, ne kadar dil varsa o kadar dilde hazırlamış olduğunuz kitapları mı gönderirdiniz?
2) Dünyadaki tüm insanlara zaman zaman mesajlar iletmek isteseniz, bir aracı (elçi/peygamber) mi kullanırdınız yoksa doğrudan mı iletirdiniz?
3) Dünyadaki tüm insanlara en son dini göndermek isteseniz, sadece Arabistan’a bir elçi mi gönderirdiniz, yoksa dünyanın herbir yerine aynı anda aynı şeyleri anlatmak için birden çok elçiler mi gönderirdiniz?
4) Dünyadaki tüm insanların iyi olmasını ve doğru yolu bulmasını mı isterdiniz? Eğer bu sorunun cevabı “evet” ise, onlara kötülüğü veren şeytana karışmadan, şeytanlığını yapmasına müsaade eder miydiniz? (Tavşana kaç, tazıya tut mu derdiniz?) Şeytanı yok etmez miydiniz?
6) Elçinizi görevlendirirken, kimsenin şahit olarak bulunmadığı bir mağarada mı görevi tebliğ ederdiniz? Sonra da herkesin bu elçiye inanmasını bekler miydiniz?
Bu sorulara benim verdiğim cevaplar, benim Muhammed’in bahsettiği Allah’ın benim Allah’ım olabilecek kadar ileri düşünceli olduğunu göstermiyor.. Ve bu yüzden, Muhammed’in anlattıklarına inanmıyorum.
Açık anlatımlı: “Elif, Lam ,Ra. İşte sana o Kitap’ın ve açık anlatımlı Kur’an’ın ayetleri.” Hicr:1
Allah’ın kitabıdır: “Bu Kuran, ALLAH’tan başkası tarafından düzenlenen bir kitap değildir. Ancak kendisinden öncekileri onaylayan ve kitabın (yasaların) detaylı bir açıklamasıdır. Bunda kuşkunuz olmasın; evrenlerin Rabbindendir.” Yunus:37
“Elif, Lam, Ra. Bir kitaptır ki bu, ayetleri önce muhkem kılınmış, sonra da ayrıntılı hale getirilmiştir. Hakim ve Habir kudrettendir o.Başkasına değil, yalnız Allah’a kulluk edin. Kuşkusuz, ben size O’ndan gelen bir uyarıcı ve müjdeciyim.Af dileyin Rabbinizden; sonra da tövbe ile O’na yönelin ki, belirlenmiş bir süreye kadar sizi güzel bir nimetle nimetlendirsin ve her farklı derece sahibine hak ettiği ödülü versin. Eğer yüz çevirirseniz, o takdirde sizi büyük bir günün azabıyla korkuturum.” Hud:1-3
“Sana bu Kuran’ı vahyederek, sana en güzel bir anlatımla tarihi aktarıyoruz. Sen daha önce bundan habersizdin.” Yusuf:3
Anlamanız için: “Anlamanız için onu kusursuz bir dile sahip bir Kuran yaptık. O, ana kitapta (korunur), katımızda üstündür, bilgedir.” Zuhruf: 3-4
“Bilen bir topluluk için, Arapça bir Kuran olarak ayetleri açıklanmış bir kitaptır” Fussilet:3
Biz gerçeği anlattık: “Biz, gerçeği, Kur’an’da da türlü biçimlerde ifade ettik ki, düşünüp anlayabilsinler. Fakat bu onların sadece kaçışlarını artırıyor.” İsra:41
“Kuran’ı, inananlar için bir şifa ve rahmet olarak indirdik. Zalimlerin ise ancak zararını arttırır.” İsra:82
“Biz bu Kur’an’ı sana, zahmet çeksin, bedbaht olsın diye indirmedik; Saygıyla ürperene bir hatırlatma olsun diye indirdik.” Taha:2-3
Çelişki yok: İşte sana o Kitap! Kuşku,çelişme,tutarsızlık yok onda.Bir kılavuzdur o,korunup sakınanlar için.” BAKARA:2
“Bunu, eğri-büğrüsü olmayan Arapça bir Kur’an olarak indirdik ki, korunup sakınabilsinler.” Zümer:28
Öğüt alsınlar: “Sana indirdiğimiz bu kitap kutludur; ayetlerini incelesinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar.” Sad:29
Öğüt alan yokmu:” Kuran’ı mesaj için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?” Kamer:17
“Biz bu Kuran’da, insanlara, her türlü örneği verdik ki öğüt alsınlar.” Zümer:27
Uyarmak için:” Sor: “Kimin tanıklığı büyüktür?” De ki: “Benimle sizin aranızda ALLAH tanıktır. Sizi ve ulaştığı herkesi uyarmak için bana bu Kuran verildi. ALLAH’tan başka tanrı olduğuna mı tanıklık ediyorsunuz?” “Ben böyle tanıklık etmem,” de ve ardından şunu da söyle: “O bir tek tanrı, ben sizin ortak koştuğunuz şeyden uzağım.” Enam:19
İyi yola ulaştırır: “Bu Kuran en iyi yola ulaştırır ve erdemli davranan müminleri büyük bir ödülle müjdeler.” İsra:9
Neden araştırmazlar: “Neden Kuran’ı araştırıp incelemezler? Yoksa kilitli mi beyinleri?” Muhammed:24
Yardım pek yakın:”…Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali basiniza gelmeden cennete gireceginizi mi sandiniz? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanilmaz bir zorluk çatti ve öylesine sarsildilar ki, sonunda elçi beraberindeki mü’minlere, “Allah’in yardimi ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Süphesiz Allah’in yardimi pek yakindir.” (Bakara 214)
Müminler kardeştirler: (49/10)
X
TANRI:
Tanrı: Madde olarak yoktur, mâna olarak vardır. Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır. Ruh olarak yoktur, sanal olarak vardır. Somut olarak yoktur, soyut olarak vardır. Zat olarak yoktur, sıfat olarak vardır. Tanrı, simgesel bir anlatımdır.
Tanrı; Üstesinden gelemeyeceğimiz Doğa ve Evren yasaları ve toplum yönetmek için konulan kurallar yanında; akıl, mantık, sağduyu, vicdan yoluyla insanları iyiliğe yönelten duygu (Ruhül Kudüs=Cebrail=Vahiy…) toplumun kabul ettiği genel doğrular, üstün değerler, yüce kavramlar, en güzel sıfatlardır. (esma-i hünsa dedikleri…)
TANRI’YA KAVUŞMAK (VUSLAT): İnsanın en doğruya, en güzel sıfatlara, en iyiye, bilgeliğe ulaşarak erdem sahibi kusursuz bir insan olmaya çalışmasıdır ki buna vuslat (Tanrı’ya kavuşmak) denir.
X
Tanrı bizde tecelli etmeye her zaman hazır; ama, O’ndan kaçan asıl biziz.
Ne var ki tüm çabalarımıza rağmen Tanrı’nın tecellisini zorlayamayız. O, istediği zaman kendiliğinden gelir.
Tanrı, her zaman içimizde ve bizimle birlikte yaşar; ama, beşerî anlayışımız
yüzünden O’nu sanki karşıtımızmış gibi hep kendimizin dışına çıkarır ve karşımıza koyarız. Ve bu anlayışı ayakta tutmak için de kafamızı bir hayli yorarız.
Ama bu tecelli ancak insan aklı tükendikten ve tüm benci (bencil) ve farklı olma düşünceleri terk edildikten ve de aklın zindanından kurtulduktan sonra gerçekleşecektir.
(HRİSTİYANLIK VE BUDİZM’DE MİSTİK YAŞAM, BATI’NIN ve DOĞU’NUN YOLU. D. Taitro SUZİKİ. Çev. Serdar Atlıalp. Ruh ve Madde Yayınları. s. 88)
Bu açıklama Kuran’da şu âyetlerle desteklenir:
“Ve kullarım sana beni sorarlarsa… Oysa ben çok yakınım; bana çağırdığında çağıranın çağrısına yanıt veririm. Öyleyse benim çağrıma uysunlar ve bana inansınlar. Belki doğru yola yönelirler.” (K. 2/186”
“Ey inananlar! Size hayat verecek şeye çağırdığında, Allah ve Elçi’ye uyun ve bilin ki, evet Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve sonunda O’na toplanacaksınız. “ (K. 8/24)
“Ve hani sana, ‘Rabb’in gerçekten bütün insanları kuşatmıştır!’ demiştik.”( K. 17/60)
“O dedi: ‘Korkmayın. Evet ben sizinle birlikteyim; duyarım ve görürüm.” (K. 20/46)
“Ve hiç kuşkusuz insanı yarattık ve benliğinin ona telkin ettiği şeyi biliriz. Biz, ona şah damarından yakınız!” (K. 50/16)
Bu konuda bir de hadis var: “Hiçbir yere sığmadım; mümin kulumun kalbine sığdım.”
“Kesin olarak inananlara, yeryüzünde nice göstergeler vardır, kendi içinizde görmüyor musunuz?” (K. 51/21)
“Biz ise ona, o zaman sizden çok yakınız; fakat siz göremezsiniz. K. 56/85”
“… Üç kişinin baş başa olduğu yerde, dördüncüleri mutlaka odur. Beş kişi olsa, altıncıları mutlaka O’dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar, O kesinlikle onlarla birliktedir.” (K. 58/7”
Bir başka açıdan Tanrı tanımı:
Yüce olan akıldır, akla vurmaktır (muhakeme etmektir), sağduyudur, vicdandır.
Güç veren bilgidir. Saygın olan bilgeliktir. Uyulması grekenler olumlu kavramlar, üstün değerler, genel doğrulardır.
Bütün bu sayılanlar Tanrı kavramı içinde dile getirilir. Tıpkı İslam’daki “Esma-i Hünsa” gibi… Çünkü bu kavramlar bütün insanlıkça doğru kabul edilir. Bu nedenle kutsallaştırılmalıdır. Kutsallaştırılan her eylem Tanrı olarak adlandırılır.
BİZ İNSANI EN GÜZEL ŞEKİLDE YARATTIK:
Ve hiç kuşkusuz sizi yarattık, sonra biçimlendirdik. (K. 7/11)
Ve sizi biçimlendiren-ve O sizi ne güzel biçimlendirdi!-ve sizi temiz şeylerle besleyen Allah’tır.İşte Rabbiniz Allah budur. Dünyaların Rabb’iAllah ne kutludur. (40/64)
Gökleri ve gerçekle yaratmış ve sizi biçimlendirmiş ve biçiminizi güzel yapmıştır. Oluş O’nadır. (K. 64/3)
Hiç kuşkusuz biz, insanı en güzel yapıda yarattık. Sonra onu aşağıların en aşağısına geri gönderdik. Ancak inananlar ve iyi işler yapanlar ayrı: Çünkü onlara, kesintisiz bir ayrılık vardır. (K. 95/4-6)
TEVRAT:
“Meskenimi aranıza koyacağım ve aranızda yürüyeceğim. Levililer, 26/11”
İNCİL:
“Tanrı, ölülerin Tanrı’sı değil; ancak dirilerin, yaşayanların, Tanrı’sıdır. Mat. 22/23”
“İsa, kendisini kabul edenlere Tanrı’nın çocukları olma yetkisi verdi. Yuh. 1/12”
“Filupus, ‘Ya Ra., Baba’yı bize göster” dedi. ‘Bu bize yeter!” İsa,
“Ey Filippos, bunca zaman sizinle birlikte buhlundum da benri
tanımadın mı?’ diye yanıtladı.’Beni görmüş olan Baba’yı görmüştür. Sen nasıl, bize Baba’yı göster, diyorsun’Ben Baba’dayım, Baba da benderi. Size söylediğim s özleri kendiliğimden söylemiyorum. Bende kalıcı olan Baba kendi işlerini yapmaktadır. Yuh. 14/8”
“Ey Baba, sen bendesin ben de sendeyim! Yuh. 17/21”
“Tanrı tapınağı olduğunuzu ve Tanrı ruhunun sizlerde konut kurduğunuzu bilmiyor musun? 1. Kor. 19/20“
Çünkü biz diri Tanrı’nın tapınağıyız. 2. Kor. 6/16”
” “İşte Allah’ın çadırı insanlarla beraberdir ve kendisi onlarla beraber oturacaktır. Vahiy, 21/3”
X
BENZERLİKLER:
Tohum benzetmesi:
Tevrat.
İncil. Mat. 13/3-9, 18-23. Mar. 4/2-9. Luk. 8/4-8, 11-15.
Kuran. 48/29
X
Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. (K. 33/36)
Kendisine,
Anayasa İnsan Hakları Sözleşmesi…
Zina suçu…
“Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzere¬sin” {Kalem, 4)
“(Resulüm!) Biz seni ancak âlemlere rahme! olarak gönderdik” (Enbiya, 107)
AA
“Aklını kullanmayanlar azaba uğrar!” (K. 10/100)
“Aklını kullanmayanlar gerçeği işitemezler!” ( 10/42)
“Aklınızı kullanmayacak mısınız hâlâ?..” (K. 37/138)
Allah dilemezse siz hiçbir şey dileyemezsiniz. (K. K. 76/30. 81/29)
Allah, İsa yerine bir başkasını gösteriyor.” (Kuran, 4/157-158). Özel Not: Peki, bu durumda hiç kimse, niçin, gösterilen o başkasının ne suçu vardı… demiyor…)
“Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini bilin.” (K. 8/24)
“Allah sizin veliniz ve dostunuzdur.” (K. 5/55)
Alevi: Kuran’da Alevlikle ilgili ayetler: K. 2/58. 3/113. 5/4. 16/92,95. 20/29. 24/23, 35, 36. 34/44, 45. 42/23. 48/10,18. 68/4)
ALLAH’A YARDIM: “Ey müminler eğer iz Allah’a yardım ederseniz. O da size yardım eder.” (Kuran, 47/7:
“Allah ve Resulüne itiaat edin.” (K. 33/36)
Adam-adem: İnsan çeşitleri: Akıl adamı ; gönül adamı; mide adamı; şehvet adamı.. Aşık Eminî’den…
Adama âdem gerekti; âdem ede adamı/Adam âdem olmayınca, âdem etmez adamı. Ayağı yere mi basar zülfüne berdar olanın
Ağzım ne ararsın beni mestane mi sandın?/Ser vermek olur sırrı ayan eylemek olmaz. Esrar Dede
Ağzını bilmeyen it/Sürüye getirir kurt (Atasözü)
Ahilik ilkesi: 1. Gülü ve galip durumda iken affetmek. 2. Öfkeli iken yumuşak davranmak. 3. Düşmanına iyilik etmek. 4. Kendin muhtaç iken bile başkasına vermek. Güneş gazetesi, 16.8.2005.
AIDS:
Fetvacıya soruluyor:
– Müslüman AIDS’ten korkmalı mıdır?
– Hayır, korkmamalıdır..
(Ankara Kocatepe camisinde yapılan AIDS tkoplantısından: Cumhuriyet, 12.12.1988)
ALLAH:
Allah dilemezse siz hiçbir şey dileyemezsiniz. (K. K. 76/30. 81/29)
“Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini bilin.” (K. 8/24)
Allah, İsa yerine bir başkasını gösteriyor.” (Kuran, 4/157-158). Özel Not: Peki, bu durumda hiç kimse, niçin, gösterilen o başkasının ne suçu vardı… demiyor…)
“Allah sizin veliniz ve dostunuzdur.” (K. 5/55)
“Allah kötülüğe değil iyiliğe çağırdı. (İncil. Selanikliler. 4/7”Allah’la birlikte olmak iin şeriattan ayrıldım.” İncil, Galatyalıları. 4/20)
“Allah’ım Allah’ım beni niçin bıraktın.” (İncil. Matta. 27/46)
Ağzını bilmeyen it/Sürüye getirir kurt (Atasözü)
“Tanrı; Ölülerin değil dirilerin Tanrısıdır.” (İncil. Matta. 22/33. Markos. 12/27. Luka, 20/38)
“Allah’ın oğluyum.” (İncil. Matta. 27/43)
“Allah, peygamberlerden kimi ile konuşmuş, kimisinin de derecesini yükseltmiş.” (k. 2/253. 4/164)
Alçak Gönüllülük: “Kendinizi büyütürseniz sizi küçük görürler. Çok alçak gönüllü davranırsanız o zaman hakarete uğrayabilirsiniz.”
Alevilikte Dede-Baba ilişkisi: Dedelik-Babalık Alevilikte babadan oğla; Bektaşilikte ise; yetenekli olanlar arasından seçilir.
Alem-i mâna: Bencil olmayan, yaptığı işin sonunda başına ne geleceğini düşünen insanın yaşama bakış yöntemi. Dr. Emin Kılıç Kale
Aldım hayali perçemin ey mah dideme/Ben maceramı kendim anar, kendim ağlarım.
Ayağı yere mi basar zülfüne berdar olanın
“Allah’ım Allah’ım beni niçin bıraktın.” (İncil. Matta. 27/46)
Ağzını bilmeyen it/Sürüye getirir kurt (Atasözü)
“Allah, ölülerin değil dirilerin Allah’dır.” İncil, Matta, 22/33, Markos,12/27. Luka, 20/38)
“Allah’ın oğluyum.” (İncil. Matta. 27/43)
Alevi sözcüğü: Alevi sözcüğü ilk olarak 16/17. yy’larda kullanılmaya başlamıştır. (Alevi Halk İsyanı. 1/İİ)
“Allah’ım Allah’ım beni niçin bıraktın.” (İncil. Matta. 27/46)
Alevi: Kuran’da Alevlikle ilgili ayetler: K. 2/58. 3/113. 5/4. 16/92,95. 20/29. 24/23, 35, 36. 34/44, 45. 42/23. 48/10,18. 68/4)
Alim: Alim cahili tanır; çünkü, bir zamanlar kendisi de cahildi; ama, cahil alimi tanımaz; çünkü, kendisi hiçbir zaman alim olmamıştır.
Alim; ibadet edenden 70 derece daha faziletlidir. Her ikisi arasında at yürüyüşüyle 70 yıllık mesafe vardır. Hadis
Amerikan Hastanesinin kapısında yazılan: Bütün günahları affeden ve bütün hastalıklara şifa veren Allah’tır. (İncil’den, Peki öyleyse Hastaneyi niçin açtınız? Bırakalım Allah hastanın şifasını versin…)
Ana-Baba: K. 9/23. 29/8. 58/22
BB
Bir harfi değişmemiş de ne olmuş?
Cariyelik, kölelik onda,
Birden çok kadınla evlenmek onda,
Kadın dövmek onda,
Evlatlıkla evlenmek onda,
Hülle yapmak onda,
Kısasa kısas onda,
Düşünce ve inanç özgürlü tanınmamak onda,
Fetih savaşı onda,
Ganimet onda…
Akla, ahlaka, bilime aykırılık onda,
Başörtüsü, türban: Nur Suresi 30,31, 33. Ahzab Suresinin 59’uncu ayetlerinde, sadece bir tanesinin başötüsü ile ilgili olduğu iddia ediliyor.
BENZERLİKLER:
Tohum benzetmesi:
Tevrat.
İncil. Mat. 13/3-9, 18-23. Mar. 4/2-9. Luk. 8/4-8, 11-15.
Kuran. 48/29
“Dar kapıdan içeri girin; zira helâke götüren kapı geniş ve yol enlidir ve ondan girenler çoktur.,” (İn. Mat. 7/13. Luk. 13/23) = “Ama o sarp yokuşun ne olduğu konusunda, sen ne biliyorsun?” (K. 90//11-20)
“İmdi, her kim benim bu sözlerimi işitir ve onları yaparsa, evini kaya üzerine yapan akıllı bir adama benzer.” (İn. Mat. 7/24-27)= “Hangsi daha iyidir? Onun temellerini takva ve Allah’tan hoşnutluk üzerine kuran kimse mi; yoksa, temelini, yıkılmak üzere olan bir uçurum kıyısına yapıp da onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi?” (K. 9/109)
“İşte, ekinci ekmeğe çıktı ve ekerken bazıları yol kenarına düştü…) “İn. Mat. 13/3-18.27. Mar.b 4/29. Luka. 8/4-8. 11-15.)= “İşte bunlar sana anlattığımız, kentlern haberlerndendir. Onların bir kısmı hala ayaktadır, br kısmı ise ekin gibi biçilip gtmiştir.” (K. 48/100. 48/29)
“Hiçbir peygamber kendi memleketinde saygın değildir.” (İn. Yuh. 4/44)=”Böylece her peygamber için insan ve cin şeytanlarından düşmanlar yaratık.” (K. 6/112) “Böylece her peygamber için günahkarlardan bir düşman meydana getirdik.” (K. 25/31)
BEN YAPTIM.
“Size elbise, gemi, savaş için zırh, dağlarda barınak olarak mağarayı ben yarattım” diyor. (23. Araf suresi, ayet 26; İbrahim, -32; Hud- 37; Nahl-81; Hac 65; Yasin-42)
Halbuki zırhı da, elbiseyi de, gemiyi de… insanoğlu icat etmiştir. Kur’an tanrısının buna sahip çıkması, bunu kendine mal etmesi doğrusu ilginç bir şey!
ÇELİŞKİ: “Eğer onlara bir iyilik dokunsa “Bu, Allah katındandır” derler. Şayet onlara bir kötülük dokunsa Bu senin yüzündendir” derler. De ki: “Hepsi Allah tarafındandır.”(4/78)
“Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Sana isabet eden her kötülük kendindendir. (4/79)
DEPREM
“K. 21/31. Yeryüzüne, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yerleştirdik; rahat gidebilsinler diye aralarında geniş yollar var ettik.”
“K. 16/15-6. Yeryüzünde, sarsılmayasınız diye, sabit dağlar, nehirler ve belki yolunuzu bulursunuz diye yollar ve işaretler meydana getirmiştir. Onlar yıldızlarla da yollarını bulurlar.”
“K. 31/10. Allah gökleri gördüğünüz gibi direksiz yaratmış, sizi sallar diye yeryüzüne sabit dağlar koymuş; orada her turlu canlıyı yaymıştır. Gökten su indirip orada her hoş çiftten yetiştirmişizdir.”
DİLEDİĞİNİ: “Onları doğru yola iletmek sana ait değil; ama Allah, dilediğini doğru yola iletir.” (K. 2/272)
“Ey Muhammed Rabbin dileseydi, yer yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (K. 10/99 Diy.)
Din ve Devlet: “Devlet dine saygı gösterdiği kadar; din de, devlete saygı göstermelidir.”
DİNDE ZORLAMA YOKTUR: “Dinde zorlama yoktur.” (K. 2/256) demişti peygamberine.
Doğruluk: “Çünkü Allah doğruları, doğrulukları sebebiyle mükafatlandıracak.” (K. 33/24)
DOST EDİNMEYİN:
1. “Sen onların dinine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar.” (K. Bakara. 2/120)
2. “Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakin sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz, ayetleri size açıklamış bulunuyoruz. (K. Al-i Imran. 3/118)
3. “Kimi Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, iste onlar kâfirlerdir.” (K. Maide. 5/44, 45)
4. “Ey İnananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da o da onlardan dır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.” (K. Maide; 5/51)
5. “Müşrikler ancak bir pisliktir.” (K. Tevbe. 9/28)
6. “Kendisine Rabb’inin ayetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!” (K. Secde. 32/22)
7. “Sen o münafıkları gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider ve söylerlerse söylediklerine kulak verirsin. Sanki onlar direk olmuş keresteler gibidir. Ve gürültüyü korkularından aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakin. Allah kahretsin onları! Halk’tan nasıl çevriliyorlar.” (K. Münâfikun. 63/4)
DEĞİŞME YOK:
”Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz hakkındaki kanun da budur. Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın!” (K. 17/77)
Bir de şu ayeti okuyalım: “Allah’ın emri, şüphesiz gereği gibi yerine gelmesi kesinlik kazanmış bir hükümdür.” (K. 33/38).
Ya şu ayete ne deyeceksiniz: “Allah’ın geçmişlere uyguladığı yasası budur. Allah’ın yasasında bir değişme bulamazsın.” (K. 33/62)
Bir de şu ayete dikkat edelim: “”Allah’ın yasasında ne bir değişme bulursun, ne de Allah’ın yasasında bir sapma bulursun” (K. 35/43)
”Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz hakkındaki kanun da budur. Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın!” (K. 17/77)
Bir de şu ayeti okuyalım: “Allah’ın emri, şüphesiz gereği gibi yerine gelmesi kesinlik kazanmış bir hükümdür.” (K. 33/38).
Ya şu ayete ne deyeceksiniz: “Allah’ın geçmişlere uyguladığı yasası budur. Allah’ın yasasında bir değişme bulamazsın.” (K. 33/62)
Bir de şu ayete dikkat edelim: “”Allah’ın yasasında ne bir değişme bulursun, ne de Allah’ın yasasında bir sapma bulursun” (K. 35/43)
DİLEDİĞİNİ:
ÇELİŞKİ: “Eğer onlara bir iyilik dokunsa “Bu, Allah katındandır” derler. Şayet onlara bir kötülük dokunsa Bu senin yüzündendir” derler. De ki: “Hepsi Allah tarafındandır.”(4/78)
“Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Sana isabet eden her kötülük kendindendir. (4/79)
Dileseydi : “Allah dileseydi bütün insanları doğru yola sevk ederdi.” (19/31)
“Onları doğru yola iletmek sana ait değil; ama Allah, dilediğini doğru yola iletir.” (K. 2/272)
“Ey Muhammed Rabbin dileseydi, yer yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (K. 10/99 Diy.)
PX
“Allah, peygamberlerden kimi ile konuşmuş, kimisinin de derecesini yükseltmiş.” (K. 2/253. 4/164)
Ana-Baba: K. 9/23. 29/8. 58/22.
RABBİN DİLESEYDİ:
Dileseydi: “Allah dileseydi bütün insanları doğru yola sevk ederdi.” (K. 19/31)
RABBİN DİLESEYDİ: “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi iman ederlerdi. Öyle iken insanları, inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (K. 10/109)
“Rabb’inin yoluna bilgielikle ve güzel öğütle çağır.” (K. 16/125. 23/96. 41/34.)
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi iman ederlerdi. Öyle iken insanları, inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (K. 10/109)
“Rabb’inin yoluna bilgielikle ve güzel öğütle çağır.” (K. 16/125. 23/96. 41/34.)
Din ve Devlet: “Devlet dine saygı gösterdiği kadar; din de, devlete saygı göstermelidir.”
DİNDE ZORLAMA YOKTUR: “Dinde zorlama yoktur.” (K. 2/256) demişti peygamberine.
Doğruluk: “Çünkü Allah doğruları, doğrulukları sebebiyle mükafatlandıracak.” (K. 33/24)
Dileseydi:
“Allah rahmetini dilediğine tahsis eder.” (Bakara, 212)
“Eğer Allah dileseydi, onlar müşrik olmazdı!”(En’am, 107)
“Eğer Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. Öyleyse onları, uydurdukları yalanlarla baş başa bırakıver.” (En’am, 112,137)
“O dileseydi hepinizi doğru yola eriştirirdi.” (En’am,149)
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi iman ederlerdi. Öyle iken insanları, inanmaya sen mi zorlayacaksın?” (Yunus, 99)
“Eğer Rabbin dileseydi, bütün insanları tek bir dine bağlı kılardı.” (Hûd, 118)
“Biz kimi dilerse o, kurtuluşa erdirilmiştir.)(Yusuf, 110)
“Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi.” (Nahl, 9)
“..Ama O, istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir.” ‘Nahl, 93)
“Eğer dileseydik, herkese hidayet verirdik…” (Secde, 13)
x
DOST EDİNMEYİN:
1. “Sen onların dinine uymadıkça ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar.” (K. Bakara. 2/120)
2. “Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sakin sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz, ayetleri size açıklamış bulunuyoruz. (K. Al-i Imran. 3/118)
3. “Kimi Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm vermezse, iste onlar kâfirlerdir.” (K. Maide. 5/44, 45)
4. “Ey İnananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da o da onlardan dır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.” (K. Maide; 5/51)
5. “Müşrikler ancak bir pisliktir.” (K. Tevbe. 9/28)
6. “Kendisine Rabb’inin ayetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz suçlulardan öç alacağız!” (K. Secde. 32/22)
7. “Sen o münafıkları gördüğün zaman, kalıpları hoşuna gider ve söylerlerse söylediklerine kulak verirsin. Sanki onlar direk olmuş keresteler gibidir. Ve gürültüyü korkularından aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, onun için (kendilerine emniyet etme) onlardan sakin. Allah kahretsin onları! Halk’tan nasıl çevriliyorlar.” (K. Münâfikun. 63/4)
KURAN HAKKINDA
Açık anlatımlı: “Elif, Lam ,Ra. İşte sana o Kitap’ın ve açık anlatımlı Kur’an’ın ayetleri.” Hicr:1
Allah’ın kitabıdır: “Bu Kuran, ALLAH’tan başkası tarafından düzenlenen bir kitap değildir. Ancak kendisinden öncekileri onaylayan ve kitabın (yasaların) detaylı bir açıklamasıdır. Bunda kuşkunuz olmasın; evrenlerin Rabbindendir.” Yunus:37
“Elif, Lam, Ra. Bir kitaptır ki bu, ayetleri önce muhkem kılınmış, sonra da ayrıntılı hale getirilmiştir. Hakim ve Habir kudrettendir o. Başkasına değil, yalnız Allah’a kulluk edin. Kuşkusuz, ben size O’ndan gelen bir uyarıcı ve müjdeciyim.Af dileyin Rabbinizden; sonra da tövbe ile O’na yönelin ki, belirlenmiş bir süreye kadar sizi güzel bir nimetle nimetlendirsin ve her farklı derece sahibine hak ettiği ödülü versin. Eğer yüz çevirirseniz, o takdirde sizi büyük bir günün azabıyla korkuturum.” Hud:1-3
“Sana bu Kuran’ı vahyederek, sana en güzel bir anlatımla tarihi aktarıyoruz. Sen daha önce bundan habersizdin.” Yusuf:3
Anlamanız için: “Anlamanız için onu kusursuz bir dile sahip bir Kuran yaptık. O, ana kitapta (korunur), katımızda üstündür, bilgedir.” Zuhruf: 3-4
“Bilen bir topluluk için, Arapça bir Kuran olarak ayetleri açıklanmış bir kitaptır” Fussilet:3
Biz gerçeği anlattık: “Biz, gerçeği, Kur’an’da da türlü biçimlerde ifade ettik ki, düşünüp anlayabilsinler. Fakat bu onların sadece kaçışlarını artırıyor.” İsra:41
“Kuran’ı, inananlar için bir şifa ve rahmet olarak indirdik. Zalimlerin ise ancak zararını arttırır.” İsra:82
“Biz bu Kur’an’ı sana, zahmet çeksin, bedbaht olsın diye indirmedik; Saygıyla ürperene bir hatırlatma olsun diye indirdik.” Taha:2-3
Çelişki yok: İşte sana o Kitap! Kuşku,çelişme,tutarsızlık yok onda.Bir kılavuzdur o,korunup sakınanlar için.” BAKARA:2
“Bunu, eğri-büğrüsü olmayan Arapça bir Kur’an olarak indirdik ki, korunup sakınabilsinler.” Zümer:28
Öğüt alsınlar: “Sana indirdiğimiz bu kitap kutludur; ayetlerini incelesinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar.” Sad:29
Öğüt alan yokmu:” Kuran’ı mesaj için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?” Kamer:17
“Biz bu Kuran’da, insanlara, her türlü örneği verdik ki öğüt alsınlar.” Zümer:27
Uyarmak için:” Sor: “Kimin tanıklığı büyüktür?” De ki: “Benimle sizin aranızda ALLAH tanıktır. Sizi ve ulaştığı herkesi uyarmak için bana bu Kuran verildi. ALLAH’tan başka tanrı olduğuna mı tanıklık ediyorsunuz?” “Ben böyle tanıklık etmem,” de ve ardından şunu da söyle: “O bir tek tanrı, ben sizin ortak koştuğunuz şeyden uzağım.” Enam:19
İyi yola ulaştırır: “Bu Kuran en iyi yola ulaştırır ve erdemli davranan müminleri büyük bir ödülle müjdeler.” İsra:9
Neden araştırmazlar: “Neden Kuran’ı araştırıp incelemezler? Yoksa kilitli mi beyinleri?” Muhammed:24
Yardım pek yakın:”…Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali basiniza gelmeden cennete gireceginizi mi sandiniz? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanilmaz bir zorluk çatti ve öylesine sarsildilar ki, sonunda elçi beraberindeki mü’minlere, “Allah’in yardimi ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Süphesiz Allah’in yardimi pek yakindir.” (Bakara 214)
Müminler kardeştirler: (49/10)
KURAN’DAKİ BARIŞ TÜMCELERİ: 2/208, 256, 272. -3/20, 86, -4/9, 80, 128, -5/32. 46, 105, -6/66, 104, 107, 114, -8//61, -9/23, -10/99, 100, 103, 108, 109, -3/30, 40, -16/9, 125-126, -18/29, -21/87, -28/92, -30/30, -35/23, -60/8, -76/3, -88/21, 22, 26, -109/1-6.
KURAN-DAKİ ŞİDDET ve TEHDİT TÜMCELERİ: -2/62, 191, 191, 193, 195, -3/3-4, 28, 85-86, 88,90, 91, 118, 119,148, 157, 178, 196-197, -4/55, 56, 74, 76, 89, 91, 115,137, 140, 141, 142, 143-144, 150-1, -5/10, 33, 35, 51, 69, 82, 86, -6/25, 35, 110, -7/36, 178, -8/12, 15, 17, 30, 39, 36, 39-42, 65, -9/5-6, 12, 14, 15, 23, 28, 29, 38, 39, 41, 73, 111, 113, 123, -10/4, 44, -14/4, -16/93, 106, -17/10, 45-46, 97, -18/29, -22/19-22, -27/91, -32/22, -34/16-19, 33, -38/27, 28, -40/71, -44/43, 58, -47/4, 35, 44, -48/16, -56/42-43, -60/1 -66/9, 11, -72/23, -76/4, -98/6,
“Hicretten sonra 218 yılında Me’mun, Bağdat Valisi İshak Bini İbrahim’e uzun bir emir göndererek işe başlıyordu. Az aşağıda bu emrin niteliği şöyle açıklanıyor: Mutezile bir adım daha attı. Bu üçüncü adım çok korkunçtu. ‘Kur’an Mahluktûr’ (Yani Muhammed’in sözüdür…) demeyenler mürtetler gibi öldürülecekti! Kanları helaldi.” (KURAN TARİHİ ve Kuran Hakkında Ansiklopedik Bilgiler, Osman Keskioğlu, Nebioğlu Yayınevi, Birinci bası. s. 232 – 244)
AA
Allah’a ulaşacak olan ancak salih amellerinizdir. Elbette kurbanların eti ve kanları Allah’a erişmez 22/37
Allah’ın, indirdiği ile hükmeyenler; kairdir, zalimdir, 5/44,45
Ana kitap O’nun nezdindedir… 43/4
Anlayasınız diye Arapça indirdik, 14/4, 43/3
Apaçık anlatılması için, 14/4
Arapça indirdik ki anlayasınız, 14/4, 41/44, 43/3
Babanız bile inanmıyorsa dost edinmeyin, 9/23
Boyunlarını vurun, 8/12
CC
C:
Cahil: Bilmeyen (cahil).
Bilmediğini bilmeyen (ecehel).
Bilmediğini bilmediğin gibi herkesi de bilmez sanan (cehl-i mürekkep)
CARİYE : İffetli olmak isteyen cariyelerini, dünya hayatının geçici menfeatini elde etmek için, fuhşa zorlamayın. (K. 24/33)
Cennet:
Beyhude çabalar.
Canavar da olsan bazı şeyleri yutup saklayamıyorsun.
Bir kadının namussuzluğunu 4 şahitlette ispat etmek gerekirken, NUSUZ’un namussuzluk olduğunu iddia etmek;
Takiye daha da önemlisi abesle-iştigaldir…
Yine her zaman yaptığını yapmış, kendi oluşturduğunuz dine bazen ayet, bazen hadis, bazen de felsefe eklemişsin…
Gün gelir de dünyada kadın sayısı erkeklerden az olursa İSLAMİYET kadının iki kocayla evlenmesine cevaz veriyor diyebilirmisin???
HADİ BU ÖLÜMLÜ DÜNYADA SENİN UYDURDUĞUN GİBİ BİR DÜZEN KURULDU….
YA AHİRETTEKİ AYRIMCILIK NEYİN NESİ???
Bakalim, Kuran, “Cennet” ile ilgili ayetlerinde ne diyor?
Cennette Seks Ve Huriler :
Duhan/44/54. Bu boyledir; onlari iri siyah gozlu hurilerle eslendiririz.
Tur/52/19-20. Onlara soyle denir: “Islediklerinizden oturu, dizi dizi tahtlara yaslanarak afiyetle yiyin icin.Onlara, ceylan gozlu esler veririz.”
Rahman/55/56. Orada, bakislarini yalniz eslerine cevirmis, daha once ne insan ve ne de cinlerin dokunmus oldugu esler vardir.
Rahman/55/57. Oyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsiniz?
Rahman/55/58. Onlar yakut ve mercan gibidirler.
Rahman/55/70. Oralarda iyi huylu guzel kadinlar vardir.
Vakia/56/35-8. Biz ceylan gozluleri, defterleri sagdan verilenler icin yeniden yaratmisizdir; onlari bakire,
eslerine duskun ve hepsini bir yasta kilmisizdir. *
78/Nebe 31. Süphesiz takvâ sahipleri için de basari ödülü vardir.
78/Nebe 32. Bahçeler,baglar,
78/Nebe 33. Gögüsleri tomurcuk gibi kabarmis yasit kizlar,
78/Nebe 34. Ve içki dolu kâse(ler) .
76/El-Insan 19. O insanlarin etrafinda öyle ölümsüz genç nedîmler dolasir ki, onlari gördügünde, etrafa saçilip dagilmis inciler sanirsin.
76/El-Insan 20. Ne yana bakarsan bak, (yiginla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün.
76/El-Insan 21. Üzerlerinde yesil ipekten ince ve kalin elbiseler vardir; gümüs bilezikler takinmislardir. Rableri onlara tertemiz bir içki içirir.
76/El-Insan 22. (Onlara söyle denir:) Bu, sizin için bir mükâfattir. Sizin gayretiniz karsiligini bulmustur.
37/Es-Saffat 43. Naîm cennetlerinde .
37/Es-Saffat 44. Tahtlar üzerinde karsilikli otururlar.
37/Es-Saffat 45. Onlara pinardan (doldurulmus) kadehler dolastirilir.
37/Es-Saffat 46. Berraktir, içenlere lezzet verir.
37/Es-Saffat 47. O içkide ne sersemletme vardir ne de onunla sarhos olurlar.
37/Es-Saffat 48. Yanlarinda güzel bakislarini yalniz onlara tahsis etmis, iri gözlü esler vardir.
37/Es-Saffat 49. Onlar, gün yüzü görmemis yumurta gibi bembeyazdir.
Cennette Seks Erkekleri (Gılmanlar):
Tur/52/24. Sedefteki inciler gibi olan gencler yanlarinda dolasirlar.
Vakia/56/17-21. Olumsuz gencler yanlarinda, bas agrisi ve donmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmus kaseler, ibrikler, kadehler; sececekleri meyveler, arzulayacaklari kus eti ile dolasirlar.
Insan/76/19. Yanlarinda ölümsüz gençler dolasir; onlari gordugunde sacilmis birer inci sanirsin.
DD
DİLEDİĞİNİ:
“Ey Muhammed! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez, fakat Allah dilediğini doğru yola eriştirir.” (K. 2/272)
Ey Muhammed! Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, “Ben bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim.” de. Kendilerine kitap verilenlere ve kitapsızlara: “ Siz de İslam oldunuz mu?” de. Şayet İslam olurlarsa doğru yola girmişlerdir, yüz çevirirlerse, sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını görür.” (K. 3/20)
Kim Resûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!” (K. 4/80)
Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” (5/105)
(Resûlüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” (K.10/99)
“Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkârcı) kılar.” (K. 12/103)
“(Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerein gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın . Onlar Rahman’ı inkâr ediyorlar.” (K. 13/30)
“Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepe çevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar imdatlarına, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir kalma yeri!” (K. 18/29)
“Dinde zorlama yoktur…” (2/256)
Dost edinmeyin, 5/51
EE
EMRİ MA’RUF… NEHYİ ANIL MÜNKER. “Her kim bir münker görür ise hemen onu eliyle değiştirsin. Eğer eliyle değiştirmeye muktedir olamazsa diliyle kınasın, korkutsun. Şayet diliyle de değiştirme gücü yetmezse kalbiyle onu reddetsin, ondan nefret duysun.” (Riyaz’üs Salihin Tercümesi. 1. Cilt.23. Bölüm… 8) Konu ile ilgili ayet de şudur: “Biz de kötülükten vaz geçirmekte sebat edenleri çıkardık. Zulmedenleri ise yapmakta oldukları fısklar yüzünden şiddetli bir azab ile yakaladık.” (K. 7/165)
Ehli Beyt: K. 33/33. 42/23
EKSİK YOK: “Yerde yürüyen ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer ümmettir. Kitapta biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (En’am, 6/38)
GG
“Biz ki günaha öldük, artık onda nasıl yaşarız.” (İn. Rom. 6/2)
“Ey baba sana şükrederim ki; bu şeyleri (bilgileri) akıllılardan ve hikmetlilerden gizledin.” (İn. Luka. 10/21)
Birçok Peygamberler ve Salih adamlar sizin gördüğünüz şeyleri görmek dilediler , görmediler; sizin işitmek istediğinizi şeyleri işitmek istediler, işitmediler. İncil. Matta. 13/17-18)
GÖK GÜRLEMESİ: “Allah’ın, kendi meclisini dinlemeye gelen şeytanı uzaklaştırmak için attığı taş sanmıştır. (K. 67/5. 15/18)
Günah işeyen herkes günahın uşağıdır.” (İn. Yuh. 8/34)0
Günah bir adam vasıtasıyla; ve ölüm günah vasıtasıyla dünyaya girdi.” (İn. Rom. 5/12)
“Günahın bedeli ölümdür!” (İn. Rom. 6/23)
“Biz ki günaha öldük, artık onda nasıl yaşarız.” (İn. Rom. 6/2)
Güzel gördüm gözüm gönlüm açıldı/Sandım ki semadan nurlar saçıldı/Gamın artık hücumundan kaçıldı/ Sandım ki semadan nurlar saçıldı(Söyleyeni bilen bildirsin…)
Günah: “Eğer yasaklandığınız büyük “gü¬nahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı affederiz ve sizi şerefli bir yere/cennete koyarız.” (Nisa, 4/31)
Günah: Kimse kimsenin günahı ile günahkar olmaz, 17/15
Güzel söz söyleyin, 17/53
Güzel yarattık, 95/4
Herkesin günahı kendisine, 15/17
Hıristiyanların ecirleri vardır, 2/62
Hırsızın elini kesiniz, 5/38
Hiç kimse diğerinin günahı ile günahkar olmaz, 17/15
Hidayte eren kendi faydasına ermiş olur, 17/15
Hile yapan Allah, 3/45
İmana gelirlerse peşlerini bırakın, 9/5
İyilikle söyleyin, 17/53
Kısasa kısas, 2/194
Kurban kesme, 22/36, 101/2
Mehirlerini verin, 4/4
Mekke ve civarındakileri, 6/92, 42/7Nezdimizdeki kitap, 43/4
Melek: Size bin melekle yardım edeceğim, 8/9
Kx
“Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahret gününe inanmayanlarla, Allah’ın ve Rasulü’nün haram kıldığını haram saymayanlarla ve hak din İslam’ı kabul etmeyenlerle, bunlar teslim olup zelil bir hâlde, kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın!” (K. 9/29)
HH
“Benden önce gelenlerin hepsi hırsız ve hayduttu, ama koyunlar onları dilemedi.” (İncil. Yuhanna, 10/8)
Her zaman için bir kitap vardır. Allah istediğini imhâ ve dilediğini isbat eder.” “K. 13/39:
Hırs gelince akıl arka kapıdan sıvışır. Atasözü
HAK DİN :
Allah katında din İslam’dır. (K. 3/19, 85. 9/33. 48.28. 61/9)
“Fitne kalmayıp yalnız Allah’ın dini Allah’ın dini oluncaya değin onlarla savaşın.” (K. 2/192).
“İslam’dan başka bir dine tabi olanın dini kabul edilmez. Ve o ahrette de en büyük zarara uğrayanlardandır.” (3/85)
“Ortada fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin. Eğer fitneye son verirlerse sen de harbe son ver.” (K. 3/89)
Din olarak Müslümanlığı seçtim. (5/3)
“Müşrikleri nerede bulursanız öldürün!” (9/5)
“Hak dini kabul edinceye kadar onlarla savaşın.” (9/29)
HERKES: Herkes dünyayı değiştirme düşüncesinde ama hiç kimse kendini değiştirmeyi düşünmez. Tolstoy.
“Ortada fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin. Eğer fitneye son verirlerse sen de harbe son ver.” (K. 8/39) Bak, Şiddet ayetlerine.
“Fitne kalmayıp yalnız Allah’ın dini Allah’ın dini oluncaya değin onlarla savaşın.” (K. 2/192).
“Ortada fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla muharebe edin. Eğer fitneye son verirlerse sen de harbe son ver.” (K. 3/89)
“Din, yalnız Allah’ın dini oluncaya değin onlarla savaş.” (8/39)
“Ey Muhammed! Hakka yönelerek kendini Allah’ın insanlara yaratılıştı verdiği dine ver. Zira Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (K. 30/30)
HAYAT SUYU: Alfa ve Omega, başlangıç ve son benim. Ben susamış olana hayat suyunun pınarından meccanen vereceğim.” (İn. Vahiy. 21/6)
“Her zaman için bir kitap vardır. Allah istediğini imhâ ve dilediğini isbat eder.” (K. 13/39)
İİ
İNKAR EDEN. : “Zaten ayetlerimizi bilerek ancak hain nankörler inkar eder.” (K.31/32)
İYİLİK-KÖTÜLÜK : “Eğer onlara bir iyilik dokunsa “Bu, Allah katındandır” derler. Şayet onlara bir kötülük dokunsa Bu senin yüzündendir” derler. De ki: “Hepsi Allah tarafındandır.”(4/78)
“Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Sana isabet eden her kötülük kendindendir. (4/79)
İYİLİK-KÖTÜLÜK: “Ve biz ona iki yolu (iyilik ve kötülük yolu) göstermedik mi?” (K. 90/10)
KK
KADIN:
“…serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında yalnız bırakın, nihayet dövün…” (K. 4/34) Bu ayet de aynı konuda kadınlara verilen emir: “Eğer kadın, kocasının serkeşliğinden veya aldırışsızlığından endişe ederse aralarında kendilerine bir engel yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır….” (4/128)
“Kötülüğü iyilikle sav.” (K. 23/96. 16/125. 41/34)
“Bu mübarek kitaptır ki, onu kendinden önceki kitapları tasdik edici olarak Mekke halkını ve civarındakileri kendisi ile korkutman için indirdik.” (67/92),
“Direnen bir toplumu korkutman için.” (19/97)
KURAN : Uganda doğumlu olup Kanada’da yaşayan kadın yazar İrşad Manji soruyor: “Kuran mükemmel olmayabilir mi? Kuran’da ne kadar ön yargı var?” (Cumhuriyet, 19.2.2004)
“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirdirler.” (K. 5/44)
“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimdirler.” (K. 5/45)
“Allah’ın inzal eylediği ile hükmetmeyenler fasıktırlar. (K. 5/47)
KURAN:
“Yoksa kitabın bir kısmına inanıyor ve bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Öyleyse….” (2/85. 5//44, 45)
MM
MEKKE :
“Bu mübarek kitaptır ki, onu kendinden önceki kitapları tasdik edici olarak Mekke halkını ve civarındakileri kendisi ile korkutman için indirdik.” (67/92)
1.“Kutlu kılınmış şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum.”(K. 27/91) ve yine
2. “Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken Bizim Mekke’yi güven içinde ve kutsal bir yer kıldığımızı görmediler mi?” (K. 29/67)
Bir de şu ayet:
3. “And olsun bu güvenli Mekke şehrine ki:” (K. 95/3)
“Bu mübarek kitaptır ki, onu kendinden önceki kitapları tasdik edici olarak Mekke halkını ve civarındakileri kendisi ile korkutman için indirdik.” (67/92)
Münker: “Her kim bir münker görür ise hemen onu eliyle değiştirsin. Eğer eliyle değiştirmeye muktedir olamazsa diliyle kınasın, korkutsun. Şayet diliyle de değiştirme gücü yetmezse kalbiyle onu reddetsin, ondan nefret duysun.” (Riyaz’üs Salihin Tercümesi. 1. Cilt.23. Bölüm… 8)
Konu ile ilgili ayet de şudur: “Biz de kötülükten vaz geçirmekte sebat edenleri çıkardık. Zulmedenleri ise yapmakta oldukları fısklar yüzünden şiddetli bir azab ile yakaladık.” (K. 7/165)
Mürted: Mürtedler için bak! (2/217, 3/77, 4/89, 137, 47/25-29)
Müslüman: Müslüman; elinden, dilinden kimseye zarar gelmeyendir.
1.“Kutlu kılınmış şehrin Rabbine kulluk etmekle emrolundum.”(K. 27/91) ve yine
2. “Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken Bizim Mekke’yi güven içinde ve kutsal bir yer kıldığımızı görmediler mi?” (K. 29/67)
Bir de şu ayet:
3. “And olsun bu güvenli Mekke şehrine ki:” (K. 95/3)
“Bu mübarek kitaptır ki, onu kendinden önceki kitapları tasdik edici olarak Mekke halkını ve civarındakileri kendisi ile korkutman için indirdik.” (67/92)
Mürted:
Mürtedler için bak! (2/217, 3/77, 4/89, 137, 47/25-29)
Ox
Onaylıyor: “Bu mübarek kitaptır ki, onu kendinden önceki kitapları tasdik edici olarak Mekke halkını ve civarındakileri kendisi ile korkutman için indirdik.” (67/92)
Şx
Şiddet ayetleri:
1. “Onları bulduğunu yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları
çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’ın yanında onlar savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları bulduğunuz yerde öldürün.” (K. 2/191)
2. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.” (K. 2/193)
3. “Allah yolunda öldürülür veyâ ölürseniz, size Allah’tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır.” (K. 3/117)
4. “O halde, dünya hayatı yerine ahreti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar: Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galip gelirse, Biz ona büyük bir ecir vereceğiz.” (K. 4/74)
5. “Onlar kendileri inkâr ettikleri gibi, keşke siz de inkâr etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyen.” (K. 4/89)
6. “… eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik.” (K. 4/9l)
7. “Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezâsı öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara âhrette büyük azâb vardır.” (K. 5/33)
8. “Rabbin meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin’ diye vahyetti. ‘Ben, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi.” (K. 8/12)
9. “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür.” (K. 8/39)
10. “Ey Peygamber! Mü’minleri savaş için coştur. İzin sabırlı yirmi kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz, inkâr edenlerden bir kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırla yüz kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener; sizin bir kişiniz, Allah’ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir.” (K. 8/65-66)
11. “Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)
12. “Eğer, antlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dîninize dil uzatırlarsa, inkârda önde gidenlerle savaşın, -çünkü onların yeminleri sayılmaz- belki vazgeçerler.” (K. 9/11)
13. “Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azâblandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, Hakimdir. “ (K. 9/14-15)
14. “Kitap verilenlerden, Allah’a, âhret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29)
15. “Ey inananlar! Size ne olduğu ki, ‘Allah yolunda, savaşa çıkın’ dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Âhreti bırakıp dünya hâyatına mı razı olduğunuz? Oysa dünya hayatının geçimi âhrete göre pek az bir şeydir. Çıkmazsanız Allah size can yakıcı azabla azab eder ve yerinize başka bir millet getirir. O’na bir şey yapamazsınız. Allah her şeye kadirdir.” (K. 9/38-39)
16. “İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın, Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihâd edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır.” (K. 9/41)
17. “Ey Peygamber! İnkârcılarla, ikiyüzlülerle savaş; onlara karşı sert davran. Varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür.” (K. 9/73)
18. “Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kuran’da söz verilmiş bir hak olarak- cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır.” (K. 9/111)
19. “Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla berâberdir.” (K 9/123)
20. “Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim var mıdır? Şüphesiz suçlulardan öç alacağız.” (K. 32/22)
21. “Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü de öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz.” (K. 47/4)
22. “Ey inananlar! Sizler daha üstün olduğunuz halde düşman karşısında gevşemeyin ki barış istemek zorunda kalmayasınız; Allah sizinle beraberdir; sizin işlerinizi eksiltmeyecektir.” (K. 47/35)
23. “Ey Muhammed! Bedevilerden geri kalmış olanlara de ki: ‘Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar Müslüman olana kadar savaşmaya çağrılacaksınız; eğer itâat ederseniz Allah size güzel ecir verir, ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi can yakan bir azaba uğratır.” (K.48/16)
24. “Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar… Eğer sizler Benim yolumdan savaşmak ve rızamı kazanmak için yola çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz. Ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır.” (K.60/1)
25. “Ey Peygamber! İnkârcılarla ve ikiyüzlülerle savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür!.” (K. 66/9)
Bir de aklıma Peygamber sözü olarak Müslümanlara belletilen: “İnsanlar deyinceye kadar onlarla cihada memur oldum, şimdi her kim ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ derse canını ve malını benden korumuş olur.” (Bkz. Sahih-i Müslüm. İst.1401.C.1.s 51-52, Had. no. 32 ve İmam Suyuti, mütevatir hadisler, Ank. 1992, s.30-31, Had. No.4).
Ne var ki bu tür Hadis’ leri yalanlamak bizimkiler için işten bile değil. Hemen yanıt hazır: “Bunlar hadis olup değiştirilmiş olması muhtemeldir!” derler.
Peki, yukarıdaki Hadis’i tamamlayan ve bu Hadis’in dayanağı olan şu tümceye (ayete) ne diyecekler acaba? Bu tümceye de (ayete de) değiştirilmiştir diyemezler ya… Öyle ise bir de Kuran’dan örnek verelim:
“Kitap verilenlerden, Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşsın.” (K.Tevbe, 9/29)
LAİLAHE İLLALLAH:
Bir de aklıma Peygamber sözü olarak Müslümanlara belletilen: “İnsanlar deyinceye kadar onlarla cihada memur oldum, şimdi her kim ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ derse canını ve malını benden korumuş olur.” (Bkz. Sahih-i Müslüm. İst.1401.C.1.s 51-52, Had. no. 32 ve İmam Suyuti, mütevatir hadisler, Ank. 1992, s.30-31, Had. No.4).
Ne var ki bu tür Hadis’ leri yalanlamak bizimkiler için işten bile değil. Hemen yanıt hazır: “Bunlar hadis olup değiştirilmiş olması muhtemeldir!” derler.
Peki, yukarıdaki Hadis’i tamamlayan ve bu Hadis’in dayanağı olan şu tümceye (ayete) ne diyecekler acaba? Bu tümceye de (ayete de) değiştirilmiştir diyemezler ya… Öyle ise bir de Kuran’dan örnek verelim:
“Kitap verilenlerden, Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşsın.” (K.Tevbe, 9/29)
ŞİDDET AYETLERİ:
“Onları bulduğunu yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları
çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’ın yanında onlar savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları bulduğunuz yerde öldürün.” (K. 2/191)
“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.”(K. 2/193)
“O halde, dünya hayatı yerine ahreti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar: Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galip gelirse, Biz ona büyük bir ecir vereceğiz.” (K. 4/74)
“Onlar kendileri inkâr ettikleri gibi, keşke siz de inkâr etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyen.” (K. 4/89)
“… eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik.” (K. 4/9l)
“Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezâsı öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara âhirette büyük azâb vardır.” (K. 5/33)
“Rabbin meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin’ diye vahyetti. ‘Ben, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi.” (K. 8/12)
“Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür.” (K. 8/39)
“Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.” (K. 9/5)
“Eğer, antlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dîninize dil uzatırlarsa, inkârda önde gidenlerle savaşın, -çünkü onların yeminleri sayılmaz- belki vazgeçerler.” (K. 9/11)
“Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azâblandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, Hakimdir. “ (K. 9/14-15)
“Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.” (K. 9/29)
“Ey inananlar! Size ne olduğu ki, ‘Allah yolunda, savaşa çıkın’ dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Âhireti bırakıp dünya hâyatına mı razı olduğunuz? Oysa dünya hayatının geçimi âhirete göre pek az bir şeydir. Çıkmazsanız Allah size can yakıcı azabla azab eder ve yerinize başka bir millet getirir. O’na bir şey yapamazsınız. Allah her şeye kadirdir.” (K. 9/38-39)
“İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın, Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihâd edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır.” (K. 9/41)
“Ey Peygamber! İnkârcılarla, ikiyüzlülerle savaş; onlara karşı sert davran. Varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür.” (K. 9/73)
.”Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kuran’da söz verilmiş bir hak olarak- cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır.” (K. 9/111)
“Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla berâberdir.” (K 9/123)
“Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim var mıdır? Şüphesiz suçlulardan öç alacağız.” (K. 32/22)
“Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü de öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz.” (K. 47/4)
“Ey inananlar! Sizler daha üstün olduğunuz halde düşman karşısında gevşemeyin ki barış istemek zorunda kalmayasınız; Allah sizinle beraberdir; sizin işlerinizi eksiltmeyecektir.” (K. 47/35)
“Ey Muhammed! Bedeviilerden geri kalmış olanlara de ki: ‘Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar müslüman olana kadar savaşmaya çağrılacaksınız; eğer itâat ederseniz Allah size güzel ecir verir, ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi can yakan bir azaba uğratır.” (K.48/16)
“Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar… Eğer sizler Benim yolumdan savaşmak ve rızamı kazanmak için yola çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz. Ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır.” (K.60/1)
“Ey Peygamber! İnkârcılarla ve ikiyüzlülerle savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür!.” (K. 66/9)
LAİLAHE İLLALLAH:
Bir de aklıma Peygamber sözü olarak Müslümanlara belletilen: “İnsanlar lailahe illahlah deyinceye kadar onlarla cihada memur oldum, şimdi her kim ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ derse canını ve malını benden korumuş olur.” (Bkz. Sahih-i Müslüm. İst.1401.C.1.s 51-52, Had. no. 32 ve İmam Suyuti, mütevatir hadisler, Ank. 1992, s.30-31, Had. No.4).
Ne var ki bu tür Hadis’ leri yalanlamak bizimkiler için işten bile değil. Hemen yanıt hazır: “Bunlar hadis olup değiştirilmiş olması muhtemeldir!” derler.
Peki, yukarıdaki Hadis’i tamamlayan ve bu Hadis’in dayanağı olan şu tümceye (ayete) ne diyecekler acaba? Bu tümceye de (ayete de) değiştirilmiştir diyemezler ya… Öyle ise bir de Kuran’dan örnek verelim:
“Kitap verilenlerden, Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşsın.” (K.Tevbe, 9/29).
OO
Ol deyince olur: “ALLAH, BİR ŞEY YARATMAK İSTEDİĞİNDE ‘OL’ DER VE O ŞEY OLUR” (2/117, 3/47, 59, L6/40, 19/35, 36/82,40/68)
Öldürmeyin: (Nisa, 4/29) “Ey iman edenler! Karşılıklı rıza ile yapılan alış verişin dışında mallarınızı aranızda batıl/haram yollarla yemeyin ve birbirinizi öldürmeyin!”
Öldürün: Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, 9/5
Parmaklarını vurun, 8/12
OO
OL DEYİNCE OLUR:
“Allah, bir şey yaratmak istediğinde “Ol DER ve O ŞEY DERHAL OLUR” (K.2/117, 3/47, 59, 19/35, 36/82, 40/68)
ÖÖ
ÖLDÜRMEK: Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse (ölümdenm kurtarırsa)
ÖZLÜ SÖZLER: Dar yemeni, pes yemeni/Peş yemeni, dar yemeni. = Benimle diz dize oturanın yüzyıllık arası var; biri maşrukta, biri maşuktur su sızmaz arası var.
Mülk padişahın, ten Allah’ındır.
Düşüncelirini açıklamaktan kaçınan insan; ya korktır, ya da art niyetlidir. H.B.
Şalvarı şallak Osmanlı/Yanakları parlak Osmanlı/Ekende yok, biçende yok/Yiyende ortak Osmanlı.
ÖLÜ:
“Bırak ölüleri, kendi ölülerini kendileri gömsün.” (İn. Mat. 8/22)
“… onu değnekle döversen canına ölüler diyarından kurtarırsın.” (Tev. Sül. Mes. 23/14)
“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyecek bir ışık verdiğimiz kimsenin duru, karanlıklar içinde bulunup aslâ çıkamayan kimsenin durumu gibi midir?” (K. 6/122)
“Sağduyudan uzaklaşan kendini ölüler arasında bulur.” (Tev. Sül. Mes. 21/16)
“Sen ölülere kesinlikle duyuramazsın; dönüp gittiklerinde, sağırara da çağrıyı duyuramazsın.”(K. 27/80. 30/52. 35/22)
“Tanrı, ölülerin değil dirilerin Tanrı’sıdır.” (İn. Mat. 22/32)
ÖZDEŞLİK:
“Allah ve melekler peygambere salat ederler.” K.
“Kim Peygambere itaat ederse muhakkak Allah’a ibadet etmiştir. Kim bundan yüz çevirirse (günahkar) olur. Seni onlar üzerine muhafız göndermedik. Allah’a itaattir. ” K. 4/80, 4/150
“Allah ile peygamberi ayırmak isteyen … işte onlar muhakkak kâirdirler.b” (K. 4/150)
ÖLDÜRMEK: Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse (ölümdenm kurtarırsa)
Nx
Px
px
PEYGAMBER SÖZÜ:
1. “Şüphesiz o, şerefli bir peygamberin sözüdür.” (69/40= İsmail Hakkı Bursevî)
2. “Görebildikleriniz Ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki; Kuran şerefli bir elçinin getirdiği bir sözdür.” (Diyanet. 69/40)
3 “Hiç şüphesiz o (Kuran), çok şerefli bir elçinin sözüdür.” (Suudi, Medine Kuran’ı. 69/40: Açıklama: Elçiden maksat peygamber veya Cebrail olabilir. Ancak, sözün asıl sahibi elbette Cenab-ı Allah’tır., Elçi aracılığı ile tebliğ edildiğinden yakına işaret edilmiştir.)
4. “Hiç şüphesiz o (Kuran), çok şerefli bir elçinin sözüdür.” (Diy. Vakfı Kuranı. 69/40: Açıklaması: Sözün asıl sahibi şüphesiz Cenab-ı Allah’tır.E (Elçi ve Cabrail) aracılığıyla geldiğinden , “söz” elçiye nispet edilmiştir.)
5. Şüphesiz o (Kuran) elbette çok şerefli biri elçinin (Allah’tan getirdiği) sözüdür. (Feyzu’l Kuran, Hasan Tahsin Feyizli. 69/40)
6. Bakın. Bu Kuran şerefli bir elçinin (vahyedilmiş) sözüdür” Muhammed Esed. 69/40)
7. “Gördüğünüz görmediğiniz şeylere yemin ederim ki o Kuran , Tanrı yanında pek kıymetli bir elçinin sözüdür.” (İsmail Hakkı İzmirli. 69/40)
“O hevadan (kendiliğinden) konuşmaz. O, kendisine vahyolundan başka bir şey değldir.” (K. 53/3-4)
Rızk: (Bakara, 2/172) “Ey iman edenler! Sizlere rızık olarak verdiklerimizin temiz (helal) olanlarından yeyin ve şükredin!”
Sabilerin ecirleri vardır, 2/62
Siz öldürmediniz, 8/17,
Söz: Müşriklere iyilikle ve yumuşak söz söyleyin, 17/53
Şairlere azgınlar ve sapıklar uyar, 26/224
Sx
Savaş- hoşunuza gitmediği halde – size farz kılındı.b (K. 2/216)
“Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahret gününe inanmayanlarla, Allah’ın ve Rasulü’nün haram kıldığını haram saymayanlarla ve hak din İslam’ı kabul etmeyenlerle, bunlar teslim olup zelil bir hâlde, kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın!” (K. 9/29)
Şx
Şarap:
Muhammed/47/15. Allah’a karsi gelmekten sakinanlara soz verilen cennet soyledir: Orada temiz su irmaklari, tadi bozulmayan sut irmaklari, icenlere zevk veren sarap irmaklari, suzme bal irmaklari vardir. Onlara orada her turlu urun ve Rablerinden magfiret vardir. Bunlarin durumu, ateste temelli kalana ve bagirsaklarini parca parca edecek kaynar su icirilen kimselerin durumu gibi olur mu?
Saffat/37/45-7. Basagrisi vermeyen, sarhos etmeyen, icenlere zevk bahseden bembeyaz bir kaynaktan doldurulmus kadehler sunulur.
Vakia/56/17-21. Olumsuz gencler yanlarinda, bas agrisi ve donmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmus kaseler, ibrikler, kadehler; sececekleri meyveler, arzulayacaklari kus eti ile dolasirlar.
76/El-Insan 5. Iyiler ise, kâfûr katilmis bir kadehten (cennet sarabi) içerler.
76/El-Insan 6. (Bu,) Allah’in has kullarinin içtikleri ve akittikça akittiklari bir pinardir. Orada koltuklara kurulmus olarak bulunurlar; ne yakici sicak görülür orada, ne de dondurucu soguk.
76/El-Insan 14. (Cennet a?açlarinin) gölgeleri, üzerlerine sarkar; kolayca koparilabilen meyveleri istifadelerine sunulur.
76/El-Insan 15. Yanlarinda gümüsten kaplar ve billûr kupalar dolastirilir.
76/El-Insan 16. Gümüsten öyle kadehler ki onlari istedikleri ölçüde tayin ve takdir etmislerdir.
76/El-Insan 17. Onlara orada bir kâseden içirilir ki (bu sarabin) karisiminda zencefil vardir.
76/El-Insan 18. (Bu sarap) orada bir pinardandir ki adina Selsebîl denir.
Tahrifat: “Onların zulmedenleri, kendilerine söylenen sözü başkasıyla değiştirdiler. Biz de o zâlimlere, zulümlerinden ötürü gökten azâp indirdik.” (K. 7/l62)
Vx
Vahiy
Allah’ın vahyettiği bu kişi Peygamber midir?
-Nahl 68 : Rabbin bal arısına vahyetti.
-Zilzal 5 : Rabbin yerlere vahyetti.
( “Allah’ın sözlerini değiştirecek kimse yok!” (K. 6/115)
Tasdik edici olarak, 2/91, 6/92
Tecavüz edene misli ile tecavüz edin, 2/194
Tuzak kuran Allah, 3/54
Yahudilerin ecirleri vardır, 2/92
Yaptıklarını hoş gösterdik, 6/106
Yemin eden Allah, 43/2
Yirmi kişi iki yüz kişiye, 8/65, 66
Yüz kişi ikiyüz kişiye bedel, 8/65, 66
yx
YAKÎYN: “Ve sana yakîyn gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (K. 6/75. 15/99: Bak. İslamî Terimler Sözlüğü, Yakîyn Maddesi…)
“Ey Muhammed! Hakka yönelerek kendini Allah’ın insanlara yaratılıştı verdiği dine ver. Zira Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (K. 30/30)
“Zan ile yakıyn hasıl olmaz.”
YAZMAK: Yazı yazmak. Yazmak geleceğe bırakılan mirastır.
YARATTIK : BİZ İNSANI EN GÜZEL ŞEKİLDE YARATTIK:
Ve hiç kuşkusuz sizi yarattık, sonra biçimlendirdik. (K. 7/11)
Ve sizi biçimlendiren-ve O sizi ne güzel biçimlendirdi!-ve sizi temiz şeylerle besleyen Allah’tır.İşte Rabbiniz Allah budur. Dünyaların Rabb’iAllah ne kutludur. (40/64)
Gökleri ve gerçekle yaratmış ve sizi biçimlendirmiş ve biçiminizi güzel yapmıştır. Oluş O’nadır. (K. 64/3)
Hiç kuşkusuz biz, insanı en güzel yapıda yarattık. Sonra onu aşağıların en aşağısına geri gönderdik. Ancak inananlar ve iyi işler yapanlar ayrı: Çünkü onlara, kesintisiz bir ayrılık vardır. (K. 95/4-6)
YETİMLER: “…eğer onlarla birlikte yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir.” (2/220)
YILDIZ KAYMASI: “Allan’ın, kendi meclisini dinlemeye gelen şeytanı uzaklaştırmak için attığı taş sanmıştır. (K. 67/5. 15/18)
YOL:
“Ve biz ona iki yolu (iyilik ve kötülük yolu) göstermedik mi?” (K. 90/10)
YILDIZ KAYMASI: “Allan’ın, kendi meclisini dinlemeye gelen şeytanı uzaklaştırmak için attığı taş sanmıştır. (K. 67/5. 15/18)
YOL:
“Ve biz ona iki yolu (iyilik ve kötülük yolu) göstermedik mi?” (K. 90/10)
Yanlış yola sapmak zarar getirir, derecesi de ancak sonunda anlaşılır.
YAKÎYN: “Ve sana yakîyn gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” (K. 6/75. 15/99: Bak. İslamî Terimler Sözlüğü, Yakîyn Maddesi…)
Gökleri ve gerçekle yaratmış ve sizi biçimlendirmiş ve biçiminizi güzel yapmıştır. Oluş O’nadır. (K. 64/3)
Hiç kuşkusuz biz, insanı en güzel yapıda yarattık. Sonra onu aşağıların en aşağısına geri gönderdik. Ancak inananlar ve iyi işler yapanlar ayrı: Çünkü onlara, kesintisiz bir ayrılık vardır. (K. 95/4-6)
Z:
ZAN: “Zan ile yakıyn hasıl olmaz.”
X
İSLAM’da YALANLAR:
İs. Barış dinidir. Yalan: Barış dini ise, Endülüs’ten Semerkant’a kadar, Mısır’dan İran’a ve Hindistan’a kadar, Bizans’tan Umman denizine kadar savaşarak niçin gitmiş. Çapul, ganimet ve yağmalama amacı ile gitmiştir.
İs. Hoşgörü ve sevgi dinidir. Yalan: İslam peygamberi niçin kendisini eleştiren şairlere suikast düzenleyip öldürtmüştür. Devesini çalanlara niçin hoşgörü göstermemiş de ellerini ayaklarını çapraz keserek ölünceye kadar çölde bırakmıştır?
Kuran’ın bir harfi değişmemiş de ne olmuş?: Cariye-köle kurumu onda. Suçlunun cezasını el ve ayaklarından çaprazlama kesme onda… Darül islam ile darül harp onda…Kadını dövme onda… Erkeğin kadını tarla olarak görmesi ve dilediği gibi girmesi onda… Hırsızın elini kesme onda… İslam olmayanlarla dost olmamak onda… Mirasta kadın- erkek eşitsizliği onda… Zina yapan kadını taşlayarak öldürme onda…
ÇELİŞKİ YOK:
“KURAN. 4/82: HÂLA KUR’AN ÜZERİNDE GEREĞİ GİBİ DÜŞÜNMEYECEKLER Mİ? EĞER O, ALLAH’TAN BAŞKASI TARAFINDAN GELMİŞ OLSAYDIONDA BİRÇOK TUTARSIZLIK BULURLARDI.” (Açıklaması: Kuran’ı Kerim, hem ifade bakımından, hem mana ve hüküm bakımından bir bütünlük arzetmektedir. İnsanların söylediği sözler, güzellik ve düzgünlük bakımından daima aynı olmaz. Yazan ve söyleyenin içinde bulunduğu hal ve şartlara göre değişir. Kur’an-ın ifade ve üslûbu ise baştan sona emsalsiz bir güzellik ve düzgünlük içindedir. Bu sözlerin ihtiva ettiği mana, hüküm ve haberler de, yaratılış öncesinden ebediyete kadar hemen her şeye temas ettiği halde tam bir tutarlılık, bütünlük ,sıhhat ve uyum arzetmektedir. Yalnızca bunları düşünmek ve tespit etmek bile, Kur’an-ı Kerim’in insan eseri olmadığını, Allah’tan gelmiş bulunduğunu anlamaya yetecektir.)
Not: Yukarıdaki ve aşağıdaki bütün tümceler ve açıklamalar Türkiye Diyanet Vakfı, Sabah yayınları¸ 1998 Ocak Beşinci Baskısından alınmıştır…
Söyleniş nedenleri ise; çeşitli “Esbab-ı Nüzûl” kitapları ile “Hadis” kitaplarından alınmıştır.
X
TABULARA, TALANA, YALANA
BALTA
IRKÇILIĞA, SÖMÜRÜYE, ŞERİATA
HAYIR!..
Sorumlusu: Av. Hayri BALTA
+
hayri@tabularatalanayalanabalta.com
www.tabularatalanayalanabalta.com
X
MUHAMMED’İN KURAN’I HAZIRLAMASINDA YARDIMCI OLAN ETKENLER
(Arif Tekin’in Kuran’ın Kökeni adlı eserinden derlenmiştir)
Muhammed’in Bilgi-Kültür Seviyesi Ve Aile Yapısı
Muhammed, Mekke Site Devleti’nin emirliğini yürüten bir ailenin çocuğuydu. Babası Abdullah ölmüş, dedesi Abdulmuttalib onu himayesine almıştı. Abdulmuttalib, aynı zamanda Mekke’nin yönetiminden sorumluydu. Onun ölümünden sonra da Muhammed’in amcası Ebu Talip, hem bu yönetim görevini, hem de Muhammed’in velayetini üstlenmişti. Muhammed’in yönetici bir ailenin çocuğu olması, kendisinin çevredeki insanlardan daha ileri bir kültür düzeyine sahip olması konusunda çok önemli bir avantajdı. Kaldı ki Araplar, çocukları iyi Arapça öğrensinler diye onları Arapça’nın iyi konuşulduğu bölgelerdeki süt annelerine verirlerdi. Bu, öreden beri süregelen bir gelenekti. Mekke’de konuşulan Arapça’nın pek o kadar gelişmiş olmaması, çocukların, öz Arapça konuşulan bir bölgeye gönderilmesine başlıca sebep teşkil ediyordu. Çocukların bu bölgelerdeki süt annelerine verilmesinin bir diğer nedeni de, onların iyi bir şekilde Arapçayı kavrayıp, yapılan şiir müsabakalarında şiir okuyabilecek bier aşamaya gelmelerinin sağlanmasıydı. Muhammed’in ileri gelen bir ailenin çocuğu olması, ona bu imkanı sağladı ve Muhammed, dilin öğrenilebileceği en iyi yaş olan olan 0-6 yaşları arasında Mekke civarındaki Sadoğulları’nda kalmıştır. O’nun öz Arapça öğrenmek üzere sütannesine verildiği ve bunun sonucunda da çok güzel Arapça öğrendiği kendisi tarafından şu şekilde dile getirilmiştir: “İçinizde benim gibi Arapça bilen yoktur. Zira hem Kureyş kabilesinden olmam, hem de öz Arapça’yı konuşan Sadoğulları yanında kalmam, bana bu imkanı sağladı.” (İbn-i Sad, Tabakat-ı Kübra, 1/53; Kütüb-i Sitte, İbrahim Canan Tercemesi, 15/349; Halebi, İnsanü’l Uyun, 1/89; Hüseyin Akgül, Hz.Muhammed, s.14, Diyanet Yayını; Diyarbekiri, Tarih-i Hamis, 1/223; Zekeriya Kitapçı, Yeni İslam tarihi ve Türkler, s.136-137; İbn-i Hişam, Siret-i Nebi, s.167-168.)
Muhammed’in toplumsal olaylarda duyarlı olmasına olumlu etki yapan fakirlik faktörü
Gerçek şudur ki, Muhammed, kendi çağının çok önemli bir devlet adamıdır. Onun çok zeki bir insan olduğu konusunda şüphe yoktur. Muhammed’in yönetici bir aileden gelip yetim kalması sonucu, ekonomik şartların onun aleyhine oluşması, onu arayışlara sevk etmeye vesile olmuştur. Hatta zaman içinde onun ekonomik durumu o kadar kötüleşmiştir ki; Mekke halkına çobanlık yapacak kadar yoksullaşmıştır. Ekonomik olarak büyük sıkıntılar içine girdiği için, amcası Ebu Talip’ten kızı Ümmü Hani’yi istediği halde, amcası kendisine vermemiş ve aynen şöykle demiştir: “Herkes ancak kendi dengiyle evlenir. Senin durumun belli, ben nasıl sana kızımı vereyim?”. Çok zeki olan Muhamed’in bu dezavantajlar içerisinde yaşaması, onun duyarlı bir birey olmasına önemli derecede etki yapmıştır. Zaten tarih boyunca sosyal olaylarda genelde yoksullar devrim yapmışlardır. Bu olayın da Kuran’ın oluşturulmasında Muhammed’i harekete geçiren önemli bir etken olduğu düşünülebilir. (Çobanlık yaptığına dair kaynakça: Buhari, İcare, 2. bap; İbnü’l Cevzi, Sıfat-ı Safve, 1/35; İbn-i Sad, Tabakat-ı Kübra, 1/59; Hindi, Kenzü’l Ummal, No: 37763; heysem,, Mecmeu’z-Zevaid, 9/221; Askalani, el-İsabe…, No: 12285; Muhammed Sait Mubeyyıd, Mevsuatu Hayati-s-Sahabiyat, 611; İbn-i Habib, Muhabber, 98).
Muhammed okur-yazar mıydı? Kuran’ın ilk ayetiyle Muhammed’in okuryazar olmadığı iddiası arasındaki çelişki
Kuran’ın ilk cümlesi “Oku!”dur. Kuran, Islamiyet’in kutsal kitabı olduğuna göre, kendisini Allah elçisi olarak tanıtan Muhammed’in 63 yaşına kadar okur-yazar olmaması nasıl açıklanabilir? Bu durumda karşımıza şöyle bir olumsuz tablo çıkmaktadır: (Bu mantık, Kuran’ın gerçekten kutsal bir kitap ve Muhammed’in de gerçekten Allah’ın-varsa eğer- peygamberi olduğu varsayımı ile mümkündür): Birinci durum, Allah’ın Muhammed’e gönderdiği ilk ayet “Oku!” olmasına rağmen, Muhammed bu emri dikkate almamış, okuma-yazma öğrenmek için bir gayrete girmemiş demektir. Ya da, Allah, okumanun önemini bu denli bir hassasiyetle vurgulamış olmasına rağmen, Muhammed’e okuma-yazmayı becerecek akli yeteneği vermemiştir.
Oysa, kutsal bir kitabuı insanlara duyurmak için seçilmiş olan birisi için bular geçerli olamaz. Çünkü, her iki durumun da geçerli olması halinde bir iç tutarsızlık ortaya çıkar. Birinci durumun, yani Muhammed’in Allah’ın emrini dikkate almamış olmasının kabulü halinde, Muhammed, Allah’ın emrine itaatsizlik göstermiş demektir. Bu da hemen işin başında iken, peygamberlik sıfatını kaybetmesi anlamına gelir. Zira, İslam inancına göre, bir insanın peygamber olabilmesi için zorunlu beş temel koşuldan birisi olan “sadakat” sıfatına sahip olması gerekir. Bir başka deyişle, bir peygamberin “Tanrı’sına sadık ve onun emirlerini harfiyen yerine getirmesi” beklenir. Bu asgari bir koşuldur. Bundan ayrı olarak, diğer ikinci koşul olan “emanet” de yerine getirilmemiş sayılır. Allah’tan “Oku!” emrini alan kişi, bu emri yerine getirmeyerek güven vermemiş olur. Bu herşeyden önce, Kuran’a karşı suç olsa gerekir. Zira, peygamberliğin bir diğer koşulu da, “ismet”tir. Yani, masum-suçsuz olmak demektir. Muhammed, ömrünün sonuna kadar peygamberlik sıfatını taşıyacağına göre, tüm bu koşullara ömrünün sonuna kadar sahip olması gerekiyordu. Hal böyle olunca, önermemizi, “Muhammed, Allah’a sadık, bağlı ve onun emirlerini kusursuz bir şekilde yerine getiren aynı zamanda güven verici birisidir” şeklinde formüle ettiğimiz durumda da, onun neden okur-yazar olmadığını açıklamakta çaresiz kalırız.
Burada elimizde tek bir yol kalıyor. O da, ilk çözümlemede ele aldığımız ikinci olsasılık. Yani, Muhammed’in okur-yazar olamayacak kadar zeki ve becerikli olmadığı.. Oysa, bu durumda da bunu düşünmek mümkün değildir. Öncelikle, peygamber olmanın diğer bir koşulu olan “fetanet” karşımıza çıkar. Fetanet, akıllı ve zeki olmak demektir. Şu halde, Muhammed, akıllı ve zeki olmalı idi.
Buna ilave olarak, İslam inancına göre madem ki Allah herkese dilediği ölçüde zeka ve beceri verme kudretine sahiptir, yine made mki Muhammed Allah’ın en sevgili kuludur, o halde Allah, belki de ilk olarak Muhammed’e okuma-yazma konusunda gerekli yetenekleri vermiş olmalıydı. Bu durumda, Muhammed’in sorunu daha da büyüyecek, öyle ki; Muhammed, sadece “Oku!” emrini yerine getirmeyen bir kişi olarak değil, peygamberlik görevinin gerektirdiği beş zorunlu koşuldan dördünü ihlal edip, sadece “tebliğ” koşulunu yerine getiren bir peygamber olarak karşımıza çıkmış olacak. Bu durumda da, Allah’ın emirlerini insanlığa aktaran/duyuran, ancak kendisi o emirleri yerine getirmeyen bir peygamber durumuna düşer.
Ayrıca, Muhammed’in ashabından olan Zeyd bin sabit, 15-20 gün gibi çok kısa bir süre içinde İbraniceyi öğreniyor ise, Muhammed’in okuma-yazma bilmediğini ve öğrenemediğini gerçekçi bulmak çok güçtür. (Zeyd’in 15-20 günde Muhammed’in emriyle yazı öğrendiğine ilişkin kaynakça: İbni Esir, el-kamil, 2/176, “Üsd”, No:1824; Ebu davud, İlim, 1; Tirmizi, İstizan, 22, No:2716; Buhari, Ahkam, 40).
Netice olarak, şu sonuca varıyoruz: Muhammed, kendi zamanının duyarlı insanların en önemlisi ve gerçekten de kendisi en iti yetiştirmişlerden birisidir. “Okur-yazar olmaması” iddiası ise, bu kendi düşüncelerini topluma kabul ettirebilmek için uydurulmuş bir taktitktir. Böylece, “Kur’an, Allah’ın, Muhammed aracılığıyla insanlığa gönderdiği bir kutsal kitap değildir. Kuran, Muhammed’in ve arkadaşlarının hazırlamış olduğu bir beşeri eserdir.”
Bütün bu bilgiler değerlendirildiğinde, Muhammed’in okur-yazar olmadığı iddiası pek gerçekçi olmuyor. Ancak; varsayalım ki, Muhammed okur-yazar değildi; bu durumda da yine birşey değişmez. Zira onun “vahiy katipleri” denilen ve aynı zamanda Muhammed’in çoğu kez kendileriyle iştişare yaptığı bir kurmay kadrosu vardı. Dört halife de bu kadronun içinde yer alıyordu. Bu durumda, Muhammed’in yazdırdığı ayetlerin bazılarının, bu seçkin kadro tarafından şekillenmiş olması mümkündür. Enes bin Malik’in şu anlatımına bakınız:
“Vahiy katiplerinden birisi, Muhammed’i sınamak için hep kendisine yazdırılmak istenenenin tersini Kuran’a yazıyordu. Özellikle bu ters ayetleri, Bakara ve Al-i Imran surelerine yazıyordu. Adam, Muhammed’in bu yanlışları farketmediğini görünce, onun peygamberliğine inanmıyor ve sonuçta Islamiyet’ten vazgeçip, Hristiyanlığa geçiyor. Doğal olarak da bu olayın propagandasını yapmaya başlıyor. Birgün adam vefat ediyor. Mezara gömülünce, onun cenazesi ertesi gün mezarın dışında bulunuyor. Bunun gerekçesi de, Muhammed’e karşı geldiği ve Kuran’a da yanlışlar yazıp propaganda yaptığı için,, Allah’ın onu cezalandırması olarak öne sürülüyor. Bu durumda, adamın akrabası ile Muhammed ve taraftarları arasında sert tartışmalar yaşanıyor: Akrabası, ‘Cenazemizii siz çıkarmışsınız’ diyor, Muhammed ve müslümanlar da ‘Hayır, biz öyle birşey yapmadık, adamınız işlediği günahtan dolayı Allah tarafından mezardan atılmıştır’ diyorlar. Bir daha gömülür ve ertsi günün sabahı onun cenazesi bir hada mezarın dışında bulunur. Tekrar tartışma, tekrar gömülme derken, üçüncü gün bir hada cenaze dışarıda bulunur. En son, orta yerde kalır.” (Bu efsanenin anlatıldığı kaynaklardan bazıları: Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, No: 1477-9/309; Buhari-Müslim hadisleri, el-Lü’lüü ve’l mercan, No:1772; Buhari, menakıb, 25; Müslim; Sıfat-ı Munafıkin, Bo:2781; İbn-i Seyyid-in Nas, Uyun-ül Eser, “Katipler” bölümü, 2/316; Ebu davut Sicistani, Kitabü’l Mesahif, s.3; Ahmet bin Hanbel, Müsned, 3/121).
Bu olay, Kuran’dan sonra İslamın ikinci anayasaı olan ve aynı zamanda Diyanet tarafından tercüme edilen Tecrid-i sarih’te sanki bir mucize olarak değerlendirilmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki, kabrin cenazeyi dışarı atması hep geceleyin oluyordu. İlmi verilere ve aklı selime ters düşen bu masaldan ibret almak gerekiyor!.
Muhammed okur-yazar olmasa bile bu Kuran’ı hazırlayamayacağını göstermez, diyoruz. Ve bir iki örnek veriyoruz: Bilindiği gibi Aşık Veysel de okur-yazar değildi ve küçük yaşta da görme kabiliyetini kaybetmişti. Ancak, onun hazırladığı şiirler ve besteleri o kadar güzeldir ki, herkes tarafından tanınan bir ozan olmuştur. Yine, zamanımızın ses sanatçılarından İbrahim Tatlıses de okur-yazar değildi. Ama, ezberleyerek okuduğu, yorumladığı türkü ve şarkılar ile zamanımızın en ünlü sanatçılarından birisi durumundadır. Şimdi, okur-yazar olmamalarına rağmen insanlara hitap etmekte bu kadar kabiliyetli olan bu insanları, peygamber mi ilan etmek gerekiyor?
Şu halde, acaba Kuran’ın Ankebut Suresi’nin 48,ayetiyle benzerlerinde yer alan “Ey Muhammed, sen okur-yazar değildin” sözünden ne amaçlanmış olabilir? Evet, olay aslında bir taktiktir. Bu taktik ile “Okur-yazar bile olmayan birisi, nasıl olur da böyle bir kitabı ortaya çıkarabilir? Elbette çıkaramaz. Arkasında ilahi bir güç bulunmayan bir ümmi böyle bir kitap hazırlayamaz. O halde, Muhammed’in arkasında ilahi bir güç yani Allah vardır, Kuran, Allah’tan inmiş semavi bir kitaptır” denmek istenmiştir.
Muhammed’in arkadaşlık kurduğu insanların bilgi seviyesi
Muhammed, henüz kendisini peygamber ilan etmeden, Mekke’nin tahsil görmüş en bilgili insanlarıyla oturup kalkardı. Peygamber olduktan sonra, muhalifler ona karşı, “Hayır, bu bilgileri daha önce kendileriyle irtibat olduğu şahıslardan almıştır, bu işin Allah’la ilgisi yoktur” gibi eleştirilerde bulunmaya başlayınca, Nahl Suresi’nin 103.ayeti ortaya çıkıyor.
Ayet şöyle: Nahl: 16/103. ” And olsun ki: “Ona elbette bir insan ogretiyor” dediklerini biliyoruz. Kast ettikleri kimsenin dili yabancidir, Kuran ise fasih Arabcadir. ”
Şimdi bu ayetle ilgili olarak çeşitli müfessirlerin yorumlarına bakalım:
1. Ubeydullah bin Müslüm anlatıyor:
“Mekke’de çok bilgili iki Hristiyan köle vardı. Bunlar aslen Iraklı idiler. Adları Yesar ile Hayr idi. Bunların birçok kitapları vardı. Fırsat buldukça bu kitapları okurlardı. Muhammed de çoğu kez onlara uğrar, kendilerini dinlerdi. Günün birinde, peygamberlik iddiası ile ortaya çıkınca, muhalif olanlar, “Hayır, Muhammed bu bilgileri Allah’tan değil de adı geçen kölelerden almıştır. Allah’ı ise işini sağlama almak için kullanıyor” demeye başladılar. Bu yüzden, nahl Suresi’nin 103.ayeti cevap olarak indi.”
2. Carullah Zamahşeri’nin “el-Keşşaf….” adlı tefsirinde ve Muhammed bin Cerir Taberi’nin ünlü Camiu’l Beyan adlı tefsirinde Nahl Suresi’nin 103.ayeti için şöyle deniyor:
“Mekke’de Tevrat ve İncil’i çok iyi bilen Cebr-i Rumi veya Aiş ya da Yaiş adında bir demirci vardı. Kimileri de adı Yesar-i Rumi idi diyorlar. Ayrıca onun yanında bir kardeşi de vardı, Muhammed sık sık bunlara gidip kendilerinden bilgi alırdı. Muhammed, peygamberlikle görevlendirilince, ona muhaklif olanlar, “Muhammed bu bilgileri Allah’tan değil de, adı geçen demirci köleden almış” demeye başladılar. Bunun üzerine Nahl Suresi’nin 103.ayeti indi.
3. İmam Suyuti, Lübabü’n-Nükul adlı eserinde, Nahl Suresi’nin 103.ayeti için şöyle diyor:
“Mekke’de Bel’am adında birisi vardı. Muhammed, sık sık ona gider, kendisinden bilgi alırdı. Kimileri de, o dönemde Mekke’de Yesar ve Cebr adlarında iki yabancının bulunduğunu, bunların çok kitapları olduğunu ve Muhammed’in genellikle onlara uğrayıp kendilerinden yararlandığını kaydediyorlar. Daha sonra, Muhammed peygamberlikle görevlendirilince, muhalifler, “Hayır, yalan konuşuyor. Bu bilgileri Allah’tan değil; adı geçen kişi veya kişilerden alıyor” demeye başladılar. Bu ağır itham üzerine Nahl Suresi 103.ayeti indi.”
4. Kadı Beydavi, Envarü’t Tenzil adlı tefisirinde şöyle diyor:
“Mekke’de Amr bin Hadremi’nin bir kölesi vardı. Adı Cebr-i Rumi idi. Kimileri, bununla birlikte Yaser adında bir kölenin daha olduğunu söylüyorlar. Kimileri de bu şahsın, Huveytıb’ın kölesi Aiş olduğunu belirtiyorlar. Muhammed, peygamberlik iddiasında bulununca, muhalif gruplar, “Muhammed, Kuran bilgilerini bu kölelerden alıyor, Allah’ı ise toplumu etkilemek için kullanıyor” şeklinde eleştiriler yöneltmeye başladılar. Bunun üzerine, Nahl Sures’nin 103.ayeti indi.”
5. Nesefi, “Medark …” adlı tefsirinde şöyle diyor:
“Huveytıb’ın Aiş ya da Yaiş adında bir kölesi vardı. Bazıları da bunun isminin Cebr-i Rum-i olup Amr bin Hademi’nin kölesi olduğunu ileri sürmüşler. Bu köleler, Tevrat ve İncil’i çok iyi bilirlerdi. Muhammed, daima onlara uğrar ve kendilerinden bilgi edinirdi. Peygamberlik davası ortaya çıkınca, inanmayanlar dedikodu yapmaya başladılar ve Kuran’ın dayanağının Allah değil de bu şahıslar olduğunu, Muhammed’in aktardıklarının ise, sadece adı geçen kişilerden öğrendiği bilgiler olduğunu söylemeye başladılar. Bu yüzden ilgili ayet indi.”
6. Fahrettin-i er-Razi, Tefsiri Kebir adlı yapıtında şöyle diyor:
“Mekke’de Tevrat ve İncil’i çok iyi bilen ve bolca da kitapları olan bir köle vardı. Onun adı çok ihtilaflıdır. Kimisi Yeiş, kimisi Addas, kimisi Cebr, kimisi Cebra, kimisi Bel’am diyor. Muhammed, sık sık uğrar, ondan bilgi alırdı. Kuran olayı ortaya çıkınca, inanmayanlar zaman içinde ‘Bu işin arka planında Allah değil de, adı geçen kişiler vardır’ demeye başladılar. Kimileri de, ‘Aslında Kuran’ı, çok açıkgöz olan Hatice Muhammed’e öğretiyor; fakat kendisi kadın olduğu için öne çıkamıyor, bu nedenle Muhammed’i öne çıkarıyor, yani Kuran’ın baş aktörü Hatice’dir’ diyorlardı. İşte, bütün bu itirazlara cevap mahiyetinde adı geçen ayet inmiştir.
7. Bazı kaynaklar da, “Nahl Suresi’nin 103.ayetinde kendisinden söz edilen ve Muhammed’i etkileyen kişinin aslında Selman-ı Farisi olduğunu, ayetin de u iddiaları reddetmek için indiğini” yazıyorlar.
Acaba, iddia edildiği gibi, Selman-ı Farisi olsun, diğerleri olsun- gerçekten adı geçen şahıslarda Kuran’ı ortaya çıkrabilecek bilgi birikimi var mıydı, yoksa bu görüş muhalefet tarafından ortaya atılan bir iftira mıydı? Selman-ı Farisi hakkında bildiklerimiz şunlar:
Selman-ı farisi, aslen Iranlı idi. Başta Zerdüştilik olmak üzere, bütün dinler konusunda fevkalade kendisini yetiştirmiş bir insandı. Kendisi aynı zamanda, hem çok zengin bir ailenin çocuğuydu, hem de onun ailesi Iran’da Zerüştilik’te zirveye ulaşmış bir aileydi, din işlerine bakardı. Ticaret için Şam tarafına gelmiş, dinler konusunda araştırma yapmak amacıyla da bir daha memleketine dönmemişti. Yıllarca birçok papazdan İncil hakkında ders almış, daha sonra Irak’a geçmişti. Bu süreç içerisinde en az on Hristiyan ve Yahudi din alimleri yanında kalıp, onlardan ders alarak kendisini “din”ler konusunda son derece iyi yetiştirmişti. Daha sonra Muhammed ile buluşup ilişkilerini derinleştirerek nihayet Islamiyet’e geçmişti. Öylesine akıllı bir insandı ki, Hicri 5.yılında Müslümanlar ile Mekke müşrikleri arasında Medine’de meydana gelen Hendek savaşı’nda “Medine’nin etrafına hendek kazıp savunma yapalım” fikrini ortaya atarak, müslümanların savaşı kazanmalarını sağlamıştı. Hz.Ali, onun hakkında “Selman tüm ilimlerde uzman bir kişiydi, onun ilmi bitmeyen bir denizdi” demiştir. Selman’ın arkadaşları da kendisi için, “Selman lokman hekim gibiydi” diyorlardı. Ebu Hüreyre, “Selman, hem Kuran’da hem de İncil’de uzman bir insandı” demiş. Selman-ı Farisi, başarılarından dolayı, Medayın’a vali olarak tayin edilmişti. İmam Zehebi, onun hakkında, “Selman’ın kavradığı bilgiler için en az ikiyüzelli yıllık bir zamana ihtiyaç vardır, halbuki Selman 70-80 yıl yaşamıştır” diyor. Muhammed de onun hakkında, “Selman-ı Farisi, bizim ailenin ferdidir. Selman, eğer ilim Süreyya yıldızında olsa gidip oradan alır” demiştir. (Selman ile ilgili bilgiler için birkaç eser: Belazuri, Ensabü’l Eşraf, 2/128; Askalani, el-İsabe, No: 3359 ve Tehzib-i Tehzib, 4/139; İbnü’l Cevzi, Sıfat-ı safve, 1/270; İbn-i Esir, Üsd… No:2149; İbn-i Seyyidi’n Nas, Uyunü’l Eser, 1/17; İbn-i Abdi’l ber, İstiab…, No: 1014).
Özetlenecek olursa;
1. Muhammed’in arkadaşlık kurduğu insanların yahudilik, Hristiyanlık ve Zerdüştilik hakkında geniş bilgi sahibi olmaları, ister istemez, Muhammed’e bu insanlardan öğrendiklerini yorumlayarak Kuran’ı hazırladığını akla getiriyor. Ayrıca, Muhammedin de Yahudilik ve Hristiyanlık’ın doğduğu coğrafi bölgede doğması, Tevrat-İncil-Zerdüştilik kültürünün hakim olduğu bir çevrede yaşaması ve Kuran’da bu inançlardan alıntuılar bulunması Kuran’ın Muhammed tarafından hazırlandığını gösteriyor.
2. Muhammed’in iki kez Şam tarafına gidip rahip Bahira ve rahip Nastura ile ayrı ayrı uzun görüşmeler yapmış olması da Kuran’ın Allah’tan değil de edinilen bilgiler ,ile insan tarafından hazırlandığı tezini güçlendirir.
3. Muhammed’in üst düzeyde yönetci olan bir ailenin çocuğu olmasının, kendisinin kültürlü bir insan olarak yetişmesine imkan veriyor. Kültürlü bir insan da Kuran gibi bir kitabı hazırlayabilir.
4. Çok zeki bir insan olan Muhammed’in bir ara içine düştüğü ekonomik darlık nedeniyle çobanlığa başlaması, ve bu nedenle amcası Ebu talib’in kızını Muhammed’e vermemesi, Muhammed’in mevcut düzene karşı çıkmaya teşvik etmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
5. Muhammed’in, öz Arapça öğrenmesi içim süt annesine verilmesi ve sonuçta Muhammed’in çok mükemmel bir şekilde Arapça öğrenmesi, onu dil bilgisi ve edbiyat alanında yetkin birisi durumuna getirmiştir. Kuran’daki dilbilgisi kurallarına titizlikle uyulması, bunun bir sonucudur. Kuran, ancak ve ancak Muhammed’in ortaya çıkardığı beşeri bir eserdir.
6. Muhammed’in henüz 20’li yaşlarda iken, “Hilfü’l Fudul” gibi insan hakları teşkilatlarına girmesi ve bu tür toplumsal çalışmaların kendisine yetkinlik kazandırması, 40 yaşına geldiğinde peygamberlik iddiası için kendisibne yeterli güç ve ilhamı vermiştir.
Muhammed’in Rahip Batira ve Nastura ile görüşmesi
Şu da bilinmelidir ki, Muhammed iki kez Şam tarafına gidip orada Rahip Batira ve Rahip Nastura ile ayrı tarihlerde görüşmüştür Bu görüşmeler esnasında çok önemli sohbetlerde bulunulduğu tarihi kaynaklarda mevcuttur (İbn-i Sad, Tabakat-ı Kübra, 1/62; Kastalani, el-Mevahib, 1/101).
Gerçek bu iken, Muhammed’in yeni bir oluşum için onlardan da yararlandığı söylenebilir. Hatta bu görüşmenin, Muhammed üzerinde yaptığı etkiyle ilgili özel kitaplar bile yazılmıştır. Mesela, 1988 yılında Paris’te yayınlanan Kuran’ın Yazarı Hıristiyan Keşiş Bahira Efsanesi adlı yapıt, bu konuda örnek olarak gösterilebilir. Bu yapıtta, “Muhammed, bilgisinin Tanrı’dan değil; Keşiş Bahira’dan almıştır deniyor. Kaldı ki, Muhammed’in ticaret amacıyla 12 ve 25 yaşlarında iken bir-iki kez Şam tarafına gittiği ve adı geçen papazlarla dini konularda sohbet ettiği bilinen bir gerçektir.
Kuran’ın Tevrat ve İncil ile ilişkisi
Muhamed zamanında hem Matta, Markos, Luka, Yuhanna İncilleri; hem de şu anda var olan Tevrat mevcuttu, bunlar yeni bir oluşum için kaynak olarak vardı. Zaten, Kuran’da var olan sosyal içerikli temaların hemen hemen hepsi, Tevrat’ta da vardır. Elimizde var olan Tevrat kitabı, MÖ 6.asırda “Azra” adında bir kahin tarafından yazılıp bugünkü durumunu almıştı. Yani, Muhammed’den 10 asır önce Tevrat yazılı hale getirilmiş ve bugüne kadar korunan bir belge olarak devam edegelmiştir. Aynı zamanda, bugün var olan dört İncil de MS 325 yılında bin kişilik ruhani bir meclis tarafından son şeklini almıştı. Böylece, bu kitaplar da, o günkü toplumun ve dolayısıyla Muhammed’in kullanımına hazır durumdaydı. Özellikle Tevrat’ın Kuran’ın oluşturulması üzerindeki etkisinin oldukça büyük olduğu gözlenmektedir. Bu konuda somut birkaç örnek vermek gerekirse, Ebu Hüreyre şöyle demektedir:
“Ehl-i Kitap (Yahudiler), Tevrat’ı İbranice olarak okur, bize de Arapça olarak açıklamasını yaparlardı. Buna karşı Muhammed bize, ‘Siz onları ne doğrulayın, ne de yalanlayın’ diyordu.” (Tecrid-i sarih, Diyanet tercemesi, No: 1679).
Bir diğer örneği de Halife Ömer’den dinleyelim:
“Ehl-i Kitap kendi aralarında Tevrat okurken, ben de onları dinlerdim. Gerçekten Kuran ile Tevrat arasında herhangi bir fark görmezdim” (Vahidi, Eshab-ı Nüzul, bakara Suresi, 98.ayet)
Gerek bu ifadeler, gerekse Kuran ile Tevrat’ın birlikte incelenmesi halinde ortaya çıkacak olan tıpatıp ortak noktalar-benzerlikler gösteriyor ki; gerçekten Kuran’ın oluşturulması sırasında Tevrat kültürü fevkalede ekili olmuştur.
Söz, Tevrat ile Kuran arasındaki benzerliklerden açılmışken, bu benzerlikleri, bazı somut örneklerle açıklamakta yarar var. Örneğin;
1. Boy abdesti. İslamiyetten önce hem Arapların inançlarında, hem de Tevrat’ta (Yahudilik’te) mevcuttu. (İbn-i habib, Muhabber, s.319; Halebi, İnsanü’l Uyun, 1/425 ve Tevrat, “Levililer” Bölümü, 15/16-18).
2. Namaz da İslamiyet’ten önce vardı. Hatta, bugünkü gibi günde beş vakit kılınıyordu. İsimleri, Şaharit (sabah namazı), Musaf (öğle namazı), Minha (ikindi namazı), Neilat Şerarim (akşam üstü) ve Maarib (akşam namazı) olarak halk arasında kullanılıyordu. (Hayrullah örs, Musa Ve Yahudilik, s.399-405; Doç.Dr. Ali Osman Ateş, Asr-ı Saadette İslam; Şaban Kuzgun, Hz. İbrahim Ve Hanifilik, s.117; Epstein, Judaism, s.162.)
3. İslamiyet’ten önce cuma namazı var olup, “Arube” adıyla bilinirdi. Bunu, Muhammed’den önce Kab bin Lüey oluşturmuştu. Ayrıca, namazın daha önce var olduğu Kuran’ın birçok ayetinde de bulunuyor. (Al-i İmran suresi-39, İbrahim suresi-40, Meryem suresi-31 vb.)
Diğer taraftan, günlük namazların cemaatle kılınması geleneği, Muhammed’den önce Yahudilik’te uygulanıyordu. Ancak onlar, namazın kılındığı mabede cami değil, havra diyorlardı. Yahudilerde, cemaat kavram yerine “minyan” kullanılıyordu. Hatta, namazın cemaatle kılınmasına çok önem veriliyordu ve bir namazın cemaatle kılınabilmesi için 13 yaşını tamamlamış en az 10 erkeğin katılımı zorunluydu. (Hayrullah örs, Musa Ve Yahudilik, s.399-405; Abdurrahman Küçük-Günay Tümer, Dinler Tarihi, s.226-227.)
İslamiyet’te varlığı en başta Kur’an ile (Nisa-43) sabit olan Teyemmüm (toprakla temizleme usulü), bile daha önceden gelen bir uygulamadır. Su olmadığında, cünup halinde Yahudiler bu yönteme başvuruyorlardı. (İslam Ansiklopedisi, Wensinck, M.E.B. Tercemesi, “Teyemmüm” madesi, 12/1-223).
4. Muhammed’den önceki dönemlerde Araplar tarafından kutlanan iki önemli bayram geleneği vardı. 21 Mart’ta Nevroz, 22 Eylül’de Mihriban bayramları kutlanıyordu. Muhammed döneminde, bu bayramlar müslümanlara yasaklanarak, bunların yerine Ramazan ve Kurban bayramları getirildi. Böylece, iklim değişikliklerini haber vermesi nedeniyle, tarımsal faaliyetler açısından da rasyonel bir yarar sağlayan Nevroz ve Mihriban bayramları, sadece dinsel içeriği olan bayramlar ile değiştirildi. Böylece, bayramların da Islamiyetin getirdiği yeni bir gelişim olduğundan söz edilemez.
5. İslami bir gelenek olduğu sanılan “yağmur duası” da daha önceden vardı. Bakara suresi’nin 60.ayetinde bu konuya değinilmiştir.
6. İslamiyette kadınların kulandığı başörtüsü, Yahudilik ve Hırıstiyan kültüründen gelen bir adettir. Hatta, Yahudilik öncesinden bile gelen bir adettir. Yahudi kadınların, özellikle bir ibadeti izlerken, başlarını mutlaka örtmesi gerekiyordu. Bu onlar için bir zorunluluktu. Kadınların başörtüsü takması, Hıristiyanlık’ta da önemliydi. (Abdurrakman Küçük-Günay Tümer, Dinler Tarihi, s.227; Örneğin; Pavlus’un 1.Korintoslulara mektupları, 11/3-8).
7. İslamiyet’te bazı önemli durumlarda var olan iki namazı birleştirme (Cem’u takdim, Cem’u tehir) gibi detayların geçmişi bile Hz. İbrahim dönemine dayanır. Dolayısı ile, bu da Muhammed tarafından getirilen bir yenilik değildir.
8. İslamiyet’ten önceki gelenekler ile, kişinin kendi annesi, kardeşi, teyzesi, halası, üvey annesi ve eşi henüz hayatta iken baldızı ile evlenmesi yasaktı. Tevrat’a göre, bunlara uymayan kişi idam ile cezalandırılırdı. Bunlar da Kuran’da aynen kabul edildi. (Örneğin, Nisa suresi 23.ayet). (Tevrat, “Levililer” Bölümü, 18/6-24 ile 20/11; İbn-i Habib, Mubber, s.325-327 ve Munammak, s.21; Yakubi tarihi, 2/15; İbn-i Kuteybe, el-Maarif, s.50; Belazuri, Ensaül Eşraf, 1/87; Isfehani, el-Ağani, 3/152).
9. İçkinin verdiği zarar göz önüne alınarak, konuyla ilgili yasak Muhammed’den önce de uygulanıyordu. Bu yasaktan Tevrat ve İncil’de de söz edilir. Ayrıca, Muhammed’den önce Osman bin Maz’un, Kus bin Saide, Hz.Ali, Varaka, Ebu Zer ve Zeyd bin Amr yasak koymuşlardı.
10. Oruç ibadetinin Muhammed’den asırlar önce var olan bir adet olduğunu Kuran zaten yazıyor. (Bakara 183.ayet). Hatta, o zaman Orucun başlangıcı bile İslamiyet’teki gibi aya göre tespit ediliyordu. Tıpkı, bugünkü müslümanlar gibi, Ay’ı görmek için gözetleme heyetleri bile kuruluyordu. (Hayrullah Örs, Musa Ve Yahudilik, s.409)
11. Kandil geceleri, İslamiyet’ten önceki dönemlerde vardı. Örneğin, Yahudiler’deki “Roş ha şana” kandili, Tişri ayının birinde başlayıp iki gün devam ederdi. Yahudilerin inançlarına göre, bu iki günde kainatın ve insanın kaderinin yeniden tayini söz konusuydu. Tıpkı, Islamiyet’teki Kadir ve Berat kandilleri gibi. (Abdurrahman Küçük-Günay Tümer, Dinler Tarihi, s.230.)
12. İslamiyet’teki “Kuran’ı hatmetme, hatim indirme” adeti de Yahudilik’ten alınmadır. Yahudilikte, “simra tora” adıyla anılan bu gelenekte Tevrat her yıl bir kez hatmedilir ve bunun sonunda da bayram yapılırdı. (Abdurrahman Küçük-Günay Tümer, Dinler Tarihi, s.231.)
13. İslamiyet’te her ayın 13, 14 ve 15.günlerinde oruç tutulmasının sevap olduğuna inanılır. Bu günlere “Eyyam-ı Biz” denir. Bu adet de Yahudilik’ten alınma bir adettir. Muhammed, “Kim ayın bu üç gününde oruç tutarsa, sanki senenin tüm günlerinde oruç tutmuş gibidir” demiştir. (Tevrat, “Levililer”, 23/4-6; Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, 601 numaralı hadisin şerhi, 4/152; Sünen-i Ebu Davut, Savm-68, No:2449; Sünen-i Nesai, Savm-84, No:2419-2425; İbn-i Mace, Savm-29, No:1707).
14. İslamiyet’ten önceki dönemlerde de, bir kadın kocası tarafından üç kez boşanırsa, artık birbirlerinden ayrılmaları zorunlu olurdu. İslamiyet, bu geleneği de almıştır. (Bakara suresi 229 ve 230.ayetler). Ayrıca, Hac’da Kurban kesmek, Şeytan taşlamak, senenin 12 ayından dördünün “hürmetli aylar” olarak kabul edilmesi, ölen birisinin yıkanması, kefenlenmesi, cenaze namazının kılınması, verasette kız çocuklara erkeklerin aldığı payın yarısının verilmesi vb. gibi adetler, İslam’dan önce de geçerliydi. (Örneğin İbn-i Habib, Muhabber, s.309-324; Halebi, İnsanü’l Uyun, “Batn-ı Nahle” bölümü, 3/156).
15. İslam’a göre hırsızlık yapan birinin cezalandırılmasındaki yöntem ve hukuki düzenlemeler de Kuran’ın ortaya attığı yeni bir olay değildir. Bunlar, eskiden beri var olan düzenlemelerdi. Erkeklerin sünnet olmaları, yeni doğan çocuklar için “akika” denilen kurban kesilmesi, kadınlarla ilgili “iddet” (kadının eşinin ölmesi durumunda yeniden evlenmesi için belirli bir süre beklenmesi zorunluluğu) ve erkekle kadın arasındaki özel ilişkilerin belli bir düzlemdeki yasalarını ifade eden “zihar”, “ila” gibi adetler daha önce de vardı. (Tevrat, “Tekvin” Bölümü, 17/11-14; Kuran, Maide Suresi 38.ayet; İbn-i Habib, Muhabber, 329; İbn-i Esir, Üsd-ül Gabe, No.7527-7530; Alusi, Büluğü’l Ereb, 2/50; Taberi Tefsiri, 23/76).
16. Çalışanın alınterinin kurumadan ücretinin ödenmesi prensibi, Muhammed’in hadislerinde vazedilen bir düzenleme olarak sanılırsa da, bu düzenleme Tevrat’tan alınmadır. (Tevrat, “Tesniye” bölümü, 24/14-15).
17. Kur’an’da var olan bütün İsrailoğulları peygamberlerinin tüm efsaneleri, Tevrat’ta kapsamlı biçimde anlatılmaktadır. (Örneğin, Hz. İbrahim, Hz.Musa, Hz.Eyüp, Hz.Davut, Hz.Süleyman gibi).
18. Kesilmeyen bir hayvanın (leş) etini yemek, Islamiyetten önce de haram idi. (Tevrat, “Levililer”, 22/8).
19. Mekke’nin harem bölgesi (hürmetli şehir) sayılması, Hz.İbrahim’den beri gelen bir gelenekti.
20. İslamiyet’teki köleyi azad etmek geleneği, Islamiyet öncesinde de vardı. (Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, No:705-709).
21. Zekat verilmesi de Islamiyet öncesinde var olan bir adetti. Bu durum, Kuran’ın kendisinde bile yazıyor. (Hz. İsa ile ilgili Meryem suresi 31.ayet, İsmail peygamber ile ilgili Meryem suresi 55.ayet, Hz.İbrahim ile ilgili Enbiya suresi 73.ayet).
22. Kabe’yi örtme geleneği Islamiyet’ten önce de vardı (Moğultay, el-İşare, s.49; Moğultay, bu kaynağında şu eserlerden alıntı yapmıştır: Askeri, el-Evail, 16; Süheyli, Revdü’l Unuf, 1/146; İbn-i Kuteybe, el-Maarif, 551; İbn’il Cevzi, Telkih, 446; Suyuti, el-Vesail, s.84; İbn Hazm, Cemheretü’l Ensab, s.189).
23. Yanlışlıkla öldürülen bir insanın kan bedelinin 100 deve olması, Islamiyet’ten önce de var olan bir gelenekti.
24. Farklı inançlarda olan insanların evlenmesine getirilen kısıtlamalar, Islamiyet’e Yahudilik’ten alınmıştır. (Tevrat, “Tekvin”, 34/1-26; “esniye”, 7/3; Kuran Bakara Suresi 221.ayet).
25. Erkeğin birden çok kadınla evlenebilmesi de Islamiyet’e, yahudilikten alınmış bir adettir. (Tevrat, “Tekvin”, 16/1…,29/17, 32/22; “2.samuel”, 25/40; “1.Krallar”, 11/1; Kuran, Nisa-54, Ra’d-38, Ahzab-38, Sad-23, 24, vb.)
26. Islamiyet’te herhangi bir davanın ispatı için gereken iki erkeğin şahitliği adeti de İslamiyet öncesinden gelmektedir. (Tevrat, “Tesniye”, 17/16, 19/15; Kuran, bakara-282; Yuhanna İncili, 8/17; Matta İncili, 18/16).
27. Kuran’daki cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, yaraya yara.. şeklinde ifade edilen ceza biçimleri de Tevrat’tan alınmıştır. (Tevrat, “Çıkış”, 2/23-25, “Levililer”, 24/17-20, “Tesniye”, 19/21; Kuran, Maide-45).
28. İslamiyet’te yemin, ancak Allah’ın adı ve sıfatları ile geçerlik kazanır. Bu gelenek de Tevrat!tan alıntıdır. (Tevrat, “Tesniye”, 20/20).
29. Kuran’a göre, Allah’a şirk koşmanın cezası çok ağırdır. (Nisa suresi 48 ve 116.ayetler). Bu inanç, Tevrat’ta da bulunmaktadır. (Tevrat, “Çıkış”, 22/20, “Tesniye”, 17/2-7).
30. Yol kesenlere ve dine göre terör sayılan hareketlere katılanlara ve yer yüzünde fesat çıkaranlara Islamiyet’ten önce de ağır cezalar verilirdi. Kuran’a da bu adetlerden alıntı yapılmıştır. (Kuran, Maide Suresi, 33,ayet; İbn-i Habib, Muhabber, 327).
31. Dicle ie Fırat’ın çok önemli iki nehir oldukları da Kuran’a Tevrat’tan yapılmış bir alıntıdır. (Dicle ve Fırat hikayesi için kaynakça: Tevrat, “Tekvin” Bölümü, 2/13-14; Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, No:1551; Buhari-Müslim, el-Lü’lüü ve’l Mercan, No: 103; Buhari, Bed’ü’l Halk, 6; Menakıb-ı Ansar, 42; Eşribe, 12; Müslim, İman, No:164, Cennet, No:2839 ve diğer hadis kaynakları).
Burada, Tanrı’nın hem Tevrat’ta, hem de Kuran’da aynı nehirlere önem vermesi dikkat çekicidir. Dicle ile Fırat Ortadoğu bölgesi için önemlidir ama, örneğin Amerika kıtasında yaşayan insanlar için önemliş değildir. Onlar için Missisippi nehri daha önemli olmasına rağmen, Tevrat ve Kuran’da ne Missisippi, ne de Amazon gibi diğer önemli nehirlerden bahis yoktur. Tanrı’nın peygamberleri, doğadan örnekler verirlerken, her seferinde Orta Doğu coğrafyasını esas almışlardır. halbuki, madem ki İslam dini evrenseldir, ve o ki ille de onun kutsal kitabında bir dağ ya da nehir işleniyorsa, o zaman dünyanın her coğrafyasından bunlar için örnekler verilmesi gerekmez miydi?
32. Nuh Tufanı efsanesi de Kuran’ın birçok ayetine Tevrat’tan alınmıştır. Aslında, bu efsane, Tevrat’a da Sümerlerin çok tanrılı dininden gelmiştir. 1862’de Nineva-Musul’da bulunan bir Sümer tabletinde Nuh Tufanı anlatılmaktadır. (Bkz. Kuran Incil ve Tevrat’ın Kökeni)
(Kaynak: Arif tekin, Kuran’ın Kökeni, Analiz Basım Yayın Uygulama Ltd. Şti., Birinci Basım, Mayıs 2000.)
X
MUHAMMED VE ARKADAŞLARI KURAN’I NASIL HAZIRLADILAR?
Kendisini Tanrı-varsa eğer- elçisi olarak ilan eden Arabistan’ın Kureyş Kabilesi’nden Muhammed’in, okur-yazar olmayan birisi olduğuna inanılır. Islamiyetin kitabı Kuran’ın, Tanrı-varsa eğer- tarafından gönderildiğini savunanlar, okur-yazar olmayan birisinin nasıl kitap yazabileceğini sorarak, Kuran’ı Muhammed’in yazmadığını güya savunmaktadırlar.
Muhammed’in okur-yazar olması ihtimali de var.. Muhammed, okur-yazar olmasa bile, kör ya da sağır da değildi ve kendisine “anlatılanlar”ı Kuran’a koyacak kadar becerikli idi.. Kendisine kimler yardımcı oluyordu hazırladığı kitap için.
Turan Dursun’un “Din Bu” adlı kitap serisinin dördüncü cildinde, Bel’am, Yaiş, Addas, Yessar, Cebr ve Iranlı Selman (Farisi) ve İman adındaki yardımcılarından söz edilir. Bunlardan Bel’am, Yunanlı bir köleydi. Yaiş ve Cebr (Yemenli) de birer köle idiler.
Ilhan Arsel’in Şeriat’tan Kıssalar adlı kitabının önsözünde de Muhammed’in diğer öğreticileri/yardımcıları olarak Bahîra, Verkâ ve Abdullah Ibn-i Selâm’ın adları geçer.
Muhammed katiplerini genellikle Yahudilikten ya da Hristiyanlıktan dönme ya da İbranice ve Süryanice bilen kişilerden seçerdi. Bu dillere vakıf değil iseler, öğrenmelerini isterdi. Örneğin, Hicret’in dördüncü yılında katiplerinden Zeyd bin Sabit’e Yahudi yazısını öğrenmesini söylemiştir.
Söylendiğine göre, en ziyade yararlandığı kimselerin başında, Hristiyanlıktan dönme Selman-ı Farisî ile, Yahudilikten dönme Abdullah İbn-i Selam gelirdi. Siyer’in yazarları İbn-i İshak, İbn Hişâm ve Tabakat yazarı İbn-i Sa’s gibi (ya da benzeri) kaynakların bildirmesine göre, Selman-ı Farisî, Iranlı bir “Mecusî” iken çok genç yaşta Hristiyanlığı kabul ederek Suriye’ye gelmiş, daha sonra Bedevîler tarafından esir alınıp bir Yahudi’ye satılmış ve onun tarafından Medine’ye getirilmiştir. Kölelikten kurtulmak için Muhammed’e başvurup da onun tarafından satınalınmasıyla İslam’a girmiş ve azad olmuştur. Hristiyan ve Yahudi dinlerini en iyi bilen birisi olarak Farisi, Muhammed’e sadece din konusunda değil, yönetim ve savaş konusunda da Muhammed’e yardımcı olmuştur. Hendek Savaşı olarak bilinen savaşta, Muhammede’e hendek kazılmasını öneren kişinin Farisi olduğu söylenir.
Abdullah İbn-i Selam’a gelince, Tevrat’ı en iyi bilen yahudi’lerden birisiydi. Muhammed’in Medine’ye hicretinden sonra Islamiyete girmiştir. Tevrat konusunda, Muhammed’e en fazla bilgi verenlerden biri olduğu kabul edilir. O kadar ki, Muhammed onu, muhtemelen bu yardımlarından dolayı, “Cennetlik olan on kişinin onuncusu” olarak tanımlamıştır. (Bkz. Sahih-i Buhari … c.IX, s.81, ve c.X, s.25 vd.)
Muhammed bu kaynaklardan aldığı bilgileri, kendi günlük siyasetine uyduracak şekilde değişikliklere sokmuştur. Ancak, bunu yaparken, “kıssa”ları (masal ve hikayeleri) bir teviye ya da belli bir sıra ve silsile esasına göre değil, fakat Kuran’ın çeşitli surelerine ve bu surelerin ayetlerine dağıtmıştır. Bazılarını da hadis olarak ifade etmiştir.
Kuran’ın okur-yazar olmayan Muhammed tarafından hazırlanması bu şekilde mümkün olmuştur.
Ne var ki, Muhammed’in Kuran’ı, daha sonra bizzat halife Ebu Bekir tarafından yaktırılmış ve sonra da değişikliklere uğramıştır.
Muhammed, Allah’in-varsa eğer- sözü olduğunu iddia ettiği Kuran’i nasil ve kimlerle yazdi. Hristiyanlik, Musevilik, tarih ve efsanelerden alintilar yaparak celiskilerle dolu Kuran’i nasil yaratti
Kuran Nasıl Yazıldı? Muhammed’in Öğretmenleri mi? Bel’am, Yaiş, Addas, Yessar, Cebr, Iranlı Selman
Konuya iliskin Kur’an ne diyor?
Kur’an’daki “Tanrı”, her zamanki gibi ant içerek açıklama yapıyor:
“And olsun ki biz, onların:’O’na (Muhammed’e) bir insan öğretiyor kesinlikle.’ Dediklerini biliyoruz. Savlarını dayandırdıkları kimsenin dili yabancıdır. Buysa (Kur’an), apaçık bir Arapça’dır.”(Nahl, ayet:103)
Bundan sonraki ayetlerde, “inanmayanlar” korkutuluyor, “yalancı, iftiracı” olarak nitelendiriliyor ve “işkenceli bir ceza”yla cezalandırılacakları bildiriliyor.
Yukarıdaki ayette, Muhammed’e öğreticilik ettiği söylenen kimsenin, “Arap olmadığı, yabancı olduğu” belirtiliyor.
Yunanlı Bel’am, Yaiş..
Kimilerine göre, Muhammed’in öğretmeni, bir Yunanlı köleydi. Bel’am adında bir köle.
Ibn Abbas anlatıyor:
“Peygamber, Mekke’de köle olan birine öğretimde bulunuyordu. Yabancıydı. Puta tapardı. Adı da Bel’am’dı. Peygamberin yanına girişinde ve çıkışında putataparlar görüyorlardı. ‘Muhammed’e her şeyi öğreten Bel’am’dır..’ diye konuştular.” (Bkz. Taberi, Cami’ul-Beyan, 14/119)
Ya da Yaiş’ti üzerinde durulan köle. Bel’am için söylenen, Yaiş için de söyleniyordu. “Yaiş, Muhammed’e öğretmenlik yapıyor” deniyordu. (Bkz. Aynı yer)
Ya da, Muhammed’e öğreticilik eden köle, Cebr’di. (Bkz. Aynı yer)
Ya da, Yemenli CEBR, YESSAR, ADDAS.
“Hadrami’lerin iki genç köleleri vardı. Yemen halkından olan bu iki köleden birinin adı Yessar, öbürünün adı Cebr’di” diye aktarılır. Bu iki kölelerin sahiplerinin tanıklığı şöyle:
“Bizim iki genç kölemiz vardı. Kendi dilleriyle kitaplarını okurlardı. Peygamber de bunlara uğrar, durup bunları dinlerdi. İşte bunun için, putataparlar, ‘Muhammed, bunlardan öğreniyor..’ dediler.” (Taberi, 14/119)
Fahruddin Razi’nin yer verdiği aktarmada, bunların yanında bir üçüncü köle daha var: Huvaytıb’ın kölesi Addas. (Bkz. F.Razi, tefsir, 24/50)
Görülüyor ki, ister Yunanlı, ister yemenli olsunlar, kölelerin Muhammed’le ilişkilerine bakışlar değişik açılardan:
Müslümanların bakışları ve savları başka, “putatapar” dedikleri inanmazların bakışları ve savları başka.
Müslümanlardan kimine göre: Muhammed’le köleler arasında bir “öğretme ve öğrenme” ilişkisi vardı, ama öğreten Muhammed’di, öğrenenlerse köleler. Inanmayanlara göreyse bunun tam tersi gerçekti. Yani, öğreten kölelerdi. Muhammed’se öğreniyordu onlardan.
Müslümanlardan kimine göre de, aradaki ilişki, “okuma ve dinlenme” ilişkisini geçmiyordu. Köleler, kutsal kitaplarını kendi dillerinde okuyorlar, “peygamber” de “dinliyordu” yalnızca.
Müslümanların bu savları karşısında şu soru yanıtsız kalıyor:
“Dillerini bilmiyordu”ysa, Muhammed’in bu köleler arasındaki sürekli işi neydi? Ve kendi dilleriyle okuduklarını Muhammed’in dinlemesinin ne yararı oluyordu?
Kısacası, müslümanların savları, akla sığacak türden değil.
Iman nereli?
Muhammed’in kendisinden bir açıklaması bu konuda oldukça ışık tutucu:
“Iman, Yemen’lidir.”
Bu hadis, Buhari’nin “e’s-Sahih”inin de içinde bulunduğu en sağlam kabul edilen hadis kitaplarında yer almıştır. Hadis’e göre, “hikmet (bilgi, bilgelik) de Yemen’lidir.” Dahası: “Fıkıh da Yemen’lidir,” hadise göre. (Bkz.Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Meğazi/74; Tecrid, hadis no:1362; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’l-Iman/81-91, hadis no:51-52, ve öteki hadis kitapları.)
Bu hadis, incelemecilere göre, sağlamlığın en yüksek basamağında olan “mutevatır hadis”ler arasındadır, ve peygamberin arkadaşlarından onbir kişi tarafından aktarılmıştır. (Bkz.Ebu’l-Feyz Muhammed, Lukatu’l-Lai’l-Mütenasire Fi Ahadisi’l-Mutevatıre, Beyrut,1985, s.42-43,hadis no:10)
Kimi yorumcu, buradaki “Yemen”i, birtakım zorlamalı yorumlarla, “Mekke ve Medine” olarak göstermeye çabalar. (Bkz.Tecrid,1362 no.lu hadis,Kamil Miras’ın izahı.) Ne var ki, hadisin kimi aktarılışında “Yemenliler”den de açıkça sözedilir. Yani, buradaki Yemen, coğrafyada herkesin bildiği Yemen’dir.
Demek ki, bu hadise göre, “imanı”yla, “hikmet”iyle ve “fıkh”ıyla (buradaki ‘fıkh’, sözlük anlamında olmalı) Islam, yabancı kökenlidir, “Yemen”lidir.
“Muhammed’e öğreten, Iranlı Selman’dır ya da..” (Selman Farisi).
Kimileri de, Nahl Suresi’nin 103.ayetinde sözü edilen yabancının, Iranlı Selman olduğu görüşünde.(Bkz. Taberi,aynı yer.)
Sonradan Müslüman kimliğiyle ortaya çıkan ve müslümanlar arasında büyük ün kazanan Selman’ın, Muhammed’le son derece sıkı bir ilişki ve işbirliği içinde bulunduğu, herkesçe biliniyor. “Müslüman” olması, Selman’a çok şey sağlamıştır. En başta, özgürlüğü, yani, “kölelikten kurtulma”yı. Sonra da ünü, saygınlığı ve maddi, manevi çıkarları..
Ya da, sözü edilen “yabancı”, önc Müslüman olup sonra Islam’ı bırakan bir “vahiy katibi”dir.
Bunu ileri sürenler de var. (Bkz. Taberi, aynı yer)
“Vahiy katibi”nin başına gelenler:
Adam, önce müslüman olmuştur. Selman gibi o da Muhammed’le işbirliği halindedir. Ama sonra ne olursa olur, bırakır Islam’ı. Ve bir de açıklama yapar:
“Muhammed’e ben öğretiyordum, ve benim öğrettiklerim Kur’an’a vahiy olarak yazılıyordu..”
Sonra, adam ya öldü, ya da öldürüldü. Ölüsüne gelince, bir türlü gömüldüğü yerde kalmıyordu. Muhammed’in adamları şunu yayıyordu:
“Bu olay, Tanrı’nın gazabının yansımasıdır. Adam, Tanrı’yı çok öfkelendirdi. Şimdi durum ortada. Gömülüyor, toprak da kabul etmiyor, edemiyor, Tanrı’dan korkuyor. Onun için de kafiri, mezarının dışına fırlatıyor. ‘Ibret almak’ gerek..”
Gerçekten de adam gömülüyordu, ama, birkaç gün sonra, sabahleyin bakılıyordu ki, adam mezarın dışında. Birkaç kez olmuştu bu.
Muhammed’in arkadaşlarından Enes (Malik Oğlu), çok sonra, şöyle anlatacaktır olayı:
“Bir adam vardı. Neccaroğullarından..Hristiyan’dı, Müslüman olmuştu. Bakara ve Ali İmran surelerini okumuştu. Peygambere de vahiy yazıyordu. Sonra, yeniden Hristiyan oldu ve kaçıp Hristiyanlara katıldı. ‘Ben ne öğretip kendisi için yazdımsa, Muhammed yalnızca onu bilir, başka bir şey bilmez,’ demeye başladı.” (Bkz.Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l Menakıb/25,c.4,s.181-182;Tecrid, hadis no:1477)
Enes’in anlattığına göre, Tanrı adama öfkelenmiş, boynunu kopararak öldürmüş. Hristiyanlar, gömmüşlr adamı. Ama sabah bakmışlar, ölüsü ortada. Ve kefensiz. Hristiyanlar, “Muhammed adamları kefenini soymuş, kendisini de işte böyle ortada bırakmışlar..” diye konuşmuşlar. Adamı bir daha gömmüşler. Bu kez biraz daha derince. Ertesi gün sabah yine aynı durum. Sonra aynı konuşmalar. Sonra yeniden ve daha derine gömme. Sonra aynı durum ve aynı yorumlar. Bir kez daha ve derince gömme. Aynı durum. Bakmışlar ki bu böyle sürüp gidecek, adamı gömmekten vazgeçmişler artık.
Bu adamın söylediğini söylemiş, yani “ben ne diyorsam, ne yazıyorsam o vahiy oluyor..” demiş, muhammed’in “Tanrı’dan falan vahiy almadığını” söyleyerek, Islam’ı bırakmış birisi daha vardı: Ebu Serh Oğlu Sa’d Oğlu Abdullah. Ama , onun başına yukarıdaki olay gelmedi nedense..Muhammed tarafından idamına karar verilmişti. Ne var ki, Halife Osman’ın süt kardeşiydi. Ve Osman’ın araya girmesiyle, bağışlandı. Sonra, Mısır Valisi bile oldu. (Ölm.656-657. Bkz. Islam Ansiklopedisi.)
Ayetteki Cevap
“Muhammed’e ögreten Tanrı değil, insandır..” diyenlere, ayette verilen cevap ne ölçüde doyurucu?
Cevap, yukarıda verilen ayetin anlamında da görüleceği gibi şöyle:
1) Muhammed’e öğrettiği söylenen kişi, Arab değildir, yabancı biridir.
2) Kur’an’sa apaçık Arapça’dır.
3) Öyleyse, Muhammed’e sözü edilen kisi ögretmis olamaz.
Oysa, Arapça’yı bilen yabancı biri de Muhammed’e “eskilerin söylencesi”nden, “Tevrat”tan, “Incil”den, başka “kutsal metin”lerden birtakım “bilgiler” verebilirdi. Ileri sürülen de bu. Muhammed, aldığı bilgileri, Arapça kalıplara döküp, kendi uslubu içinde sunmuş olamaz mıydı? Kaldı ki, “apaçık Arapça” diye nitelenen Kur’an’da; Yunanca, Süryanca, Ibranca, Koptça.. gibi dillerden birçok sözcük bulunduğunu, müslüman incelemeciler bile örnekleriyle yazıyor. (Bkz. Suyuti, el Itkan Fi Ulumi’l-Kur’an, Arapça, Mısır, 1978, 1/178-185)
Kur’an’da bu denli değişik yabancı sözcüklerin bulunması da “Muhammed’e yabancının (ya da yabancıların) bilgi verdiği, öğrettiği” yolundaki savı desteklemez mi?
Muhammed’e bir yabancının ya da yabancıların yanında, bir ya da birkaç Arap da ögretmiş olabilir.
Islam için çok önemli bir kaynak, “Müseyime”dir.
Müseylime, müslimcik demektir. Müslümanlar, onu küçümsemek için böyle demişler, ayrıca da “kezzab” yani “çok yalancı” demeyi uygun görmüşlerdir. Müslümanların bir sövgüsüdür bu. Anlaşılıyor ki, onun kendi adı “Müslim”di. Bu adı taşımış olması çok önemlidir. “Islam” ve “müslim” sözcüklerinin kaynağına götürür niteliktedir.
Müslümanlarca sövülen, aşağılanan bu kişiye, “Rahman”, “Yemame Rahmanı (Yemameli Rahman” da deniyordu. Yani adam aslında böyle ünlüydü. Bu da çok ilginç.
Bir başka ilginç olan da, Mekke’lilerin, Muhammed’e söyledikleri şu sözler:
“Bize ulaşan bilgiye göre, sana öğreten (Tanrı değil), Yemame’deki şu adamdır. Rahman denen adam. Tanrı’ya ant içerek söyleriz ki, biz Rahman’a inanmayız.” (Bkz. Ibn Ishak, Siyer, tahkik ve ta’lik: Muhammed Hamidullah, Arapça, Konya, 1981, s.180, fıkra: 254)
Mekkeli’lerin bu söyledikleri nedensiz miydi?
Müseylime, daha doğrusu “Müslim”, bir başka adıyla “Rahman”, Yemame’nin Hanifeoğulları kabilesindendi.
Ilgiç üç ad: “Müslim”, “Hanife”, “Rahman”.Bu adlar, hele ilk ikisi bir araya gelince daha da ilginçlik kazanıyor: Kur’an’da islam inanırlarının, “müslim”lerin “ad babası” olarak tanıtılan Ibrahim (bkz.Hacc,ayet:78) için hem “Hanif” hem de “Müslim” denir. (Bkz.Bakara:135; Ali Imran:67,95; Nisa:125; En’am:161; Nahl:120,123.) “Peygamber” olarak yer alan Ibrahim, kısa anlamı ile “yıldız tapımı” demek olan Sabiilik Dini’nin “peygamberi”ydi. Islam kaynaklarından yaptığım incelemelerden vardığım sonuç bu. Muhammed de ilk ortaya çıktığında Sabii olarak niteleniyordu. (Bkz.Buhari,e’s-Sahih,Kitabu’t Teyemmüm,/6,c.1,s.89) Sabii’liğin dili Süryanca’ydı. “Allah”, “Kur’an”, “Furkan”, “kitab”, “melek” ve daha bir çok sözcük gibi “Islm”, “müslim”, “hanif”, ve “Rahman” da bu dilden geliyordu. (Bkz.Aziz Günel,Türk Süryaniler Tarihi,Diyarbakır,1970,s.46-48;Suyuti el Itkan,1/180-184;Doğubilimci Arthur Jeffery,The Foreign Vocabulary of the Quran,Kahire,1938,s.12 ve ötk.)Yine benim incelemelerimden vardığım sonuca göre: Yıldız tapımı, “Sabiilik” adı altında, Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerine de kaynaklık eden bir din olarak kurumlaşırken, özellikle Ortadoğu’da “Müslimler”I ve “Hanifler”i içine alıyordu. Önce, “Müslimler” vardı, sonra “Hanifler” kolu meydana geldi. Ibrahim, bu kolun “peygamberi”ydi. Işte, “Yemame Rahmanı” diye ünlü “Müslim (Müseylime)” ve ondan çok şey öğrendiği anlaşılan Muhammed de bu kola bağlıydı. (Sabiilik konusunda geniş bilgi için, bkz.Eren Kutsuz-Turan Dursun, ‘Saçak Dergisi’, Subat 1988, sayı 49.)
Yemame Rahmanı, Muhammed’in yararlandığı kaynaklardan yalnızca biri olabilir.
Yukarıda adı geçenler ve daha başkaları, tek tek de, tümü birden de Muhammed’in “öğretmenleri” olabilirler. Furkan sures’nin 4.ayetine göre, Muhammed’in yardımcılarından, yani öğretmenlerinden “kavm”, yani “topluluk” diye sözedilmistir. Bu ve bunu izleyen iki ayetin anlamı şöyle: (Diyanet’in resmi çevirisi)
“Inkar edenler, ‘Bu Kur’an, Muhammed’in uydurmasıdır. Ona başka bir topluluk yardım etmiştir.’ Diyerek haksız ve asılsız bir söz uydurdular. ‘Kur’an öncekilerin masallarıdır. Başkalarına yazdırılıp, sabah akşam onu okunmaktadır’ dediler. Ey Muhammed, de ki: ‘O’nu göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir.” (Furkan, ayet:4-6)
Buna göre, Kur’an’ın “uydurma” olduğunu söyleyenler, şunları da söylüyorlar:
1)Muhammed’e bir topluluk yardımcı oluyor,
2)Muhammed, Kur’an ayetlerini, başkalarından alıp yazdırıyor,
3)Muhammed’e sabah akşam okunuyor
4)Ayetler, “eskilerin masallarından” oluşuyor.
Buna karşılık, Kur’an’ın cevabı şudur:
“Yalan ve haksızca iddia. Kur’an’ın ayetlerini Tanrı indirmiştir. O, göklerin ve yerlerin gizini bilir..”
Hars Oğlu Nadr, Muhammed’in kendisini “Tanrı’nın elçisi”, yani Tanrı’yla insanlar arasında yer almış, Tanrı’nın bildirilerini insanlara iletme görevini üstlenmiş biri olarak tanıtmaya yöneldiğinde, ve “Kur’an ayetlerini” sunması karşısında Mekkelileri uyarma yoluna gitmişti. Ve şöyle demişti:
“Sakın inanmayın bu adama. ‘Tanrı’dandır’ diye ileri sürdüklerinin tümü, eski masallardır. Ben size, onunkilerden daha güzellerini söyleyebilirim..” Iran krallarına, Iran’lı masal kahramanlarına ait söylencelerden örnekler aktarabileceğini söylüyor, anlatıp duruyordu Nadr.(Bkz. Taberi, Camiu’l-Beyan,18/137-138)
Nadr, haklımıydı? “Eskilerin masallarından” varmıydı Kur’an’da?
Bilindiği gibi,Kur’an’da “kıssa” denen birçok öykü var. Bir çoğu; başta Tevrat; Yahudi kaynaklarında, kimileri Incil’lerde yer alır. Incelendiğinde görülür ki, bunların bir kısmı, Tevrat’tan da çok önceki çağların söylencelerinde aynen var. Örneğin, “Nuh Tufanı”na ilişkin öykü, “Gılgamış Destanı”nda hemen hemen aynıdır. Daha başka örnekler de verilebilir.
Mekke’de, Medine’de ve çevrelerinde çeşitli din ve inançların inanırları vardı. Çeşitli toplumların “söylenceleri”ni, “kutsal metinler”ini bilenler az değildi. Muhammed’in özgürlüklerini söz verdiği ve işbirliği yoluna gittiği kölelerden de bu nitelikte olanlar bulunduğu biliniyor. Daha önce adlarına yer verilen Bel’am, Yaiş, Yessar, Addas, Cebr, Iran’lı Selman..da bunlardan.
Bunların ya da başkalarının, Kur’an’ın oluşması için Muhammed’e yardım etmiş, öğretmenlik etmiş olmalarını düşünmek akla uzak değil. Aklın ve mantığın kabul edemeyeceği şey, “Tanrı’nın, insanlara gökten mesaj göndermesi” ve bunun için şu ya da bu insanı aracı olarak seçmesidir. Bunu insan aklı değil, ancak, akılla ilgisi olmayan “iman” kabul eder.
Not: Muhammed’in Kur’ani hazirlarken istifade ettigi ve Islamiyet’e koydugu eski Arap gelenekleri ve âdetleri hakkinda bilgi almak icin buraya tiklayiniz.
Kaynakça:
Turan Dursun, Bir Tabu Yıkılıyor, Din Bu kitaplar serisi ve Arif Tekin, Kur’an’ın Kökeni.
Kuran’ın Orijinalleri Yakıldığı İçin Şimdi Yok
Kuran’ın ilk orijinali: Küçük taşlar, deri, ağaç parçası, kemik gibi çeşitli nesnelere yazılıydı. Yakıldı.
Kuran’ın ikinci orijinali: Ebubekir döneminde yapılan derleme. Yakıldı.
Kuran’ın üçüncü orijinali: Osman döneminde oluşturulan “azmalar”.Bunlar da dünyanın hiç bir tarafında yok.
Yapılan inceleme ve aktarmalarla görülen o ki: Muhammed’in “vahiy katiplerine yazdırdığı” bildirilen “Kuran”ın ne “aynı” ne de “tümü” eldeki Kuran’da. Halife Mervan kendi gerekçesini şöyle açıklar; “Onda yazılı olanlar, Osman tarafından yazdırılan Mushaflara geçmiştir. Artık ona gerek kalmamıştır. Yakılıp yok edilmeseydi, zamanla kuşkulara yol açılabilir, ondan alınarak yazılan Mushaflar çevresindeki kuşkuları önlenemeyebilirdi. Bundan korktum, o nedenle yaktırdım.”(Kaynak: İb Ebi Davud, Leiden 1937, yay.,s.243-Suphi e’s-Salih Mebahis Fi ulûm-il Kuran).
KURAN NASIL DERLENDİ?
Kuran ayetleri bugünkü biçimi ile yazılıp bir araya getirilmiş değildi. Hadislerde peygambere vahiy olan ayetler çeşitli nesneler üzerine yazılıydı; hepsi de dağınık durumdaydı. Ayetler “Lihaf” (küçük taşlar), “Rıka” (deri ağaç yaprağı, bir çeşit kâğıt), “Ektaf” (deve ve koyun kemikleri), “Usub” (agaç parçası” gibi nesnelere yazılmıştı. yiitip gitmesin diye tümünü bir araya getirme çabasına ilk kez Halife Ebubekir döneminde gerek duyuldu ve bu çabalar gerçekleştirildi.
Bir aktarma da “bunların tümünün peygamberin evinde, bir arada bulunduğu ve dağınıkken bir araya getirip, içinden eksilen olmasın diye ortasından iple bağlanmış olduğu” da açıklanır.
Buhari’nin yer verdiği bir hadise göre; “dinden dönüş” (ridde) olayları ve bu olaylar nedeniyle savaş hali vardı. Kuran’ı ezber etmiş kişilerin bir bölüğü ölmüştü. Ölenlerin sayısı artabilirdi, bunların tümü ölüp gitmeden Kuran’ın orada burada yazılı ayetleri derlenmeli, tümü bir kitap haline getirilmeliydi. Hattaboğlu Ömer durumu ve konunun önemini Halife Ebubekir’e anlattı. Ayetlerin derlenmesini önerdi. Halife başlangıçta pek doğru bulmamıştı bu görüşü.
“Peygamberin yapmadığı şeyi yapmak nasıl doğru olabilirdi?” diye düşünüyordu. Ömer direndi ve önerisini kabul ettirdi. işin gerçekleşmesi için de Zeyd Ibn Sabit’e görev verildi. Zeyd “Ebubekir bana ‘Sen akıllı bir gençsin. Peygambere vahiy yazdığın için senin başaracağına güveniyorum. Araştır ve topla Kuran ayetlerini’ dedi, Tanrıya ant içerek söylerim ki, dağlardan bir dağı yükleyip taşımayı önerseydi, buyurup verdiği görev kadar bana ağır gelmeyecekti. Yani Kuran’ı
derlemek kadar.” diyor ama sonunda görevi kabul ettiğini söylüyor ve işi nasıl yaptığını şöyle dile getiriyor:
“Kuran (ayetlerini) derlemeye koyuldum. Hurma dallarından, küçük taşlardan ve kişilerin ezberlerinden izleyip derledim. işin sonunda, Tevbe (Beraat) suresinin sonunu, Ebu Huzeymetu’l-Ensari’de buldum. Ki, başkasında bulamamıştım bu parçayı”. Zeyd, bu parçanın Tevbe Suresinin sonundaki ayetleri (128 ve 129.ayetleri) oluşturduğunu açıklıyordu
Böylece Zeyd, Kuran ayetlerini derleme işini yaparken iki kaynağa başvurmaktaydı: Ayetlerin yazılı olduğu nesneler (ağaçlar, taşlar..) ve ezber bilenlerin bellekleri.
Ebubekir döneminde yazılan Kuran için başvurulan ezbercilerin başka deyişle hafızların sayısı Müslümanlar arasında tartışmalıdır. O döneme ilişkin kaynaklardan Buhari’nin “e’s-Sahihi”nde yer alan üç hadisten anlaşıldığı kadarıyla Kuran’ın tümünü ezberleyenlerin en iyimser rakamla 7 kişi olduğu kabul edilebilir. Aynı zamanda, Peygamber dönemindeki “hafız”ların, yani Kuran’ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı pek azdı. Buhari’nin “e’s-Sahih”inde geçen hadis şöyle:
Birinci hadis: Amr Ibnu’l-Ass anlatıyor: Peygamberin “Kuran’ı dört kişiden alın, Abdullah Ibn Mes’ud’dan, Salim’den, Muaz’dan ve Übeyy Ibn Ka’b’den” dedigini işittim. (Buhari, Fadailu’l-Kuran 8.)
İkinci hadis: Enes anlatıyor: “Peygamber öldüğünde, dört kişiden başka Kuran’ı tümüyle ezberlemiş olan yoktu. Ebu’d-Derda, Muaz Ibn Cebel, Zeyd Ibn Sabit ve Ebu Zeyd.” (Buhari.)
Üçüncü hadis: Katade’den aktarılıyor: “Malik oğlu Enes’e; ‘Peygamber döneminde, Kuran’ı tümüyle ezberleyenler kimlerdir?’ diye sordum. şu karşılığı verdi: ‘Dört kişi. Tümü de Medine’li. Übeyy Ibn Ka’b, Muaz Ibn Cebel, Zeyd Ibn Sabit ve Ebu Zeyd (Buhari, aynı yer, Müslim 2465. Hadis.)
Bu hadislerde adları yazılı olanları topladığımız zaman Peygamber döneminde Kuran’ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı yedi idi demek gerekiyor: Ibn Mesud (Birinci hadiste), Salim (birinci hadiste), Muaz Ibn Cebel (birinci, ikinci ve üçüncü hadiste.)
İslam din bilirleri bu hadislerdeki açıklamaların “dinsizlerin işine yaradığını” ileri sürerler. Suyuti, El İtkan, Mısır 1978, c.1, s.94, satır 13.)
İl itkan’da daha başkalarının da Kuran’ı ezberlemiş oldukları adları ile açıklanıyor. Ama aktarmayı yapan, bu adları sayılanlardan kimilerinin, Kuran’ın tümünü ezberleme işini Peygamberin ölümünden sonra bitirdiklerini açıklamaktadır. (El ıtkan, 95-9ö.)
Zeyd Ibn Sabit, herhangi bir parçayı Kuran’a geçirmek için “iki tanık” koşulu koymuştu. Ancak bir tanıkla Kuran’ı alma gereği duyduğu ve geçirdiği parçalar da vardı. Örneğin, Ube Huzeyme’de bulduğu ve Tevbe Suresi’nin son iki ayetini oluşturan parça böyleydi.
Kuran’ı derleme ve yazma işi bir yıl sürer. Bu işe girişildiğinde Ömer ile Zeyd, mescidin kapısına oturmuşlar, “herkesin Peygamberden ayet olarak elde ettiği ne varsa getirmesini” istemişlerdi. Başarılan iş, kaynaklarda şöyle tanımlanır: Kuran ayetlerinin, surelerinin bulunduğu iki kapaklı bir kitap. Derlenip yazılan sayfalar, ölene dek Ebubekir’in yanında kaldı, sonra Ömer’in (halife) yanında bulundu. O da ölünce, kızı Hafsa’ya verildi.
Kuran ikinci kez derleniyor:
Buhari’de yer alan bir hadis şöyle: Ermeniyye ve Azerbaycan’ı ele geçirmek için savaşılıyordu. Huzeyfe, Ibnu’l-Yeman, Halife Osman’a geldi. Müslümanların okudukları Kuran’lardaki birbirini tutmazlıktan yakındı, “Emire’l-Mü’minin! Bu ümmet, kendisinden önceki Yahudiler ve Hıristiyanların içine düştükleri birbirini tutmazlılıklar gibi bir duruma düştü!” Bunun üzerine Osman, Hafsa’ya adam gönderdi, başka Kuran nüshaları yazıp almak için kendisinde bulunan sayfaları (yani Ebubekir döneminde yazılan kitabı) göndermesini istedi. “İş bitince sana geri gönderirim” dedi. Hafsa da gönderdi o sayfaları Osman’a. Osman, hemen Zeyd Ibn Sabit’e, Abdullah Ibn Züyebr’e, Sa’d Ibnu’l-As’a ve Hişam oglu Haris oğlu Abdurrahman’a buyruğunu verdi. Onlar da Hafsa’dan getirilenden alıp Kuran nüshalarını oluşturdular. Osman, kuruldaki üç kişiye şunları söyledi: “(Medine’li) olan Zeyd ile, Kuran’dan herhangi bir kesimde ters düştüğünüz zaman, tartışma konusu olan parçayı Kureyş dili ile yazın. Çünkü Kuran sadece Kureyş dili ile inmiştir.”
Onlar da bu buyruğu yerine getirdiler. Sonunda (esas) sayfalardan Kuran nüshaları oluşturup işi bitince, Osman, söz konusu sayfaları (Hafsa’dan getirilenler) geri gönderdi. Alınan nüshaların da her bir kesime gönderilmesini buyurdu. Ve bunların dışında kalan her bir Kuran sayfasını ya da Mushafı buyurup yaktırdı.(Bkz. Buhari, e’s- Sahih, Kitabu Fedaili’l-Kuran/3.)
Buhari’nin kendisine anlatılan çabalardan ve “Kureyşli olanlarla olmayanlar arasında” belirecek anlaşmazlığın çözüm biçiminden anlaşıldığına göre, Kuran nüshalarını ortaya çıkarırken, Hafsa’daki Mushaf’tan aynen kopya etmek söz konusu değildi.
İleri sürüle gelen “aynen kopya edildiği” ileri sürülürken, neden kopya edildiğine de “ağız (şive) farklarından dolayı” diye gerekçe gösterilir. Ancak, Dr. Suphi e’s-Salih, Mebahis Fi Ulumi’l-Kuran (Beyrut 1979) adlı eserinin 80, 84, 85 sayfalarında bu gerekçenin inandırıcı olmadığını belirtiyor. Dr. Suphi’ye göre, o zaman aynı metni, aynı sözcükleri değişik okunacak nitelikte yazıp yansıtabilmek için gerekli işaret ve noktalama yoktu. O zamanki yazı harflerinin dışında işaretsiz harfler de noktasızdı. Kısacası, halife Ebubekir döneminde oluşturulan “mushaf”, istenseydi bile, çeşitli kabile ağızlarını (şiveleri) içerir nitelikte yazılır olamazdı. Durum böyle olunca, şu sorular karşılıksız kalıyor: Ebubekir döneminde hazırlanan ve Hafsa’dan alıp getirilen “Mushaf” ile Osman döneminde meydana getirilen “nüshalar, mushaflar” arasındaki fark neydi? Yeni çalışma ile gerçekleştirilen nedir?
Yukarıda anlamı sunulan hadiste bu açıklanmamakta. Ancak, hadisin devamı niteliğindeki bir açıklamada, yapılan işin sadece “bir temel nüshadan alınıp, başka mushaflara aktarma” olmadığını anlatır niteliktedir
Dörtlü kurulda yer alan Zeyd Ibn Sabit, şöyle diyor: “Mushaf oluşturma işini yaparken, Ahzab Suresinin sonundan bir ayet yitirdim (‘fakattu’). Ki, Peygamberin onu Kuran’dan bir parça olarak okuduğunu işitip tanık olmuştum. Aradık bu ayeti. Ve Sabit oğlu Huzeyme el Ensari’de bulduk (Ahzab suresine 23.ayet) ekledik o mushafta.” (Itkan, Mısır, 1978, C1, s.79.)
Birinci derlemenin yakılmasındaki amaç:
Ölümüne değin sandığında saklayan ve alınıp yakılmasını önleyen Hafsa idi. Bu koruyucu ölünce, Kuran’ın Tanrısı “Kuşkusuz Zikr’ı (Kuran’ı) biz indirdik; kuşkusuz koruyucuları da yine biziz” (Hicr, ayet:9) dese de koruyucusu kalmamıştı. Mervan Ibn Hakem, “sandıktan” aldırtıp getirmiş ve yaktırmıştı. Mervan’ın bu ilk derlemeyi yaktırmasındaki gerekçesini, kendisi şöyle açıklıyor: “Bunu yaptım, çünkü, Onda yazılı olanlar, resmi (imam) Mushaf’a yazılıp geçirilmiş ve korunmuştur. Korktum ki aradan uzun zaman geçtiğinde kuşkucu kimseler bu (resmi) Mushaf hakkında kuşkuya düşerler.” (Bkz. Dr. Subhi e’s-Salih, Mebahis fi Ulumi’l-Kuran, s.83. Dayandığı kaynak: Ibn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, s.24.) Oysa, asıl kuşkulara yol açan, esas alınmış olduğu belirtilen ilk derlemenin yakılması olmuştur. Çünkü, ilk derleme ile, sonraki (Osman döneminde oluşturulan ve imam adı verilen) “Mushaf” arasında fark olmasa idi, ilkini yakma yoluna gidilir miydi? İlk derlemede bulunmayan eklemeler ya da Kuran’dan çıkarmalar yapılmamış olsaydı, neden korkulmuştu?
Muhammed Döneminin Kuran’ı ile Bugünkü Kuran Aynı Değil:
Burada çok önemli bir tanıklığa başvuralım: Ibn Ömer diyor ki: “Hiçbiriniz, Kuran’ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. Bilemez ki, Kuran’ın çoğu yok olup gitmiştir. ‘Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum’ desin yalnızca.” (Bkz.Suyuti, el İtkan, 2/32.)
Bu tanıklık, bugün elimizdeki Kuran’la, Muhammed’in “vahiy katipleri”ne yazdırdığı bildirilen Kuran’ın aynı olmadığını çok açık biçimde anlatmıyor mu? Kaldı ki, Ibn Ömer, Osman dönemindeki derlemeden sonra bu sözü söylemiştir. Yani, Osman döneminde oluşturulan “Mushaf”ın da orijinali yok. O el yazması, Dünyanın hiç bir yerinde bulunmuyor…
Temel kaynaklarda sözü edilen, ama bugün bulunmayan “değişik mushaflar” da üzerinde durulmaya değer nitelikte. Suyuti’nin el İtkan’ında, Buhari’nin eserlerinde bazı önemli mushaflardan ve bu mushafların içindeki surelerin listelerinden söz edilir. Örneğin, Muhammed’in en yakınlarından biri bilinen ve Peygamberin, Kuran için ezberine başvurulacak dört kişiden biri olarak belirttiği Ibn Mesud’un mushafı, yine Muhammed’in danışılması gereken dört kişiden biri olarak söz ettiği Übeyy Ibn Ka’b’ın mushafı, Abdullah Ibn Abbas’ın mushafı, Muhammed’in karılarından Aişe’nin mushafı, Ali’nin mushafı bunların başlıcaları.
Ayrıca bugün Alevi’lerin, Ali’nin mushafı olarak söz ettikleri bir mushaf ve Hindistan’da saklanan ayrı bir mushaf daha var.
Suyuti’nin ve Buhari’nin kitaplarında belirtilen mushaflardan hiçbiri günümüze gelememiş. Ancak bunların içerik listeleri yazılmıştır.Ayrıca bazı din kitaplarında, bunlarda bulunduğu söylenen ayet ve surelerden parçalar günümüze kadar gelmiştir. Eldeki resmi nüshadan içerik yönünden farklı oldukları bu listelere bakınca hemen anlaşılıyor. Örneğin, Ibn Mesud’un “Mushaf”ında Fatiha Suresi gibi çok temel bir sure yok. Felak ve Nas sureleri de..Ali’nin surelerinin sırası bugünküne uymuyor. Suyuti, kitabında, Bakara suresinin, Ahzab suresi ile aynı uzunlukta olduğunu aktarıyor. (Bkz. Suyuti, el ıtkan, 2/32.) Oysa bugün, eldeki resmi Kuran’da, Bakara 285 ayet iken, Ahzab yalnızca 73 ayettir.
Üçüncü halife Osman döneminde bir heyet tarafından yeniden derlenip yazılan Kuran’ların kaç adet olduğu ve şu anda nerede bulundukları tartışmalıdır.
Kimilerine göre dört, kimisine göre beş ya da yedi adet yazılmıştır. Dörttür diyenlere göre, Osman bir nüshasını kendisine alıkoymuş, diğerlerini Kufe’ye, Basra’ya ve Şam’a göndermiştir. Mekke’ye, Yemen’e ve Bahreyn’e gönderilenlerden de söz ediliyor.
Kimi kitaplardaki bilgilere göre, bu nüshalardan kopya edilip çoğaltılmasına izin verilmiş, kimi kişiler kendileri için “mushaflar” meydana getirmişlerdir. Ancak, o zaman bu mushaflarda bulunduğu söylenen ve örnekler aktarılan bazı Kuran parçalarının resmi Kuran’da bulunmamasına ne demeli?
Bazı İslam kaynaklarında, Osman döneminde çoğaltılan nüshaların bir kısmının bugün elde olduğu iddia edilir. Örneğin, bir kopyanın Taşkent’te olduğundan söz eden çok sayıda kitap vardır. Yine bazı İslami Türk kaynaklarında Topkapı Müzesi’ndeki Kuran’ın da Osman zamanından kaldığı söylenir. (Turan Dursun’un bu makalesinin üzerinden geçen sürede , 2000 yılına gelindiğinde, Yemen’deki Ulu Cami’de yapılan restorasyon çalışmaları sırasında dünyanın en eski Kuran’ının bulunduğu The Guardian gazetesinin haberinde açıklanmıştır. Bu Kuran üzerinde yapılan incelemeler, günümüzdeki Kur’an’ı tutmadığını göstermektedir. )
Konunun araştırmacılarından Prof. Dr. Suphi e’s-Salih kitabında, “Peki, Osman döneminde hazırlanmış resmi nüsha şimdi nerededir?” sorusunu ortaya atar ve doyurucu cevap bulamadığını açıklar. Kahire Kütüphanesi’nde olduğu söylenen nüshanın, Osman döneminden kalmış olamayacağını belirtir. Çünkü bu kitapta bir takım işaret ve noktalar vardır, böyle işaret ve noktaların İslamiyet’in ilk yıllarında bulunmadığı bilinmektedir.
Ayrıca, Kuran’ın okunuşundaki farklar da, tek bir Kuran olmadığının göstergesidir. Nitekim, İsmail Cerraoğlu’nun, Ankara 1971 baskılı “Tefsir Usulu” adlı kitabının 90-110.sayfaları arasında, Islam kaynaklarından aktarılan bilgiler de şöyle:
“Kur’an’ın bir harfinin bile değişmediği” yalanı Tevbe suresinin 114.ayetindeki “iyyahu” sözcüğünü, Hammad İbn Zeberkan, “ebahu” diye okurdu. Sad suresinin 2. ayetindeki “izzettin sözcüğünü de “ğırratin” okumaktaydı. Buradaki değişiklikler harf değişiklikleri.Birincisinde “ya””ba” ya, öbüründe de “ayın” harfi, “ğayın” harfine dönüşmüş. Haydi bu tür harf değişikliklerini önemsemeyelim.
Eldeki Kur’an’da görülen kimi sözcüklerin yerine, Abdullah İbn Abbas, “mürâdiflerini”, yani “eş anlamlı olanları kullanırdı. Enes İbn Malik de Müezzemmil suresinin 6. Ayetindeki “akvamu” sözcüğünün yerine, “asvabu” sözcüğünü kullanmıştır. İbn Ömer, Cum’a suresinin 10. Ayetindeki “fes’av” sözcüğünün yerine, “femzû” sözcüğünü; İbn Abbas Karia suresinin 5. Ayetindeki “kel’ıhni”yerine “k’essavfı”yı uygun görüp kullanırdı. Yine İbn Abbas “sayhaten vahideten”lerdeki “sayhaten” yerine, “zeyfeten”i yeğlerdi.Enes İbn Malik, İnşirah suresinin 2. Ayetindeki “vada’nâ” yerine,”halelnâ” diye okurdu. (Bkz.Sf.95). Aynı kitapta, gösterilen kesimde başka örnekler de görülebilir.
Buralarda görülen de yalnızca harf değişikliği değil kelime değişikliğidir. Demek ki peygamberden bu yana bir harf bile değişmemiştir savı gerçek değildir.
İsmail Cerrahoğlu’nun da kitabında yer verdiği (Bkz. aynı kitap, s.93-94) bir olay çok ilginçti bu konuda. Aktarıldığına göre, bir gün Hizam oğlu Hakim Oğlu Hişam, Furkan suresini okumaktadır. Ömer dinler, bakar ki, Hişam bu sureyi Muhammed’in kendisine öğretip okuttuğundan başka türlü okuyor. Ömer öfkelenmiştir:
“-Bu sureyi sana böyle kim belletip okuttu?”
“-Peygamber!”
“-Yalan söylüyorsun. Çünkü, Peygamber bu sureyi bana senin okuduğundan başka türlü okuttu.”
Ömer bu tartışmayı yaparken, Hişam’ın yakasına sarılmıştır. Sonra, adamı alıp Peygamber’e götürür.
“-Bu adam, senin bana okuttuğundan başka türlü okuyor Furkan suresini.”
“-Yakasını bırak da adamın okuduklarını ben de dinleyeyim.”
Ömer yakasını bırakınca, Muhammed adama döner:
“-Hişam, haydi oku, bir de ben dinleyeyim, Furkan suresini nasıl okuyorsun?”
Hişam, Furkan suresini, kendisine öğretildiği gibi okur. Sonra, Muhammed, “-Bu sure bana böyle indi.” der.
Muhammed, aynı sureyi bir de Ömer’e okutturur. Ömer’inki için de aynı şeyi söyler. Yani, ikisininkini de doğru bulmuştur. Sonra da şöyle der:
“- Kuran yedi harf (yedi türlü) indirildi. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse, Kur’an’ı ona göre okuyun. (Bkz. Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Husûmât 4; Tecrîd, hadis no: 1766; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu Salâti’l-Müsâfirîn/270, hadis no:818)
Bu hadis, Hişam’ın okuduğu Furkan suresi ile, Ömer’in okuduğu Furkan suresinin çok çok başka olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu hadise göre, Muhammed, kavgayı tatlıya bağlıyor, “Kur’an’ın yedi çeşit indirildiğini” ve herkesin başka türlü okuyabileceğini söylüyor. Yani Kur’an’ı türlü biçimlerde öğrenip okumayı serbest bırakıyor. “Başkalık”sa, hadisten de kolaylıkla anlaşılacağı gibi, “okunuş”ta değil, “okunanlar”dadır. Yoksa, Ömer’in o denli öfkesinden söz edilebilir mi?
Kaynaklar, ayrı ayrı mushaflar üzerinde durur. Aktarılan örneklere göre, kimi mushaftakiler bugün elimizdeki “resmi kuran” dakileri tutmamaktadır. Ayrıca İbn Ömer’in şu sözü son derece ilginçtir:
-İçinizden kimse, Kur’an’ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur’an’ın tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir. (Bkz. Süyuti, el İtkan, 2/32)
Bütün bunlar karşısında, yine “kuran, Peygamberden bu yana olduğu gibi ve bir harfi bile değişmeden gelmiştir, denebilir mi?
Kur’an’ın birinci orijinali de, ikinci orijinali de yine müslümanlar eli ile yakılmıştır. Kuşkusuz gerçekleri örtmek için. Osman döneminde oluşturulup çoğaltıldıktan sonra belirli merkezlere gönderilen nüshaların orijinallerine de , dünyanın hiçbir yerinde raslanmamaktadır.
Müslümanların kutsal kitabının resmi nüshasının her yerde aynı olduğu doğrudur. Ancak, bugün İslam dünyasında bilinen ve elde bulunan Kuran, Peygamberin “vahiy katiplerine yazdırdığı” söylenen Kuran’ın aynı değil. Kaynaklar, bunu ortaya koyuyor.
Yararlanılan İslami Kaynaklar: 1.Buhari E’s-Sahih (Arapça); Kitabu’l Fedail-ül- Kuran Menakıbu’l Ensar, Sahihi Buhari Mustesari. Tecridi Sarih Tercümesi, 2.Dr. S. Suphi E’s-Salih (İslam dünyasında son yüzyılın ıleri gelen ve birçok eserleri olan araştırmacı) Mebahis fi Ulum-il Kuran, 3.Celalettin Suyuti (Kuran yorumcusu, Hadis uzmanı olarak İslam dünyasında en güvenilir din bilirlrinden birisi): El İtkan Fi Ulumi-l,Kuran, 4.Müslim E’s-Sahih (Arapça), 5.Ebu Davud
Kaynak: 1) Turan Dursun, Din Bu, 1.cilt, Kaynak Yayınları, 10.baskı, sayfa 78-89.Kaynak yayınları 84.
2) Turan Dursun, Din Bu, 3.cilt, Kaynak Yayınları, 6.baskı, sayfa 187-189
Not: Konuyla ilgili İngilizce sitelerden altı adres: | Link 1| Link 2| Link 3 | Link 4 | Link 5 | Link 6 |
16.12.2000 akşamı Kanal 6 TV’de yayınlanan Ceviz Kabuğu programında konuklardan Edip Yüksel, iki ilahiyatçı ile tartıştı. Edip Yüksel, Reşat Halife olarak tanınan kişinin Kuran’daki Tevbe suresinin son iki ayetinin orijinal Kuran’a sonradan eklendiği tezini vurguladı. Ayrıca, programdaki tartışmacı ilahiyatçılardan birisi olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanlarından Mustafa Varlı, Kuran’a “elif harf”leri eklendiğini ifade etti. Bu iki açıklama da, Kuran’ın değişmiş olduğunun bir diğer ispatı oluyor, her ne kadar dinciler “Kuran’ın bir harfi bile değişmemiştir” deseler bile..
Milattan 1500-2000 yıl önce, bir başka deyişle, Muhammed’den 1900-2400 yıl önce yaşamış olan eski Mısırlılar, yapmış oldukları piramitlerin duvarlarına ve papirüs adı verilen ve kağıt yerine kullanılan yapraklar üzerine kazıdıkları resim ve yazıları (hiyeroglif) ile kendi çağlarına bugün bile ışık tutuyorlar. Bunlardan üç örnek aşağıda görülüyor:
Ne gariptir ki; Muhammed’in Allah’tan-varsa eğer- indiğini iddia ettiği Kuran’ın yazıya ilk dökülen kopyası yeryüzünde bulunmamaktadır. Muhammed’den asırlarca önce yaşamış olan eski Mısırlılar düşüncelerini ve tarihlerini bugüne kadar getiren yazılarını taşlar üzerine yazmayı akıl etmişken, Allah’ın-varsa eğer- ve onun peygamberi olduğunu iddia eden Muhammed’in bunu düşünememiş olması size garip gelmiyor mu? Muhammed, Kuran’ın yazıya ilk dökülen halini bu şekilde yazarak ölümsüzleştirmeyi niye düşünemedi? Eğer bu hatayı yapmamış olsa idi, bugünkü Kuran ile Muhammed’in Kuran’ı karşılaştırılarak kontrol edilebilirdi. Kuran’ın değişmesi de önlenebilirdi. Doğru sözdür; “Söz uçar, yazı kalır”.
Tüm bu eksiklikler, Kuran’ın Allah’tan-varsa eğer- inmediğinin, insan sözü olduğunun, bir başka deyişle Muhammed ve arkadaşlarının sözü olduğunun bir diğer göstergesidir.x
X
KUR’AN’A VE MUHAMMED’E GÖRE TÜRKLER İSTESELER DE MÜSLÜMAN OLAMAZLAR
“Tevrat”ın Tanrı”nın son derece “ırkçı” olduğunu hmen herkes bilir. Kimi araştırmacılar, bu “Tanrı”daki özelliğin, Yahudilik için “yararlı” olduğunu da savunurlar. Ne var ki, şu da gerçek: Bugün, “yahudiler”in sergiledikleri tüyler ürpertici ve insanlık dışı acımasızlıklarda , Tevrat’taki “Tanrı”nın(Yehova) ilkel, katı bir ırkçı oluşunun payı az değildir.
“KITALUT-TURK” HADISLERINDEN… “Müslümanlar, Türklerle kesin öldüreşecekler.”
Kur’an’ın “Tanrı”sının ırkçılığı
Tevrat’ınkinin “ırkçılığı”nı herkes bilir de, “Kur’an’ın Tanrı’sı”nın “ırkçılığı”nı çoğu kimse bilmez. Ve kimi “iyi niyetli aydınlar” bile; Kur’an’ı ve “Tanrı”sını “evrensel” sanır. Oysa, Kur’an’ınki, Tevrat’ınkinin bir çeşit “kopya”sıdır. Bunu, bu “Tanrı”nın “İsrailoğulları”nı nasıl tanıttığından bile anlamak mümkün:
“En üstün toplum, İsrail toplumu”
Buna, kimileri şaşacaklar. Ne ki, bir gerçek. İşte ayetler:
Kur’an’ın “Tanrı”sı, tıpkı, Tevrat’ın “Tanrı”sı “Yehova” gibi, iki yerde, aynen şöyle seslenir:
“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi dünyalara üstün kıldığımı hatırlayın.” ( Bakara, ayet: 47, 122. Diyanet çevirisi.)
Bir yanda İslam dünyasındaki “yahudi düşmanlığı”, öbür yanda da, Kur’an’daki “Tanrı”nın “İsrailoğulları”na böyle seslenişi… Bir çelişkidir bu. Bunu da geçelim.
Arap toplumundan başkası “muhatap” değil
Kur’an’da birçok şeyler anlatılır. “Kaynaklar”ı biliniyor bugün. Ama “Tanrı”dan diye sunulur. Bu “Tanrı”yla “insanlar” arasında, daha doğrusu, “zaman”ına göre “bir kesim insanlar”, “bir toplum” ya da “bir toplumun kesimi” arasında da bir “elçi”. “Tanrı Elçisi” diye sunulur. “Peygamber” deniyor. Kur’an’da anlatılan o ki, “Tanrı” şu açıklamayı yapmakta:
-“Biz her peygamberi, kendi toplumunun diliyle gönderdik. İlle de böyle yaptık ki, o toplumdan olanlara anlatabilsin.” (Iibrahim suresi, ayet: 4.)
Demek ki, Kur’an’a göre, “Tanrı’nın elçisi”nin bir “toplum”u var. “Elçi”, “ırk”ından geldiği bu “toplum”la “Tanrı” arasında yapar aracılığını. Ne iletecekse bu “toplum”a ve “kendi diliyle” iletmekle yükümlü. Kur’an’da anlatılan bu. Yine buna göre; Muhammed de bu yükümlülüğü taşımakta. Onun da bir “toplumu” var ve o da “Tanrı”sıyla bu “toplum” arasında “aracı”.
“KITALUT-TURK” (“TÜRKLERLE ÖLDÜRÜŞME”) HADİSLERİNDEN.
“Sonunda Türkler kesilecekler…(Ebu DAvud, Kitabu’l-Cihad/9, hadis no:4305.)
Kur’an’ın bütünü içinde, Muhammed’in “kavm”ından, yani “toplum”undan “Tanrı vahiyleri”ni, bu “toplum”a iletmek zorunda olduğundan, bunu yaptığından söz edilir. Muhammed’in “toplum”u, “Arap toplumu”dur. Öyleyse “muhattap” da bu toplumdur. Kur’an, kendi deyimiyle “Arapça”, seslendiği kesim de, “Araplar”.
Ama “Araplar”ın da tümü değil; yalnızca “bir kesimi”. Korkutma yalnız “Mekke ve çevresi”ne
Ayetler çok açık. “Kur’an”la yapılan “uyarı”ların, “korkutma”ların, “Mekke” (Ümmü’l-Kura) ve “çevresi”ne yönelik olduğu, En’am suresinin 92., Şura suresinin 7. ayetinde, kuşkuya yer bırakmayacak bir açıklıkla anlatıyor. Evet, Kur’an’ın “muhatab”ı, “Mekke ve çevresi”dir yalnızca. Bugün kendilerini müslüman sayan öteki toplumlarda hiçbirisinin, bu kapsamda yeri yoktur. Knou, bu denli açık.
Muhammed’in “tüm insanların peygamberi”, Kur’an’ın da “tüm insanlara yönelik” olduğunun anlatıldığı ayetler de var. Kur’an’daki nice çelişkilerden biridir bu. Ama, “kendisine açıklama yapılan toplum”un “Arap toplumu”, bu toplum içinde de yalnızca “Mekke ve çevresi”nin ( hem de o zamanki) “halk”ı olduğu da bir gerçek. Başka toplumlardan, bu arada “Türkler”den “müslüman” olanlar olmuş; daha doğrusu kendilerini “müslüman” saymışlar; ama Kur’an’ın hangi toplumu “müslüman” saydığı önemli.
Özellikle “Türkler” için “hadis”ler vardır. Türkler için hiç de iyi şeyler söylemeyen bu hadisler, örnek ve yürekli bilim adamı Prof. Dr. İlahn Arsel’in “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” adlı kitabında çok çarpıcı biçimde yer almakta. ( Bkz. İstanbul, 1987, İnkılap Kitabevi, s. 18 ve öt.)
Muhammed’in Türk düşmanlığı
Kendilerini “müslüman” sayan “Türkler”i Muhammed, “müslüman” saymak şöyle dursun; “düşman” diye ilan etmiştir. İslam dünyasında en sağlam kabul eidlen hadis kitaplarında da bu var. Başlı başına bir bölüm olarak. Bölümün adı da çok ilginç: “Kıtalu’t-Türk”. Anlamı da: “Türklerle öldürüşmek(savaş)”. Buhari’de, Ebu Davud’da ve Tirmizi’de bölümün adı bu. ibn Mace’de “Babu’t-Türk”, yani “Türkler Bölümü”. Müslim’deyse, “Kıyamet alametleri” arasında yer alıyor.
Muhammed, “Peygamberliğinin bir kanıtı” olarak, gelecekten haber verirken, “Kıyametin bir alameti” olarak “Türklerle nasıl çarpışılacağını, “müslüman”ların, “Türkleri nasıl öldürecekleri”ni de anlatıyor. Hem “Türk” diye ad vererek, hem de “tarif” ederek, yüzlerinin, gözlerinin, burunlarının, derilerinin, renklerinin nasıl olduğunu anlatarak. Anlaşılan o ki, Türkler konusunda kendisine bir takım bilgiler verilmiş. Muhammed’in anlatmasına göre, “Türklerle öldürüşme”, taa “Kıyamet”e dek söz konusu. Kıyametin bir alameti” olarak da “müslümanlar”, yeryüzündeki “Türkleri öldürüp temizleyecekler”. Yoksa “kıyamet kopmayacak”.
İşte hadislerden bir kesim:
– Müslümanlar, Türklerle öldürüşmedikçe, kıyamet kopmayacaktır. Yüzleri kalkan gibi, üst üste binmiş(kalın) derili olan bu toplumla…. kıl giyerler.”( Bkz. Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’l-Fiten/62-65, hadis no:2912; Ebu Davud, Sünen, Kitabu’l-Melahim/9 Babun fi Kıtali’t Türk, hadis no: 4303; Nesei, Sünen, Kitabu’l-Cihad/Babu Gazveti’t-Türk…)
-“Siz (müslümanlar), küçük gözlü, basık burunlu, yüzleri kalkan gibi, derisi üst üste binmiş olan toplumla öldürüşmedikçe kıyamet kopmayacaktır.” (Buhari, e’s-SAhih, Kitabu’l-Cihad/96; Müslim, e’s-Sahih, kitabu’l-Fiten/62 hadis no: 2912; Ebu DAvud, Sünen, hadis no: 4304; Tirmizi, h. no: 2251; İbn Mace, h. no: 4096-4099)
X
KURAN’DA ÇELİŞKİ VAR MI, YOK MU?
Yaşar Nuri Öztürk: “Kur’an daha ikinci sayfasında kendisini, ‘çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap’ olarak anmaktadır.”diyor Star gazetesinde ve şu ayeti sunuyor: “Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren Kitaptır.” (K. 2/2)
Kuran da şöyle diyor kendisi hakkında: “Kuran’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi onda çok aykırılıklar bulurlardı.” (K.2/82) ve yine
“Allah…kulu Muhammed’e kendisinde hiçbir (tezat ve) eğrilik bulunmayan dosdoğru kitabı indirdi.” (K. 18/4 TDV çevirisi)…
“Durup düşünelim”, Kuran’ı inceleyelim: Kuran’da hiçbir tezat (çelişki) var mı,
yok mu diye…Elbette bunu inceleyebilmek için aklını dine- imana kurban etmemiş olmak gerek… Aklını Allah’a, Peygambere, dine, imana kurban etmiş kişiyi gerçekler
etkilemez.
Bu nedenle yazımız aklını imana kurban etmeyen gerçek aydınlaradır…
+
Yaşar Nuri Öztürk, 25.1.2002 tarihli Star gazetesinde “KUR’ANSIZ İSLAM”
ARAYIŞLARI başlıklı yazısında yine Hadissiz, Kıyası Fukahasız, İcmai ümmetsiz İslam Olmaz deyenlere çatıyor.
Bilmeyenler için söylüyorum: Yaşar Nuri Öztürk İslamiyeti yalnız Kuran’a dayandırmak istiyor. Karşıtları ise “Hayır, diyor. Yalnız Kuran yetmez, Hadis de gerek, Kıyası Fukaha da gerek, İcmai ümmet de gerek.” Diyor…
Kim haklı, kim haksız deme konumunda değilim. Ancak Yaşar Nuri Öztürk’ün belirttiğim yazısında şöyle bir tümce kullanıyor: “Kur’an daha ikinci sayfasında kendisini, ‘çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap’ olarak anmaktadır.” (K. 2/2).
Öyle bir laik ülkede yaşıyoruz ki dinleri övmek alabildiğine serbest ve yasaksız; ama dinleri eleştirmek TCK m. 175’e tabi… Örnek verirsek; Devlet ve Hükümet büyüklerimiz gibi “İslam; en akılcı, en mükemmel ve en son dindir!” dersek ses yok; ama, “En akılcı din, en mükemmel din, en son din böyle kural kor mu?” demeye kalkınca ölümlerden ölüm beğenmek zorundasın ve de kendini TCK m. 175’ten mahkeme kapısında bulursun.
Yine gazetelerden sık sık okuyoruz; falan bilgin yada kişi, islamiyeti seçmiş ve islamiyeti seçerken de şöyle şöyle demiş diye onların övgülerini sergilersek bir şey yok. Buna karşılık “Arkadaş islamı bırakıp başka dini seçenler de var. Bu da dinini değiştirirken islamiyet hakkında şöyle şöyle” demiş dersen kıyamet kopar…
Bir örnek daha Müslüman Zekeriya Beyaz’ın, kendi dinini övme hakkı var; ama, karşısındaki Hıristiyan’nın, Yahudi’nin ise kendi dinini övme hakkı yok. Sanki onlar islamiyeti seçmiş olmadıkları için suç işlemişler gibi sus-pus olmak zorunda kalıyorlar… Hani Anayasamız, herkes düşünce ve kanatlarını serbestçe açıklar, diyordu, Hani devletimiz laiklikti ve herkesin inancını sergilemesini güvence altına almıştı…
Şimdi de Yaşar Nuri Öztürk, Kuran için: “Çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap!” diyor. Su tümcelerden Kuran’da iki tane daha var. Bunlara da bir göz atalım: “Kuran’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi onda çok aykırılıklar bulurlardı.” (K.2/82) ve yine “Allah…kulu Muhammed’e kendisinde hiçbir (tezat ve) eğrilik bulunmayan dosdoğru kitabı indirdi.” (K. 18/4 TDV çevirisi; diğerleri, TDİB çevirisi…) Kuran ve Yaşar Nuri Öztürk, Kuran’da çelişme ve tutarsızlık yok deyince; düşünen bir insanın acaba gerçekten böyle mi? Gerçekten Kuranda, “çelişki, tutarsızlık, uyumsuzluk var mı, yok mu?” diye düşünerek araştırma gereğini duymaz mı?
Kuran, kendi kendini övünce ve Yaşar Nuri Öztürk de övüyor diye hemen inanmalı mıyız? Doğa bize bu aklı niye vermiş öyleyse?… Hem Yaşar Nuri Öztürk, sık sık, hem de Kuran’a dayanarak: “Aklını kullanmayanlar azaba uğrar!” (K. 10/100) demiyor mu, ki bence çok doğru bir tümce. Çünkü İslam dünyasının geri kalmış olmasının tek nedeni aklını kullanmamış olmasıdır… Bir de şöyle bir tümce yok mu Kuran’da: “Aklını kullanmayanlar gerçeği işitemezler!” ( 10/42) diye…
Şimdi gerçeği işitmek ve işittirmek için, hem kendim hem de okuyucularımı azaba uğratmamak için birlikte düşünmeyi öneriyorum… Kuran da bulunan Barış ve Selamet, Düşmanlık ve Şiddet tümcelerini alt alta sıralıyorum. Önce Barış ve Selamet tümcelerini; sonra da Düşmanlık ve Şiddet tümcelerini yazıyorum. Şimdi yan yana sıraladığım bu tümcelerini gerçek saygımız gereği (Dinde buna Allah için denir) dikkatle okuyalım:
BARIŞ ve SELAMET – DÜŞMANLIK ve ŞİDDET TÜMCELERİ:
(+) Artı işaretli sayılar Barış âyetlerini; (-) eksi işaretli sayılar Barış âyetlerini gösterir. Her bölüm (X) işareti ile ayrılmıştır.
1+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey inananlar! Hep birden barışa girin, şeytana ayak uydurmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır. K. 2/208″
b.”Dinde zorlama yoktur. K.2/256″
c.”Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir… K. 2/272″
1-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”…kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azâbın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. K. 2/85″
b.”Onları bulduğunu yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları
çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’ın yanında
onlar savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları
bulduğunuz yerde öldürün. K. 2/191″
c.”Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur. K. 2/193″
x
2+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammet! Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, ‘Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim.’ de. Kendilerine kitap verilenlere ve kitapsızlara: ‘Siz de islam oldunuz mu?’ de. Şayet islam olurlarsa doğru yola girmişlerdir, yüz çevirirlerse sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını görür. K.3/20″
2-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Müminler, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hâli müstesnadır. Allah sizi kendisiyle korkutur. Dönüş Allah’adır.” K. 3/28″
b.”Kim İslamiyet’ten başka bir dine yönelirse onunki kabul edilmeyecektir. O, ahirette de kaybedenlerdendir. İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şehâdet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez. K. 3/85-86″
c.”Allah yolunda öldürülür veyâ ölürseniz, size Allah’tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır. K. 3/117″
d.”Ey inananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, şüphesiz size âyetleri açıkladık. K. 3/118″
e.”İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azab onlaradır. K. 3/178″
f.”İnkâr edenlerin diyâr diyâr gezip refah içinde dolaşması sakın ey Muhammed, seni aldatmasın; az bir faydalanmadan sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır. K. 3/196-197″
g.”Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik. K. 4/80″
h.”Doğrusu, âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız; derilerinin her yanışında azâbı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. K. 4/56.”
ı.”O halde, dünya hayatı yerine ahreti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar: Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galip gelirse, Biz ona büyük bir ecir vereceğiz. K. 4/74″
i. “Onlar kendileri inkâr ettikleri gibi, keşke siz de inkâr etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyen.” (K. 4/89)
k.”… eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik. K. 4/9l”
l.”Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! K. 4/115″
m.”O, size Kitapta ‘Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve alaya alındığını
işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz’ diye indirdi. Doğrusu Allah münâfıkları ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır. K. 4/140″
n.”Ey İnananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz? K. 4/144″
o.”Allah’ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah’la peygamberleri arasını ayırmak isteyen ‘Bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz’ diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere ağır bir azâp hazırlamışızdır. K. 4/150-151″
ö.”…Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler,işte onlar kâfirlerdir. K. 5/44″
p.”Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve günahlarına kefâret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zâlimlerdir. K. 5/45″
x
3+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey müminler! Siz kendinize bakın. Siz hidâyete ererseniz, delâlete düşen size zarar vermez. K. 5/105″
3-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a. “İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliklerdir. K.5/10″
b.”Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa
uğraşanların cezâsı öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara âhirette büyük azâb vardır. K. 5/33″
c.Yahûdî ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyen, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez. K. 5/51″
d.”İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliktir. K. 5/86″
x
4+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Doğrusu size Rabbinizden açık belgeler gelmiştir; kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin bekçiniz değilim. K. 6/104″
b.”Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah’a güven. O şüphesiz işitir ve bilir. K. 8/61″
4-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Âyetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlar, işte onlar
cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır. K. 7/36″
b.”Allah’ın doğru yola sevk ettiği kimse doğru yolda olur. Saptırdığı kimiseler
ise, işte onlar mahvolanlardır. K. 7/178
c.”Rabbin meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin” diye vahyetti. ‘Ben, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi. K. 8/12″
d.”Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Alla, bunu inananları güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştı. Doğrusu, o işitir ve bilir. K. 8/17″
e.”Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür. K. 8/39″
f.”Ey Peygamber! Mü’minleri savaş için coştur. İzin sabırlı yirmi kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz, inkâr edenlerden bir kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırla yüz kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener; sizin bir kişiniz, Allah’ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir. K. 8/65-66″
g.”Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder. K. 9/5″
h.”Eğer, andlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dîninize dil uzatırlarsa, inkârda önde gidenlerle savaşın, -çünkü onların yeminleri sayılmaz-belki vazgeçerler. K. 9/11″
ı.”Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azâblandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, Hakimdir. 9/14-15″
i.”Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi-küfrü imana tercih ediyorlarsa- dost edinmeyin. Sizden onları kim dost edinirse doğrusu kendine yazık etmiş olurlar. K. 9//23″
k.”Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın. K. 9/29″
L. “Ey inananlar! Size ne olduğu ki, ‘Allah yolunda, savaşa çıkın’ dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Âhireti bırakıp dünya hâyatına mı razı olduğunuz? Oysa dünya hayatının geçimi âhirete göre pek az bir şeydir. Çıkmazsanız Allah size can yakıcı azabla azab eder ve yerinize başka bir millet getirir. O’na bir şey yapamazsınız. Allah her şeye kadirdir. K. 9/38-39″
m.””İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın, Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihâd edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır. K. 9/41″
n.”Ey Peygamber! İnkârcılarla, ikiyüzlülerle savaş; onlara karşı sert davran. Varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür. K. 9/73″
o.”Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kuran’da söz verilmiş bir hak olarak- cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır. K. 9/111″
ö.”Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla berâberdir. K 9/123″
x
5+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın? K. 10/99″
b.”Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, aklını kullanmayanlara kötü bir azâb verir. K. 10/100″
c.”De ki: ‘Ey insanlar! Rabbinizden size gerçek gelmiştir. Doğru yola giren ancak kendisi için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmıştır. K. 10/108″
d.”Ey Muhammed! Sana vahyedilene uy; Allah hükmünü verene kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir. K. 10/109″
e.”Ey Muhammed! Onlara vâdettiğimiz azâbın bir kısmını sana göstersek de senin canını alsak da, vazifen sadece tebliği etmektir. Hesap görmek bize düşer. K. 13/40″
f.”Yolun doğrusunu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğri olanı vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi. K. 16/9″
g.”Ey Muhammed! Onların doğru yolda olmalarına ne kadar özensen, yine de Allah, saptırdığını doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da olmaz. K. 16/37″
h.”Ey Muhammed! Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış, doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir. K. 16/125″
5-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”…İnkârcılara, inkârlarından ötürü kızgın bir içecek ve can yakıcı âzâb vardır. K. 10/4″
b.”Doğrusu bu Kuran en doğru yola götürür ve yararlı iş yapan mü’minlere büyük ecir olduğunu, âhirete inanmayanlara can yakıcı bir âzâb hazırladığımızı müjdeler. K. 17/9-10″
c.”Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimleri de saptırırsa, artık onlar için Allah’dan başka dostlar bulamazsın. Bin onları kıyâmet günü yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşr ederiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız. K. 17/97″
x
6+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”De ki: ‘Gerçek Rabbinizdendir. Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin…’ K. 18/29″
6-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a. “…Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışız. Onlar yardım istediklerinde, erimiş mâden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır! K. 18/29″
b.”İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O’nu inkâr edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür de bununla karındakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar onlar içindir. Orada, uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defâsında oraya geri çevrilirler: ‘Yakıcı azabı tadın’ denir. K. 22/19-22″
x
7+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”De ki: ‘Ben, yalnız her şeyin sahibi olan ve bu kutlu kılınmış şehrin Rabbine
kulluk etmekle emrolundum. Müslümanlardan olmakla ve Kuran okumakla emrolundum’
Kim doğru yolu bulmuşsa, yalnız kendisi için bulmuş olur, kim sapıtmışsa kendine
etmiş olur. De ki: ‘Ben sadece, uyaranlardan biriyim.’ K.27/91-92″
b.”Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir. K. 28/56″
c.”Sen sadece bir uyarıcısın. K. 35/23″
d.”Ey Muhammed! Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yoksa körleri ve apaçık sapıklıkla olanları doğru yola sen mi eriştireceksin? K. 43/40″
7-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim var mıdır? Şüphesiz suçlulardan öç alacağız. K. 32/22″
b.”…Azâbı gördüklerinde, ettiklerine içleri yanar. İnkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar vururuz. Yaptıklarından başka bir şeyin mi cezâsını çekerler? K. 34/33″
c.”Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır. K. 36/8″
d”…Vay ateşe uğrayacak inkârcıların haline! K. 38/27″
e.”Kitabı ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette bileceklerdir. Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar. Sonra onlara: ‘Allah’ı bırakıp da koştuğunuz ortaklar nerededir?’ denir… K. 40/70-74″
f.”Doğrusu, günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarında suyun kaynaması gibi kaynayan, erişi maden gibidir. ‘Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına-azâb olarak-kaynar su dökün’ denir, sonra ona: ‘Tad bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu şüphelenip durduğunuz şeydir’ denir. K.44/46-50″
g.”Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü de öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz. K. 47/4″
h.”Ey inananlar! Sizler daha üstün olduğunuz halde düşman karşısında gevşemeyin ki barış istemek zorunda kalmayasınız; Allah sizinle beraberdir; sizin işlerinizi eksiltmeyecektir. K. 47/35″
ı.”Ey Muhammed! Bedeviilerden geri kalmış olanlara de ki: ‘Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar müslüman olana kadar savaşmaya çağrılacaksınız; eğer itâat ederseniz Allah size güzel ecir verir, ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi can yakan bir azaba uğratır. K.48/16″
i.”Defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara! İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde. Serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar. Çünkü onlar, bundan önce, dünyada, nimet içinde bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı. K. 56/4l-46″
k.”Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar… Eğer sizler Benim yolumdan savaşmak ve rızamı kazanmak için yola çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz. Ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır. K.60/1″
L.”Ey Peygamber! İnkârcılarla ve ikiyüzlülerle savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür!. K. 66/9″
m.”İlgililere şöyle buyrulur: ‘O’nu alın bağlayanı. Sonra cehenneme yaslayın. Sonra onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun. Çünkü o, yüce Allah’a inanmazdı.Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmezdi. ” Bu sebeple burada bu gün onun bir acıyanı yoktur. Günahkârların yiyeceği olan kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur. K. 69/30-37″
x
8+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Benim yaptığım yalnız, Allah katından olanı, O’nun gönderdiklerini tebliğdir. K. 72/23″”
8-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Allah’a ve peygamberine kim karşı gelirce ona, içinde sonsuz ve temelli kalınacak cehennem ateşi vardır. K. 72/23″
x
9+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Şüphesiz ona (insana) yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük.
K. 76/3″
9-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.Doğrusu, inkârcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık. K. 76/4″
x
10+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammed! Sen öğüt ver! Esâsen sen sadece bir öğütçüsün. Sen onlara zor kullanacak değilsin. K. 88/21-22″
10- Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.-“Ama kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azâba uğratır. Doğrusu onların dönüşü bizedir. Şüphesiz sonra hesaplarını görmek de bize düşmektedir.
K. 88/23-26″
b.”Kitap ehlinden ve puta tapanlardan inkâr edenler, şüphesiz içinde temelli kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte bunlar, yaratıkların en kötüsüdürler. K. 98/6″
x
11+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammed! De ki: ‘Ey inkârcılar!Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim
taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim
taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır. K.
109/1-6″
11-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a. “Ebû Leheb’in elleri kurusun; kurudu da! Malı ve kazandığı kendisine fayda
vermedi. Alevli aşete yaslanacaktır. Karısı da, boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır. K. 111/1-5″
+
Her ne değin gerek Kuran’ın kendisi ve gerekse yurdumuzda Kuran Müslümanlığını uygulamak isteyen Yaşar Nuri Öztürk; Kuran’da; çelişki (tezad), tutarsızlık ve uyumsuzluk- (ahenksizlik) yok diyorlarsa da, yukarıda okuduklarımız içinde birbirine karşıt birçok tümcelerle karşılaşmaktayız. “Allah’ın izni olmadıkça kimse inanamaz!” (K. 120/100) ve “Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin… K. 18/29″ derken diğer yandan “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. K.8/39″ deniyor.
Bir yandan “Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir. K. 28/56″ denirken hemen yanına “Doğrusu, inkârcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık. K. 76/4″ ve “Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır. K. 36/8″ deniyor… Bunun gibi daha yüzlerce, binlerce örnek gösterilebilirken Kuran’da nasıl çelişki, tutarsızlık, uyumsuzluk yok diyebiliriz.
Sonra: .”Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun” tümceleri varken Müslümanlık savaş dini değil barış dini denebilir mi? Bu boyun vurarak öldürmek günümüz anlayışı ile ne oranda bağdaşır?.. Şeriatla yönetilen ülkelerde idam cezaları hükümlünün boynu vurularak yerine getirilrken dehşete kapılmayan aklı başında bir insan gösterilebilir mi? Bu nedenle yurdumuzda uygulanan idam cezaları kapalı yerlerde yapılırken 1984’ten bu yana, kapılı yerde bile, idam cezaları uygulanamamaktadır.
Yine yukarıda gördük ki “Allah’ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah’la peygamberleri arasını ayırmak isteyen ‘Bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz’ diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere ağır bir azâp hazırlamışızdır. K. 4/150-151″ deniyor.
Kuran’daki bu sözler Allah’ın emri olarak kabul edilirken Yaşar Nuri Öztürk ile Zekeriya Beyaz Kuran Müslümanlığını kendi kafalarına göre uygulayabilirler mi? Eğer bir kere Kuran Müslümanlığı uygulanmaya başlanırsa bu da Allah’ın emri diye Kuran harfi harfine uygulanmayacak mı?
Gerçeği bilmek insanı Hak’ka (Doğruya, gerçeğe…) eriştirir ve gerçek insanı güçlü yapar. Gerçek saygımız gereği (dinde buna Allah korkusu denir) doğruları söyleyelim. Eğer yukarıdaki o dehşet sahnelerini Allah’a (Allah: Burada olması gerekeni simgeler…) yakıştırırsak Allah’a (Sosyal gerçeklere, çağımız anlayışına, akıl, bilim ve insandaki acıma ve vicdan duygusu…) saygısızlık ve hatta hakaret etmiş oluruz…
Şimdi biz aydınlar bu gerçekleri insanlara açıklamazsak kendi kendimize yadsımış olmaz mıyız. Gerçeği tepelemiş olmaz mıyız… Bir aydın inandığı ve doğru bulduğu gerçekleri yaşarken söylemezse ne zaman söyleyecek… Bir aydın halkına gerçekleri anlatmazsa kim anlatacak?…
Çünkü söylenmiştir: “Cümle halkın vebali evliyanın boynunadır.” Bu güzel sözü günümüz Türkçesine çevirirsek: “Bütün halkı aydınlatma sorumluluğu aydınların boynundadır.”
Av. Hayri BALTA, 8.3.2002
X
TANRI ÇELİŞKİYE DÜŞER Mİ?
Böyle bir soru sorulur mu? Tanrı’nın kitabında çelişki olur mu?
Hem imam, hem ilahiyatçı profesör, hem hukukçu ve hem de CHP Milletvekili olan Yaşar Nuri Öztürk; “Kuran, Tanrı sözü olup içinde hiçbir çelişki yoktur!” der. Kendisi gibi profesör olan diğer ilahiyatçılar da böyle der.
Y. N. Ö.’nün 25.1.2002 tarihli Star gazetesinde şöyle yazar: “Kuran, daha ikinci sayfasında; kendisini, çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap olarak sunuyor” dedikten sonra şu âyeti örnek gösterir: “Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren kitaptır.” (K. 2/2)
Y.N.Ö. şu ayeti örnek gösterseydi daha kanıtlayıcı olurdu: “Kuran’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi onda çok aykırılıklar bulurlardı.” (K. 4/82)
Şimdi Kuran’ın Tanrı sözü olup olmadığını ve içinde çelişki bulunup bulunmadığını inceleyelim:
“K. 4/78: Onlara bir iyilik gelirse: ‘Bu Allah’tandır’ derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu senin tarafındandır!” derler. Ey Muhammed de ki: “Hepsi Allah’tandır.”
“K. 4/79: Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana isabet eden her kötülük kendindendir.”
Birinci ayette “Sana gelen iyiliğin de, kötülüğün de hepsi Allah’tandır.” denirken; hemen arkasından gelen ikinci ayette “Sana gelen iyilik Allah’tan; sana gelen kötülük kendindendir” deniyor.
Bir de arka arkaya gelen şu iki ayete bakalım
“K. 76/29: Bu sadece bir öğüttür; dileyen Rabbine giden yolu tutar.”
“K. 76/30: Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.”
Bu ayetlere göre de “Dileyen Rabbine gider denirken” hemen arkadan gelen ayette “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” deniyor.
Hadi diyelim Tanrı dilediği için İslam peygamberi “Kafirlerin boynunu vuruyor, parmaklarını doğruyor.” (K. 8/12). Peki şimdi de Tanı dilediği için mi Bush, İslam ülkelerini bombalıyor, yakıp, yıkıyor. Yapmayın yahu, Tanrı böyle iş yapar mı, kafayı mı oynattınız siz, bunadınız mı?
Tanrı dilemezse insan dilekte bile bulunamıyor. Tanrı, kendisinden beklenilmeyecek şekilde insan aklına (iradesine) posta koyuyor. İnsan denen yüce varlığın iradesi yok sayılıyor. Tanrı, insanı kendisinin bir robotu gibi görüyor.
Tanrı insan aklına hem posta koyuyor; hem de “benim iznim olmadan sen aklını kullansan bile Rabbine giden yolu bulamazsın” diyor. Sonra da kendisi dilemediği için doğru yolu bulamayan insanı; “Günah işledin gel bakalım” diyerek, kulağından tutup cehenneme sokuyor.
Hele şu ayete bir göz atın ondan sonra istihareye yatın. Neymiş de Tanrı, cehenneme söz vermişmiş de sözünü yerine getiriyormuş. “Biz dilesek herkese hidayet verirdik; fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıma dair benden söz çıkmıştır.” (K. 32/13)
Her şeyi bilen gören Tanrı; cehennemin dolu mu, boş mu olduğunu bilemez mi de iki de bir Cehennem’e sorar: “O gün cehenneme: ‘Doldun mu?’ deriz. O: ‘Daha var mı?’ der.” (K. 50/30)
Görüldü gibi koskoca Tanrı, hem bize hidayet nasip etmiyor; hem de, günahkarlar mekanı Cehenneme verdiği sözü yerine getirmek için Hayri Balta’yı ve Hayri Balta gibileri kulağından tutup cehenneme tıkıyor.
Yukarıda örneklediğimiz ayetlerde kuşkuya yer kalmayacak şekilde bir çelişki (Tezat-tutarsızlık) yok mudur? Bakalım kendini allame sananlar, bu çelişkileri nasıl açıklayacaklardır.
İnanınız ki eğer Tanrı’nın madde olarak, varlık olarak, zat (kişi) olarak var olduğuna zerrece inansam bir an duraklamadan kendisine sorardım: “Hem bize hidayet nasip etmiyorsun; hem de bizi cehenneme atıyorsun! Bu senin adaletine sığar mı?” derdim…
İslam’da takdiri ilahi diye bir kavram vardır. inandım anlamına gelen islamın amentüsünde de şöyle denir: “Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanırım.”
İslamın bu amentüsünde kaza ve kader, hayır ve şerr Allah’tandır denirken nasıl olur da “Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana isabet eden her kötülük kendindendir.” (4/79) denebilir… En aşağıdaki olan ve olacak her olayın Tanrı’nın takdiri ile olduğunu gösteren ve İnsan iradesini yok sayan ayetlere bakınız:1
Bütün bu tutarsızlıkların nedeni: Tanrı, Tanrı sözü (Allah kelamı) kavramının hangi anlamda kullanıldığının bilinmemesindendir. Bu konuda Şeyh Bedrettin Simavi şöyle demektedir: “Kuran, Muhammed’in sözüdür. Ama Tanrı sözü demeyen kafir olur.” (Varidat) Tanrı ve Tanrı sözü ile neyin amaçlandığını öğrenmek isterseniz “ÂRİFLERİN MENKIBELERİ. Ahmet Eflâki. MEB yayını. 1. Cilt. S. 300-304’e bakmanızı öneririm…”
Eğer bizim ilahiyatçı allameler Abbasiler döneminde kalkıp Kuran Allah’ın kelamı demiş olsalardı zindana atılırlardı, bir güzel dayak yerlerdi, belki de kelleyi verirlerdi. Bu konuda geniş bilgi edinmek isteyenler “Osman Keskioğlu’nun Nebioğlu Yayınevi’nce yayınlanan “KURAN TARİHİ” adlı kitabının. Birinci basım. 231-244 sayfalarına bakabilirler. Bu eser Diyanet İşleri İnceleme Kurulunca tetkik dilerek değerli ve faydalı bulunmuştur. Ayrıca Diyanet İşleri Müşavere Heyetinden takdir kazanmış ve tavsiye edilmiştir.
İnsan dışında bir Tanrı yoktur ki peygamber göndere, kitap indire. Tanrı da, şeytan da, cennet de, cehennem de bunların anladıklarından başka anlamlar içerir.
Bunlar hep simgesel anlatımlardır. Bu kavramların hepsi de insan ruhunun niteliği ile ilgilidir. Bu kavramların hangi anlamda kullanıldığını araştırmak yerine, işin kolayına kaçarak Tanrı’yı kendi dışlarında arıyorlar. Böylesine bir cehalet ilimle bile tahsil edilemez.
Önemle belirteyim ki Tanrı için, din için kendini aydın sanan ilahiyatçıların, dincilerin diyanetçilerin arkasına düşenler gerçeği göremez. İşte bunların en ileri gelenleri sahtekarlıktan hüküm giydi. Çömezleri de yargıdan kaçarak milletvekilliği dokunulmazlığının arkasına sığındı.
H.B. 23.12.2003
+
1İnsan iradesini yok sayan ayetler: 6/2,35,38,59_ 7/34_ 9/51_ 10/19,33,49_11/6_12/67_13/31,38_15/4,5,24_16/61_17/58_19/21_22/70_25/2_27/75_29/5,53_32/3_34/3,30_35/11_36/12_40/6_54/49,52,53_56/50,60_57/22,23_59/3_63/11_64/11_65/3_71/4_72/25, 28_78/17
X
KURAN’DAKİ CELİSKİLER
Bu sayfada, Kuran’dan derledigimiz bazi celiskileri veriyoruz. Oncelikle belirtmeliyiz ki, bu ve benzeri celiskiler tefsircileri oldukca zorlamakta ve ‘sonra gelen Ayet’in, once gelen Ayet’in hukmunu iptal ettigi’ soylenmektedir. Asil sorun ve celiski bu noktada baslamaktadir.
Oncelikle hangi Ayet’in once hangisinin sonra geldigi tam olarak bilinememektedir. Cunku Kuran kronolojik bir yapi tasimamaktadir. Bir cok arastirmaci, bazi Sure’lerin Ayetlerinin birbirine karismis olabilecegini bile iddia etmislerdir. Zaten Kuran’in Sure siralamasina bakilacak olursa, sonlarda Mekke’li Sure’ler, baslarda Medine’li Sure’ler gorulmektedir.
Simdi celiskili Ayet’lerin bir kismina bakalim;
Bakara-106 ‘Herhangi bir Ayet’in hukmunu yururlukten kaldirir veya unutturursak, onun yerine daha hayirlisini veya benzerini getiririz. Allah’in herseye gucunun yettigini bilmezmisin?’
Bakara-106 da boyle soylenirken, asagidaki Ayet’lerde farkli soylenir;
Fatir-43 ‘… Hayir! sen Allah’in kanununda degisiklik bulamazsin. Sen Allah’in kanununda asla bir doneklik bulamazsin.’ – Feth-23 ‘… Allah kanununda hicbir degisiklik bulamazsiniz.’ Ayrica Yunus-64, Fetih-23, En’am-115, Ahzab-62 dede ayni hukumler bulunmaktadir
Maide-69 ‘Fakat inananlar, Yahudiler, Sabiiler ve Hiristiyanlardan Allah’a ve ahiret gunune inanan, iyi isler yapana korku yoktur, onlar uzulmeyeceklerdir.’ Ayni hukum Bakara-62’dede gecmektedir. Fakat Al-i Imran-85 ise ‘Kim Islamiyetten baska bir din ararsa onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir.’ denilmektedir.
Fussilet-34 ‘Iyilik ve fenalik bir olamaz. Sen fenaligi en guzel sekilde karsila. O zaman aranizda dusmanlik bulunan kimse ile bile yakin dost oldugunu gorursun.’ Bu ayet’e karsilik ise; Sura-40 ‘Bir kotulugun karsiligi ona denk bir kotuluktur. Fakat kim affeder ve barisirsa onun mukafati Allah’a aittir. Suphe yokki o zalimleri sevmez.’ – Bakara-179 ‘Ey akli erenler! kisasta sizin icin hayat vardir…’ veya Maide-45 ‘O kitapta cana can, goze goz, buruna burun, kulaga kulak, dise dis ve yaralara karsi yaralari odesme yazdik. Fakat kim sadaka olarak bagislarsa, bu ona kefaret olur…’ yazilmaktadir.
Enam-62’de ‘… Sonra her isi dogru olan kudret ve tasarrufun sahibi Allah’larinin huzuruna gotururler. Bilin ki hukum onundur. O hesap gorenlerin en suratlisidir.’ derken; Hacc-47 ‘Senden baslarina acele azap getirmeni istiyorlar, Allah sozunden asla caymayacaktir. Rabbinin katinda bir gun, sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir.’ denmektedir.
Ayrica Hacc-47 de, rabbinin katinda bir gun sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir hukmu Secde-5 dede vardir. Secde-5 ‘Gokten yere kadar her isi Allah duzenler. Sonra isler sizin sayisiniza gore bin yil tutan bir gunde icinde O’na yukselir.’ Yani bu iki Ayet’e gore, Allah katinda bir gun Dunya gunu ile bin yildir. Meraic-4 ‘Melekler ve ruh oraya miktari ellibin yil olan bir gunde cikarlar.’ gun hesabi bu sefer ellibin yil olmustur.
Pespese iki Ayet var bunlar Enfal Suresindedir;
Enfal-65 ‘Ey peygamber inanlari savasa tesvik et. Eger icinizden sabirli yirmi kisi bulunursa onlarin ikiyuzune galip gelir. Ve eger sizden yuzkisi olursa, kafirlerin binini yener. Cunku onlar hicbirseyden anlamaz guruhturlar.’
Enfal-66 ‘Simdi Allah yukunuzu hafifletti. Bildiki sizde muhakkak bir zaaf var. Artik sizden sabirli ve metanetli yuz kisi olursa ikiyuzunu yenerler. Eger sizden bin kisi olursa, Allah’in izniyle ikibine galebe calarlar. Allah sabir ve sebat edenlerle beraberdir.’
En’am-111 ‘…Allah dilemedikce inanmazlardi…’
En’am-125 ‘Allah kimi dogru yola goturmek isterse, gonlunu Muslumanligi kabul etmesi icin acar. Kimide sapiklikta birakmak isterse, onunda gonlunu daraltir ve sikintili kilar…’
Bakara-7 ‘Allah onlarin yureklerini ve kulaklarini muhurlemistir, gozlerinde perde vardir…’
Bakara-256 ‘dinde zorlama yoktur…’
Muzemmil-19 ‘Suphe yok ki bu (Kur’an) bir oguttur. O halde dileyen Rabbine goturen yolu tutsun…’
Mudessir-54-55 ‘Suphesiz ki, gercekten de Kuran bir oguttur. Dileyen ondan ogut alir.’
(Benzer hukumleri iceren daha pek cok Ayet vardir)
Nisa-89 ‘Onlar sizin kendileri gibi kafir ve boylece es olmanizi isterler. Allah yolunda goc etmedikce onlardan dost edinmeyin. Bunu kabul etmez de yuz cevirirlerse onlari tutun, buldugunuz yerde oldurun…’
Tevbe-5 ‘Hurmetli aylar cikince Allah’a es kosanlari nerede bulursaniz oldurun. Yakalayip hapsedin. Gelip gececekleri butun yollari tutun. Fakat tovbe ederler, namaz kilarlar ve zekat verirlerse onlarin pesini birakin…’
Insanlarin topraktan, sudan, camurdan, meniden, kandan, balciktan, yumurtadan yaratildigi soylenmektedir. Bakilacak Ayet’ler Kiyamet-37, Nahl-4, Hud-61, Meryem-67, Rum-20, Fatir-11, Ali-imran-59-60, Hicr-26, Furkan-54, Nur-45, Alak-2, Enbiya-30 vb.
En’am-108 ‘Allah’tan baska dua ettikleri seylere sovmeyin ki, onlar da bilgisizlikte asiriya gidip Allah’a sovmesinler…’
Tevbe-28 ‘Ey inananlar’ Allah’a es kosanlar mutlaka pisliklerdir…’
Bakara-29 ‘Yeryuzundeki herseyi sizin icin yaratan odur. Sonra goklere yonelerek yedi kat gogu sizin icin duzenledi, yaratti. O herseyi bilir.’
Fussilet-9 – Yerzunun iki gunde yaratildigi,
Fussilet-10 – Bitkilerin daglarin ve gidalarin yaratilmasi.
Fussilet-11 ‘Sonra duman halinde bulunan goge yoneldi…’
Fussilet-12 ‘Allah bu suretle iki gun icinde yedi gok vuda getirdi ve her gogun isini kendisine bildirdi…’
Yani bu iki Sure de, once yer sonra gokyuzunun yaratildigi soylenmekte.
Naziat-27 ‘Sizi mi yaratmak daha guctur, yoksa gogu mu? Allah onu (gogu) kurdu.’
Naziat-28 ‘O’nu yukseltti ve duzen verdi.
Naziat-29 ‘Onun gecesini kararti gunduzunu aydinlik yapti.’
Naziat-30 ‘Bundan sonra da yeryuzunu duzenledi.’
Naziat-31 ‘Oradan suyunu cikardi ve otlak meydana getirdi.’
Naziat-32 ‘Daglari sapasaglam yerlestirdi.’ ….
Zariyat-56 ‘Ben cinleri de insanlari da ancak bana kulluk etsinler diye yarattim.’
A’raf-179 ‘Andolsun ki, biz cinlerin ve insanlarin cogunu cehennem icin yarattik. Onlarin kalpleri vardir ama, anlamazlar. Gozleri vardir ama o gozlerle gormezler…’
Allah’in Resul’u Isa yoksa cehennemdemi?
Tevbe-31 ‘Onlar Allah’i birakip hahamlarini, papazlarini ve Meryem oglu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Halbuki olara da ancak tek Allah’a kulluk etmeleri emredilmisti. Ondan baska tapacak tanri yoktur. O, onlarin es kostuklari seylerden munezzehtir.’
Enbiya-98 ‘Hic suphe yokki siz ve Allah’in disinda taptiklariniz cehennemin odunusunuz. Oraya gireceksiniz.’
Enbiya-99 ‘Eger onlar tanri olsalardi, cehenneme girmeyeceklerdi. Hepsi orada ebediyyen kalacaklardir.’
Aslinda ornekler daha cogaltilabilir.
Tum bu ornekleri yorumsuz olarak verdim. Yorumlari size birakiyor ve son bir Ayet ile yazimi noktaliyorum;
Nisa-82 ‘Kuran’i dusunmuyorlarmi? Allah katindan baska yerden gelseydi, onda birbirini tutmaz pek cok sey bulurlardi.’
KURAN’DAKI CELISKILER
Seriat ortaminda ve din adami’nin elinde yetisen kisilerin ortak özelligi, birbirine ters, birbirine zit ve birbirini cerheden seyleri ayni zamanda benimseyebilmek veya benimsemis görünmektir. Bundan dolayidir ki müslüman kisi, hem bir yandan “Islam dini hosgörü dini’dir” diyebilir ve hem de ayni zamanda Kur’an’in: “Islam’dan gayri bir din’e inananlar sapiktirlar” seklindeki hükmünü benimseyebilir. Bu iki düsüncenin birbirine zit, birinin tersi oldugunu düsünmez. Hem bir yandan Kur’an’in “Din’de zorlama olmaz” seklindeki hükmüne sarilabilir ve hem de ayni Kur’an’in, “müsrikleri” (puta tapanlari) Islam’a zorlamak için, “Müsrikleri öldürünüz” seklindeki emrini rahatlikla uygulayabilir. Bu iki davranisin çeliskili ve bagdasmaz oldugunu farketmez. Farketse bile günah isleme korkusundan farketmemis görünür.
Bir yandan “Tanri dileseydi puta tapmazlardi” seklindeki seriat hükmüne inanirken diger yandan puta tapanlarin Cehenneme atilacaklarina dair hükmü dogal kabul etmekten geri kalmaz ve bu iki hükmün çelisir seyler oldugunu düsünmez. Düsünse bile düsünmemis görünür.
Bir yandan “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse … kalbini dar ve sikintili kilar” seklindeki hükme inanir fakat ayni zamanda bu hükmün uzatmasi olan “Allah, inanmayanlari küfür batakliginda birakir” seklindeki satirlari dogal bulur. Bu iki hüküm arasinda çelisme oldugunu aklindan geçirmez. Gecirse bile, gecirmemis görünür.
Bir yandan “Seriat dini, kadini yüceltmistir, yirminci yüzyilin ulasamadigi haklara eristirmistir; kadinin sahsiyet haklarina saygilidir, kadin erkek esitligini öngörür” seklinde konusurken diger yandan: “Kadinlar aklen ve dinen dûn yaratiklardir; erkeklerin kadinlardan bir üstün dereceleri vardir; iki kadinin tanikligi bir erkegin tanikligina bedeldir; mirasta erkegin payi iki disinin payi kadardir; namazi bozan seyler esek, kara köpek, domuz ve kadin’dir; kadinlar insanin karsisina seytan gibi çikarlar; Cehennem’in çogunlugu kadinlardan olusur, vs…” seklindeki hükümleri öne sürebilir ve bunu yaparken çeliskiye düstügünü bilmez. Bilse bile, bilmemis görünür.
Sayisiz denecek kadar çok bu örneklerin ortaya vurdugu sonuç sudur ki seriat verileriyle yetisen kisi birbiriyle çeliski halinde bulunan din verilerini gerçegin ta kendisi olarak kabul etmekten geri kalmaz. Bu hükümlerin “kutsalligina” ve “mutlak gerçekligine” öylesine inanmistir ki bunlarda “çelisme”, “tutarsizlik” ya da “bagdasmazlik” diye bir sey olabilecegini kabul etmez. Kabul etmek söyle dursun fakat kabul edenleri dinsizlikle suçlamaga hazirdir. Cünkü zekasi, seriat’in olusturdugu ortam içerisinde körletilmistir ve bu ortami olusturan da esas itibariyle din adamidir. Din adami’nin ona belettigi sudur ki Kur’an: “Dogrulugu süphe götürmeyen kitab’tir” (K.2 Bakara 2) ve “Eger o, Allah’tan baskasi tarafindan gelmis olsaydi onda bir çok tutarsizlik (bulunurdu)” (K. 4 Nisa 82)
Ancak ne var ki akilci bir gözle Kur’an’i okumaga basladigimiz an, daha ilk satirlarindan itibaren çelismeli hükümleri karsimizda bulur ve okumaga devam ettikçe bunlarin çoklugu içerisinde kayboluruz. Sadece bir kaç örnekle yetinmek üzere En’am Suresi”nden bazi hükümlere göz atmakla ise baslayalim: 107ci ayet söyle der: “Tanri dileseydi puta tapmazlardi” (K. 6 En’am 107). Bir kaç ayet ilerde su vardir: “Allah dilemedikçe inanmazlar” (K. 6 En’am 111) . Bundan anlasilan sudur ki inanmak ya da puta tapmak Tanri’nin dilegine baglidir ve eger Tanri dilemis olsaydi kisiler puta tapmazlardi.
Ancak ne var ki bu ayni En’am Sure’sinde: “… puta tapanlardan yüz çevir” (K. 6 En’am 106) diye yazilidir. Bunu pekistirir nitelikte olmak üzere Tevbe suresi’nde de puta tapanlarin öldürülmelerini emreden su ayet vardir: “…Müsrikleri (puta tapanlari) buldugunuz yerde öldürün,..” (K. 9 Tevbe 5). Bir baska deyisle, Kuran’a gore, Tanri kisiyi hem “putperest” (müsrik) birakmistir, ve hem de “putperest’tir” diye cezalandirmaktadir.
Yukardakine benzer bir diger örnek En’am Suresi’ndeki su ayet’dir: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir” (K. 6 En’am 125). Dikkat edilecegi gibi ilk iki tümce ile son tümce çeliski halindedir. Cünkü ilk iki tümceye göre kisi’yi “Müslüman” ya da “Kafir” yapan Tanri’dir; fakat Tanri, kafir yaptiklarini Cehennem’e atmaktadir.
Yine Bakara Sure’sinin 6.ayet’i söyle der: “Süphe yok ki, inkar edenleri (kafir olanlari), baslarina gelecekle (azab ile) uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar” (K. 2 Bakara 6). Bu ayet’in hemen arkasindan su ayet gelir: “Zira Allah onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürlemistir; gözlerinde de perde vardir ve büyük azab onlar içindir” (K. 2 Bakara 7). Görülüyor ki kisileri “kafir” yapan, onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürleyen Tanri’dir. Fakat böyle oldugu halde Tanri kendisinin “kafir” yaptiklarini, büyük bir azab’a sokacaktir.
Söylemeye gerek yoktur ki Tanri’nin insanlari, hem gözlerini ve kulaklarini mühürleyip kafir yapmasi ve hem de cezalandirmasi çelismeli ve tutarsiz bir davranistir. Fakat islamcilar bu hükümleri, sanki ortada çelisme yokmus gibi müslüman kisinin beynine sokusturuverir.
Yine bunun gibi Bakara Sure’sinde “Dinde zorlama yok” (K. 2 Bakara 256) diye yazilidir. Islamcilar buna dayanarak Islam’in hösgörü dini oldugunu söyler. Söylediklerini pekistirmek maksadiyle: “Süphe yok ki bu (Kur’an) bir ögüttür. O halde dileyen Rabbine götüren yolu tutsun…” (K. 73 Müzemmil 19) ya da “Muhakkak ki bu kitap bir ögüttür. Kim dilerse ondan ögüt alir…” (K.74 Müddessir 54-55) seklindeki ayetleri okur. Buna benzer diger ayet’leri ya da hadis’leri okuyarak seriat dininde inanç özgürlügü oldugunu savunur.
Fakat bunu yaparken, söyledikleriyle çeliskiye düsercesine, Islam’dan baska “gerçek din” olmadigini, bildiren, baska din ve inanca yönelenleri “sapik” ya da “kafir” olarak ilan eden, ya da Tanri’ya es kosanlari (müsrik’leri) ölüme götüren, daha baska bir deyimle inanç özgürlügünü ve hosgörüyü kökünden silen hükümleri siralar. Ornegin Kur’an’daki “Müsrikleri nerede bulursaniz öldürün” (K. Tevbe 5; Al-i Imran 85) seklindeki emirleri açiklar. Ya da “Kitab Ehli” olanlara (yani Yahudilere ve Hiristiyanlara) karsi savas açilmasini, Islami kabul ettirene ya da “Cizye” (kafa parasi) alinana kadar bu savasin sürdürülmesini öngören hükümleri belletmekten geri kalmaz. Islam dini’nin bu hükümlere dayali olarak yayildigini, Muhammed’in bu maksatla savaslar yaptigini, ölüm döseginde iken “Arap ceziresinde iki din bir arada bulunmayacak” diye vasiyette bulundugunu anlatmaktan bikmaz. Dinde “zorlama” olmadigini bildiren hükümlerle, “zorlamayi” öngören hükümlerin (ve eylemlerin) yan yana, içiçe bulunmasini çeliski saymaz.
Bir yandan: “Iyilik ve fenalik bir degildir… Sen fenaligi en güzel sekilde sav; o zaman seninle arasinda düsmanlik bulunan kisinin yakin bir dost oldugunu görürsün…” (K. 41 Fussilet 34) seklindeki hükümler, diger yandan bunlara ters düsen: “Ey inananlar…size kisas farz kilindi…Ey akil sahipleri kisas’ta sizin için hayat vardir…” (K. 2 Bakara 178-9), ya da “:Bir kötülügün karsiligi, ayni sekilde bir kötülüktür…” (K. 42 Sura 40) seklindeki hükümler bulunur Kuran’da. Hangi kötülüge hangi kötülükle karsi konulacagini da : “… hür ile hür insan, köle ile köle, kadin ile kadin…” (K.2 Bakara 178) ya da “… onlara can cana, göze göz, buruna burun, kulaga kulak, dise disle ve yaralara karsilikli ödesme yazdik…Allah’in indirdigi ile hükmetmeyenler, iste onlar zalimlerdir…” (K.5 Maide 45 ayrica bkz. Bakara 179) seklindeki hükümler de bulunur Kuran’da. Bir yandan öç almayi farz kilan bu emirlerle, ya da: “Sen de müsrikleri hicvü zemmet, yahud onlarin hicivlerine mukabelede bulun, Cibril’de seninle beraberdir” seklindeki Hadis’lerle 186 hasir nesir olurken diger yandan: “Her kim öç almayip bagislarsa iste bu hareket büyüklerin karidir” (K.42 Sura 43) seklindeki hükümler bulunur Kuran’da.
Kur’an’daki Sure’lerin ya da ayet’lerin ve bunlarda yer alan konularin bilimsel bir siralamasi diye bir sey yoktur. Bir konu’nun biteviye islenmesi diye de bir sey yoktur. Birbirleriyle ilgisi bulunmayan çesitli sorunlar ve konular birbirlerinin içine girmistir. Ornegin ibadet’le ilgili hükümler hukuk’la ilgili hükümlerle, ya da efsanevi olaylarla karma karisik bir sekilde, iç içedir. Belli bir konuyla ilgili olay anlatilirken hiç yeri ve ilgisi olmadan bir baska olaya geçiliverir. Kisaca fikir edinmek üzere bir iki örnekle yetinelim ve Kur’an’in 2.ci Sure’si olan Bakara Suresi’ne göz atmakla ise baslayalim: Sure’nin 225 ila 238 ayet’lerinde “bosanma” ve “hülle” sorunlari ele alinmistir. Hukuk’la ilgili bu hususlar kurallara baglanirken birden bire karsiniza, bu sorunlarla ilgisi bulunmayan namaz kilma usulleri çikar ki ibadet’le ilgilidir (K. 2: 238-239). Iki ayet’ten ibaret bu hususun hemen arkasindan hukuk’la ilgili “bosanma” konusuna dönülür (K. 2: 240-242) hemen sonra, ve yine hiç ilgisi bulunmadigi halde, “savas” konusuna atlanir ve vaktiyle Yahudilere savas farzolundugu belirtilir, Talud ve Calud ordularinin bozguna ugratilmalari hikaye edilir ve yeryüzü düzeninin, insanlarin birbirleriyle bogazlastirilmasi suretiyle saglandigi anlatilir (K. 2: 244-252)
Gelisi güzel bir baska örnek olmak üzere “Ankebut” Sure’sini alalim. Söylendigine göre bu Sure’nin ilk on ya da ondört ayet’i Medine’de, geri kalan 59 ayet’i ise Mekke dönemi esnasinda Kur’an’a konmustur. Sure’nin basindaki ilk ayet’lerde Bedir savasinda ölenlerin sikayetlerine karsilik: “Hak ugrunda cihad eden ancak kendisi için etmis olur…” (K. 29: 6) seklinde yanit verilirken Ibn Ebu Vakkas ve anasi Hamna ile ilgili hikayelere yer verilmistir. Oglunun müslümanligi kabul ettigini ögrenerek üzülen ve müslümanligi terkedinceye kadar açlik grevi yapacagini söyleyen Hamna vesilesiyle Tanri’nin güya: “Eger ana baba, bana ortak kosman için seni zorlarlarsa, o zaman onlara itaat etme” (K. 2: 8) 187 seklinde konustugu yazilidir. Sure’nin 14ci ayet’inden sonraki kismi Mekke döneminde indigi için çok farkli konulara geçer ve Nuh’un , Ibrahim’in gönderilmesine atlar. Ibrahim’den söz ederken birden bire onu birakip Muhammed’e geçer ve (K. 29:18-23) sonra yine Ibrahim hikayesine döner ve biraktigi yerden alip devam eder (K. 29: 24-26); ederken de daha önceki bir Sure’de (ki 21. Sure olan Enbiya Suresi’dir) söyledigini (yani Tanri’nin onu atesten nasil kurtardigini) yeniden anlatir (K.21: 60-69), sonra Ishak ve Yakub’a ve Lut’a geçer (K. 29:27-28), ve sonra onlari birakir tekrar Muhammed’e döner (K. 29:29), sonra tekrar Ibrahim’e döner (K. 29:31) ve bu sefer daha önceki bir Sure’de (ki 11.ci Sure olan Hud Sure’sidir) söylemis olduklarini tekrarlar, sonra Suayb’in Medyen’e gönderildigine dair hikaye’ye geçer(K. 29: 36) ve bu sefer A’raf Suresi’nde (ki 7.ci Sure’dir) anlattiklarini yeniden tekrarlar, hemen sonra Ad ve Temud asiretleriyle ilgili masallara atlar (K. 29: 38), oradan Firavun ve Haman’a ve Musa’ya ait hikayeleri siralar.
Kuran’da, bazan ibadetle, hukukla ve efsane ile ilgili hususlar birbiri içine geçmis olarak yer almistir: örnegin Mü’minun suresi’nin basinda müslüman kisilerin, baskalarinin yaninda utanilacak yerlerini açmamalari emredilirken, ahitlere riayetin ve namazlarin vaktinde kilinmasinin geregi belirtilir, sonra birden bire insanin topraktan nasil yaratildigi, yer’in ve gök’ün nasil olusturuldugu, gökten nasil ölçü ile su indirildigi eklenir (K. 23: 12-21) Nuh ve diger peygamberlerle ilgili hikayelere geçilir (K. 23: 58) ve sonra “Ayet’lerimiz size okunuyor, siz ise gerisin geriye dönüyor, kibirleniyor (Kur’an hakkinda) ileri geri sözler söyleyor, ondan yüz çevirip uzaklasiyorsunuz” (K. 23: 67) seklindeki yakinmalara geçilir, daha sonra “(Tanri) asla ogul edinmedi” (K. 23: 92) diyerek devam edilir.
Bir diger örnek olarak Al-i Imran Suresi’ni ele alalim. Bu sure’de Uhud savasindan söz edilirken (K. 3 Al-i Imran 121-129) birden bire faiz yasaklarina geçilir (K. 3:30), hemen sonra Uhud savasi ile ilgisi bulunmayan baska konulara atlanir (K. 3: 130-142) ve tekrar Uhud savasi’nin anlatimina dönülür (K. 3: 143-148). Uhud bozgunundan dolayi Tanri’nin müslümanlari sorumlu tuttugu ve cezalandirdigi görülür (K. 3: 152-153); ancak ne var ki hemen akabinde Uhud felaketi’nin, Tanri’nin müslümanlari sinamasi, denemesi oldugu belirtilir (K. 3: 152)
Bu tür tutarsizliklar, uyumsuzluklar ve çeliskiler hemen her Sure’de kendisini gösterir. Bundan dolayidir ki, Kuran’in “Allah/Tanri sozu olmayip”, bir insan, yani Muhammed tarafindan yazilmis oldugu sonucu cikmaktadir.
Kuran Ve Seriat hükümlerindeki çeliskiler, ve tutarsizliklar konusunda Islamcilar’in tutarsız tutumu:
Seriat hükümleri içerisindeki çelismeler ve tutarsizliklar konusunda din adaminin bilim disi ve olumsuz bir tutumu vardir ki o da her seyden önce insan aklinin yetersizligini öne sürmek ve örnegin : “Celiskiler bize göredir, Tanri’ya ve Peygambere göre degildir” deyip isin içinden siyrilmaktir. Hani sanki “çelismeler”, insanlarin gözünde “serab” gibi bir seydir ve aslinda yoktur da insanlar “çelisme varmis” gibi görüyorlardir!
Oysa ki çelismelerin varligi, daha islamin ilk anlardan itibaren farkedilmis ve gerek din bilginlerini ve gerek yöneticileri güç durumlara sürüklemistir. Ornegin Halife Osman, ya da Abdullah Ibn-i Amr gibi ünlüler Kur’an’daki ayet’lerin birbirleriyle çelisir olmasi yüzünden bazi hususlarda fetva veremez durumda kalmislardir 188.
Seriat verileri içerisindeki çelismelerin varligini inkar etmek üzere din adami’nin basvurdugu diger bir yol, Kur’an’in Tanri’dan gelen “son ve tek gerçek” Kitab olduguna, ve “geçmiste ve gelecekte onu batil kilacak olmadigina” (K. 41 Fussilat 41-2), ve Kitab’da bulunanlarin “kesin gerçekler olup bunun disinda baskaca gerçek olamayacagina” (K. Meariç 51), ve “yeryüzündeki her seyin apaçik Kitab’da tespit olunduguna” (K. Necm 75) dair ya da buna benzer hükümleri siralamaktir. Bunu yaparken sirtini özellikle su ayete dayar: “… Allah katindan gayri bir yerden gelseydi, (Kur’an’da) birbirini tutmaz bir çok seyler bulurlardi…” (K. 4 Nisa 82).
Ote yandan Islamcilar, çeliskilerin ve tutarsizliklarin ortaya çikmasini önlemek üzere sunu hatirlatir ki Kur’an ve Hadis hükümlerini tartismak, yalanlamak ve bunlar üzerinde süpheci olmak ya da bunlarda çeliski ve tutarsizlik oldugunu söylemek “günahtir”, “dinsizliktir”, “Tanri’ya ve peygamberine karsi gelmektir”. Bu hükümler çeliskili görünse de, akla ve müspet ilme ters düsse de, bunlari hiç bir elestiriye ve tartismaya girismeden olduklari gibi kabul etmek gerekir.
Bunun böyle oldugunu anlatmak üzere din adami: “Allah ve peygamberine karsi gelenler … alçaltilacaklardir… Biz apaçik ayet’ler indirmisizdir, bunlari inkar edenlere alçaltici ceza var…” (58 Mücadele 5), ya da: “Allah ve Resulü bir ise hükmettigi zaman (inananlara) artik islerinde baska yolu seçmek yarasmaz. Allah’a ve Peygambere baskaldiran süphesiz apaçik bir sekilde sapmis olur…” (K. 33 Ahzab 36) seklinde hükümleri gösterirken “Allah’in hükmüne uygun hüküm vermeyen kafirdir” (K. 5 Maide 44) ayet’ini ekler, ve benzer ayet’lerle “süphe” etmenin ya da Kur’an’da çeliski oldugunu söylemenin dinsizlik sayilacagini bildirir. “Dini islerde asiri inceleyip sik dokuyanlar helak olacaklardir” seklindeki hadis hükümlerini belirterek soru sormanin ve soru yolu ile din verilerine karsi gelmenin yasak oldugunu anlatir 189.
Kur’an’da çeliski olmadigini savunmak maksadiyle Islamcilarin basvurdugu bir diger yol, bazi ayet’lerin bazi ayet’lerle kaldirildigini öne sürmektir. Oysa ki hangi ayet’lerin hangileriyle kaldirildigi hususundaki görüs ayriliklari bir yana ve fakat böyle bir iddia, hani sanki Tanri her seyi diledigi gibi önce’den düzenleyemezmis ya da bilmezmis ve bazi ayet’leri yanlislikla yerlestirmiste sonradan hatasinin farkina varip düzeltmis gibi bir anlam tasir ki Tanri’yi küçültmek sonucunu dogurur.
Kaldi ki Kur’an’daki çelismeler, kaldirilmadigi kesin olarak bilinen ayet’leri kapsar ki bunlardan pek bariz olanlardan biri, Ebu Talib’in ölümü vesilesiyle Muhammed tarafindan Kur’an’a konmus olan su ayet’tir: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir” ( 6 En’am 125).
Bu ayet’le anlatilmak istenen sudur ki Ebu Talib’in kalbini müslümanliga açmayan Tanri’dir ve Tanri onun müslüman olmadan ölmesini uygun bulmustur. Ancak gerçek bundan çok farklidir.
Bilindigi gibi Muhammed, kendisini bir baba gibi yetistiren Ebu Talib’i müslüman yapmak istemis fakat yapamamistir. Yapamayinca sorumlulugu sirtindan atmak üzere Tanri’nin keyfiligini öne sürmüs ve amcasinin müslüman olmayisini bu keyfilige baglamak üzere yukardaki formülü bulmustur. Ancak ne var ki ayet kendi içerisinde çeliskilidir, çünkü bir yandan Tanri’nin kisileri diledigi gibi saptirdigini belirtirken diger yandan saptirdiklarini Cehennem’e attigini anlatmaktadir.
Konuya biraz ilerde tekrar dönecegiz, fakat simdilik deginmek istedigimiz sudur ki seriat ortami içerisinde ve Islamcilarin elinde yetistirilen insanlarimizin seriat verileri konusunda süpheci olmalari, bu verileri elestiri konusu yapmalari ya da tartismalari mümkün degildir. Mümkün olmadigi içindir ki fikirsel gelisme yoluna girmeleri ve akilci düsünceye yönelmeleri güçtür. Düsününüz ki Ibn Rüst gibi ünlüler bile Kur’an’daki kissa’lara “masal” dedikleri için, din adamlari tarafindan dinsizlikle suçlandirilmislardir 190.
KURAN’DAKİ CELİSKİLERİN NEDENLERİ:
Kuran’da gorulen çeliskiler ne gökten inmedir ve ne de din adaminin dedigi gibi “Tanri’ya göre degil, bize göredir”. Bu çeliskiler, Kuran’in yaraticisi olan Muhammed ve onun yardimcilarindan kaynaklanmaktadir. (Bilindigi gibi, Muhammed, okur-yazar degildi ve Kuran’i olustururken okur-yazar yardimcilardan faydalandi). Kuran’i “Gökten indi” diyerek yarattigi dine taraftar toplamak isteyen Muhammed ve yardimcilarinin, çesitli durumlara ve farkli olaylara çözüm saglama siyasetinden dogmustur.
Konu ayri bir kitap olabilecek boyutta bulunmakla beraber pek kisa bir özet olarak söyleyelim ki Muhammed, kendisini Kureysli’lere peygamber olarak kabul ettirebilmek için ilk baslarda (özellikle daha henüz güçlenmedigi dönemde) Kur’an’a “Dileyen Rabbine giden yolu tutar” (K. 76 Insan 29) ya da “Her kese islediklerinin karsiligi ödenir” (K. 46 Ahkaf 19) seklinde ayet’ler koymustur. Böylece kisileri, eger müslüman olacak olurlarsa Cennet’e, olmayacak olurlarsa Cehennem’e gitmek gibi bir seçim karsisinda birakarak kendisine baglayabilecegini hesaplamistir. Daha baska bir deyimle müslüman olup olmamanin “kisisel irade” isi oldugunu, ve müslümanligi seçenlerin mükafatlara konacaklarini anlatarak, ve nasil olsa kisilerin kazanç yolunu (örnegin Cennet’e gitmeyi”) tercih edeceklerini düsünerek, iyi bir taktik kullandigina inanmistir.
Ancak ne var ki bu usul ile pek basari saglayamamis ve fazla sayida taraftarlar kazanamistir. Kendisini bir baba gibi büyüten ve koruyan amcasi Ebu Talib’i bile, bütün cabalarina ve yalvarip yakarmalarina ragmen, müslüman yapamamistir. Yapamayinca, basarisiz kalmis gibi görünmemek için müslüman olup olmamanin Tanri’nin istegine bagli bir is oldugunu söylemis ve Kur’an’a: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar… kimi de saptirmak isterse…kalbini dar ve sikintili kilar… ” (K.6 En’am 125) seklinde ayetler koymustur. Fakat “kafir’lerin” Cennet’e giremeyeceklerini belirtmek üzere “Allah, inanmayanlari küfür batakliginda birakir…” (K. en”am 125) seklinde eklemede bulunmustur ki çeliskili durumu yaratan da budur.
Ayni durum, daha sonra Medine’ye geçipte oradaki Yahudileri müslüman yapmaga kalkinca da ortaya çikmistir. Onlari müslüman yapabilmek için ilk önceleri bir takim ödün’ler (tavizler) vermis olmasina ve örnegin Kible’yi Yahudilerin kutsal bildikleri Kudus yönüne cevirmesine ragmen sonuç alamamis, onlari müslüman yapamamistir. Sadece onlar bakimindan degil fakat putperest olan Arap kabileleri bakimindan da ayni basarisizliklara ugrayinca taraftarlarindan bir çogu: “Eger Muhammed gerçekten Peygamber ise, nasil olur da bu kisileri müslüman yapamaz?” seklinde konusur olmuslar ve bu tür konusmalar kuskusuz ki Muhammed’i telasa düsürmege yetmistir. Peygamberliginin süphe uyandirabilecegi endisesiyle onlarin bu tarz konusmalarina engel olmak istemistir. Bundan dolayidir ki, daha önce amucasi Ebu Talib’in ölümü sirasinda uyguladigi taktigi, bu vesile ile pekistirmek gerektigini anlamis ve putlara tapip tapmamanin, ya da müslüman olup olmamanin Tanri’ya ait bir is oldugunu söyleyerek, kisileri müslüman yapamamaktan dogma sorumlulugu sirtindan atmaya çalismistir. Bunu saglamak üzere Kur’an’a: “Tanri diledigini saptirir, diledigi dogru yola sokar” (K. 16 Nahl 93), ya da “Allah dileseydi puta tapmazlardi” (K. 6 En’am 107), ya da “Tanri kimin gönlünü islama açmissa o Rabbi katinda bir nur üzre olmaz mi?… Kimi saptirirsa ona yol gösteren bulunmaz” (K. 39 Zümer 22-23) seklinde (ve buna benzer) ayet’ler yerlestirmistir.
Görülüyor ki çeliskilerin asil nedeni günlük siyasetin olusumu ile ilgilidir: kisileri müslüman yapmak için “irade” özgürlügü ilkesine basvurulmus ve örnegin “Kim müslüman olursa o mükafata erisir” seklinde hükümler konmus ve fakat basari saglanamayinca bu sefer müslüman olmanin kisi iradesiyle ilgili bulunmayip Tanri’nin istegine bagli oldugu tezi’ne basvurulmustur. Bu ve buna benzer durumlar, seriat hükümlerinin birbirleriyle çelisir nitelikte olmak uzere ortaya çikmalari sonucunu dogurmustur.
Islamcilar tartisma ve soru sorma yollarini kapali tutmakla çeliskili düsünme aliskanligini sürdürür.
Nasil ki Hiristiyanlikta koca bir orta çag boyunca Incil ‘in elestirilmesi ya da süphe konusu edilmesi büyük günah sayilir idiyse, nasil ki Isa ve anasi Meryem ‘le ilgili hususlarda tereddüd’e düsmek ve örnegin Meryem’in bakire olmadigini söylemek dahi ateste yakilmayi gerektirmis ve din sorunlarini tartismak çesitli cezalarla önlenmis idiyse, ayni sekilde Islam’da da Kur’an’i ya da Muhammed’in yasamini elestiri konusu yapmak, akil kistasina vurmak da ayni ölçüde dehset verici sonuçlari dogurur olmustur. Ancak ne var ki Bati dünyasi akil çagi’na girmekle bu durumlara son vermis ve soru-tartisma usullerini her sorunun çözümü yapmis, her seyin temeli haline sokmus oldugu halde Islam’da böyle bir gelisme görülmemistir.
Her ne kadar islamcilar Kur’an’i öne sürerek, örnegin: “Bilmiyorsaniz kitaplilara sorun…” (K. 16 Nahl 43-44) seklindeki ayet’leri göstererek soru sormanin yasaklanmadigini söylerlerse de dogru degildir. Cünkü bir kere bu ayet’lerde, Tanri’nin daha önce peygamber olarak erkeklerden baskasini göndermedigi belirtilmis ve: “Eger bilmiyorsaniz, (kitaplilara) bilenlere sorun” denmistir. Bunun Kur’an hükümlerini tartismakla ilgisi yoktur.
Ote yandan din adami, Kur’an’da belirtilen hususlarla ilgili sorularin “memduh” (uygun) ve “mezmum” (uygunsuz) olmak üzere ikiye ayrildigini ve “uygunsuz” soru’larin “fuzuli” sayildigini ileri sürer. Söylemeye gerek yoktur ki böyle bir ayirim keyfilige dayali olup soru sorma olasiligini yok kilar nitelikte bir seydir. Cünkü bir kere sorulacak soru’lari “uygun”, ya da “uygunsuz” diye ayirima vurdugunuz an, soru sormayi yasaklamis olursunuz. Nitekim din adamlarimizin bugün dahi yaptiklari budur. Nice sayisiz örneklerden birini verelim: Diyanet Isleri Baskanligi’nin yayinladigi Sahih-i Buhari Muhtasari… adli yapitin 4.cildinin 536.sayfasinda Muhammed’in, kendi öz anasi Emine için dua (“istigfar”) etmek üzere Tanri’dan izin istedigine ve fakat Tanri’nin ona bu izni vermedigine ve vermedigi için anasina magfiret dilemedigine dair Ebu Hüreyre’ nin rivayet ettigi bir Hadis vardir. Bunu okuyan bir kimse, hakli olarak kendi kendisine: “Pek iyi ama, Muhammed bir çok vesilelerle -‘Analariniz sizi binbir fedakarlik ve zahmete katlanarak yetistirmistir, onlara dua edin… Analarin ayaklari altindan Cennet’ler geçer-‘ seklinde konusurken, kendi anasina neden dua etmez?” diye sormak ve bunun cevabini almak ihtiyacindadir. Ancak ne var ki böyle bir soruyu tartismak ve buna akilci bir yanit aramaktan islamcilar kacinirlar, günah islemekten korkarlar dusundukleri icin bile..
Yine bunun gibi Kur’an’da, biraz önce belirttigimiz gibi, Tanri’nin, kimi kimselerin gönlünü açip onlari müslüman yaptigina ve Cennet’e aldigina ve kimilerin de gönlünü kapatip kafir kildigina ve Cehennem’e attigina dair ayet’ler vardir (Ornegin En’am 125; Nahl 93; Zümer 22-23 vs…). Söylemeye gerek yoktur ki akla ve mantiga ve Tanri’nin yüceligi fikrine aykiri düsen böylesine keyfi bir davranis karsisinda soru sormamak, susup oturmak mümkün degildir. Ancak ne var ki din adami, islami verilere dayali olarak, size bu olanagi tanimaz; “uygunsuz” soru sordunuz diye sizi, en azindan zindiklikla suçlar, ve biraz daha israr ederseniz, çesitli usullerle “Cehenneme” yollar…!
Ote yandan din adami, sadece sorulari “uygun” ya da “uygunsuz” ayirimina baglayarak degil fakat bir de fazla soru sormanin günah olacagini hatirlatmak suretiyle sizi susmusluga zorlar; dayanagi yine seriat verileridir. Gerçekten de din adami’nin belletmesine göre Muhammed, Tanri’nin igrenç bildigi üç seyden birinin “Kesret-i sual” (fazla soru) oldugunu bildirmis ve: “Ben sizi bir seyden nehyedersem, ondan içtinab ediniz, bir seyin ifasini emredersem , onu da …yerine getiriniz” demis ve dini islerde asiri inceleyip sik dokuyanlarin helak olacaklarini eklemistir.
Din adami, bundan baska bir de Kur’an’nin: “Size açiklaninca hosunuza gitmeyecek seyler sormayin” (K. Maide 101-102) seklindeki ya da buna benzer diger ayet’lerini öne sürerek mü’min kisileri soru sormak ve hele tartismak hevesinden uzak kilar 191. Cünkü soru sorma ve tartisma geleneginin islam dini’ni temellerinden sarsabilecegi görüsüne saplidir. Sunu bilir ki Emevi ‘ler ve Abbasi ‘ler döneminin bazi halifeleri zamaninda din sorunlarinin tartisilir olmasi, islamin özüne bagli çevrelerce bu sekilde kabul edilmis ve önlenmis ve bu ise girisenler “dinsiz” ve “bilgisiz” diye bellenmis ve bu tutum bugüne dek sürüp gelmistir. Gerçekten de bu halifeler döneminde yer alan fikir alis verisi sirasinda Kur’an’in bile Tanri sözleri degil fakat insan yapisi bir kitap oldugu öne sürülmüs ve bu tür egilimler seriatçilara pek tehlikeli görünmüstür.
Bundan dolayidir ki islamcilar, 20.yüzyilin bitmek üzere bulundugu bu uygarlik döneminde dahi insanlarimiza, yemek yerken yemek kabina sinek düsecek olursa, sinegin disarda kalan kanadini yemegin içine batirip sonra çikarip atmalarini, ve çünkü bunun bir “Peygamber emri” oldugunu, “peygamberin söylemesine göre” sinegin iki kanadinin birisinde hastalik, öbüründe sifa bulundugunu ve “idrak sahibi” olan sinegin önce zehirli kanadini yemege soktugunu ve bu nedenle eger diger kanat iyice yemege batirilacak olursa hastalik olmayacagini belirtirlerken, bazi kimselerin: “Bir sinegin iki kanadinda nasil olur da hem da (hastalik) hem deva (hastalik giderici ilaç, çare vs…) olan iki zid hassiyet bir arada toplanmis? Sonra hakir bir sinek nasil olur da yiyecek içine önce zehirli kanadini sokmayi, deva olan kanadini geri birakmayi bilebilir?” seklinde soru sormalarini “günah” saymakta ve soranlari en azindan “inatci cahil” olarak tanimlamaktadirlar 192. Buna benzer daha nice örnekleri siralamak mümkün.
Kisi özgürlügü bakiminda önemli olan sey sadece soru sormak degil fakat din emirlerini tartismak ve gerektiginde kinamaktir. Iste Islam’in, daha ilk anlardan itibaren önlemek istedigi sey, asil bu olmustur. Bundan dolayidir ki Kur’an’in Tanri sözleri olmadigini söylemek ya da Muhammed’in yasam ve davranislarini elestirmek ya da buna benzer görüsler öne sürmek, dehset verici cezalara baglanmistir ki bunlar arasinda ellerin ve ayaklarin “çaprazlama kestirilmesi” gibi olanlari vardir (Bkz. K. Maide: 5). Unutmayalim ki dünyevi nitelikteki bu çok korkulu ve dehset verici cezalari, bir de gelecek dünya Cehennem’lerinin kaynar ateslerinde yakilmak gibi olanlari tamamlar. Din adamlarimiz için bu tür cezalar sistemini ayakta tutmak kadar kazançli ve mutluluk yaratan baska bir sey yoktur. Oysa ki insanlik tarihi boyunca elestiri ve tartisma olasiligina yer vermeyen hiç bir sistem gerilikten çikamamistir.
Kaynak: Ilhan Arsel’in “Din Adamlari” adli eserinden yararlanilmistir.
İslamiyet Gerçekleri Anasayfası
+
KURAN’DAKİ CELİSKİLER
Bu sayfada, Kuran’dan derledigimiz bazi celiskileri veriyoruz. Oncelikle belirtmeliyiz ki, bu ve benzeri celiskiler tefsircileri oldukca zorlamakta ve ‘sonra gelen Ayet’in, once gelen Ayet’in hukmunu iptal ettigi’ soylenmektedir. Asil sorun ve celiski bu noktada baslamaktadir.
Oncelikle hangi Ayet’in once hangisinin sonra geldigi tam olarak bilinememektedir. Cunku Kuran kronolojik bir yapi tasimamaktadir. Bir cok arastirmaci, bazi Sure’lerin Ayetlerinin birbirine karismis olabilecegini bile iddia etmislerdir. Zaten Kuran’in Sure siralamasina bakilacak olursa, sonlarda Mekke’li Sure’ler, baslarda Medine’li Sure’ler gorulmektedir.
Simdi celiskili Ayet’lerin bir kismina bakalim;
Bakara-106 ‘Herhangi bir Ayet’in hukmunu yururlukten kaldirir veya unutturursak, onun yerine daha hayirlisini veya benzerini getiririz. Allah’in herseye gucunun yettigini bilmezmisin?’
Bakara-106 da boyle soylenirken, asagidaki Ayet’lerde farkli soylenir;
Fatir-43 ‘… Hayir! sen Allah’in kanununda degisiklik bulamazsin. Sen Allah’in kanununda asla bir doneklik bulamazsin.’ – Feth-23 ‘… Allah kanununda hicbir degisiklik bulamazsiniz.’ Ayrica Yunus-64, Fetih-23, En’am-115, Ahzab-62 dede ayni hukumler bulunmaktadir
Maide-69 ‘Fakat inananlar, Yahudiler, Sabiiler ve Hiristiyanlardan Allah’a ve ahiret gunune inanan, iyi isler yapana korku yoktur, onlar uzulmeyeceklerdir.’ Ayni hukum Bakara-62’dede gecmektedir. Fakat Al-i Imran-85 ise ‘Kim Islamiyetten baska bir din ararsa onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir.’ denilmektedir.
Fussilet-34 ‘Iyilik ve fenalik bir olamaz. Sen fenaligi en guzel sekilde karsila. O zaman aranizda dusmanlik bulunan kimse ile bile yakin dost oldugunu gorursun.’ Bu ayet’e karsilik ise;
Sura-40 ‘Bir kotulugun karsiligi ona denk bir kotuluktur. Fakat kim affeder ve barisirsa onun mukafati Allah’a aittir. Suphe yokki o zalimleri sevmez.’ – Bakara-179 ‘Ey akli erenler! kisasta sizin icin hayat vardir…’ veya Maide-45 ‘O kitapta cana can, goze goz, buruna burun, kulaga kulak, dise dis ve yaralara karsi yaralari odesme yazdik. Fakat kim sadaka olarak bagislarsa, bu ona kefaret olur…’ yazilmaktadir.
Enam-62’de ‘… Sonra her isi dogru olan kudret ve tasarrufun sahibi Allah’larinin huzuruna gotururler. Bilin ki hukum onundur. O hesap gorenlerin en suratlisidir.’ derken; Hacc-47 ‘Senden baslarina acele azap getirmeni istiyorlar, Allah sozunden asla caymayacaktir. Rabbinin katinda bir gun, sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir.’ denmektedir.
Ayrica Hacc-47 de, rabbinin katinda bir gun sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir hukmu Secde-5 dede vardir. Secde-5 ‘Gokten yere kadar her isi Allah duzenler. Sonra isler sizin sayisiniza gore bin yil tutan bir gunde icinde O’na yukselir.’ Yani bu iki Ayet’e gore, Allah katinda bir gun Dunya gunu ile bin yildir. Meraic-4 ‘Melekler ve ruh oraya miktari ellibin yil olan bir gunde cikarlar.’ gun hesabi bu sefer ellibin yil olmustur.
Pespese iki Ayet var bunlar Enfal Suresindedir;
Enfal-65 ‘Ey peygamber inanlari savasa tesvik et. Eger icinizden sabirli yirmi kisi bulunursa onlarin ikiyuzune galip gelir. Ve eger sizden yuzkisi olursa, kafirlerin binini yener. Cunku onlar hicbirseyden anlamaz guruhturlar.’
Enfal-66 ‘Simdi Allah yukunuzu hafifletti. Bildiki sizde muhakkak bir zaaf var. Artik sizden sabirli ve metanetli yuz kisi olursa ikiyuzunu yenerler. Eger sizden bin kisi olursa, Allah’in izniyle ikibine galebe calarlar. Allah sabir ve sebat edenlerle beraberdir.’
En’am-111 ‘…Allah dilemedikce inanmazlardi…’
En’am-125 ‘Allah kimi dogru yola goturmek isterse, gonlunu Muslumanligi kabul etmesi icin acar. Kimide sapiklikta birakmak isterse, onunda gonlunu daraltir ve sikintili kilar…’
Bakara-7 ‘Allah onlarin yureklerini ve kulaklarini muhurlemistir, gozlerinde perde vardir…’
Bakara-256 ‘dinde zorlama yoktur…’
Muzemmil-19 ‘Suphe yok ki bu (Kur’an) bir oguttur. O halde dileyen Rabbine goturen yolu tutsun…’
Mudessir-54-55 ‘Suphesiz ki, gercekten de Kuran bir oguttur. Dileyen ondan ogut alir.’
(Benzer hukumleri iceren daha pek cok Ayet vardir)
Nisa-89 ‘Onlar sizin kendileri gibi kafir ve boylece es olmanizi isterler. Allah yolunda goc etmedikce onlardan dost edinmeyin. Bunu kabul etmez de yuz cevirirlerse onlari tutun, buldugunuz yerde oldurun…’
Tevbe-5 ‘Hurmetli aylar cikince Allah’a es kosanlari nerede bulursaniz oldurun. Yakalayip hapsedin. Gelip gececekleri butun yollari tutun. Fakat tovbe ederler, namaz kilarlar ve zekat verirlerse onlarin pesini birakin…’
Insanlarin topraktan, sudan, camurdan, meniden, kandan, balciktan, yumurtadan yaratildigi soylenmektedir. Bakilacak Ayet’ler Kiyamet-37, Nahl-4, Hud-61, Meryem-67, Rum-20, Fatir-11, Ali-imran-59-60, Hicr-26, Furkan-54, Nur-45, Alak-2, Enbiya-30 vb.
En’am-108 ‘Allah’tan baska dua ettikleri seylere sovmeyin ki, onlar da bilgisizlikte asiriya gidip Allah’a sovmesinler…’
Tevbe-28 ‘Ey inananlar’ Allah’a es kosanlar mutlaka pisliklerdir…’
Bakara-29 ‘Yeryuzundeki herseyi sizin icin yaratan odur. Sonra goklere yonelerek yedi kat gogu sizin icin duzenledi, yaratti. O herseyi bilir.’
Fussilet-9 – Yerzunun iki gunde yaratildigi,
Fussilet-10 – Bitkilerin daglarin ve gidalarin yaratilmasi.
Fussilet-11 ‘Sonra duman halinde bulunan goge yoneldi…’
Fussilet-12 ‘Allah bu suretle iki gun icinde yedi gok vuda getirdi ve her gogun isini kendisine bildirdi…’
Yani bu iki Sure de, once yer sonra gokyuzunun yaratildigi soylenmekte.
Naziat-27 ‘Sizi mi yaratmak daha guctur, yoksa gogu mu? Allah onu (gogu) kurdu.’
Naziat-28 ‘O’nu yukseltti ve duzen verdi.
Naziat-29 ‘Onun gecesini kararti gunduzunu aydinlik yapti.’
Naziat-30 ‘Bundan sonra da yeryuzunu duzenledi.’
Naziat-31 ‘Oradan suyunu cikardi ve otlak meydana getirdi.’
Naziat-32 ‘Daglari sapasaglam yerlestirdi.’ ….
Zariyat-56 ‘Ben cinleri de insanlari da ancak bana kulluk etsinler diye yarattim.’
A’raf-179 ‘Andolsun ki, biz cinlerin ve insanlarin cogunu cehennem icin yarattik. Onlarin kalpleri vardir ama, anlamazlar. Gozleri vardir ama o gozlerle gormezler…’
Allah’in Resul’u Isa yoksa cehennemdemi?
Tevbe-31 ‘Onlar Allah’i birakip hahamlarini, papazlarini ve Meryem oglu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Halbuki olara da ancak tek Allah’a kulluk etmeleri emredilmisti. Ondan baska tapacak tanri yoktur. O, onlarin es kostuklari seylerden munezzehtir.’
Enbiya-98 ‘Hic suphe yokki siz ve Allah’in disinda taptiklariniz cehennemin odunusunuz. Oraya gireceksiniz.’
Enbiya-99 ‘Eger onlar tanri olsalardi, cehenneme girmeyeceklerdi. Hepsi orada ebediyyen kalacaklardir.’
Aslinda ornekler daha cogaltilabilir.
Tum bu ornekleri yorumsuz olarak verdim. Yorumlari size birakiyor ve son bir Ayet ile yazimi noktaliyorum;
Nisa-82 ‘Kuran’i dusunmuyorlarmi? Allah katindan baska yerden gelseydi, onda birbirini tutmaz pek cok sey bulurlardi.’
SORULAR.. SORULAR..
1400 yaşında olmasına rağmen, bugünün ihtiyaçlarına da cevap verdiği ve bilim yanlısı olduğu iddia edilen Kuran’da şu sorularımın cevaplarını bulamadım..
1)Adem ve Havva hangi tarihte yaratıldılar? Cennete hangi tarihte girdiler? Hangi tarihte cennetten kovuldular?
2) Önce Adem mi yaratıldı, Havva mı? Aralarında ne kadar yaş farkı vardı?
3) Doğmadıklarına göre Havva ve Adem’in göbekleri varmıydı? (Hani, çamurdan mı, yoksa pıhtıdan mı yaratıldığı tartışma konusu olan ilk insan..)
4) Ya da hayali cennetten kovulmadan önce, cinsel organlari varmiydi?
5) Vardı ise ne için vardı? (madem ki cinsellik yasaktı?..)
6) Ya da Havva’nin göğüsleri varmıydı? (Çocuk emzirmeyecegine göre)? Yoksa bunlar cennetten kovulur kovulmaz mi olustular?
7)Ya da Adem ve Havva’nin hormonlari önceden var mıydı? Vardıysa, (testesteron, östrojen, prolaktin, oksitosin vs.) ne amaçla vardı?
8)Havva, adet görüyor muydu?
9) Adem ile Havva’nın kıyafetleri nasıldı? Havva, başörtülü müydü, çarşaflı mı? Yoksa …?
10)Eğer bunlar yok idiyse, nasıl oldu da birbirlerine cinsel arzu duydular?.. Var idiyse, bu arzudan dolayı neden cezalandırıldılar?
Yani hem insanin beynine, ve bedenine cinsellikle ilgili her türlü mekanizmayi ve kimyasallığı koy, hem de cinselligi yasadiklarinda cezalandir. Adalet bu mudur?
10)Cennette yasak olduğu söylenen meyvenin adı neydi? Bu yasak meyve bugün dünyada yasak mı değil mi? Niye?
11)Ensest ilişki, günah mıdır, değil midir? (Adem ve Havva’nın çocukları ensest ilişki ile çoğalmış olmalı.. Yoksa, dünya belli bir nüfusa ulaşıncaya kadar ana ve babalar Allah’ın verdiği bir özel formülle seks yapmadan çocuklarını çamurdan mı yapmaya devam ettiler?
12)Adem ile Havva ne kadar yaşadılar? Kaç yılında öldüler?
Ayrıca, Muhammed’in kendisinin Allah’ın-varsa eğer- elçisi olduğunu iddia ederek İslamiyet dinini ortaya çıkarması üzerine de şu sorular akla geliyor:
Eger siz Allah-varsa eğer- olsa idiniz:
1) Dünyadaki tüm insanlara hitap edecek bir kitap gönderecek olsanız, sadece Arapça dilini mi kullanırdınız? Yoksa, ne kadar dil varsa o kadar dilde hazırlamış olduğunuz kitapları mı gönderirdiniz?
2) Dünyadaki tüm insanlara zaman zaman mesajlar iletmek isteseniz, bir aracı (elçi/peygamber) mi kullanırdınız yoksa doğrudan mı iletirdiniz?
3) Dünyadaki tüm insanlara en son dini göndermek isteseniz, sadece Arabistan’a bir elçi mi gönderirdiniz, yoksa dünyanın herbir yerine aynı anda aynı şeyleri anlatmak için birden çok elçiler mi gönderirdiniz?
4) Dünyadaki tüm insanların iyi olmasını ve doğru yolu bulmasını mı isterdiniz? Eğer bu sorunun cevabı “evet” ise, onlara kötülüğü veren şeytana karışmadan, şeytanlığını yapmasına müsaade eder miydiniz? (Tavşana kaç, tazıya tut mu derdiniz?) Şeytanı yok etmez miydiniz?
6) Elçinizi görevlendirirken, kimsenin şahit olarak bulunmadığı bir mağarada mı görevi tebliğ ederdiniz? Sonra da herkesin bu elçiye inanmasını bekler miydiniz?
Bu sorulara benim verdiğim cevaplar, benim Muhammed’in bahsettiği Allah’ın benim Allah’ım olabilecek kadar ileri düşünceli olduğunu göstermiyor.. Ve bu yüzden, Muhammed’in anlattıklarına inanmıyorum.
Açık anlatımlı: “Elif, Lam ,Ra. İşte sana o Kitap’ın ve açık anlatımlı Kur’an’ın ayetleri.” Hicr:1
Allah’ın kitabıdır: “Bu Kuran, ALLAH’tan başkası tarafından düzenlenen bir kitap değildir. Ancak kendisinden öncekileri onaylayan ve kitabın (yasaların) detaylı bir açıklamasıdır. Bunda kuşkunuz olmasın; evrenlerin Rabbindendir.” Yunus:37
“Elif, Lam, Ra. Bir kitaptır ki bu, ayetleri önce muhkem kılınmış, sonra da ayrıntılı hale getirilmiştir. Hakim ve Habir kudrettendir o.Başkasına değil, yalnız Allah’a kulluk edin. Kuşkusuz, ben size O’ndan gelen bir uyarıcı ve müjdeciyim.Af dileyin Rabbinizden; sonra da tövbe ile O’na yönelin ki, belirlenmiş bir süreye kadar sizi güzel bir nimetle nimetlendirsin ve her farklı derece sahibine hak ettiği ödülü versin. Eğer yüz çevirirseniz, o takdirde sizi büyük bir günün azabıyla korkuturum.” Hud:1-3
“Sana bu Kuran’ı vahyederek, sana en güzel bir anlatımla tarihi aktarıyoruz. Sen daha önce bundan habersizdin.” Yusuf:3
Anlamanız için: “Anlamanız için onu kusursuz bir dile sahip bir Kuran yaptık. O, ana kitapta (korunur), katımızda üstündür, bilgedir.” Zuhruf: 3-4
“Bilen bir topluluk için, Arapça bir Kuran olarak ayetleri açıklanmış bir kitaptır” Fussilet:3
Biz gerçeği anlattık: “Biz, gerçeği, Kur’an’da da türlü biçimlerde ifade ettik ki, düşünüp anlayabilsinler. Fakat bu onların sadece kaçışlarını artırıyor.” İsra:41
“Kuran’ı, inananlar için bir şifa ve rahmet olarak indirdik. Zalimlerin ise ancak zararını arttırır.” İsra:82
“Biz bu Kur’an’ı sana, zahmet çeksin, bedbaht olsın diye indirmedik; Saygıyla ürperene bir hatırlatma olsun diye indirdik.” Taha:2-3
Çelişki yok: İşte sana o Kitap! Kuşku,çelişme,tutarsızlık yok onda.Bir kılavuzdur o,korunup sakınanlar için.” BAKARA:2
“Bunu, eğri-büğrüsü olmayan Arapça bir Kur’an olarak indirdik ki, korunup sakınabilsinler.” Zümer:28
Öğüt alsınlar: “Sana indirdiğimiz bu kitap kutludur; ayetlerini incelesinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar.” Sad:29
Öğüt alan yokmu:” Kuran’ı mesaj için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?” Kamer:17
“Biz bu Kuran’da, insanlara, her türlü örneği verdik ki öğüt alsınlar.” Zümer:27
Uyarmak için:” Sor: “Kimin tanıklığı büyüktür?” De ki: “Benimle sizin aranızda ALLAH tanıktır. Sizi ve ulaştığı herkesi uyarmak için bana bu Kuran verildi. ALLAH’tan başka tanrı olduğuna mı tanıklık ediyorsunuz?” “Ben böyle tanıklık etmem,” de ve ardından şunu da söyle: “O bir tek tanrı, ben sizin ortak koştuğunuz şeyden uzağım.” Enam:19
İyi yola ulaştırır: “Bu Kuran en iyi yola ulaştırır ve erdemli davranan müminleri büyük bir ödülle müjdeler.” İsra:9
Neden araştırmazlar: “Neden Kuran’ı araştırıp incelemezler? Yoksa kilitli mi beyinleri?” Muhammed:24
Yardım pek yakın:”…Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali basiniza gelmeden cennete gireceginizi mi sandiniz? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanilmaz bir zorluk çatti ve öylesine sarsildilar ki, sonunda elçi beraberindeki mü’minlere, “Allah’in yardimi ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Süphesiz Allah’in yardimi pek yakindir.” (Bakara 214)
Müminler kardeştirler: (49/10)
X
KURAN’DAKI CELISKILER 1
Seriat ortaminda ve din adami’nin elinde yetisen kisilerin ortak özelligi, birbirine ters, birbirine zit ve birbirini cerheden seyleri ayni zamanda benimseyebilmek veya benimsemis görünmektir. Bundan dolayidir ki müslüman kisi, hem bir yandan “Islam dini hosgörü dini’dir” diyebilir ve hem de ayni zamanda Kur’an’in: “Islam’dan gayri bir din’e inananlar sapiktirlar” seklindeki hükmünü benimseyebilir. Bu iki düsüncenin birbirine zit, birinin tersi oldugunu düsünmez. Hem bir yandan Kur’an’in “Din’de zorlama olmaz” seklindeki hükmüne sarilabilir ve hem de ayni Kur’an’in, “müsrikleri” (puta tapanlari) Islam’a zorlamak için, “Müsrikleri öldürünüz” seklindeki emrini rahatlikla uygulayabilir. Bu iki davranisin çeliskili ve bagdasmaz oldugunu farketmez. Farketse bile günah isleme korkusundan farketmemis görünür.
Bir yandan “Tanri dileseydi puta tapmazlardi” seklindeki seriat hükmüne inanirken diger yandan puta tapanlarin Cehenneme atilacaklarina dair hükmü dogal kabul etmekten geri kalmaz ve bu iki hükmün çelisir seyler oldugunu düsünmez. Düsünse bile düsünmemis görünür.
Bir yandan “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse … kalbini dar ve sikintili kilar” seklindeki hükme inanir fakat ayni zamanda bu hükmün uzatmasi olan “Allah, inanmayanlari küfür batakliginda birakir” seklindeki satirlari dogal bulur. Bu iki hüküm arasinda çelisme oldugunu aklindan geçirmez. Gecirse bile, gecirmemis görünür.
Bir yandan “Seriat dini, kadini yüceltmistir, yirminci yüzyilin ulasamadigi haklara eristirmistir; kadinin sahsiyet haklarina saygilidir, kadin erkek esitligini öngörür” seklinde konusurken diger yandan: “Kadinlar aklen ve dinen dûn yaratiklardir; erkeklerin kadinlardan bir üstün dereceleri vardir; iki kadinin tanikligi bir erkegin tanikligina bedeldir; mirasta erkegin payi iki disinin payi kadardir; namazi bozan seyler esek, kara köpek, domuz ve kadin’dir; kadinlar insanin karsisina seytan gibi çikarlar; Cehennem’in çogunlugu kadinlardan olusur, vs…” seklindeki hükümleri öne sürebilir ve bunu yaparken çeliskiye düstügünü bilmez. Bilse bile, bilmemis görünür.
Sayisiz denecek kadar çok bu örneklerin ortaya vurdugu sonuç sudur ki seriat verileriyle yetisen kisi birbiriyle çeliski halinde bulunan din verilerini gerçegin ta kendisi olarak kabul etmekten geri kalmaz. Bu hükümlerin “kutsalligina” ve “mutlak gerçekligine” öylesine inanmistir ki bunlarda “çelisme”, “tutarsizlik” ya da “bagdasmazlik” diye bir sey olabilecegini kabul etmez. Kabul etmek söyle dursun fakat kabul edenleri dinsizlikle suçlamaga hazirdir. Cünkü zekasi, seriat’in olusturdugu ortam içerisinde körletilmistir ve bu ortami olusturan da esas itibariyle din adamidir. Din adami’nin ona belettigi sudur ki Kur’an: “Dogrulugu süphe götürmeyen kitab’tir” (K.2 Bakara 2) ve “Eger o, Allah’tan baskasi tarafindan gelmis olsaydi onda bir çok tutarsizlik (bulunurdu)” (K. 4 Nisa 82)
Ancak ne var ki akilci bir gözle Kur’an’i okumaga basladigimiz an, daha ilk satirlarindan itibaren çelismeli hükümleri karsimizda bulur ve okumaga devam ettikçe bunlarin çoklugu içerisinde kayboluruz. Sadece bir kaç örnekle yetinmek üzere En’am Suresi”nden bazi hükümlere göz atmakla ise baslayalim: 107ci ayet söyle der: “Tanri dileseydi puta tapmazlardi” (K. 6 En’am 107). Bir kaç ayet ilerde su vardir: “Allah dilemedikçe inanmazlar” (K. 6 En’am 111) . Bundan anlasilan sudur ki inanmak ya da puta tapmak Tanri’nin dilegine baglidir ve eger Tanri dilemis olsaydi kisiler puta tapmazlardi.
Ancak ne var ki bu ayni En’am Sure’sinde: “… puta tapanlardan yüz çevir” (K. 6 En’am 106) diye yazilidir. Bunu pekistirir nitelikte olmak üzere Tevbe suresi’nde de puta tapanlarin öldürülmelerini emreden su ayet vardir: “…Müsrikleri (puta tapanlari) buldugunuz yerde öldürün,..” (K. 9 Tevbe 5). Bir baska deyisle, Kuran’a gore, Tanri kisiyi hem “putperest” (müsrik) birakmistir, ve hem de “putperest’tir” diye cezalandirmaktadir.
Yukardakine benzer bir diger örnek En’am Suresi’ndeki su ayet’dir: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir” (K. 6 En’am 125). Dikkat edilecegi gibi ilk iki tümce ile son tümce çeliski halindedir. Cünkü ilk iki tümceye göre kisi’yi “Müslüman” ya da “Kafir” yapan Tanri’dir; fakat Tanri, kafir yaptiklarini Cehennem’e atmaktadir.
Yine Bakara Sure’sinin 6.ayet’i söyle der: “Süphe yok ki, inkar edenleri (kafir olanlari), baslarina gelecekle (azab ile) uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar” (K. 2 Bakara 6). Bu ayet’in hemen arkasindan su ayet gelir: “Zira Allah onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürlemistir; gözlerinde de perde vardir ve büyük azab onlar içindir” (K. 2 Bakara 7). Görülüyor ki kisileri “kafir” yapan, onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürleyen Tanri’dir. Fakat böyle oldugu halde Tanri kendisinin “kafir” yaptiklarini, büyük bir azab’a sokacaktir.
Söylemeye gerek yoktur ki Tanri’nin insanlari, hem gözlerini ve kulaklarini mühürleyip kafir yapmasi ve hem de cezalandirmasi çelismeli ve tutarsiz bir davranistir. Fakat islamcilar bu hükümleri, sanki ortada çelisme yokmus gibi müslüman kisinin beynine sokusturuverir.
Yine bunun gibi Bakara Sure’sinde “Dinde zorlama yok” (K. 2 Bakara 256) diye yazilidir. Islamcilar buna dayanarak Islam’in hösgörü dini oldugunu söyler. Söylediklerini pekistirmek maksadiyle: “Süphe yok ki bu (Kur’an) bir ögüttür. O halde dileyen Rabbine götüren yolu tutsun…” (K. 73 Müzemmil 19) ya da “Muhakkak ki bu kitap bir ögüttür. Kim dilerse ondan ögüt alir…” (K.74 Müddessir 54-55) seklindeki ayetleri okur. Buna benzer diger ayet’leri ya da hadis’leri okuyarak seriat dininde inanç özgürlügü oldugunu savunur.
Fakat bunu yaparken, söyledikleriyle çeliskiye düsercesine, Islam’dan baska “gerçek din” olmadigini, bildiren, baska din ve inanca yönelenleri “sapik” ya da “kafir” olarak ilan eden, ya da Tanri’ya es kosanlari (müsrik’leri) ölüme götüren, daha baska bir deyimle inanç özgürlügünü ve hosgörüyü kökünden silen hükümleri siralar. Ornegin Kur’an’daki “Müsrikleri nerede bulursaniz öldürün” (K. Tevbe 5; Al-i Imran 85) seklindeki emirleri açiklar. Ya da “Kitab Ehli” olanlara (yani Yahudilere ve Hiristiyanlara) karsi savas açilmasini, Islami kabul ettirene ya da “Cizye” (kafa parasi) alinana kadar bu savasin sürdürülmesini öngören hükümleri belletmekten geri kalmaz. Islam dini’nin bu hükümlere dayali olarak yayildigini, Muhammed’in bu maksatla savaslar yaptigini, ölüm döseginde iken “Arap ceziresinde iki din bir arada bulunmayacak” diye vasiyette bulundugunu anlatmaktan bikmaz. Dinde “zorlama” olmadigini bildiren hükümlerle, “zorlamayi” öngören hükümlerin (ve eylemlerin) yan yana, içiçe bulunmasini çeliski saymaz.
Bir yandan: “Iyilik ve fenalik bir degildir… Sen fenaligi en güzel sekilde sav; o zaman seninle arasinda düsmanlik bulunan kisinin yakin bir dost oldugunu görürsün…” (K. 41 Fussilet 34) seklindeki hükümler, diger yandan bunlara ters düsen: “Ey inananlar…size kisas farz kilindi…Ey akil sahipleri kisas’ta sizin için hayat vardir…” (K. 2 Bakara 178-9), ya da “:Bir kötülügün karsiligi, ayni sekilde bir kötülüktür…” (K. 42 Sura 40) seklindeki hükümler bulunur Kuran’da. Hangi kötülüge hangi kötülükle karsi konulacagini da : “… hür ile hür insan, köle ile köle, kadin ile kadin…” (K.2 Bakara 178) ya da “… onlara can cana, göze göz, buruna burun, kulaga kulak, dise disle ve yaralara karsilikli ödesme yazdik…Allah’in indirdigi ile hükmetmeyenler, iste onlar zalimlerdir…” (K.5 Maide 45 ayrica bkz. Bakara 179) seklindeki hükümler de bulunur Kuran’da. Bir yandan öç almayi farz kilan bu emirlerle, ya da: “Sen de müsrikleri hicvü zemmet, yahud onlarin hicivlerine mukabelede bulun, Cibril’de seninle beraberdir” seklindeki Hadis’lerle 186 hasir nesir olurken diger yandan: “Her kim öç almayip bagislarsa iste bu hareket büyüklerin karidir” (K.42 Sura 43) seklindeki hükümler bulunur Kuran’da.
Kur’an’daki Sure’lerin ya da ayet’lerin ve bunlarda yer alan konularin bilimsel bir siralamasi diye bir sey yoktur. Bir konu’nun biteviye islenmesi diye de bir sey yoktur. Birbirleriyle ilgisi bulunmayan çesitli sorunlar ve konular birbirlerinin içine girmistir. Ornegin ibadet’le ilgili hükümler hukuk’la ilgili hükümlerle, ya da efsanevi olaylarla karma karisik bir sekilde, iç içedir. Belli bir konuyla ilgili olay anlatilirken hiç yeri ve ilgisi olmadan bir baska olaya geçiliverir. Kisaca fikir edinmek üzere bir iki örnekle yetinelim ve Kur’an’in 2.ci Sure’si olan Bakara Suresi’ne göz atmakla ise baslayalim: Sure’nin 225 ila 238 ayet’lerinde “bosanma” ve “hülle” sorunlari ele alinmistir. Hukuk’la ilgili bu hususlar kurallara baglanirken birden bire karsiniza, bu sorunlarla ilgisi bulunmayan namaz kilma usulleri çikar ki ibadet’le ilgilidir (K. 2: 238-239). Iki ayet’ten ibaret bu hususun hemen arkasindan hukuk’la ilgili “bosanma” konusuna dönülür (K. 2: 240-242) hemen sonra, ve yine hiç ilgisi bulunmadigi halde, “savas” konusuna atlanir ve vaktiyle Yahudilere savas farzolundugu belirtilir, Talud ve Calud ordularinin bozguna ugratilmalari hikaye edilir ve yeryüzü düzeninin, insanlarin birbirleriyle bogazlastirilmasi suretiyle saglandigi anlatilir (K. 2: 244-252)
Gelisi güzel bir baska örnek olmak üzere “Ankebut” Sure’sini alalim. Söylendigine göre bu Sure’nin ilk on ya da ondört ayet’i Medine’de, geri kalan 59 ayet’i ise Mekke dönemi esnasinda Kur’an’a konmustur. Sure’nin basindaki ilk ayet’lerde Bedir savasinda ölenlerin sikayetlerine karsilik: “Hak ugrunda cihad eden ancak kendisi için etmis olur…” (K. 29: 6) seklinde yanit verilirken Ibn Ebu Vakkas ve anasi Hamna ile ilgili hikayelere yer verilmistir. Oglunun müslümanligi kabul ettigini ögrenerek üzülen ve müslümanligi terkedinceye kadar açlik grevi yapacagini söyleyen Hamna vesilesiyle Tanri’nin güya: “Eger ana baba, bana ortak kosman için seni zorlarlarsa, o zaman onlara itaat etme” (K. 2: 8) 187 seklinde konustugu yazilidir. Sure’nin 14ci ayet’inden sonraki kismi Mekke döneminde indigi için çok farkli konulara geçer ve Nuh’un , Ibrahim’in gönderilmesine atlar. Ibrahim’den söz ederken birden bire onu birakip Muhammed’e geçer ve (K. 29:18-23) sonra yine Ibrahim hikayesine döner ve biraktigi yerden alip devam eder (K. 29: 24-26); ederken de daha önceki bir Sure’de (ki 21. Sure olan Enbiya Suresi’dir) söyledigini (yani Tanri’nin onu atesten nasil kurtardigini) yeniden anlatir (K.21: 60-69), sonra Ishak ve Yakub’a ve Lut’a geçer (K. 29:27-28), ve sonra onlari birakir tekrar Muhammed’e döner (K. 29:29), sonra tekrar Ibrahim’e döner (K. 29:31) ve bu sefer daha önceki bir Sure’de (ki 11.ci Sure olan Hud Sure’sidir) söylemis olduklarini tekrarlar, sonra Suayb’in Medyen’e gönderildigine dair hikaye’ye geçer(K. 29: 36) ve bu sefer A’raf Suresi’nde (ki 7.ci Sure’dir) anlattiklarini yeniden tekrarlar, hemen sonra Ad ve Temud asiretleriyle ilgili masallara atlar (K. 29: 38), oradan Firavun ve Haman’a ve Musa’ya ait hikayeleri siralar.
Kuran’da, bazan ibadetle, hukukla ve efsane ile ilgili hususlar birbiri içine geçmis olarak yer almistir: örnegin Mü’minun suresi’nin basinda müslüman kisilerin, baskalarinin yaninda utanilacak yerlerini açmamalari emredilirken, ahitlere riayetin ve namazlarin vaktinde kilinmasinin geregi belirtilir, sonra birden bire insanin topraktan nasil yaratildigi, yer’in ve gök’ün nasil olusturuldugu, gökten nasil ölçü ile su indirildigi eklenir (K. 23: 12-21) Nuh ve diger peygamberlerle ilgili hikayelere geçilir (K. 23: 58) ve sonra “Ayet’lerimiz size okunuyor, siz ise gerisin geriye dönüyor, kibirleniyor (Kur’an hakkinda) ileri geri sözler söyleyor, ondan yüz çevirip uzaklasiyorsunuz” (K. 23: 67) seklindeki yakinmalara geçilir, daha sonra “(Tanri) asla ogul edinmedi” (K. 23: 92) diyerek devam edilir.
Bir diger örnek olarak Al-i Imran Suresi’ni ele alalim. Bu sure’de Uhud savasindan söz edilirken (K. 3 Al-i Imran 121-129) birden bire faiz yasaklarina geçilir (K. 3:30), hemen sonra Uhud savasi ile ilgisi bulunmayan baska konulara atlanir (K. 3: 130-142) ve tekrar Uhud savasi’nin anlatimina dönülür (K. 3: 143-148). Uhud bozgunundan dolayi Tanri’nin müslümanlari sorumlu tuttugu ve cezalandirdigi görülür (K. 3: 152-153); ancak ne var ki hemen akabinde Uhud felaketi’nin, Tanri’nin müslümanlari sinamasi, denemesi oldugu belirtilir (K. 3: 152)
Bu tür tutarsizliklar, uyumsuzluklar ve çeliskiler hemen her Sure’de kendisini gösterir. Bundan dolayidir ki, Kuran’in “Allah/Tanri sozu olmayip”, bir insan, yani Muhammed tarafindan yazilmis oldugu sonucu cikmaktadir.
Kuran Ve Seriat hükümlerindeki çeliskiler, ve tutarsizliklar konusunda Islamcilar’in tutarsız tutumu:
Seriat hükümleri içerisindeki çelismeler ve tutarsizliklar konusunda din adaminin bilim disi ve olumsuz bir tutumu vardir ki o da her seyden önce insan aklinin yetersizligini öne sürmek ve örnegin : “Celiskiler bize göredir, Tanri’ya ve Peygambere göre degildir” deyip isin içinden siyrilmaktir. Hani sanki “çelismeler”, insanlarin gözünde “serab” gibi bir seydir ve aslinda yoktur da insanlar “çelisme varmis” gibi görüyorlardir!
Oysa ki çelismelerin varligi, daha islamin ilk anlardan itibaren farkedilmis ve gerek din bilginlerini ve gerek yöneticileri güç durumlara sürüklemistir. Ornegin Halife Osman, ya da Abdullah Ibn-i Amr gibi ünlüler Kur’an’daki ayet’lerin birbirleriyle çelisir olmasi yüzünden bazi hususlarda fetva veremez durumda kalmislardir 188.
Seriat verileri içerisindeki çelismelerin varligini inkar etmek üzere din adami’nin basvurdugu diger bir yol, Kur’an’in Tanri’dan gelen “son ve tek gerçek” Kitab olduguna, ve “geçmiste ve gelecekte onu batil kilacak olmadigina” (K. 41 Fussilat 41-2), ve Kitab’da bulunanlarin “kesin gerçekler olup bunun disinda baskaca gerçek olamayacagina” (K. Meariç 51), ve “yeryüzündeki her seyin apaçik Kitab’da tespit olunduguna” (K. Necm 75) dair ya da buna benzer hükümleri siralamaktir. Bunu yaparken sirtini özellikle su ayete dayar: “… Allah katindan gayri bir yerden gelseydi, (Kur’an’da) birbirini tutmaz bir çok seyler bulurlardi…” (K. 4 Nisa 82).
Ote yandan Islamcilar, çeliskilerin ve tutarsizliklarin ortaya çikmasini önlemek üzere sunu hatirlatir ki Kur’an ve Hadis hükümlerini tartismak, yalanlamak ve bunlar üzerinde süpheci olmak ya da bunlarda çeliski ve tutarsizlik oldugunu söylemek “günahtir”, “dinsizliktir”, “Tanri’ya ve peygamberine karsi gelmektir”. Bu hükümler çeliskili görünse de, akla ve müspet ilme ters düsse de, bunlari hiç bir elestiriye ve tartismaya girismeden olduklari gibi kabul etmek gerekir.
Bunun böyle oldugunu anlatmak üzere din adami: “Allah ve peygamberine karsi gelenler … alçaltilacaklardir… Biz apaçik ayet’ler indirmisizdir, bunlari inkar edenlere alçaltici ceza var…” (58 Mücadele 5), ya da: “Allah ve Resulü bir ise hükmettigi zaman (inananlara) artik islerinde baska yolu seçmek yarasmaz. Allah’a ve Peygambere baskaldiran süphesiz apaçik bir sekilde sapmis olur…” (K. 33 Ahzab 36) seklinde hükümleri gösterirken “Allah’in hükmüne uygun hüküm vermeyen kafirdir” (K. 5 Maide 44) ayet’ini ekler, ve benzer ayet’lerle “süphe” etmenin ya da Kur’an’da çeliski oldugunu söylemenin dinsizlik sayilacagini bildirir. “Dini islerde asiri inceleyip sik dokuyanlar helak olacaklardir” seklindeki hadis hükümlerini belirterek soru sormanin ve soru yolu ile din verilerine karsi gelmenin yasak oldugunu anlatir 189.
Kur’an’da çeliski olmadigini savunmak maksadiyle Islamcilarin basvurdugu bir diger yol, bazi ayet’lerin bazi ayet’lerle kaldirildigini öne sürmektir. Oysa ki hangi ayet’lerin hangileriyle kaldirildigi hususundaki görüs ayriliklari bir yana ve fakat böyle bir iddia, hani sanki Tanri her seyi diledigi gibi önce’den düzenleyemezmis ya da bilmezmis ve bazi ayet’leri yanlislikla yerlestirmiste sonradan hatasinin farkina varip düzeltmis gibi bir anlam tasir ki Tanri’yi küçültmek sonucunu dogurur.
Kaldi ki Kur’an’daki çelismeler, kaldirilmadigi kesin olarak bilinen ayet’leri kapsar ki bunlardan pek bariz olanlardan biri, Ebu Talib’in ölümü vesilesiyle Muhammed tarafindan Kur’an’a konmus olan su ayet’tir: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir” ( 6 En’am 125).
Bu ayet’le anlatilmak istenen sudur ki Ebu Talib’in kalbini müslümanliga açmayan Tanri’dir ve Tanri onun müslüman olmadan ölmesini uygun bulmustur. Ancak gerçek bundan çok farklidir.
Bilindigi gibi Muhammed, kendisini bir baba gibi yetistiren Ebu Talib’i müslüman yapmak istemis fakat yapamamistir. Yapamayinca sorumlulugu sirtindan atmak üzere Tanri’nin keyfiligini öne sürmüs ve amcasinin müslüman olmayisini bu keyfilige baglamak üzere yukardaki formülü bulmustur. Ancak ne var ki ayet kendi içerisinde çeliskilidir, çünkü bir yandan Tanri’nin kisileri diledigi gibi saptirdigini belirtirken diger yandan saptirdiklarini Cehennem’e attigini anlatmaktadir.
Konuya biraz ilerde tekrar dönecegiz, fakat simdilik deginmek istedigimiz sudur ki seriat ortami içerisinde ve Islamcilarin elinde yetistirilen insanlarimizin seriat verileri konusunda süpheci olmalari, bu verileri elestiri konusu yapmalari ya da tartismalari mümkün degildir. Mümkün olmadigi içindir ki fikirsel gelisme yoluna girmeleri ve akilci düsünceye yönelmeleri güçtür. Düsününüz ki Ibn Rüst gibi ünlüler bile Kur’an’daki kissa’lara “masal” dedikleri için, din adamlari tarafindan dinsizlikle suçlandirilmislardir 190.
Kuran’daki Celiskilerin nedenleri:
Kuran’da gorulen çeliskiler ne gökten inmedir ve ne de din adaminin dedigi gibi “Tanri’ya göre degil, bize göredir”. Bu çeliskiler, Kuran’in yaraticisi olan Muhammed ve onun yardimcilarindan kaynaklanmaktadir. (Bilindigi gibi, Muhammed, okur-yazar degildi ve Kuran’i olustururken okur-yazar yardimcilardan faydalandi). Kuran’i “Gökten indi” diyerek yarattigi dine taraftar toplamak isteyen Muhammed ve yardimcilarinin, çesitli durumlara ve farkli olaylara çözüm saglama siyasetinden dogmustur.
Konu ayri bir kitap olabilecek boyutta bulunmakla beraber pek kisa bir özet olarak söyleyelim ki Muhammed, kendisini Kureysli’lere peygamber olarak kabul ettirebilmek için ilk baslarda (özellikle daha henüz güçlenmedigi dönemde) Kur’an’a “Dileyen Rabbine giden yolu tutar” (K. 76 Insan 29) ya da “Her kese islediklerinin karsiligi ödenir” (K. 46 Ahkaf 19) seklinde ayet’ler koymustur. Böylece kisileri, eger müslüman olacak olurlarsa Cennet’e, olmayacak olurlarsa Cehennem’e gitmek gibi bir seçim karsisinda birakarak kendisine baglayabilecegini hesaplamistir. Daha baska bir deyimle müslüman olup olmamanin “kisisel irade” isi oldugunu, ve müslümanligi seçenlerin mükafatlara konacaklarini anlatarak, ve nasil olsa kisilerin kazanç yolunu (örnegin Cennet’e gitmeyi”) tercih edeceklerini düsünerek, iyi bir taktik kullandigina inanmistir.
Ancak ne var ki bu usul ile pek basari saglayamamis ve fazla sayida taraftarlar kazanamistir. Kendisini bir baba gibi büyüten ve koruyan amcasi Ebu Talib’i bile, bütün cabalarina ve yalvarip yakarmalarina ragmen, müslüman yapamamistir. Yapamayinca, basarisiz kalmis gibi görünmemek için müslüman olup olmamanin Tanri’nin istegine bagli bir is oldugunu söylemis ve Kur’an’a: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar… kimi de saptirmak isterse…kalbini dar ve sikintili kilar… ” (K.6 En’am 125) seklinde ayetler koymustur. Fakat “kafir’lerin” Cennet’e giremeyeceklerini belirtmek üzere “Allah, inanmayanlari küfür batakliginda birakir…” (K. en”am 125) seklinde eklemede bulunmustur ki çeliskili durumu yaratan da budur.
Ayni durum, daha sonra Medine’ye geçipte oradaki Yahudileri müslüman yapmaga kalkinca da ortaya çikmistir. Onlari müslüman yapabilmek için ilk önceleri bir takim ödün’ler (tavizler) vermis olmasina ve örnegin Kible’yi Yahudilerin kutsal bildikleri Kudus yönüne cevirmesine ragmen sonuç alamamis, onlari müslüman yapamamistir. Sadece onlar bakimindan degil fakat putperest olan Arap kabileleri bakimindan da ayni basarisizliklara ugrayinca taraftarlarindan bir çogu: “Eger Muhammed gerçekten Peygamber ise, nasil olur da bu kisileri müslüman yapamaz?” seklinde konusur olmuslar ve bu tür konusmalar kuskusuz ki Muhammed’i telasa düsürmege yetmistir. Peygamberliginin süphe uyandirabilecegi endisesiyle onlarin bu tarz konusmalarina engel olmak istemistir. Bundan dolayidir ki, daha önce amucasi Ebu Talib’in ölümü sirasinda uyguladigi taktigi, bu vesile ile pekistirmek gerektigini anlamis ve putlara tapip tapmamanin, ya da müslüman olup olmamanin Tanri’ya ait bir is oldugunu söyleyerek, kisileri müslüman yapamamaktan dogma sorumlulugu sirtindan atmaya çalismistir. Bunu saglamak üzere Kur’an’a: “Tanri diledigini saptirir, diledigi dogru yola sokar” (K. 16 Nahl 93), ya da “Allah dileseydi puta tapmazlardi” (K. 6 En’am 107), ya da “Tanri kimin gönlünü islama açmissa o Rabbi katinda bir nur üzre olmaz mi?… Kimi saptirirsa ona yol gösteren bulunmaz” (K. 39 Zümer 22-23) seklinde (ve buna benzer) ayet’ler yerlestirmistir.
Görülüyor ki çeliskilerin asil nedeni günlük siyasetin olusumu ile ilgilidir: kisileri müslüman yapmak için “irade” özgürlügü ilkesine basvurulmus ve örnegin “Kim müslüman olursa o mükafata erisir” seklinde hükümler konmus ve fakat basari saglanamayinca bu sefer müslüman olmanin kisi iradesiyle ilgili bulunmayip Tanri’nin istegine bagli oldugu tezi’ne basvurulmustur. Bu ve buna benzer durumlar, seriat hükümlerinin birbirleriyle çelisir nitelikte olmak uzere ortaya çikmalari sonucunu dogurmustur.
Islamcilar tartisma ve soru sorma yollarini kapali tutmakla çeliskili düsünme aliskanligini sürdürür.
Nasil ki Hiristiyanlikta koca bir orta çag boyunca Incil ‘in elestirilmesi ya da süphe konusu edilmesi büyük günah sayilir idiyse, nasil ki Isa ve anasi Meryem ‘le ilgili hususlarda tereddüd’e düsmek ve örnegin Meryem’in bakire olmadigini söylemek dahi ateste yakilmayi gerektirmis ve din sorunlarini tartismak çesitli cezalarla önlenmis idiyse, ayni sekilde Islam’da da Kur’an’i ya da Muhammed’in yasamini elestiri konusu yapmak, akil kistasina vurmak da ayni ölçüde dehset verici sonuçlari dogurur olmustur. Ancak ne var ki Bati dünyasi akil çagi’na girmekle bu durumlara son vermis ve soru-tartisma usullerini her sorunun çözümü yapmis, her seyin temeli haline sokmus oldugu halde Islam’da böyle bir gelisme görülmemistir.
Her ne kadar islamcilar Kur’an’i öne sürerek, örnegin: “Bilmiyorsaniz kitaplilara sorun…” (K. 16 Nahl 43-44) seklindeki ayet’leri göstererek soru sormanin yasaklanmadigini söylerlerse de dogru degildir. Cünkü bir kere bu ayet’lerde, Tanri’nin daha önce peygamber olarak erkeklerden baskasini göndermedigi belirtilmis ve: “Eger bilmiyorsaniz, (kitaplilara) bilenlere sorun” denmistir. Bunun Kur’an hükümlerini tartismakla ilgisi yoktur.
Ote yandan din adami, Kur’an’da belirtilen hususlarla ilgili sorularin “memduh” (uygun) ve “mezmum” (uygunsuz) olmak üzere ikiye ayrildigini ve “uygunsuz” soru’larin “fuzuli” sayildigini ileri sürer. Söylemeye gerek yoktur ki böyle bir ayirim keyfilige dayali olup soru sorma olasiligini yok kilar nitelikte bir seydir. Cünkü bir kere sorulacak soru’lari “uygun”, ya da “uygunsuz” diye ayirima vurdugunuz an, soru sormayi yasaklamis olursunuz. Nitekim din adamlarimizin bugün dahi yaptiklari budur. Nice sayisiz örneklerden birini verelim: Diyanet Isleri Baskanligi’nin yayinladigi Sahih-i Buhari Muhtasari… adli yapitin 4.cildinin 536.sayfasinda Muhammed’in, kendi öz anasi Emine için dua (“istigfar”) etmek üzere Tanri’dan izin istedigine ve fakat Tanri’nin ona bu izni vermedigine ve vermedigi için anasina magfiret dilemedigine dair Ebu Hüreyre’ nin rivayet ettigi bir Hadis vardir. Bunu okuyan bir kimse, hakli olarak kendi kendisine: “Pek iyi ama, Muhammed bir çok vesilelerle -‘Analariniz sizi binbir fedakarlik ve zahmete katlanarak yetistirmistir, onlara dua edin… Analarin ayaklari altindan Cennet’ler geçer-‘ seklinde konusurken, kendi anasina neden dua etmez?” diye sormak ve bunun cevabini almak ihtiyacindadir. Ancak ne var ki böyle bir soruyu tartismak ve buna akilci bir yanit aramaktan islamcilar kacinirlar, günah islemekten korkarlar dusundukleri icin bile..
Yine bunun gibi Kur’an’da, biraz önce belirttigimiz gibi, Tanri’nin, kimi kimselerin gönlünü açip onlari müslüman yaptigina ve Cennet’e aldigina ve kimilerin de gönlünü kapatip kafir kildigina ve Cehennem’e attigina dair ayet’ler vardir (Ornegin En’am 125; Nahl 93; Zümer 22-23 vs…). Söylemeye gerek yoktur ki akla ve mantiga ve Tanri’nin yüceligi fikrine aykiri düsen böylesine keyfi bir davranis karsisinda soru sormamak, susup oturmak mümkün degildir. Ancak ne var ki din adami, islami verilere dayali olarak, size bu olanagi tanimaz; “uygunsuz” soru sordunuz diye sizi, en azindan zindiklikla suçlar, ve biraz daha israr ederseniz, çesitli usullerle “Cehenneme” yollar…!
Ote yandan din adami, sadece sorulari “uygun” ya da “uygunsuz” ayirimina baglayarak degil fakat bir de fazla soru sormanin günah olacagini hatirlatmak suretiyle sizi susmusluga zorlar; dayanagi yine seriat verileridir. Gerçekten de din adami’nin belletmesine göre Muhammed, Tanri’nin igrenç bildigi üç seyden birinin “Kesret-i sual” (fazla soru) oldugunu bildirmis ve: “Ben sizi bir seyden nehyedersem, ondan içtinab ediniz, bir seyin ifasini emredersem , onu da …yerine getiriniz” demis ve dini islerde asiri inceleyip sik dokuyanlarin helak olacaklarini eklemistir.
Din adami, bundan baska bir de Kur’an’nin: “Size açiklaninca hosunuza gitmeyecek seyler sormayin” (K. Maide 101-102) seklindeki ya da buna benzer diger ayet’lerini öne sürerek mü’min kisileri soru sormak ve hele tartismak hevesinden uzak kilar 191. Cünkü soru sorma ve tartisma geleneginin islam dini’ni temellerinden sarsabilecegi görüsüne saplidir. Sunu bilir ki Emevi ‘ler ve Abbasi ‘ler döneminin bazi halifeleri zamaninda din sorunlarinin tartisilir olmasi, islamin özüne bagli çevrelerce bu sekilde kabul edilmis ve önlenmis ve bu ise girisenler “dinsiz” ve “bilgisiz” diye bellenmis ve bu tutum bugüne dek sürüp gelmistir. Gerçekten de bu halifeler döneminde yer alan fikir alis verisi sirasinda Kur’an’in bile Tanri sözleri degil fakat insan yapisi bir kitap oldugu öne sürülmüs ve bu tür egilimler seriatçilara pek tehlikeli görünmüstür.
Bundan dolayidir ki islamcilar, 20.yüzyilin bitmek üzere bulundugu bu uygarlik döneminde dahi insanlarimiza, yemek yerken yemek kabina sinek düsecek olursa, sinegin disarda kalan kanadini yemegin içine batirip sonra çikarip atmalarini, ve çünkü bunun bir “Peygamber emri” oldugunu, “peygamberin söylemesine göre” sinegin iki kanadinin birisinde hastalik, öbüründe sifa bulundugunu ve “idrak sahibi” olan sinegin önce zehirli kanadini yemege soktugunu ve bu nedenle eger diger kanat iyice yemege batirilacak olursa hastalik olmayacagini belirtirlerken, bazi kimselerin: “Bir sinegin iki kanadinda nasil olur da hem da (hastalik) hem deva (hastalik giderici ilaç, çare vs…) olan iki zid hassiyet bir arada toplanmis? Sonra hakir bir sinek nasil olur da yiyecek içine önce zehirli kanadini sokmayi, deva olan kanadini geri birakmayi bilebilir?” seklinde soru sormalarini “günah” saymakta ve soranlari en azindan “inatci cahil” olarak tanimlamaktadirlar 192. Buna benzer daha nice örnekleri siralamak mümkün.
Kisi özgürlügü bakiminda önemli olan sey sadece soru sormak degil fakat din emirlerini tartismak ve gerektiginde kinamaktir. Iste Islam’in, daha ilk anlardan itibaren önlemek istedigi sey, asil bu olmustur. Bundan dolayidir ki Kur’an’in Tanri sözleri olmadigini söylemek ya da Muhammed’in yasam ve davranislarini elestirmek ya da buna benzer görüsler öne sürmek, dehset verici cezalara baglanmistir ki bunlar arasinda ellerin ve ayaklarin “çaprazlama kestirilmesi” gibi olanlari vardir (Bkz. K. Maide: 5). Unutmayalim ki dünyevi nitelikteki bu çok korkulu ve dehset verici cezalari, bir de gelecek dünya Cehennem’lerinin kaynar ateslerinde yakilmak gibi olanlari tamamlar. Din adamlarimiz için bu tür cezalar sistemini ayakta tutmak kadar kazançli ve mutluluk yaratan baska bir sey yoktur. Oysa ki insanlik tarihi boyunca elestiri ve tartisma olasiligina yer vermeyen hiç bir sistem gerilikten çikamamistir.
Kaynak: Ilhan Arsel’in “Din Adamlari” adli eserinden yararlanilmistir.
İslamiyet Gerçekleri Anasayfası
KURAN’DAKİ CELİSKİLER 2
Bu sayfada, Kuran’dan derledigimiz bazi celiskileri veriyoruz. Oncelikle belirtmeliyiz ki, bu ve benzeri celiskiler tefsircileri oldukca zorlamakta ve ‘sonra gelen Ayet’in, once gelen Ayet’in hukmunu iptal ettigi’ soylenmektedir. Asil sorun ve celiski bu noktada baslamaktadir.
Oncelikle hangi Ayet’in once hangisinin sonra geldigi tam olarak bilinememektedir. Cunku Kuran kronolojik bir yapi tasimamaktadir. Bir cok arastirmaci, bazi Sure’lerin Ayetlerinin birbirine karismis olabilecegini bile iddia etmislerdir. Zaten Kuran’in Sure siralamasina bakilacak olursa, sonlarda Mekke’li Sure’ler, baslarda Medine’li Sure’ler gorulmektedir.
Simdi celiskili Ayet’lerin bir kismina bakalim;
Bakara-106 ‘Herhangi bir Ayet’in hukmunu yururlukten kaldirir veya unutturursak, onun yerine daha hayirlisini veya benzerini getiririz. Allah’in herseye gucunun yettigini bilmezmisin?’
Bakara-106 da boyle soylenirken, asagidaki Ayet’lerde farkli soylenir;
Fatir-43 ‘… Hayir! sen Allah’in kanununda degisiklik bulamazsin. Sen Allah’in kanununda asla bir doneklik bulamazsin.’ – Feth-23 ‘… Allah kanununda hicbir degisiklik bulamazsiniz.’ Ayrica Yunus-64, Fetih-23, En’am-115, Ahzab-62 dede ayni hukumler bulunmaktadir
Maide-69 ‘Fakat inananlar, Yahudiler, Sabiiler ve Hiristiyanlardan Allah’a ve ahiret gunune inanan, iyi isler yapana korku yoktur, onlar uzulmeyeceklerdir.’ Ayni hukum Bakara-62’dede gecmektedir. Fakat Al-i Imran-85 ise ‘Kim Islamiyetten baska bir din ararsa onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir.’ denilmektedir.
Fussilet-34 ‘Iyilik ve fenalik bir olamaz. Sen fenaligi en guzel sekilde karsila. O zaman aranizda dusmanlik bulunan kimse ile bile yakin dost oldugunu gorursun.’ Bu ayet’e karsilik ise;
Sura-40 ‘Bir kotulugun karsiligi ona denk bir kotuluktur. Fakat kim affeder ve barisirsa onun mukafati Allah’a aittir. Suphe yokki o zalimleri sevmez.’ – Bakara-179 ‘Ey akli erenler! kisasta sizin icin hayat vardir…’ veya Maide-45 ‘O kitapta cana can, goze goz, buruna burun, kulaga kulak, dise dis ve yaralara karsi yaralari odesme yazdik. Fakat kim sadaka olarak bagislarsa, bu ona kefaret olur…’ yazilmaktadir.
Enam-62’de ‘… Sonra her isi dogru olan kudret ve tasarrufun sahibi Allah’larinin huzuruna gotururler. Bilin ki hukum onundur. O hesap gorenlerin en suratlisidir.’ derken; Hacc-47 ‘Senden baslarina acele azap getirmeni istiyorlar, Allah sozunden asla caymayacaktir. Rabbinin katinda bir gun, sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir.’ denmektedir.
Ayrica Hacc-47 de, rabbinin katinda bir gun sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir hukmu Secde-5 dede vardir. Secde-5 ‘Gokten yere kadar her isi Allah duzenler. Sonra isler sizin sayisiniza gore bin yil tutan bir gunde icinde O’na yukselir.’ Yani bu iki Ayet’e gore, Allah katinda bir gun Dunya gunu ile bin yildir. Meraic-4 ‘Melekler ve ruh oraya miktari ellibin yil olan bir gunde cikarlar.’ gun hesabi bu sefer ellibin yil olmustur.
Pespese iki Ayet var bunlar Enfal Suresindedir;
Enfal-65 ‘Ey peygamber inanlari savasa tesvik et. Eger icinizden sabirli yirmi kisi bulunursa onlarin ikiyuzune galip gelir. Ve eger sizden yuzkisi olursa, kafirlerin binini yener. Cunku onlar hicbirseyden anlamaz guruhturlar.’
Enfal-66 ‘Simdi Allah yukunuzu hafifletti. Bildiki sizde muhakkak bir zaaf var. Artik sizden sabirli ve metanetli yuz kisi olursa ikiyuzunu yenerler. Eger sizden bin kisi olursa, Allah’in izniyle ikibine galebe calarlar. Allah sabir ve sebat edenlerle beraberdir.’
En’am-111 ‘…Allah dilemedikce inanmazlardi…’
En’am-125 ‘Allah kimi dogru yola goturmek isterse, gonlunu Muslumanligi kabul etmesi icin acar. Kimide sapiklikta birakmak isterse, onunda gonlunu daraltir ve sikintili kilar…’
Bakara-7 ‘Allah onlarin yureklerini ve kulaklarini muhurlemistir, gozlerinde perde vardir…’
Bakara-256 ‘dinde zorlama yoktur…’
Muzemmil-19 ‘Suphe yok ki bu (Kur’an) bir oguttur. O halde dileyen Rabbine goturen yolu tutsun…’
Mudessir-54-55 ‘Suphesiz ki, gercekten de Kuran bir oguttur. Dileyen ondan ogut alir.’
(Benzer hukumleri iceren daha pek cok Ayet vardir)
Nisa-89 ‘Onlar sizin kendileri gibi kafir ve boylece es olmanizi isterler. Allah yolunda goc etmedikce onlardan dost edinmeyin. Bunu kabul etmez de yuz cevirirlerse onlari tutun, buldugunuz yerde oldurun…’
Tevbe-5 ‘Hurmetli aylar cikince Allah’a es kosanlari nerede bulursaniz oldurun. Yakalayip hapsedin. Gelip gececekleri butun yollari tutun. Fakat tovbe ederler, namaz kilarlar ve zekat verirlerse onlarin pesini birakin…’
Insanlarin topraktan, sudan, camurdan, meniden, kandan, balciktan, yumurtadan yaratildigi soylenmektedir. Bakilacak Ayet’ler Kiyamet-37, Nahl-4, Hud-61, Meryem-67, Rum-20, Fatir-11, Ali-imran-59-60, Hicr-26, Furkan-54, Nur-45, Alak-2, Enbiya-30 vb.
En’am-108 ‘Allah’tan baska dua ettikleri seylere sovmeyin ki, onlar da bilgisizlikte asiriya gidip Allah’a sovmesinler…’
Tevbe-28 ‘Ey inananlar’ Allah’a es kosanlar mutlaka pisliklerdir…’
Bakara-29 ‘Yeryuzundeki herseyi sizin icin yaratan odur. Sonra goklere yonelerek yedi kat gogu sizin icin duzenledi, yaratti. O herseyi bilir.’
Fussilet-9 – Yerzunun iki gunde yaratildigi,
Fussilet-10 – Bitkilerin daglarin ve gidalarin yaratilmasi.
Fussilet-11 ‘Sonra duman halinde bulunan goge yoneldi…’
Fussilet-12 ‘Allah bu suretle iki gun icinde yedi gok vuda getirdi ve her gogun isini kendisine bildirdi…’
Yani bu iki Sure de, once yer sonra gokyuzunun yaratildigi soylenmekte.
Naziat-27 ‘Sizi mi yaratmak daha guctur, yoksa gogu mu? Allah onu (gogu) kurdu.’
Naziat-28 ‘O’nu yukseltti ve duzen verdi.
Naziat-29 ‘Onun gecesini kararti gunduzunu aydinlik yapti.’
Naziat-30 ‘Bundan sonra da yeryuzunu duzenledi.’
Naziat-31 ‘Oradan suyunu cikardi ve otlak meydana getirdi.’
Naziat-32 ‘Daglari sapasaglam yerlestirdi.’ ….
Zariyat-56 ‘Ben cinleri de insanlari da ancak bana kulluk etsinler diye yarattim.’
A’raf-179 ‘Andolsun ki, biz cinlerin ve insanlarin cogunu cehennem icin yarattik. Onlarin kalpleri vardir ama, anlamazlar. Gozleri vardir ama o gozlerle gormezler…’
Allah’in Resul’u Isa yoksa cehennemdemi?
Tevbe-31 ‘Onlar Allah’i birakip hahamlarini, papazlarini ve Meryem oglu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Halbuki olara da ancak tek Allah’a kulluk etmeleri emredilmisti. Ondan baska tapacak tanri yoktur. O, onlarin es kostuklari seylerden munezzehtir.’
Enbiya-98 ‘Hic suphe yokki siz ve Allah’in disinda taptiklariniz cehennemin odunusunuz. Oraya gireceksiniz.’
Enbiya-99 ‘Eger onlar tanri olsalardi, cehenneme girmeyeceklerdi. Hepsi orada ebediyyen kalacaklardir.’
Aslinda ornekler daha cogaltilabilir.
Tum bu ornekleri yorumsuz olarak verdim. Yorumlari size birakiyor ve son bir Ayet ile yazimi noktaliyorum;
Nisa-82 ‘Kuran’i dusunmuyorlarmi? Allah katindan baska yerden gelseydi, onda birbirini tutmaz pek cok sey bulurlardi.’
X
SORULAR.. SORULAR..
1400 yaşında olmasına rağmen, bugünün ihtiyaçlarına da cevap verdiği ve bilim yanlısı olduğu iddia edilen Kuran’da şu sorularımın cevaplarını bulamadım..
1)Adem ve Havva hangi tarihte yaratıldılar? Cennete hangi tarihte girdiler? Hangi tarihte cennetten kovuldular?
2) Önce Adem mi yaratıldı, Havva mı? Aralarında ne kadar yaş farkı vardı?
3) Doğmadıklarına göre Havva ve Adem’in göbekleri varmıydı? (Hani, çamurdan mı, yoksa pıhtıdan mı yaratıldığı tartışma konusu olan ilk insan..)
4) Ya da hayali cennetten kovulmadan önce, cinsel organlari varmiydi?
5) Vardı ise ne için vardı? (madem ki cinsellik yasaktı?..)
6) Ya da Havva’nin göğüsleri varmıydı? (Çocuk emzirmeyecegine göre)? Yoksa bunlar cennetten kovulur kovulmaz mi olustular?
7)Ya da Adem ve Havva’nin hormonlari önceden var mıydı? Vardıysa, (testesteron, östrojen, prolaktin, oksitosin vs.) ne amaçla vardı?
8)Havva, adet görüyor muydu?
9) Adem ile Havva’nın kıyafetleri nasıldı? Havva, başörtülü müydü, çarşaflı mı? Yoksa …?
10)Eğer bunlar yok idiyse, nasıl oldu da birbirlerine cinsel arzu duydular?.. Var idiyse, bu arzudan dolayı neden cezalandırıldılar?
Yani hem insanin beynine, ve bedenine cinsellikle ilgili her türlü mekanizmayi ve kimyasallığı koy, hem de cinselligi yasadiklarinda cezalandir. Adalet bu mudur?
10)Cennette yasak olduğu söylenen meyvenin adı neydi? Bu yasak meyve bugün dünyada yasak mı değil mi? Niye?
11)Ensest ilişki, günah mıdır, değil midir? (Adem ve Havva’nın çocukları ensest ilişki ile çoğalmış olmalı.. Yoksa, dünya belli bir nüfusa ulaşıncaya kadar ana ve babalar Allah’ın verdiği bir özel formülle seks yapmadan çocuklarını çamurdan mı yapmaya devam ettiler?
12)Adem ile Havva ne kadar yaşadılar? Kaç yılında öldüler?
Ayrıca, Muhammed’in kendisinin Allah’ın-varsa eğer- elçisi olduğunu iddia ederek İslamiyet dinini ortaya çıkarması üzerine de şu sorular akla geliyor:
Eger siz Allah-varsa eğer- olsa idiniz:
1) Dünyadaki tüm insanlara hitap edecek bir kitap gönderecek olsanız, sadece Arapça dilini mi kullanırdınız? Yoksa, ne kadar dil varsa o kadar dilde hazırlamış olduğunuz kitapları mı gönderirdiniz?
2) Dünyadaki tüm insanlara zaman zaman mesajlar iletmek isteseniz, bir aracı (elçi/peygamber) mi kullanırdınız yoksa doğrudan mı iletirdiniz?
3) Dünyadaki tüm insanlara en son dini göndermek isteseniz, sadece Arabistan’a bir elçi mi gönderirdiniz, yoksa dünyanın herbir yerine aynı anda aynı şeyleri anlatmak için birden çok elçiler mi gönderirdiniz?
4) Dünyadaki tüm insanların iyi olmasını ve doğru yolu bulmasını mı isterdiniz? Eğer bu sorunun cevabı “evet” ise, onlara kötülüğü veren şeytana karışmadan, şeytanlığını yapmasına müsaade eder miydiniz? (Tavşana kaç, tazıya tut mu derdiniz?) Şeytanı yok etmez miydiniz?
6) Elçinizi görevlendirirken, kimsenin şahit olarak bulunmadığı bir mağarada mı görevi tebliğ ederdiniz? Sonra da herkesin bu elçiye inanmasını bekler miydiniz?
Bu sorulara benim verdiğim cevaplar, benim Muhammed’in bahsettiği Allah’ın benim Allah’ım olabilecek kadar ileri düşünceli olduğunu göstermiyor.. Ve bu yüzden, Muhammed’in anlattıklarına inanmıyorum.
Islamiyet Gercekleri
Açık anlatımlı: “Elif, Lam ,Ra. İşte sana o Kitap’ın ve açık anlatımlı Kur’an’ın ayetleri.” Hicr:1
Allah’ın kitabıdır: “Bu Kuran, ALLAH’tan başkası tarafından düzenlenen bir kitap değildir. Ancak kendisinden öncekileri onaylayan ve kitabın (yasaların) detaylı bir açıklamasıdır. Bunda kuşkunuz olmasın; evrenlerin Rabbindendir.” Yunus:37
“Elif, Lam, Ra. Bir kitaptır ki bu, ayetleri önce muhkem kılınmış, sonra da ayrıntılı hale getirilmiştir. Hakim ve Habir kudrettendir o.Başkasına değil, yalnız Allah’a kulluk edin. Kuşkusuz, ben size O’ndan gelen bir uyarıcı ve müjdeciyim.Af dileyin Rabbinizden; sonra da tövbe ile O’na yönelin ki, belirlenmiş bir süreye kadar sizi güzel bir nimetle nimetlendirsin ve her farklı derece sahibine hak ettiği ödülü versin. Eğer yüz çevirirseniz, o takdirde sizi büyük bir günün azabıyla korkuturum.” Hud:1-3
“Sana bu Kuran’ı vahyederek, sana en güzel bir anlatımla tarihi aktarıyoruz. Sen daha önce bundan habersizdin.” Yusuf:3
Anlamanız için: “Anlamanız için onu kusursuz bir dile sahip bir Kuran yaptık. O, ana kitapta (korunur), katımızda üstündür, bilgedir.” Zuhruf: 3-4
“Bilen bir topluluk için, Arapça bir Kuran olarak ayetleri açıklanmış bir kitaptır” Fussilet:3
Biz gerçeği anlattık: “Biz, gerçeği, Kur’an’da da türlü biçimlerde ifade ettik ki, düşünüp anlayabilsinler. Fakat bu onların sadece kaçışlarını artırıyor.” İsra:41
“Kuran’ı, inananlar için bir şifa ve rahmet olarak indirdik. Zalimlerin ise ancak zararını arttırır.” İsra:82
“Biz bu Kur’an’ı sana, zahmet çeksin, bedbaht olsın diye indirmedik; Saygıyla ürperene bir hatırlatma olsun diye indirdik.” Taha:2-3
Çelişki yok: İşte sana o Kitap! Kuşku,çelişme,tutarsızlık yok onda.Bir kılavuzdur o,korunup sakınanlar için.” BAKARA:2
“Bunu, eğri-büğrüsü olmayan Arapça bir Kur’an olarak indirdik ki, korunup sakınabilsinler.” Zümer:28
Öğüt alsınlar: “Sana indirdiğimiz bu kitap kutludur; ayetlerini incelesinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar.” Sad:29
Öğüt alan yokmu:” Kuran’ı mesaj için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?” Kamer:17
“Biz bu Kuran’da, insanlara, her türlü örneği verdik ki öğüt alsınlar.” Zümer:27
Uyarmak için:” Sor: “Kimin tanıklığı büyüktür?” De ki: “Benimle sizin aranızda ALLAH tanıktır. Sizi ve ulaştığı herkesi uyarmak için bana bu Kuran verildi. ALLAH’tan başka tanrı olduğuna mı tanıklık ediyorsunuz?” “Ben böyle tanıklık etmem,” de ve ardından şunu da söyle: “O bir tek tanrı, ben sizin ortak koştuğunuz şeyden uzağım.” Enam:19
İyi yola ulaştırır: “Bu Kuran en iyi yola ulaştırır ve erdemli davranan müminleri büyük bir ödülle müjdeler.” İsra:9
Neden araştırmazlar: “Neden Kuran’ı araştırıp incelemezler? Yoksa kilitli mi beyinleri?” Muhammed:24
Yardım pek yakın:”…Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali basiniza gelmeden cennete gireceginizi mi sandiniz? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanilmaz bir zorluk çatti ve öylesine sarsildilar ki, sonunda elçi beraberindeki mü’minlere, “Allah’in yardimi ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Süphesiz Allah’in yardimi pek yakindir.” (Bakara 214)
Müminler kardeştirler: (49/10)
X
KUR’AN-I KERİM, ANLAMINI BİLEREK OKUYUN DİYOR.
İBRAHİM SURESİ : 4 Biz, görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara açık-seçik beyanda bulunsun. Bunun ardından, Allah dilediğini saptırır, dilediğini de iyiye ve güzele kılavuzlar. Azîz’dir, Hakîm’dir O!
MERYEM SURESI : 50 Onlara, rahmetimizden nimetler bağışladık. Ve kendileri için yüksek bir doğruluk dili oluşturduk.
CÂSİYE SURESI : 28 O gün tüm ümmetleri, toplanıp diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına davet edilir. Bugün, yapıp-ettiklerinizin karşılığıyla yüz yüze getirileceksiniz.
NEML SURESI : 16 Süleyman, Davûd’a mirasçı oldu ve şöyle dedi: “Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi ve bize her şeyden biraz verildi. Kuşkusuz bu, apaçık lütfun ta kendisidir.”
BAKARA SURESİ: 44 İnsanlara hayırda erginliği/dürüstlüğü emredip de öz benliklerinizi unutuyor musunuz? Üstelik de Kitap’ı okuyup durmaktasınız. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
BAKARA SURESİ: 78 İçlerinde ümmî olanlar da vardır ki Kitap’ı bilmezler, sadece anlamını bilmeden okuyuşlar/hurafeler/hayal ve kuruntular bilirler. Onlar yalnız sanıya saplanırlar.
وَمِنْهُمْ أُمِّيُّونَ لاَ يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ إِلاَّ أَمَانِيَّ وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَظُنُّونَ
Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn(yezunnûne). ve min-hum ve onlardan/olanlar da vardır
ummiyyûne: ümmîler/okuyuş bilmeyen lâ ya’lemûne : bilmezler el kitâbe: Kitap’ı illâ sadece, ancak, den başka emâniyye: kendi yazdıkları, kuruntu, zan, temenni ve in hum illâ : ve onlar sadece yezunnûne zannederl BAKARA SURESİ: 102 Süleyman’ın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarına uydular. Halbuki Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı. Ve Babil’de Hârût ve Mârût adlı iki melek üzerine indirileni öğretiyorlardı. Oysaki o iki melek, “Biz bir imtihan aracıyız, sakın küfre sapma!” demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı. İnsanlar onlardan erkekle eşinin arasını açacakları şeyi öğreniyorlardı. Ne var ki, onlar onunla Allah’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezler. Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu satın alanın âhirette hiçbir nasibi olmayacağını açıkça bilmişlerdir. Öz benliklerini sattıkları şey ne kötüdür! Bir bilebilselerdi!
BAKARA SURESİ: 111 “Yahudi yahut Hıristiyan olandan başkası cennete asla giremeyecek.” dediler. Bu, onların hurafeleri/anlamını bilmeden okuyuşları/kuruntularıdır. De ki onlara: “Eğer doğru sözlü iseniz hadi getirin susturucu kanıtınızı!”
BAKARA SURESİ: 113 Yahudiler: “Hıristiyanlar hiçbir şey üzerinde değil.” dediler. Hıristiyanlar da: “Yahudiler hiçbir şey üzerinde değil.” dediler. Ve bunlar Kitap’ı da okuyup dururlar. İlimden nasibi olmayanlar da aynen onların sözleri gibi söz etti. Tartışmaya girdikleri şey hakkında, aralarında hükmü, kıyamet günü Allah verecektir.
NİSA SURESİ : 123 İş ne sizin kuruntularınızla/hurafelerinizle/anlamını bilmeden okuyuşlarınızla ne de Ehlikitap’ın kuruntuları/hurafeleri/anlamını bilmeden okuyuşlarıyla çözülür. Kötülük yapan onunla cezalandırılır. Ve böyle biri, kendisi için Allah dışında ne bir dost bulur ne de bir yardımcı.
NİSA SURESİ : 119 “Yemin olsun, onları saptıracağım, onları kuruntulara / hurafelere/anlamını bilmeden okumaya mutlaka iteceğim. Onlara mutlaka emir vereceğim de davarların kulaklarını yaracaklar; onlara muhakkak emredeceğim de Allah’ın yaratışını/yarattıklarını değiştirecekler.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı yandaş edinirse açık bir hüsrana kesinlikle yuvarlanmış olacaktır.
NİSA SURESİ : 120 Şeytan, onlara söz verir, ümit verip hayal kurdurur, hurafeye/anlamını bilmeden okumaya iter. Ama o, onlara bir aldanıştan başka hiçbir şey vaat etmez.
NİSA SURESİ : 82 Kur’an’ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başka birinin katından gelseydi, elbetteki onun içinde birçok ihtilaf bulacaklardı.
NİSA SURESİ : 83 Onlara, güven yahut korkuya ilişkin bir haber ulaştığında onu hemen yaydılar. Oysaki onu resule ve içlerindeki sorumluluk sahiplerine götürmüş olsalardı, aralarındaki okuyup araştırarak hüküm çıkaranlar, onu elbette bileceklerdi. Eğer Allah’ın lütuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, pek azınız/pek az işiniz hariç şeytanın ardı sıra giderdiniz.
HADİD SURESİ : 14 Onlara seslenirler: “Biz sizinle değil miydik?” Derler ki: “Evet, bizimleydiniz. Ancak siz kendinizi yaktınız, bekleyip durdunuz, şüphe ettiniz, hayal ve kuruntular/hurafeler/anlamını bilmeden okuyuşlar sizi aldattı; nihayet Allah’ın emri geldi. O yaman aldatıcı, sizi Allah ile aldattı.”
ALİ İMRAN SURESİ : 79 Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah kendisine kitap, hüküm-hikmet ve peygamberlik versin de sonra o, insanlara “Allah’ı bırakıp bana kullar olun” desin. O ancak şöyle der: “Öğrettiğiniz şu Kitap’a ve okuyup araştırdıklarınıza dayanarak benliklerini Allah’a adamış kullar/Rabbânîler olun!”
EN’AM SURESI : 156 “Kitap, bizden önce iki topluluğa indirildi. Biz onu okuyup araştırmaktan gerçekten habersizdik.” demeyesiniz.
A’RAF SURESI: 169 Arkalarından, yerlerini alan halefler geldi. Bunlar, kitaba vâris olmuşlardı. Şu basit dünyanın geçici menfaatini esas alıyorlar ve şöyle diyorlardı: “Biz zaten bağışlanacağız!” Kendilerine, bir menfaat daha gelse onu da alıyorlardı. Bunlardan, Allah hakkında, gerçek dışında bir şey söylemelerine ilişkin kitap mîsakı alınmamış mıydı? O kitabın içindekileri okuyup incelemediler mi? Âhiret yurdu, takvaya sarılanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz?
X
KURAN’ IN TANRISI NEREDE?
Medreselerde yetişen, daha sonra Diyanet İşlerinde uzun yıllar çalışan ancak İslam’ın yanılgı olduğu fikrine varan diğer bir aydınımız ise Arif Tekin. “Kuran’ ın Kökeni” adlı kitabı ile 1999 Turan Dursun Ödülü’ nü almış ve o da karanlıkları aydınlatan cesur insanlarımız arasına girmiştir:
İşte Arif Tekin’den seçme yazılar:
Mülk suresinin 16. Ve 17. ayetlerinin, Diyanet’in resmi çevirisindeki anlamı şöyle:
“Gökte olan’ın, sizi yerin dibine geçirmesinden güvende mi sinin? O zaman, yer sarsıldıkça sarsılır. Gökte olan’ın, başınıza taş yağdırmasından güvende misiniz ? Benim uyarmamın nasıl olduğunu yakında bileceksiniz.”
Ayetlerin başında, “men fi ‘Sokak-Sema” yer alıyor. Gökte olan anlamında.
Bu gökte olan kim ?
Kuşkusuz, anlatılmak istenen, “Tanrı”.
Demek ki bu ayetlerde, “Tanrı”nın gökte olduğu, çok açık biçimde anlatılmakta.
“Tanrı” için “gökte olan” denmesi, bir çok konuda olduğu gibi şaşkınlığa ve bocalamalara yol açmış Müslüman yorumcular arasında. Bir kesimi, buna da dayanarak şöyle demişlerdir:
-Tanrının yeri yurdu vardır. (Bkz. F. Razi, e’t -Tefsiru’l-Kebir, 30/69)
Ne var ki buna karşılık şu sorular sorulmuş:
– Tanrı gökte olsa, tanrının gökten daha küçük olması gerekir. Böyle bir şey nasıl düşünebilir?
– Tanrının gökte olduğu düşünülürse, varlığının ve varlığını sürdürebilmesinin, bir başka şeye bağlı olduğunu da düşünmek gerekir. Bu nasıl olabilir ? (Bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 7/5233)
Kuran yorumcularından, “gökte olma” yı , “yerinin yurdunun olması”nı, “Tanrı” ya, “Tanrı” kavramına yakıştırmayanlar pek çok. Ne var ki Kur’an’ın kendisinin, bunu “Tanrı”ya yakıştırdığı ve öyle anlattığı da bir gerçek. Yorumcular, zorlamalı yorumlara sapsalar da bu gerçeği değiştirememekte. İlkel insanlar da, “Tanrı”yı gökte görmezler miydi ve “çağdaş ilkeller”de öyle görmüyorlar mı? Ebu Müslim de, ayetlerde Tanrı için “gökte olan” denmesini, Arapların, Tanrı’yı gökte görmelerine bağlıyor. (Bkz. F. Razi, 30/70)
Bakara Suresinin 210. ayetinde de şöyle denir:
“Onlar, Tanrı’nın ve meleklerin, gölgeli bulutlar (ya da buluttan gölgeler) içinde gelmesini beklerler yalnızca. Ve işin bitirilivermesini…İşler, Tanrı’ya döner.”
Diyanet çevirisinde “Allah’ın azbının ve meleklerin tepelerine binip…”biçiminde bir anlam veriliyor. Ayetin sözleri, böyle bir anlama elverişli değil. Ayette, “Allah’ın azabının gelmesinden değil ; kendisinin bulutlar içinde gelmesinden söz ediliyor. Ayette açıkça yer aldığı halde, tanrının bulutlar içinde gelmesi Tanrı’ya yakıştırılmadığı için, çeviriye yorum katılıyor ve “Allah’ın azabının…” deniliyor. Bu yorum, kimi Kuran yorumlarında da var. ( Örneğin bkz. Tefsiru’n -Nesefi, 1/105; Tefsiru’l-Celaleyn, 1/31;Taberi, Camiu’l-Beyan,2/191-192; F.Razi, 5/215 )
“Tanrı”nın bulutlar içinde gelmesi Tevrat’ta da var. Kaynakda zaten orası. Şunları okuyoruz Tevrat’ta:
“Ey Efendi Tanrım, çok büyüksün ! (…) Sensin bulutları kendine araba edinen…” (Tevrat, Mezmurlar, 104:1-2 ) “İşte Efendi Tanrı, hızlı bir buluta binmiş olarak Mısır’a gidiyor. Onun bulunmasından Mısır’ın putları titreyecek…” ( Tevrat, İşaya, 19:1 )
Bununla birlikte Kuran’ın Tanrı’sının da, Tevrat’ın Tanrı’sının da asıl yeri, “tahtı-sarayı” demek olan “arş”ı, “göklerin üstünde”dir. Kuran’da, yeri ve gökleri yarattıktan sonra “arşa dayandığı” bildirilir. Hadislerde de “Arş”ın, göklerin üstünde bulunduğu bildirilir. Arş’a ve Tanrı’nın üzerinde bulunduğu bildirilen “sekiz dağ keçisi” ne ilişkin ayet ve hadisler sunulduğunda ayrıntılar görülecektir. Ayrıca unutmamak gerekir ki, Muhammed’in de, “Tanrı’yla görüşüp konuşmak için göklerin ötesine, O’nun “arş”ına gittiği bildirilir (Mirac olayı). Tevrat’ta da şu tür anlatımlar göze çarpar: “Göklerin göğü üstüne binmiş olana ezgiler söyleyin!” (Tevrat, Mezmurlar, 68:33) “Efendi Tanrı, kutsal tapınağındadır. O’nun tahtı göklerdedir.” (Mezmurlar, 11:4) “Efendi Tanrı, tahtını göklerde kurdu.”
İlk çağların ilkellerinin de, çağdaş ilkellerin de “tanrı”larının yeri göklerdir.
Tanrı’nın asıl yerinin göklerde olduğu bildiriliyor. Ama bu, Tanrı’nın o yerden, zaman zaman inmesine engel değil. Kuran’da Tanrı’nın “kıyamet günü, meleklerle birlikte geleceği” (Fecr:22), “Tahtı’nı taşıyan 8 melekle geleceği”(el Hakke: 17) bildirilir. Hadisçilerce tartışmasız sağlamlıktaki bir hadiste de Muhammed, şöyle der:
“Efendi Tanrımız, her gece, gecenin son üçte biri kaldığında, dünya göğüne iner…”(Bkz. Buhari, e’s -Sahih, Kitabu’tanrı-Tehacüd/14;Tecrid, hadis no:590)
Tanrı’nın dünya göğüne inmesini Tanrı’ya yakıştıramayan Müslüman yorumcular, “te’vil” yoluna sapıp yorumlarla durumu kurtarmaya çabalarlar. Ama İbn Teymiyye gibi bu yola karşı çıkanlar, sözlerden ne anlaşılıyorsa öyle anlamak gerektiğini savunurlar. (Bkz. İbn Teymiyye, Der’u Tearuzi’l-Akli ve’n -Nakl Arapça,1971, 1/15)
x
Bir dinler tarihçisi şunları yazar:
“Persler, Keyhusrev’in fütuhatından sonra, Babilonya bölgesinden sürülen Yahudilerle karşılaşmışlar ve onların memleketlerine dönmelerine izin vermişlerdir. Bu sayede, bazı Yahudi görüşlerini, Zerdüştiliğin etkisiyle izah mümkün olmaktadır. Ki, sonradan Hıristiyan düşüncesi üzerinde etki yapmış olan bu görüşler şunlardır:
“Tanrı’nın karşısına Şeytan’ı koyan ikicilik (düalizm); meleklere inanma; ölülerin ölmezliği ve sonradan dirilişleri.”371
Bilindiği gibi, Zerdüşt; Zerdüştçülük dininin “Peygamber”idir. Tanrısıysa Ahura Mazda’dır. Bu dine, Tanrı’sının adından ötürü “Mazdacılık” (Mazdeizm) adı da verilir. Zerdüşt, Pehlevi dilindeki biçimidir. Yunanlılaşmış biçimiyse Zoroastres’tir. Daha başka biçimleri de vardır.372
Bu adla adlandırılan söz konusu “Peygamber”, tarihte gerçekten yaşamış mıdır?
Tartışmalı. Tıpkı Musa gibi, Buda gibi, İsa gibi… Bu konuda değerlendirmelerine önem verilen ve görüşleri genellikle kabul edilen iki uzman araştırmacı ve incelemeciye göre, Zerdüşt, İÖ 660-583 yılları arasında yaşamıştır.373 Bu tarih doğruysa ve Tevrat’ın anlattıklarına da kulak asılacak olursa, Yahudilerin “Babil’deki tutsaklıkları” ve sonra “kurtulup ülkelerine dönüşleri”, Zerdüşt’ün yaşadığı zamana rastlamış kabul edilebilir. Böyle olunca da; “kimi Yahudi görüşlerini, Zerdüştçülüğün etkisiyle açıklamak”, doğaldır. Ve doğaldır ki, nice “tasarım”lar, düşünceler gibi; Kral Tanrı’nın karşısına Kral Şeytan’ı koyan düşünce de bu dinden yansımıştır Yahudiliğe. Ve dolayısıyla öbürlerine… Yani Hıristiyanlığa ve Müslümanlığa…
Zerdüşt diye birinin tarihte gerçekten yaşamış olup olmadığı, Musa’nın, İsa’nın yaşamış olup olmadıkları gibi “tartışmalı”. Ama tıpkı; “Musa’nın, İsa’nın oldukları ileri sürülen ya da onların “din” ve “Şeriat’larını dile getirdikleri savunulan “kutsal kitaplar” gibi, Zerdüşt’ün de “kutsal kitap”ı var: Avesta. Bu “kutsal” kitabın çok önemli bir bölümü de şu adı taşıyor: Vendidad. “Şeytan’a karşı koyma (Şeytan’la savaş)”, yada “şeytan karşıtlığının Şeriatı” (Şeytan’a karşı koymanın kuralları) anlamında.
Bu kitap çok önemli. Çünkü, Yahudiliğin de, Hıristiyanlığın da, İslam’ın da “amentü”sünün, yani temel inanç kurallarının ve kimi “Şeriat” kurallarının bu kitaptan alınma olduğu, açık seçik görülmekte: “Tanrı ordular’nı oluşturan “melekler”, bu kitapta. Kral Şeytan İblis’in ordular’nı oluşturan “cinler” ve benzerleri bu kitapta. Ölümden sonraki yaşam, “cennet” ve “cehennem” inancı bu kitapta. Dinsel “pislik”ler, “pislenmeler nelerdir ve dinsel “temizlenme”ler nasıl olur; bu kitapta.374
Elimdeki, Fransızca çevirisinin Arapça çevirisidir. Eksiği yok. Ve oldukça kapsamlı.375 Kapağında şöyle deniyor: “Avesta’yı oluşturan kitapların en önemlisi, Vendidad.”
Bu kitapta “iki güç” çarpışmakta: Kral Tanrı Ahura Mazda ile Kral Şeytan Ehrimen.
Bu iki Kralın da “ordular”ı bulunmakta. Sayısız sıradan “asker”leri, “erbaş”ları, “subay’ları, “komutan”ları var. Kral Tanrı Ahura Mazda’nın “ordular”ında “en ileri gelen”, yani en büyük “rütbe”li “komutan” altı “melek” bulunur. Bunlar, Kral Tanrı’ya doğrudan bağlıdırlar. Kralın “yardımcı”ları ve “Bakan”ları durumundadırlar. Kral tahtının (Arş’ın) önünde, “buyruk” alır ve yerine getirirler. Bunlar, şunlardır:
• “Vohu-Mano (Behmen)”. “İyi düşünce” demek. “Yararlı Hay
vanlar Bakanı”dır bu melek.
• “Asha-Vahisht (Erdibihişt)”. “Güzel Erdem” demek. “Ateş Bakanı.”
• “Şehriver.” “Güzel Krallık” demek. “Madenler Bakanı.”
• “Sipendarmidh (Spenta-Aramiti).” “İyi cömertlik” demek. “Yer
yüzü Bakanı.”
• “Haur-Vatat (Hurdâd)”. “İyi sağlık” demek.
• “Amertat (Murdâd).” “Ölmezlik” (ya da iyi ölmezlik) demek.
Son iki “melek-bakan”, birlikte, “su”larla “bitki”lere bakarlar. Ve bunların, Kur’an’a, değişik “işlev”de, “Harut-Marut” diye geçtikleri görülmekte.376 Bunlar çıktıktan sonra kalan dört melekse, Yahudilikçe, Hıristiyanlıkça ve Müslümanlıkça da kabul edilen dört ünlü melekten başka değiller. Anlaşılan, bu melekleri önce Yahudiler alıp aşırmışlar.377 Sonra da öteki iki din benimsemiş.
Yukarıdaki altı meleğe “ölümsüz kutsal kişilikler” denir. (Ameşas Spantas.)
Bunların dışında ve daha “aşağı rütbe”de olan “melek”ler pek çoktur Kral Tanrı’nın “ordular”ında. Tümüne “Yazata”lar (“Izid”ler) denir.378
Bunlar da “göksel olanlar” ve “yersel olanlar” olmak üzere ikiye ayrılırlar.
Göksel olanların hepsinin başında en büyük “göksel yazata” sayılan Kral Tanrı Ahura Mazda bulunmakta.
“Yersel” olanlarsa Zerdüşt’ün yönetimindedirler. “Güneş”e, “Ay”a, “yıldız’lara, “hava”ya, “ateş”e ve “su”ya ilişkin işlerle ilgilenirler. Aslında “Güneş”, Kral Tanrı Ahura Mazda”yı simgeler. Ötekiler, bundan sonra gelirler.379
“Melekler” içinde, görevleri yalnızca “koruyuculuk” olanlar (“hafaza”) da vardır. Çeşitli “işlev”ler üstlenmiş, “grup grup” melekler.380
Nitelikleri, görevleri ne olursa olsun, tüm “melek”ler, Kral tanrı’nın “ordular”ında “savaşçı” olarak bulunurlar ve Kral Şeytan Ehrimen’in “ordular”ıyla “savaşırlar”.
Kral Tanrı Ahura Mazda’nın “ordular”ında nasıl “rütbe’ler varsa, Kral Şeytan Ehrimen’inkinde de var. Ahura Mazda’nınkinde “en yüksek rütbeli” birer “Bakan” durumunda “altı melek” mi var? Ehrimen’inkinde de bunların karşılığı olan şeytanlar var.
Bu “yüksek, en yüksek rütbeli” şeytanların üçü, adlarını, Hinduların “tanrı’larının adlarından almaktalar: “İndra”, “Serva” ve “Nasatia”.381
Burada hemen belirtmek gerek ki, Hint ve İran inançlarında bir karşıtlık göze çarpar: Birinde “iyicil” diye inanılan “güçlere öbüründe “kötücül” diye inanılır. Örneğin Zerdüştçülükte “iyicil” diye nitelenen “Asu-ra”lar, Hindularda birer “kötücül şeytan”dırlar. Hinduların “iyicil” diye inandıkları “div”ler (“dev”ler), Zerdüştçülüğe göre “kötücül”dürler.382 Dinler arasında zaman zaman rastlanır bu tür durumlara.383
Ehrimen’in orduları, “kötücül cinlerden; “div” (dev), “dervec” (darvand), “peri”… adı verilen “kötücül” güçlerden oluşurlar. Ve “aşağı dün-ya”da, “cehennem”de yaşarlar, kralları Ehrimen’le birlikte. “Cehennemin kapısı”nda da bir “dağ” bulunmakta: “Arezûra” dağı 384 Buna karşılık, Kral Tanrı Ahura Mazda, “ordular”ıyla birlikte “yukarı”da, “gökler”dedir!
Ne var ki, Kral Şeytan Ehrimen, bulunduğu yerde kalmak istememekte, Kral Tanrı’nın yerine geçmek için yanıp tutuşmakta.
Kral Tanrı Ahura Mazda bunu bildiği için, sürekli “uyanık” bulunmakta. “Ordular”ını da “uyanık” tutmakta her an. Çünkü kesintisiz olarak “savaş” durumu yaşanmakta.
Burada, hemen Kur’an’dan bir ayeti anımsıyoruz: Fecr Suresi’nin 14. ayeti: “Senin Rabbin gözlem evindedir.” Böyle deniyor. Kral Tanrı “gözlem evinde beklemekte”, Kral Şeytan İblis ve “ordular”ı eliyle kotarılanları hemen görüp kendi “ordular”ına bildirmekte, gerekli “önlem”leri aldırtmakta. “Cin”ler, “kötü niyet”le, “vahiy çalma” amacıyla “gök”lere mi yöneldiler? Kral Tanrı hemen bildirir ordularındaki meleklere. Melekler de o kötücül cinlerin ardına düşüverir ve onların üzerine, “ateş saçan, delip geçen” nesneler yağdırırlar. Kur’an ayetleri bunları anlatıyor.385 Daha önce de değinilmiş ve bu ayetlere yer verilmişti.386
Kral Tanrı Ahura Mazda ile Kral Şeytan Ehrimen arasındaki savaş da öyle.
Savaşan güçlerden her iki kesim de “uyanık”. Zerdüştçülüğün “kutsal” kitaplarından Vendidad’a göre, Kral Tanrı Ahura Mazda’nın gerçekleştirdiği her “yaratış”a, Kral Şeytan Ehrimen bir “yaratış”la karşılık vermekte. Ahura Mazda hep iyileri, “yararlı” olanları yaratırken; Ehrimen de “kötü”leri, “kötülük’leri ve “zararlıları” oluşturup ortaya koymakta. Vendidad’a şunlar anlatılarak giriliyor:
“Ben Hürmüz’ün (Ahura Mazda’nın) yarattığı güzel ülkelerin ilki; Aras ırmağının suladığı İran’dır.” “Ölüm dolu Ehrimen’se, şu belayı yaratarak buna karşılık verdi: Divlerin (devlerin) yaptığı ırmak yılanı ve kış.
“…Ben Hürmüz’ün yarattığı güzel ülkelerin ikincisi, Sogd’luların yaşadıkları ırmak kıyısı kesimlerdir.”
“Ölüm dolu Ehrimen’se şu belayı yaratarak buna karşılık verdi: Hayvancıkları ve bitkileri yok eden çekirge.”
w”Ben Hürmüz’ün yarattığı güzel ülkelerin üçüncüsü, Merv’dir. Çevresiyle korunaklı olan Merv.” “Ölüm dolu Ehrimen’se şu belayı yaratarak buna karşılık verdi: Olumsuzluk ve sapkınlık.”387
Böyle sürüyor bölüm boyunca. Ahura Mazda hangi ülkeleri, yani kentleri yaratmış, Ehrimen neler yaratarak bunlara karşılık vermiş; “bir bir anlatılıyor”!388
Daha sonraki bölümler “soru”lu, “yanıt”lı. Zerdüşt sorar; Hürmüz, yani Ahura Mazda karşılık verir.
İkinci bölümde, “iyilik”çi ve “adalet”çi bir mitolojik hükümdar olan Yima Khshaetra 389 dönemindeki “gelişme”ler anlatılmakta. Şöyle başlanmakta:
Zerdüşt, Hürmüz’e sordu:
“Hürmüz! Ey çok yararlı ruh! Ey tüm gövdeler dünyasını yaratan. Ey kutsal! Ben Zerdüşt’ten önce, sen Hürmüz’ün konuştuğu ilk insan kimdir? Kimdir o ki, sen ona Hürmüz dinini, Zerdüşt dinini öğrettin.”
Hürmüz karşılık verdi:
“İyi insan Yima’dır o, ey Zerdüşt. “İyi çoban” Yima. Ben Hürmüz’ün, sen Zerdüşt’ten önce konuştuğu, Hürmüz dinini, Zerdüşt dinini öğrettiği ilk kişi o’dur.
“Ey Zerdüşt! Hürmüz olarak ben ona dedim ki:
“Ey Vivanhat oğlu Yima! Benim şeriatımı (dinimi) öğrenmek ve gereğini üstlenmek (yaymak) ister misin?
“Yima buna şu karşılığı verdi ey Zerdüşt:
‘”Ben bu göreve elverişli değilim daha. Şeriat dersini alamam, öğrenemem ve gereğini üstlenemem!'”390
Muhammed de, “ilk vahiy” sırasında, “vahiy meleği”ne buna benzer karşılık verdiğini bildirir. “Hadis”te, kendisine “oku!” dendiği ve kendisinin “okur değilim, okuyamam!” biçiminde karşılık verdiği anlatılır.391 Bu anımsandığında Muhammed’in “ilk vahiy” numarasının kaynaklarından biri beliriyor.
“İyi insan” ve “iyi çoban” Yima, öneriyi geri çevirmiş görünür; ama yine bir görev alır Hürmüz’den: Bölümde anlatılanlara göre: Hürmüz’ün “yarattıkları”nı “üretip çoğaltma”, “koruma-kollama” ve “gerekli önlemleri alma” görevini üstlenir. Bu dönemde daha; ne “kışın amansız soğuğu”, “ne yazın” sıcak rüzgârının amansız sıcağı, ne “hastalık” ve ne de “ölüm” var dünyada.
Hürmüz, Yima’ya bir “altın yüzük” bir de “altınla süslemeli kılıç” verir. Ve Yima, bunlarla tüm ülkeye egemen olur.
Ne var ki, her “üç yüz kış”ta bir, Hürmüz’ün “yaratıkları”, öylesine çoğalırlar ki, hiçbir yere sığmaz olurlar. Her böyle oluşta, Hürmüz, “iyi çoban Yima’yı uyarıp önlem almasını buyurur. Yima “güney yönünde, Güneşin yolunda, nur (ışık) içinde, altın yüzüğünü ve altınla süslemeli kılıcını” kullanır. Bir yandan da “Yeryüzü Bakanı”, “Sipendarmidh” (Spenta-Aramiti) adlı meleğe seslenir, ondan yardım etmesini ve “yeryüzünü genişletmesini” diler. Dilediği gibi olur: Daha önceki genişliğin “üçte bir”i eklenir yeryüzüne. Üç kez böyle olur ve yeryüzü genişletilir.
Aradan bir süre geçince; Hürmüz, Yima’ya bir kez daha “uyan “da bulunur: Bu kez çok önemli bir “tehlike” var: “Öldürücü kışlar” gelecek, canlıları yok edecek ölçüde soğuklar olacak.
Hürmüz, Yima’ya bir “sığınak” (“var”) yapmasını buyurur. Sığınağın ölçülerini verir. Hangi tür “seçme insan”, “seçme hayvan” ve “seçme bitki” alıp buraya koyacağını açık-seçik bildirir. “İyi çoban” da söyleneni yerine getirir.392
Bu sığınak, “tufan”daki “Nuh’un gemisi”ne benzer bir “kurtarıcı” rolü oynamakta. Aradaki fark, “coğrafya” ve “iklim” farklarından ileri gelmekte yalnızca. “Nuh’un gemisi”, azgın “su”lardan; “Yima’nın sığınağı “ysa azgın “soğuk”lardan “kurtarma” işlevinde…393
“Sığınak”ta, her tür gereksinimin karşılığında, “nur” (ışık) bile bulunduğu anlatılır. Buraya Hürmüz’ün “din”ini “sokan” ve yayma çabasında bulunan da bir “kuş”tur: “Karshiptar.” “Ruhani Başkan” ise “Urvatatnara” adında bir insan.394
Gelin görün ki, bunlar olurken Kral Şeytan Ehrimen de boş durmaz. Yima’yı ortadan kaldırmaya yönelir. Mitolojiye göre, “şeytan “larından “Dahhâk”, bir yolunu bulup o, “iyi çoban”ı öldürür. Bu “bela”nın başına gelmesinde “Yima”nın kendisinin de “suç”u vardır. Çünkü “başarılarına böbürlenmiştir”.395
Sözü edilen “Yima”, İran mitolojisinde ünlü bir hükümdar olan “Cemşid”dir.396
“Dahhâk” ise (Zohak), yine İran mitolojisinde ünlü, Asurlu bir komutandır. Ancak, ileri gelen bir “şeytan” sayılmıştır.
Yine mitolojiye göre “Dahhâk”ı da “tutsak” alıp “hapseden” ve dolayısıyla “İran”ı kurtaran biri çıkmıştır: “Feridun.” “Cemşid”in torunlarından. “Dahhâk”ın o gün bugün, Demavend (Denbavend)397 dağında “hapis”te bulunduğuna ve yanına gidenlere “büyü” öğrettiğine inanılır.398 Kur’an’da, Bakara Suresi’nin 102. ayetinde, “büyü öğretmenleri” olarak sunulan “Harut-Marut” öyküsünün kaynaklarından birinin bu inanç olduğu düşünülür.399
“Dahhâk” eğer “şeytan”sa, nasıl “hapsedilmiş” olabilir?
“Şeytan”ın, “cin”in “hapsedilebileceği”; dahası, bunların “zincirlere vurulabilecekleri”, Kur’an’da. da anlatılır. Daha önce de değinilmişti: Sâd Suresi’nin 38. ayetinde “Ve demir halkalarla bağlı öteki şeytanlar” denmesi ve başka yerlerdeki birçok anlatım, Kur’an in da bu savda olduğunu açıkça dile getirir. Buharî ve Müslim’in E’s-Sahih’lerinde de yer alan bir “hadis”e göre, “cinlerden bir “ifrit”in, “namaz”nı bozmaya geldiğini anlatan Muhammed; bu “ifrit”i tutup “mescidin direklerinden birine bağlayacağı sırada, düşünüp bundan vazgeçtiğini” açıklar.400 “Mucize”ler anlatılırken bu “hadis” üzerinde ayrıca durulacak.
Bu “ayet” ve “hadis”leri, İran mitolojisindeki ünlü şeytan “Dahhâk” ile birlikte anıp karşılaştırmakta yarar var. “Dahhâk”in bir “şeytan” olduğu halde, “tutulup hapsedildiğine, “zincire vurulmuş olarak zindanda bulundurulduğuma ilişkin mitolojideki inanç göz önünde tutularak değerlendirildiği zaman, Muhammed’in kaynağı açıklık kazanır. Yani “cin”i, “şeytan”ı “bağlama” inancını nereden aldığı ortaya çıkar.
Vendidad, Zerdüştlüğün bu önemli kitabı, yirmi iki bölümden oluşuyor. Hürmüz (Ahura Mazda) ve “ordular”ıyla, Ehrimen ve orduları arasındaki “savaş”, bölümlerin kiminde doğrudan, kimindeyse dolaylı olarak anlatılır.
Vendidad’da, dinsel ölçülere göre “iyi” ve “kötü” sayılanların “ruh’lannm öldükten sonra nerelere gideceklerine ilişkin de “açıklamalar” yer almakta:
“Tanrı-Şeytan Krallıklarında İyilerin ve Kötülerin Ruhları Nerelere Giderler?”
Dinsel ölçülere göre “iyi” sayılan kişilerin “ruh”lan “yüce”lere gider. “Güzel”, “ışıklı” ve “mutluluk dolu” yerlere. Bir başka deyişle, “cennet’e. “Kötü” sayılan kişilerin “ruh”lanysa “aşağı dünya”ya gider. “Karanlık”, “azaplı-işkenceli” yere. Bir başka deyişle, “cehennem”e…
Öteki “kutsal kitaplı” üç dinde olduğu gibi, Zerdüştçülükte de anlatılan bu.
Vendidad’da anlatıldığına göre, “iyi” kişilerin “ruh”ları gövdelerinden ayrıldıktan bir süre sonra “yüksek”lere çıkarlar. “Karşılayıcılar”ı da olur bunların. “Melekler”den karşılayıcıları. Bu “ruh”ları “gök melekleri” karşılar. Sıradan “melek”ler (“yazata”lar) yanında, ileri gelen melekler de bulunur karşılamada. Örneğin, “Yararlı Hayvanlar Bakanı” Behmen de bulunur. “İyi düşünce” demek olan Behmen (Vohu-Mano), “altından taht”ı üzerinde doğrulur ve şöyle seslenir: “Nasıl geldin, ölümlü dünyadan ölümsüz dünyaya hoş geldin ey iyi kişinin ruhu!”. Bu ruh, Kral Tanrı Ahura Mazda’nın, ileri gelen (Bakan) altı meleğin önünden, bunların altından tahtlarının karşısından geçerek yücelerdeki “Firdevs Cenneti”ne varır.401
Muhammed de, buradan almış olacak ki, hemen hemen böyle anlatır: Örneğin Uhud “şehitlerinden söz ederken şöyle demekte:
“Sizin kardeşleriniz Uhud’da öldürülünce, Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine yerleştirdi. Bu kuşlar cennet ırmaklarından, cennet’teki meyvelerden yiyerek uçarlar ve Arş’ın (Tanrı’nın tahtının) gölgesinde altından kandiller üzerine konarlar…402 Bu “hadis”, Müslümanlarca “en sağlam” kabul edilen hadis kitaplarından biri olan, Ahmed İbn Hanbel’in El Müsned’inde; yer alıyor.
Bir başka “hadis”inde de Muhammed’in şöyle dediği bildirilir:
“İnanır bir kimsenin ruhu, gövdesinden ayrıldığında, yücelerde iki melek onu karşılar. Ve gök halkı, o ruh için şöyle der: ‘Dünya yönünden gelen temiz bir ruhtur bu. Allah’ın iyiliği (selam) sana ve senin değerlendirdiğin gövdene ey ruh!’ Bu ruh, sonra güçlü ve Yüce Olan Allah’a götürülür.. .”403 Buna benzer “hadis”ler çok.404
Kur’an’da da “cennet ehli”nin, “selam size!” denerek karşılandığı anlatılır. Örneğin Zümer Suresi’nin 73. ayetinde şunlar anlatılmakta:
“Rabblerine karşı gelmekten sakınanlar, topluca cennete götürülürler. Oraya varıp da cennetin kapıları açıldığında, bekçileri (melekler), şöyle der onlara: ‘Selam size! Hoş geldiniz! Ölümsüzler olarak girin şimdi buraya!'”
Vendidad, “kötü” kişilerin “ruh”lannın gidecekleri yerden de söz eder: “Baştan başa karanlık olan aşağı dünyanın çukurları”. “Kötücül Cin’lerin, “şeytan”ların bulundukları “azap ülkesi”. Yani “cehennem”.405 Vendidad’dan ve içerdiklerinden daha çok söz etmeye yerimiz elverişli değil. Ancak şunu bir daha belirtmekte yarar görüyorum: “Tanrı ve şeytan krallıkları” üstüne, bilinen “kutsal kitaplar”da yer alan uydurmaları, kaynaklarıyla görüp iyi kavrayabilmek için Zerdüştçülüğü ve özellikle önemli kutsal kitaplarından Vendidad’ı gözden geçirmek şart. Anlatılanlar, çok iyi incelenmeli, karşılaştırmalar yapılmalı. Bu olmadıkça, Yahudiliğin, Hıristiyanlığın ve İslam’ın “amentü”sündeki “inanç öğeleri’ ve bu öğelerin çok önemli bir kaynağı kavranamaz.
Bir de şunu yinelemek gerek: İyibir inceleme ve karşılaştırma” sonucu, Zerdüştçülükte de, öteki üç dinde de yer alan “vazgeçilmez inanç temelleri”nin başkaynağı, gözden kaçmıyor: Güneş Kültü,”Ay Kültü” ve bunları da içeren sabiilik. Çok büyük bir ırmaktır bu ana kaynak.En ilkel dönemlerin ilkel inançlarını da taşıyıp getiren bir kaynak.
Bu kaynak, çok eski çağlardan taşıyıp getirdiği mikroplu inanç sularını, bilinen “kutsal kitaplara” boşaltmıştır. Bunlar arasında Tevrat var, İncil var, Kur’an var.
Bunu bir de “ad”ların, sözcüklerin diliyle algılayalım.TANRI-ŞEYTAN KRALLIKLARI İÇİN ANLATILANLAR, ADLARIN VE SÖZCÜKLERİN DİLİ
“Ahura Mazda”: Anlamında “gök” anlamını bulanlar var.406 Clement Muart ise, “Ahura Mazda”mn, “Güneş Tanrısı”nın ta kendisi olduğunu yazar.407
“Hürmüz” (Ahura Mazda): Romalıların etkisiyle “Hermes”ten alındığını ileri sürenler var.408
“Gece”yle “gündüz”ü, “uyku”yla, “uyanıklık”ı, “ölüm”le “yaşam”ı meydana getiren iş ve davranışların, mitolojideki simgesi sayılır. Romalılar bu Tann’ya “Merkür” derler.409
“Mithra”: Kutsal kitap Vendidad’da, bu Tanrı, “geniş tarım alanlarının efendisi” diye nitelenir ve bu “efendi”yi çağırarak işinde, uğraşında bulunan bir tarımcıdan övgüyle söz edilir.410 Birçok inceleyici, bu arada Felicien Challaye, şu bilgiyi aktarmakta: “Hindulara ve İranlılara özgü bir Güneş Tanrısı olan Mitra ya da Mithra, ışık ve hak tanrısıdır.”411 Bir “Mihtra dini” vardı. Ve Hıristiyanlığın bu dinden çok şey aldığı saptanmıştır.
“Zerdüşt”: Cemil Sena, Filozoflar Ansiklopedisinde şöyle der: “… Bu adın aslı, Sanskritçedeki Zuryastara’dır ki, bu, ‘güneş tapımı olan’ demektir.”412
“Cemşid” (Yima): Zerdüştçülük inancında önemli bir ad. “Yima” adıyla da geçer. Vendidad’da “Yima”dan nasıl söz edildiği yukarıda görülmüştü. “Cemşid”, “Cem” ve “Şid” sözcüklerinden oluşuyor. “Cem”, “ulu hükümdar” demek. “Şid”se “Pehlevi” dilinde “ışık” anlamındadır. Cemşid adlı efsane hükümdarı, Güneş oğlak burcuna girdiği zaman, kendisine bir taht kurulmasını buyurur; kendisi de, başına mücevherler takarak otururmuş. Ve Güneş, bu görkemli taht ve hükümdar üzerine doğarmış. Böyle inanıldığı için, söz konusu hükümdara “Cemşid” adı verilegelmiş.413
“Tichtrya”: Ahura Mazda, Zerdüşt’e; ona sığınıp onun aracılığıyla dilekte bulunmasını öğütler.414 “Merkür”dür o.415 Ünlü doğubilimci Prof. Dr. Philip K. Hitti, onun, Nabatlılarda “Güneş Tanrısı” olduğunu belirtir Ve adını da şu biçimiyle yazar: “Dusares” (=Du şara=Zuşşara). Hitti’nin anlattığına göre Nabatlılann Tanrıları arasında önemli bir yeri olan bu Güneş Tanrısı için dörtgen tapınak yapılmış ve tapınılagelmiştir.416 “Tüm öteki “Güneş Tanrısı” tapınaklarında olduğu gibi…
Bu “yıldız”, Kur’an’da. “Necm (Yıldız) Suresi”nin 49. ayetinde “Şi’râ” diye geçer- Ve bu ayette, Kur’an’ın Tanrısı için, “O, Şi’râ’nın da efendisidir (Habbi)” denir. Kur’an’daki, söz konusu “yıldız”a ad olarak verilen “Şi’râ” sözcüğünün Arapça olmadığı kanıtlanmıştır.417 Phlutarque, “Şi’râ” ile Tichtriya” denen yıldızın aynı “yıldız” olduğunu yazar ve “Sirius” diye gösterir.4’8 C. Schoy adlı doğubilimci de, İslam Anisklopedisi’nde bunu böyle belirtir-419 Bilindiği gibi, “Sirius” adlı yıldız, “Büyükköpek” adı verilen takım yıldızı içinde bulunan en parlak yıldızdır.420
“Saoka”: Hürmüz’ün öğüdüyle, Zerdüşt, “Saoka”ya da sığınır. “Saoka”‘ “Güneş Tanrısı” Mithra’nın bir elçisi olarak ve “iyilikler için “gökten inen” bir iyicil melektir (iyicil cin).421
Zerdüşt Hürmüz’ün öğüdüyle “güzel gök”e de sığınır.422 Ebur-Reyhani’l-Bîrûnî, Zerdüşt’ten önceki dönemden söz ederken; “Onlar, Zerdüşt’ten önceki zamanlarda, Güneş, Ay, gezegenler ve ilk unsurlara taparlardı”423 der. Zerdüşt’ten sonra da bu “kült”ler, tapınma ve inananlarda çok etkin bir rol oynamışlardır.
Kur’andaki Ad ve Sözcüklerden Bir Dizi
“Rahman”: Tanrı’ya “Rahman” denir. Arapça değildir. Celaleddin E’sSüyûtî 1(1445-1505), El ttkân adlı ünlü ve önemli kitabında, “Rahman”ın Arapça olmadığını belirttikten sonra İbranice olduğuna ilişkin görüşler aktarır24 “Rahman”, aslında “Süryani”cedir. Ve aslı Rahmono’dur. “Acıyan” anlamında.425 D.B. Macdonal, İslam Ansiklopedisinde, “Peygamberin bu cümleyi (Bismi’r-Rahman cümlesini), Güney Arabistan’dan aldığı sabit gibi görülüyor” demekte.426
“Melekût”: Süyûtî’nin “Arapça olmadığını” belirttiği sözcükler arasında. Birçok’larından aktardığı görüşlere göre, “melekût”, Nabatça’dır.421 Kimi Arapça sözcüklerdeyse bu sözcüğün “Süryanice” olduğu yazılıdır.428 Anlamına gelince; “Krallık”, “gök krallığı”, “Tann’rının Krallığı” demektir.
“Melik”: “Kral” demek. Kur’an’da. geçen, ama Arapça olmayan sözcüklerden. Süryani dilindeki biçimi: “Melko”. Bu sözcük de Kral anlamında.429 Bundan, “melik” sözcüğünün Süryanice’den geldiği anlaşılıyor.
“Melek”: Bu sözcük de Arapça değildir. Süryanice biçimi “melaho”dur. “Melek” ve “melaho” aynı anlamdalar.430
“İli”: Arapça değildir. Nabatça olduğunu söyleyenler var. Süyûtî, bunu ve “Tann’rının adlarından olduğu”na ilişkin görüşü benimseyerek aktarır.431 Kimi Kur’an yorumcuları da görüşlerini şöyle açıklarlar: “‘İH’ sözcüğü, İbranicedeki ‘il’ sözcüğünün Arapçalaştrnlmışıdır. ‘İl’se, ‘Tanrı’ demektir.”432
“İl”=”İyl”=”El” (El wer): “Cebrail”, “Mikail” (Cebrael, Mikael)… gibi adlardaki “il”, ya da “iyl”= “el”dir. Arapça değildir. Ken’an’ca ve İbranice’dir. “Tanrı” adlarındandır ve Ken’an (Fenike) Tanrılarının “en önemlisi”nin adıdır. “Ugarit yazıtlarında bu Tann’nm adı yer almakta ve “Gök Tanrısı” olarak tanıtıldığı görülmekte. Bu “erkek” Tanrı’ya, karısı “Asherah’la birlikte rastlanmakta433 Eski Şam (Dımeşk) hükümdarlarından ve Tevrat’ta da kendisinden söz edilen434 bir hükümdann adı, “Ha-zail’dir (Hazael). (İÖ yaklaşık 905 dolaylan.) “Hazail”, “İl (Tanrı) gördü” anlamındadır.435 Yahudi peygamberlerinden birinin adının “Daniel” (Danyal) olduğunu biliyorsunuz. Bu adın anlamı da şu: “El (=İl=Tann) hükmetti.”436 Sonunda “il”=”el” olan, yani Ken’anlılann bu adlı tanrılarıyla ilişkisi var gösterilen daha nice adlara rastlanır. “El”in (İl’in) kulu”, “El’in bağışı” anlamına gelen adlar da var.437 “Kutsal kitaplar”ın “Tanrı”sını mayalayan “El=il”, kaynaklandığı ilkellerin “mana”sıyla da eşdeğerde.
“Cebrail”: Tevrat ve İncil’de de adı geçen438 ünlü “melek”. Arapça değildir. “Tann’nın kulu” anlamında.439 Ne var ki, bu ad, meleği, başka “tanrı”yla değil; Ken’anlıların ünlü tanrısı “EV’le (İl’le) ilişkili göstermekte!
“Mikail” (=Mikael=Mişael): Tevrat’ın Daniel bölümünde: “Yahudi oğullarından” ileri gelen bir kişi (1:16) ve “Birinci Başkanlardan biri” (10:13, 21) olarak tanıtılır. İncil’deyse kendisine bağlı “melek”lerini toplayıp Kral Şeytan ve yandaşlarıyla “savaşır” gösterilir. “Ve Başmelek Mikael, İblis’e karşı çıkıp…” (Yahuda, 9), “gökte savaş oldu. Mikael ve melekleri, Ejderle savaşmak için çıktılar. Ejder ve melekleri (kötücül cinler) ile savaştılar” gibi anlatımlar göze çarpar. (Vahiy, 12:7) Burada sözü edilen “Ejder” (Ejderha), bir masal canavarıdır. Zerdüştçülükten alındığı belli. Bu canavardan söz edilirken şöyle denir İncil’de,: “Ve işte yedi başı, on boynuzu ve başları üzerinde yedi tacı olan büyük, kızıl bir ejder…” (Vahiy, 12:3.) İşte “Mikail”, kral şeytan İblis’in yandaşı olan bu “canavar”la da savaşıyor! Ancak kimin adına? “Tevrat”ın, “İncil’in (dolayısıyla Kur’an’ın) Tanrı’sı adına” desek, sonundaki “el” (il) buna engel olmaz mı?!
Prof. Dr. Philip K. Hitti, “Mikael”in, aslında, Ken’an (Fenike) Tanrılarından birinin adı olduğunu yazar.’*40
Yahudilik’te, Hıristiyanlık’ta ve İslam’da önemli sayılan dört melekten yalnızca bu ikisi Kur’an’da geçer ve Muhammed bu iki meleği, “kendi Vezirleri” olarak niteler.441
“İblis”: Kral şeytan. Arapça değildir. Kur’an’da. da “Arapça olmayan” (a’cemî) sözcüklerin okunuş kuralına göre okunur.442 Şeytanın “özel ad”ı olarak yer alır. Rumca olabileceğini söyleyenler var.443 Bir kitapta şunlar yazılı: “İblis” adı, Yunanca diabolos sözcüğünden alınmıştır. Ve ‘sahte’, ‘ithama’, ‘tahrif edici’, ‘iftiracı’ demekir.”444
“Şeytan”: Arapça değildir. İbranice’deki “satan”445 ya da “haşatan”446 sözcüklerinden bozmadır. “Ulu Yahudi” Musa İbn Meymun (1135-1204), şunları yazmakta:
‘”Satan” (şeytan), ‘satah’tan gelmedir. ‘Satah’sa, ‘sakınma’, ‘bir yerden sakınarak, saparak geçme’ anlamını dile getirir. ‘Sen ondan sakın, yanından geçme, onun yanından, sap, öyle geç!’ (Tevrat, Süleyman’ın Meselleri, 4:15) ayetinde de bu anlamda kullanılmıştır. Yani ‘satan’
(şeytan) sözcüğünün kökünde, ‘geçip gitme’ anlamı var. ‘Satan’a (şeytana), şunun için ‘satan’ denmiştir: “O, kuşkusuz kişiyi doğru yoldan alıp götürüyor, sapkınlığın yoluna düşürüyor.”447
“Tâğût”: Arapça değildir. “Sapkınlık” anlamında.448 “Şeytan” için de söylenir.449 Süryanicedeki, yine “sapkınlık” anlamına gelen “togyuto” sözcüğünden bozma.450 Süyûtî’yse “tâğût’un “Habeşçe” olduğunu ve “kâhin” anlamına geldiğini yazar.451 Kur’an’daysa “şeytan” anlamında kullanıldığı anlaşılıyor.452
“Cibt”: Arapça değildir. Kur’an’da, “tâğûf’la birlikte geçer.453 Süyûtî, İbn Abbas’ın ve İkrime’nin, “Cibt, Habeşçe ‘şeytan’ın adıdır” dediklerini aktarır.454
Yukarıdaki birkaç sözcükten de açıkça anlaşılıyor ki; Muhammed, “Tanrı”sını nasıl yabancı toplumlardan almışsa, “şeytan”larını da (şeytan anlamına gelen sözcükleri) oradan buradan toplamış! Bu sözcüklerin toplanabildiği yer ve ortamın özelliğini de unutmamak gerekir kuşkusuz. Muhammed bir de tutup bunları “Arapça” diye Kur’an’a koymuş!
“Adem”: Şu “Adem baba”mız Arapça değildir. Kur’an’da, Arapça olmayan (“a’cemî) sözcüklere özgü kurallara göre okunur.455 Bu ad, Tevrat’ta ve İncil’de de geçer.456 Süryanicedeki, aynı anlama gelen “Odom” sözcüğünden bozma olsa gerek.457
“Havva”: “Adem’in karısı. Arapça değildir. Tevrat’ın Tekvin bölümünde, 3. babının, 20. ayetinde şöyle dendiği görülür: “Ve Adem, karısının adını Havva koydu. Çünkü o, bütün yaşayanların anası oldu.” Tevrat’ın bu anlatışına göre; Havva, “hayat” ya da “hayatı olan” anlamında. Yunanca “gençlik” demek olan “Hebe” de, kimi yazarlarca “Havva” niteliğinde gösterilir. Hitit Tanrıçası “Hepa” da öyle. Bu görüşü yansıtan bir mitoloji yazarının şöyle dediği görülmekte:
“Hebe, Hitit yazıtlarında Hepa, Hepat ya da Hepatu diye adlandırılan büyük Güneş Tanrıça Arin-na’nın Yunancalaştırılmış adı olsa gerek. Hitit yazıtlarında, bu Tanrıçaya, ‘sedir ağaçlarının ülkesinde’ tapıldığı belirtilir. Sedir ağaçlarının ülkesi, Lübnan, Filistin’dir.
Hepa=Hebe ise, Tevrat’ta ilk insanın, yani Adem’in eşi ve bütün insanların anası olarak gösterilen Havva’nın ta kendisidir…”458 Bununla birlikte “Havva”nın, Süryanicedeki, aynı anlama gelen “Havo” olduğu söylenebilir.459
“Sıra”: Çok önemli bir sözcüktür. “Yol” anlamında. Arapça değildir. Süyûtî bu sözcüğün “Rumca” olduğunu anlatır.460 Arapça sözcüklerde de “Yunanca” olduğu açıkça yazılıdır.461
“Salat”: “Namaz” ve “dua” anlamlarında kullanılır. Arapça değildir. A.J. Wensinck, “Salat sözcüğüne, görünüşe göre Kur’an’dan önceki eserlerde rastlanmaz” der.462 Ama “Kur’an’dan önceki eserler”den neyi amaçladığını belirtmez. Bununla birlikte şunları da yazar:
“Bu şekil imla… yalnızca Amini dilinde pek sık rastlanan ‘ât’ (veya öt) ile sonlanan sözcüklerin sonlarında görülmektedir. Bundan dolayı, ‘zekât’, ‘salat’ ve buna benzer sözcüklerin imlasında bir Arami etkisinin kendisini gösterdiği görüşü, gözden uzak tutulmamalıdır…” (Kimini Türkçeleştirdim-T.D.)463
Demek ki, yazarın burada üzerinde durduğu nokta, sözcüğün “imlası”. Öyleyse “Salat sözcüğüne, görünüşe göre, Kur’an’dan önceki eserlerde rastlanmaz” tümcesinde bir çeviri yanlışı olsa gerek. Tümce şöyle olmalı: “Salat sözcüğüne, bu imla biçimiyle, Kur’an’dan önceki eserlerde rastlanmaz.”
Yazar daha sonra şöyle der:
“Aramice Selötâ sözcüğünün türevli oluşu çok açıktır. Kökü olan ‘s-1′, Arami dilinde ‘katmak, bükmek ve germek’ anlamına gelir. ‘Selötâ1 bir mastardır… Çeşitli Arami lehçelerinde, namaz gibi, ayin şeklindeki dua anlamında da kullanılmıştır…” (Kimi sözcükler Türkçeleştirilmişir-T.D.)464
Aramilerle aynı dili paylaşan Süryanilerde de bir “Slutho” sözcüğü vardır ve bu sözcük de “namaz” anlamına gelir.465
Bu durumda, Kur’an’daki “namaz” ya da “ayin biçiminde dua” anlamına gelen “salat” sözcüğünün, “Arami”, “Süryani” dilinden biraz değiştirilerek alındığı belli olmuyor mu?
Daha önce belirtilmişti ki, “Arami”, “Süryani” toplumlarında, “Sa-biîlik” dini geçerliydi. Ve “Sabiîlik”te de “namaz”, “oruç” gibi “ibadetler vardı.466
“Sovm”: Bilindiği gibi, “oruç” demek. Arapça değildir. Süryanice’deki, aynı anlama gelen “savmo” sözcüğünden bozma olduğu anlaşılıyor.467
“Sicil”: “Çeşitli belgelerin yer aldığı, yazıldığı kitap, dosya, kütük”. Arapça değildir. Süyûtfnin aktarmasına göre, İbn Abbas, bu sözcüğün “Habeşçe” olduğunu söylerken, başkaları da “Farisî” (Farsça) olduğunu ileri sürerler.468
“Kitap” (kitab): “İçinde yazı bulunan”. Çoğulu “kütüp” (kütüb). “Sicil”le birlikte de kullanıldığı görülür Kur’an’da. Daha çok “kutsal yazı”ların bulunduğu “kitap” ve “kitaplar” anlatılır. Arapça değildir. “Kitab”ın, Süryanicedeki, aynı anlama gelen “ktobo” sözcüğünden bozma olduğu anlaşılıyor.469
“Esfâr”: “Kitaplar”, özellikle de “kutsal kitaplar” anlamında. Arapça değildir. Süyûtî’nin aktarmasına göre, kimi incelemeci bu sözcüğün, “Süryanice”; kimiyse, “Nabatice” olduğunu söyler.470 Bu sözcüğün tekili “sifr”dir. Süryanicede, “kitapçık” (broşür) anlamına gelen “sifro” sözcüğünden bozmadır.471
“Fur’kan”: Kur’an’da, “Musa ve Harun’a Fur’kan verildiği” bildirilir.472 “Kur’an’ın fur’kan olarak indirildiği” açıklanır.473 Buralarda “kutsal yazı”lann, “kutsal bildiri’lerin anlatılmak istendiği belli oluyor. “Fur’kan”ın, “fark”, “tefrik” sözcükleriyle ilişkili gösterilmek istendiği, kimi Müslüman Kur’an yorumcularınca “iyi ile kötüyü ayırt edici, yanlış ve doğruyu seçmeye yarayan” anlamı verildiği, kimi doğubilimcilerin bile bu anlamı önemser gibi göründükleri görülmekte.474 Ama gerçek olan şu: “Fur’kan” sözcüğü, “kurtuluş, esenlik” (“selamet”) anlamındadır.475 “Kur’an” ve öteki “kutsal bildiriler” için kullanıldığı yerlerde bile bu anlam var. Süryanicedeki “furkono” sözcüğü de aynı anlama (kurtuluş, esenlik anlamına) gelmekte. Demek ki, “fur’kan”, Arapça değildir. “Furkono” sözcüğünden bozmadır.476
“Fur’kan”ın Süryanicedeki sözcük gibi, “kurtuluş, esenlik” anlamına geldiği, Enfâl Suresi’nin 41. ayetinde şöyle denmesinden de açıkça belli olmuyor mu?
“Eğer Allah’a ve iki (savaşçı) topluluğun karşılaştığı gün (Bedir Savaşında), kulumuza indirdiğimiz “fur”kan’a (sağladığımız kurtuluşa, esenliğe) inanıyorsanız, elde ettiğiniz ganimetin beşte birinin; Allah’ın, Peygamberin, onun yakınlarının, öksüzlerin, düşkünlerin ve yolcuların olduğunu kabul edin…”
“Kur’an”: Kur’an’da., bu kitabın kapsamının “Arapça” olduğu sık sık bildirilir.477 Oysa “Kur’an”ın kendi adı bile Arapça değildir. Konunun uzmanlarından sayılagelen ünlü doğubilimci F. Buhl, “Kur’an” için, “Nereden geldiği ve ilk anlamı kuşkulu” diyor.478 Bununla birlikte, Schwally, Wellhausen ve Horovitz gibi ciddi doğubilimci incelemecilerin, “Kur’an” sözcüğünde “okuma” ya da “okunan” anlamına gelen “keryani”, “kiryani” sözcüğünü gördüklerini, o nedenle, bu sözcüğün “Süryani” ya da “İbrani” dillerinden alındığını söylemek gerektiğini belirttiklerini ve “Kur’an” sözcüğünün kökü olarak düşünülen “kara’a” sözcüğünün bile “Arapça olmadığını ortaya koyduklarını” yazıyor.479 “Kıraat” gibi, Süryanicedeki “kıryono” da, “okuma” anlamına gelir.480 Ve dahası: Alak Suresi’nin “ilk vahiy” sayılan ayetlerindeki “ik’ra”‘ sözcüğü gibi, hemen hemen aynı biçimde kullanılan, Süryanicedeki “ik’ri” sözcüğü de “oku!” anlamına gelmekte.481 Buna göre; şu bizim “Peygamber Muhammed”, Süryanilerden […] bir Süryanice sözcükle başlamış “Peygamberliğe”!
“Sure”: Kur’an’ın bölümlerinden her biri. Arapça değildir. F. Buhl, “bu sözcüğün kökenini göstermek için yapılan denemelere karşın, nereden geldiğini bilmiyoruz” diyor. Ve, “Nöldeke, bu sözcüğün yeni-İbrani ‘sûra’ (sıra) olduğunu kabul etmek ister. Fakat ‘satır’ anlamında açıklansa bile, bu açıklama, sözcüğün ilk anlamına götürmez” biçimindeki görüşleriyle sürdürüyor konuyu. Bu arada, “Su-re”nin, Süryanicedeki “surta” (yarı satır, yazı parçası) sözcüğünden türemiş olabileceğini düşünen bir “öneri”ye de yer veriyor. Ama, surelerdeki “Tanrısal bildiri “lerin “parça parça geldiği” yolundaki inanca dayamak koşuluyla böyle bir önerinin kabul edilebileceğini öne sürüyor.482 Yani “Surelerdeki bildirilerin ‘parça parça’ geldikleri savı göz önünde tutulursa, “sure” sözcüğünün, Süryanicedeki ‘yarısatır, yazı parçası’ anlamına gelen ‘surta’ sözcüğünden türetildiği düşünülebilir” demek istiyor. Sonuç: “Sure” sözcüğü, “İbranice”den de, “Süryanice”den de gelmiş olabilir.
“Kırtas”: “Papirüs”, “parşömen” ve “paçavra”dan yapılan, “kutsal yazı”lann da yazılı bulunduğu nesne, “kâğıt” anlamında. Çoğulu “ka-ratis”. Kur’an’da. “tekil” olarak da, çoğul olarak da geçer.483 Süyûtî, bu sözcüğün de Arapça olmadığını belirtir.484 Konunun inceleyicilerinden Adolf Grohmann, “Yunanca” olduğunu ve İspanyolcaya “alcartaz”, Portekizceye de “cartaz” biçiminde geçtiğini yazar.485
Kur’an’da., “kutsal kitap”ları, “kutsal bildiri’leri ve bunların yazılı bulunduğu nesneleri anlatan sözcüklerin Arapça olmaması, tümüne yakın bir çoğunluğun İbrani, Arami-Süryani ve kiminin Yunan, kiminin İran kökenli oluşu çok düşündürücüdür. Bu durum, hem kaynağı yansıtır, hem de, “Arap Muhammed”in, “Arap toplumu”na “Tan-rı’dan bildiriler”i nasıl sunduğunu ortaya koyar.
“Cennet”: Ölümden sonra kavuşulabileceği ileri sürülerek yutturulan uydurma yer. “Mutluluklar dünyası” diye sunulduğunu bilirsiniz. İleride, üzerinde genişçe durulacak. Sözcük, “bahçe” anlamında. Arapça değildir. Süryanice olabilir ve Süryanicedeki aynı anlama gelen “gentho” sözcüğünden bozma olduğu düşünülebilir.486
“Cennet’in, Muhammed Suresi’nin 15. ayetinde şöyle özetlendiği görülür:
“Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennet şöyledir: Orada su ırmakları var. Suyunun tadı ve kokusu bozuk değil. Süt ırmakları var. Tadı bozulmuş değil. Şarap ırmakları var. İçenlere (doyulmaz bir) tat verir. Bal ırmakları var. Süzme bal. Onlar için her türden meyveler de var aynca. Efendileri (Rabbleri) tarafından da bağışlanma. Bunlara kavuşanların durumu, ateşte sürekli kalacak olanların bağırsaklarını paramparça edecek türden kaynar su içirilenlerin durumu gibi sayılabilir mi?”
Bununla birlikte, Muhammed’in burada sunduğu, eski bir […]. Benzeri Tevrat ‘ta da var. Hem de çeşitli bölümlerinde.487 Örneğin Çıkış bölümünün 3. bap ve 8. ayetinde “Efendi” (Rabb), Yahudilere, “süt” ve “bal” akan (bunlarin ırmaklarının bulunduğu) ülkeyi söz verir. Bu ülkenin de “Ken’an” yöresi (Filistin) olduğunu açıklar. Bu yörelerde “süt” ve “bal” ırmaklan bulunmadığını söylemeye gerek var mı?
“Adn”=”Adin”=”Eden”: “Cennet’in adlarından ya da “kesim”lerinden. Arapça değildir. Kur’an’da hep, “Adn bahçeleri” (“cennâtu Adn”) deyimi içinde yer alır.488 Tevrat’ta, da Adem’den söz edilirken şöyle denir: “Ve Rabb (efendi) Allah, doğuya doğru, Aden’de bir bahçe yaptı ve yaptığı adamı (Adem’i) oraya koydu.”489
Demek ki, Tevrat’ta, “Aden”, bir yer adı olarak geçmekte.
Celaleddin Süyûtî, İbn Abbas’ın, Kur’an’daki “Adn cennetleri”ne, “üzüm bağlan” anlamını verdiğini ve “Adn” sözcüğü için “Süryanicedir” dediğini aktarır. Yine Süyûtî’nin aktarmasına göre, kimi Kur’an yorumcusu, bu sözcüğün “Rumca” olduğunu söyler.490
Ne var ki, “Adn” (Aden) sözcüğünün kökü, daha da eskiye dayanır; “Eski Babil” dilinde “bahçe” anlamına gelen bir “Edinu” sözcüğü var.491 “Aden”, bu sözcüğün biraz değişmiş biçimi olabilir.
“Firdevs”: Cennetin adlarından, ya da kesimlerinden. Arapça değildir. “Bahçe, bostan” anlamında. Süyûtî’nin aktarmasına göre, Mü-cahid, bu sözcüğün, “Rumca” olduğunu ve “bostan” anlamına geldiğini, Sûddi’yse “Nabatça” olduğunu ve “üzüm bağı” anlamına geldiğini savunur.492
Gerçekte, “Firdevs” sözcüğü, eski Farsçadaki “paradise” sözcüğünün bozmasıdır. Prof. Dr. Philip K. Hitti’ye göre, “duvarlarla çevrili bahçe, bostan” anlamını içeren “paradise”, İbranice ve Yunanca yoluyla Aramilere geçmiş ve dönüştüğü “Firdevs” biçimi de Aramice yoluyla gelmiştir.493 Buna göre, “Arami”, “Süryani” yoluyla Kur’an’a geçtiği söylenebilir. Süryanicedeki “Firdeyso”sözcüğü de, “bahçe” anlamındadır.494
Konuyu inceleyenlerden D.B. Macdonald, “Firdevs” sözcüğünde, Avesta’da yer alan kökündeki anlamın hiç değişmeden kalmış olmasını ilgi çekici buluyor.495 Prof. Dr. Philip K. Hitti ise, “Firdevs” sözcüğünde iki aşama bulunduğunu, birinci aşamasında “duvarlarla çevrili bahçe, bostan” anlamını içerdiğini, “aslı”nın anlamının bu olduğunu, ama ikinci aşamasında “ileri gelen göksel güçler”in, (yani Tanrı ve saray erkânının) “bulundukları yer” anlamına gelmeye başladığını belirtir.496
Gerçekten de Muhammed’in, “Firdevs “ten söz ederken şunları söylediği bildirilir:
“Tanrı’dan istediğiniz zaman, Firdevs’i isteyin. Çünkü cennetin ortasıdır o. En yüksek yeridir. Onun üstündeyse Rahman’ın (Kral Tanrı’nın) Arş’ı (sarayı, tahtı) bulunur. Cennetin ırmakları da oradan akar.”497
“Firdevs, Rahman’ın makamının bulunduğu kesimdir. Irmakları ağaçlan vardır.”
“…Firdevs’te olanlar, Arş’ın (Tanrı’nın tahtının) gıcırtısını işitirler.498
“Firdevs”, Zerdüştçülükte de Kral Tanrı’nın “makam”ının bulunduğu kesimdir. Bu dinin “kutsal kitap”ı Avesta’ya, Avesta’nın en önemli bölümü olan Vendidad’a göre: Kral Tanrı “Hürmüz” =”Ahura Mazda”, yardımcısı durumundaki “melek”leri ve öteki “saray erkânı’yla birlikte, “Firdevs”in görkemli yöresinde yer alıyor.499 Demek ki, kaynak; “Zerdüştçülük”. “Firdevs” sözcüğünün “aslı”nın bu dinin “kutsal kitap”ında bulunuyor olması da bunu göstermez mi? “Firdevs”, bu dinden, doğrudan da alınmış olabilir, dolaylı yoldan da…Kur’an’da, “cennet”te giyileceği bildirilen giysiler de “Arapça olmayan” sözcüklerle anlatılır.
Cennettekilerin, birtakım kumaşlardan giysiler giyecekleri anlatılır: “Sündüs” olacak! “Sündüs”, Süyûtî’nin aktarmasına göre “Farsça” ya da “Hint” dolaylarında (eskiden) kullanılan bir sözcük.500 “İpekli türünden ince bir kumaş”ın adı. (Bir tür atlas) “Istebrak” olacak! “Farsça” bir sözcük.501 “İpekli türünden kalın bir kumaş”ın adı. “Harir” giyecek cen-nettekiler.502 “İpek, ipekli kumaş” anlamında, “Farsça” bir sözcük.503
Cennettekilerin “gümüş” ve “altın” “bilezikler” takacakları da bildirilir.504 “Erkek, kadın herkes takacak”! “Erkek”lerin de “gümüş” ya da “altın” “bilezikler” takarak süslenir olmalarını düşünebiliyor musunuz? Belki siz yadırgarsınız ama, Muhammed düşünmüş “cennettekiler” için!
Ve cennettekiler, giysilerini giyip süslendikten, takacaklarını da taktıktan sonra “erike”lere oturacaklar.505 Kur’an’da bu sözcük çoğul olarak (“erâik”) kullanılır. Sözcük, Arapça değil, Süyûtî’nin aktarmasına göre “Habeşçe” bir çeşit “taht”, özellikle de “Kral tahtı” anlamında bir sözcük. Cennette “içileceği” bildirilen şeyler anlatılırken de daha çok “Arapça olmayan” sözcükler seçilmiş:
İçilecek şeylere “kâfur” katilmiş olacak!506 “Kâfur”: “Hindistan’da yetişen bir ağaçtan elde edilme, ak, sert kokulu bir madde.”507 Süyûtî’nin de aktardığı gibi, “Farsça” bir sözcük.508
İçilecek şeylere “zencebil” (zencefil) katılmış olacak.509 “Zencebil”, “Güzel kokulu bir bitki”.510 Celaleddin Süyûtînin aktardığı incelemeciler, bu sözcüğün “Farsça” olduğunda görüşbirliği etmekteler.511
İçilecek şeylere, “sonunda kokusu” duyulacak türden “misk” katılacak.512 “Misk”, “Özellikle Türkistan ve Tibet dolaylarında bir tür ceylanın erkeğinin karın derisi altındaki bir bezden çıkarılan güzel kokulu madde.”513 Farsçadaki kökü: “Müşk”.514 Süyûtî’nin aktarmasına göre de, “misk” sözcüğü “Farsça”dır.515
Anlaşılan “Cennet’te “içilecek şeyler” hep “kokulu” olacak!
Bir ayette anlatıldığına göre, cennetteki “pınar’lardan birinin adı, “Selsebil”dir.516 Kimi Kur’an yorumcularının da ileri sürdüklerine göre, bu sözcük, Araplar arasında ilk kez “Kur’an’dan işitilerek” yayılmış.517 “Selsebil”in “içimi kolay tatlı su” anlamında olduğu belirtilir.518 Süyûtî, hangi dilden olduğunu belirtmese de, “Arapça olmadığını” aktarır.519
Kur’an’da, cennetteki (şarap türünden) içkilerin, kimi zaman “ibrik”lerle içileceği açıklanır.520 “İbrik” de “Farsça”dır. Süyûtî de böyle aktarır.521 “İbrik”, bilindiği gibi, “su ve sulu şeyler koymaya yarayan kulplu ve emzikli kap”tır. Ve Türkçede de aynen kullanılır.
Cennette, erkeklere “huriler” verileceğinin bildirildiğini bilirsiniz. Bu cennet kızları, sık sık övülür Kur’an’da.. Bir övülüşleri de şöyledir: “Onlar, birer yakut ve mercan gibidirler.”522
“Yakut”: Bilindiği gibi “değerli bir taş”. Süyûtî’nin aktardığına göre, incelemeciler, bu sözcüğün de “Farsça” olduğu konusunda görüş birliğindedirler.523
“Mercan”: “Çoğu kırmızı renkte, ince dal gibi, süs olarak kullanılan bir madde.” Bu sözcüğün de “Arapça olmadığı”nı aktarır Celaleddin Süyûtî.524
Cennet kızları, bir de “inci”lere benzetilirler. Aynı benzetme, cennette erkeklerin “hizmetlerinde” bulunsunlar diye verileceği bildirilen “oğlanlar” için de yer alır.525
Görülüyor ki, “cennet’te neler bulunacağı anlatılırken, sözler, “Arapça olmayan”, özellikle de “Farsça” olduğu görülen sözcüklerle örülüp donatılmış bulunuyor. “Cennet” düşüncesinin nereden geldiğini oldukça ortaya koyan bir durumdur bu.
“Cehennem”: Arapça değildir. Halim Sabit Şibay, İslam Ansiklopedisinin “cehennem” maddesinde şöyle der: “Ahirette, azap yerinin adı. * İbranice ‘gehinnom’dan (gihinnam) geldiği söylenmektedir.”526 Şunu ekliyor: “Kimi doğubilimciler, bunun, Kudüs’ün yanında eski çağlarda Mo-loch adına yapılan kurbanların yakıldığı kuyunun adından (Hinnom Vadisi) alındığı görüşündedirler. Cihinnam, eski metinlerde bir kelimesine sıfat olarak, ‘çok derin’ manasında kullanılmaktadır.”527 Hayrullah Örs ise Musa ve Yahudilik adlı önemli yapıtında, şunları yazmakta: “Kötülerin gittikleri azap yerinin adı, ‘Hinnom oğullan vadisi’ anlamına gelen ‘Ge bna hinnom’ iken, sonraları ‘Gehenna’ olmuştur. “Gehennd olmuştur. ‘Ge bna hinnom’, Ken’ânilerin (Tanrı) BaTe, kurban edilen çocukları yaktıkları bir vadinin adıydı.”52*
“Asıl Tanrı”yı, dahası: “Tek Tanrı’yı, “Bal” simgeliyordu. Bu “Tanrı”yla ilgili daha önceki açıklamalarda da belirtilmişti bu. Ancak, Tevrat’ın çeşitli bölümlerinde belirtildiğine göre; çocukların “kurban” edildikleri “Tann”nın adı: “Moloch” (Molech) idi.529 Prof. Dr. Philip K. HM, bu “Tanrı’nın, eski Ken’an (Fenike) kentlerinden “Sur” kentinde bir “Kent Tanrısı” olduğunu düşünüyor.530 Ama çocuk kurbanları bu “Tanrı” adına da sunulsa, asıl düşünülen “Tanrı”; “Asıl Tanrıydı, “Ba’l” di. Ben bu görüşteyim.
Çocukların kurban olarak sunuldukları “gehinnom” ya da “gehenna” deresine gelince:
“Kurban’ların “Tann’ya bir “dere”de, bir “çukur”da, “kutsal sayılan” bir “kuyu”nun yanında sunulmaları eski ve epeyce yaygın bir gelenekti. Araştırmalar gösterir ki, “Zemzem Kuyusu” da bu türden bir kuyuydu.531
Sunulan kurbanların sonradan aynı yerde yakılmaları da eski bir gelenek olduğuna göre, sözü edilen “gehinnom” ya da “gehenna” adlı çukurun “ateş çukuru” diye düşünülmesi ve bunun “cehennem” düşüncesine kaynak olması doğaldır.
Burada “dehşet’le görülen o ki, bir “kurban çukuru”ndan, var olmayan bir “cehennem” uydurulup konmuş ortaya. Uydurma “Tanrı Krallığı” adına, sahte umut kaynağı uydurma “cennet” yanında, insanları bir de “korkutarak” işler “tezgâhlamak” için… Ve çağlar boyu inandırılan milyarlarca “insanı kurban etmek” için. Buna ne denir, adını sen koy; ama, “utanıyorum senden” ey “insanoğlu”! “İnanan”ındanda, “inandıran”ındanda!!!
Kur’an’da, “cehennem” anlatılırken kullanılan sözler de, “Arapça olmayan” sözcüklerle donatılıp özellikleştirilmiş bulunmakta.532 “Farsça” olan var yine.533 Dahası, kimi incelemecilerin “Türkçe” saydığı ve “pis kokan soğuk su” anlamına geldiği söylenen “gassak”534 sözcüğü bile var içlerinde. Geçelim:
“Tann Krallığı”nı anlatan “Arş”, “Kürsî”, “melik”, “melek”, “Cebrail”, “Mikail”, “melekût” (Tanrı Krallığı)… gibi sözcüklerin, ayrıca “karşı güç”ü oluşturan “İblis”, “şeytan”, “cibt”, “tâğût” gibi sözcüklerin Kur’an’da. yer aldıkları halde “Arapça olmadıkları”na, çoğunun “İbrani”, “Arami-Süryani”, kiminin “Nabat”, kiminin “Habeş”, kiminin “Yunan” çevrelerinden alınma sözcükler olduğuna “dikkat” çekilmişti. “Tanrı” ve “şeytan” krallıklarında önemli yerleri olan ve değişik konuları içeren başka sözcüklerden de örnekler sıralandı ve bunların da Kur’an’da. geçen önemli sözcükler oldukları halde “Arapça olmadıkları” belirtildi. Bu konularda, gerçeği bir de “sözcüklerin dilinden öğrenmek isteyen herkes, yeterince durup düşünmek zorunda bunlar üzerinde. Şimdi, Kur’an’ın “Tanrı”sını ve “nitelikleri”ni anlatan sözcüklerden birkaçına göz atalım:
“Allah”: Bu sözcük, İslam öncesi Araplarda da vardı.535 Bunu, Kur’an’ın kendisi de belirtir.536
Bilindiği gibi Arapça’da, katıksız Arapça olmayan bir “ilah” sözcüğü var. “Allah” sözcüğü bu sözcükten değişerek oluşmuş olabilir. Bu görüşün savunucuları var.537
Bir de “Arami-Süryani” dilinde bir sözcükle karşılaşılmakta: “Alaha” (Aloho).538 Aynı anlamda.
“Allah” sözcüğü, bu sözcüğün de değişmiş biçimi olabilir. Çok daha haklı olarak bu görüş de savunulur.539
Arap mitolojisini yazanlardan Dr. Muhammed Abdulmuid Han’ın aktarmasına göre Aramı dilinde, “Elah” biçiminde ve “Tanrı” anlamına gelen bir sözcüğe rastlanmıştır.540 Yine bu yazar aktarır ki, eski “Nabati” yazıtlarında da “Hallah” biçiminde bir sözcük görülmekte. “Tann’nın özel adı” gibi kullanılmış bulunmakta.541
“Allah”, sözcüğünün bu sözcüklerden alınmamış olmasını düşünmek kolay mı?
Prof. Dr. Philip K. Hitti’nin de, “Allah’la ilgili şunları yazdığını görüyoruz:
“Bu ad, hayli eskidir. Bu sözcüğe, Güney Arabistan Arapçasındaki kitabelerde rastlanır. Örneğin, el Ula’da bulunan bir Ma’in kitabesinde ve Sebe’den kalma bir başka kitabede olduğu gibi. Fakat İÖ 5. yüzyıldan kalma Lihyâni kitabelerde ‘HLH’ biçiminde, pek bolca görülmektedir. Bu tanrıyı, gerçekte Suriye’den elde etmiş olan Lihyan, Arabistan’da, bu tanrıya ibadetin ilk merkezini oluşturuyordu. Bu ad, Safa kitabelerinde, İslam’dan beş yüzyıl kadar önce, Hallah biçiminde geçmektedir. Aynı biçimde, Suriye’nin Um-mu’1-Cibâl kesiminde bulunmuş, 6. yüzyıla dayandırılan İslam öncesi bir başka Hıristiyan Arap kitabesinde de görülmektedir… “542
Wellhausen de, “Allah sözcüğüne, kitabelerde sık sık rastlarız” diyor.543
Açıkça görülüyor ki, Kur’an’ın “Allah”ı da Arapça değil. “Arap”lara, “Nabati”, “Arami-Süryani” çevrelerinden gelip girmiş bulunmakta. “Allah sözcüğüne, kitabelerde sık sık rastlanır” dendikten sonra şu özetin eklendiğini görüyoruz:
“Miladi 6. ve 7. yüzyıllarda O, bütün putların başını yemiştir. İşleri ciddileştiğinde, büyük tehlike ve yokluk anlarında putataparlar daima, Allah’a yönelirlerdi. Herhangi bir puta değil. Putataparlar için de Allah, Tanrılığın asıl sahibiydi. Muhammed’e gereken, sadece, onların, putları, Allah’ın Allahlığına ortak etmeleriyle savaşmaktı.”544
Bence onun bu “savaş”ı bile, birtakım işleri kotarmaya yönelikti. Sonrakiler tarafından da amaçlı olarak abartılagelmiştir. “Melik”: Bu sözcüğün “Kral “demek olduğu ve “Arapça olmadığı” yukarıda geçti. “Süryanice”sinin “Melko” olduğu da belirtilmişti.545
İşte bu sözcük, Kur’an’da, tam bu biçimi ve bu anlamıyla beş yerde “Tanrı” için kullanılıyor. Yani “Tann”ya “Kral” deniyor.546 Beş kez. Birkaç yerde de yine “Tanrı” için “Kral” anlamına gelecek nitelikte başka biçimlerinin kullanıldığı görülüyor.547
Haşr Suresi’nin 23. ve Cum’a Suresi’nin 1. ayetlerinde, “Tanrı”nın “sıfat’ına “Melik” sıfatıyla başlanmakta.
“Kuddûs”: Yukarıda gösterilen ayetlerde, ikinci olarak da “Kuddûs” deniyor “Tanrı”ya. Bu sözcük, “çok kutsal” anlamını içermekte. Bu sözcük de Arapça değildir. Süryani dilinde, din “Aziz”ine, “ermiş kişi”ye “kadiso” (sanctus) denir.548 Hıristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Ruhu’1 Kudüs) üçlüsünde yer alan “Ruhu’l-Kudüs”ü anımsayın. Oradaki “kutsal ruh”un (Tanrı’nın soluğunun), Muhammed eliyle “Kuddûs” yapıldığını ve “Tanrı”sına bir “sıfat” olarak verildiğini niçin düşünmeyelim? .
“Cebbar”: “Zorba” anlamında. Haşr Suresi’nin 23. ayetinde, “Tanrı’nın bir de “Cebbar”, yani “zorba” olduğu bildirilir. Kur’an’da. bu sözcük, hep “zorba” anlamında kullanılmıştır.549 Örneğin Kaf Suresi’nin 45. ayetinde, Muhammed’e:”.. .Sen onların üzerinde bir cebbar (zorba) değilsin…” denir. Gerçekteyse Muhammed’in yaşamını ve herkesi “cihat” yoluyla savaşarak “Müslüman etme çabası”nı düşünürsek, “Pekâlâ zorbaydı!” diyebiliriz. Tann’sına “zorba” dedikten sonra; doğaldır kendisinin de öyle olması.
“Cebbar” sözcüğü de Arapça değildir: İbranicedeki “geburah”dan gelmiş olabilir. “Geburah”, “güç=kudret” anlamındadır. Ve bu, İslam tasavvufuna da “Tanrı’nın gücü” anlamında, “ceberut” biçiminde geçmiştir.550 Tevfik Fikret de (1867-1915), ünlü “Tarih-i Kadîm” adlı şiirindeki; “Sahib-i kâinat olan ceberut”
dizesinde “ceberuf’u “Tanrı’nın gücü, zorbalığı” anlamında kullanmıştır. Bu dizenin biraz üstünden, biraz da altından alalım; A. Kadir’in Türkçesiyle okuyalım:
“Çok sürmez, köhne kitap (Kur’an, öncekiler), fikri gömen sayfaların, bugün olmazsa yarın yırtılacak. Ama kim yapacak dersin bu işi? Bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki, hangi güç kalkar, ben yaparım, der? Yerlerin ve göklerin sahibi mi? Tamam, işte oldu şimdi! Yeri göğü elinde tutan, o kibirli, O somurtkan ve dokunulmaz! Bütün kavgalar onun yüzünden değil mi?”551
O “köhne kitap”, bütün gücüyle, bütün “dehşet”iyle sürüyor yazık ki!.. “Vedûd”: “Seven-sevilen” anlamında. Kur’an’da. “Tanrı” böyle de nitelenir. İki kez.352
Bu sözcük de Arapça kökenli değildir. Eski çağlardaki bir “Tanrı”nın adı yansır bu sözcükle:
Arapların İslam’dan önce tapındıkları, adı Kur’an’da. da yer alan “Vedd” adlı bir “Tanrı”ları vardı.553 Araplar, öteki “Tanrıları gibi bunu da başka toplumlardan almışlar, ileri sürüldüğüne göre, Nuh döneminden, İslam’a değin tapınagelmişlerdi.554 “Nuh” uydurmasını bir yana bırakırsak, bu “Tanrı”ya Arapların uzun süre tapınageldiklerini gerçek saymamak için bir neden yok. “Sevgi Tanrısı”ydı “Vedd”. Eros gibi.555
İşte bu “Tanrı” da, adını daha önceki sözcüklerden almış bulunmakta:
İbranice’de “Devd=Dod” diye bir sözcük var. “Ved”deki “vav” harfi yer değiştirmiş. Bu harf, İbranicedekinde “başta” değil; ortada yer alıyor. Ve “Devd=Dod” sözcüğü de, “sevgi” anlamı içeriyor. Dahası, “Sevgili” anlamında.556 Yani, Kur’an’ın “Tanrı”sının “sıfat’larından olan “Vedûd”un anlamını içermekte.
Bir de “sevgi ağacı” anlamına gelen bir “Babil’li sözcük var: “Dodaim” ya da “Du-Du”.537
Ve eski Babil’in “Yüce Tanrı”sı “Marduk”un da, “Du-Du” sanıyla anıldığı belirtilir.558
Aramilerin “Ulu Tanrı”sının adının da “Eded” (Addu=Hadad) olması, burada anılmaya değer. “Eded”, “yağmur ve gök gürültüsü” Tannsıydı. Tüm “Ulu Tann’lar gibi o da “iki yönlü”ydü; “yağmur” göndererek “yararlı” ve “sel” göndererek “zararlı” olduğuna inanılırdı. Bununla birlikte, özellikle Suriye tarımcılarının “sevgilisi” sayılmaktaydı. Ona olan tapınma, Güneş’e tapınmayla iç içeydi.559 Fenikelilerin “göklerin efendisi” diye nitelenen ünlü “Tann”sı “Ba’l”, bir yönüyle korku, öbür yönüyle umut kaynağı görülen bir “sevgili” Tanrı’nın Aramilerdeki karşılığıydı.560
Kur’an’ın “Tanrı”sını da, bunlar göz önünde tutularak değerlendirmek gerek: Bu Tanrı, bir yandan “zorba” bir “Kral” diye tanıtılıyor, öbür yandan “seven, sevilen”; kısacası, “Sevgili” diye niteleniyorsa durup düşünmek gerek üzerinde. Alındığı kaynaklardaki “Tanrıların “nitelikleri, “iki yönlü” oluşları gözden kaçırılmadan…
“Kayyûm”: “Hiç yitmeyen, uyumayan bir bekçi” anlamı verilir.561 “Tanrı”rının, Kur’an’daki en önemli sayılan “ad” ve “sıfatlarından 562 Arapça değildir.
Celaleddin Süyûtî, bu sözcüğün “Süryanice” olduğunu ve “uyumayan” anlamına geldiğini aktarır. 563
Arapça olmayan, “Arami-Süryani” ya da “İbrani” (Yahudi) çevrelerinden alınma sözcüklerle “Tanrı ad ve sıfatları”, yalnızca bunlar değil kuşkusuz. Ama bu birkaç örnek bile, Muhammed’in “Tanrı”sının, “sıfatlarıyla birlikte nereden, nerelerden gelme olduğunu göstermeye yeter.
Kur’an’daki “Tanrı’nın ad ve sıfatları”, Tevrat’la ve İncil’de sunulanlardan farklı değiller gerçekte. Tümününki de, daha öncekilerden… Yeterli bir inceleme ve karşılaştırmada bu açıkça görülür.
“Tanrı ad ve sıfatlarından her biri, “Putataparlar”ın, “Tanrı”larından birine karşılıktır.
Üç “kutsal kitap”taki “melek”lerden her birinin, yine “Putataparlar”ın “Tanrı’larından birinin karşılığı olduğu gibi.
Bu durum, bir gerçeği, tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor: Söz konusu kopyacı “kutsal kitaplar”, ileri sürüldüğünün tersine, “Tektanrıcı” değil; “Çoktanrıcı”dırlar. Varlıkları için “asıllarını inkâr etme” çabasında olsalar da…
Başka türlü olsalardı, insanlık için durum çok mu değişik olacaktı?
Elbette ki, hayır.
Ben burada, sürdürülegelen bir yalanın, altını çizmiş oluyorum yalnızca. Yineleyerek de olsa…
“Başka türlü olsalardı” diyorum. Olamazdı ki, zaten. Yani bu kitapların sundukları “Tanrı”, gerçekte “Tek” olamazdı. Çünkü, iki şey var ortada: Korku ve umut. Daha önce de üzerinde durulduğu gibi, bunun ikisi de sömürü konusudur ve hiçbirinden vazgeçilemez.
Böyle olunca da, “görünmez güç’lerin, birden çok olması; hangi ad ve nitelik alırlarsa alsınlar iki karşıt çizgide yer almaları şart:
İster “birden çok Tanrı” öne sürersiniz. Kimine “şu Tanrı”, kimine “bu Tanrı” dersiniz.
İster “ikici” olur, birbirine “karşıt” iki “Tanrı” gösterirsiniz. Bunlardan birine “şer”li, öbürüne “hayır”h işler yüklersiniz. Buna göre sıralanan güçler de uydurursunuz: “İyicil’ler, “kötücül”ler, “melek”ler, “şeytan”lar gibi… Başlarına “amir”ler, “komutan”lar da korsunuz bunların.
Ama yaratıp yutturma yolunda olduğunuz “Tanrı”lar “iki” de olsa, “ikiden çok” da olsa, “en tepe”ye bir “güç” yerleştirmeniz gerekir. Toplayıcı olmak, kitleleri istenen yöne yönlendirmek için vazgeçemeyeceğiniz bir koşuldur bu. “Tepe”de öyle bir “görünmez güç” olmalı ki, “tüm güçleri kuşatmalı”. “Kuşatıcı” olması için de “iki yönlü” olmalı. Bir yönüyle, “korku”, öbür yönüyle “umut” vermeli. Yeri geldiğinde, herkese “dur!” yada “yürü!” diyebilmeli.
“İkici” dinlerde de, “çoktanrıcı” dinlerde de bu görülür. Daha “ilker’lerinde bile.565
Ya da ister “tüm tanrılar”a: “Hayır!” der, yalnızca “bir Tanrı” benimsemiş görünürsünüz. Öyle sunarsınız.
Ne var ki, vazgeçilemez bir koşul var önünüzde: Yaratıp “Tektanrı” diye yutturmaya çabaladığınız bu “Tanrı”ya öyle “ad”lar, öyle “sıfaf’lar vermelisiniz ki, her biri, bir “Tanrı”ya “bedel” olsun ve “iki grup”ta sıralansınlar: Bir kesimi, “korku”, öbür kesimi “umut” versin. Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve Müslümanlıkta olduğu gibi… Birincisinde ve üçüncüsünde özellikle…
“Tanrıya verdiğiniz “karşıt nitelikler” de yetmeyebilir. O zaman; “melek’ler, “cin”ler, “şeytan”lar uydurursunuz, sorun kalmaz. Böylece oluşturmak istediğiniz “krallığı” kurup tamamlamış olursunuz.
Üç “kitaplı” dinde olan, budur işte.
Yukarıdaki seçeneklerden hangisi olursa olsun; “fark” görünüştedir. Yalnızca “görünüş”te… “Yutturmadaki yöntem farkı”dır yalnızca.
Yazan: Turan Dursun (Kutsal Kitapların Kaynakları 1’den alıntıdır)
Yukarıdaki dipnot numaraları Turan Dursun’ un orijinal çalışmasında vardır ancak Turan Dursun’un öldürülmesinden sonra evine araştırma için giren polislerin götürdüğü pek çok yazılı çalışma arasında kaybolduğu tahmin ediliyor.
X
KURAN, MUHAMMED TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR
Müslümanlar, Islamiyet dininin anayasası ve kutsal kitabı olarak kabul edilen Kur’an’ın, yaratıcı Tanrı’dan-varsa eğer- geldiğine inanırlar. Çünkü, Muhammed, kendisinin Allah’ın-varsa eğer- elçisi olduğunu iddia ederek, Kuran’daki ayetleri Allah’ın kendisine vahiy yolu ile ilettiğini beyan etmiştir. Bu konuda ne bir şahidi ne de bir delil bulunmaktadır. Dolayısı ile, dinin karanlık çekiciliği ve bilinmezliğin korkusuna kapılan kişiler, bu iddiayı sorgulamaya bile kalkmadan, hemen inanırlar. Aksini düşünmek, Muhammed’i “Acaba doğru mu söylüyor?” diye sorgulamak bile onlara “günah” görünür, bu nedenle de yapamazlar.
Kuran’ın, Allah-varsa eğer- tarafından gelmediğine dair göstergeler vardır. Kişi, Kuran’ı okuduğunda, içindeki akıldışı ve bilimdışı ifadelerden, birbiriyle çelişen ayetlerden bubu kolayca anlayabilir. Çünkü, Allah varsa eğer, bu denli hatalar ve çelişkiler yapmış olamaz.
Cumhuriyet Gazetesi’nde 04 Ekim 2000 tarihinde yayınlanan bir makale, bu düşünceyi doğruluyor. Makaleyi yazan da öyle herhangi birisi değil, İlahiyat Profesörü ünvanına sahip olan Sn.Mehmet Dağ. Bu makaleyi okuyunca, Kuran’ın insan elinden çıktığını, bir başka deyişle Muhammed ve arkadaşlarının hazırlamış olduğunu bir kez daha anlayabiliyoruz. Prof.Dr.Mehmet.Dağ’ın Cumhuriyet’te 04.10.2000 tarihinde yayınlanan makalesini aşağıda sunuyorum:
İslam Dininde Reform, Ama Nasıl?
Prof. Dr. Mehmet DAĞ Ondokuz Mayıs Üni. İlahiyat Fakültesi
Önce ”Kuran’ı yeniden yorumlama” biçiminde başlayan, son zamanlarda ise ”dinde yenileşme” biçiminde ortaya sürülen, özellikle Diyanet kaynaklı tartışmaların, başta Sayın Başbakanımız olmak üzere, kimi çevrelerde sıcak karşılandığı ve laiklik adına desteklendiği görülmektedir. Acaba bu tartışmalar öyle sıcak karşılanacak ve laiklik adına desteklenecek denli anlamlı ve önemli mi? Böyle olduğunu söylemek son derece güç. Gerek Diyanet çevrelerinden kamuya yansıyan söylemler, gerekse ”reform” sözcüğünü mahkûm edip, yerine ”tecdid” (yenileştirme) sözcüğünü yeğleyen ilimcilerin açıklamaları şeriatçı (toplumsal düzeni dine dayandıran) anlayışta bir değişiklik getirmiyor; tersine her yeniliği dinsel bir eksene oturtma amacı taşıyor.
Bu çevrelere göre, ”Kuran’daki hiçbir yargı bağımlı ve koşullu olamaz; onların deyişiyle mutlaktır; bu nedenle her türlü yoruma açıktır; her değişimi ve yeniliği bu yargıların kapsamına yerleştirme olanağı vardır; Kuran gerek nesneler, gerekse insan ilişkileri alanında hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır; Kuran’da eksiklik görenler, Kuran’ı anlayamayanlardır; o halde anlayamayanlara yorum yoluyla anlatmak gerekir.” Aslında bu söylem yeni bir söylem değil. İslam Hicaz bölgesinden çıkıp, daha kültürlü ve örgütlü Kuzey bölgelere yayıldığında, karşılaşılan yeni gerçekler ve değerler karşısında Müslümanların takındığı bir tutumdur. O dönemde eski Yunan, İran ve Hint kökenli kültür hazinesi İslamlaştırılmış; Kuran’daki kimi yargıların bu kültürlerle ilişkisi, böyle bir gelişmeyi kolaylaştırmıştır (1). Geçmişte bu yönde yapılanlar Müslümanın önünü açamamış; tersine o dönemin var olan bilimini ve kültürünü kutsallaştırarak, her türlü devrimsel gelişmenin önünü tıkamıştır. Geçmişte yaşanmış bir deneyimi çağımızda yeniden yaşamanın ya da bu topluma yaşatmanın, bireysel birtakım bencilce doygunlukları gerçekleştirmek dışında, bir anlamı, ülkemize bir yararı olabilir mi?
Aslında bugün yapılması gereken, çağdaş bilimsel yöntemleri Kuran yargılarına (ayetlerine) uygulamaktır; bir başka deyişle, somut gerçeklere dayanmayan hiçbir yorum ve açıklamayı, dayanaksız kestirimleri (tahminleri) kabul etmemektir. Kuran’a bu açıdan bakıldığında, ortaya çıkabilecek, altı çizilmesi gereken doğrular neler olabilir diye araştırıldığında, şu hususlarla karşılaşırız:
a) Kuran tarihsel bir geçmişe dayanır; Babil ve Mısır geleneği, Hellenistik gelenek, Musevi ve İsevi, hatta Maniheist gelenek bu geçmişte önemli bir yer tutar. Bu nedenle İslamcıların Kuran dışı hadis geleneğindeki Musevi öğeleri çağımıza uymuyor gerekçesiyle İsrailiyat diye aşağılamalarının hiçbir anlamı yoktur; çünkü İsrailiyat Kuran’ın kendi içinde vardır.
b) Kuran ayetlerinin toplumsal ve kültürel bir bağlamı vardır. Kuran’daki yargıların hemen hemen tamamı Hicaz bölgesinde yaşanmış ve o sırada yaşanmakta olan bir olguyla ilgilidir. Henüz peygamberi (mürşidi) olmayan putatapıcı (müşrik) Arapların peygamber beklentileri (2), kölelik (3), kadınların durumu (4), örtünme (5), yetimlik (6), yoksulluk (7) bu konuda hemen sayılabilecek kimi örneklerdir.
c) Kuran, 40 yaşında peygamber olan Hz. Muhammed ‘in yaşam deneyiminden, bilgi birikiminden ve ruhsal durumlarından ayrı düşünülemez. Kuran’ın çoğu çözümleri bu yaşam deneyimi, bilgi birikimi ve Hz. Muhammed’in ruhsal eğilimlerine (sevgi, istek ve nefretlerine) dayanır. Sözgelimi, Kuran’ın kölelik konusundaki çözümleri, hem Kuran’ın o dönemde geçerli olan kölelik gerçeğini kabul ettiğini, hem de Hz. Muhammed’in Hicaz dışındaki Ortadoğu kaynaklı kölelik uygulamasıyla ilgili deneyimlerini anımsatmaktadır. Bu uygulamaya göre, kölelik bir kader olmayıp değiştirilebilir; sözgelimi köle, tıpkı Kuran’da yer aldığı gibi, özgürlüğünü satın alabilir (8). Kuran’ın çok kadınla evlilik konusundaki çözümü (9), Hicaz toplumunda var olan yoksul ve zengin kadınlarla ilgili evlilik uygulamasının mutlu bir uzlaşımı gibidir; çünkü Hz. Hatice örneğinde olduğu gibi, zengin kadınlar eşlerinin
çok kadınla evliliğinde önemli bir engel oluşturmaktadır ve özellikle Hicaz bölgesindeki Hıristiyan gelenek de Hz. Muhammed’in bilgisi dışında değildir. Bu nedenle Kuran bir yandan çokeşliliğe izin verirken bir yandan da tekeşliliği önermektedir. Kadına son çare olarak ”dayak” (10) ( İlimcilerin yaptığı gibi, Arapça ”ve ‘dri- buhunne” sözcüğüne işlerine gelen anlamı vererek güçlükten kurtulmanın yolu yoktur), kadınların ikinci dereceden varlık oluşları (11), o dönemin insanlarının kadına bakışıyla ilgilidir. Erkeğin kadına üstünlüğü açıkça Kuran’da yer aldığı gibi, erkeğin kadına hangi açılardan üstün olduğunu belirten hadisleri de (12) dayanaksız bir biçimde uydurma diye yadsımanın bir anlamı yoktur. Bunlar o dönemin yaşanan gerçekleridir; Kuran bu gerçekleri yok saymamıştır.
Hz. Muhammed’in ruhsal durumunu yansıtan ayetlerden birkaç örnek vermek gerekirse; Hz. Muhammed yetimliğin ve yoksulluğun acısını çekmiş olan biridir; Kuran bu paralelde yetimleri ve yoksulları korumaya büyük bir önem verir (13). Yolda kalmışlara yardım (14), Hz. Muhammed’in ticari gezilerinden soyutlanarak ele alınamaz. Hz. Muhammed’in Ayşe ‘ye olan sevgisi evliliğini kurtardığı gibi, zina olayının saptanmasının neredeyse olanaksız birtakım koşullara bağlanmasını sağlamıştır (15). Hz. Muhammed’in gönlünü kölesi Zeyd ‘in karısı Zeynep ‘e kaptırması, Zeynep’in kocasından boşanarak Hz. Muhammed’le evlenmesiyle sonuçlanır (16). Fakat Kuran bu olayları Hz. Muhammed’in duygusal eğilimlerinden soyutlar ve Tanrı’nın bilgisi, takdiri ve ulaştırdığı hayırlı bir sonuca bağlar. Hz. Muhammed’i korumaya alır (17).
ç) Kuran ayetlerinin içeriği Hz. Muhammed’in peygamberlik yaşamında geçirdiği değişime koşut (paralel) bir değişim göstermiştir. Sözgelimi, hicret öncesi ayetler hem daha yumuşak ve hoşgörülü hem de siyasetten uzaktır; buna karşılık Hz. Muhammed’in devlet başkanlığı sürecinin başladığı Medine dönemiyle birlikte ayetler giderek sertleşir, hoşgörü ve yumuşaklık ortadan kalkar; hukuksal düzenlemeler yoğunlaşır. Kuran sık sık ”düşünmek” ten (18) ve ”anımsamak” tan (19) söz etse de, düşünmek ve anımsamak İlimcilerin ve Diyanet camiasının sözünü ettiği gibi, evrendeki nedensel bağlantıları düşünmek ve anımsamak değildir; çünkü Kuran, Tanrı dışında gerçek hiçbir neden kabul etmez. Kuran’a göre, her olayın ardında Tanrı vardır. Geleneğimizde takdir-i ilahinin önemli bir yerinin bulunması ve her şeyin Tanrı’nın iznine bağlanması, Kuran’ın bu bakış açısıyla ilgilidir. Tanrı yaratır, yaratırken özellikle tapınma ve sınav için (20) yarattığı insanı düşünür; insanın çıkarına, yararına ve iyiliğine olan şeyleri yaratır. Örnek vermek gerekirse; Tanrı gündüzü çalışmak, geceyi dinlenmek için (21), şimşeği ve gök gürültüsünü insanları korkutmak için (22), yeryüzü ve gökyüzünü insanların yiyecek ve barınma sağlaması için (23), yıldızları ve öteki ışıklı gök cisimlerini insanların aydınlanmaları ve yollarını bulabilmeleri için (24) yaratmıştır. İşte insanın bunları düşünmesi ve anımsaması ve sonuçta Tanrı’ya yönelmesi gerekir. Kısaca ifade etmek gerekirse, Kuran’da çağdaş bilgiyi kuracak hiçbir şey bulamayız; ama Tanrı’ya inanca yönelten pek çok ayetle karşılaşabiliriz. Kuran bildirisinde dikkati çeken ana amaç, Tanrı’ya inancı sağlamak; böylece Kuran’da tanrısal kaynaklı olduğu ileri sürülen yargıları inananlara kolaylıkla dayatmaktır.
Görüldüğü gibi, hangi kaynaktan geldiği savlanırsa savlansın, toplumsal, ahlaki ve hukuksal yargıları saltık (kayıtsız, koşulsuz) yargılar olarak nitelemenin olanağı yoktur. Bu türden yargıların oluşumunu toplumsal ve kültürel koşullar belirler. O halde ne her şeyi din eksenine oturtmayı amaçlayan Kuran’ı yeniden yorumlama ne de dinde yenileşme toplumumuzu esenliğe çıkarabilir ve ona huzur getirebilir. Yapılması gereken, büyük önder Atatürk ‘ün önderliğinde cumhuriyetimizin ilk 23 yılında olduğu gibi, yeni kuşaklara çağdaş bilimin ne olduğunu, hangi yöntemleri kullanarak anlamlı sonuçlara varılabileceğini iyice öğretmektir. Eğer bu yapılabilirse, insanımız birilerinin yorumuna ve dini yenileştirmesine gerek kalmadan dinini ve inancını pekâla kendisi kurabilir.
(1) Prof. Dr. Mehmet DAĞ, Ondokuz Mayıs Üni. İlahiyat Fakültesi, İslam Felsefesinin Bazı Temel Sorunları Üzerinde Düşünceler, OMÜİF. Dergisi, Sayı 5, Samsun 1991, ss. 9-10,
(2) Kuran’a göre, Tanrı her topluluğa uyarıcı yollamıştır. Araplara da kendi içlerinden birini elçi olarak belirlemek suretiyle bu beklentiye yanıt vermiştir (bkz., Kuran, Fatır (35), 24: ”Geçmiş her topluluk için bir uyarıcı bulunagelmiştir”; Nahl (16), 36: ”And olsun ki, her topluluğa, Allah’a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının, diyen peygamber göndermişizdir”; Ra’d (13), 30: ”Sana vahyettiğimizi okuman için, seni de onlardan önce nice toplulukların gelip geçtiği bir topluluğa gönderdik”; Cum’a (62), 2: ”Ümmi kimseler arasından, kendilerine ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur, daha önce, kuşkusuz apaçık bir sapıklık içinde idiler; onlardan başkalarına da -ki henüz onlara katılmamışlardır- Kitap ve hikmeti öğretmek üzere peygamber gönderen Allah’tır”. Bu son ayette, anlaşılacağı üzere, okuma-yazma bilmeyen ya da Kitap’tan yoksun olan anlamına gelen ümmi topluluktan amaçlanan, daha önce peygamberi olmamış putatapıcı Araplardır.
(3) Nur (24) 32-33.
(4) Bakara (2), 221 vdd., 282; Nisa (4), 11, 22 vdd, 34, 176; Ahzab (33), 4.
(5) Nur (24), 31; Ahzab (33), 59.
(6) Bakara (2), 220; Nisa (4), 2 vdd.; En’am (6), 152; İsra (17), 34; Fecr (89), 17; Duha (93), 6-9; Maun (107), 2-3.
(7) Fecr (89) 18; Maun (107), 2-3.
(8) R. N. Frye, The Heritage of Persia, A Mentor Book, New York 1996, ss. 178-179.
(9) Nisa (4), 3.
(10) Nisa (4), 34. Anılan sözcük ancak ”an” (den, dan) edatıyla birlikte kullanıldığında ”den uzaklaşmak” anlamına gelir. Ayette böyle bir şey yoktur. Arapça bilmeyenleri kandırmak için olmadık dil cambazlıkları yapmak gerçek bilim insanlarına yakışmaz.
(11) Bakara (2), 228
(12) Kuran bu konuda neden olarak kadınların unutkanlığını vurgular (bkz. Bakara (2), 282). Hadislere göre, ”kadınların aklı eksiktir; çünkü kadının tanıklığı erkeğin tanıklığının yarısıdır. Dini eksiktir; çünkü kadın aybaşı halinde iken namaz kılamaz” (bkz., Buhari, Hayz, 6; Müslim, İman, 32). Bu hadisler Kuran’ın ruhuna uygundur; uydurma olma olanağı hemen hemen yok gibidir.
(13) Bakara (2), 220; Nisa (4), 2 vdd.; En’am (6), 152; İsra (17), 34 vb. .
(14) Bakara (2), 177.
(15) Nur (24), 11-17. Ayette zina konusunda 4 tanık şart koşulmuştur. Fıkıh kitaplarında tanıkların zina olayını gözle görmeleri zorunlu görülmüştür.
(16) Ahzab (33), 37.
(17) Bkz., 15 ve 16. dipnotlardaki ayetler.
(18) Ta’kilun ya da çeşitli türevleri. Bu sözcükler ayetlerde sık sık geçer. Özellikle insanların iyiliğine ve yararına olarak Tanrı’nın yaratışının dile getirildiği ayetlerin sonuna eklenir. Böylece Tanrı, insanları yaratılış hikmetleri konusunda düşündürmüş olur. Bkz., sözgelimi, Bakara (2), 73, 76, 164, 242; Al-i İmran (3), 65; En’am (6) – 32; Mu’minun (23), 80 vb.
(19) Yetezekkerun ve türevleri de ayetlerde oldukça sık olarak geçer. Bkz., sözgelimi, İbrahim (14), 25; Zümer (39), 9, 27; Mu’min (40), 13 vb. .
(20) Zariyat (51), 56; Mülk (67), 2; Maide (5), 48.
(21) Nebe (78), 9-11; En’am (6), 96.
(22) Ra’d (13), 12-13.
(23) Hicr (15), 19-20: Lukman (31), 10
(24 Furkan (25), 61; Mülk (67), 5; Nuh (71), 16; Hicr (15), 16; En’am (6), 97.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, 04.10.2000
X