TABULARA, TALANA, YALANA BALTA

TABULARA, TALANA, YALANA
BALTA

IRKÇILIĞA, SÖMÜRÜYE, ŞERİATA
HAYIR!..

Sorumlusu: Av. Hayri BALTA
+
hayri@tabularatalanayalanabalta.com
www.tabularatalanayalanabalta.com
X

MUHAMMED’İN KURAN’I HAZIRLAMASINDA YARDIMCI OLAN ETKENLER
(Arif Tekin’in Kuran’ın Kökeni adlı eserinden derlenmiştir)
Muhammed’in Bilgi-Kültür Seviyesi Ve Aile Yapısı
Muhammed, Mekke Site Devleti’nin emirliğini yürüten bir ailenin çocuğuydu. Babası Abdullah ölmüş, dedesi Abdulmuttalib onu himayesine almıştı. Abdulmuttalib, aynı zamanda Mekke’nin yönetiminden sorumluydu. Onun ölümünden sonra da Muhammed’in amcası Ebu Talip, hem bu yönetim görevini, hem de Muhammed’in velayetini üstlenmişti. Muhammed’in yönetici bir ailenin çocuğu olması, kendisinin çevredeki insanlardan daha ileri bir kültür düzeyine sahip olması konusunda çok önemli bir avantajdı. Kaldı ki Araplar, çocukları iyi Arapça öğrensinler diye onları Arapça’nın iyi konuşulduğu bölgelerdeki süt annelerine verirlerdi. Bu, öreden beri süregelen bir gelenekti. Mekke’de konuşulan Arapça’nın pek o kadar gelişmiş olmaması, çocukların, öz Arapça konuşulan bir bölgeye gönderilmesine başlıca sebep teşkil ediyordu. Çocukların bu bölgelerdeki süt annelerine verilmesinin bir diğer nedeni de, onların iyi bir şekilde Arapçayı kavrayıp, yapılan şiir müsabakalarında şiir okuyabilecek bier aşamaya gelmelerinin sağlanmasıydı. Muhammed’in ileri gelen bir ailenin çocuğu olması, ona bu imkanı sağladı ve Muhammed, dilin öğrenilebileceği en iyi yaş olan olan 0-6 yaşları arasında Mekke civarındaki Sadoğulları’nda kalmıştır. O’nun öz Arapça öğrenmek üzere sütannesine verildiği ve bunun sonucunda da çok güzel Arapça öğrendiği kendisi tarafından şu şekilde dile getirilmiştir: “İçinizde benim gibi Arapça bilen yoktur. Zira hem Kureyş kabilesinden olmam, hem de öz Arapça’yı konuşan Sadoğulları yanında kalmam, bana bu imkanı sağladı.” (İbn-i Sad, Tabakat-ı Kübra, 1/53; Kütüb-i Sitte, İbrahim Canan Tercemesi, 15/349; Halebi, İnsanü’l Uyun, 1/89; Hüseyin Akgül, Hz.Muhammed, s.14, Diyanet Yayını; Diyarbekiri, Tarih-i Hamis, 1/223; Zekeriya Kitapçı, Yeni İslam tarihi ve Türkler, s.136-137; İbn-i Hişam, Siret-i Nebi, s.167-168.)
Muhammed’in toplumsal olaylarda duyarlı olmasına olumlu etki yapan fakirlik faktörü
Gerçek şudur ki, Muhammed, kendi çağının çok önemli bir devlet adamıdır. Onun çok zeki bir insan olduğu konusunda şüphe yoktur. Muhammed’in yönetici bir aileden gelip yetim kalması sonucu, ekonomik şartların onun aleyhine oluşması, onu arayışlara sevk etmeye vesile olmuştur. Hatta zaman içinde onun ekonomik durumu o kadar kötüleşmiştir ki; Mekke halkına çobanlık yapacak kadar yoksullaşmıştır. Ekonomik olarak büyük sıkıntılar içine girdiği için, amcası Ebu Talip’ten kızı Ümmü Hani’yi istediği halde, amcası kendisine vermemiş ve aynen şöykle demiştir: “Herkes ancak kendi dengiyle evlenir. Senin durumun belli, ben nasıl sana kızımı vereyim?”. Çok zeki olan Muhamed’in bu dezavantajlar içerisinde yaşaması, onun duyarlı bir birey olmasına önemli derecede etki yapmıştır. Zaten tarih boyunca sosyal olaylarda genelde yoksullar devrim yapmışlardır. Bu olayın da Kuran’ın oluşturulmasında Muhammed’i harekete geçiren önemli bir etken olduğu düşünülebilir. (Çobanlık yaptığına dair kaynakça: Buhari, İcare, 2. bap; İbnü’l Cevzi, Sıfat-ı Safve, 1/35; İbn-i Sad, Tabakat-ı Kübra, 1/59; Hindi, Kenzü’l Ummal, No: 37763; heysem,, Mecmeu’z-Zevaid, 9/221; Askalani, el-İsabe…, No: 12285; Muhammed Sait Mubeyyıd, Mevsuatu Hayati-s-Sahabiyat, 611; İbn-i Habib, Muhabber, 98).
Muhammed okur-yazar mıydı? Kuran’ın ilk ayetiyle Muhammed’in okuryazar olmadığı iddiası arasındaki çelişki
Kuran’ın ilk cümlesi “Oku!”dur. Kuran, Islamiyet’in kutsal kitabı olduğuna göre, kendisini Allah elçisi olarak tanıtan Muhammed’in 63 yaşına kadar okur-yazar olmaması nasıl açıklanabilir? Bu durumda karşımıza şöyle bir olumsuz tablo çıkmaktadır: (Bu mantık, Kuran’ın gerçekten kutsal bir kitap ve Muhammed’in de gerçekten Allah’ın-varsa eğer- peygamberi olduğu varsayımı ile mümkündür): Birinci durum, Allah’ın Muhammed’e gönderdiği ilk ayet “Oku!” olmasına rağmen, Muhammed bu emri dikkate almamış, okuma-yazma öğrenmek için bir gayrete girmemiş demektir. Ya da, Allah, okumanun önemini bu denli bir hassasiyetle vurgulamış olmasına rağmen, Muhammed’e okuma-yazmayı becerecek akli yeteneği vermemiştir.
Oysa, kutsal bir kitabuı insanlara duyurmak için seçilmiş olan birisi için bular geçerli olamaz. Çünkü, her iki durumun da geçerli olması halinde bir iç tutarsızlık ortaya çıkar. Birinci durumun, yani Muhammed’in Allah’ın emrini dikkate almamış olmasının kabulü halinde, Muhammed, Allah’ın emrine itaatsizlik göstermiş demektir. Bu da hemen işin başında iken, peygamberlik sıfatını kaybetmesi anlamına gelir. Zira, İslam inancına göre, bir insanın peygamber olabilmesi için zorunlu beş temel koşuldan birisi olan “sadakat” sıfatına sahip olması gerekir. Bir başka deyişle, bir peygamberin “Tanrı’sına sadık ve onun emirlerini harfiyen yerine getirmesi” beklenir. Bu asgari bir koşuldur. Bundan ayrı olarak, diğer ikinci koşul olan “emanet” de yerine getirilmemiş sayılır. Allah’tan “Oku!” emrini alan kişi, bu emri yerine getirmeyerek güven vermemiş olur. Bu herşeyden önce, Kuran’a karşı suç olsa gerekir. Zira, peygamberliğin bir diğer koşulu da, “ismet”tir. Yani, masum-suçsuz olmak demektir. Muhammed, ömrünün sonuna kadar peygamberlik sıfatını taşıyacağına göre, tüm bu koşullara ömrünün sonuna kadar sahip olması gerekiyordu. Hal böyle olunca, önermemizi, “Muhammed, Allah’a sadık, bağlı ve onun emirlerini kusursuz bir şekilde yerine getiren aynı zamanda güven verici birisidir” şeklinde formüle ettiğimiz durumda da, onun neden okur-yazar olmadığını açıklamakta çaresiz kalırız.
Burada elimizde tek bir yol kalıyor. O da, ilk çözümlemede ele aldığımız ikinci olsasılık. Yani, Muhammed’in okur-yazar olamayacak kadar zeki ve becerikli olmadığı.. Oysa, bu durumda da bunu düşünmek mümkün değildir. Öncelikle, peygamber olmanın diğer bir koşulu olan “fetanet” karşımıza çıkar. Fetanet, akıllı ve zeki olmak demektir. Şu halde, Muhammed, akıllı ve zeki olmalı idi.
Buna ilave olarak, İslam inancına göre madem ki Allah herkese dilediği ölçüde zeka ve beceri verme kudretine sahiptir, yine made mki Muhammed Allah’ın en sevgili kuludur, o halde Allah, belki de ilk olarak Muhammed’e okuma-yazma konusunda gerekli yetenekleri vermiş olmalıydı. Bu durumda, Muhammed’in sorunu daha da büyüyecek, öyle ki; Muhammed, sadece “Oku!” emrini yerine getirmeyen bir kişi olarak değil, peygamberlik görevinin gerektirdiği beş zorunlu koşuldan dördünü ihlal edip, sadece “tebliğ” koşulunu yerine getiren bir peygamber olarak karşımıza çıkmış olacak. Bu durumda da, Allah’ın emirlerini insanlığa aktaran/duyuran, ancak kendisi o emirleri yerine getirmeyen bir peygamber durumuna düşer.
Ayrıca, Muhammed’in ashabından olan Zeyd bin sabit, 15-20 gün gibi çok kısa bir süre içinde İbraniceyi öğreniyor ise, Muhammed’in okuma-yazma bilmediğini ve öğrenemediğini gerçekçi bulmak çok güçtür. (Zeyd’in 15-20 günde Muhammed’in emriyle yazı öğrendiğine ilişkin kaynakça: İbni Esir, el-kamil, 2/176, “Üsd”, No:1824; Ebu davud, İlim, 1; Tirmizi, İstizan, 22, No:2716; Buhari, Ahkam, 40).
Netice olarak, şu sonuca varıyoruz: Muhammed, kendi zamanının duyarlı insanların en önemlisi ve gerçekten de kendisi en iti yetiştirmişlerden birisidir. “Okur-yazar olmaması” iddiası ise, bu kendi düşüncelerini topluma kabul ettirebilmek için uydurulmuş bir taktitktir. Böylece, “Kur’an, Allah’ın, Muhammed aracılığıyla insanlığa gönderdiği bir kutsal kitap değildir. Kuran, Muhammed’in ve arkadaşlarının hazırlamış olduğu bir beşeri eserdir.”
Bütün bu bilgiler değerlendirildiğinde, Muhammed’in okur-yazar olmadığı iddiası pek gerçekçi olmuyor. Ancak; varsayalım ki, Muhammed okur-yazar değildi; bu durumda da yine birşey değişmez. Zira onun “vahiy katipleri” denilen ve aynı zamanda Muhammed’in çoğu kez kendileriyle iştişare yaptığı bir kurmay kadrosu vardı. Dört halife de bu kadronun içinde yer alıyordu. Bu durumda, Muhammed’in yazdırdığı ayetlerin bazılarının, bu seçkin kadro tarafından şekillenmiş olması mümkündür. Enes bin Malik’in şu anlatımına bakınız:
“Vahiy katiplerinden birisi, Muhammed’i sınamak için hep kendisine yazdırılmak istenenenin tersini Kuran’a yazıyordu. Özellikle bu ters ayetleri, Bakara ve Al-i Imran surelerine yazıyordu. Adam, Muhammed’in bu yanlışları farketmediğini görünce, onun peygamberliğine inanmıyor ve sonuçta Islamiyet’ten vazgeçip, Hristiyanlığa geçiyor. Doğal olarak da bu olayın propagandasını yapmaya başlıyor. Birgün adam vefat ediyor. Mezara gömülünce, onun cenazesi ertesi gün mezarın dışında bulunuyor. Bunun gerekçesi de, Muhammed’e karşı geldiği ve Kuran’a da yanlışlar yazıp propaganda yaptığı için,, Allah’ın onu cezalandırması olarak öne sürülüyor. Bu durumda, adamın akrabası ile Muhammed ve taraftarları arasında sert tartışmalar yaşanıyor: Akrabası, ‘Cenazemizii siz çıkarmışsınız’ diyor, Muhammed ve müslümanlar da ‘Hayır, biz öyle birşey yapmadık, adamınız işlediği günahtan dolayı Allah tarafından mezardan atılmıştır’ diyorlar. Bir daha gömülür ve ertsi günün sabahı onun cenazesi bir hada mezarın dışında bulunur. Tekrar tartışma, tekrar gömülme derken, üçüncü gün bir hada cenaze dışarıda bulunur. En son, orta yerde kalır.” (Bu efsanenin anlatıldığı kaynaklardan bazıları: Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, No: 1477-9/309; Buhari-Müslim hadisleri, el-Lü’lüü ve’l mercan, No:1772; Buhari, menakıb, 25; Müslim; Sıfat-ı Munafıkin, Bo:2781; İbn-i Seyyid-in Nas, Uyun-ül Eser, “Katipler” bölümü, 2/316; Ebu davut Sicistani, Kitabü’l Mesahif, s.3; Ahmet bin Hanbel, Müsned, 3/121).
Bu olay, Kuran’dan sonra İslamın ikinci anayasaı olan ve aynı zamanda Diyanet tarafından tercüme edilen Tecrid-i sarih’te sanki bir mucize olarak değerlendirilmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki, kabrin cenazeyi dışarı atması hep geceleyin oluyordu. İlmi verilere ve aklı selime ters düşen bu masaldan ibret almak gerekiyor!.
Muhammed okur-yazar olmasa bile bu Kuran’ı hazırlayamayacağını göstermez, diyoruz. Ve bir iki örnek veriyoruz: Bilindiği gibi Aşık Veysel de okur-yazar değildi ve küçük yaşta da görme kabiliyetini kaybetmişti. Ancak, onun hazırladığı şiirler ve besteleri o kadar güzeldir ki, herkes tarafından tanınan bir ozan olmuştur. Yine, zamanımızın ses sanatçılarından İbrahim Tatlıses de okur-yazar değildi. Ama, ezberleyerek okuduğu, yorumladığı türkü ve şarkılar ile zamanımızın en ünlü sanatçılarından birisi durumundadır. Şimdi, okur-yazar olmamalarına rağmen insanlara hitap etmekte bu kadar kabiliyetli olan bu insanları, peygamber mi ilan etmek gerekiyor?
Şu halde, acaba Kuran’ın Ankebut Suresi’nin 48,ayetiyle benzerlerinde yer alan “Ey Muhammed, sen okur-yazar değildin” sözünden ne amaçlanmış olabilir? Evet, olay aslında bir taktiktir. Bu taktik ile “Okur-yazar bile olmayan birisi, nasıl olur da böyle bir kitabı ortaya çıkarabilir? Elbette çıkaramaz. Arkasında ilahi bir güç bulunmayan bir ümmi böyle bir kitap hazırlayamaz. O halde, Muhammed’in arkasında ilahi bir güç yani Allah vardır, Kuran, Allah’tan inmiş semavi bir kitaptır” denmek istenmiştir.
Muhammed’in arkadaşlık kurduğu insanların bilgi seviyesi
Muhammed, henüz kendisini peygamber ilan etmeden, Mekke’nin tahsil görmüş en bilgili insanlarıyla oturup kalkardı. Peygamber olduktan sonra, muhalifler ona karşı, “Hayır, bu bilgileri daha önce kendileriyle irtibat olduğu şahıslardan almıştır, bu işin Allah’la ilgisi yoktur” gibi eleştirilerde bulunmaya başlayınca, Nahl Suresi’nin 103.ayeti ortaya çıkıyor.
Ayet şöyle: Nahl: 16/103. ” And olsun ki: “Ona elbette bir insan ogretiyor” dediklerini biliyoruz. Kast ettikleri kimsenin dili yabancidir, Kuran ise fasih Arabcadir. ”
Şimdi bu ayetle ilgili olarak çeşitli müfessirlerin yorumlarına bakalım:
1. Ubeydullah bin Müslüm anlatıyor:
“Mekke’de çok bilgili iki Hristiyan köle vardı. Bunlar aslen Iraklı idiler. Adları Yesar ile Hayr idi. Bunların birçok kitapları vardı. Fırsat buldukça bu kitapları okurlardı. Muhammed de çoğu kez onlara uğrar, kendilerini dinlerdi. Günün birinde, peygamberlik iddiası ile ortaya çıkınca, muhalif olanlar, “Hayır, Muhammed bu bilgileri Allah’tan değil de adı geçen kölelerden almıştır. Allah’ı ise işini sağlama almak için kullanıyor” demeye başladılar. Bu yüzden, nahl Suresi’nin 103.ayeti cevap olarak indi.”
2. Carullah Zamahşeri’nin “el-Keşşaf….” adlı tefsirinde ve Muhammed bin Cerir Taberi’nin ünlü Camiu’l Beyan adlı tefsirinde Nahl Suresi’nin 103.ayeti için şöyle deniyor:
“Mekke’de Tevrat ve İncil’i çok iyi bilen Cebr-i Rumi veya Aiş ya da Yaiş adında bir demirci vardı. Kimileri de adı Yesar-i Rumi idi diyorlar. Ayrıca onun yanında bir kardeşi de vardı, Muhammed sık sık bunlara gidip kendilerinden bilgi alırdı. Muhammed, peygamberlikle görevlendirilince, ona muhaklif olanlar, “Muhammed bu bilgileri Allah’tan değil de, adı geçen demirci köleden almış” demeye başladılar. Bunun üzerine Nahl Suresi’nin 103.ayeti indi.
3. İmam Suyuti, Lübabü’n-Nükul adlı eserinde, Nahl Suresi’nin 103.ayeti için şöyle diyor:
“Mekke’de Bel’am adında birisi vardı. Muhammed, sık sık ona gider, kendisinden bilgi alırdı. Kimileri de, o dönemde Mekke’de Yesar ve Cebr adlarında iki yabancının bulunduğunu, bunların çok kitapları olduğunu ve Muhammed’in genellikle onlara uğrayıp kendilerinden yararlandığını kaydediyorlar. Daha sonra, Muhammed peygamberlikle görevlendirilince, muhalifler, “Hayır, yalan konuşuyor. Bu bilgileri Allah’tan değil; adı geçen kişi veya kişilerden alıyor” demeye başladılar. Bu ağır itham üzerine Nahl Suresi 103.ayeti indi.”
4. Kadı Beydavi, Envarü’t Tenzil adlı tefisirinde şöyle diyor:
“Mekke’de Amr bin Hadremi’nin bir kölesi vardı. Adı Cebr-i Rumi idi. Kimileri, bununla birlikte Yaser adında bir kölenin daha olduğunu söylüyorlar. Kimileri de bu şahsın, Huveytıb’ın kölesi Aiş olduğunu belirtiyorlar. Muhammed, peygamberlik iddiasında bulununca, muhalif gruplar, “Muhammed, Kuran bilgilerini bu kölelerden alıyor, Allah’ı ise toplumu etkilemek için kullanıyor” şeklinde eleştiriler yöneltmeye başladılar. Bunun üzerine, Nahl Sures’nin 103.ayeti indi.”
5. Nesefi, “Medark …” adlı tefsirinde şöyle diyor:
“Huveytıb’ın Aiş ya da Yaiş adında bir kölesi vardı. Bazıları da bunun isminin Cebr-i Rum-i olup Amr bin Hademi’nin kölesi olduğunu ileri sürmüşler. Bu köleler, Tevrat ve İncil’i çok iyi bilirlerdi. Muhammed, daima onlara uğrar ve kendilerinden bilgi edinirdi. Peygamberlik davası ortaya çıkınca, inanmayanlar dedikodu yapmaya başladılar ve Kuran’ın dayanağının Allah değil de bu şahıslar olduğunu, Muhammed’in aktardıklarının ise, sadece adı geçen kişilerden öğrendiği bilgiler olduğunu söylemeye başladılar. Bu yüzden ilgili ayet indi.”
6. Fahrettin-i er-Razi, Tefsiri Kebir adlı yapıtında şöyle diyor:
“Mekke’de Tevrat ve İncil’i çok iyi bilen ve bolca da kitapları olan bir köle vardı. Onun adı çok ihtilaflıdır. Kimisi Yeiş, kimisi Addas, kimisi Cebr, kimisi Cebra, kimisi Bel’am diyor. Muhammed, sık sık uğrar, ondan bilgi alırdı. Kuran olayı ortaya çıkınca, inanmayanlar zaman içinde ‘Bu işin arka planında Allah değil de, adı geçen kişiler vardır’ demeye başladılar. Kimileri de, ‘Aslında Kuran’ı, çok açıkgöz olan Hatice Muhammed’e öğretiyor; fakat kendisi kadın olduğu için öne çıkamıyor, bu nedenle Muhammed’i öne çıkarıyor, yani Kuran’ın baş aktörü Hatice’dir’ diyorlardı. İşte, bütün bu itirazlara cevap mahiyetinde adı geçen ayet inmiştir.
7. Bazı kaynaklar da, “Nahl Suresi’nin 103.ayetinde kendisinden söz edilen ve Muhammed’i etkileyen kişinin aslında Selman-ı Farisi olduğunu, ayetin de u iddiaları reddetmek için indiğini” yazıyorlar.
Acaba, iddia edildiği gibi, Selman-ı Farisi olsun, diğerleri olsun- gerçekten adı geçen şahıslarda Kuran’ı ortaya çıkrabilecek bilgi birikimi var mıydı, yoksa bu görüş muhalefet tarafından ortaya atılan bir iftira mıydı? Selman-ı Farisi hakkında bildiklerimiz şunlar:
Selman-ı farisi, aslen Iranlı idi. Başta Zerdüştilik olmak üzere, bütün dinler konusunda fevkalade kendisini yetiştirmiş bir insandı. Kendisi aynı zamanda, hem çok zengin bir ailenin çocuğuydu, hem de onun ailesi Iran’da Zerüştilik’te zirveye ulaşmış bir aileydi, din işlerine bakardı. Ticaret için Şam tarafına gelmiş, dinler konusunda araştırma yapmak amacıyla da bir daha memleketine dönmemişti. Yıllarca birçok papazdan İncil hakkında ders almış, daha sonra Irak’a geçmişti. Bu süreç içerisinde en az on Hristiyan ve Yahudi din alimleri yanında kalıp, onlardan ders alarak kendisini “din”ler konusunda son derece iyi yetiştirmişti. Daha sonra Muhammed ile buluşup ilişkilerini derinleştirerek nihayet Islamiyet’e geçmişti. Öylesine akıllı bir insandı ki, Hicri 5.yılında Müslümanlar ile Mekke müşrikleri arasında Medine’de meydana gelen Hendek savaşı’nda “Medine’nin etrafına hendek kazıp savunma yapalım” fikrini ortaya atarak, müslümanların savaşı kazanmalarını sağlamıştı. Hz.Ali, onun hakkında “Selman tüm ilimlerde uzman bir kişiydi, onun ilmi bitmeyen bir denizdi” demiştir. Selman’ın arkadaşları da kendisi için, “Selman lokman hekim gibiydi” diyorlardı. Ebu Hüreyre, “Selman, hem Kuran’da hem de İncil’de uzman bir insandı” demiş. Selman-ı Farisi, başarılarından dolayı, Medayın’a vali olarak tayin edilmişti. İmam Zehebi, onun hakkında, “Selman’ın kavradığı bilgiler için en az ikiyüzelli yıllık bir zamana ihtiyaç vardır, halbuki Selman 70-80 yıl yaşamıştır” diyor. Muhammed de onun hakkında, “Selman-ı Farisi, bizim ailenin ferdidir. Selman, eğer ilim Süreyya yıldızında olsa gidip oradan alır” demiştir. (Selman ile ilgili bilgiler için birkaç eser: Belazuri, Ensabü’l Eşraf, 2/128; Askalani, el-İsabe, No: 3359 ve Tehzib-i Tehzib, 4/139; İbnü’l Cevzi, Sıfat-ı safve, 1/270; İbn-i Esir, Üsd… No:2149; İbn-i Seyyidi’n Nas, Uyunü’l Eser, 1/17; İbn-i Abdi’l ber, İstiab…, No: 1014).
Özetlenecek olursa;
1. Muhammed’in arkadaşlık kurduğu insanların yahudilik, Hristiyanlık ve Zerdüştilik hakkında geniş bilgi sahibi olmaları, ister istemez, Muhammed’e bu insanlardan öğrendiklerini yorumlayarak Kuran’ı hazırladığını akla getiriyor. Ayrıca, Muhammedin de Yahudilik ve Hristiyanlık’ın doğduğu coğrafi bölgede doğması, Tevrat-İncil-Zerdüştilik kültürünün hakim olduğu bir çevrede yaşaması ve Kuran’da bu inançlardan alıntuılar bulunması Kuran’ın Muhammed tarafından hazırlandığını gösteriyor.
2. Muhammed’in iki kez Şam tarafına gidip rahip Bahira ve rahip Nastura ile ayrı ayrı uzun görüşmeler yapmış olması da Kuran’ın Allah’tan değil de edinilen bilgiler ,ile insan tarafından hazırlandığı tezini güçlendirir.
3. Muhammed’in üst düzeyde yönetci olan bir ailenin çocuğu olmasının, kendisinin kültürlü bir insan olarak yetişmesine imkan veriyor. Kültürlü bir insan da Kuran gibi bir kitabı hazırlayabilir.
4. Çok zeki bir insan olan Muhammed’in bir ara içine düştüğü ekonomik darlık nedeniyle çobanlığa başlaması, ve bu nedenle amcası Ebu talib’in kızını Muhammed’e vermemesi, Muhammed’in mevcut düzene karşı çıkmaya teşvik etmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
5. Muhammed’in, öz Arapça öğrenmesi içim süt annesine verilmesi ve sonuçta Muhammed’in çok mükemmel bir şekilde Arapça öğrenmesi, onu dil bilgisi ve edbiyat alanında yetkin birisi durumuna getirmiştir. Kuran’daki dilbilgisi kurallarına titizlikle uyulması, bunun bir sonucudur. Kuran, ancak ve ancak Muhammed’in ortaya çıkardığı beşeri bir eserdir.
6. Muhammed’in henüz 20’li yaşlarda iken, “Hilfü’l Fudul” gibi insan hakları teşkilatlarına girmesi ve bu tür toplumsal çalışmaların kendisine yetkinlik kazandırması, 40 yaşına geldiğinde peygamberlik iddiası için kendisibne yeterli güç ve ilhamı vermiştir.
Muhammed’in Rahip Batira ve Nastura ile görüşmesi
Şu da bilinmelidir ki, Muhammed iki kez Şam tarafına gidip orada Rahip Batira ve Rahip Nastura ile ayrı tarihlerde görüşmüştür Bu görüşmeler esnasında çok önemli sohbetlerde bulunulduğu tarihi kaynaklarda mevcuttur (İbn-i Sad, Tabakat-ı Kübra, 1/62; Kastalani, el-Mevahib, 1/101).
Gerçek bu iken, Muhammed’in yeni bir oluşum için onlardan da yararlandığı söylenebilir. Hatta bu görüşmenin, Muhammed üzerinde yaptığı etkiyle ilgili özel kitaplar bile yazılmıştır. Mesela, 1988 yılında Paris’te yayınlanan Kuran’ın Yazarı Hıristiyan Keşiş Bahira Efsanesi adlı yapıt, bu konuda örnek olarak gösterilebilir. Bu yapıtta, “Muhammed, bilgisinin Tanrı’dan değil; Keşiş Bahira’dan almıştır deniyor. Kaldı ki, Muhammed’in ticaret amacıyla 12 ve 25 yaşlarında iken bir-iki kez Şam tarafına gittiği ve adı geçen papazlarla dini konularda sohbet ettiği bilinen bir gerçektir.
Kuran’ın Tevrat ve İncil ile ilişkisi
Muhamed zamanında hem Matta, Markos, Luka, Yuhanna İncilleri; hem de şu anda var olan Tevrat mevcuttu, bunlar yeni bir oluşum için kaynak olarak vardı. Zaten, Kuran’da var olan sosyal içerikli temaların hemen hemen hepsi, Tevrat’ta da vardır. Elimizde var olan Tevrat kitabı, MÖ 6.asırda “Azra” adında bir kahin tarafından yazılıp bugünkü durumunu almıştı. Yani, Muhammed’den 10 asır önce Tevrat yazılı hale getirilmiş ve bugüne kadar korunan bir belge olarak devam edegelmiştir. Aynı zamanda, bugün var olan dört İncil de MS 325 yılında bin kişilik ruhani bir meclis tarafından son şeklini almıştı. Böylece, bu kitaplar da, o günkü toplumun ve dolayısıyla Muhammed’in kullanımına hazır durumdaydı. Özellikle Tevrat’ın Kuran’ın oluşturulması üzerindeki etkisinin oldukça büyük olduğu gözlenmektedir. Bu konuda somut birkaç örnek vermek gerekirse, Ebu Hüreyre şöyle demektedir:
“Ehl-i Kitap (Yahudiler), Tevrat’ı İbranice olarak okur, bize de Arapça olarak açıklamasını yaparlardı. Buna karşı Muhammed bize, ‘Siz onları ne doğrulayın, ne de yalanlayın’ diyordu.” (Tecrid-i sarih, Diyanet tercemesi, No: 1679).
Bir diğer örneği de Halife Ömer’den dinleyelim:
“Ehl-i Kitap kendi aralarında Tevrat okurken, ben de onları dinlerdim. Gerçekten Kuran ile Tevrat arasında herhangi bir fark görmezdim” (Vahidi, Eshab-ı Nüzul, bakara Suresi, 98.ayet)
Gerek bu ifadeler, gerekse Kuran ile Tevrat’ın birlikte incelenmesi halinde ortaya çıkacak olan tıpatıp ortak noktalar-benzerlikler gösteriyor ki; gerçekten Kuran’ın oluşturulması sırasında Tevrat kültürü fevkalede ekili olmuştur.
Söz, Tevrat ile Kuran arasındaki benzerliklerden açılmışken, bu benzerlikleri, bazı somut örneklerle açıklamakta yarar var. Örneğin;
1. Boy abdesti. İslamiyetten önce hem Arapların inançlarında, hem de Tevrat’ta (Yahudilik’te) mevcuttu. (İbn-i habib, Muhabber, s.319; Halebi, İnsanü’l Uyun, 1/425 ve Tevrat, “Levililer” Bölümü, 15/16-18).
2. Namaz da İslamiyet’ten önce vardı. Hatta, bugünkü gibi günde beş vakit kılınıyordu. İsimleri, Şaharit (sabah namazı), Musaf (öğle namazı), Minha (ikindi namazı), Neilat Şerarim (akşam üstü) ve Maarib (akşam namazı) olarak halk arasında kullanılıyordu. (Hayrullah örs, Musa Ve Yahudilik, s.399-405; Doç.Dr. Ali Osman Ateş, Asr-ı Saadette İslam; Şaban Kuzgun, Hz. İbrahim Ve Hanifilik, s.117; Epstein, Judaism, s.162.)
3. İslamiyet’ten önce cuma namazı var olup, “Arube” adıyla bilinirdi. Bunu, Muhammed’den önce Kab bin Lüey oluşturmuştu. Ayrıca, namazın daha önce var olduğu Kuran’ın birçok ayetinde de bulunuyor. (Al-i İmran suresi-39, İbrahim suresi-40, Meryem suresi-31 vb.)
Diğer taraftan, günlük namazların cemaatle kılınması geleneği, Muhammed’den önce Yahudilik’te uygulanıyordu. Ancak onlar, namazın kılındığı mabede cami değil, havra diyorlardı. Yahudilerde, cemaat kavram yerine “minyan” kullanılıyordu. Hatta, namazın cemaatle kılınmasına çok önem veriliyordu ve bir namazın cemaatle kılınabilmesi için 13 yaşını tamamlamış en az 10 erkeğin katılımı zorunluydu. (Hayrullah örs, Musa Ve Yahudilik, s.399-405; Abdurrahman Küçük-Günay Tümer, Dinler Tarihi, s.226-227.)
İslamiyet’te varlığı en başta Kur’an ile (Nisa-43) sabit olan Teyemmüm (toprakla temizleme usulü), bile daha önceden gelen bir uygulamadır. Su olmadığında, cünup halinde Yahudiler bu yönteme başvuruyorlardı. (İslam Ansiklopedisi, Wensinck, M.E.B. Tercemesi, “Teyemmüm” madesi, 12/1-223).
4. Muhammed’den önceki dönemlerde Araplar tarafından kutlanan iki önemli bayram geleneği vardı. 21 Mart’ta Nevroz, 22 Eylül’de Mihriban bayramları kutlanıyordu. Muhammed döneminde, bu bayramlar müslümanlara yasaklanarak, bunların yerine Ramazan ve Kurban bayramları getirildi. Böylece, iklim değişikliklerini haber vermesi nedeniyle, tarımsal faaliyetler açısından da rasyonel bir yarar sağlayan Nevroz ve Mihriban bayramları, sadece dinsel içeriği olan bayramlar ile değiştirildi. Böylece, bayramların da Islamiyetin getirdiği yeni bir gelişim olduğundan söz edilemez.
5. İslami bir gelenek olduğu sanılan “yağmur duası” da daha önceden vardı. Bakara suresi’nin 60.ayetinde bu konuya değinilmiştir.
6. İslamiyette kadınların kulandığı başörtüsü, Yahudilik ve Hırıstiyan kültüründen gelen bir adettir. Hatta, Yahudilik öncesinden bile gelen bir adettir. Yahudi kadınların, özellikle bir ibadeti izlerken, başlarını mutlaka örtmesi gerekiyordu. Bu onlar için bir zorunluluktu. Kadınların başörtüsü takması, Hıristiyanlık’ta da önemliydi. (Abdurrakman Küçük-Günay Tümer, Dinler Tarihi, s.227; Örneğin; Pavlus’un 1.Korintoslulara mektupları, 11/3-8).
7. İslamiyet’te bazı önemli durumlarda var olan iki namazı birleştirme (Cem’u takdim, Cem’u tehir) gibi detayların geçmişi bile Hz. İbrahim dönemine dayanır. Dolayısı ile, bu da Muhammed tarafından getirilen bir yenilik değildir.
8. İslamiyet’ten önceki gelenekler ile, kişinin kendi annesi, kardeşi, teyzesi, halası, üvey annesi ve eşi henüz hayatta iken baldızı ile evlenmesi yasaktı. Tevrat’a göre, bunlara uymayan kişi idam ile cezalandırılırdı. Bunlar da Kuran’da aynen kabul edildi. (Örneğin, Nisa suresi 23.ayet). (Tevrat, “Levililer” Bölümü, 18/6-24 ile 20/11; İbn-i Habib, Mubber, s.325-327 ve Munammak, s.21; Yakubi tarihi, 2/15; İbn-i Kuteybe, el-Maarif, s.50; Belazuri, Ensaül Eşraf, 1/87; Isfehani, el-Ağani, 3/152).
9. İçkinin verdiği zarar göz önüne alınarak, konuyla ilgili yasak Muhammed’den önce de uygulanıyordu. Bu yasaktan Tevrat ve İncil’de de söz edilir. Ayrıca, Muhammed’den önce Osman bin Maz’un, Kus bin Saide, Hz.Ali, Varaka, Ebu Zer ve Zeyd bin Amr yasak koymuşlardı.
10. Oruç ibadetinin Muhammed’den asırlar önce var olan bir adet olduğunu Kuran zaten yazıyor. (Bakara 183.ayet). Hatta, o zaman Orucun başlangıcı bile İslamiyet’teki gibi aya göre tespit ediliyordu. Tıpkı, bugünkü müslümanlar gibi, Ay’ı görmek için gözetleme heyetleri bile kuruluyordu. (Hayrullah Örs, Musa Ve Yahudilik, s.409)
11. Kandil geceleri, İslamiyet’ten önceki dönemlerde vardı. Örneğin, Yahudiler’deki “Roş ha şana” kandili, Tişri ayının birinde başlayıp iki gün devam ederdi. Yahudilerin inançlarına göre, bu iki günde kainatın ve insanın kaderinin yeniden tayini söz konusuydu. Tıpkı, Islamiyet’teki Kadir ve Berat kandilleri gibi. (Abdurrahman Küçük-Günay Tümer, Dinler Tarihi, s.230.)
12. İslamiyet’teki “Kuran’ı hatmetme, hatim indirme” adeti de Yahudilik’ten alınmadır. Yahudilikte, “simra tora” adıyla anılan bu gelenekte Tevrat her yıl bir kez hatmedilir ve bunun sonunda da bayram yapılırdı. (Abdurrahman Küçük-Günay Tümer, Dinler Tarihi, s.231.)
13. İslamiyet’te her ayın 13, 14 ve 15.günlerinde oruç tutulmasının sevap olduğuna inanılır. Bu günlere “Eyyam-ı Biz” denir. Bu adet de Yahudilik’ten alınma bir adettir. Muhammed, “Kim ayın bu üç gününde oruç tutarsa, sanki senenin tüm günlerinde oruç tutmuş gibidir” demiştir. (Tevrat, “Levililer”, 23/4-6; Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, 601 numaralı hadisin şerhi, 4/152; Sünen-i Ebu Davut, Savm-68, No:2449; Sünen-i Nesai, Savm-84, No:2419-2425; İbn-i Mace, Savm-29, No:1707).
14. İslamiyet’ten önceki dönemlerde de, bir kadın kocası tarafından üç kez boşanırsa, artık birbirlerinden ayrılmaları zorunlu olurdu. İslamiyet, bu geleneği de almıştır. (Bakara suresi 229 ve 230.ayetler). Ayrıca, Hac’da Kurban kesmek, Şeytan taşlamak, senenin 12 ayından dördünün “hürmetli aylar” olarak kabul edilmesi, ölen birisinin yıkanması, kefenlenmesi, cenaze namazının kılınması, verasette kız çocuklara erkeklerin aldığı payın yarısının verilmesi vb. gibi adetler, İslam’dan önce de geçerliydi. (Örneğin İbn-i Habib, Muhabber, s.309-324; Halebi, İnsanü’l Uyun, “Batn-ı Nahle” bölümü, 3/156).
15. İslam’a göre hırsızlık yapan birinin cezalandırılmasındaki yöntem ve hukuki düzenlemeler de Kuran’ın ortaya attığı yeni bir olay değildir. Bunlar, eskiden beri var olan düzenlemelerdi. Erkeklerin sünnet olmaları, yeni doğan çocuklar için “akika” denilen kurban kesilmesi, kadınlarla ilgili “iddet” (kadının eşinin ölmesi durumunda yeniden evlenmesi için belirli bir süre beklenmesi zorunluluğu) ve erkekle kadın arasındaki özel ilişkilerin belli bir düzlemdeki yasalarını ifade eden “zihar”, “ila” gibi adetler daha önce de vardı. (Tevrat, “Tekvin” Bölümü, 17/11-14; Kuran, Maide Suresi 38.ayet; İbn-i Habib, Muhabber, 329; İbn-i Esir, Üsd-ül Gabe, No.7527-7530; Alusi, Büluğü’l Ereb, 2/50; Taberi Tefsiri, 23/76).
16. Çalışanın alınterinin kurumadan ücretinin ödenmesi prensibi, Muhammed’in hadislerinde vazedilen bir düzenleme olarak sanılırsa da, bu düzenleme Tevrat’tan alınmadır. (Tevrat, “Tesniye” bölümü, 24/14-15).
17. Kur’an’da var olan bütün İsrailoğulları peygamberlerinin tüm efsaneleri, Tevrat’ta kapsamlı biçimde anlatılmaktadır. (Örneğin, Hz. İbrahim, Hz.Musa, Hz.Eyüp, Hz.Davut, Hz.Süleyman gibi).
18. Kesilmeyen bir hayvanın (leş) etini yemek, Islamiyetten önce de haram idi. (Tevrat, “Levililer”, 22/8).
19. Mekke’nin harem bölgesi (hürmetli şehir) sayılması, Hz.İbrahim’den beri gelen bir gelenekti.
20. İslamiyet’teki köleyi azad etmek geleneği, Islamiyet öncesinde de vardı. (Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, No:705-709).
21. Zekat verilmesi de Islamiyet öncesinde var olan bir adetti. Bu durum, Kuran’ın kendisinde bile yazıyor. (Hz. İsa ile ilgili Meryem suresi 31.ayet, İsmail peygamber ile ilgili Meryem suresi 55.ayet, Hz.İbrahim ile ilgili Enbiya suresi 73.ayet).
22. Kabe’yi örtme geleneği Islamiyet’ten önce de vardı (Moğultay, el-İşare, s.49; Moğultay, bu kaynağında şu eserlerden alıntı yapmıştır: Askeri, el-Evail, 16; Süheyli, Revdü’l Unuf, 1/146; İbn-i Kuteybe, el-Maarif, 551; İbn’il Cevzi, Telkih, 446; Suyuti, el-Vesail, s.84; İbn Hazm, Cemheretü’l Ensab, s.189).
23. Yanlışlıkla öldürülen bir insanın kan bedelinin 100 deve olması, Islamiyet’ten önce de var olan bir gelenekti.
24. Farklı inançlarda olan insanların evlenmesine getirilen kısıtlamalar, Islamiyet’e Yahudilik’ten alınmıştır. (Tevrat, “Tekvin”, 34/1-26; “esniye”, 7/3; Kuran Bakara Suresi 221.ayet).
25. Erkeğin birden çok kadınla evlenebilmesi de Islamiyet’e, yahudilikten alınmış bir adettir. (Tevrat, “Tekvin”, 16/1…,29/17, 32/22; “2.samuel”, 25/40; “1.Krallar”, 11/1; Kuran, Nisa-54, Ra’d-38, Ahzab-38, Sad-23, 24, vb.)
26. Islamiyet’te herhangi bir davanın ispatı için gereken iki erkeğin şahitliği adeti de İslamiyet öncesinden gelmektedir. (Tevrat, “Tesniye”, 17/16, 19/15; Kuran, bakara-282; Yuhanna İncili, 8/17; Matta İncili, 18/16).
27. Kuran’daki cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, yaraya yara.. şeklinde ifade edilen ceza biçimleri de Tevrat’tan alınmıştır. (Tevrat, “Çıkış”, 2/23-25, “Levililer”, 24/17-20, “Tesniye”, 19/21; Kuran, Maide-45).
28. İslamiyet’te yemin, ancak Allah’ın adı ve sıfatları ile geçerlik kazanır. Bu gelenek de Tevrat!tan alıntıdır. (Tevrat, “Tesniye”, 20/20).
29. Kuran’a göre, Allah’a şirk koşmanın cezası çok ağırdır. (Nisa suresi 48 ve 116.ayetler). Bu inanç, Tevrat’ta da bulunmaktadır. (Tevrat, “Çıkış”, 22/20, “Tesniye”, 17/2-7).
30. Yol kesenlere ve dine göre terör sayılan hareketlere katılanlara ve yer yüzünde fesat çıkaranlara Islamiyet’ten önce de ağır cezalar verilirdi. Kuran’a da bu adetlerden alıntı yapılmıştır. (Kuran, Maide Suresi, 33,ayet; İbn-i Habib, Muhabber, 327).
31. Dicle ie Fırat’ın çok önemli iki nehir oldukları da Kuran’a Tevrat’tan yapılmış bir alıntıdır. (Dicle ve Fırat hikayesi için kaynakça: Tevrat, “Tekvin” Bölümü, 2/13-14; Tecrid-i Sarih, Diyanet Tercemesi, No:1551; Buhari-Müslim, el-Lü’lüü ve’l Mercan, No: 103; Buhari, Bed’ü’l Halk, 6; Menakıb-ı Ansar, 42; Eşribe, 12; Müslim, İman, No:164, Cennet, No:2839 ve diğer hadis kaynakları).
Burada, Tanrı’nın hem Tevrat’ta, hem de Kuran’da aynı nehirlere önem vermesi dikkat çekicidir. Dicle ile Fırat Ortadoğu bölgesi için önemlidir ama, örneğin Amerika kıtasında yaşayan insanlar için önemliş değildir. Onlar için Missisippi nehri daha önemli olmasına rağmen, Tevrat ve Kuran’da ne Missisippi, ne de Amazon gibi diğer önemli nehirlerden bahis yoktur. Tanrı’nın peygamberleri, doğadan örnekler verirlerken, her seferinde Orta Doğu coğrafyasını esas almışlardır. halbuki, madem ki İslam dini evrenseldir, ve o ki ille de onun kutsal kitabında bir dağ ya da nehir işleniyorsa, o zaman dünyanın her coğrafyasından bunlar için örnekler verilmesi gerekmez miydi?
32. Nuh Tufanı efsanesi de Kuran’ın birçok ayetine Tevrat’tan alınmıştır. Aslında, bu efsane, Tevrat’a da Sümerlerin çok tanrılı dininden gelmiştir. 1862’de Nineva-Musul’da bulunan bir Sümer tabletinde Nuh Tufanı anlatılmaktadır. (Bkz. Kuran Incil ve Tevrat’ın Kökeni)
(Kaynak: Arif tekin, Kuran’ın Kökeni, Analiz Basım Yayın Uygulama Ltd. Şti., Birinci Basım, Mayıs 2000.)
X
MUHAMMED VE ARKADAŞLARI KURAN’I NASIL HAZIRLADILAR?
Kendisini Tanrı-varsa eğer- elçisi olarak ilan eden Arabistan’ın Kureyş Kabilesi’nden Muhammed’in, okur-yazar olmayan birisi olduğuna inanılır. Islamiyetin kitabı Kuran’ın, Tanrı-varsa eğer- tarafından gönderildiğini savunanlar, okur-yazar olmayan birisinin nasıl kitap yazabileceğini sorarak, Kuran’ı Muhammed’in yazmadığını güya savunmaktadırlar.
Muhammed’in okur-yazar olması ihtimali de var.. Muhammed, okur-yazar olmasa bile, kör ya da sağır da değildi ve kendisine “anlatılanlar”ı Kuran’a koyacak kadar becerikli idi.. Kendisine kimler yardımcı oluyordu hazırladığı kitap için.
Turan Dursun’un “Din Bu” adlı kitap serisinin dördüncü cildinde, Bel’am, Yaiş, Addas, Yessar, Cebr ve Iranlı Selman (Farisi) ve İman adındaki yardımcılarından söz edilir. Bunlardan Bel’am, Yunanlı bir köleydi. Yaiş ve Cebr (Yemenli) de birer köle idiler.
Ilhan Arsel’in Şeriat’tan Kıssalar adlı kitabının önsözünde de Muhammed’in diğer öğreticileri/yardımcıları olarak Bahîra, Verkâ ve Abdullah Ibn-i Selâm’ın adları geçer.
Muhammed katiplerini genellikle Yahudilikten ya da Hristiyanlıktan dönme ya da İbranice ve Süryanice bilen kişilerden seçerdi. Bu dillere vakıf değil iseler, öğrenmelerini isterdi. Örneğin, Hicret’in dördüncü yılında katiplerinden Zeyd bin Sabit’e Yahudi yazısını öğrenmesini söylemiştir.
Söylendiğine göre, en ziyade yararlandığı kimselerin başında, Hristiyanlıktan dönme Selman-ı Farisî ile, Yahudilikten dönme Abdullah İbn-i Selam gelirdi. Siyer’in yazarları İbn-i İshak, İbn Hişâm ve Tabakat yazarı İbn-i Sa’s gibi (ya da benzeri) kaynakların bildirmesine göre, Selman-ı Farisî, Iranlı bir “Mecusî” iken çok genç yaşta Hristiyanlığı kabul ederek Suriye’ye gelmiş, daha sonra Bedevîler tarafından esir alınıp bir Yahudi’ye satılmış ve onun tarafından Medine’ye getirilmiştir. Kölelikten kurtulmak için Muhammed’e başvurup da onun tarafından satınalınmasıyla İslam’a girmiş ve azad olmuştur. Hristiyan ve Yahudi dinlerini en iyi bilen birisi olarak Farisi, Muhammed’e sadece din konusunda değil, yönetim ve savaş konusunda da Muhammed’e yardımcı olmuştur. Hendek Savaşı olarak bilinen savaşta, Muhammede’e hendek kazılmasını öneren kişinin Farisi olduğu söylenir.
Abdullah İbn-i Selam’a gelince, Tevrat’ı en iyi bilen yahudi’lerden birisiydi. Muhammed’in Medine’ye hicretinden sonra Islamiyete girmiştir. Tevrat konusunda, Muhammed’e en fazla bilgi verenlerden biri olduğu kabul edilir. O kadar ki, Muhammed onu, muhtemelen bu yardımlarından dolayı, “Cennetlik olan on kişinin onuncusu” olarak tanımlamıştır. (Bkz. Sahih-i Buhari … c.IX, s.81, ve c.X, s.25 vd.)
Muhammed bu kaynaklardan aldığı bilgileri, kendi günlük siyasetine uyduracak şekilde değişikliklere sokmuştur. Ancak, bunu yaparken, “kıssa”ları (masal ve hikayeleri) bir teviye ya da belli bir sıra ve silsile esasına göre değil, fakat Kuran’ın çeşitli surelerine ve bu surelerin ayetlerine dağıtmıştır. Bazılarını da hadis olarak ifade etmiştir.
Kuran’ın okur-yazar olmayan Muhammed tarafından hazırlanması bu şekilde mümkün olmuştur.
Ne var ki, Muhammed’in Kuran’ı, daha sonra bizzat halife Ebu Bekir tarafından yaktırılmış ve sonra da değişikliklere uğramıştır.
Muhammed, Allah’in-varsa eğer- sözü olduğunu iddia ettiği Kuran’i nasil ve kimlerle yazdi. Hristiyanlik, Musevilik, tarih ve efsanelerden alintilar yaparak celiskilerle dolu Kuran’i nasil yaratti
Kuran Nasıl Yazıldı? Muhammed’in Öğretmenleri mi? Bel’am, Yaiş, Addas, Yessar, Cebr, Iranlı Selman
Konuya iliskin Kur’an ne diyor?
Kur’an’daki “Tanrı”, her zamanki gibi ant içerek açıklama yapıyor:
“And olsun ki biz, onların:’O’na (Muhammed’e) bir insan öğretiyor kesinlikle.’ Dediklerini biliyoruz. Savlarını dayandırdıkları kimsenin dili yabancıdır. Buysa (Kur’an), apaçık bir Arapça’dır.”(Nahl, ayet:103)
Bundan sonraki ayetlerde, “inanmayanlar” korkutuluyor, “yalancı, iftiracı” olarak nitelendiriliyor ve “işkenceli bir ceza”yla cezalandırılacakları bildiriliyor.
Yukarıdaki ayette, Muhammed’e öğreticilik ettiği söylenen kimsenin, “Arap olmadığı, yabancı olduğu” belirtiliyor.
Yunanlı Bel’am, Yaiş..
Kimilerine göre, Muhammed’in öğretmeni, bir Yunanlı köleydi. Bel’am adında bir köle.
Ibn Abbas anlatıyor:
“Peygamber, Mekke’de köle olan birine öğretimde bulunuyordu. Yabancıydı. Puta tapardı. Adı da Bel’am’dı. Peygamberin yanına girişinde ve çıkışında putataparlar görüyorlardı. ‘Muhammed’e her şeyi öğreten Bel’am’dır..’ diye konuştular.” (Bkz. Taberi, Cami’ul-Beyan, 14/119)
Ya da Yaiş’ti üzerinde durulan köle. Bel’am için söylenen, Yaiş için de söyleniyordu. “Yaiş, Muhammed’e öğretmenlik yapıyor” deniyordu. (Bkz. Aynı yer)
Ya da, Muhammed’e öğreticilik eden köle, Cebr’di. (Bkz. Aynı yer)
Ya da, Yemenli CEBR, YESSAR, ADDAS.
“Hadrami’lerin iki genç köleleri vardı. Yemen halkından olan bu iki köleden birinin adı Yessar, öbürünün adı Cebr’di” diye aktarılır. Bu iki kölelerin sahiplerinin tanıklığı şöyle:
“Bizim iki genç kölemiz vardı. Kendi dilleriyle kitaplarını okurlardı. Peygamber de bunlara uğrar, durup bunları dinlerdi. İşte bunun için, putataparlar, ‘Muhammed, bunlardan öğreniyor..’ dediler.” (Taberi, 14/119)
Fahruddin Razi’nin yer verdiği aktarmada, bunların yanında bir üçüncü köle daha var: Huvaytıb’ın kölesi Addas. (Bkz. F.Razi, tefsir, 24/50)
Görülüyor ki, ister Yunanlı, ister yemenli olsunlar, kölelerin Muhammed’le ilişkilerine bakışlar değişik açılardan:
Müslümanların bakışları ve savları başka, “putatapar” dedikleri inanmazların bakışları ve savları başka.
Müslümanlardan kimine göre: Muhammed’le köleler arasında bir “öğretme ve öğrenme” ilişkisi vardı, ama öğreten Muhammed’di, öğrenenlerse köleler. Inanmayanlara göreyse bunun tam tersi gerçekti. Yani, öğreten kölelerdi. Muhammed’se öğreniyordu onlardan.
Müslümanlardan kimine göre de, aradaki ilişki, “okuma ve dinlenme” ilişkisini geçmiyordu. Köleler, kutsal kitaplarını kendi dillerinde okuyorlar, “peygamber” de “dinliyordu” yalnızca.
Müslümanların bu savları karşısında şu soru yanıtsız kalıyor:
“Dillerini bilmiyordu”ysa, Muhammed’in bu köleler arasındaki sürekli işi neydi? Ve kendi dilleriyle okuduklarını Muhammed’in dinlemesinin ne yararı oluyordu?
Kısacası, müslümanların savları, akla sığacak türden değil.
Iman nereli?
Muhammed’in kendisinden bir açıklaması bu konuda oldukça ışık tutucu:
“Iman, Yemen’lidir.”
Bu hadis, Buhari’nin “e’s-Sahih”inin de içinde bulunduğu en sağlam kabul edilen hadis kitaplarında yer almıştır. Hadis’e göre, “hikmet (bilgi, bilgelik) de Yemen’lidir.” Dahası: “Fıkıh da Yemen’lidir,” hadise göre. (Bkz.Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Meğazi/74; Tecrid, hadis no:1362; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’l-Iman/81-91, hadis no:51-52, ve öteki hadis kitapları.)
Bu hadis, incelemecilere göre, sağlamlığın en yüksek basamağında olan “mutevatır hadis”ler arasındadır, ve peygamberin arkadaşlarından onbir kişi tarafından aktarılmıştır. (Bkz.Ebu’l-Feyz Muhammed, Lukatu’l-Lai’l-Mütenasire Fi Ahadisi’l-Mutevatıre, Beyrut,1985, s.42-43,hadis no:10)
Kimi yorumcu, buradaki “Yemen”i, birtakım zorlamalı yorumlarla, “Mekke ve Medine” olarak göstermeye çabalar. (Bkz.Tecrid,1362 no.lu hadis,Kamil Miras’ın izahı.) Ne var ki, hadisin kimi aktarılışında “Yemenliler”den de açıkça sözedilir. Yani, buradaki Yemen, coğrafyada herkesin bildiği Yemen’dir.
Demek ki, bu hadise göre, “imanı”yla, “hikmet”iyle ve “fıkh”ıyla (buradaki ‘fıkh’, sözlük anlamında olmalı) Islam, yabancı kökenlidir, “Yemen”lidir.
“Muhammed’e öğreten, Iranlı Selman’dır ya da..” (Selman Farisi).
Kimileri de, Nahl Suresi’nin 103.ayetinde sözü edilen yabancının, Iranlı Selman olduğu görüşünde.(Bkz. Taberi,aynı yer.)
Sonradan Müslüman kimliğiyle ortaya çıkan ve müslümanlar arasında büyük ün kazanan Selman’ın, Muhammed’le son derece sıkı bir ilişki ve işbirliği içinde bulunduğu, herkesçe biliniyor. “Müslüman” olması, Selman’a çok şey sağlamıştır. En başta, özgürlüğü, yani, “kölelikten kurtulma”yı. Sonra da ünü, saygınlığı ve maddi, manevi çıkarları..
Ya da, sözü edilen “yabancı”, önc Müslüman olup sonra Islam’ı bırakan bir “vahiy katibi”dir.
Bunu ileri sürenler de var. (Bkz. Taberi, aynı yer)
“Vahiy katibi”nin başına gelenler:
Adam, önce müslüman olmuştur. Selman gibi o da Muhammed’le işbirliği halindedir. Ama sonra ne olursa olur, bırakır Islam’ı. Ve bir de açıklama yapar:
“Muhammed’e ben öğretiyordum, ve benim öğrettiklerim Kur’an’a vahiy olarak yazılıyordu..”
Sonra, adam ya öldü, ya da öldürüldü. Ölüsüne gelince, bir türlü gömüldüğü yerde kalmıyordu. Muhammed’in adamları şunu yayıyordu:
“Bu olay, Tanrı’nın gazabının yansımasıdır. Adam, Tanrı’yı çok öfkelendirdi. Şimdi durum ortada. Gömülüyor, toprak da kabul etmiyor, edemiyor, Tanrı’dan korkuyor. Onun için de kafiri, mezarının dışına fırlatıyor. ‘Ibret almak’ gerek..”
Gerçekten de adam gömülüyordu, ama, birkaç gün sonra, sabahleyin bakılıyordu ki, adam mezarın dışında. Birkaç kez olmuştu bu.
Muhammed’in arkadaşlarından Enes (Malik Oğlu), çok sonra, şöyle anlatacaktır olayı:
“Bir adam vardı. Neccaroğullarından..Hristiyan’dı, Müslüman olmuştu. Bakara ve Ali İmran surelerini okumuştu. Peygambere de vahiy yazıyordu. Sonra, yeniden Hristiyan oldu ve kaçıp Hristiyanlara katıldı. ‘Ben ne öğretip kendisi için yazdımsa, Muhammed yalnızca onu bilir, başka bir şey bilmez,’ demeye başladı.” (Bkz.Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l Menakıb/25,c.4,s.181-182;Tecrid, hadis no:1477)
Enes’in anlattığına göre, Tanrı adama öfkelenmiş, boynunu kopararak öldürmüş. Hristiyanlar, gömmüşlr adamı. Ama sabah bakmışlar, ölüsü ortada. Ve kefensiz. Hristiyanlar, “Muhammed adamları kefenini soymuş, kendisini de işte böyle ortada bırakmışlar..” diye konuşmuşlar. Adamı bir daha gömmüşler. Bu kez biraz daha derince. Ertesi gün sabah yine aynı durum. Sonra aynı konuşmalar. Sonra yeniden ve daha derine gömme. Sonra aynı durum ve aynı yorumlar. Bir kez daha ve derince gömme. Aynı durum. Bakmışlar ki bu böyle sürüp gidecek, adamı gömmekten vazgeçmişler artık.
Bu adamın söylediğini söylemiş, yani “ben ne diyorsam, ne yazıyorsam o vahiy oluyor..” demiş, muhammed’in “Tanrı’dan falan vahiy almadığını” söyleyerek, Islam’ı bırakmış birisi daha vardı: Ebu Serh Oğlu Sa’d Oğlu Abdullah. Ama , onun başına yukarıdaki olay gelmedi nedense..Muhammed tarafından idamına karar verilmişti. Ne var ki, Halife Osman’ın süt kardeşiydi. Ve Osman’ın araya girmesiyle, bağışlandı. Sonra, Mısır Valisi bile oldu. (Ölm.656-657. Bkz. Islam Ansiklopedisi.)
Ayetteki Cevap
“Muhammed’e ögreten Tanrı değil, insandır..” diyenlere, ayette verilen cevap ne ölçüde doyurucu?
Cevap, yukarıda verilen ayetin anlamında da görüleceği gibi şöyle:
1) Muhammed’e öğrettiği söylenen kişi, Arab değildir, yabancı biridir.
2) Kur’an’sa apaçık Arapça’dır.
3) Öyleyse, Muhammed’e sözü edilen kisi ögretmis olamaz.
Oysa, Arapça’yı bilen yabancı biri de Muhammed’e “eskilerin söylencesi”nden, “Tevrat”tan, “Incil”den, başka “kutsal metin”lerden birtakım “bilgiler” verebilirdi. Ileri sürülen de bu. Muhammed, aldığı bilgileri, Arapça kalıplara döküp, kendi uslubu içinde sunmuş olamaz mıydı? Kaldı ki, “apaçık Arapça” diye nitelenen Kur’an’da; Yunanca, Süryanca, Ibranca, Koptça.. gibi dillerden birçok sözcük bulunduğunu, müslüman incelemeciler bile örnekleriyle yazıyor. (Bkz. Suyuti, el Itkan Fi Ulumi’l-Kur’an, Arapça, Mısır, 1978, 1/178-185)
Kur’an’da bu denli değişik yabancı sözcüklerin bulunması da “Muhammed’e yabancının (ya da yabancıların) bilgi verdiği, öğrettiği” yolundaki savı desteklemez mi?
Muhammed’e bir yabancının ya da yabancıların yanında, bir ya da birkaç Arap da ögretmiş olabilir.
Islam için çok önemli bir kaynak, “Müseyime”dir.
Müseylime, müslimcik demektir. Müslümanlar, onu küçümsemek için böyle demişler, ayrıca da “kezzab” yani “çok yalancı” demeyi uygun görmüşlerdir. Müslümanların bir sövgüsüdür bu. Anlaşılıyor ki, onun kendi adı “Müslim”di. Bu adı taşımış olması çok önemlidir. “Islam” ve “müslim” sözcüklerinin kaynağına götürür niteliktedir.
Müslümanlarca sövülen, aşağılanan bu kişiye, “Rahman”, “Yemame Rahmanı (Yemameli Rahman” da deniyordu. Yani adam aslında böyle ünlüydü. Bu da çok ilginç.
Bir başka ilginç olan da, Mekke’lilerin, Muhammed’e söyledikleri şu sözler:
“Bize ulaşan bilgiye göre, sana öğreten (Tanrı değil), Yemame’deki şu adamdır. Rahman denen adam. Tanrı’ya ant içerek söyleriz ki, biz Rahman’a inanmayız.” (Bkz. Ibn Ishak, Siyer, tahkik ve ta’lik: Muhammed Hamidullah, Arapça, Konya, 1981, s.180, fıkra: 254)
Mekkeli’lerin bu söyledikleri nedensiz miydi?
Müseylime, daha doğrusu “Müslim”, bir başka adıyla “Rahman”, Yemame’nin Hanifeoğulları kabilesindendi.
Ilgiç üç ad: “Müslim”, “Hanife”, “Rahman”.Bu adlar, hele ilk ikisi bir araya gelince daha da ilginçlik kazanıyor: Kur’an’da islam inanırlarının, “müslim”lerin “ad babası” olarak tanıtılan Ibrahim (bkz.Hacc,ayet:78) için hem “Hanif” hem de “Müslim” denir. (Bkz.Bakara:135; Ali Imran:67,95; Nisa:125; En’am:161; Nahl:120,123.) “Peygamber” olarak yer alan Ibrahim, kısa anlamı ile “yıldız tapımı” demek olan Sabiilik Dini’nin “peygamberi”ydi. Islam kaynaklarından yaptığım incelemelerden vardığım sonuç bu. Muhammed de ilk ortaya çıktığında Sabii olarak niteleniyordu. (Bkz.Buhari,e’s-Sahih,Kitabu’t Teyemmüm,/6,c.1,s.89) Sabii’liğin dili Süryanca’ydı. “Allah”, “Kur’an”, “Furkan”, “kitab”, “melek” ve daha bir çok sözcük gibi “Islm”, “müslim”, “hanif”, ve “Rahman” da bu dilden geliyordu. (Bkz.Aziz Günel,Türk Süryaniler Tarihi,Diyarbakır,1970,s.46-48;Suyuti el Itkan,1/180-184;Doğubilimci Arthur Jeffery,The Foreign Vocabulary of the Quran,Kahire,1938,s.12 ve ötk.)Yine benim incelemelerimden vardığım sonuca göre: Yıldız tapımı, “Sabiilik” adı altında, Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerine de kaynaklık eden bir din olarak kurumlaşırken, özellikle Ortadoğu’da “Müslimler”I ve “Hanifler”i içine alıyordu. Önce, “Müslimler” vardı, sonra “Hanifler” kolu meydana geldi. Ibrahim, bu kolun “peygamberi”ydi. Işte, “Yemame Rahmanı” diye ünlü “Müslim (Müseylime)” ve ondan çok şey öğrendiği anlaşılan Muhammed de bu kola bağlıydı. (Sabiilik konusunda geniş bilgi için, bkz.Eren Kutsuz-Turan Dursun, ‘Saçak Dergisi’, Subat 1988, sayı 49.)
Yemame Rahmanı, Muhammed’in yararlandığı kaynaklardan yalnızca biri olabilir.
Yukarıda adı geçenler ve daha başkaları, tek tek de, tümü birden de Muhammed’in “öğretmenleri” olabilirler. Furkan sures’nin 4.ayetine göre, Muhammed’in yardımcılarından, yani öğretmenlerinden “kavm”, yani “topluluk” diye sözedilmistir. Bu ve bunu izleyen iki ayetin anlamı şöyle: (Diyanet’in resmi çevirisi)
“Inkar edenler, ‘Bu Kur’an, Muhammed’in uydurmasıdır. Ona başka bir topluluk yardım etmiştir.’ Diyerek haksız ve asılsız bir söz uydurdular. ‘Kur’an öncekilerin masallarıdır. Başkalarına yazdırılıp, sabah akşam onu okunmaktadır’ dediler. Ey Muhammed, de ki: ‘O’nu göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir.” (Furkan, ayet:4-6)
Buna göre, Kur’an’ın “uydurma” olduğunu söyleyenler, şunları da söylüyorlar:
1)Muhammed’e bir topluluk yardımcı oluyor,
2)Muhammed, Kur’an ayetlerini, başkalarından alıp yazdırıyor,
3)Muhammed’e sabah akşam okunuyor
4)Ayetler, “eskilerin masallarından” oluşuyor.
Buna karşılık, Kur’an’ın cevabı şudur:
“Yalan ve haksızca iddia. Kur’an’ın ayetlerini Tanrı indirmiştir. O, göklerin ve yerlerin gizini bilir..”
Hars Oğlu Nadr, Muhammed’in kendisini “Tanrı’nın elçisi”, yani Tanrı’yla insanlar arasında yer almış, Tanrı’nın bildirilerini insanlara iletme görevini üstlenmiş biri olarak tanıtmaya yöneldiğinde, ve “Kur’an ayetlerini” sunması karşısında Mekkelileri uyarma yoluna gitmişti. Ve şöyle demişti:
“Sakın inanmayın bu adama. ‘Tanrı’dandır’ diye ileri sürdüklerinin tümü, eski masallardır. Ben size, onunkilerden daha güzellerini söyleyebilirim..” Iran krallarına, Iran’lı masal kahramanlarına ait söylencelerden örnekler aktarabileceğini söylüyor, anlatıp duruyordu Nadr.(Bkz. Taberi, Camiu’l-Beyan,18/137-138)
Nadr, haklımıydı? “Eskilerin masallarından” varmıydı Kur’an’da?
Bilindiği gibi,Kur’an’da “kıssa” denen birçok öykü var. Bir çoğu; başta Tevrat; Yahudi kaynaklarında, kimileri Incil’lerde yer alır. Incelendiğinde görülür ki, bunların bir kısmı, Tevrat’tan da çok önceki çağların söylencelerinde aynen var. Örneğin, “Nuh Tufanı”na ilişkin öykü, “Gılgamış Destanı”nda hemen hemen aynıdır. Daha başka örnekler de verilebilir.
Mekke’de, Medine’de ve çevrelerinde çeşitli din ve inançların inanırları vardı. Çeşitli toplumların “söylenceleri”ni, “kutsal metinler”ini bilenler az değildi. Muhammed’in özgürlüklerini söz verdiği ve işbirliği yoluna gittiği kölelerden de bu nitelikte olanlar bulunduğu biliniyor. Daha önce adlarına yer verilen Bel’am, Yaiş, Yessar, Addas, Cebr, Iran’lı Selman..da bunlardan.
Bunların ya da başkalarının, Kur’an’ın oluşması için Muhammed’e yardım etmiş, öğretmenlik etmiş olmalarını düşünmek akla uzak değil. Aklın ve mantığın kabul edemeyeceği şey, “Tanrı’nın, insanlara gökten mesaj göndermesi” ve bunun için şu ya da bu insanı aracı olarak seçmesidir. Bunu insan aklı değil, ancak, akılla ilgisi olmayan “iman” kabul eder.
Not: Muhammed’in Kur’ani hazirlarken istifade ettigi ve Islamiyet’e koydugu eski Arap gelenekleri ve âdetleri hakkinda bilgi almak icin
Kaynakça:
Turan Dursun, Bir Tabu Yıkılıyor, Din Bu kitaplar serisi ve Arif Tekin, Kur’an’ın Kökeni.
Kuran’ın Orijinalleri Yakıldığı İçin Şimdi Yok
Kuran’ın ilk orijinali: Küçük taşlar, deri, ağaç parçası, kemik gibi çeşitli nesnelere yazılıydı. Yakıldı.
Kuran’ın ikinci orijinali: Ebubekir döneminde yapılan derleme. Yakıldı.
Kuran’ın üçüncü orijinali: Osman döneminde oluşturulan “azmalar”.Bunlar da dünyanın hiç bir tarafında yok.
Yapılan inceleme ve aktarmalarla görülen o ki: Muhammed’in “vahiy katiplerine yazdırdığı” bildirilen “Kuran”ın ne “aynı” ne de “tümü” eldeki Kuran’da. Halife Mervan kendi gerekçesini şöyle açıklar; “Onda yazılı olanlar, Osman tarafından yazdırılan Mushaflara geçmiştir. Artık ona gerek kalmamıştır. Yakılıp yok edilmeseydi, zamanla kuşkulara yol açılabilir, ondan alınarak yazılan Mushaflar çevresindeki kuşkuları önlenemeyebilirdi. Bundan korktum, o nedenle yaktırdım.”(Kaynak: İb Ebi Davud, Leiden 1937, yay.,s.243-Suphi e’s-Salih Mebahis Fi ulûm-il Kuran).
KURAN NASIL DERLENDİ?
Kuran ayetleri bugünkü biçimi ile yazılıp bir araya getirilmiş değildi. Hadislerde peygambere vahiy olan ayetler çeşitli nesneler üzerine yazılıydı; hepsi de dağınık durumdaydı. Ayetler “Lihaf” (küçük taşlar), “Rıka” (deri ağaç yaprağı, bir çeşit kâğıt), “Ektaf” (deve ve koyun kemikleri), “Usub” (agaç parçası” gibi nesnelere yazılmıştı. yiitip gitmesin diye tümünü bir araya getirme çabasına ilk kez Halife Ebubekir döneminde gerek duyuldu ve bu çabalar gerçekleştirildi.
Bir aktarma da “bunların tümünün peygamberin evinde, bir arada bulunduğu ve dağınıkken bir araya getirip, içinden eksilen olmasın diye ortasından iple bağlanmış olduğu” da açıklanır.
Buhari’nin yer verdiği bir hadise göre; “dinden dönüş” (ridde) olayları ve bu olaylar nedeniyle savaş hali vardı. Kuran’ı ezber etmiş kişilerin bir bölüğü ölmüştü. Ölenlerin sayısı artabilirdi, bunların tümü ölüp gitmeden Kuran’ın orada burada yazılı ayetleri derlenmeli, tümü bir kitap haline getirilmeliydi. Hattaboğlu Ömer durumu ve konunun önemini Halife Ebubekir’e anlattı. Ayetlerin derlenmesini önerdi. Halife başlangıçta pek doğru bulmamıştı bu görüşü.
“Peygamberin yapmadığı şeyi yapmak nasıl doğru olabilirdi?” diye düşünüyordu. Ömer direndi ve önerisini kabul ettirdi. işin gerçekleşmesi için de Zeyd Ibn Sabit’e görev verildi. Zeyd “Ebubekir bana ‘Sen akıllı bir gençsin. Peygambere vahiy yazdığın için senin başaracağına güveniyorum. Araştır ve topla Kuran ayetlerini’ dedi, Tanrıya ant içerek söylerim ki, dağlardan bir dağı yükleyip taşımayı önerseydi, buyurup verdiği görev kadar bana ağır gelmeyecekti. Yani Kuran’ı
derlemek kadar.” diyor ama sonunda görevi kabul ettiğini söylüyor ve işi nasıl yaptığını şöyle dile getiriyor:
“Kuran (ayetlerini) derlemeye koyuldum. Hurma dallarından, küçük taşlardan ve kişilerin ezberlerinden izleyip derledim. işin sonunda, Tevbe (Beraat) suresinin sonunu, Ebu Huzeymetu’l-Ensari’de buldum. Ki, başkasında bulamamıştım bu parçayı”. Zeyd, bu parçanın Tevbe Suresinin sonundaki ayetleri (128 ve 129.ayetleri) oluşturduğunu açıklıyordu
Böylece Zeyd, Kuran ayetlerini derleme işini yaparken iki kaynağa başvurmaktaydı: Ayetlerin yazılı olduğu nesneler (ağaçlar, taşlar..) ve ezber bilenlerin bellekleri.
Ebubekir döneminde yazılan Kuran için başvurulan ezbercilerin başka deyişle hafızların sayısı Müslümanlar arasında tartışmalıdır. O döneme ilişkin kaynaklardan Buhari’nin “e’s-Sahihi”nde yer alan üç hadisten anlaşıldığı kadarıyla Kuran’ın tümünü ezberleyenlerin en iyimser rakamla 7 kişi olduğu kabul edilebilir. Aynı zamanda, Peygamber dönemindeki “hafız”ların, yani Kuran’ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı pek azdı. Buhari’nin “e’s-Sahih”inde geçen hadis şöyle:
Birinci hadis: Amr Ibnu’l-Ass anlatıyor: Peygamberin “Kuran’ı dört kişiden alın, Abdullah Ibn Mes’ud’dan, Salim’den, Muaz’dan ve Übeyy Ibn Ka’b’den” dedigini işittim. (Buhari, Fadailu’l-Kuran 8.)
İkinci hadis: Enes anlatıyor: “Peygamber öldüğünde, dört kişiden başka Kuran’ı tümüyle ezberlemiş olan yoktu. Ebu’d-Derda, Muaz Ibn Cebel, Zeyd Ibn Sabit ve Ebu Zeyd.” (Buhari.)
Üçüncü hadis: Katade’den aktarılıyor: “Malik oğlu Enes’e; ‘Peygamber döneminde, Kuran’ı tümüyle ezberleyenler kimlerdir?’ diye sordum. şu karşılığı verdi: ‘Dört kişi. Tümü de Medine’li. Übeyy Ibn Ka’b, Muaz Ibn Cebel, Zeyd Ibn Sabit ve Ebu Zeyd (Buhari, aynı yer, Müslim 2465. Hadis.)
Bu hadislerde adları yazılı olanları topladığımız zaman Peygamber döneminde Kuran’ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı yedi idi demek gerekiyor: Ibn Mesud (Birinci hadiste), Salim (birinci hadiste), Muaz Ibn Cebel (birinci, ikinci ve üçüncü hadiste.)
İslam din bilirleri bu hadislerdeki açıklamaların “dinsizlerin işine yaradığını” ileri sürerler. Suyuti, El İtkan, Mısır 1978, c.1, s.94, satır 13.)
İl itkan’da daha başkalarının da Kuran’ı ezberlemiş oldukları adları ile açıklanıyor. Ama aktarmayı yapan, bu adları sayılanlardan kimilerinin, Kuran’ın tümünü ezberleme işini Peygamberin ölümünden sonra bitirdiklerini açıklamaktadır. (El ıtkan, 95-9ö.)
Zeyd Ibn Sabit, herhangi bir parçayı Kuran’a geçirmek için “iki tanık” koşulu koymuştu. Ancak bir tanıkla Kuran’ı alma gereği duyduğu ve geçirdiği parçalar da vardı. Örneğin, Ube Huzeyme’de bulduğu ve Tevbe Suresi’nin son iki ayetini oluşturan parça böyleydi.
Kuran’ı derleme ve yazma işi bir yıl sürer. Bu işe girişildiğinde Ömer ile Zeyd, mescidin kapısına oturmuşlar, “herkesin Peygamberden ayet olarak elde ettiği ne varsa getirmesini” istemişlerdi. Başarılan iş, kaynaklarda şöyle tanımlanır: Kuran ayetlerinin, surelerinin bulunduğu iki kapaklı bir kitap. Derlenip yazılan sayfalar, ölene dek Ebubekir’in yanında kaldı, sonra Ömer’in (halife) yanında bulundu. O da ölünce, kızı Hafsa’ya verildi.
Kuran ikinci kez derleniyor:
Buhari’de yer alan bir hadis şöyle: Ermeniyye ve Azerbaycan’ı ele geçirmek için savaşılıyordu. Huzeyfe, Ibnu’l-Yeman, Halife Osman’a geldi. Müslümanların okudukları Kuran’lardaki birbirini tutmazlıktan yakındı, “Emire’l-Mü’minin! Bu ümmet, kendisinden önceki Yahudiler ve Hıristiyanların içine düştükleri birbirini tutmazlılıklar gibi bir duruma düştü!” Bunun üzerine Osman, Hafsa’ya adam gönderdi, başka Kuran nüshaları yazıp almak için kendisinde bulunan sayfaları (yani Ebubekir döneminde yazılan kitabı) göndermesini istedi. “İş bitince sana geri gönderirim” dedi. Hafsa da gönderdi o sayfaları Osman’a. Osman, hemen Zeyd Ibn Sabit’e, Abdullah Ibn Züyebr’e, Sa’d Ibnu’l-As’a ve Hişam oglu Haris oğlu Abdurrahman’a buyruğunu verdi. Onlar da Hafsa’dan getirilenden alıp Kuran nüshalarını oluşturdular. Osman, kuruldaki üç kişiye şunları söyledi: “(Medine’li) olan Zeyd ile, Kuran’dan herhangi bir kesimde ters düştüğünüz zaman, tartışma konusu olan parçayı Kureyş dili ile yazın. Çünkü Kuran sadece Kureyş dili ile inmiştir.”
Onlar da bu buyruğu yerine getirdiler. Sonunda (esas) sayfalardan Kuran nüshaları oluşturup işi bitince, Osman, söz konusu sayfaları (Hafsa’dan getirilenler) geri gönderdi. Alınan nüshaların da her bir kesime gönderilmesini buyurdu. Ve bunların dışında kalan her bir Kuran sayfasını ya da Mushafı buyurup yaktırdı.(Bkz. Buhari, e’s- Sahih, Kitabu Fedaili’l-Kuran/3.)
Buhari’nin kendisine anlatılan çabalardan ve “Kureyşli olanlarla olmayanlar arasında” belirecek anlaşmazlığın çözüm biçiminden anlaşıldığına göre, Kuran nüshalarını ortaya çıkarırken, Hafsa’daki Mushaf’tan aynen kopya etmek söz konusu değildi.
İleri sürüle gelen “aynen kopya edildiği” ileri sürülürken, neden kopya edildiğine de “ağız (şive) farklarından dolayı” diye gerekçe gösterilir. Ancak, Dr. Suphi e’s-Salih, Mebahis Fi Ulumi’l-Kuran (Beyrut 1979) adlı eserinin 80, 84, 85 sayfalarında bu gerekçenin inandırıcı olmadığını belirtiyor. Dr. Suphi’ye göre, o zaman aynı metni, aynı sözcükleri değişik okunacak nitelikte yazıp yansıtabilmek için gerekli işaret ve noktalama yoktu. O zamanki yazı harflerinin dışında işaretsiz harfler de noktasızdı. Kısacası, halife Ebubekir döneminde oluşturulan “mushaf”, istenseydi bile, çeşitli kabile ağızlarını (şiveleri) içerir nitelikte yazılır olamazdı. Durum böyle olunca, şu sorular karşılıksız kalıyor: Ebubekir döneminde hazırlanan ve Hafsa’dan alıp getirilen “Mushaf” ile Osman döneminde meydana getirilen “nüshalar, mushaflar” arasındaki fark neydi? Yeni çalışma ile gerçekleştirilen nedir?
Yukarıda anlamı sunulan hadiste bu açıklanmamakta. Ancak, hadisin devamı niteliğindeki bir açıklamada, yapılan işin sadece “bir temel nüshadan alınıp, başka mushaflara aktarma” olmadığını anlatır niteliktedir
Dörtlü kurulda yer alan Zeyd Ibn Sabit, şöyle diyor: “Mushaf oluşturma işini yaparken, Ahzab Suresinin sonundan bir ayet yitirdim (‘fakattu’). Ki, Peygamberin onu Kuran’dan bir parça olarak okuduğunu işitip tanık olmuştum. Aradık bu ayeti. Ve Sabit oğlu Huzeyme el Ensari’de bulduk (Ahzab suresine 23.ayet) ekledik o mushafta.” (Itkan, Mısır, 1978, C1, s.79.)
Birinci derlemenin yakılmasındaki amaç:
Ölümüne değin sandığında saklayan ve alınıp yakılmasını önleyen Hafsa idi. Bu koruyucu ölünce, Kuran’ın Tanrısı “Kuşkusuz Zikr’ı (Kuran’ı) biz indirdik; kuşkusuz koruyucuları da yine biziz” (Hicr, ayet:9) dese de koruyucusu kalmamıştı. Mervan Ibn Hakem, “sandıktan” aldırtıp getirmiş ve yaktırmıştı. Mervan’ın bu ilk derlemeyi yaktırmasındaki gerekçesini, kendisi şöyle açıklıyor: “Bunu yaptım, çünkü, Onda yazılı olanlar, resmi (imam) Mushaf’a yazılıp geçirilmiş ve korunmuştur. Korktum ki aradan uzun zaman geçtiğinde kuşkucu kimseler bu (resmi) Mushaf hakkında kuşkuya düşerler.” (Bkz. Dr. Subhi e’s-Salih, Mebahis fi Ulumi’l-Kuran, s.83. Dayandığı kaynak: Ibn Ebi Davud, Kitabu’l-Mesahif, s.24.) Oysa, asıl kuşkulara yol açan, esas alınmış olduğu belirtilen ilk derlemenin yakılması olmuştur. Çünkü, ilk derleme ile, sonraki (Osman döneminde oluşturulan ve imam adı verilen) “Mushaf” arasında fark olmasa idi, ilkini yakma yoluna gidilir miydi? İlk derlemede bulunmayan eklemeler ya da Kuran’dan çıkarmalar yapılmamış olsaydı, neden korkulmuştu?
Muhammed Döneminin Kuran’ı ile Bugünkü Kuran Aynı Değil:
Burada çok önemli bir tanıklığa başvuralım: Ibn Ömer diyor ki: “Hiçbiriniz, Kuran’ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. Bilemez ki, Kuran’ın çoğu yok olup gitmiştir. ‘Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum’ desin yalnızca.” (Bkz.Suyuti, el İtkan, 2/32.)
Bu tanıklık, bugün elimizdeki Kuran’la, Muhammed’in “vahiy katipleri”ne yazdırdığı bildirilen Kuran’ın aynı olmadığını çok açık biçimde anlatmıyor mu? Kaldı ki, Ibn Ömer, Osman dönemindeki derlemeden sonra bu sözü söylemiştir. Yani, Osman döneminde oluşturulan “Mushaf”ın da orijinali yok. O el yazması, Dünyanın hiç bir yerinde bulunmuyor…
Temel kaynaklarda sözü edilen, ama bugün bulunmayan “değişik mushaflar” da üzerinde durulmaya değer nitelikte. Suyuti’nin el İtkan’ında, Buhari’nin eserlerinde bazı önemli mushaflardan ve bu mushafların içindeki surelerin listelerinden söz edilir. Örneğin, Muhammed’in en yakınlarından biri bilinen ve Peygamberin, Kuran için ezberine başvurulacak dört kişiden biri olarak belirttiği Ibn Mesud’un mushafı, yine Muhammed’in danışılması gereken dört kişiden biri olarak söz ettiği Übeyy Ibn Ka’b’ın mushafı, Abdullah Ibn Abbas’ın mushafı, Muhammed’in karılarından Aişe’nin mushafı, Ali’nin mushafı bunların başlıcaları.
Ayrıca bugün Alevi’lerin, Ali’nin mushafı olarak söz ettikleri bir mushaf ve Hindistan’da saklanan ayrı bir mushaf daha var.
Suyuti’nin ve Buhari’nin kitaplarında belirtilen mushaflardan hiçbiri günümüze gelememiş. Ancak bunların içerik listeleri yazılmıştır.Ayrıca bazı din kitaplarında, bunlarda bulunduğu söylenen ayet ve surelerden parçalar günümüze kadar gelmiştir. Eldeki resmi nüshadan içerik yönünden farklı oldukları bu listelere bakınca hemen anlaşılıyor. Örneğin, Ibn Mesud’un “Mushaf”ında Fatiha Suresi gibi çok temel bir sure yok. Felak ve Nas sureleri de..Ali’nin surelerinin sırası bugünküne uymuyor. Suyuti, kitabında, Bakara suresinin, Ahzab suresi ile aynı uzunlukta olduğunu aktarıyor. (Bkz. Suyuti, el ıtkan, 2/32.) Oysa bugün, eldeki resmi Kuran’da, Bakara 285 ayet iken, Ahzab yalnızca 73 ayettir.
Üçüncü halife Osman döneminde bir heyet tarafından yeniden derlenip yazılan Kuran’ların kaç adet olduğu ve şu anda nerede bulundukları tartışmalıdır.
Kimilerine göre dört, kimisine göre beş ya da yedi adet yazılmıştır. Dörttür diyenlere göre, Osman bir nüshasını kendisine alıkoymuş, diğerlerini Kufe’ye, Basra’ya ve Şam’a göndermiştir. Mekke’ye, Yemen’e ve Bahreyn’e gönderilenlerden de söz ediliyor.
Kimi kitaplardaki bilgilere göre, bu nüshalardan kopya edilip çoğaltılmasına izin verilmiş, kimi kişiler kendileri için “mushaflar” meydana getirmişlerdir. Ancak, o zaman bu mushaflarda bulunduğu söylenen ve örnekler aktarılan bazı Kuran parçalarının resmi Kuran’da bulunmamasına ne demeli?
Bazı İslam kaynaklarında, Osman döneminde çoğaltılan nüshaların bir kısmının bugün elde olduğu iddia edilir. Örneğin, bir kopyanın Taşkent’te olduğundan söz eden çok sayıda kitap vardır. Yine bazı İslami Türk kaynaklarında Topkapı Müzesi’ndeki Kuran’ın da Osman zamanından kaldığı söylenir. (Turan Dursun’un bu makalesinin üzerinden geçen sürede , 2000 yılına gelindiğinde, Yemen’deki Ulu Cami’de yapılan restorasyon çalışmaları sırasında dünyanın en eski Kuran’ının bulunduğu The Guardian gazetesinin haberinde açıklanmıştır. Bu Kuran üzerinde yapılan incelemeler, günümüzdeki Kur’an’ı tutmadığını göstermektedir. )
Konunun araştırmacılarından Prof. Dr. Suphi e’s-Salih kitabında, “Peki, Osman döneminde hazırlanmış resmi nüsha şimdi nerededir?” sorusunu ortaya atar ve doyurucu cevap bulamadığını açıklar. Kahire Kütüphanesi’nde olduğu söylenen nüshanın, Osman döneminden kalmış olamayacağını belirtir. Çünkü bu kitapta bir takım işaret ve noktalar vardır, böyle işaret ve noktaların İslamiyet’in ilk yıllarında bulunmadığı bilinmektedir.
Ayrıca, Kuran’ın okunuşundaki farklar da, tek bir Kuran olmadığının göstergesidir. Nitekim, İsmail Cerraoğlu’nun, Ankara 1971 baskılı “Tefsir Usulu” adlı kitabının 90-110.sayfaları arasında, Islam kaynaklarından aktarılan bilgiler de şöyle:
“Kur’an’ın bir harfinin bile değişmediği” yalanı Tevbe suresinin 114.ayetindeki “iyyahu” sözcüğünü, Hammad İbn Zeberkan, “ebahu” diye okurdu. Sad suresinin 2. ayetindeki “izzettin sözcüğünü de “ğırratin” okumaktaydı. Buradaki değişiklikler harf değişiklikleri.Birincisinde “ya””ba” ya, öbüründe de “ayın” harfi, “ğayın” harfine dönüşmüş. Haydi bu tür harf değişikliklerini önemsemeyelim.
Eldeki Kur’an’da görülen kimi sözcüklerin yerine, Abdullah İbn Abbas, “mürâdiflerini”, yani “eş anlamlı olanları kullanırdı. Enes İbn Malik de Müezzemmil suresinin 6. Ayetindeki “akvamu” sözcüğünün yerine, “asvabu” sözcüğünü kullanmıştır. İbn Ömer, Cum’a suresinin 10. Ayetindeki “fes’av” sözcüğünün yerine, “femzû” sözcüğünü; İbn Abbas Karia suresinin 5. Ayetindeki “kel’ıhni”yerine “k’essavfı”yı uygun görüp kullanırdı. Yine İbn Abbas “sayhaten vahideten”lerdeki “sayhaten” yerine, “zeyfeten”i yeğlerdi.Enes İbn Malik, İnşirah suresinin 2. Ayetindeki “vada’nâ” yerine,”halelnâ” diye okurdu. (Bkz.Sf.95). Aynı kitapta, gösterilen kesimde başka örnekler de görülebilir.
Buralarda görülen de yalnızca harf değişikliği değil kelime değişikliğidir. Demek ki peygamberden bu yana bir harf bile değişmemiştir savı gerçek değildir.
İsmail Cerrahoğlu’nun da kitabında yer verdiği (Bkz. aynı kitap, s.93-94) bir olay çok ilginçti bu konuda. Aktarıldığına göre, bir gün Hizam oğlu Hakim Oğlu Hişam, Furkan suresini okumaktadır. Ömer dinler, bakar ki, Hişam bu sureyi Muhammed’in kendisine öğretip okuttuğundan başka türlü okuyor. Ömer öfkelenmiştir:
“-Bu sureyi sana böyle kim belletip okuttu?”
“-Peygamber!”
“-Yalan söylüyorsun. Çünkü, Peygamber bu sureyi bana senin okuduğundan başka türlü okuttu.”
Ömer bu tartışmayı yaparken, Hişam’ın yakasına sarılmıştır. Sonra, adamı alıp Peygamber’e götürür.
“-Bu adam, senin bana okuttuğundan başka türlü okuyor Furkan suresini.”
“-Yakasını bırak da adamın okuduklarını ben de dinleyeyim.”
Ömer yakasını bırakınca, Muhammed adama döner:
“-Hişam, haydi oku, bir de ben dinleyeyim, Furkan suresini nasıl okuyorsun?”
Hişam, Furkan suresini, kendisine öğretildiği gibi okur. Sonra, Muhammed, “-Bu sure bana böyle indi.” der.
Muhammed, aynı sureyi bir de Ömer’e okutturur. Ömer’inki için de aynı şeyi söyler. Yani, ikisininkini de doğru bulmuştur. Sonra da şöyle der:
“- Kuran yedi harf (yedi türlü) indirildi. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse, Kur’an’ı ona göre okuyun. (Bkz. Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Husûmât 4; Tecrîd, hadis no: 1766; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu Salâti’l-Müsâfirîn/270, hadis no:818)
Bu hadis, Hişam’ın okuduğu Furkan suresi ile, Ömer’in okuduğu Furkan suresinin çok çok başka olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu hadise göre, Muhammed, kavgayı tatlıya bağlıyor, “Kur’an’ın yedi çeşit indirildiğini” ve herkesin başka türlü okuyabileceğini söylüyor. Yani Kur’an’ı türlü biçimlerde öğrenip okumayı serbest bırakıyor. “Başkalık”sa, hadisten de kolaylıkla anlaşılacağı gibi, “okunuş”ta değil, “okunanlar”dadır. Yoksa, Ömer’in o denli öfkesinden söz edilebilir mi?
Kaynaklar, ayrı ayrı mushaflar üzerinde durur. Aktarılan örneklere göre, kimi mushaftakiler bugün elimizdeki “resmi kuran” dakileri tutmamaktadır. Ayrıca İbn Ömer’in şu sözü son derece ilginçtir:
-İçinizden kimse, Kur’an’ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur’an’ın tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur’an’ın çoğu yok olup gitmiştir. (Bkz. Süyuti, el İtkan, 2/32)
Bütün bunlar karşısında, yine “kuran, Peygamberden bu yana olduğu gibi ve bir harfi bile değişmeden gelmiştir, denebilir mi?
Kur’an’ın birinci orijinali de, ikinci orijinali de yine müslümanlar eli ile yakılmıştır. Kuşkusuz gerçekleri örtmek için. Osman döneminde oluşturulup çoğaltıldıktan sonra belirli merkezlere gönderilen nüshaların orijinallerine de , dünyanın hiçbir yerinde raslanmamaktadır.
Müslümanların kutsal kitabının resmi nüshasının her yerde aynı olduğu doğrudur. Ancak, bugün İslam dünyasında bilinen ve elde bulunan Kuran, Peygamberin “vahiy katiplerine yazdırdığı” söylenen Kuran’ın aynı değil. Kaynaklar, bunu ortaya koyuyor.
Yararlanılan İslami Kaynaklar: 1.Buhari E’s-Sahih (Arapça); Kitabu’l Fedail-ül- Kuran Menakıbu’l Ensar, Sahihi Buhari Mustesari. Tecridi Sarih Tercümesi, 2.Dr. S. Suphi E’s-Salih (İslam dünyasında son yüzyılın ıleri gelen ve birçok eserleri olan araştırmacı) Mebahis fi Ulum-il Kuran, 3.Celalettin Suyuti (Kuran yorumcusu, Hadis uzmanı olarak İslam dünyasında en güvenilir din bilirlrinden birisi): El İtkan Fi Ulumi-l,Kuran, 4.Müslim E’s-Sahih (Arapça), 5.Ebu Davud
Kaynak: 1) Turan Dursun, Din Bu, 1.cilt, Kaynak Yayınları, 10.baskı, sayfa 78-89.Kaynak yayınları 84.
2) Turan Dursun, Din Bu, 3.cilt, Kaynak Yayınları, 6.baskı, sayfa 187-189
Not: Konuyla ilgili İngilizce sitelerden altı adres: | Link 1| Link 2| Link 3 | Link 4 | Link 5 | Link 6 |
16.12.2000 akşamı Kanal 6 TV’de yayınlanan Ceviz Kabuğu programında konuklardan Edip Yüksel, iki ilahiyatçı ile tartıştı. Edip Yüksel, Reşat Halife olarak tanınan kişinin Kuran’daki Tevbe suresinin son iki ayetinin orijinal Kuran’a sonradan eklendiği tezini vurguladı. Ayrıca, programdaki tartışmacı ilahiyatçılardan birisi olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanlarından Mustafa Varlı, Kuran’a “elif harf”leri eklendiğini ifade etti. Bu iki açıklama da, Kuran’ın değişmiş olduğunun bir diğer ispatı oluyor, her ne kadar dinciler “Kuran’ın bir harfi bile değişmemiştir” deseler bile..
Milattan 1500-2000 yıl önce, bir başka deyişle, Muhammed’den 1900-2400 yıl önce yaşamış olan eski Mısırlılar, yapmış oldukları piramitlerin duvarlarına ve papirüs adı verilen ve kağıt yerine kullanılan yapraklar üzerine kazıdıkları resim ve yazıları (hiyeroglif) ile kendi çağlarına bugün bile ışık tutuyorlar. Bunlardan üç örnek aşağıda görülüyor:
Ne gariptir ki; Muhammed’in Allah’tan-varsa eğer- indiğini iddia ettiği Kuran’ın yazıya ilk dökülen kopyası yeryüzünde bulunmamaktadır. Muhammed’den asırlarca önce yaşamış olan eski Mısırlılar düşüncelerini ve tarihlerini bugüne kadar getiren yazılarını taşlar üzerine yazmayı akıl etmişken, Allah’ın-varsa eğer- ve onun peygamberi olduğunu iddia eden Muhammed’in bunu düşünememiş olması size garip gelmiyor mu? Muhammed, Kuran’ın yazıya ilk dökülen halini bu şekilde yazarak ölümsüzleştirmeyi niye düşünemedi? Eğer bu hatayı yapmamış olsa idi, bugünkü Kuran ile Muhammed’in Kuran’ı karşılaştırılarak kontrol edilebilirdi. Kuran’ın değişmesi de önlenebilirdi. Doğru sözdür; “Söz uçar, yazı kalır”.
Tüm bu eksiklikler, Kuran’ın Allah’tan-varsa eğer- inmediğinin, insan sözü olduğunun, bir başka deyişle Muhammed ve arkadaşlarının sözü olduğunun bir diğer göstergesidir.x
X
KUR’AN’A VE MUHAMMED’E GÖRE TÜRKLER İSTESELER DE MÜSLÜMAN OLAMAZLAR
“Tevrat”ın Tanrı”nın son derece “ırkçı” olduğunu hmen herkes bilir. Kimi araştırmacılar, bu “Tanrı”daki özelliğin, Yahudilik için “yararlı” olduğunu da savunurlar. Ne var ki, şu da gerçek: Bugün, “yahudiler”in sergiledikleri tüyler ürpertici ve insanlık dışı acımasızlıklarda , Tevrat’taki “Tanrı”nın(Yehova) ilkel, katı bir ırkçı oluşunun payı az değildir.
“KITALUT-TURK” HADISLERINDEN… “Müslümanlar, Türklerle kesin öldüreşecekler.”
Kur’an’ın “Tanrı”sının ırkçılığı
Tevrat’ınkinin “ırkçılığı”nı herkes bilir de, “Kur’an’ın Tanrı’sı”nın “ırkçılığı”nı çoğu kimse bilmez. Ve kimi “iyi niyetli aydınlar” bile; Kur’an’ı ve “Tanrı”sını “evrensel” sanır. Oysa, Kur’an’ınki, Tevrat’ınkinin bir çeşit “kopya”sıdır. Bunu, bu “Tanrı”nın “İsrailoğulları”nı nasıl tanıttığından bile anlamak mümkün:
“En üstün toplum, İsrail toplumu”
Buna, kimileri şaşacaklar. Ne ki, bir gerçek. İşte ayetler:
Kur’an’ın “Tanrı”sı, tıpkı, Tevrat’ın “Tanrı”sı “Yehova” gibi, iki yerde, aynen şöyle seslenir:
“Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi dünyalara üstün kıldığımı hatırlayın.” ( Bakara, ayet: 47, 122. Diyanet çevirisi.)
Bir yanda İslam dünyasındaki “yahudi düşmanlığı”, öbür yanda da, Kur’an’daki “Tanrı”nın “İsrailoğulları”na böyle seslenişi… Bir çelişkidir bu. Bunu da geçelim.
Arap toplumundan başkası “muhatap” değil
Kur’an’da birçok şeyler anlatılır. “Kaynaklar”ı biliniyor bugün. Ama “Tanrı”dan diye sunulur. Bu “Tanrı”yla “insanlar” arasında, daha doğrusu, “zaman”ına göre “bir kesim insanlar”, “bir toplum” ya da “bir toplumun kesimi” arasında da bir “elçi”. “Tanrı Elçisi” diye sunulur. “Peygamber” deniyor. Kur’an’da anlatılan o ki, “Tanrı” şu açıklamayı yapmakta:
-“Biz her peygamberi, kendi toplumunun diliyle gönderdik. İlle de böyle yaptık ki, o toplumdan olanlara anlatabilsin.” (Iibrahim suresi, ayet: 4.)
Demek ki, Kur’an’a göre, “Tanrı’nın elçisi”nin bir “toplum”u var. “Elçi”, “ırk”ından geldiği bu “toplum”la “Tanrı” arasında yapar aracılığını. Ne iletecekse bu “toplum”a ve “kendi diliyle” iletmekle yükümlü. Kur’an’da anlatılan bu. Yine buna göre; Muhammed de bu yükümlülüğü taşımakta. Onun da bir “toplumu” var ve o da “Tanrı”sıyla bu “toplum” arasında “aracı”.
“KITALUT-TURK” (“TÜRKLERLE ÖLDÜRÜŞME”) HADİSLERİNDEN.
“Sonunda Türkler kesilecekler…(Ebu DAvud, Kitabu’l-Cihad/9, hadis no:4305.)
Kur’an’ın bütünü içinde, Muhammed’in “kavm”ından, yani “toplum”undan “Tanrı vahiyleri”ni, bu “toplum”a iletmek zorunda olduğundan, bunu yaptığından söz edilir. Muhammed’in “toplum”u, “Arap toplumu”dur. Öyleyse “muhattap” da bu toplumdur. Kur’an, kendi deyimiyle “Arapça”, seslendiği kesim de, “Araplar”.
Ama “Araplar”ın da tümü değil; yalnızca “bir kesimi”. Korkutma yalnız “Mekke ve çevresi”ne
Ayetler çok açık. “Kur’an”la yapılan “uyarı”ların, “korkutma”ların, “Mekke” (Ümmü’l-Kura) ve “çevresi”ne yönelik olduğu, En’am suresinin 92., Şura suresinin 7. ayetinde, kuşkuya yer bırakmayacak bir açıklıkla anlatıyor. Evet, Kur’an’ın “muhatab”ı, “Mekke ve çevresi”dir yalnızca. Bugün kendilerini müslüman sayan öteki toplumlarda hiçbirisinin, bu kapsamda yeri yoktur. Knou, bu denli açık.
Muhammed’in “tüm insanların peygamberi”, Kur’an’ın da “tüm insanlara yönelik” olduğunun anlatıldığı ayetler de var. Kur’an’daki nice çelişkilerden biridir bu. Ama, “kendisine açıklama yapılan toplum”un “Arap toplumu”, bu toplum içinde de yalnızca “Mekke ve çevresi”nin ( hem de o zamanki) “halk”ı olduğu da bir gerçek. Başka toplumlardan, bu arada “Türkler”den “müslüman” olanlar olmuş; daha doğrusu kendilerini “müslüman” saymışlar; ama Kur’an’ın hangi toplumu “müslüman” saydığı önemli.
Özellikle “Türkler” için “hadis”ler vardır. Türkler için hiç de iyi şeyler söylemeyen bu hadisler, örnek ve yürekli bilim adamı Prof. Dr. İlahn Arsel’in “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” adlı kitabında çok çarpıcı biçimde yer almakta. ( Bkz. İstanbul, 1987, İnkılap Kitabevi, s. 18 ve öt.)
Muhammed’in Türk düşmanlığı
Kendilerini “müslüman” sayan “Türkler”i Muhammed, “müslüman” saymak şöyle dursun; “düşman” diye ilan etmiştir. İslam dünyasında en sağlam kabul eidlen hadis kitaplarında da bu var. Başlı başına bir bölüm olarak. Bölümün adı da çok ilginç: “Kıtalu’t-Türk”. Anlamı da: “Türklerle öldürüşmek(savaş)”. Buhari’de, Ebu Davud’da ve Tirmizi’de bölümün adı bu. ibn Mace’de “Babu’t-Türk”, yani “Türkler Bölümü”. Müslim’deyse, “Kıyamet alametleri” arasında yer alıyor.
Muhammed, “Peygamberliğinin bir kanıtı” olarak, gelecekten haber verirken, “Kıyametin bir alameti” olarak “Türklerle nasıl çarpışılacağını, “müslüman”ların, “Türkleri nasıl öldürecekleri”ni de anlatıyor. Hem “Türk” diye ad vererek, hem de “tarif” ederek, yüzlerinin, gözlerinin, burunlarının, derilerinin, renklerinin nasıl olduğunu anlatarak. Anlaşılan o ki, Türkler konusunda kendisine bir takım bilgiler verilmiş. Muhammed’in anlatmasına göre, “Türklerle öldürüşme”, taa “Kıyamet”e dek söz konusu. Kıyametin bir alameti” olarak da “müslümanlar”, yeryüzündeki “Türkleri öldürüp temizleyecekler”. Yoksa “kıyamet kopmayacak”.
İşte hadislerden bir kesim:
– Müslümanlar, Türklerle öldürüşmedikçe, kıyamet kopmayacaktır. Yüzleri kalkan gibi, üst üste binmiş(kalın) derili olan bu toplumla…. kıl giyerler.”( Bkz. Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’l-Fiten/62-65, hadis no:2912; Ebu Davud, Sünen, Kitabu’l-Melahim/9 Babun fi Kıtali’t Türk, hadis no: 4303; Nesei, Sünen, Kitabu’l-Cihad/Babu Gazveti’t-Türk…)
-“Siz (müslümanlar), küçük gözlü, basık burunlu, yüzleri kalkan gibi, derisi üst üste binmiş olan toplumla öldürüşmedikçe kıyamet kopmayacaktır.” (Buhari, e’s-SAhih, Kitabu’l-Cihad/96; Müslim, e’s-Sahih, kitabu’l-Fiten/62 hadis no: 2912; Ebu DAvud, Sünen, hadis no: 4304; Tirmizi, h. no: 2251; İbn Mace, h. no: 4096-4099)
X
KURAN’DA ÇELİŞKİ VAR MI, YOK MU?
Yaşar Nuri Öztürk: “Kur’an daha ikinci sayfasında kendisini, ‘çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap’ olarak anmaktadır.”diyor Star gazetesinde ve şu ayeti sunuyor: “Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren Kitaptır.” (K. 2/2)
Kuran da şöyle diyor kendisi hakkında: “Kuran’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi onda çok aykırılıklar bulurlardı.” (K.2/82) ve yine
“Allah…kulu Muhammed’e kendisinde hiçbir (tezat ve) eğrilik bulunmayan dosdoğru kitabı indirdi.” (K. 18/4 TDV çevirisi)…
“Durup düşünelim”, Kuran’ı inceleyelim: Kuran’da hiçbir tezat (çelişki) var mı,
yok mu diye…Elbette bunu inceleyebilmek için aklını dine- imana kurban etmemiş olmak gerek… Aklını Allah’a, Peygambere, dine, imana kurban etmiş kişiyi gerçekler
etkilemez.
Bu nedenle yazımız aklını imana kurban etmeyen gerçek aydınlaradır…
+
Yaşar Nuri Öztürk, 25.1.2002 tarihli Star gazetesinde “KUR’ANSIZ İSLAM”
ARAYIŞLARI başlıklı yazısında yine Hadissiz, Kıyası Fukahasız, İcmai ümmetsiz İslam Olmaz deyenlere çatıyor.
Bilmeyenler için söylüyorum: Yaşar Nuri Öztürk İslamiyeti yalnız Kuran’a dayandırmak istiyor. Karşıtları ise “Hayır, diyor. Yalnız Kuran yetmez, Hadis de gerek, Kıyası Fukaha da gerek, İcmai ümmet de gerek.” Diyor…
Kim haklı, kim haksız deme konumunda değilim. Ancak Yaşar Nuri Öztürk’ün belirttiğim yazısında şöyle bir tümce kullanıyor: “Kur’an daha ikinci sayfasında kendisini, ‘çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap’ olarak anmaktadır.” (K. 2/2).
Öyle bir laik ülkede yaşıyoruz ki dinleri övmek alabildiğine serbest ve yasaksız; ama dinleri eleştirmek TCK m. 175’e tabi… Örnek verirsek; Devlet ve Hükümet büyüklerimiz gibi “İslam; en akılcı, en mükemmel ve en son dindir!” dersek ses yok; ama, “En akılcı din, en mükemmel din, en son din böyle kural kor mu?” demeye kalkınca ölümlerden ölüm beğenmek zorundasın ve de kendini TCK m. 175’ten mahkeme kapısında bulursun.
Yine gazetelerden sık sık okuyoruz; falan bilgin yada kişi, islamiyeti seçmiş ve islamiyeti seçerken de şöyle şöyle demiş diye onların övgülerini sergilersek bir şey yok. Buna karşılık “Arkadaş islamı bırakıp başka dini seçenler de var. Bu da dinini değiştirirken islamiyet hakkında şöyle şöyle” demiş dersen kıyamet kopar…
Bir örnek daha Müslüman Zekeriya Beyaz’ın, kendi dinini övme hakkı var; ama, karşısındaki Hıristiyan’nın, Yahudi’nin ise kendi dinini övme hakkı yok. Sanki onlar islamiyeti seçmiş olmadıkları için suç işlemişler gibi sus-pus olmak zorunda kalıyorlar… Hani Anayasamız, herkes düşünce ve kanatlarını serbestçe açıklar, diyordu, Hani devletimiz laiklikti ve herkesin inancını sergilemesini güvence altına almıştı…
Şimdi de Yaşar Nuri Öztürk, Kuran için: “Çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap!” diyor. Su tümcelerden Kuran’da iki tane daha var. Bunlara da bir göz atalım: “Kuran’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi onda çok aykırılıklar bulurlardı.” (K.2/82) ve yine “Allah…kulu Muhammed’e kendisinde hiçbir (tezat ve) eğrilik bulunmayan dosdoğru kitabı indirdi.” (K. 18/4 TDV çevirisi; diğerleri, TDİB çevirisi…) Kuran ve Yaşar Nuri Öztürk, Kuran’da çelişme ve tutarsızlık yok deyince; düşünen bir insanın acaba gerçekten böyle mi? Gerçekten Kuranda, “çelişki, tutarsızlık, uyumsuzluk var mı, yok mu?” diye düşünerek araştırma gereğini duymaz mı?
Kuran, kendi kendini övünce ve Yaşar Nuri Öztürk de övüyor diye hemen inanmalı mıyız? Doğa bize bu aklı niye vermiş öyleyse?… Hem Yaşar Nuri Öztürk, sık sık, hem de Kuran’a dayanarak: “Aklını kullanmayanlar azaba uğrar!” (K. 10/100) demiyor mu, ki bence çok doğru bir tümce. Çünkü İslam dünyasının geri kalmış olmasının tek nedeni aklını kullanmamış olmasıdır… Bir de şöyle bir tümce yok mu Kuran’da: “Aklını kullanmayanlar gerçeği işitemezler!” ( 10/42) diye…
Şimdi gerçeği işitmek ve işittirmek için, hem kendim hem de okuyucularımı azaba uğratmamak için birlikte düşünmeyi öneriyorum… Kuran da bulunan Barış ve Selamet, Düşmanlık ve Şiddet tümcelerini alt alta sıralıyorum. Önce Barış ve Selamet tümcelerini; sonra da Düşmanlık ve Şiddet tümcelerini yazıyorum. Şimdi yan yana sıraladığım bu tümcelerini gerçek saygımız gereği (Dinde buna Allah için denir) dikkatle okuyalım:
BARIŞ ve SELAMET – DÜŞMANLIK ve ŞİDDET TÜMCELERİ:
(+) Artı işaretli sayılar Barış âyetlerini; (-) eksi işaretli sayılar Barış âyetlerini gösterir. Her bölüm (X) işareti ile ayrılmıştır.
1+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey inananlar! Hep birden barışa girin, şeytana ayak uydurmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır. K. 2/208″
b.”Dinde zorlama yoktur. K.2/256″
c.”Ey Muhammet! Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez; fakat, Allah dilediğini doğru yola iletir… K. 2/272″
1-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”…kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Aranızda böyle yapanın cezası ancak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azâbın en şiddetlisine onlar uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. K. 2/85″
b.”Onları bulduğunu yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları
çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram’ın yanında
onlar savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları
bulduğunuz yerde öldürün. K. 2/191″
c.”Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse savaşmayın. Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur. K. 2/193″
x
2+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammet! Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, ‘Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim.’ de. Kendilerine kitap verilenlere ve kitapsızlara: ‘Siz de islam oldunuz mu?’ de. Şayet islam olurlarsa doğru yola girmişlerdir, yüz çevirirlerse sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını görür. K.3/20″
2-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Müminler, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hâli müstesnadır. Allah sizi kendisiyle korkutur. Dönüş Allah’adır.” K. 3/28″
b.”Kim İslamiyet’ten başka bir dine yönelirse onunki kabul edilmeyecektir. O, ahirette de kaybedenlerdendir. İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şehâdet ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez. K. 3/85-86″
c.”Allah yolunda öldürülür veyâ ölürseniz, size Allah’tan onların topladıklarından hayırlı bir mağfiret ve rahmet vardır. K. 3/117″
d.”Ey inananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi ağızlarından taşmaktadır, kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer aklediyorsanız, şüphesiz size âyetleri açıkladık. K. 3/118″
e.”İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz mühletin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak, günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azab onlaradır. K. 3/178″
f.”İnkâr edenlerin diyâr diyâr gezip refah içinde dolaşması sakın ey Muhammed, seni aldatmasın; az bir faydalanmadan sonra onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır. K. 3/196-197″
g.”Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik. K. 4/80″
h.”Doğrusu, âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız; derilerinin her yanışında azâbı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. K. 4/56.”
ı.”O halde, dünya hayatı yerine ahreti alanlar, Allah yolunda savaşsınlar: Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galip gelirse, Biz ona büyük bir ecir vereceğiz. K. 4/74″
i. “Onlar kendileri inkâr ettikleri gibi, keşke siz de inkâr etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyen.” (K. 4/89)
k.”… eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik. K. 4/9l”
l.”Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden ayrılıp, inananların yolundan başkasına uyan kimseyi, döndüğü yöne döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! K. 4/115″
m.”O, size Kitapta ‘Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve alaya alındığını
işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz’ diye indirdi. Doğrusu Allah münâfıkları ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır. K. 4/140″
n.”Ey İnananlar! Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz? K. 4/144″
o.”Allah’ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah’la peygamberleri arasını ayırmak isteyen ‘Bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz’ diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere ağır bir azâp hazırlamışızdır. K. 4/150-151″
ö.”…Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler,işte onlar kâfirlerdir. K. 5/44″
p.”Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle ve günahlarına kefâret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zâlimlerdir. K. 5/45″
x
3+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey müminler! Siz kendinize bakın. Siz hidâyete ererseniz, delâlete düşen size zarar vermez. K. 5/105″
3-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a. “İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliklerdir. K.5/10″
b.”Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa
uğraşanların cezâsı öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir. Onlara âhirette büyük azâb vardır. K. 5/33″
c.Yahûdî ve Hıristiyanları dost olarak benimsemeyen, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez. K. 5/51″
d.”İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar cehennemliktir. K. 5/86″
x
4+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Doğrusu size Rabbinizden açık belgeler gelmiştir; kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin bekçiniz değilim. K. 6/104″
b.”Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de yanaş ve Allah’a güven. O şüphesiz işitir ve bilir. K. 8/61″
4-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Âyetlerimizi yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayanlar, işte onlar
cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır. K. 7/36″
b.”Allah’ın doğru yola sevk ettiği kimse doğru yolda olur. Saptırdığı kimiseler
ise, işte onlar mahvolanlardır. K. 7/178
c.”Rabbin meleklere ben sizinleyim. ‘İnananları destekleyin” diye vahyetti. ‘Ben, inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın’ dedi. K. 8/12″
d.”Onları siz öldürmediniz fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı. Alla, bunu inananları güzel bir imtihana tabi tutmak için yapmıştı. Doğrusu, o işitir ve bilir. K. 8/17″
e.”Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın.Eğer vazgeçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür. K. 8/39″
f.”Ey Peygamber! Mü’minleri savaş için coştur. İzin sabırlı yirmi kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener. Sizin yüz kişiniz, inkâr edenlerden bir kişiyi yener; çünkü onlar anlayışsız bir güruhtur. Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, zira içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Sizin sabırla yüz kişiniz onlardan iki yüz kişiyi yener; sizin bir kişiniz, Allah’ın izniyle, iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir. K. 8/65-66″
g.”Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder. K. 9/5″
h.”Eğer, andlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dîninize dil uzatırlarsa, inkârda önde gidenlerle savaşın, -çünkü onların yeminleri sayılmaz-belki vazgeçerler. K. 9/11″
ı.”Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azâblandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah bilendir, Hakimdir. 9/14-15″
i.”Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi-küfrü imana tercih ediyorlarsa- dost edinmeyin. Sizden onları kim dost edinirse doğrusu kendine yazık etmiş olurlar. K. 9//23″
k.”Kitap verilenlerden, Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın. K. 9/29″
L. “Ey inananlar! Size ne olduğu ki, ‘Allah yolunda, savaşa çıkın’ dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Âhireti bırakıp dünya hâyatına mı razı olduğunuz? Oysa dünya hayatının geçimi âhirete göre pek az bir şeydir. Çıkmazsanız Allah size can yakıcı azabla azab eder ve yerinize başka bir millet getirir. O’na bir şey yapamazsınız. Allah her şeye kadirdir. K. 9/38-39″
m.””İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın, Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihâd edin. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır. K. 9/41″
n.”Ey Peygamber! İnkârcılarla, ikiyüzlülerle savaş; onlara karşı sert davran. Varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür. K. 9/73″
o.”Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını -Tevrat, İncil ve Kuran’da söz verilmiş bir hak olarak- cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır. K. 9/111″
ö.”Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla berâberdir. K 9/123″
x
5+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammed! Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı. Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın? K. 10/99″
b.”Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse inanamaz. O, aklını kullanmayanlara kötü bir azâb verir. K. 10/100″
c.”De ki: ‘Ey insanlar! Rabbinizden size gerçek gelmiştir. Doğru yola giren ancak kendisi için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmıştır. K. 10/108″
d.”Ey Muhammed! Sana vahyedilene uy; Allah hükmünü verene kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir. K. 10/109″
e.”Ey Muhammed! Onlara vâdettiğimiz azâbın bir kısmını sana göstersek de senin canını alsak da, vazifen sadece tebliği etmektir. Hesap görmek bize düşer. K. 13/40″
f.”Yolun doğrusunu göstermek Allah’a aittir. Yolun eğri olanı vardır. Allah dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi. K. 16/9″
g.”Ey Muhammed! Onların doğru yolda olmalarına ne kadar özensen, yine de Allah, saptırdığını doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da olmaz. K. 16/37″
h.”Ey Muhammed! Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış, doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir. K. 16/125″
5-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”…İnkârcılara, inkârlarından ötürü kızgın bir içecek ve can yakıcı âzâb vardır. K. 10/4″
b.”Doğrusu bu Kuran en doğru yola götürür ve yararlı iş yapan mü’minlere büyük ecir olduğunu, âhirete inanmayanlara can yakıcı bir âzâb hazırladığımızı müjdeler. K. 17/9-10″
c.”Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimleri de saptırırsa, artık onlar için Allah’dan başka dostlar bulamazsın. Bin onları kıyâmet günü yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşr ederiz. Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız. K. 17/97″
x
6+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”De ki: ‘Gerçek Rabbinizdendir. Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin…’ K. 18/29″
6-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a. “…Şüphesiz zalimler için, duvarları çepeçevre onları içine alacak bir ateş hazırlamışız. Onlar yardım istediklerinde, erimiş mâden gibi yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur. Bu ne kötü bir içecek ve cehennem ne kötü bir duraktır! K. 18/29″
b.”İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O’nu inkâr edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür de bununla karındakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar onlar içindir. Orada, uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defâsında oraya geri çevrilirler: ‘Yakıcı azabı tadın’ denir. K. 22/19-22″
x
7+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”De ki: ‘Ben, yalnız her şeyin sahibi olan ve bu kutlu kılınmış şehrin Rabbine
kulluk etmekle emrolundum. Müslümanlardan olmakla ve Kuran okumakla emrolundum’
Kim doğru yolu bulmuşsa, yalnız kendisi için bulmuş olur, kim sapıtmışsa kendine
etmiş olur. De ki: ‘Ben sadece, uyaranlardan biriyim.’ K.27/91-92″
b.”Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir. K. 28/56″
c.”Sen sadece bir uyarıcısın. K. 35/23″
d.”Ey Muhammed! Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yoksa körleri ve apaçık sapıklıkla olanları doğru yola sen mi eriştireceksin? K. 43/40″
7-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim var mıdır? Şüphesiz suçlulardan öç alacağız. K. 32/22″
b.”…Azâbı gördüklerinde, ettiklerine içleri yanar. İnkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar vururuz. Yaptıklarından başka bir şeyin mi cezâsını çekerler? K. 34/33″
c.”Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır. K. 36/8″
d”…Vay ateşe uğrayacak inkârcıların haline! K. 38/27″
e.”Kitabı ve peygamberlerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette bileceklerdir. Boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar. Sonra onlara: ‘Allah’ı bırakıp da koştuğunuz ortaklar nerededir?’ denir… K. 40/70-74″
f.”Doğrusu, günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarında suyun kaynaması gibi kaynayan, erişi maden gibidir. ‘Suçluyu yakalayın, cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başına-azâb olarak-kaynar su dökün’ denir, sonra ona: ‘Tad bakalım, hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin. İşte bu şüphelenip durduğunuz şeydir’ denir. K.44/46-50″
g.”Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü de öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz. K. 47/4″
h.”Ey inananlar! Sizler daha üstün olduğunuz halde düşman karşısında gevşemeyin ki barış istemek zorunda kalmayasınız; Allah sizinle beraberdir; sizin işlerinizi eksiltmeyecektir. K. 47/35″
ı.”Ey Muhammed! Bedeviilerden geri kalmış olanlara de ki: ‘Güçlü kuvvetli bir millete karşı, onlar müslüman olana kadar savaşmaya çağrılacaksınız; eğer itâat ederseniz Allah size güzel ecir verir, ama daha önce döndüğünüz gibi yine dönecek olursanız sizi can yakan bir azaba uğratır. K.48/16″
i.”Defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara! İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde. Serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde bulunurlar. Çünkü onlar, bundan önce, dünyada, nimet içinde bulunurlar iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı. K. 56/4l-46″
k.”Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişken onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar… Eğer sizler Benim yolumdan savaşmak ve rızamı kazanmak için yola çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz. Ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır. K.60/1″
L.”Ey Peygamber! İnkârcılarla ve ikiyüzlülerle savaş, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir, ne kötü dönüştür!. K. 66/9″
m.”İlgililere şöyle buyrulur: ‘O’nu alın bağlayanı. Sonra cehenneme yaslayın. Sonra onu boyu yetmiş arşın olan zincire vurun. Çünkü o, yüce Allah’a inanmazdı.Yoksulun yiyeceği ile ilgilenmezdi. ” Bu sebeple burada bu gün onun bir acıyanı yoktur. Günahkârların yiyeceği olan kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur. K. 69/30-37″
x
8+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Benim yaptığım yalnız, Allah katından olanı, O’nun gönderdiklerini tebliğdir. K. 72/23″”
8-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.”Allah’a ve peygamberine kim karşı gelirce ona, içinde sonsuz ve temelli kalınacak cehennem ateşi vardır. K. 72/23″
x
9+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Şüphesiz ona (insana) yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük.
K. 76/3″
9-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.Doğrusu, inkârcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık. K. 76/4″
x
10+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammed! Sen öğüt ver! Esâsen sen sadece bir öğütçüsün. Sen onlara zor kullanacak değilsin. K. 88/21-22″
10- Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a.-“Ama kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azâba uğratır. Doğrusu onların dönüşü bizedir. Şüphesiz sonra hesaplarını görmek de bize düşmektedir.
K. 88/23-26″
b.”Kitap ehlinden ve puta tapanlardan inkâr edenler, şüphesiz içinde temelli kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte bunlar, yaratıkların en kötüsüdürler. K. 98/6″
x
11+Barış ve Selamet Tümceleri:
a.”Ey Muhammed! De ki: ‘Ey inkârcılar!Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim
taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim
taptığıma da sizler tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır. K.
109/1-6″
11-Düşmanlık ve Şiddet Tümceleri:
a. “Ebû Leheb’in elleri kurusun; kurudu da! Malı ve kazandığı kendisine fayda
vermedi. Alevli aşete yaslanacaktır. Karısı da, boynunda bir ip olduğu halde ona odun taşıyacaktır. K. 111/1-5″
+
Her ne değin gerek Kuran’ın kendisi ve gerekse yurdumuzda Kuran Müslümanlığını uygulamak isteyen Yaşar Nuri Öztürk; Kuran’da; çelişki (tezad), tutarsızlık ve uyumsuzluk- (ahenksizlik) yok diyorlarsa da, yukarıda okuduklarımız içinde birbirine karşıt birçok tümcelerle karşılaşmaktayız. “Allah’ın izni olmadıkça kimse inanamaz!” (K. 120/100) ve “Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin… K. 18/29″ derken diğer yandan “Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. K.8/39″ deniyor.
Bir yandan “Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir. K. 28/56″ denirken hemen yanına “Doğrusu, inkârcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli cehennem hazırladık. K. 76/4″ ve “Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır. K. 36/8″ deniyor… Bunun gibi daha yüzlerce, binlerce örnek gösterilebilirken Kuran’da nasıl çelişki, tutarsızlık, uyumsuzluk yok diyebiliriz.
Sonra: .”Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun” tümceleri varken Müslümanlık savaş dini değil barış dini denebilir mi? Bu boyun vurarak öldürmek günümüz anlayışı ile ne oranda bağdaşır?.. Şeriatla yönetilen ülkelerde idam cezaları hükümlünün boynu vurularak yerine getirilrken dehşete kapılmayan aklı başında bir insan gösterilebilir mi? Bu nedenle yurdumuzda uygulanan idam cezaları kapalı yerlerde yapılırken 1984’ten bu yana, kapılı yerde bile, idam cezaları uygulanamamaktadır.
Yine yukarıda gördük ki “Allah’ı ve peygamberlerini inkâr eden, Allah’la peygamberleri arasını ayırmak isteyen ‘Bir kısmına inanır, bir kısmını inkâr ederiz’ diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerçekten kâfir olanlardır. Kâfirlere ağır bir azâp hazırlamışızdır. K. 4/150-151″ deniyor.
Kuran’daki bu sözler Allah’ın emri olarak kabul edilirken Yaşar Nuri Öztürk ile Zekeriya Beyaz Kuran Müslümanlığını kendi kafalarına göre uygulayabilirler mi? Eğer bir kere Kuran Müslümanlığı uygulanmaya başlanırsa bu da Allah’ın emri diye Kuran harfi harfine uygulanmayacak mı?
Gerçeği bilmek insanı Hak’ka (Doğruya, gerçeğe…) eriştirir ve gerçek insanı güçlü yapar. Gerçek saygımız gereği (dinde buna Allah korkusu denir) doğruları söyleyelim. Eğer yukarıdaki o dehşet sahnelerini Allah’a (Allah: Burada olması gerekeni simgeler…) yakıştırırsak Allah’a (Sosyal gerçeklere, çağımız anlayışına, akıl, bilim ve insandaki acıma ve vicdan duygusu…) saygısızlık ve hatta hakaret etmiş oluruz…
Şimdi biz aydınlar bu gerçekleri insanlara açıklamazsak kendi kendimize yadsımış olmaz mıyız. Gerçeği tepelemiş olmaz mıyız… Bir aydın inandığı ve doğru bulduğu gerçekleri yaşarken söylemezse ne zaman söyleyecek… Bir aydın halkına gerçekleri anlatmazsa kim anlatacak?…
Çünkü söylenmiştir: “Cümle halkın vebali evliyanın boynunadır.” Bu güzel sözü günümüz Türkçesine çevirirsek: “Bütün halkı aydınlatma sorumluluğu aydınların boynundadır.”
Av. Hayri BALTA, 8.3.2002
X
TANRI ÇELİŞKİYE DÜŞER Mİ?

Böyle bir soru sorulur mu? Tanrı’nın kitabında çelişki olur mu?
Hem imam, hem ilahiyatçı profesör, hem hukukçu ve hem de CHP Milletvekili olan Yaşar Nuri Öztürk; “Kuran, Tanrı sözü olup içinde hiçbir çelişki yoktur!” der. Kendisi gibi profesör olan diğer ilahiyatçılar da böyle der.
Y. N. Ö.’nün 25.1.2002 tarihli Star gazetesinde şöyle yazar: “Kuran, daha ikinci sayfasında; kendisini, çelişme, tutarsızlık ve kuşkudan arınmış kitap olarak sunuyor” dedikten sonra şu âyeti örnek gösterir: “Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren kitaptır.” (K. 2/2)
Y.N.Ö. şu ayeti örnek gösterseydi daha kanıtlayıcı olurdu: “Kuran’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi onda çok aykırılıklar bulurlardı.” (K. 4/82)
Şimdi Kuran’ın Tanrı sözü olup olmadığını ve içinde çelişki bulunup bulunmadığını inceleyelim:
“K. 4/78: Onlara bir iyilik gelirse: ‘Bu Allah’tandır’ derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu senin tarafındandır!” derler. Ey Muhammed de ki: “Hepsi Allah’tandır.”
“K. 4/79: Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana isabet eden her kötülük kendindendir.”
Birinci ayette “Sana gelen iyiliğin de, kötülüğün de hepsi Allah’tandır.” denirken; hemen arkasından gelen ikinci ayette “Sana gelen iyilik Allah’tan; sana gelen kötülük kendindendir” deniyor.
Bir de arka arkaya gelen şu iki ayete bakalım
“K. 76/29: Bu sadece bir öğüttür; dileyen Rabbine giden yolu tutar.”
“K. 76/30: Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.”
Bu ayetlere göre de “Dileyen Rabbine gider denirken” hemen arkadan gelen ayette “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” deniyor.
Hadi diyelim Tanrı dilediği için İslam peygamberi “Kafirlerin boynunu vuruyor, parmaklarını doğruyor.” (K. 8/12). Peki şimdi de Tanı dilediği için mi Bush, İslam ülkelerini bombalıyor, yakıp, yıkıyor. Yapmayın yahu, Tanrı böyle iş yapar mı, kafayı mı oynattınız siz, bunadınız mı?
Tanrı dilemezse insan dilekte bile bulunamıyor. Tanrı, kendisinden beklenilmeyecek şekilde insan aklına (iradesine) posta koyuyor. İnsan denen yüce varlığın iradesi yok sayılıyor. Tanrı, insanı kendisinin bir robotu gibi görüyor.
Tanrı insan aklına hem posta koyuyor; hem de “benim iznim olmadan sen aklını kullansan bile Rabbine giden yolu bulamazsın” diyor. Sonra da kendisi dilemediği için doğru yolu bulamayan insanı; “Günah işledin gel bakalım” diyerek, kulağından tutup cehenneme sokuyor.
Hele şu ayete bir göz atın ondan sonra istihareye yatın. Neymiş de Tanrı, cehenneme söz vermişmiş de sözünü yerine getiriyormuş. “Biz dilesek herkese hidayet verirdik; fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıma dair benden söz çıkmıştır.” (K. 32/13)
Her şeyi bilen gören Tanrı; cehennemin dolu mu, boş mu olduğunu bilemez mi de iki de bir Cehennem’e sorar: “O gün cehenneme: ‘Doldun mu?’ deriz. O: ‘Daha var mı?’ der.” (K. 50/30)
Görüldü gibi koskoca Tanrı, hem bize hidayet nasip etmiyor; hem de, günahkarlar mekanı Cehenneme verdiği sözü yerine getirmek için Hayri Balta’yı ve Hayri Balta gibileri kulağından tutup cehenneme tıkıyor.
Yukarıda örneklediğimiz ayetlerde kuşkuya yer kalmayacak şekilde bir çelişki (Tezat-tutarsızlık) yok mudur? Bakalım kendini allame sananlar, bu çelişkileri nasıl açıklayacaklardır.
İnanınız ki eğer Tanrı’nın madde olarak, varlık olarak, zat (kişi) olarak var olduğuna zerrece inansam bir an duraklamadan kendisine sorardım: “Hem bize hidayet nasip etmiyorsun; hem de bizi cehenneme atıyorsun! Bu senin adaletine sığar mı?” derdim…
İslam’da takdiri ilahi diye bir kavram vardır. inandım anlamına gelen islamın amentüsünde de şöyle denir: “Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanırım.”
İslamın bu amentüsünde kaza ve kader, hayır ve şerr Allah’tandır denirken nasıl olur da “Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana isabet eden her kötülük kendindendir.” (4/79) denebilir… En aşağıdaki olan ve olacak her olayın Tanrı’nın takdiri ile olduğunu gösteren ve İnsan iradesini yok sayan ayetlere bakınız:1
Bütün bu tutarsızlıkların nedeni: Tanrı, Tanrı sözü (Allah kelamı) kavramının hangi anlamda kullanıldığının bilinmemesindendir. Bu konuda Şeyh Bedrettin Simavi şöyle demektedir: “Kuran, Muhammed’in sözüdür. Ama Tanrı sözü demeyen kafir olur.” (Varidat) Tanrı ve Tanrı sözü ile neyin amaçlandığını öğrenmek isterseniz “ÂRİFLERİN MENKIBELERİ. Ahmet Eflâki. MEB yayını. 1. Cilt. S. 300-304’e bakmanızı öneririm…”
Eğer bizim ilahiyatçı allameler Abbasiler döneminde kalkıp Kuran Allah’ın kelamı demiş olsalardı zindana atılırlardı, bir güzel dayak yerlerdi, belki de kelleyi verirlerdi. Bu konuda geniş bilgi edinmek isteyenler “Osman Keskioğlu’nun Nebioğlu Yayınevi’nce yayınlanan “KURAN TARİHİ” adlı kitabının. Birinci basım. 231-244 sayfalarına bakabilirler. Bu eser Diyanet İşleri İnceleme Kurulunca tetkik dilerek değerli ve faydalı bulunmuştur. Ayrıca Diyanet İşleri Müşavere Heyetinden takdir kazanmış ve tavsiye edilmiştir.
İnsan dışında bir Tanrı yoktur ki peygamber göndere, kitap indire. Tanrı da, şeytan da, cennet de, cehennem de bunların anladıklarından başka anlamlar içerir.
Bunlar hep simgesel anlatımlardır. Bu kavramların hepsi de insan ruhunun niteliği ile ilgilidir. Bu kavramların hangi anlamda kullanıldığını araştırmak yerine, işin kolayına kaçarak Tanrı’yı kendi dışlarında arıyorlar. Böylesine bir cehalet ilimle bile tahsil edilemez.
Önemle belirteyim ki Tanrı için, din için kendini aydın sanan ilahiyatçıların, dincilerin diyanetçilerin arkasına düşenler gerçeği göremez. İşte bunların en ileri gelenleri sahtekarlıktan hüküm giydi. Çömezleri de yargıdan kaçarak milletvekilliği dokunulmazlığının arkasına sığındı.
H.B. 23.12.2003
+
1İnsan iradesini yok sayan ayetler: 6/2,35,38,59_ 7/34_ 9/51_ 10/19,33,49_11/6_12/67_13/31,38_15/4,5,24_16/61_17/58_19/21_22/70_25/2_27/75_29/5,53_32/3_34/3,30_35/11_36/12_40/6_54/49,52,53_56/50,60_57/22,23_59/3_63/11_64/11_65/3_71/4_72/25, 28_78/17
X
KURAN’DAKİ CELİSKİLER
Bu sayfada, Kuran’dan derledigimiz bazi celiskileri veriyoruz. Oncelikle belirtmeliyiz ki, bu ve benzeri celiskiler tefsircileri oldukca zorlamakta ve ‘sonra gelen Ayet’in, once gelen Ayet’in hukmunu iptal ettigi’ soylenmektedir. Asil sorun ve celiski bu noktada baslamaktadir.
Oncelikle hangi Ayet’in once hangisinin sonra geldigi tam olarak bilinememektedir. Cunku Kuran kronolojik bir yapi tasimamaktadir. Bir cok arastirmaci, bazi Sure’lerin Ayetlerinin birbirine karismis olabilecegini bile iddia etmislerdir. Zaten Kuran’in Sure siralamasina bakilacak olursa, sonlarda Mekke’li Sure’ler, baslarda Medine’li Sure’ler gorulmektedir.
Simdi celiskili Ayet’lerin bir kismina bakalim;
Bakara-106 ‘Herhangi bir Ayet’in hukmunu yururlukten kaldirir veya unutturursak, onun yerine daha hayirlisini veya benzerini getiririz. Allah’in herseye gucunun yettigini bilmezmisin?’
Bakara-106 da boyle soylenirken, asagidaki Ayet’lerde farkli soylenir;
Fatir-43 ‘… Hayir! sen Allah’in kanununda degisiklik bulamazsin. Sen Allah’in kanununda asla bir doneklik bulamazsin.’ – Feth-23 ‘… Allah kanununda hicbir degisiklik bulamazsiniz.’ Ayrica Yunus-64, Fetih-23, En’am-115, Ahzab-62 dede ayni hukumler bulunmaktadir
Maide-69 ‘Fakat inananlar, Yahudiler, Sabiiler ve Hiristiyanlardan Allah’a ve ahiret gunune inanan, iyi isler yapana korku yoktur, onlar uzulmeyeceklerdir.’ Ayni hukum Bakara-62’dede gecmektedir. Fakat Al-i Imran-85 ise ‘Kim Islamiyetten baska bir din ararsa onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir.’ denilmektedir.
Fussilet-34 ‘Iyilik ve fenalik bir olamaz. Sen fenaligi en guzel sekilde karsila. O zaman aranizda dusmanlik bulunan kimse ile bile yakin dost oldugunu gorursun.’ Bu ayet’e karsilik ise; Sura-40 ‘Bir kotulugun karsiligi ona denk bir kotuluktur. Fakat kim affeder ve barisirsa onun mukafati Allah’a aittir. Suphe yokki o zalimleri sevmez.’ – Bakara-179 ‘Ey akli erenler! kisasta sizin icin hayat vardir…’ veya Maide-45 ‘O kitapta cana can, goze goz, buruna burun, kulaga kulak, dise dis ve yaralara karsi yaralari odesme yazdik. Fakat kim sadaka olarak bagislarsa, bu ona kefaret olur…’ yazilmaktadir.
Enam-62’de ‘… Sonra her isi dogru olan kudret ve tasarrufun sahibi Allah’larinin huzuruna gotururler. Bilin ki hukum onundur. O hesap gorenlerin en suratlisidir.’ derken; Hacc-47 ‘Senden baslarina acele azap getirmeni istiyorlar, Allah sozunden asla caymayacaktir. Rabbinin katinda bir gun, sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir.’ denmektedir.
Ayrica Hacc-47 de, rabbinin katinda bir gun sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir hukmu Secde-5 dede vardir. Secde-5 ‘Gokten yere kadar her isi Allah duzenler. Sonra isler sizin sayisiniza gore bin yil tutan bir gunde icinde O’na yukselir.’ Yani bu iki Ayet’e gore, Allah katinda bir gun Dunya gunu ile bin yildir. Meraic-4 ‘Melekler ve ruh oraya miktari ellibin yil olan bir gunde cikarlar.’ gun hesabi bu sefer ellibin yil olmustur.
Pespese iki Ayet var bunlar Enfal Suresindedir;
Enfal-65 ‘Ey peygamber inanlari savasa tesvik et. Eger icinizden sabirli yirmi kisi bulunursa onlarin ikiyuzune galip gelir. Ve eger sizden yuzkisi olursa, kafirlerin binini yener. Cunku onlar hicbirseyden anlamaz guruhturlar.’
Enfal-66 ‘Simdi Allah yukunuzu hafifletti. Bildiki sizde muhakkak bir zaaf var. Artik sizden sabirli ve metanetli yuz kisi olursa ikiyuzunu yenerler. Eger sizden bin kisi olursa, Allah’in izniyle ikibine galebe calarlar. Allah sabir ve sebat edenlerle beraberdir.’
En’am-111 ‘…Allah dilemedikce inanmazlardi…’
En’am-125 ‘Allah kimi dogru yola goturmek isterse, gonlunu Muslumanligi kabul etmesi icin acar. Kimide sapiklikta birakmak isterse, onunda gonlunu daraltir ve sikintili kilar…’
Bakara-7 ‘Allah onlarin yureklerini ve kulaklarini muhurlemistir, gozlerinde perde vardir…’
Bakara-256 ‘dinde zorlama yoktur…’
Muzemmil-19 ‘Suphe yok ki bu (Kur’an) bir oguttur. O halde dileyen Rabbine goturen yolu tutsun…’
Mudessir-54-55 ‘Suphesiz ki, gercekten de Kuran bir oguttur. Dileyen ondan ogut alir.’
(Benzer hukumleri iceren daha pek cok Ayet vardir)
Nisa-89 ‘Onlar sizin kendileri gibi kafir ve boylece es olmanizi isterler. Allah yolunda goc etmedikce onlardan dost edinmeyin. Bunu kabul etmez de yuz cevirirlerse onlari tutun, buldugunuz yerde oldurun…’
Tevbe-5 ‘Hurmetli aylar cikince Allah’a es kosanlari nerede bulursaniz oldurun. Yakalayip hapsedin. Gelip gececekleri butun yollari tutun. Fakat tovbe ederler, namaz kilarlar ve zekat verirlerse onlarin pesini birakin…’
Insanlarin topraktan, sudan, camurdan, meniden, kandan, balciktan, yumurtadan yaratildigi soylenmektedir. Bakilacak Ayet’ler Kiyamet-37, Nahl-4, Hud-61, Meryem-67, Rum-20, Fatir-11, Ali-imran-59-60, Hicr-26, Furkan-54, Nur-45, Alak-2, Enbiya-30 vb.
En’am-108 ‘Allah’tan baska dua ettikleri seylere sovmeyin ki, onlar da bilgisizlikte asiriya gidip Allah’a sovmesinler…’
Tevbe-28 ‘Ey inananlar’ Allah’a es kosanlar mutlaka pisliklerdir…’
Bakara-29 ‘Yeryuzundeki herseyi sizin icin yaratan odur. Sonra goklere yonelerek yedi kat gogu sizin icin duzenledi, yaratti. O herseyi bilir.’
Fussilet-9 – Yerzunun iki gunde yaratildigi,
Fussilet-10 – Bitkilerin daglarin ve gidalarin yaratilmasi.
Fussilet-11 ‘Sonra duman halinde bulunan goge yoneldi…’
Fussilet-12 ‘Allah bu suretle iki gun icinde yedi gok vuda getirdi ve her gogun isini kendisine bildirdi…’
Yani bu iki Sure de, once yer sonra gokyuzunun yaratildigi soylenmekte.
Naziat-27 ‘Sizi mi yaratmak daha guctur, yoksa gogu mu? Allah onu (gogu) kurdu.’
Naziat-28 ‘O’nu yukseltti ve duzen verdi.
Naziat-29 ‘Onun gecesini kararti gunduzunu aydinlik yapti.’
Naziat-30 ‘Bundan sonra da yeryuzunu duzenledi.’
Naziat-31 ‘Oradan suyunu cikardi ve otlak meydana getirdi.’
Naziat-32 ‘Daglari sapasaglam yerlestirdi.’ ….
Zariyat-56 ‘Ben cinleri de insanlari da ancak bana kulluk etsinler diye yarattim.’
A’raf-179 ‘Andolsun ki, biz cinlerin ve insanlarin cogunu cehennem icin yarattik. Onlarin kalpleri vardir ama, anlamazlar. Gozleri vardir ama o gozlerle gormezler…’
Allah’in Resul’u Isa yoksa cehennemdemi?
Tevbe-31 ‘Onlar Allah’i birakip hahamlarini, papazlarini ve Meryem oglu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Halbuki olara da ancak tek Allah’a kulluk etmeleri emredilmisti. Ondan baska tapacak tanri yoktur. O, onlarin es kostuklari seylerden munezzehtir.’
Enbiya-98 ‘Hic suphe yokki siz ve Allah’in disinda taptiklariniz cehennemin odunusunuz. Oraya gireceksiniz.’
Enbiya-99 ‘Eger onlar tanri olsalardi, cehenneme girmeyeceklerdi. Hepsi orada ebediyyen kalacaklardir.’
Aslinda ornekler daha cogaltilabilir.
Tum bu ornekleri yorumsuz olarak verdim. Yorumlari size birakiyor ve son bir Ayet ile yazimi noktaliyorum;
Nisa-82 ‘Kuran’i dusunmuyorlarmi? Allah katindan baska yerden gelseydi, onda birbirini tutmaz pek cok sey bulurlardi.’
KURAN’DAKI CELISKILER
Seriat ortaminda ve din adami’nin elinde yetisen kisilerin ortak özelligi, birbirine ters, birbirine zit ve birbirini cerheden seyleri ayni zamanda benimseyebilmek veya benimsemis görünmektir. Bundan dolayidir ki müslüman kisi, hem bir yandan “Islam dini hosgörü dini’dir” diyebilir ve hem de ayni zamanda Kur’an’in: “Islam’dan gayri bir din’e inananlar sapiktirlar” seklindeki hükmünü benimseyebilir. Bu iki düsüncenin birbirine zit, birinin tersi oldugunu düsünmez. Hem bir yandan Kur’an’in “Din’de zorlama olmaz” seklindeki hükmüne sarilabilir ve hem de ayni Kur’an’in, “müsrikleri” (puta tapanlari) Islam’a zorlamak için, “Müsrikleri öldürünüz” seklindeki emrini rahatlikla uygulayabilir. Bu iki davranisin çeliskili ve bagdasmaz oldugunu farketmez. Farketse bile günah isleme korkusundan farketmemis görünür.
Bir yandan “Tanri dileseydi puta tapmazlardi” seklindeki seriat hükmüne inanirken diger yandan puta tapanlarin Cehenneme atilacaklarina dair hükmü dogal kabul etmekten geri kalmaz ve bu iki hükmün çelisir seyler oldugunu düsünmez. Düsünse bile düsünmemis görünür.
Bir yandan “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse … kalbini dar ve sikintili kilar” seklindeki hükme inanir fakat ayni zamanda bu hükmün uzatmasi olan “Allah, inanmayanlari küfür batakliginda birakir” seklindeki satirlari dogal bulur. Bu iki hüküm arasinda çelisme oldugunu aklindan geçirmez. Gecirse bile, gecirmemis görünür.
Bir yandan “Seriat dini, kadini yüceltmistir, yirminci yüzyilin ulasamadigi haklara eristirmistir; kadinin sahsiyet haklarina saygilidir, kadin erkek esitligini öngörür” seklinde konusurken diger yandan: “Kadinlar aklen ve dinen dûn yaratiklardir; erkeklerin kadinlardan bir üstün dereceleri vardir; iki kadinin tanikligi bir erkegin tanikligina bedeldir; mirasta erkegin payi iki disinin payi kadardir; namazi bozan seyler esek, kara köpek, domuz ve kadin’dir; kadinlar insanin karsisina seytan gibi çikarlar; Cehennem’in çogunlugu kadinlardan olusur, vs…” seklindeki hükümleri öne sürebilir ve bunu yaparken çeliskiye düstügünü bilmez. Bilse bile, bilmemis görünür.
Sayisiz denecek kadar çok bu örneklerin ortaya vurdugu sonuç sudur ki seriat verileriyle yetisen kisi birbiriyle çeliski halinde bulunan din verilerini gerçegin ta kendisi olarak kabul etmekten geri kalmaz. Bu hükümlerin “kutsalligina” ve “mutlak gerçekligine” öylesine inanmistir ki bunlarda “çelisme”, “tutarsizlik” ya da “bagdasmazlik” diye bir sey olabilecegini kabul etmez. Kabul etmek söyle dursun fakat kabul edenleri dinsizlikle suçlamaga hazirdir. Cünkü zekasi, seriat’in olusturdugu ortam içerisinde körletilmistir ve bu ortami olusturan da esas itibariyle din adamidir. Din adami’nin ona belettigi sudur ki Kur’an: “Dogrulugu süphe götürmeyen kitab’tir” (K.2 Bakara 2) ve “Eger o, Allah’tan baskasi tarafindan gelmis olsaydi onda bir çok tutarsizlik (bulunurdu)” (K. 4 Nisa 82)
Ancak ne var ki akilci bir gözle Kur’an’i okumaga basladigimiz an, daha ilk satirlarindan itibaren çelismeli hükümleri karsimizda bulur ve okumaga devam ettikçe bunlarin çoklugu içerisinde kayboluruz. Sadece bir kaç örnekle yetinmek üzere En’am Suresi”nden bazi hükümlere göz atmakla ise baslayalim: 107ci ayet söyle der: “Tanri dileseydi puta tapmazlardi” (K. 6 En’am 107). Bir kaç ayet ilerde su vardir: “Allah dilemedikçe inanmazlar” (K. 6 En’am 111) . Bundan anlasilan sudur ki inanmak ya da puta tapmak Tanri’nin dilegine baglidir ve eger Tanri dilemis olsaydi kisiler puta tapmazlardi.
Ancak ne var ki bu ayni En’am Sure’sinde: “… puta tapanlardan yüz çevir” (K. 6 En’am 106) diye yazilidir. Bunu pekistirir nitelikte olmak üzere Tevbe suresi’nde de puta tapanlarin öldürülmelerini emreden su ayet vardir: “…Müsrikleri (puta tapanlari) buldugunuz yerde öldürün,..” (K. 9 Tevbe 5). Bir baska deyisle, Kuran’a gore, Tanri kisiyi hem “putperest” (müsrik) birakmistir, ve hem de “putperest’tir” diye cezalandirmaktadir.
Yukardakine benzer bir diger örnek En’am Suresi’ndeki su ayet’dir: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir” (K. 6 En’am 125). Dikkat edilecegi gibi ilk iki tümce ile son tümce çeliski halindedir. Cünkü ilk iki tümceye göre kisi’yi “Müslüman” ya da “Kafir” yapan Tanri’dir; fakat Tanri, kafir yaptiklarini Cehennem’e atmaktadir.
Yine Bakara Sure’sinin 6.ayet’i söyle der: “Süphe yok ki, inkar edenleri (kafir olanlari), baslarina gelecekle (azab ile) uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar” (K. 2 Bakara 6). Bu ayet’in hemen arkasindan su ayet gelir: “Zira Allah onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürlemistir; gözlerinde de perde vardir ve büyük azab onlar içindir” (K. 2 Bakara 7). Görülüyor ki kisileri “kafir” yapan, onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürleyen Tanri’dir. Fakat böyle oldugu halde Tanri kendisinin “kafir” yaptiklarini, büyük bir azab’a sokacaktir.
Söylemeye gerek yoktur ki Tanri’nin insanlari, hem gözlerini ve kulaklarini mühürleyip kafir yapmasi ve hem de cezalandirmasi çelismeli ve tutarsiz bir davranistir. Fakat islamcilar bu hükümleri, sanki ortada çelisme yokmus gibi müslüman kisinin beynine sokusturuverir.
Yine bunun gibi Bakara Sure’sinde “Dinde zorlama yok” (K. 2 Bakara 256) diye yazilidir. Islamcilar buna dayanarak Islam’in hösgörü dini oldugunu söyler. Söylediklerini pekistirmek maksadiyle: “Süphe yok ki bu (Kur’an) bir ögüttür. O halde dileyen Rabbine götüren yolu tutsun…” (K. 73 Müzemmil 19) ya da “Muhakkak ki bu kitap bir ögüttür. Kim dilerse ondan ögüt alir…” (K.74 Müddessir 54-55) seklindeki ayetleri okur. Buna benzer diger ayet’leri ya da hadis’leri okuyarak seriat dininde inanç özgürlügü oldugunu savunur.
Fakat bunu yaparken, söyledikleriyle çeliskiye düsercesine, Islam’dan baska “gerçek din” olmadigini, bildiren, baska din ve inanca yönelenleri “sapik” ya da “kafir” olarak ilan eden, ya da Tanri’ya es kosanlari (müsrik’leri) ölüme götüren, daha baska bir deyimle inanç özgürlügünü ve hosgörüyü kökünden silen hükümleri siralar. Ornegin Kur’an’daki “Müsrikleri nerede bulursaniz öldürün” (K. Tevbe 5; Al-i Imran 85) seklindeki emirleri açiklar. Ya da “Kitab Ehli” olanlara (yani Yahudilere ve Hiristiyanlara) karsi savas açilmasini, Islami kabul ettirene ya da “Cizye” (kafa parasi) alinana kadar bu savasin sürdürülmesini öngören hükümleri belletmekten geri kalmaz. Islam dini’nin bu hükümlere dayali olarak yayildigini, Muhammed’in bu maksatla savaslar yaptigini, ölüm döseginde iken “Arap ceziresinde iki din bir arada bulunmayacak” diye vasiyette bulundugunu anlatmaktan bikmaz. Dinde “zorlama” olmadigini bildiren hükümlerle, “zorlamayi” öngören hükümlerin (ve eylemlerin) yan yana, içiçe bulunmasini çeliski saymaz.
Bir yandan: “Iyilik ve fenalik bir degildir… Sen fenaligi en güzel sekilde sav; o zaman seninle arasinda düsmanlik bulunan kisinin yakin bir dost oldugunu görürsün…” (K. 41 Fussilet 34) seklindeki hükümler, diger yandan bunlara ters düsen: “Ey inananlar…size kisas farz kilindi…Ey akil sahipleri kisas’ta sizin için hayat vardir…” (K. 2 Bakara 178-9), ya da “:Bir kötülügün karsiligi, ayni sekilde bir kötülüktür…” (K. 42 Sura 40) seklindeki hükümler bulunur Kuran’da. Hangi kötülüge hangi kötülükle karsi konulacagini da : “… hür ile hür insan, köle ile köle, kadin ile kadin…” (K.2 Bakara 178) ya da “… onlara can cana, göze göz, buruna burun, kulaga kulak, dise disle ve yaralara karsilikli ödesme yazdik…Allah’in indirdigi ile hükmetmeyenler, iste onlar zalimlerdir…” (K.5 Maide 45 ayrica bkz. Bakara 179) seklindeki hükümler de bulunur Kuran’da. Bir yandan öç almayi farz kilan bu emirlerle, ya da: “Sen de müsrikleri hicvü zemmet, yahud onlarin hicivlerine mukabelede bulun, Cibril’de seninle beraberdir” seklindeki Hadis’lerle 186 hasir nesir olurken diger yandan: “Her kim öç almayip bagislarsa iste bu hareket büyüklerin karidir” (K.42 Sura 43) seklindeki hükümler bulunur Kuran’da.
Kur’an’daki Sure’lerin ya da ayet’lerin ve bunlarda yer alan konularin bilimsel bir siralamasi diye bir sey yoktur. Bir konu’nun biteviye islenmesi diye de bir sey yoktur. Birbirleriyle ilgisi bulunmayan çesitli sorunlar ve konular birbirlerinin içine girmistir. Ornegin ibadet’le ilgili hükümler hukuk’la ilgili hükümlerle, ya da efsanevi olaylarla karma karisik bir sekilde, iç içedir. Belli bir konuyla ilgili olay anlatilirken hiç yeri ve ilgisi olmadan bir baska olaya geçiliverir. Kisaca fikir edinmek üzere bir iki örnekle yetinelim ve Kur’an’in 2.ci Sure’si olan Bakara Suresi’ne göz atmakla ise baslayalim: Sure’nin 225 ila 238 ayet’lerinde “bosanma” ve “hülle” sorunlari ele alinmistir. Hukuk’la ilgili bu hususlar kurallara baglanirken birden bire karsiniza, bu sorunlarla ilgisi bulunmayan namaz kilma usulleri çikar ki ibadet’le ilgilidir (K. 2: 238-239). Iki ayet’ten ibaret bu hususun hemen arkasindan hukuk’la ilgili “bosanma” konusuna dönülür (K. 2: 240-242) hemen sonra, ve yine hiç ilgisi bulunmadigi halde, “savas” konusuna atlanir ve vaktiyle Yahudilere savas farzolundugu belirtilir, Talud ve Calud ordularinin bozguna ugratilmalari hikaye edilir ve yeryüzü düzeninin, insanlarin birbirleriyle bogazlastirilmasi suretiyle saglandigi anlatilir (K. 2: 244-252)
Gelisi güzel bir baska örnek olmak üzere “Ankebut” Sure’sini alalim. Söylendigine göre bu Sure’nin ilk on ya da ondört ayet’i Medine’de, geri kalan 59 ayet’i ise Mekke dönemi esnasinda Kur’an’a konmustur. Sure’nin basindaki ilk ayet’lerde Bedir savasinda ölenlerin sikayetlerine karsilik: “Hak ugrunda cihad eden ancak kendisi için etmis olur…” (K. 29: 6) seklinde yanit verilirken Ibn Ebu Vakkas ve anasi Hamna ile ilgili hikayelere yer verilmistir. Oglunun müslümanligi kabul ettigini ögrenerek üzülen ve müslümanligi terkedinceye kadar açlik grevi yapacagini söyleyen Hamna vesilesiyle Tanri’nin güya: “Eger ana baba, bana ortak kosman için seni zorlarlarsa, o zaman onlara itaat etme” (K. 2: 8) 187 seklinde konustugu yazilidir. Sure’nin 14ci ayet’inden sonraki kismi Mekke döneminde indigi için çok farkli konulara geçer ve Nuh’un , Ibrahim’in gönderilmesine atlar. Ibrahim’den söz ederken birden bire onu birakip Muhammed’e geçer ve (K. 29:18-23) sonra yine Ibrahim hikayesine döner ve biraktigi yerden alip devam eder (K. 29: 24-26); ederken de daha önceki bir Sure’de (ki 21. Sure olan Enbiya Suresi’dir) söyledigini (yani Tanri’nin onu atesten nasil kurtardigini) yeniden anlatir (K.21: 60-69), sonra Ishak ve Yakub’a ve Lut’a geçer (K. 29:27-28), ve sonra onlari birakir tekrar Muhammed’e döner (K. 29:29), sonra tekrar Ibrahim’e döner (K. 29:31) ve bu sefer daha önceki bir Sure’de (ki 11.ci Sure olan Hud Sure’sidir) söylemis olduklarini tekrarlar, sonra Suayb’in Medyen’e gönderildigine dair hikaye’ye geçer(K. 29: 36) ve bu sefer A’raf Suresi’nde (ki 7.ci Sure’dir) anlattiklarini yeniden tekrarlar, hemen sonra Ad ve Temud asiretleriyle ilgili masallara atlar (K. 29: 38), oradan Firavun ve Haman’a ve Musa’ya ait hikayeleri siralar.
Kuran’da, bazan ibadetle, hukukla ve efsane ile ilgili hususlar birbiri içine geçmis olarak yer almistir: örnegin Mü’minun suresi’nin basinda müslüman kisilerin, baskalarinin yaninda utanilacak yerlerini açmamalari emredilirken, ahitlere riayetin ve namazlarin vaktinde kilinmasinin geregi belirtilir, sonra birden bire insanin topraktan nasil yaratildigi, yer’in ve gök’ün nasil olusturuldugu, gökten nasil ölçü ile su indirildigi eklenir (K. 23: 12-21) Nuh ve diger peygamberlerle ilgili hikayelere geçilir (K. 23: 58) ve sonra “Ayet’lerimiz size okunuyor, siz ise gerisin geriye dönüyor, kibirleniyor (Kur’an hakkinda) ileri geri sözler söyleyor, ondan yüz çevirip uzaklasiyorsunuz” (K. 23: 67) seklindeki yakinmalara geçilir, daha sonra “(Tanri) asla ogul edinmedi” (K. 23: 92) diyerek devam edilir.
Bir diger örnek olarak Al-i Imran Suresi’ni ele alalim. Bu sure’de Uhud savasindan söz edilirken (K. 3 Al-i Imran 121-129) birden bire faiz yasaklarina geçilir (K. 3:30), hemen sonra Uhud savasi ile ilgisi bulunmayan baska konulara atlanir (K. 3: 130-142) ve tekrar Uhud savasi’nin anlatimina dönülür (K. 3: 143-148). Uhud bozgunundan dolayi Tanri’nin müslümanlari sorumlu tuttugu ve cezalandirdigi görülür (K. 3: 152-153); ancak ne var ki hemen akabinde Uhud felaketi’nin, Tanri’nin müslümanlari sinamasi, denemesi oldugu belirtilir (K. 3: 152)
Bu tür tutarsizliklar, uyumsuzluklar ve çeliskiler hemen her Sure’de kendisini gösterir. Bundan dolayidir ki, Kuran’in “Allah/Tanri sozu olmayip”, bir insan, yani Muhammed tarafindan yazilmis oldugu sonucu cikmaktadir.
Kuran Ve Seriat hükümlerindeki çeliskiler, ve tutarsizliklar konusunda Islamcilar’in tutarsız tutumu:
Seriat hükümleri içerisindeki çelismeler ve tutarsizliklar konusunda din adaminin bilim disi ve olumsuz bir tutumu vardir ki o da her seyden önce insan aklinin yetersizligini öne sürmek ve örnegin : “Celiskiler bize göredir, Tanri’ya ve Peygambere göre degildir” deyip isin içinden siyrilmaktir. Hani sanki “çelismeler”, insanlarin gözünde “serab” gibi bir seydir ve aslinda yoktur da insanlar “çelisme varmis” gibi görüyorlardir!
Oysa ki çelismelerin varligi, daha islamin ilk anlardan itibaren farkedilmis ve gerek din bilginlerini ve gerek yöneticileri güç durumlara sürüklemistir. Ornegin Halife Osman, ya da Abdullah Ibn-i Amr gibi ünlüler Kur’an’daki ayet’lerin birbirleriyle çelisir olmasi yüzünden bazi hususlarda fetva veremez durumda kalmislardir 188.
Seriat verileri içerisindeki çelismelerin varligini inkar etmek üzere din adami’nin basvurdugu diger bir yol, Kur’an’in Tanri’dan gelen “son ve tek gerçek” Kitab olduguna, ve “geçmiste ve gelecekte onu batil kilacak olmadigina” (K. 41 Fussilat 41-2), ve Kitab’da bulunanlarin “kesin gerçekler olup bunun disinda baskaca gerçek olamayacagina” (K. Meariç 51), ve “yeryüzündeki her seyin apaçik Kitab’da tespit olunduguna” (K. Necm 75) dair ya da buna benzer hükümleri siralamaktir. Bunu yaparken sirtini özellikle su ayete dayar: “… Allah katindan gayri bir yerden gelseydi, (Kur’an’da) birbirini tutmaz bir çok seyler bulurlardi…” (K. 4 Nisa 82).
Ote yandan Islamcilar, çeliskilerin ve tutarsizliklarin ortaya çikmasini önlemek üzere sunu hatirlatir ki Kur’an ve Hadis hükümlerini tartismak, yalanlamak ve bunlar üzerinde süpheci olmak ya da bunlarda çeliski ve tutarsizlik oldugunu söylemek “günahtir”, “dinsizliktir”, “Tanri’ya ve peygamberine karsi gelmektir”. Bu hükümler çeliskili görünse de, akla ve müspet ilme ters düsse de, bunlari hiç bir elestiriye ve tartismaya girismeden olduklari gibi kabul etmek gerekir.
Bunun böyle oldugunu anlatmak üzere din adami: “Allah ve peygamberine karsi gelenler … alçaltilacaklardir… Biz apaçik ayet’ler indirmisizdir, bunlari inkar edenlere alçaltici ceza var…” (58 Mücadele 5), ya da: “Allah ve Resulü bir ise hükmettigi zaman (inananlara) artik islerinde baska yolu seçmek yarasmaz. Allah’a ve Peygambere baskaldiran süphesiz apaçik bir sekilde sapmis olur…” (K. 33 Ahzab 36) seklinde hükümleri gösterirken “Allah’in hükmüne uygun hüküm vermeyen kafirdir” (K. 5 Maide 44) ayet’ini ekler, ve benzer ayet’lerle “süphe” etmenin ya da Kur’an’da çeliski oldugunu söylemenin dinsizlik sayilacagini bildirir. “Dini islerde asiri inceleyip sik dokuyanlar helak olacaklardir” seklindeki hadis hükümlerini belirterek soru sormanin ve soru yolu ile din verilerine karsi gelmenin yasak oldugunu anlatir 189.
Kur’an’da çeliski olmadigini savunmak maksadiyle Islamcilarin basvurdugu bir diger yol, bazi ayet’lerin bazi ayet’lerle kaldirildigini öne sürmektir. Oysa ki hangi ayet’lerin hangileriyle kaldirildigi hususundaki görüs ayriliklari bir yana ve fakat böyle bir iddia, hani sanki Tanri her seyi diledigi gibi önce’den düzenleyemezmis ya da bilmezmis ve bazi ayet’leri yanlislikla yerlestirmiste sonradan hatasinin farkina varip düzeltmis gibi bir anlam tasir ki Tanri’yi küçültmek sonucunu dogurur.
Kaldi ki Kur’an’daki çelismeler, kaldirilmadigi kesin olarak bilinen ayet’leri kapsar ki bunlardan pek bariz olanlardan biri, Ebu Talib’in ölümü vesilesiyle Muhammed tarafindan Kur’an’a konmus olan su ayet’tir: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir” ( 6 En’am 125).
Bu ayet’le anlatilmak istenen sudur ki Ebu Talib’in kalbini müslümanliga açmayan Tanri’dir ve Tanri onun müslüman olmadan ölmesini uygun bulmustur. Ancak gerçek bundan çok farklidir.
Bilindigi gibi Muhammed, kendisini bir baba gibi yetistiren Ebu Talib’i müslüman yapmak istemis fakat yapamamistir. Yapamayinca sorumlulugu sirtindan atmak üzere Tanri’nin keyfiligini öne sürmüs ve amcasinin müslüman olmayisini bu keyfilige baglamak üzere yukardaki formülü bulmustur. Ancak ne var ki ayet kendi içerisinde çeliskilidir, çünkü bir yandan Tanri’nin kisileri diledigi gibi saptirdigini belirtirken diger yandan saptirdiklarini Cehennem’e attigini anlatmaktadir.
Konuya biraz ilerde tekrar dönecegiz, fakat simdilik deginmek istedigimiz sudur ki seriat ortami içerisinde ve Islamcilarin elinde yetistirilen insanlarimizin seriat verileri konusunda süpheci olmalari, bu verileri elestiri konusu yapmalari ya da tartismalari mümkün degildir. Mümkün olmadigi içindir ki fikirsel gelisme yoluna girmeleri ve akilci düsünceye yönelmeleri güçtür. Düsününüz ki Ibn Rüst gibi ünlüler bile Kur’an’daki kissa’lara “masal” dedikleri için, din adamlari tarafindan dinsizlikle suçlandirilmislardir 190.
KURAN’DAKİ CELİSKİLERİN NEDENLERİ:
Kuran’da gorulen çeliskiler ne gökten inmedir ve ne de din adaminin dedigi gibi “Tanri’ya göre degil, bize göredir”. Bu çeliskiler, Kuran’in yaraticisi olan Muhammed ve onun yardimcilarindan kaynaklanmaktadir. (Bilindigi gibi, Muhammed, okur-yazar degildi ve Kuran’i olustururken okur-yazar yardimcilardan faydalandi). Kuran’i “Gökten indi” diyerek yarattigi dine taraftar toplamak isteyen Muhammed ve yardimcilarinin, çesitli durumlara ve farkli olaylara çözüm saglama siyasetinden dogmustur.
Konu ayri bir kitap olabilecek boyutta bulunmakla beraber pek kisa bir özet olarak söyleyelim ki Muhammed, kendisini Kureysli’lere peygamber olarak kabul ettirebilmek için ilk baslarda (özellikle daha henüz güçlenmedigi dönemde) Kur’an’a “Dileyen Rabbine giden yolu tutar” (K. 76 Insan 29) ya da “Her kese islediklerinin karsiligi ödenir” (K. 46 Ahkaf 19) seklinde ayet’ler koymustur. Böylece kisileri, eger müslüman olacak olurlarsa Cennet’e, olmayacak olurlarsa Cehennem’e gitmek gibi bir seçim karsisinda birakarak kendisine baglayabilecegini hesaplamistir. Daha baska bir deyimle müslüman olup olmamanin “kisisel irade” isi oldugunu, ve müslümanligi seçenlerin mükafatlara konacaklarini anlatarak, ve nasil olsa kisilerin kazanç yolunu (örnegin Cennet’e gitmeyi”) tercih edeceklerini düsünerek, iyi bir taktik kullandigina inanmistir.
Ancak ne var ki bu usul ile pek basari saglayamamis ve fazla sayida taraftarlar kazanamistir. Kendisini bir baba gibi büyüten ve koruyan amcasi Ebu Talib’i bile, bütün cabalarina ve yalvarip yakarmalarina ragmen, müslüman yapamamistir. Yapamayinca, basarisiz kalmis gibi görünmemek için müslüman olup olmamanin Tanri’nin istegine bagli bir is oldugunu söylemis ve Kur’an’a: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar… kimi de saptirmak isterse…kalbini dar ve sikintili kilar… ” (K.6 En’am 125) seklinde ayetler koymustur. Fakat “kafir’lerin” Cennet’e giremeyeceklerini belirtmek üzere “Allah, inanmayanlari küfür batakliginda birakir…” (K. en”am 125) seklinde eklemede bulunmustur ki çeliskili durumu yaratan da budur.
Ayni durum, daha sonra Medine’ye geçipte oradaki Yahudileri müslüman yapmaga kalkinca da ortaya çikmistir. Onlari müslüman yapabilmek için ilk önceleri bir takim ödün’ler (tavizler) vermis olmasina ve örnegin Kible’yi Yahudilerin kutsal bildikleri Kudus yönüne cevirmesine ragmen sonuç alamamis, onlari müslüman yapamamistir. Sadece onlar bakimindan degil fakat putperest olan Arap kabileleri bakimindan da ayni basarisizliklara ugrayinca taraftarlarindan bir çogu: “Eger Muhammed gerçekten Peygamber ise, nasil olur da bu kisileri müslüman yapamaz?” seklinde konusur olmuslar ve bu tür konusmalar kuskusuz ki Muhammed’i telasa düsürmege yetmistir. Peygamberliginin süphe uyandirabilecegi endisesiyle onlarin bu tarz konusmalarina engel olmak istemistir. Bundan dolayidir ki, daha önce amucasi Ebu Talib’in ölümü sirasinda uyguladigi taktigi, bu vesile ile pekistirmek gerektigini anlamis ve putlara tapip tapmamanin, ya da müslüman olup olmamanin Tanri’ya ait bir is oldugunu söyleyerek, kisileri müslüman yapamamaktan dogma sorumlulugu sirtindan atmaya çalismistir. Bunu saglamak üzere Kur’an’a: “Tanri diledigini saptirir, diledigi dogru yola sokar” (K. 16 Nahl 93), ya da “Allah dileseydi puta tapmazlardi” (K. 6 En’am 107), ya da “Tanri kimin gönlünü islama açmissa o Rabbi katinda bir nur üzre olmaz mi?… Kimi saptirirsa ona yol gösteren bulunmaz” (K. 39 Zümer 22-23) seklinde (ve buna benzer) ayet’ler yerlestirmistir.
Görülüyor ki çeliskilerin asil nedeni günlük siyasetin olusumu ile ilgilidir: kisileri müslüman yapmak için “irade” özgürlügü ilkesine basvurulmus ve örnegin “Kim müslüman olursa o mükafata erisir” seklinde hükümler konmus ve fakat basari saglanamayinca bu sefer müslüman olmanin kisi iradesiyle ilgili bulunmayip Tanri’nin istegine bagli oldugu tezi’ne basvurulmustur. Bu ve buna benzer durumlar, seriat hükümlerinin birbirleriyle çelisir nitelikte olmak uzere ortaya çikmalari sonucunu dogurmustur.
Islamcilar tartisma ve soru sorma yollarini kapali tutmakla çeliskili düsünme aliskanligini sürdürür.
Nasil ki Hiristiyanlikta koca bir orta çag boyunca Incil ‘in elestirilmesi ya da süphe konusu edilmesi büyük günah sayilir idiyse, nasil ki Isa ve anasi Meryem ‘le ilgili hususlarda tereddüd’e düsmek ve örnegin Meryem’in bakire olmadigini söylemek dahi ateste yakilmayi gerektirmis ve din sorunlarini tartismak çesitli cezalarla önlenmis idiyse, ayni sekilde Islam’da da Kur’an’i ya da Muhammed’in yasamini elestiri konusu yapmak, akil kistasina vurmak da ayni ölçüde dehset verici sonuçlari dogurur olmustur. Ancak ne var ki Bati dünyasi akil çagi’na girmekle bu durumlara son vermis ve soru-tartisma usullerini her sorunun çözümü yapmis, her seyin temeli haline sokmus oldugu halde Islam’da böyle bir gelisme görülmemistir.
Her ne kadar islamcilar Kur’an’i öne sürerek, örnegin: “Bilmiyorsaniz kitaplilara sorun…” (K. 16 Nahl 43-44) seklindeki ayet’leri göstererek soru sormanin yasaklanmadigini söylerlerse de dogru degildir. Cünkü bir kere bu ayet’lerde, Tanri’nin daha önce peygamber olarak erkeklerden baskasini göndermedigi belirtilmis ve: “Eger bilmiyorsaniz, (kitaplilara) bilenlere sorun” denmistir. Bunun Kur’an hükümlerini tartismakla ilgisi yoktur.
Ote yandan din adami, Kur’an’da belirtilen hususlarla ilgili sorularin “memduh” (uygun) ve “mezmum” (uygunsuz) olmak üzere ikiye ayrildigini ve “uygunsuz” soru’larin “fuzuli” sayildigini ileri sürer. Söylemeye gerek yoktur ki böyle bir ayirim keyfilige dayali olup soru sorma olasiligini yok kilar nitelikte bir seydir. Cünkü bir kere sorulacak soru’lari “uygun”, ya da “uygunsuz” diye ayirima vurdugunuz an, soru sormayi yasaklamis olursunuz. Nitekim din adamlarimizin bugün dahi yaptiklari budur. Nice sayisiz örneklerden birini verelim: Diyanet Isleri Baskanligi’nin yayinladigi Sahih-i Buhari Muhtasari… adli yapitin 4.cildinin 536.sayfasinda Muhammed’in, kendi öz anasi Emine için dua (“istigfar”) etmek üzere Tanri’dan izin istedigine ve fakat Tanri’nin ona bu izni vermedigine ve vermedigi için anasina magfiret dilemedigine dair Ebu Hüreyre’ nin rivayet ettigi bir Hadis vardir. Bunu okuyan bir kimse, hakli olarak kendi kendisine: “Pek iyi ama, Muhammed bir çok vesilelerle -‘Analariniz sizi binbir fedakarlik ve zahmete katlanarak yetistirmistir, onlara dua edin… Analarin ayaklari altindan Cennet’ler geçer-‘ seklinde konusurken, kendi anasina neden dua etmez?” diye sormak ve bunun cevabini almak ihtiyacindadir. Ancak ne var ki böyle bir soruyu tartismak ve buna akilci bir yanit aramaktan islamcilar kacinirlar, günah islemekten korkarlar dusundukleri icin bile..
Yine bunun gibi Kur’an’da, biraz önce belirttigimiz gibi, Tanri’nin, kimi kimselerin gönlünü açip onlari müslüman yaptigina ve Cennet’e aldigina ve kimilerin de gönlünü kapatip kafir kildigina ve Cehennem’e attigina dair ayet’ler vardir (Ornegin En’am 125; Nahl 93; Zümer 22-23 vs…). Söylemeye gerek yoktur ki akla ve mantiga ve Tanri’nin yüceligi fikrine aykiri düsen böylesine keyfi bir davranis karsisinda soru sormamak, susup oturmak mümkün degildir. Ancak ne var ki din adami, islami verilere dayali olarak, size bu olanagi tanimaz; “uygunsuz” soru sordunuz diye sizi, en azindan zindiklikla suçlar, ve biraz daha israr ederseniz, çesitli usullerle “Cehenneme” yollar…!
Ote yandan din adami, sadece sorulari “uygun” ya da “uygunsuz” ayirimina baglayarak degil fakat bir de fazla soru sormanin günah olacagini hatirlatmak suretiyle sizi susmusluga zorlar; dayanagi yine seriat verileridir. Gerçekten de din adami’nin belletmesine göre Muhammed, Tanri’nin igrenç bildigi üç seyden birinin “Kesret-i sual” (fazla soru) oldugunu bildirmis ve: “Ben sizi bir seyden nehyedersem, ondan içtinab ediniz, bir seyin ifasini emredersem , onu da …yerine getiriniz” demis ve dini islerde asiri inceleyip sik dokuyanlarin helak olacaklarini eklemistir.
Din adami, bundan baska bir de Kur’an’nin: “Size açiklaninca hosunuza gitmeyecek seyler sormayin” (K. Maide 101-102) seklindeki ya da buna benzer diger ayet’lerini öne sürerek mü’min kisileri soru sormak ve hele tartismak hevesinden uzak kilar 191. Cünkü soru sorma ve tartisma geleneginin islam dini’ni temellerinden sarsabilecegi görüsüne saplidir. Sunu bilir ki Emevi ‘ler ve Abbasi ‘ler döneminin bazi halifeleri zamaninda din sorunlarinin tartisilir olmasi, islamin özüne bagli çevrelerce bu sekilde kabul edilmis ve önlenmis ve bu ise girisenler “dinsiz” ve “bilgisiz” diye bellenmis ve bu tutum bugüne dek sürüp gelmistir. Gerçekten de bu halifeler döneminde yer alan fikir alis verisi sirasinda Kur’an’in bile Tanri sözleri degil fakat insan yapisi bir kitap oldugu öne sürülmüs ve bu tür egilimler seriatçilara pek tehlikeli görünmüstür.
Bundan dolayidir ki islamcilar, 20.yüzyilin bitmek üzere bulundugu bu uygarlik döneminde dahi insanlarimiza, yemek yerken yemek kabina sinek düsecek olursa, sinegin disarda kalan kanadini yemegin içine batirip sonra çikarip atmalarini, ve çünkü bunun bir “Peygamber emri” oldugunu, “peygamberin söylemesine göre” sinegin iki kanadinin birisinde hastalik, öbüründe sifa bulundugunu ve “idrak sahibi” olan sinegin önce zehirli kanadini yemege soktugunu ve bu nedenle eger diger kanat iyice yemege batirilacak olursa hastalik olmayacagini belirtirlerken, bazi kimselerin: “Bir sinegin iki kanadinda nasil olur da hem da (hastalik) hem deva (hastalik giderici ilaç, çare vs…) olan iki zid hassiyet bir arada toplanmis? Sonra hakir bir sinek nasil olur da yiyecek içine önce zehirli kanadini sokmayi, deva olan kanadini geri birakmayi bilebilir?” seklinde soru sormalarini “günah” saymakta ve soranlari en azindan “inatci cahil” olarak tanimlamaktadirlar 192. Buna benzer daha nice örnekleri siralamak mümkün.
Kisi özgürlügü bakiminda önemli olan sey sadece soru sormak degil fakat din emirlerini tartismak ve gerektiginde kinamaktir. Iste Islam’in, daha ilk anlardan itibaren önlemek istedigi sey, asil bu olmustur. Bundan dolayidir ki Kur’an’in Tanri sözleri olmadigini söylemek ya da Muhammed’in yasam ve davranislarini elestirmek ya da buna benzer görüsler öne sürmek, dehset verici cezalara baglanmistir ki bunlar arasinda ellerin ve ayaklarin “çaprazlama kestirilmesi” gibi olanlari vardir (Bkz. K. Maide: 5). Unutmayalim ki dünyevi nitelikteki bu çok korkulu ve dehset verici cezalari, bir de gelecek dünya Cehennem’lerinin kaynar ateslerinde yakilmak gibi olanlari tamamlar. Din adamlarimiz için bu tür cezalar sistemini ayakta tutmak kadar kazançli ve mutluluk yaratan baska bir sey yoktur. Oysa ki insanlik tarihi boyunca elestiri ve tartisma olasiligina yer vermeyen hiç bir sistem gerilikten çikamamistir.
Kaynak: Ilhan Arsel’in “Din Adamlari” adli eserinden yararlanilmistir.
İslamiyet Gerçekleri Anasayfası
+
KURAN’DAKİ CELİSKİLER

Bu sayfada, Kuran’dan derledigimiz bazi celiskileri veriyoruz. Oncelikle belirtmeliyiz ki, bu ve benzeri celiskiler tefsircileri oldukca zorlamakta ve ‘sonra gelen Ayet’in, once gelen Ayet’in hukmunu iptal ettigi’ soylenmektedir. Asil sorun ve celiski bu noktada baslamaktadir.
Oncelikle hangi Ayet’in once hangisinin sonra geldigi tam olarak bilinememektedir. Cunku Kuran kronolojik bir yapi tasimamaktadir. Bir cok arastirmaci, bazi Sure’lerin Ayetlerinin birbirine karismis olabilecegini bile iddia etmislerdir. Zaten Kuran’in Sure siralamasina bakilacak olursa, sonlarda Mekke’li Sure’ler, baslarda Medine’li Sure’ler gorulmektedir.
Simdi celiskili Ayet’lerin bir kismina bakalim;
Bakara-106 ‘Herhangi bir Ayet’in hukmunu yururlukten kaldirir veya unutturursak, onun yerine daha hayirlisini veya benzerini getiririz. Allah’in herseye gucunun yettigini bilmezmisin?’
Bakara-106 da boyle soylenirken, asagidaki Ayet’lerde farkli soylenir;
Fatir-43 ‘… Hayir! sen Allah’in kanununda degisiklik bulamazsin. Sen Allah’in kanununda asla bir doneklik bulamazsin.’ – Feth-23 ‘… Allah kanununda hicbir degisiklik bulamazsiniz.’ Ayrica Yunus-64, Fetih-23, En’am-115, Ahzab-62 dede ayni hukumler bulunmaktadir
Maide-69 ‘Fakat inananlar, Yahudiler, Sabiiler ve Hiristiyanlardan Allah’a ve ahiret gunune inanan, iyi isler yapana korku yoktur, onlar uzulmeyeceklerdir.’ Ayni hukum Bakara-62’dede gecmektedir. Fakat Al-i Imran-85 ise ‘Kim Islamiyetten baska bir din ararsa onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir.’ denilmektedir.
Fussilet-34 ‘Iyilik ve fenalik bir olamaz. Sen fenaligi en guzel sekilde karsila. O zaman aranizda dusmanlik bulunan kimse ile bile yakin dost oldugunu gorursun.’ Bu ayet’e karsilik ise;
Sura-40 ‘Bir kotulugun karsiligi ona denk bir kotuluktur. Fakat kim affeder ve barisirsa onun mukafati Allah’a aittir. Suphe yokki o zalimleri sevmez.’ – Bakara-179 ‘Ey akli erenler! kisasta sizin icin hayat vardir…’ veya Maide-45 ‘O kitapta cana can, goze goz, buruna burun, kulaga kulak, dise dis ve yaralara karsi yaralari odesme yazdik. Fakat kim sadaka olarak bagislarsa, bu ona kefaret olur…’ yazilmaktadir.
Enam-62’de ‘… Sonra her isi dogru olan kudret ve tasarrufun sahibi Allah’larinin huzuruna gotururler. Bilin ki hukum onundur. O hesap gorenlerin en suratlisidir.’ derken; Hacc-47 ‘Senden baslarina acele azap getirmeni istiyorlar, Allah sozunden asla caymayacaktir. Rabbinin katinda bir gun, sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir.’ denmektedir.
Ayrica Hacc-47 de, rabbinin katinda bir gun sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir hukmu Secde-5 dede vardir. Secde-5 ‘Gokten yere kadar her isi Allah duzenler. Sonra isler sizin sayisiniza gore bin yil tutan bir gunde icinde O’na yukselir.’ Yani bu iki Ayet’e gore, Allah katinda bir gun Dunya gunu ile bin yildir. Meraic-4 ‘Melekler ve ruh oraya miktari ellibin yil olan bir gunde cikarlar.’ gun hesabi bu sefer ellibin yil olmustur.
Pespese iki Ayet var bunlar Enfal Suresindedir;
Enfal-65 ‘Ey peygamber inanlari savasa tesvik et. Eger icinizden sabirli yirmi kisi bulunursa onlarin ikiyuzune galip gelir. Ve eger sizden yuzkisi olursa, kafirlerin binini yener. Cunku onlar hicbirseyden anlamaz guruhturlar.’
Enfal-66 ‘Simdi Allah yukunuzu hafifletti. Bildiki sizde muhakkak bir zaaf var. Artik sizden sabirli ve metanetli yuz kisi olursa ikiyuzunu yenerler. Eger sizden bin kisi olursa, Allah’in izniyle ikibine galebe calarlar. Allah sabir ve sebat edenlerle beraberdir.’
En’am-111 ‘…Allah dilemedikce inanmazlardi…’
En’am-125 ‘Allah kimi dogru yola goturmek isterse, gonlunu Muslumanligi kabul etmesi icin acar. Kimide sapiklikta birakmak isterse, onunda gonlunu daraltir ve sikintili kilar…’
Bakara-7 ‘Allah onlarin yureklerini ve kulaklarini muhurlemistir, gozlerinde perde vardir…’
Bakara-256 ‘dinde zorlama yoktur…’
Muzemmil-19 ‘Suphe yok ki bu (Kur’an) bir oguttur. O halde dileyen Rabbine goturen yolu tutsun…’
Mudessir-54-55 ‘Suphesiz ki, gercekten de Kuran bir oguttur. Dileyen ondan ogut alir.’
(Benzer hukumleri iceren daha pek cok Ayet vardir)
Nisa-89 ‘Onlar sizin kendileri gibi kafir ve boylece es olmanizi isterler. Allah yolunda goc etmedikce onlardan dost edinmeyin. Bunu kabul etmez de yuz cevirirlerse onlari tutun, buldugunuz yerde oldurun…’
Tevbe-5 ‘Hurmetli aylar cikince Allah’a es kosanlari nerede bulursaniz oldurun. Yakalayip hapsedin. Gelip gececekleri butun yollari tutun. Fakat tovbe ederler, namaz kilarlar ve zekat verirlerse onlarin pesini birakin…’
Insanlarin topraktan, sudan, camurdan, meniden, kandan, balciktan, yumurtadan yaratildigi soylenmektedir. Bakilacak Ayet’ler Kiyamet-37, Nahl-4, Hud-61, Meryem-67, Rum-20, Fatir-11, Ali-imran-59-60, Hicr-26, Furkan-54, Nur-45, Alak-2, Enbiya-30 vb.
En’am-108 ‘Allah’tan baska dua ettikleri seylere sovmeyin ki, onlar da bilgisizlikte asiriya gidip Allah’a sovmesinler…’
Tevbe-28 ‘Ey inananlar’ Allah’a es kosanlar mutlaka pisliklerdir…’
Bakara-29 ‘Yeryuzundeki herseyi sizin icin yaratan odur. Sonra goklere yonelerek yedi kat gogu sizin icin duzenledi, yaratti. O herseyi bilir.’
Fussilet-9 – Yerzunun iki gunde yaratildigi,
Fussilet-10 – Bitkilerin daglarin ve gidalarin yaratilmasi.
Fussilet-11 ‘Sonra duman halinde bulunan goge yoneldi…’
Fussilet-12 ‘Allah bu suretle iki gun icinde yedi gok vuda getirdi ve her gogun isini kendisine bildirdi…’
Yani bu iki Sure de, once yer sonra gokyuzunun yaratildigi soylenmekte.
Naziat-27 ‘Sizi mi yaratmak daha guctur, yoksa gogu mu? Allah onu (gogu) kurdu.’
Naziat-28 ‘O’nu yukseltti ve duzen verdi.
Naziat-29 ‘Onun gecesini kararti gunduzunu aydinlik yapti.’
Naziat-30 ‘Bundan sonra da yeryuzunu duzenledi.’
Naziat-31 ‘Oradan suyunu cikardi ve otlak meydana getirdi.’
Naziat-32 ‘Daglari sapasaglam yerlestirdi.’ ….
Zariyat-56 ‘Ben cinleri de insanlari da ancak bana kulluk etsinler diye yarattim.’
A’raf-179 ‘Andolsun ki, biz cinlerin ve insanlarin cogunu cehennem icin yarattik. Onlarin kalpleri vardir ama, anlamazlar. Gozleri vardir ama o gozlerle gormezler…’
Allah’in Resul’u Isa yoksa cehennemdemi?
Tevbe-31 ‘Onlar Allah’i birakip hahamlarini, papazlarini ve Meryem oglu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Halbuki olara da ancak tek Allah’a kulluk etmeleri emredilmisti. Ondan baska tapacak tanri yoktur. O, onlarin es kostuklari seylerden munezzehtir.’
Enbiya-98 ‘Hic suphe yokki siz ve Allah’in disinda taptiklariniz cehennemin odunusunuz. Oraya gireceksiniz.’
Enbiya-99 ‘Eger onlar tanri olsalardi, cehenneme girmeyeceklerdi. Hepsi orada ebediyyen kalacaklardir.’
Aslinda ornekler daha cogaltilabilir.
Tum bu ornekleri yorumsuz olarak verdim. Yorumlari size birakiyor ve son bir Ayet ile yazimi noktaliyorum;
Nisa-82 ‘Kuran’i dusunmuyorlarmi? Allah katindan baska yerden gelseydi, onda birbirini tutmaz pek cok sey bulurlardi.’
SORULAR.. SORULAR..
1400 yaşında olmasına rağmen, bugünün ihtiyaçlarına da cevap verdiği ve bilim yanlısı olduğu iddia edilen Kuran’da şu sorularımın cevaplarını bulamadım..
1)Adem ve Havva hangi tarihte yaratıldılar? Cennete hangi tarihte girdiler? Hangi tarihte cennetten kovuldular?
2) Önce Adem mi yaratıldı, Havva mı? Aralarında ne kadar yaş farkı vardı?
3) Doğmadıklarına göre Havva ve Adem’in göbekleri varmıydı? (Hani, çamurdan mı, yoksa pıhtıdan mı yaratıldığı tartışma konusu olan ilk insan..)
4) Ya da hayali cennetten kovulmadan önce, cinsel organlari varmiydi?
5) Vardı ise ne için vardı? (madem ki cinsellik yasaktı?..)
6) Ya da Havva’nin göğüsleri varmıydı? (Çocuk emzirmeyecegine göre)? Yoksa bunlar cennetten kovulur kovulmaz mi olustular?
7)Ya da Adem ve Havva’nin hormonlari önceden var mıydı? Vardıysa, (testesteron, östrojen, prolaktin, oksitosin vs.) ne amaçla vardı?
8)Havva, adet görüyor muydu?
9) Adem ile Havva’nın kıyafetleri nasıldı? Havva, başörtülü müydü, çarşaflı mı? Yoksa …?
10)Eğer bunlar yok idiyse, nasıl oldu da birbirlerine cinsel arzu duydular?.. Var idiyse, bu arzudan dolayı neden cezalandırıldılar?
Yani hem insanin beynine, ve bedenine cinsellikle ilgili her türlü mekanizmayi ve kimyasallığı koy, hem de cinselligi yasadiklarinda cezalandir. Adalet bu mudur?
10)Cennette yasak olduğu söylenen meyvenin adı neydi? Bu yasak meyve bugün dünyada yasak mı değil mi? Niye?
11)Ensest ilişki, günah mıdır, değil midir? (Adem ve Havva’nın çocukları ensest ilişki ile çoğalmış olmalı.. Yoksa, dünya belli bir nüfusa ulaşıncaya kadar ana ve babalar Allah’ın verdiği bir özel formülle seks yapmadan çocuklarını çamurdan mı yapmaya devam ettiler?
12)Adem ile Havva ne kadar yaşadılar? Kaç yılında öldüler?
Ayrıca, Muhammed’in kendisinin Allah’ın-varsa eğer- elçisi olduğunu iddia ederek İslamiyet dinini ortaya çıkarması üzerine de şu sorular akla geliyor:
Eger siz Allah-varsa eğer- olsa idiniz:
1) Dünyadaki tüm insanlara hitap edecek bir kitap gönderecek olsanız, sadece Arapça dilini mi kullanırdınız? Yoksa, ne kadar dil varsa o kadar dilde hazırlamış olduğunuz kitapları mı gönderirdiniz?
2) Dünyadaki tüm insanlara zaman zaman mesajlar iletmek isteseniz, bir aracı (elçi/peygamber) mi kullanırdınız yoksa doğrudan mı iletirdiniz?
3) Dünyadaki tüm insanlara en son dini göndermek isteseniz, sadece Arabistan’a bir elçi mi gönderirdiniz, yoksa dünyanın herbir yerine aynı anda aynı şeyleri anlatmak için birden çok elçiler mi gönderirdiniz?
4) Dünyadaki tüm insanların iyi olmasını ve doğru yolu bulmasını mı isterdiniz? Eğer bu sorunun cevabı “evet” ise, onlara kötülüğü veren şeytana karışmadan, şeytanlığını yapmasına müsaade eder miydiniz? (Tavşana kaç, tazıya tut mu derdiniz?) Şeytanı yok etmez miydiniz?
6) Elçinizi görevlendirirken, kimsenin şahit olarak bulunmadığı bir mağarada mı görevi tebliğ ederdiniz? Sonra da herkesin bu elçiye inanmasını bekler miydiniz?
Bu sorulara benim verdiğim cevaplar, benim Muhammed’in bahsettiği Allah’ın benim Allah’ım olabilecek kadar ileri düşünceli olduğunu göstermiyor.. Ve bu yüzden, Muhammed’in anlattıklarına inanmıyorum.
Açık anlatımlı: “Elif, Lam ,Ra. İşte sana o Kitap’ın ve açık anlatımlı Kur’an’ın ayetleri.” Hicr:1
Allah’ın kitabıdır: “Bu Kuran, ALLAH’tan başkası tarafından düzenlenen bir kitap değildir. Ancak kendisinden öncekileri onaylayan ve kitabın (yasaların) detaylı bir açıklamasıdır. Bunda kuşkunuz olmasın; evrenlerin Rabbindendir.” Yunus:37
“Elif, Lam, Ra. Bir kitaptır ki bu, ayetleri önce muhkem kılınmış, sonra da ayrıntılı hale getirilmiştir. Hakim ve Habir kudrettendir o.Başkasına değil, yalnız Allah’a kulluk edin. Kuşkusuz, ben size O’ndan gelen bir uyarıcı ve müjdeciyim.Af dileyin Rabbinizden; sonra da tövbe ile O’na yönelin ki, belirlenmiş bir süreye kadar sizi güzel bir nimetle nimetlendirsin ve her farklı derece sahibine hak ettiği ödülü versin. Eğer yüz çevirirseniz, o takdirde sizi büyük bir günün azabıyla korkuturum.” Hud:1-3
“Sana bu Kuran’ı vahyederek, sana en güzel bir anlatımla tarihi aktarıyoruz. Sen daha önce bundan habersizdin.” Yusuf:3
Anlamanız için: “Anlamanız için onu kusursuz bir dile sahip bir Kuran yaptık. O, ana kitapta (korunur), katımızda üstündür, bilgedir.” Zuhruf: 3-4
“Bilen bir topluluk için, Arapça bir Kuran olarak ayetleri açıklanmış bir kitaptır” Fussilet:3
Biz gerçeği anlattık: “Biz, gerçeği, Kur’an’da da türlü biçimlerde ifade ettik ki, düşünüp anlayabilsinler. Fakat bu onların sadece kaçışlarını artırıyor.” İsra:41
“Kuran’ı, inananlar için bir şifa ve rahmet olarak indirdik. Zalimlerin ise ancak zararını arttırır.” İsra:82
“Biz bu Kur’an’ı sana, zahmet çeksin, bedbaht olsın diye indirmedik; Saygıyla ürperene bir hatırlatma olsun diye indirdik.” Taha:2-3
Çelişki yok: İşte sana o Kitap! Kuşku,çelişme,tutarsızlık yok onda.Bir kılavuzdur o,korunup sakınanlar için.” BAKARA:2
“Bunu, eğri-büğrüsü olmayan Arapça bir Kur’an olarak indirdik ki, korunup sakınabilsinler.” Zümer:28
Öğüt alsınlar: “Sana indirdiğimiz bu kitap kutludur; ayetlerini incelesinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar.” Sad:29
Öğüt alan yokmu:” Kuran’ı mesaj için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?” Kamer:17
“Biz bu Kuran’da, insanlara, her türlü örneği verdik ki öğüt alsınlar.” Zümer:27
Uyarmak için:” Sor: “Kimin tanıklığı büyüktür?” De ki: “Benimle sizin aranızda ALLAH tanıktır. Sizi ve ulaştığı herkesi uyarmak için bana bu Kuran verildi. ALLAH’tan başka tanrı olduğuna mı tanıklık ediyorsunuz?” “Ben böyle tanıklık etmem,” de ve ardından şunu da söyle: “O bir tek tanrı, ben sizin ortak koştuğunuz şeyden uzağım.” Enam:19
İyi yola ulaştırır: “Bu Kuran en iyi yola ulaştırır ve erdemli davranan müminleri büyük bir ödülle müjdeler.” İsra:9
Neden araştırmazlar: “Neden Kuran’ı araştırıp incelemezler? Yoksa kilitli mi beyinleri?” Muhammed:24
Yardım pek yakın:”…Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali basiniza gelmeden cennete gireceginizi mi sandiniz? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanilmaz bir zorluk çatti ve öylesine sarsildilar ki, sonunda elçi beraberindeki mü’minlere, “Allah’in yardimi ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Süphesiz Allah’in yardimi pek yakindir.” (Bakara 214)
Müminler kardeştirler: (49/10)
X
KURAN’DAKI CELISKILER 1

Seriat ortaminda ve din adami’nin elinde yetisen kisilerin ortak özelligi, birbirine ters, birbirine zit ve birbirini cerheden seyleri ayni zamanda benimseyebilmek veya benimsemis görünmektir. Bundan dolayidir ki müslüman kisi, hem bir yandan “Islam dini hosgörü dini’dir” diyebilir ve hem de ayni zamanda Kur’an’in: “Islam’dan gayri bir din’e inananlar sapiktirlar” seklindeki hükmünü benimseyebilir. Bu iki düsüncenin birbirine zit, birinin tersi oldugunu düsünmez. Hem bir yandan Kur’an’in “Din’de zorlama olmaz” seklindeki hükmüne sarilabilir ve hem de ayni Kur’an’in, “müsrikleri” (puta tapanlari) Islam’a zorlamak için, “Müsrikleri öldürünüz” seklindeki emrini rahatlikla uygulayabilir. Bu iki davranisin çeliskili ve bagdasmaz oldugunu farketmez. Farketse bile günah isleme korkusundan farketmemis görünür.
Bir yandan “Tanri dileseydi puta tapmazlardi” seklindeki seriat hükmüne inanirken diger yandan puta tapanlarin Cehenneme atilacaklarina dair hükmü dogal kabul etmekten geri kalmaz ve bu iki hükmün çelisir seyler oldugunu düsünmez. Düsünse bile düsünmemis görünür.
Bir yandan “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini Islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse … kalbini dar ve sikintili kilar” seklindeki hükme inanir fakat ayni zamanda bu hükmün uzatmasi olan “Allah, inanmayanlari küfür batakliginda birakir” seklindeki satirlari dogal bulur. Bu iki hüküm arasinda çelisme oldugunu aklindan geçirmez. Gecirse bile, gecirmemis görünür.
Bir yandan “Seriat dini, kadini yüceltmistir, yirminci yüzyilin ulasamadigi haklara eristirmistir; kadinin sahsiyet haklarina saygilidir, kadin erkek esitligini öngörür” seklinde konusurken diger yandan: “Kadinlar aklen ve dinen dûn yaratiklardir; erkeklerin kadinlardan bir üstün dereceleri vardir; iki kadinin tanikligi bir erkegin tanikligina bedeldir; mirasta erkegin payi iki disinin payi kadardir; namazi bozan seyler esek, kara köpek, domuz ve kadin’dir; kadinlar insanin karsisina seytan gibi çikarlar; Cehennem’in çogunlugu kadinlardan olusur, vs…” seklindeki hükümleri öne sürebilir ve bunu yaparken çeliskiye düstügünü bilmez. Bilse bile, bilmemis görünür.
Sayisiz denecek kadar çok bu örneklerin ortaya vurdugu sonuç sudur ki seriat verileriyle yetisen kisi birbiriyle çeliski halinde bulunan din verilerini gerçegin ta kendisi olarak kabul etmekten geri kalmaz. Bu hükümlerin “kutsalligina” ve “mutlak gerçekligine” öylesine inanmistir ki bunlarda “çelisme”, “tutarsizlik” ya da “bagdasmazlik” diye bir sey olabilecegini kabul etmez. Kabul etmek söyle dursun fakat kabul edenleri dinsizlikle suçlamaga hazirdir. Cünkü zekasi, seriat’in olusturdugu ortam içerisinde körletilmistir ve bu ortami olusturan da esas itibariyle din adamidir. Din adami’nin ona belettigi sudur ki Kur’an: “Dogrulugu süphe götürmeyen kitab’tir” (K.2 Bakara 2) ve “Eger o, Allah’tan baskasi tarafindan gelmis olsaydi onda bir çok tutarsizlik (bulunurdu)” (K. 4 Nisa 82)
Ancak ne var ki akilci bir gözle Kur’an’i okumaga basladigimiz an, daha ilk satirlarindan itibaren çelismeli hükümleri karsimizda bulur ve okumaga devam ettikçe bunlarin çoklugu içerisinde kayboluruz. Sadece bir kaç örnekle yetinmek üzere En’am Suresi”nden bazi hükümlere göz atmakla ise baslayalim: 107ci ayet söyle der: “Tanri dileseydi puta tapmazlardi” (K. 6 En’am 107). Bir kaç ayet ilerde su vardir: “Allah dilemedikçe inanmazlar” (K. 6 En’am 111) . Bundan anlasilan sudur ki inanmak ya da puta tapmak Tanri’nin dilegine baglidir ve eger Tanri dilemis olsaydi kisiler puta tapmazlardi.
Ancak ne var ki bu ayni En’am Sure’sinde: “… puta tapanlardan yüz çevir” (K. 6 En’am 106) diye yazilidir. Bunu pekistirir nitelikte olmak üzere Tevbe suresi’nde de puta tapanlarin öldürülmelerini emreden su ayet vardir: “…Müsrikleri (puta tapanlari) buldugunuz yerde öldürün,..” (K. 9 Tevbe 5). Bir baska deyisle, Kuran’a gore, Tanri kisiyi hem “putperest” (müsrik) birakmistir, ve hem de “putperest’tir” diye cezalandirmaktadir.
Yukardakine benzer bir diger örnek En’am Suresi’ndeki su ayet’dir: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir” (K. 6 En’am 125). Dikkat edilecegi gibi ilk iki tümce ile son tümce çeliski halindedir. Cünkü ilk iki tümceye göre kisi’yi “Müslüman” ya da “Kafir” yapan Tanri’dir; fakat Tanri, kafir yaptiklarini Cehennem’e atmaktadir.
Yine Bakara Sure’sinin 6.ayet’i söyle der: “Süphe yok ki, inkar edenleri (kafir olanlari), baslarina gelecekle (azab ile) uyarsan da uyarmasan da birdir, inanmazlar” (K. 2 Bakara 6). Bu ayet’in hemen arkasindan su ayet gelir: “Zira Allah onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürlemistir; gözlerinde de perde vardir ve büyük azab onlar içindir” (K. 2 Bakara 7). Görülüyor ki kisileri “kafir” yapan, onlarin kalblerini ve kulaklarini mühürleyen Tanri’dir. Fakat böyle oldugu halde Tanri kendisinin “kafir” yaptiklarini, büyük bir azab’a sokacaktir.
Söylemeye gerek yoktur ki Tanri’nin insanlari, hem gözlerini ve kulaklarini mühürleyip kafir yapmasi ve hem de cezalandirmasi çelismeli ve tutarsiz bir davranistir. Fakat islamcilar bu hükümleri, sanki ortada çelisme yokmus gibi müslüman kisinin beynine sokusturuverir.
Yine bunun gibi Bakara Sure’sinde “Dinde zorlama yok” (K. 2 Bakara 256) diye yazilidir. Islamcilar buna dayanarak Islam’in hösgörü dini oldugunu söyler. Söylediklerini pekistirmek maksadiyle: “Süphe yok ki bu (Kur’an) bir ögüttür. O halde dileyen Rabbine götüren yolu tutsun…” (K. 73 Müzemmil 19) ya da “Muhakkak ki bu kitap bir ögüttür. Kim dilerse ondan ögüt alir…” (K.74 Müddessir 54-55) seklindeki ayetleri okur. Buna benzer diger ayet’leri ya da hadis’leri okuyarak seriat dininde inanç özgürlügü oldugunu savunur.
Fakat bunu yaparken, söyledikleriyle çeliskiye düsercesine, Islam’dan baska “gerçek din” olmadigini, bildiren, baska din ve inanca yönelenleri “sapik” ya da “kafir” olarak ilan eden, ya da Tanri’ya es kosanlari (müsrik’leri) ölüme götüren, daha baska bir deyimle inanç özgürlügünü ve hosgörüyü kökünden silen hükümleri siralar. Ornegin Kur’an’daki “Müsrikleri nerede bulursaniz öldürün” (K. Tevbe 5; Al-i Imran 85) seklindeki emirleri açiklar. Ya da “Kitab Ehli” olanlara (yani Yahudilere ve Hiristiyanlara) karsi savas açilmasini, Islami kabul ettirene ya da “Cizye” (kafa parasi) alinana kadar bu savasin sürdürülmesini öngören hükümleri belletmekten geri kalmaz. Islam dini’nin bu hükümlere dayali olarak yayildigini, Muhammed’in bu maksatla savaslar yaptigini, ölüm döseginde iken “Arap ceziresinde iki din bir arada bulunmayacak” diye vasiyette bulundugunu anlatmaktan bikmaz. Dinde “zorlama” olmadigini bildiren hükümlerle, “zorlamayi” öngören hükümlerin (ve eylemlerin) yan yana, içiçe bulunmasini çeliski saymaz.
Bir yandan: “Iyilik ve fenalik bir degildir… Sen fenaligi en güzel sekilde sav; o zaman seninle arasinda düsmanlik bulunan kisinin yakin bir dost oldugunu görürsün…” (K. 41 Fussilet 34) seklindeki hükümler, diger yandan bunlara ters düsen: “Ey inananlar…size kisas farz kilindi…Ey akil sahipleri kisas’ta sizin için hayat vardir…” (K. 2 Bakara 178-9), ya da “:Bir kötülügün karsiligi, ayni sekilde bir kötülüktür…” (K. 42 Sura 40) seklindeki hükümler bulunur Kuran’da. Hangi kötülüge hangi kötülükle karsi konulacagini da : “… hür ile hür insan, köle ile köle, kadin ile kadin…” (K.2 Bakara 178) ya da “… onlara can cana, göze göz, buruna burun, kulaga kulak, dise disle ve yaralara karsilikli ödesme yazdik…Allah’in indirdigi ile hükmetmeyenler, iste onlar zalimlerdir…” (K.5 Maide 45 ayrica bkz. Bakara 179) seklindeki hükümler de bulunur Kuran’da. Bir yandan öç almayi farz kilan bu emirlerle, ya da: “Sen de müsrikleri hicvü zemmet, yahud onlarin hicivlerine mukabelede bulun, Cibril’de seninle beraberdir” seklindeki Hadis’lerle 186 hasir nesir olurken diger yandan: “Her kim öç almayip bagislarsa iste bu hareket büyüklerin karidir” (K.42 Sura 43) seklindeki hükümler bulunur Kuran’da.
Kur’an’daki Sure’lerin ya da ayet’lerin ve bunlarda yer alan konularin bilimsel bir siralamasi diye bir sey yoktur. Bir konu’nun biteviye islenmesi diye de bir sey yoktur. Birbirleriyle ilgisi bulunmayan çesitli sorunlar ve konular birbirlerinin içine girmistir. Ornegin ibadet’le ilgili hükümler hukuk’la ilgili hükümlerle, ya da efsanevi olaylarla karma karisik bir sekilde, iç içedir. Belli bir konuyla ilgili olay anlatilirken hiç yeri ve ilgisi olmadan bir baska olaya geçiliverir. Kisaca fikir edinmek üzere bir iki örnekle yetinelim ve Kur’an’in 2.ci Sure’si olan Bakara Suresi’ne göz atmakla ise baslayalim: Sure’nin 225 ila 238 ayet’lerinde “bosanma” ve “hülle” sorunlari ele alinmistir. Hukuk’la ilgili bu hususlar kurallara baglanirken birden bire karsiniza, bu sorunlarla ilgisi bulunmayan namaz kilma usulleri çikar ki ibadet’le ilgilidir (K. 2: 238-239). Iki ayet’ten ibaret bu hususun hemen arkasindan hukuk’la ilgili “bosanma” konusuna dönülür (K. 2: 240-242) hemen sonra, ve yine hiç ilgisi bulunmadigi halde, “savas” konusuna atlanir ve vaktiyle Yahudilere savas farzolundugu belirtilir, Talud ve Calud ordularinin bozguna ugratilmalari hikaye edilir ve yeryüzü düzeninin, insanlarin birbirleriyle bogazlastirilmasi suretiyle saglandigi anlatilir (K. 2: 244-252)
Gelisi güzel bir baska örnek olmak üzere “Ankebut” Sure’sini alalim. Söylendigine göre bu Sure’nin ilk on ya da ondört ayet’i Medine’de, geri kalan 59 ayet’i ise Mekke dönemi esnasinda Kur’an’a konmustur. Sure’nin basindaki ilk ayet’lerde Bedir savasinda ölenlerin sikayetlerine karsilik: “Hak ugrunda cihad eden ancak kendisi için etmis olur…” (K. 29: 6) seklinde yanit verilirken Ibn Ebu Vakkas ve anasi Hamna ile ilgili hikayelere yer verilmistir. Oglunun müslümanligi kabul ettigini ögrenerek üzülen ve müslümanligi terkedinceye kadar açlik grevi yapacagini söyleyen Hamna vesilesiyle Tanri’nin güya: “Eger ana baba, bana ortak kosman için seni zorlarlarsa, o zaman onlara itaat etme” (K. 2: 8) 187 seklinde konustugu yazilidir. Sure’nin 14ci ayet’inden sonraki kismi Mekke döneminde indigi için çok farkli konulara geçer ve Nuh’un , Ibrahim’in gönderilmesine atlar. Ibrahim’den söz ederken birden bire onu birakip Muhammed’e geçer ve (K. 29:18-23) sonra yine Ibrahim hikayesine döner ve biraktigi yerden alip devam eder (K. 29: 24-26); ederken de daha önceki bir Sure’de (ki 21. Sure olan Enbiya Suresi’dir) söyledigini (yani Tanri’nin onu atesten nasil kurtardigini) yeniden anlatir (K.21: 60-69), sonra Ishak ve Yakub’a ve Lut’a geçer (K. 29:27-28), ve sonra onlari birakir tekrar Muhammed’e döner (K. 29:29), sonra tekrar Ibrahim’e döner (K. 29:31) ve bu sefer daha önceki bir Sure’de (ki 11.ci Sure olan Hud Sure’sidir) söylemis olduklarini tekrarlar, sonra Suayb’in Medyen’e gönderildigine dair hikaye’ye geçer(K. 29: 36) ve bu sefer A’raf Suresi’nde (ki 7.ci Sure’dir) anlattiklarini yeniden tekrarlar, hemen sonra Ad ve Temud asiretleriyle ilgili masallara atlar (K. 29: 38), oradan Firavun ve Haman’a ve Musa’ya ait hikayeleri siralar.
Kuran’da, bazan ibadetle, hukukla ve efsane ile ilgili hususlar birbiri içine geçmis olarak yer almistir: örnegin Mü’minun suresi’nin basinda müslüman kisilerin, baskalarinin yaninda utanilacak yerlerini açmamalari emredilirken, ahitlere riayetin ve namazlarin vaktinde kilinmasinin geregi belirtilir, sonra birden bire insanin topraktan nasil yaratildigi, yer’in ve gök’ün nasil olusturuldugu, gökten nasil ölçü ile su indirildigi eklenir (K. 23: 12-21) Nuh ve diger peygamberlerle ilgili hikayelere geçilir (K. 23: 58) ve sonra “Ayet’lerimiz size okunuyor, siz ise gerisin geriye dönüyor, kibirleniyor (Kur’an hakkinda) ileri geri sözler söyleyor, ondan yüz çevirip uzaklasiyorsunuz” (K. 23: 67) seklindeki yakinmalara geçilir, daha sonra “(Tanri) asla ogul edinmedi” (K. 23: 92) diyerek devam edilir.
Bir diger örnek olarak Al-i Imran Suresi’ni ele alalim. Bu sure’de Uhud savasindan söz edilirken (K. 3 Al-i Imran 121-129) birden bire faiz yasaklarina geçilir (K. 3:30), hemen sonra Uhud savasi ile ilgisi bulunmayan baska konulara atlanir (K. 3: 130-142) ve tekrar Uhud savasi’nin anlatimina dönülür (K. 3: 143-148). Uhud bozgunundan dolayi Tanri’nin müslümanlari sorumlu tuttugu ve cezalandirdigi görülür (K. 3: 152-153); ancak ne var ki hemen akabinde Uhud felaketi’nin, Tanri’nin müslümanlari sinamasi, denemesi oldugu belirtilir (K. 3: 152)
Bu tür tutarsizliklar, uyumsuzluklar ve çeliskiler hemen her Sure’de kendisini gösterir. Bundan dolayidir ki, Kuran’in “Allah/Tanri sozu olmayip”, bir insan, yani Muhammed tarafindan yazilmis oldugu sonucu cikmaktadir.
Kuran Ve Seriat hükümlerindeki çeliskiler, ve tutarsizliklar konusunda Islamcilar’in tutarsız tutumu:
Seriat hükümleri içerisindeki çelismeler ve tutarsizliklar konusunda din adaminin bilim disi ve olumsuz bir tutumu vardir ki o da her seyden önce insan aklinin yetersizligini öne sürmek ve örnegin : “Celiskiler bize göredir, Tanri’ya ve Peygambere göre degildir” deyip isin içinden siyrilmaktir. Hani sanki “çelismeler”, insanlarin gözünde “serab” gibi bir seydir ve aslinda yoktur da insanlar “çelisme varmis” gibi görüyorlardir!
Oysa ki çelismelerin varligi, daha islamin ilk anlardan itibaren farkedilmis ve gerek din bilginlerini ve gerek yöneticileri güç durumlara sürüklemistir. Ornegin Halife Osman, ya da Abdullah Ibn-i Amr gibi ünlüler Kur’an’daki ayet’lerin birbirleriyle çelisir olmasi yüzünden bazi hususlarda fetva veremez durumda kalmislardir 188.
Seriat verileri içerisindeki çelismelerin varligini inkar etmek üzere din adami’nin basvurdugu diger bir yol, Kur’an’in Tanri’dan gelen “son ve tek gerçek” Kitab olduguna, ve “geçmiste ve gelecekte onu batil kilacak olmadigina” (K. 41 Fussilat 41-2), ve Kitab’da bulunanlarin “kesin gerçekler olup bunun disinda baskaca gerçek olamayacagina” (K. Meariç 51), ve “yeryüzündeki her seyin apaçik Kitab’da tespit olunduguna” (K. Necm 75) dair ya da buna benzer hükümleri siralamaktir. Bunu yaparken sirtini özellikle su ayete dayar: “… Allah katindan gayri bir yerden gelseydi, (Kur’an’da) birbirini tutmaz bir çok seyler bulurlardi…” (K. 4 Nisa 82).
Ote yandan Islamcilar, çeliskilerin ve tutarsizliklarin ortaya çikmasini önlemek üzere sunu hatirlatir ki Kur’an ve Hadis hükümlerini tartismak, yalanlamak ve bunlar üzerinde süpheci olmak ya da bunlarda çeliski ve tutarsizlik oldugunu söylemek “günahtir”, “dinsizliktir”, “Tanri’ya ve peygamberine karsi gelmektir”. Bu hükümler çeliskili görünse de, akla ve müspet ilme ters düsse de, bunlari hiç bir elestiriye ve tartismaya girismeden olduklari gibi kabul etmek gerekir.
Bunun böyle oldugunu anlatmak üzere din adami: “Allah ve peygamberine karsi gelenler … alçaltilacaklardir… Biz apaçik ayet’ler indirmisizdir, bunlari inkar edenlere alçaltici ceza var…” (58 Mücadele 5), ya da: “Allah ve Resulü bir ise hükmettigi zaman (inananlara) artik islerinde baska yolu seçmek yarasmaz. Allah’a ve Peygambere baskaldiran süphesiz apaçik bir sekilde sapmis olur…” (K. 33 Ahzab 36) seklinde hükümleri gösterirken “Allah’in hükmüne uygun hüküm vermeyen kafirdir” (K. 5 Maide 44) ayet’ini ekler, ve benzer ayet’lerle “süphe” etmenin ya da Kur’an’da çeliski oldugunu söylemenin dinsizlik sayilacagini bildirir. “Dini islerde asiri inceleyip sik dokuyanlar helak olacaklardir” seklindeki hadis hükümlerini belirterek soru sormanin ve soru yolu ile din verilerine karsi gelmenin yasak oldugunu anlatir 189.
Kur’an’da çeliski olmadigini savunmak maksadiyle Islamcilarin basvurdugu bir diger yol, bazi ayet’lerin bazi ayet’lerle kaldirildigini öne sürmektir. Oysa ki hangi ayet’lerin hangileriyle kaldirildigi hususundaki görüs ayriliklari bir yana ve fakat böyle bir iddia, hani sanki Tanri her seyi diledigi gibi önce’den düzenleyemezmis ya da bilmezmis ve bazi ayet’leri yanlislikla yerlestirmiste sonradan hatasinin farkina varip düzeltmis gibi bir anlam tasir ki Tanri’yi küçültmek sonucunu dogurur.
Kaldi ki Kur’an’daki çelismeler, kaldirilmadigi kesin olarak bilinen ayet’leri kapsar ki bunlardan pek bariz olanlardan biri, Ebu Talib’in ölümü vesilesiyle Muhammed tarafindan Kur’an’a konmus olan su ayet’tir: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar, kimi de saptirmak isterse… kalbini dar ve sikintili kilar. Allah inanmayanlari küfür batakliginda birakir” ( 6 En’am 125).
Bu ayet’le anlatilmak istenen sudur ki Ebu Talib’in kalbini müslümanliga açmayan Tanri’dir ve Tanri onun müslüman olmadan ölmesini uygun bulmustur. Ancak gerçek bundan çok farklidir.
Bilindigi gibi Muhammed, kendisini bir baba gibi yetistiren Ebu Talib’i müslüman yapmak istemis fakat yapamamistir. Yapamayinca sorumlulugu sirtindan atmak üzere Tanri’nin keyfiligini öne sürmüs ve amcasinin müslüman olmayisini bu keyfilige baglamak üzere yukardaki formülü bulmustur. Ancak ne var ki ayet kendi içerisinde çeliskilidir, çünkü bir yandan Tanri’nin kisileri diledigi gibi saptirdigini belirtirken diger yandan saptirdiklarini Cehennem’e attigini anlatmaktadir.
Konuya biraz ilerde tekrar dönecegiz, fakat simdilik deginmek istedigimiz sudur ki seriat ortami içerisinde ve Islamcilarin elinde yetistirilen insanlarimizin seriat verileri konusunda süpheci olmalari, bu verileri elestiri konusu yapmalari ya da tartismalari mümkün degildir. Mümkün olmadigi içindir ki fikirsel gelisme yoluna girmeleri ve akilci düsünceye yönelmeleri güçtür. Düsününüz ki Ibn Rüst gibi ünlüler bile Kur’an’daki kissa’lara “masal” dedikleri için, din adamlari tarafindan dinsizlikle suçlandirilmislardir 190.
Kuran’daki Celiskilerin nedenleri:
Kuran’da gorulen çeliskiler ne gökten inmedir ve ne de din adaminin dedigi gibi “Tanri’ya göre degil, bize göredir”. Bu çeliskiler, Kuran’in yaraticisi olan Muhammed ve onun yardimcilarindan kaynaklanmaktadir. (Bilindigi gibi, Muhammed, okur-yazar degildi ve Kuran’i olustururken okur-yazar yardimcilardan faydalandi). Kuran’i “Gökten indi” diyerek yarattigi dine taraftar toplamak isteyen Muhammed ve yardimcilarinin, çesitli durumlara ve farkli olaylara çözüm saglama siyasetinden dogmustur.
Konu ayri bir kitap olabilecek boyutta bulunmakla beraber pek kisa bir özet olarak söyleyelim ki Muhammed, kendisini Kureysli’lere peygamber olarak kabul ettirebilmek için ilk baslarda (özellikle daha henüz güçlenmedigi dönemde) Kur’an’a “Dileyen Rabbine giden yolu tutar” (K. 76 Insan 29) ya da “Her kese islediklerinin karsiligi ödenir” (K. 46 Ahkaf 19) seklinde ayet’ler koymustur. Böylece kisileri, eger müslüman olacak olurlarsa Cennet’e, olmayacak olurlarsa Cehennem’e gitmek gibi bir seçim karsisinda birakarak kendisine baglayabilecegini hesaplamistir. Daha baska bir deyimle müslüman olup olmamanin “kisisel irade” isi oldugunu, ve müslümanligi seçenlerin mükafatlara konacaklarini anlatarak, ve nasil olsa kisilerin kazanç yolunu (örnegin Cennet’e gitmeyi”) tercih edeceklerini düsünerek, iyi bir taktik kullandigina inanmistir.
Ancak ne var ki bu usul ile pek basari saglayamamis ve fazla sayida taraftarlar kazanamistir. Kendisini bir baba gibi büyüten ve koruyan amcasi Ebu Talib’i bile, bütün cabalarina ve yalvarip yakarmalarina ragmen, müslüman yapamamistir. Yapamayinca, basarisiz kalmis gibi görünmemek için müslüman olup olmamanin Tanri’nin istegine bagli bir is oldugunu söylemis ve Kur’an’a: “Allah kimi dogru yola koymak isterse onun kalbini islamiyete açar… kimi de saptirmak isterse…kalbini dar ve sikintili kilar… ” (K.6 En’am 125) seklinde ayetler koymustur. Fakat “kafir’lerin” Cennet’e giremeyeceklerini belirtmek üzere “Allah, inanmayanlari küfür batakliginda birakir…” (K. en”am 125) seklinde eklemede bulunmustur ki çeliskili durumu yaratan da budur.
Ayni durum, daha sonra Medine’ye geçipte oradaki Yahudileri müslüman yapmaga kalkinca da ortaya çikmistir. Onlari müslüman yapabilmek için ilk önceleri bir takim ödün’ler (tavizler) vermis olmasina ve örnegin Kible’yi Yahudilerin kutsal bildikleri Kudus yönüne cevirmesine ragmen sonuç alamamis, onlari müslüman yapamamistir. Sadece onlar bakimindan degil fakat putperest olan Arap kabileleri bakimindan da ayni basarisizliklara ugrayinca taraftarlarindan bir çogu: “Eger Muhammed gerçekten Peygamber ise, nasil olur da bu kisileri müslüman yapamaz?” seklinde konusur olmuslar ve bu tür konusmalar kuskusuz ki Muhammed’i telasa düsürmege yetmistir. Peygamberliginin süphe uyandirabilecegi endisesiyle onlarin bu tarz konusmalarina engel olmak istemistir. Bundan dolayidir ki, daha önce amucasi Ebu Talib’in ölümü sirasinda uyguladigi taktigi, bu vesile ile pekistirmek gerektigini anlamis ve putlara tapip tapmamanin, ya da müslüman olup olmamanin Tanri’ya ait bir is oldugunu söyleyerek, kisileri müslüman yapamamaktan dogma sorumlulugu sirtindan atmaya çalismistir. Bunu saglamak üzere Kur’an’a: “Tanri diledigini saptirir, diledigi dogru yola sokar” (K. 16 Nahl 93), ya da “Allah dileseydi puta tapmazlardi” (K. 6 En’am 107), ya da “Tanri kimin gönlünü islama açmissa o Rabbi katinda bir nur üzre olmaz mi?… Kimi saptirirsa ona yol gösteren bulunmaz” (K. 39 Zümer 22-23) seklinde (ve buna benzer) ayet’ler yerlestirmistir.
Görülüyor ki çeliskilerin asil nedeni günlük siyasetin olusumu ile ilgilidir: kisileri müslüman yapmak için “irade” özgürlügü ilkesine basvurulmus ve örnegin “Kim müslüman olursa o mükafata erisir” seklinde hükümler konmus ve fakat basari saglanamayinca bu sefer müslüman olmanin kisi iradesiyle ilgili bulunmayip Tanri’nin istegine bagli oldugu tezi’ne basvurulmustur. Bu ve buna benzer durumlar, seriat hükümlerinin birbirleriyle çelisir nitelikte olmak uzere ortaya çikmalari sonucunu dogurmustur.
Islamcilar tartisma ve soru sorma yollarini kapali tutmakla çeliskili düsünme aliskanligini sürdürür.
Nasil ki Hiristiyanlikta koca bir orta çag boyunca Incil ‘in elestirilmesi ya da süphe konusu edilmesi büyük günah sayilir idiyse, nasil ki Isa ve anasi Meryem ‘le ilgili hususlarda tereddüd’e düsmek ve örnegin Meryem’in bakire olmadigini söylemek dahi ateste yakilmayi gerektirmis ve din sorunlarini tartismak çesitli cezalarla önlenmis idiyse, ayni sekilde Islam’da da Kur’an’i ya da Muhammed’in yasamini elestiri konusu yapmak, akil kistasina vurmak da ayni ölçüde dehset verici sonuçlari dogurur olmustur. Ancak ne var ki Bati dünyasi akil çagi’na girmekle bu durumlara son vermis ve soru-tartisma usullerini her sorunun çözümü yapmis, her seyin temeli haline sokmus oldugu halde Islam’da böyle bir gelisme görülmemistir.
Her ne kadar islamcilar Kur’an’i öne sürerek, örnegin: “Bilmiyorsaniz kitaplilara sorun…” (K. 16 Nahl 43-44) seklindeki ayet’leri göstererek soru sormanin yasaklanmadigini söylerlerse de dogru degildir. Cünkü bir kere bu ayet’lerde, Tanri’nin daha önce peygamber olarak erkeklerden baskasini göndermedigi belirtilmis ve: “Eger bilmiyorsaniz, (kitaplilara) bilenlere sorun” denmistir. Bunun Kur’an hükümlerini tartismakla ilgisi yoktur.
Ote yandan din adami, Kur’an’da belirtilen hususlarla ilgili sorularin “memduh” (uygun) ve “mezmum” (uygunsuz) olmak üzere ikiye ayrildigini ve “uygunsuz” soru’larin “fuzuli” sayildigini ileri sürer. Söylemeye gerek yoktur ki böyle bir ayirim keyfilige dayali olup soru sorma olasiligini yok kilar nitelikte bir seydir. Cünkü bir kere sorulacak soru’lari “uygun”, ya da “uygunsuz” diye ayirima vurdugunuz an, soru sormayi yasaklamis olursunuz. Nitekim din adamlarimizin bugün dahi yaptiklari budur. Nice sayisiz örneklerden birini verelim: Diyanet Isleri Baskanligi’nin yayinladigi Sahih-i Buhari Muhtasari… adli yapitin 4.cildinin 536.sayfasinda Muhammed’in, kendi öz anasi Emine için dua (“istigfar”) etmek üzere Tanri’dan izin istedigine ve fakat Tanri’nin ona bu izni vermedigine ve vermedigi için anasina magfiret dilemedigine dair Ebu Hüreyre’ nin rivayet ettigi bir Hadis vardir. Bunu okuyan bir kimse, hakli olarak kendi kendisine: “Pek iyi ama, Muhammed bir çok vesilelerle -‘Analariniz sizi binbir fedakarlik ve zahmete katlanarak yetistirmistir, onlara dua edin… Analarin ayaklari altindan Cennet’ler geçer-‘ seklinde konusurken, kendi anasina neden dua etmez?” diye sormak ve bunun cevabini almak ihtiyacindadir. Ancak ne var ki böyle bir soruyu tartismak ve buna akilci bir yanit aramaktan islamcilar kacinirlar, günah islemekten korkarlar dusundukleri icin bile..
Yine bunun gibi Kur’an’da, biraz önce belirttigimiz gibi, Tanri’nin, kimi kimselerin gönlünü açip onlari müslüman yaptigina ve Cennet’e aldigina ve kimilerin de gönlünü kapatip kafir kildigina ve Cehennem’e attigina dair ayet’ler vardir (Ornegin En’am 125; Nahl 93; Zümer 22-23 vs…). Söylemeye gerek yoktur ki akla ve mantiga ve Tanri’nin yüceligi fikrine aykiri düsen böylesine keyfi bir davranis karsisinda soru sormamak, susup oturmak mümkün degildir. Ancak ne var ki din adami, islami verilere dayali olarak, size bu olanagi tanimaz; “uygunsuz” soru sordunuz diye sizi, en azindan zindiklikla suçlar, ve biraz daha israr ederseniz, çesitli usullerle “Cehenneme” yollar…!
Ote yandan din adami, sadece sorulari “uygun” ya da “uygunsuz” ayirimina baglayarak degil fakat bir de fazla soru sormanin günah olacagini hatirlatmak suretiyle sizi susmusluga zorlar; dayanagi yine seriat verileridir. Gerçekten de din adami’nin belletmesine göre Muhammed, Tanri’nin igrenç bildigi üç seyden birinin “Kesret-i sual” (fazla soru) oldugunu bildirmis ve: “Ben sizi bir seyden nehyedersem, ondan içtinab ediniz, bir seyin ifasini emredersem , onu da …yerine getiriniz” demis ve dini islerde asiri inceleyip sik dokuyanlarin helak olacaklarini eklemistir.
Din adami, bundan baska bir de Kur’an’nin: “Size açiklaninca hosunuza gitmeyecek seyler sormayin” (K. Maide 101-102) seklindeki ya da buna benzer diger ayet’lerini öne sürerek mü’min kisileri soru sormak ve hele tartismak hevesinden uzak kilar 191. Cünkü soru sorma ve tartisma geleneginin islam dini’ni temellerinden sarsabilecegi görüsüne saplidir. Sunu bilir ki Emevi ‘ler ve Abbasi ‘ler döneminin bazi halifeleri zamaninda din sorunlarinin tartisilir olmasi, islamin özüne bagli çevrelerce bu sekilde kabul edilmis ve önlenmis ve bu ise girisenler “dinsiz” ve “bilgisiz” diye bellenmis ve bu tutum bugüne dek sürüp gelmistir. Gerçekten de bu halifeler döneminde yer alan fikir alis verisi sirasinda Kur’an’in bile Tanri sözleri degil fakat insan yapisi bir kitap oldugu öne sürülmüs ve bu tür egilimler seriatçilara pek tehlikeli görünmüstür.
Bundan dolayidir ki islamcilar, 20.yüzyilin bitmek üzere bulundugu bu uygarlik döneminde dahi insanlarimiza, yemek yerken yemek kabina sinek düsecek olursa, sinegin disarda kalan kanadini yemegin içine batirip sonra çikarip atmalarini, ve çünkü bunun bir “Peygamber emri” oldugunu, “peygamberin söylemesine göre” sinegin iki kanadinin birisinde hastalik, öbüründe sifa bulundugunu ve “idrak sahibi” olan sinegin önce zehirli kanadini yemege soktugunu ve bu nedenle eger diger kanat iyice yemege batirilacak olursa hastalik olmayacagini belirtirlerken, bazi kimselerin: “Bir sinegin iki kanadinda nasil olur da hem da (hastalik) hem deva (hastalik giderici ilaç, çare vs…) olan iki zid hassiyet bir arada toplanmis? Sonra hakir bir sinek nasil olur da yiyecek içine önce zehirli kanadini sokmayi, deva olan kanadini geri birakmayi bilebilir?” seklinde soru sormalarini “günah” saymakta ve soranlari en azindan “inatci cahil” olarak tanimlamaktadirlar 192. Buna benzer daha nice örnekleri siralamak mümkün.
Kisi özgürlügü bakiminda önemli olan sey sadece soru sormak degil fakat din emirlerini tartismak ve gerektiginde kinamaktir. Iste Islam’in, daha ilk anlardan itibaren önlemek istedigi sey, asil bu olmustur. Bundan dolayidir ki Kur’an’in Tanri sözleri olmadigini söylemek ya da Muhammed’in yasam ve davranislarini elestirmek ya da buna benzer görüsler öne sürmek, dehset verici cezalara baglanmistir ki bunlar arasinda ellerin ve ayaklarin “çaprazlama kestirilmesi” gibi olanlari vardir (Bkz. K. Maide: 5). Unutmayalim ki dünyevi nitelikteki bu çok korkulu ve dehset verici cezalari, bir de gelecek dünya Cehennem’lerinin kaynar ateslerinde yakilmak gibi olanlari tamamlar. Din adamlarimiz için bu tür cezalar sistemini ayakta tutmak kadar kazançli ve mutluluk yaratan baska bir sey yoktur. Oysa ki insanlik tarihi boyunca elestiri ve tartisma olasiligina yer vermeyen hiç bir sistem gerilikten çikamamistir.
Kaynak: Ilhan Arsel’in “Din Adamlari” adli eserinden yararlanilmistir.
İslamiyet Gerçekleri Anasayfası
KURAN’DAKİ CELİSKİLER 2

Bu sayfada, Kuran’dan derledigimiz bazi celiskileri veriyoruz. Oncelikle belirtmeliyiz ki, bu ve benzeri celiskiler tefsircileri oldukca zorlamakta ve ‘sonra gelen Ayet’in, once gelen Ayet’in hukmunu iptal ettigi’ soylenmektedir. Asil sorun ve celiski bu noktada baslamaktadir.
Oncelikle hangi Ayet’in once hangisinin sonra geldigi tam olarak bilinememektedir. Cunku Kuran kronolojik bir yapi tasimamaktadir. Bir cok arastirmaci, bazi Sure’lerin Ayetlerinin birbirine karismis olabilecegini bile iddia etmislerdir. Zaten Kuran’in Sure siralamasina bakilacak olursa, sonlarda Mekke’li Sure’ler, baslarda Medine’li Sure’ler gorulmektedir.
Simdi celiskili Ayet’lerin bir kismina bakalim;
Bakara-106 ‘Herhangi bir Ayet’in hukmunu yururlukten kaldirir veya unutturursak, onun yerine daha hayirlisini veya benzerini getiririz. Allah’in herseye gucunun yettigini bilmezmisin?’
Bakara-106 da boyle soylenirken, asagidaki Ayet’lerde farkli soylenir;
Fatir-43 ‘… Hayir! sen Allah’in kanununda degisiklik bulamazsin. Sen Allah’in kanununda asla bir doneklik bulamazsin.’ – Feth-23 ‘… Allah kanununda hicbir degisiklik bulamazsiniz.’ Ayrica Yunus-64, Fetih-23, En’am-115, Ahzab-62 dede ayni hukumler bulunmaktadir
Maide-69 ‘Fakat inananlar, Yahudiler, Sabiiler ve Hiristiyanlardan Allah’a ve ahiret gunune inanan, iyi isler yapana korku yoktur, onlar uzulmeyeceklerdir.’ Ayni hukum Bakara-62’dede gecmektedir. Fakat Al-i Imran-85 ise ‘Kim Islamiyetten baska bir din ararsa onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir.’ denilmektedir.
Fussilet-34 ‘Iyilik ve fenalik bir olamaz. Sen fenaligi en guzel sekilde karsila. O zaman aranizda dusmanlik bulunan kimse ile bile yakin dost oldugunu gorursun.’ Bu ayet’e karsilik ise;
Sura-40 ‘Bir kotulugun karsiligi ona denk bir kotuluktur. Fakat kim affeder ve barisirsa onun mukafati Allah’a aittir. Suphe yokki o zalimleri sevmez.’ – Bakara-179 ‘Ey akli erenler! kisasta sizin icin hayat vardir…’ veya Maide-45 ‘O kitapta cana can, goze goz, buruna burun, kulaga kulak, dise dis ve yaralara karsi yaralari odesme yazdik. Fakat kim sadaka olarak bagislarsa, bu ona kefaret olur…’ yazilmaktadir.
Enam-62’de ‘… Sonra her isi dogru olan kudret ve tasarrufun sahibi Allah’larinin huzuruna gotururler. Bilin ki hukum onundur. O hesap gorenlerin en suratlisidir.’ derken; Hacc-47 ‘Senden baslarina acele azap getirmeni istiyorlar, Allah sozunden asla caymayacaktir. Rabbinin katinda bir gun, sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir.’ denmektedir.
Ayrica Hacc-47 de, rabbinin katinda bir gun sizin saydiklarinizdan bin yil gibidir hukmu Secde-5 dede vardir. Secde-5 ‘Gokten yere kadar her isi Allah duzenler. Sonra isler sizin sayisiniza gore bin yil tutan bir gunde icinde O’na yukselir.’ Yani bu iki Ayet’e gore, Allah katinda bir gun Dunya gunu ile bin yildir. Meraic-4 ‘Melekler ve ruh oraya miktari ellibin yil olan bir gunde cikarlar.’ gun hesabi bu sefer ellibin yil olmustur.
Pespese iki Ayet var bunlar Enfal Suresindedir;
Enfal-65 ‘Ey peygamber inanlari savasa tesvik et. Eger icinizden sabirli yirmi kisi bulunursa onlarin ikiyuzune galip gelir. Ve eger sizden yuzkisi olursa, kafirlerin binini yener. Cunku onlar hicbirseyden anlamaz guruhturlar.’
Enfal-66 ‘Simdi Allah yukunuzu hafifletti. Bildiki sizde muhakkak bir zaaf var. Artik sizden sabirli ve metanetli yuz kisi olursa ikiyuzunu yenerler. Eger sizden bin kisi olursa, Allah’in izniyle ikibine galebe calarlar. Allah sabir ve sebat edenlerle beraberdir.’
En’am-111 ‘…Allah dilemedikce inanmazlardi…’
En’am-125 ‘Allah kimi dogru yola goturmek isterse, gonlunu Muslumanligi kabul etmesi icin acar. Kimide sapiklikta birakmak isterse, onunda gonlunu daraltir ve sikintili kilar…’
Bakara-7 ‘Allah onlarin yureklerini ve kulaklarini muhurlemistir, gozlerinde perde vardir…’
Bakara-256 ‘dinde zorlama yoktur…’
Muzemmil-19 ‘Suphe yok ki bu (Kur’an) bir oguttur. O halde dileyen Rabbine goturen yolu tutsun…’
Mudessir-54-55 ‘Suphesiz ki, gercekten de Kuran bir oguttur. Dileyen ondan ogut alir.’
(Benzer hukumleri iceren daha pek cok Ayet vardir)
Nisa-89 ‘Onlar sizin kendileri gibi kafir ve boylece es olmanizi isterler. Allah yolunda goc etmedikce onlardan dost edinmeyin. Bunu kabul etmez de yuz cevirirlerse onlari tutun, buldugunuz yerde oldurun…’
Tevbe-5 ‘Hurmetli aylar cikince Allah’a es kosanlari nerede bulursaniz oldurun. Yakalayip hapsedin. Gelip gececekleri butun yollari tutun. Fakat tovbe ederler, namaz kilarlar ve zekat verirlerse onlarin pesini birakin…’
Insanlarin topraktan, sudan, camurdan, meniden, kandan, balciktan, yumurtadan yaratildigi soylenmektedir. Bakilacak Ayet’ler Kiyamet-37, Nahl-4, Hud-61, Meryem-67, Rum-20, Fatir-11, Ali-imran-59-60, Hicr-26, Furkan-54, Nur-45, Alak-2, Enbiya-30 vb.
En’am-108 ‘Allah’tan baska dua ettikleri seylere sovmeyin ki, onlar da bilgisizlikte asiriya gidip Allah’a sovmesinler…’
Tevbe-28 ‘Ey inananlar’ Allah’a es kosanlar mutlaka pisliklerdir…’
Bakara-29 ‘Yeryuzundeki herseyi sizin icin yaratan odur. Sonra goklere yonelerek yedi kat gogu sizin icin duzenledi, yaratti. O herseyi bilir.’
Fussilet-9 – Yerzunun iki gunde yaratildigi,
Fussilet-10 – Bitkilerin daglarin ve gidalarin yaratilmasi.
Fussilet-11 ‘Sonra duman halinde bulunan goge yoneldi…’
Fussilet-12 ‘Allah bu suretle iki gun icinde yedi gok vuda getirdi ve her gogun isini kendisine bildirdi…’
Yani bu iki Sure de, once yer sonra gokyuzunun yaratildigi soylenmekte.
Naziat-27 ‘Sizi mi yaratmak daha guctur, yoksa gogu mu? Allah onu (gogu) kurdu.’
Naziat-28 ‘O’nu yukseltti ve duzen verdi.
Naziat-29 ‘Onun gecesini kararti gunduzunu aydinlik yapti.’
Naziat-30 ‘Bundan sonra da yeryuzunu duzenledi.’
Naziat-31 ‘Oradan suyunu cikardi ve otlak meydana getirdi.’
Naziat-32 ‘Daglari sapasaglam yerlestirdi.’ ….
Zariyat-56 ‘Ben cinleri de insanlari da ancak bana kulluk etsinler diye yarattim.’
A’raf-179 ‘Andolsun ki, biz cinlerin ve insanlarin cogunu cehennem icin yarattik. Onlarin kalpleri vardir ama, anlamazlar. Gozleri vardir ama o gozlerle gormezler…’
Allah’in Resul’u Isa yoksa cehennemdemi?
Tevbe-31 ‘Onlar Allah’i birakip hahamlarini, papazlarini ve Meryem oglu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Halbuki olara da ancak tek Allah’a kulluk etmeleri emredilmisti. Ondan baska tapacak tanri yoktur. O, onlarin es kostuklari seylerden munezzehtir.’
Enbiya-98 ‘Hic suphe yokki siz ve Allah’in disinda taptiklariniz cehennemin odunusunuz. Oraya gireceksiniz.’
Enbiya-99 ‘Eger onlar tanri olsalardi, cehenneme girmeyeceklerdi. Hepsi orada ebediyyen kalacaklardir.’
Aslinda ornekler daha cogaltilabilir.
Tum bu ornekleri yorumsuz olarak verdim. Yorumlari size birakiyor ve son bir Ayet ile yazimi noktaliyorum;
Nisa-82 ‘Kuran’i dusunmuyorlarmi? Allah katindan baska yerden gelseydi, onda birbirini tutmaz pek cok sey bulurlardi.’
X
SORULAR.. SORULAR..
1400 yaşında olmasına rağmen, bugünün ihtiyaçlarına da cevap verdiği ve bilim yanlısı olduğu iddia edilen Kuran’da şu sorularımın cevaplarını bulamadım..
1)Adem ve Havva hangi tarihte yaratıldılar? Cennete hangi tarihte girdiler? Hangi tarihte cennetten kovuldular?
2) Önce Adem mi yaratıldı, Havva mı? Aralarında ne kadar yaş farkı vardı?
3) Doğmadıklarına göre Havva ve Adem’in göbekleri varmıydı? (Hani, çamurdan mı, yoksa pıhtıdan mı yaratıldığı tartışma konusu olan ilk insan..)
4) Ya da hayali cennetten kovulmadan önce, cinsel organlari varmiydi?
5) Vardı ise ne için vardı? (madem ki cinsellik yasaktı?..)
6) Ya da Havva’nin göğüsleri varmıydı? (Çocuk emzirmeyecegine göre)? Yoksa bunlar cennetten kovulur kovulmaz mi olustular?
7)Ya da Adem ve Havva’nin hormonlari önceden var mıydı? Vardıysa, (testesteron, östrojen, prolaktin, oksitosin vs.) ne amaçla vardı?
8)Havva, adet görüyor muydu?
9) Adem ile Havva’nın kıyafetleri nasıldı? Havva, başörtülü müydü, çarşaflı mı? Yoksa …?
10)Eğer bunlar yok idiyse, nasıl oldu da birbirlerine cinsel arzu duydular?.. Var idiyse, bu arzudan dolayı neden cezalandırıldılar?
Yani hem insanin beynine, ve bedenine cinsellikle ilgili her türlü mekanizmayi ve kimyasallığı koy, hem de cinselligi yasadiklarinda cezalandir. Adalet bu mudur?
10)Cennette yasak olduğu söylenen meyvenin adı neydi? Bu yasak meyve bugün dünyada yasak mı değil mi? Niye?
11)Ensest ilişki, günah mıdır, değil midir? (Adem ve Havva’nın çocukları ensest ilişki ile çoğalmış olmalı.. Yoksa, dünya belli bir nüfusa ulaşıncaya kadar ana ve babalar Allah’ın verdiği bir özel formülle seks yapmadan çocuklarını çamurdan mı yapmaya devam ettiler?
12)Adem ile Havva ne kadar yaşadılar? Kaç yılında öldüler?
Ayrıca, Muhammed’in kendisinin Allah’ın-varsa eğer- elçisi olduğunu iddia ederek İslamiyet dinini ortaya çıkarması üzerine de şu sorular akla geliyor:
Eger siz Allah-varsa eğer- olsa idiniz:
1) Dünyadaki tüm insanlara hitap edecek bir kitap gönderecek olsanız, sadece Arapça dilini mi kullanırdınız? Yoksa, ne kadar dil varsa o kadar dilde hazırlamış olduğunuz kitapları mı gönderirdiniz?
2) Dünyadaki tüm insanlara zaman zaman mesajlar iletmek isteseniz, bir aracı (elçi/peygamber) mi kullanırdınız yoksa doğrudan mı iletirdiniz?
3) Dünyadaki tüm insanlara en son dini göndermek isteseniz, sadece Arabistan’a bir elçi mi gönderirdiniz, yoksa dünyanın herbir yerine aynı anda aynı şeyleri anlatmak için birden çok elçiler mi gönderirdiniz?
4) Dünyadaki tüm insanların iyi olmasını ve doğru yolu bulmasını mı isterdiniz? Eğer bu sorunun cevabı “evet” ise, onlara kötülüğü veren şeytana karışmadan, şeytanlığını yapmasına müsaade eder miydiniz? (Tavşana kaç, tazıya tut mu derdiniz?) Şeytanı yok etmez miydiniz?
6) Elçinizi görevlendirirken, kimsenin şahit olarak bulunmadığı bir mağarada mı görevi tebliğ ederdiniz? Sonra da herkesin bu elçiye inanmasını bekler miydiniz?
Bu sorulara benim verdiğim cevaplar, benim Muhammed’in bahsettiği Allah’ın benim Allah’ım olabilecek kadar ileri düşünceli olduğunu göstermiyor.. Ve bu yüzden, Muhammed’in anlattıklarına inanmıyorum.
Islamiyet Gercekleri
Açık anlatımlı: “Elif, Lam ,Ra. İşte sana o Kitap’ın ve açık anlatımlı Kur’an’ın ayetleri.” Hicr:1
Allah’ın kitabıdır: “Bu Kuran, ALLAH’tan başkası tarafından düzenlenen bir kitap değildir. Ancak kendisinden öncekileri onaylayan ve kitabın (yasaların) detaylı bir açıklamasıdır. Bunda kuşkunuz olmasın; evrenlerin Rabbindendir.” Yunus:37
“Elif, Lam, Ra. Bir kitaptır ki bu, ayetleri önce muhkem kılınmış, sonra da ayrıntılı hale getirilmiştir. Hakim ve Habir kudrettendir o.Başkasına değil, yalnız Allah’a kulluk edin. Kuşkusuz, ben size O’ndan gelen bir uyarıcı ve müjdeciyim.Af dileyin Rabbinizden; sonra da tövbe ile O’na yönelin ki, belirlenmiş bir süreye kadar sizi güzel bir nimetle nimetlendirsin ve her farklı derece sahibine hak ettiği ödülü versin. Eğer yüz çevirirseniz, o takdirde sizi büyük bir günün azabıyla korkuturum.” Hud:1-3
“Sana bu Kuran’ı vahyederek, sana en güzel bir anlatımla tarihi aktarıyoruz. Sen daha önce bundan habersizdin.” Yusuf:3
Anlamanız için: “Anlamanız için onu kusursuz bir dile sahip bir Kuran yaptık. O, ana kitapta (korunur), katımızda üstündür, bilgedir.” Zuhruf: 3-4
“Bilen bir topluluk için, Arapça bir Kuran olarak ayetleri açıklanmış bir kitaptır” Fussilet:3
Biz gerçeği anlattık: “Biz, gerçeği, Kur’an’da da türlü biçimlerde ifade ettik ki, düşünüp anlayabilsinler. Fakat bu onların sadece kaçışlarını artırıyor.” İsra:41
“Kuran’ı, inananlar için bir şifa ve rahmet olarak indirdik. Zalimlerin ise ancak zararını arttırır.” İsra:82
“Biz bu Kur’an’ı sana, zahmet çeksin, bedbaht olsın diye indirmedik; Saygıyla ürperene bir hatırlatma olsun diye indirdik.” Taha:2-3
Çelişki yok: İşte sana o Kitap! Kuşku,çelişme,tutarsızlık yok onda.Bir kılavuzdur o,korunup sakınanlar için.” BAKARA:2
“Bunu, eğri-büğrüsü olmayan Arapça bir Kur’an olarak indirdik ki, korunup sakınabilsinler.” Zümer:28
Öğüt alsınlar: “Sana indirdiğimiz bu kitap kutludur; ayetlerini incelesinler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar.” Sad:29
Öğüt alan yokmu:” Kuran’ı mesaj için kolaylaştırdık; öğüt alan yok mudur?” Kamer:17
“Biz bu Kuran’da, insanlara, her türlü örneği verdik ki öğüt alsınlar.” Zümer:27
Uyarmak için:” Sor: “Kimin tanıklığı büyüktür?” De ki: “Benimle sizin aranızda ALLAH tanıktır. Sizi ve ulaştığı herkesi uyarmak için bana bu Kuran verildi. ALLAH’tan başka tanrı olduğuna mı tanıklık ediyorsunuz?” “Ben böyle tanıklık etmem,” de ve ardından şunu da söyle: “O bir tek tanrı, ben sizin ortak koştuğunuz şeyden uzağım.” Enam:19
İyi yola ulaştırır: “Bu Kuran en iyi yola ulaştırır ve erdemli davranan müminleri büyük bir ödülle müjdeler.” İsra:9
Neden araştırmazlar: “Neden Kuran’ı araştırıp incelemezler? Yoksa kilitli mi beyinleri?” Muhammed:24
Yardım pek yakın:”…Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali basiniza gelmeden cennete gireceginizi mi sandiniz? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanilmaz bir zorluk çatti ve öylesine sarsildilar ki, sonunda elçi beraberindeki mü’minlere, “Allah’in yardimi ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Süphesiz Allah’in yardimi pek yakindir.” (Bakara 214)
Müminler kardeştirler: (49/10)
X
KUR’AN-I KERİM, ANLAMINI BİLEREK OKUYUN DİYOR.
İBRAHİM SURESİ : 4 Biz, görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki, onlara açık-seçik beyanda bulunsun. Bunun ardından, Allah dilediğini saptırır, dilediğini de iyiye ve güzele kılavuzlar. Azîz’dir, Hakîm’dir O!
MERYEM SURESI : 50 Onlara, rahmetimizden nimetler bağışladık. Ve kendileri için yüksek bir doğruluk dili oluşturduk.
CÂSİYE SURESI : 28 O gün tüm ümmetleri, toplanıp diz çökmüş görürsün. Her ümmet kendi kitabına davet edilir. Bugün, yapıp-ettiklerinizin karşılığıyla yüz yüze getirileceksiniz.
NEML SURESI : 16 Süleyman, Davûd’a mirasçı oldu ve şöyle dedi: “Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi ve bize her şeyden biraz verildi. Kuşkusuz bu, apaçık lütfun ta kendisidir.”

BAKARA SURESİ: 44 İnsanlara hayırda erginliği/dürüstlüğü emredip de öz benliklerinizi unutuyor musunuz? Üstelik de Kitap’ı okuyup durmaktasınız. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?

BAKARA SURESİ: 78 İçlerinde ümmî olanlar da vardır ki Kitap’ı bilmezler, sadece anlamını bilmeden okuyuşlar/hurafeler/hayal ve kuruntular bilirler. Onlar yalnız sanıya saplanırlar.
وَمِنْهُمْ أُمِّيُّونَ لاَ يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ إِلاَّ أَمَانِيَّ وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَظُنُّونَ
Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn(yezunnûne). ve min-hum ve onlardan/olanlar da vardır
ummiyyûne: ümmîler/okuyuş bilmeyen lâ ya’lemûne : bilmezler el kitâbe: Kitap’ı illâ sadece, ancak, den başka emâniyye: kendi yazdıkları, kuruntu, zan, temenni ve in hum illâ : ve onlar sadece yezunnûne zannederl BAKARA SURESİ: 102 Süleyman’ın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarına uydular. Halbuki Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı. Ve Babil’de Hârût ve Mârût adlı iki melek üzerine indirileni öğretiyorlardı. Oysaki o iki melek, “Biz bir imtihan aracıyız, sakın küfre sapma!” demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı. İnsanlar onlardan erkekle eşinin arasını açacakları şeyi öğreniyorlardı. Ne var ki, onlar onunla Allah’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezler. Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu satın alanın âhirette hiçbir nasibi olmayacağını açıkça bilmişlerdir. Öz benliklerini sattıkları şey ne kötüdür! Bir bilebilselerdi!
BAKARA SURESİ: 111 “Yahudi yahut Hıristiyan olandan başkası cennete asla giremeyecek.” dediler. Bu, onların hurafeleri/anlamını bilmeden okuyuşları/kuruntularıdır. De ki onlara: “Eğer doğru sözlü iseniz hadi getirin susturucu kanıtınızı!”
BAKARA SURESİ: 113 Yahudiler: “Hıristiyanlar hiçbir şey üzerinde değil.” dediler. Hıristiyanlar da: “Yahudiler hiçbir şey üzerinde değil.” dediler. Ve bunlar Kitap’ı da okuyup dururlar. İlimden nasibi olmayanlar da aynen onların sözleri gibi söz etti. Tartışmaya girdikleri şey hakkında, aralarında hükmü, kıyamet günü Allah verecektir.
NİSA SURESİ : 123 İş ne sizin kuruntularınızla/hurafelerinizle/anlamını bilmeden okuyuşlarınızla ne de Ehlikitap’ın kuruntuları/hurafeleri/anlamını bilmeden okuyuşlarıyla çözülür. Kötülük yapan onunla cezalandırılır. Ve böyle biri, kendisi için Allah dışında ne bir dost bulur ne de bir yardımcı.

NİSA SURESİ : 119 “Yemin olsun, onları saptıracağım, onları kuruntulara / hurafelere/anlamını bilmeden okumaya mutlaka iteceğim. Onlara mutlaka emir vereceğim de davarların kulaklarını yaracaklar; onlara muhakkak emredeceğim de Allah’ın yaratışını/yarattıklarını değiştirecekler.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı yandaş edinirse açık bir hüsrana kesinlikle yuvarlanmış olacaktır.
NİSA SURESİ : 120 Şeytan, onlara söz verir, ümit verip hayal kurdurur, hurafeye/anlamını bilmeden okumaya iter. Ama o, onlara bir aldanıştan başka hiçbir şey vaat etmez.
NİSA SURESİ : 82 Kur’an’ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başka birinin katından gelseydi, elbetteki onun içinde birçok ihtilaf bulacaklardı.
NİSA SURESİ : 83 Onlara, güven yahut korkuya ilişkin bir haber ulaştığında onu hemen yaydılar. Oysaki onu resule ve içlerindeki sorumluluk sahiplerine götürmüş olsalardı, aralarındaki okuyup araştırarak hüküm çıkaranlar, onu elbette bileceklerdi. Eğer Allah’ın lütuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, pek azınız/pek az işiniz hariç şeytanın ardı sıra giderdiniz.
HADİD SURESİ : 14 Onlara seslenirler: “Biz sizinle değil miydik?” Derler ki: “Evet, bizimleydiniz. Ancak siz kendinizi yaktınız, bekleyip durdunuz, şüphe ettiniz, hayal ve kuruntular/hurafeler/anlamını bilmeden okuyuşlar sizi aldattı; nihayet Allah’ın emri geldi. O yaman aldatıcı, sizi Allah ile aldattı.”
ALİ İMRAN SURESİ : 79 Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah kendisine kitap, hüküm-hikmet ve peygamberlik versin de sonra o, insanlara “Allah’ı bırakıp bana kullar olun” desin. O ancak şöyle der: “Öğrettiğiniz şu Kitap’a ve okuyup araştırdıklarınıza dayanarak benliklerini Allah’a adamış kullar/Rabbânîler olun!”
EN’AM SURESI : 156 “Kitap, bizden önce iki topluluğa indirildi. Biz onu okuyup araştırmaktan gerçekten habersizdik.” demeyesiniz.
A’RAF SURESI: 169 Arkalarından, yerlerini alan halefler geldi. Bunlar, kitaba vâris olmuşlardı. Şu basit dünyanın geçici menfaatini esas alıyorlar ve şöyle diyorlardı: “Biz zaten bağışlanacağız!” Kendilerine, bir menfaat daha gelse onu da alıyorlardı. Bunlardan, Allah hakkında, gerçek dışında bir şey söylemelerine ilişkin kitap mîsakı alınmamış mıydı? O kitabın içindekileri okuyup incelemediler mi? Âhiret yurdu, takvaya sarılanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz?

X
KURAN’ IN TANRISI NEREDE?

Medreselerde yetişen, daha sonra Diyanet İşlerinde uzun yıllar çalışan ancak İslam’ın yanılgı olduğu fikrine varan diğer bir aydınımız ise Arif Tekin. “Kuran’ ın Kökeni” adlı kitabı ile 1999 Turan Dursun Ödülü’ nü almış ve o da karanlıkları aydınlatan cesur insanlarımız arasına girmiştir:
İşte Arif Tekin’den seçme yazılar:
Mülk suresinin 16. Ve 17. ayetlerinin, Diyanet’in resmi çevirisindeki anlamı şöyle:
“Gökte olan’ın, sizi yerin dibine geçirmesinden güvende mi sinin? O zaman, yer sarsıldıkça sarsılır. Gökte olan’ın, başınıza taş yağdırmasından güvende misiniz ? Benim uyarmamın nasıl olduğunu yakında bileceksiniz.”
Ayetlerin başında, “men fi ‘Sokak-Sema” yer alıyor. Gökte olan anlamında.
Bu gökte olan kim ?
Kuşkusuz, anlatılmak istenen, “Tanrı”.
Demek ki bu ayetlerde, “Tanrı”nın gökte olduğu, çok açık biçimde anlatılmakta.
“Tanrı” için “gökte olan” denmesi, bir çok konuda olduğu gibi şaşkınlığa ve bocalamalara yol açmış Müslüman yorumcular arasında. Bir kesimi, buna da dayanarak şöyle demişlerdir:
-Tanrının yeri yurdu vardır. (Bkz. F. Razi, e’t -Tefsiru’l-Kebir, 30/69)
Ne var ki buna karşılık şu sorular sorulmuş:
– Tanrı gökte olsa, tanrının gökten daha küçük olması gerekir. Böyle bir şey nasıl düşünebilir?
– Tanrının gökte olduğu düşünülürse, varlığının ve varlığını sürdürebilmesinin, bir başka şeye bağlı olduğunu da düşünmek gerekir. Bu nasıl olabilir ? (Bkz. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 7/5233)
Kuran yorumcularından, “gökte olma” yı , “yerinin yurdunun olması”nı, “Tanrı” ya, “Tanrı” kavramına yakıştırmayanlar pek çok. Ne var ki Kur’an’ın kendisinin, bunu “Tanrı”ya yakıştırdığı ve öyle anlattığı da bir gerçek. Yorumcular, zorlamalı yorumlara sapsalar da bu gerçeği değiştirememekte. İlkel insanlar da, “Tanrı”yı gökte görmezler miydi ve “çağdaş ilkeller”de öyle görmüyorlar mı? Ebu Müslim de, ayetlerde Tanrı için “gökte olan” denmesini, Arapların, Tanrı’yı gökte görmelerine bağlıyor. (Bkz. F. Razi, 30/70)
Bakara Suresinin 210. ayetinde de şöyle denir:
“Onlar, Tanrı’nın ve meleklerin, gölgeli bulutlar (ya da buluttan gölgeler) içinde gelmesini beklerler yalnızca. Ve işin bitirilivermesini…İşler, Tanrı’ya döner.”
Diyanet çevirisinde “Allah’ın azbının ve meleklerin tepelerine binip…”biçiminde bir anlam veriliyor. Ayetin sözleri, böyle bir anlama elverişli değil. Ayette, “Allah’ın azabının gelmesinden değil ; kendisinin bulutlar içinde gelmesinden söz ediliyor. Ayette açıkça yer aldığı halde, tanrının bulutlar içinde gelmesi Tanrı’ya yakıştırılmadığı için, çeviriye yorum katılıyor ve “Allah’ın azabının…” deniliyor. Bu yorum, kimi Kuran yorumlarında da var. ( Örneğin bkz. Tefsiru’n -Nesefi, 1/105; Tefsiru’l-Celaleyn, 1/31;Taberi, Camiu’l-Beyan,2/191-192; F.Razi, 5/215 )
“Tanrı”nın bulutlar içinde gelmesi Tevrat’ta da var. Kaynakda zaten orası. Şunları okuyoruz Tevrat’ta:
“Ey Efendi Tanrım, çok büyüksün ! (…) Sensin bulutları kendine araba edinen…” (Tevrat, Mezmurlar, 104:1-2 ) “İşte Efendi Tanrı, hızlı bir buluta binmiş olarak Mısır’a gidiyor. Onun bulunmasından Mısır’ın putları titreyecek…” ( Tevrat, İşaya, 19:1 )
Bununla birlikte Kuran’ın Tanrı’sının da, Tevrat’ın Tanrı’sının da asıl yeri, “tahtı-sarayı” demek olan “arş”ı, “göklerin üstünde”dir. Kuran’da, yeri ve gökleri yarattıktan sonra “arşa dayandığı” bildirilir. Hadislerde de “Arş”ın, göklerin üstünde bulunduğu bildirilir. Arş’a ve Tanrı’nın üzerinde bulunduğu bildirilen “sekiz dağ keçisi” ne ilişkin ayet ve hadisler sunulduğunda ayrıntılar görülecektir. Ayrıca unutmamak gerekir ki, Muhammed’in de, “Tanrı’yla görüşüp konuşmak için göklerin ötesine, O’nun “arş”ına gittiği bildirilir (Mirac olayı). Tevrat’ta da şu tür anlatımlar göze çarpar: “Göklerin göğü üstüne binmiş olana ezgiler söyleyin!” (Tevrat, Mezmurlar, 68:33) “Efendi Tanrı, kutsal tapınağındadır. O’nun tahtı göklerdedir.” (Mezmurlar, 11:4) “Efendi Tanrı, tahtını göklerde kurdu.”
İlk çağların ilkellerinin de, çağdaş ilkellerin de “tanrı”larının yeri göklerdir.
Tanrı’nın asıl yerinin göklerde olduğu bildiriliyor. Ama bu, Tanrı’nın o yerden, zaman zaman inmesine engel değil. Kuran’da Tanrı’nın “kıyamet günü, meleklerle birlikte geleceği” (Fecr:22), “Tahtı’nı taşıyan 8 melekle geleceği”(el Hakke: 17) bildirilir. Hadisçilerce tartışmasız sağlamlıktaki bir hadiste de Muhammed, şöyle der:
“Efendi Tanrımız, her gece, gecenin son üçte biri kaldığında, dünya göğüne iner…”(Bkz. Buhari, e’s -Sahih, Kitabu’tanrı-Tehacüd/14;Tecrid, hadis no:590)
Tanrı’nın dünya göğüne inmesini Tanrı’ya yakıştıramayan Müslüman yorumcular, “te’vil” yoluna sapıp yorumlarla durumu kurtarmaya çabalarlar. Ama İbn Teymiyye gibi bu yola karşı çıkanlar, sözlerden ne anlaşılıyorsa öyle anlamak gerektiğini savunurlar. (Bkz. İbn Teymiyye, Der’u Tearuzi’l-Akli ve’n -Nakl Arapça,1971, 1/15)
x
Bir dinler tarihçisi şunları yazar:
“Persler, Keyhusrev’in fütuhatından sonra, Babilonya bölgesinden sürülen Yahudilerle karşılaşmışlar ve onların memleketlerine dönmelerine izin vermişlerdir. Bu sayede, bazı Yahudi görüşlerini, Zerdüştiliğin etkisiyle izah mümkün olmaktadır. Ki, sonradan Hıristiyan düşüncesi üzerinde etki yapmış olan bu görüşler şunlardır:
“Tanrı’nın karşısına Şeytan’ı koyan ikicilik (düalizm); meleklere inanma; ölülerin ölmezliği ve sonradan dirilişleri.”371
Bilindiği gibi, Zerdüşt; Zerdüştçülük dininin “Peygamber”idir. Tanrısıysa Ahura Mazda’dır. Bu dine, Tanrı’sının adından ötürü “Mazdacılık” (Mazdeizm) adı da verilir. Zerdüşt, Pehlevi dilindeki biçimidir. Yunanlılaşmış biçimiyse Zoroastres’tir. Daha başka biçimleri de vardır.372
Bu adla adlandırılan söz konusu “Peygamber”, tarihte gerçekten yaşamış mıdır?
Tartışmalı. Tıpkı Musa gibi, Buda gibi, İsa gibi… Bu konuda değerlendirmelerine önem verilen ve görüşleri genellikle kabul edilen iki uzman araştırmacı ve incelemeciye göre, Zerdüşt, İÖ 660-583 yılları arasında yaşamıştır.373 Bu tarih doğruysa ve Tevrat’ın anlattıklarına da kulak asılacak olursa, Yahudilerin “Babil’deki tutsaklıkları” ve sonra “kurtulup ülkelerine dönüşleri”, Zerdüşt’ün yaşadığı zamana rastlamış kabul edilebilir. Böyle olunca da; “kimi Yahudi görüşlerini, Zerdüştçülüğün etkisiyle açıklamak”, doğaldır. Ve doğaldır ki, nice “tasarım”lar, düşünceler gibi; Kral Tanrı’nın karşısına Kral Şeytan’ı koyan düşünce de bu dinden yansımıştır Yahudiliğe. Ve dolayısıyla öbürlerine… Yani Hıristiyanlığa ve Müslümanlığa…
Zerdüşt diye birinin tarihte gerçekten yaşamış olup olmadığı, Musa’nın, İsa’nın yaşamış olup olmadıkları gibi “tartışmalı”. Ama tıpkı; “Musa’nın, İsa’nın oldukları ileri sürülen ya da onların “din” ve “Şeriat’larını dile getirdikleri savunulan “kutsal kitaplar” gibi, Zerdüşt’ün de “kutsal kitap”ı var: Avesta. Bu “kutsal” kitabın çok önemli bir bölümü de şu adı taşıyor: Vendidad. “Şeytan’a karşı koyma (Şeytan’la savaş)”, yada “şeytan karşıtlığının Şeriatı” (Şeytan’a karşı koymanın kuralları) anlamında.
Bu kitap çok önemli. Çünkü, Yahudiliğin de, Hıristiyanlığın da, İslam’ın da “amentü”sünün, yani temel inanç kurallarının ve kimi “Şeriat” kurallarının bu kitaptan alınma olduğu, açık seçik görülmekte: “Tanrı ordular’nı oluşturan “melekler”, bu kitapta. Kral Şeytan İblis’in ordular’nı oluşturan “cinler” ve benzerleri bu kitapta. Ölümden sonraki yaşam, “cennet” ve “cehennem” inancı bu kitapta. Dinsel “pislik”ler, “pislenmeler nelerdir ve dinsel “temizlenme”ler nasıl olur; bu kitapta.374
Elimdeki, Fransızca çevirisinin Arapça çevirisidir. Eksiği yok. Ve oldukça kapsamlı.375 Kapağında şöyle deniyor: “Avesta’yı oluşturan kitapların en önemlisi, Vendidad.”
Bu kitapta “iki güç” çarpışmakta: Kral Tanrı Ahura Mazda ile Kral Şeytan Ehrimen.
Bu iki Kralın da “ordular”ı bulunmakta. Sayısız sıradan “asker”leri, “erbaş”ları, “subay’ları, “komutan”ları var. Kral Tanrı Ahura Mazda’nın “ordular”ında “en ileri gelen”, yani en büyük “rütbe”li “komutan” altı “melek” bulunur. Bunlar, Kral Tanrı’ya doğrudan bağlıdırlar. Kralın “yardımcı”ları ve “Bakan”ları durumundadırlar. Kral tahtının (Arş’ın) önünde, “buyruk” alır ve yerine getirirler. Bunlar, şunlardır:
• “Vohu-Mano (Behmen)”. “İyi düşünce” demek. “Yararlı Hay
vanlar Bakanı”dır bu melek.
• “Asha-Vahisht (Erdibihişt)”. “Güzel Erdem” demek. “Ateş Bakanı.”
• “Şehriver.” “Güzel Krallık” demek. “Madenler Bakanı.”
• “Sipendarmidh (Spenta-Aramiti).” “İyi cömertlik” demek. “Yer
yüzü Bakanı.”
• “Haur-Vatat (Hurdâd)”. “İyi sağlık” demek.
• “Amertat (Murdâd).” “Ölmezlik” (ya da iyi ölmezlik) demek.
Son iki “melek-bakan”, birlikte, “su”larla “bitki”lere bakarlar. Ve bunların, Kur’an’a, değişik “işlev”de, “Harut-Marut” diye geçtikleri görülmekte.376 Bunlar çıktıktan sonra kalan dört melekse, Yahudilikçe, Hıristiyanlıkça ve Müslümanlıkça da kabul edilen dört ünlü melekten başka değiller. Anlaşılan, bu melekleri önce Yahudiler alıp aşırmışlar.377 Sonra da öteki iki din benimsemiş.
Yukarıdaki altı meleğe “ölümsüz kutsal kişilikler” denir. (Ameşas Spantas.)
Bunların dışında ve daha “aşağı rütbe”de olan “melek”ler pek çoktur Kral Tanrı’nın “ordular”ında. Tümüne “Yazata”lar (“Izid”ler) denir.378
Bunlar da “göksel olanlar” ve “yersel olanlar” olmak üzere ikiye ayrılırlar.
Göksel olanların hepsinin başında en büyük “göksel yazata” sayılan Kral Tanrı Ahura Mazda bulunmakta.
“Yersel” olanlarsa Zerdüşt’ün yönetimindedirler. “Güneş”e, “Ay”a, “yıldız’lara, “hava”ya, “ateş”e ve “su”ya ilişkin işlerle ilgilenirler. Aslında “Güneş”, Kral Tanrı Ahura Mazda”yı simgeler. Ötekiler, bundan sonra gelirler.379
“Melekler” içinde, görevleri yalnızca “koruyuculuk” olanlar (“hafaza”) da vardır. Çeşitli “işlev”ler üstlenmiş, “grup grup” melekler.380
Nitelikleri, görevleri ne olursa olsun, tüm “melek”ler, Kral tanrı’nın “ordular”ında “savaşçı” olarak bulunurlar ve Kral Şeytan Ehrimen’in “ordular”ıyla “savaşırlar”.
Kral Tanrı Ahura Mazda’nın “ordular”ında nasıl “rütbe’ler varsa, Kral Şeytan Ehrimen’inkinde de var. Ahura Mazda’nınkinde “en yüksek rütbeli” birer “Bakan” durumunda “altı melek” mi var? Ehrimen’inkinde de bunların karşılığı olan şeytanlar var.
Bu “yüksek, en yüksek rütbeli” şeytanların üçü, adlarını, Hinduların “tanrı’larının adlarından almaktalar: “İndra”, “Serva” ve “Nasatia”.381
Burada hemen belirtmek gerek ki, Hint ve İran inançlarında bir karşıtlık göze çarpar: Birinde “iyicil” diye inanılan “güçlere öbüründe “kötücül” diye inanılır. Örneğin Zerdüştçülükte “iyicil” diye nitelenen “Asu-ra”lar, Hindularda birer “kötücül şeytan”dırlar. Hinduların “iyicil” diye inandıkları “div”ler (“dev”ler), Zerdüştçülüğe göre “kötücül”dürler.382 Dinler arasında zaman zaman rastlanır bu tür durumlara.383
Ehrimen’in orduları, “kötücül cinlerden; “div” (dev), “dervec” (darvand), “peri”… adı verilen “kötücül” güçlerden oluşurlar. Ve “aşağı dün-ya”da, “cehennem”de yaşarlar, kralları Ehrimen’le birlikte. “Cehennemin kapısı”nda da bir “dağ” bulunmakta: “Arezûra” dağı 384 Buna karşılık, Kral Tanrı Ahura Mazda, “ordular”ıyla birlikte “yukarı”da, “gökler”dedir!
Ne var ki, Kral Şeytan Ehrimen, bulunduğu yerde kalmak istememekte, Kral Tanrı’nın yerine geçmek için yanıp tutuşmakta.
Kral Tanrı Ahura Mazda bunu bildiği için, sürekli “uyanık” bulunmakta. “Ordular”ını da “uyanık” tutmakta her an. Çünkü kesintisiz olarak “savaş” durumu yaşanmakta.
Burada, hemen Kur’an’dan bir ayeti anımsıyoruz: Fecr Suresi’nin 14. ayeti: “Senin Rabbin gözlem evindedir.” Böyle deniyor. Kral Tanrı “gözlem evinde beklemekte”, Kral Şeytan İblis ve “ordular”ı eliyle kotarılanları hemen görüp kendi “ordular”ına bildirmekte, gerekli “önlem”leri aldırtmakta. “Cin”ler, “kötü niyet”le, “vahiy çalma” amacıyla “gök”lere mi yöneldiler? Kral Tanrı hemen bildirir ordularındaki meleklere. Melekler de o kötücül cinlerin ardına düşüverir ve onların üzerine, “ateş saçan, delip geçen” nesneler yağdırırlar. Kur’an ayetleri bunları anlatıyor.385 Daha önce de değinilmiş ve bu ayetlere yer verilmişti.386
Kral Tanrı Ahura Mazda ile Kral Şeytan Ehrimen arasındaki savaş da öyle.
Savaşan güçlerden her iki kesim de “uyanık”. Zerdüştçülüğün “kutsal” kitaplarından Vendidad’a göre, Kral Tanrı Ahura Mazda’nın gerçekleştirdiği her “yaratış”a, Kral Şeytan Ehrimen bir “yaratış”la karşılık vermekte. Ahura Mazda hep iyileri, “yararlı” olanları yaratırken; Ehrimen de “kötü”leri, “kötülük’leri ve “zararlıları” oluşturup ortaya koymakta. Vendidad’a şunlar anlatılarak giriliyor:
“Ben Hürmüz’ün (Ahura Mazda’nın) yarattığı güzel ülkelerin ilki; Aras ırmağının suladığı İran’dır.” “Ölüm dolu Ehrimen’se, şu belayı yaratarak buna karşılık verdi: Divlerin (devlerin) yaptığı ırmak yılanı ve kış.
“…Ben Hürmüz’ün yarattığı güzel ülkelerin ikincisi, Sogd’luların yaşadıkları ırmak kıyısı kesimlerdir.”
“Ölüm dolu Ehrimen’se şu belayı yaratarak buna karşılık verdi: Hayvancıkları ve bitkileri yok eden çekirge.”
w”Ben Hürmüz’ün yarattığı güzel ülkelerin üçüncüsü, Merv’dir. Çevresiyle korunaklı olan Merv.” “Ölüm dolu Ehrimen’se şu belayı yaratarak buna karşılık verdi: Olumsuzluk ve sapkınlık.”387
Böyle sürüyor bölüm boyunca. Ahura Mazda hangi ülkeleri, yani kentleri yaratmış, Ehrimen neler yaratarak bunlara karşılık vermiş; “bir bir anlatılıyor”!388
Daha sonraki bölümler “soru”lu, “yanıt”lı. Zerdüşt sorar; Hürmüz, yani Ahura Mazda karşılık verir.
İkinci bölümde, “iyilik”çi ve “adalet”çi bir mitolojik hükümdar olan Yima Khshaetra 389 dönemindeki “gelişme”ler anlatılmakta. Şöyle başlanmakta:
Zerdüşt, Hürmüz’e sordu:
“Hürmüz! Ey çok yararlı ruh! Ey tüm gövdeler dünyasını yaratan. Ey kutsal! Ben Zerdüşt’ten önce, sen Hürmüz’ün konuştuğu ilk insan kimdir? Kimdir o ki, sen ona Hürmüz dinini, Zerdüşt dinini öğrettin.”
Hürmüz karşılık verdi:
“İyi insan Yima’dır o, ey Zerdüşt. “İyi çoban” Yima. Ben Hürmüz’ün, sen Zerdüşt’ten önce konuştuğu, Hürmüz dinini, Zerdüşt dinini öğrettiği ilk kişi o’dur.
“Ey Zerdüşt! Hürmüz olarak ben ona dedim ki:
“Ey Vivanhat oğlu Yima! Benim şeriatımı (dinimi) öğrenmek ve gereğini üstlenmek (yaymak) ister misin?
“Yima buna şu karşılığı verdi ey Zerdüşt:
‘”Ben bu göreve elverişli değilim daha. Şeriat dersini alamam, öğrenemem ve gereğini üstlenemem!'”390
Muhammed de, “ilk vahiy” sırasında, “vahiy meleği”ne buna benzer karşılık verdiğini bildirir. “Hadis”te, kendisine “oku!” dendiği ve kendisinin “okur değilim, okuyamam!” biçiminde karşılık verdiği anlatılır.391 Bu anımsandığında Muhammed’in “ilk vahiy” numarasının kaynaklarından biri beliriyor.
“İyi insan” ve “iyi çoban” Yima, öneriyi geri çevirmiş görünür; ama yine bir görev alır Hürmüz’den: Bölümde anlatılanlara göre: Hürmüz’ün “yarattıkları”nı “üretip çoğaltma”, “koruma-kollama” ve “gerekli önlemleri alma” görevini üstlenir. Bu dönemde daha; ne “kışın amansız soğuğu”, “ne yazın” sıcak rüzgârının amansız sıcağı, ne “hastalık” ve ne de “ölüm” var dünyada.
Hürmüz, Yima’ya bir “altın yüzük” bir de “altınla süslemeli kılıç” verir. Ve Yima, bunlarla tüm ülkeye egemen olur.
Ne var ki, her “üç yüz kış”ta bir, Hürmüz’ün “yaratıkları”, öylesine çoğalırlar ki, hiçbir yere sığmaz olurlar. Her böyle oluşta, Hürmüz, “iyi çoban Yima’yı uyarıp önlem almasını buyurur. Yima “güney yönünde, Güneşin yolunda, nur (ışık) içinde, altın yüzüğünü ve altınla süslemeli kılıcını” kullanır. Bir yandan da “Yeryüzü Bakanı”, “Sipendarmidh” (Spenta-Aramiti) adlı meleğe seslenir, ondan yardım etmesini ve “yeryüzünü genişletmesini” diler. Dilediği gibi olur: Daha önceki genişliğin “üçte bir”i eklenir yeryüzüne. Üç kez böyle olur ve yeryüzü genişletilir.
Aradan bir süre geçince; Hürmüz, Yima’ya bir kez daha “uyan “da bulunur: Bu kez çok önemli bir “tehlike” var: “Öldürücü kışlar” gelecek, canlıları yok edecek ölçüde soğuklar olacak.
Hürmüz, Yima’ya bir “sığınak” (“var”) yapmasını buyurur. Sığınağın ölçülerini verir. Hangi tür “seçme insan”, “seçme hayvan” ve “seçme bitki” alıp buraya koyacağını açık-seçik bildirir. “İyi çoban” da söyleneni yerine getirir.392
Bu sığınak, “tufan”daki “Nuh’un gemisi”ne benzer bir “kurtarıcı” rolü oynamakta. Aradaki fark, “coğrafya” ve “iklim” farklarından ileri gelmekte yalnızca. “Nuh’un gemisi”, azgın “su”lardan; “Yima’nın sığınağı “ysa azgın “soğuk”lardan “kurtarma” işlevinde…393
“Sığınak”ta, her tür gereksinimin karşılığında, “nur” (ışık) bile bulunduğu anlatılır. Buraya Hürmüz’ün “din”ini “sokan” ve yayma çabasında bulunan da bir “kuş”tur: “Karshiptar.” “Ruhani Başkan” ise “Urvatatnara” adında bir insan.394
Gelin görün ki, bunlar olurken Kral Şeytan Ehrimen de boş durmaz. Yima’yı ortadan kaldırmaya yönelir. Mitolojiye göre, “şeytan “larından “Dahhâk”, bir yolunu bulup o, “iyi çoban”ı öldürür. Bu “bela”nın başına gelmesinde “Yima”nın kendisinin de “suç”u vardır. Çünkü “başarılarına böbürlenmiştir”.395
Sözü edilen “Yima”, İran mitolojisinde ünlü bir hükümdar olan “Cemşid”dir.396
“Dahhâk” ise (Zohak), yine İran mitolojisinde ünlü, Asurlu bir komutandır. Ancak, ileri gelen bir “şeytan” sayılmıştır.
Yine mitolojiye göre “Dahhâk”ı da “tutsak” alıp “hapseden” ve dolayısıyla “İran”ı kurtaran biri çıkmıştır: “Feridun.” “Cemşid”in torunlarından. “Dahhâk”ın o gün bugün, Demavend (Denbavend)397 dağında “hapis”te bulunduğuna ve yanına gidenlere “büyü” öğrettiğine inanılır.398 Kur’an’da, Bakara Suresi’nin 102. ayetinde, “büyü öğretmenleri” olarak sunulan “Harut-Marut” öyküsünün kaynaklarından birinin bu inanç olduğu düşünülür.399
“Dahhâk” eğer “şeytan”sa, nasıl “hapsedilmiş” olabilir?
“Şeytan”ın, “cin”in “hapsedilebileceği”; dahası, bunların “zincirlere vurulabilecekleri”, Kur’an’da. da anlatılır. Daha önce de değinilmişti: Sâd Suresi’nin 38. ayetinde “Ve demir halkalarla bağlı öteki şeytanlar” denmesi ve başka yerlerdeki birçok anlatım, Kur’an in da bu savda olduğunu açıkça dile getirir. Buharî ve Müslim’in E’s-Sahih’lerinde de yer alan bir “hadis”e göre, “cinlerden bir “ifrit”in, “namaz”nı bozmaya geldiğini anlatan Muhammed; bu “ifrit”i tutup “mescidin direklerinden birine bağlayacağı sırada, düşünüp bundan vazgeçtiğini” açıklar.400 “Mucize”ler anlatılırken bu “hadis” üzerinde ayrıca durulacak.
Bu “ayet” ve “hadis”leri, İran mitolojisindeki ünlü şeytan “Dahhâk” ile birlikte anıp karşılaştırmakta yarar var. “Dahhâk”in bir “şeytan” olduğu halde, “tutulup hapsedildiğine, “zincire vurulmuş olarak zindanda bulundurulduğuma ilişkin mitolojideki inanç göz önünde tutularak değerlendirildiği zaman, Muhammed’in kaynağı açıklık kazanır. Yani “cin”i, “şeytan”ı “bağlama” inancını nereden aldığı ortaya çıkar.
Vendidad, Zerdüştlüğün bu önemli kitabı, yirmi iki bölümden oluşuyor. Hürmüz (Ahura Mazda) ve “ordular”ıyla, Ehrimen ve orduları arasındaki “savaş”, bölümlerin kiminde doğrudan, kimindeyse dolaylı olarak anlatılır.
Vendidad’da, dinsel ölçülere göre “iyi” ve “kötü” sayılanların “ruh’lannm öldükten sonra nerelere gideceklerine ilişkin de “açıklamalar” yer almakta:
“Tanrı-Şeytan Krallıklarında İyilerin ve Kötülerin Ruhları Nerelere Giderler?”
Dinsel ölçülere göre “iyi” sayılan kişilerin “ruh”lan “yüce”lere gider. “Güzel”, “ışıklı” ve “mutluluk dolu” yerlere. Bir başka deyişle, “cennet’e. “Kötü” sayılan kişilerin “ruh”lanysa “aşağı dünya”ya gider. “Karanlık”, “azaplı-işkenceli” yere. Bir başka deyişle, “cehennem”e…
Öteki “kutsal kitaplı” üç dinde olduğu gibi, Zerdüştçülükte de anlatılan bu.
Vendidad’da anlatıldığına göre, “iyi” kişilerin “ruh”ları gövdelerinden ayrıldıktan bir süre sonra “yüksek”lere çıkarlar. “Karşılayıcılar”ı da olur bunların. “Melekler”den karşılayıcıları. Bu “ruh”ları “gök melekleri” karşılar. Sıradan “melek”ler (“yazata”lar) yanında, ileri gelen melekler de bulunur karşılamada. Örneğin, “Yararlı Hayvanlar Bakanı” Behmen de bulunur. “İyi düşünce” demek olan Behmen (Vohu-Mano), “altından taht”ı üzerinde doğrulur ve şöyle seslenir: “Nasıl geldin, ölümlü dünyadan ölümsüz dünyaya hoş geldin ey iyi kişinin ruhu!”. Bu ruh, Kral Tanrı Ahura Mazda’nın, ileri gelen (Bakan) altı meleğin önünden, bunların altından tahtlarının karşısından geçerek yücelerdeki “Firdevs Cenneti”ne varır.401
Muhammed de, buradan almış olacak ki, hemen hemen böyle anlatır: Örneğin Uhud “şehitlerinden söz ederken şöyle demekte:
“Sizin kardeşleriniz Uhud’da öldürülünce, Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine yerleştirdi. Bu kuşlar cennet ırmaklarından, cennet’teki meyvelerden yiyerek uçarlar ve Arş’ın (Tanrı’nın tahtının) gölgesinde altından kandiller üzerine konarlar…402 Bu “hadis”, Müslümanlarca “en sağlam” kabul edilen hadis kitaplarından biri olan, Ahmed İbn Hanbel’in El Müsned’inde; yer alıyor.
Bir başka “hadis”inde de Muhammed’in şöyle dediği bildirilir:
“İnanır bir kimsenin ruhu, gövdesinden ayrıldığında, yücelerde iki melek onu karşılar. Ve gök halkı, o ruh için şöyle der: ‘Dünya yönünden gelen temiz bir ruhtur bu. Allah’ın iyiliği (selam) sana ve senin değerlendirdiğin gövdene ey ruh!’ Bu ruh, sonra güçlü ve Yüce Olan Allah’a götürülür.. .”403 Buna benzer “hadis”ler çok.404
Kur’an’da da “cennet ehli”nin, “selam size!” denerek karşılandığı anlatılır. Örneğin Zümer Suresi’nin 73. ayetinde şunlar anlatılmakta:
“Rabblerine karşı gelmekten sakınanlar, topluca cennete götürülürler. Oraya varıp da cennetin kapıları açıldığında, bekçileri (melekler), şöyle der onlara: ‘Selam size! Hoş geldiniz! Ölümsüzler olarak girin şimdi buraya!'”
Vendidad, “kötü” kişilerin “ruh”lannın gidecekleri yerden de söz eder: “Baştan başa karanlık olan aşağı dünyanın çukurları”. “Kötücül Cin’lerin, “şeytan”ların bulundukları “azap ülkesi”. Yani “cehennem”.405 Vendidad’dan ve içerdiklerinden daha çok söz etmeye yerimiz elverişli değil. Ancak şunu bir daha belirtmekte yarar görüyorum: “Tanrı ve şeytan krallıkları” üstüne, bilinen “kutsal kitaplar”da yer alan uydurmaları, kaynaklarıyla görüp iyi kavrayabilmek için Zerdüştçülüğü ve özellikle önemli kutsal kitaplarından Vendidad’ı gözden geçirmek şart. Anlatılanlar, çok iyi incelenmeli, karşılaştırmalar yapılmalı. Bu olmadıkça, Yahudiliğin, Hıristiyanlığın ve İslam’ın “amentü”sündeki “inanç öğeleri’ ve bu öğelerin çok önemli bir kaynağı kavranamaz.
Bir de şunu yinelemek gerek: İyibir inceleme ve karşılaştırma” sonucu, Zerdüştçülükte de, öteki üç dinde de yer alan “vazgeçilmez inanç temelleri”nin başkaynağı, gözden kaçmıyor: Güneş Kültü,”Ay Kültü” ve bunları da içeren sabiilik. Çok büyük bir ırmaktır bu ana kaynak.En ilkel dönemlerin ilkel inançlarını da taşıyıp getiren bir kaynak.
Bu kaynak, çok eski çağlardan taşıyıp getirdiği mikroplu inanç sularını, bilinen “kutsal kitaplara” boşaltmıştır. Bunlar arasında Tevrat var, İncil var, Kur’an var.
Bunu bir de “ad”ların, sözcüklerin diliyle algılayalım.TANRI-ŞEYTAN KRALLIKLARI İÇİN ANLATILANLAR, ADLARIN VE SÖZCÜKLERİN DİLİ
“Ahura Mazda”: Anlamında “gök” anlamını bulanlar var.406 Clement Muart ise, “Ahura Mazda”mn, “Güneş Tanrısı”nın ta kendisi olduğunu yazar.407
“Hürmüz” (Ahura Mazda): Romalıların etkisiyle “Hermes”ten alındığını ileri sürenler var.408
“Gece”yle “gündüz”ü, “uyku”yla, “uyanıklık”ı, “ölüm”le “yaşam”ı meydana getiren iş ve davranışların, mitolojideki simgesi sayılır. Romalılar bu Tann’ya “Merkür” derler.409
“Mithra”: Kutsal kitap Vendidad’da, bu Tanrı, “geniş tarım alanlarının efendisi” diye nitelenir ve bu “efendi”yi çağırarak işinde, uğraşında bulunan bir tarımcıdan övgüyle söz edilir.410 Birçok inceleyici, bu arada Felicien Challaye, şu bilgiyi aktarmakta: “Hindulara ve İranlılara özgü bir Güneş Tanrısı olan Mitra ya da Mithra, ışık ve hak tanrısıdır.”411 Bir “Mihtra dini” vardı. Ve Hıristiyanlığın bu dinden çok şey aldığı saptanmıştır.
“Zerdüşt”: Cemil Sena, Filozoflar Ansiklopedisinde şöyle der: “… Bu adın aslı, Sanskritçedeki Zuryastara’dır ki, bu, ‘güneş tapımı olan’ demektir.”412
“Cemşid” (Yima): Zerdüştçülük inancında önemli bir ad. “Yima” adıyla da geçer. Vendidad’da “Yima”dan nasıl söz edildiği yukarıda görülmüştü. “Cemşid”, “Cem” ve “Şid” sözcüklerinden oluşuyor. “Cem”, “ulu hükümdar” demek. “Şid”se “Pehlevi” dilinde “ışık” anlamındadır. Cemşid adlı efsane hükümdarı, Güneş oğlak burcuna girdiği zaman, kendisine bir taht kurulmasını buyurur; kendisi de, başına mücevherler takarak otururmuş. Ve Güneş, bu görkemli taht ve hükümdar üzerine doğarmış. Böyle inanıldığı için, söz konusu hükümdara “Cemşid” adı verilegelmiş.413
“Tichtrya”: Ahura Mazda, Zerdüşt’e; ona sığınıp onun aracılığıyla dilekte bulunmasını öğütler.414 “Merkür”dür o.415 Ünlü doğubilimci Prof. Dr. Philip K. Hitti, onun, Nabatlılarda “Güneş Tanrısı” olduğunu belirtir Ve adını da şu biçimiyle yazar: “Dusares” (=Du şara=Zuşşara). Hitti’nin anlattığına göre Nabatlılann Tanrıları arasında önemli bir yeri olan bu Güneş Tanrısı için dörtgen tapınak yapılmış ve tapınılagelmiştir.416 “Tüm öteki “Güneş Tanrısı” tapınaklarında olduğu gibi…
Bu “yıldız”, Kur’an’da. “Necm (Yıldız) Suresi”nin 49. ayetinde “Şi’râ” diye geçer- Ve bu ayette, Kur’an’ın Tanrısı için, “O, Şi’râ’nın da efendisidir (Habbi)” denir. Kur’an’daki, söz konusu “yıldız”a ad olarak verilen “Şi’râ” sözcüğünün Arapça olmadığı kanıtlanmıştır.417 Phlutarque, “Şi’râ” ile Tichtriya” denen yıldızın aynı “yıldız” olduğunu yazar ve “Sirius” diye gösterir.4’8 C. Schoy adlı doğubilimci de, İslam Anisklopedisi’nde bunu böyle belirtir-419 Bilindiği gibi, “Sirius” adlı yıldız, “Büyükköpek” adı verilen takım yıldızı içinde bulunan en parlak yıldızdır.420
“Saoka”: Hürmüz’ün öğüdüyle, Zerdüşt, “Saoka”ya da sığınır. “Saoka”‘ “Güneş Tanrısı” Mithra’nın bir elçisi olarak ve “iyilikler için “gökten inen” bir iyicil melektir (iyicil cin).421
Zerdüşt Hürmüz’ün öğüdüyle “güzel gök”e de sığınır.422 Ebur-Reyhani’l-Bîrûnî, Zerdüşt’ten önceki dönemden söz ederken; “Onlar, Zerdüşt’ten önceki zamanlarda, Güneş, Ay, gezegenler ve ilk unsurlara taparlardı”423 der. Zerdüşt’ten sonra da bu “kült”ler, tapınma ve inananlarda çok etkin bir rol oynamışlardır.
Kur’andaki Ad ve Sözcüklerden Bir Dizi
“Rahman”: Tanrı’ya “Rahman” denir. Arapça değildir. Celaleddin E’sSüyûtî 1(1445-1505), El ttkân adlı ünlü ve önemli kitabında, “Rahman”ın Arapça olmadığını belirttikten sonra İbranice olduğuna ilişkin görüşler aktarır24 “Rahman”, aslında “Süryani”cedir. Ve aslı Rahmono’dur. “Acıyan” anlamında.425 D.B. Macdonal, İslam Ansiklopedisinde, “Peygamberin bu cümleyi (Bismi’r-Rahman cümlesini), Güney Arabistan’dan aldığı sabit gibi görülüyor” demekte.426
“Melekût”: Süyûtî’nin “Arapça olmadığını” belirttiği sözcükler arasında. Birçok’larından aktardığı görüşlere göre, “melekût”, Nabatça’dır.421 Kimi Arapça sözcüklerdeyse bu sözcüğün “Süryanice” olduğu yazılıdır.428 Anlamına gelince; “Krallık”, “gök krallığı”, “Tann’rının Krallığı” demektir.
“Melik”: “Kral” demek. Kur’an’da. geçen, ama Arapça olmayan sözcüklerden. Süryani dilindeki biçimi: “Melko”. Bu sözcük de Kral anlamında.429 Bundan, “melik” sözcüğünün Süryanice’den geldiği anlaşılıyor.
“Melek”: Bu sözcük de Arapça değildir. Süryanice biçimi “melaho”dur. “Melek” ve “melaho” aynı anlamdalar.430
“İli”: Arapça değildir. Nabatça olduğunu söyleyenler var. Süyûtî, bunu ve “Tann’rının adlarından olduğu”na ilişkin görüşü benimseyerek aktarır.431 Kimi Kur’an yorumcuları da görüşlerini şöyle açıklarlar: “‘İH’ sözcüğü, İbranicedeki ‘il’ sözcüğünün Arapçalaştrnlmışıdır. ‘İl’se, ‘Tanrı’ demektir.”432
“İl”=”İyl”=”El” (El wer): “Cebrail”, “Mikail” (Cebrael, Mikael)… gibi adlardaki “il”, ya da “iyl”= “el”dir. Arapça değildir. Ken’an’ca ve İbranice’dir. “Tanrı” adlarındandır ve Ken’an (Fenike) Tanrılarının “en önemlisi”nin adıdır. “Ugarit yazıtlarında bu Tann’nm adı yer almakta ve “Gök Tanrısı” olarak tanıtıldığı görülmekte. Bu “erkek” Tanrı’ya, karısı “Asherah’la birlikte rastlanmakta433 Eski Şam (Dımeşk) hükümdarlarından ve Tevrat’ta da kendisinden söz edilen434 bir hükümdann adı, “Ha-zail’dir (Hazael). (İÖ yaklaşık 905 dolaylan.) “Hazail”, “İl (Tanrı) gördü” anlamındadır.435 Yahudi peygamberlerinden birinin adının “Daniel” (Danyal) olduğunu biliyorsunuz. Bu adın anlamı da şu: “El (=İl=Tann) hükmetti.”436 Sonunda “il”=”el” olan, yani Ken’anlılann bu adlı tanrılarıyla ilişkisi var gösterilen daha nice adlara rastlanır. “El”in (İl’in) kulu”, “El’in bağışı” anlamına gelen adlar da var.437 “Kutsal kitaplar”ın “Tanrı”sını mayalayan “El=il”, kaynaklandığı ilkellerin “mana”sıyla da eşdeğerde.
“Cebrail”: Tevrat ve İncil’de de adı geçen438 ünlü “melek”. Arapça değildir. “Tann’nın kulu” anlamında.439 Ne var ki, bu ad, meleği, başka “tanrı”yla değil; Ken’anlıların ünlü tanrısı “EV’le (İl’le) ilişkili göstermekte!
“Mikail” (=Mikael=Mişael): Tevrat’ın Daniel bölümünde: “Yahudi oğullarından” ileri gelen bir kişi (1:16) ve “Birinci Başkanlardan biri” (10:13, 21) olarak tanıtılır. İncil’deyse kendisine bağlı “melek”lerini toplayıp Kral Şeytan ve yandaşlarıyla “savaşır” gösterilir. “Ve Başmelek Mikael, İblis’e karşı çıkıp…” (Yahuda, 9), “gökte savaş oldu. Mikael ve melekleri, Ejderle savaşmak için çıktılar. Ejder ve melekleri (kötücül cinler) ile savaştılar” gibi anlatımlar göze çarpar. (Vahiy, 12:7) Burada sözü edilen “Ejder” (Ejderha), bir masal canavarıdır. Zerdüştçülükten alındığı belli. Bu canavardan söz edilirken şöyle denir İncil’de,: “Ve işte yedi başı, on boynuzu ve başları üzerinde yedi tacı olan büyük, kızıl bir ejder…” (Vahiy, 12:3.) İşte “Mikail”, kral şeytan İblis’in yandaşı olan bu “canavar”la da savaşıyor! Ancak kimin adına? “Tevrat”ın, “İncil’in (dolayısıyla Kur’an’ın) Tanrı’sı adına” desek, sonundaki “el” (il) buna engel olmaz mı?!
Prof. Dr. Philip K. Hitti, “Mikael”in, aslında, Ken’an (Fenike) Tanrılarından birinin adı olduğunu yazar.’*40
Yahudilik’te, Hıristiyanlık’ta ve İslam’da önemli sayılan dört melekten yalnızca bu ikisi Kur’an’da geçer ve Muhammed bu iki meleği, “kendi Vezirleri” olarak niteler.441
“İblis”: Kral şeytan. Arapça değildir. Kur’an’da. da “Arapça olmayan” (a’cemî) sözcüklerin okunuş kuralına göre okunur.442 Şeytanın “özel ad”ı olarak yer alır. Rumca olabileceğini söyleyenler var.443 Bir kitapta şunlar yazılı: “İblis” adı, Yunanca diabolos sözcüğünden alınmıştır. Ve ‘sahte’, ‘ithama’, ‘tahrif edici’, ‘iftiracı’ demekir.”444
“Şeytan”: Arapça değildir. İbranice’deki “satan”445 ya da “haşatan”446 sözcüklerinden bozmadır. “Ulu Yahudi” Musa İbn Meymun (1135-1204), şunları yazmakta:
‘”Satan” (şeytan), ‘satah’tan gelmedir. ‘Satah’sa, ‘sakınma’, ‘bir yerden sakınarak, saparak geçme’ anlamını dile getirir. ‘Sen ondan sakın, yanından geçme, onun yanından, sap, öyle geç!’ (Tevrat, Süleyman’ın Meselleri, 4:15) ayetinde de bu anlamda kullanılmıştır. Yani ‘satan’
(şeytan) sözcüğünün kökünde, ‘geçip gitme’ anlamı var. ‘Satan’a (şeytana), şunun için ‘satan’ denmiştir: “O, kuşkusuz kişiyi doğru yoldan alıp götürüyor, sapkınlığın yoluna düşürüyor.”447
“Tâğût”: Arapça değildir. “Sapkınlık” anlamında.448 “Şeytan” için de söylenir.449 Süryanicedeki, yine “sapkınlık” anlamına gelen “togyuto” sözcüğünden bozma.450 Süyûtî’yse “tâğût’un “Habeşçe” olduğunu ve “kâhin” anlamına geldiğini yazar.451 Kur’an’daysa “şeytan” anlamında kullanıldığı anlaşılıyor.452
“Cibt”: Arapça değildir. Kur’an’da, “tâğûf’la birlikte geçer.453 Süyûtî, İbn Abbas’ın ve İkrime’nin, “Cibt, Habeşçe ‘şeytan’ın adıdır” dediklerini aktarır.454
Yukarıdaki birkaç sözcükten de açıkça anlaşılıyor ki; Muhammed, “Tanrı”sını nasıl yabancı toplumlardan almışsa, “şeytan”larını da (şeytan anlamına gelen sözcükleri) oradan buradan toplamış! Bu sözcüklerin toplanabildiği yer ve ortamın özelliğini de unutmamak gerekir kuşkusuz. Muhammed bir de tutup bunları “Arapça” diye Kur’an’a koymuş!
“Adem”: Şu “Adem baba”mız Arapça değildir. Kur’an’da, Arapça olmayan (“a’cemî) sözcüklere özgü kurallara göre okunur.455 Bu ad, Tevrat’ta ve İncil’de de geçer.456 Süryanicedeki, aynı anlama gelen “Odom” sözcüğünden bozma olsa gerek.457
“Havva”: “Adem’in karısı. Arapça değildir. Tevrat’ın Tekvin bölümünde, 3. babının, 20. ayetinde şöyle dendiği görülür: “Ve Adem, karısının adını Havva koydu. Çünkü o, bütün yaşayanların anası oldu.” Tevrat’ın bu anlatışına göre; Havva, “hayat” ya da “hayatı olan” anlamında. Yunanca “gençlik” demek olan “Hebe” de, kimi yazarlarca “Havva” niteliğinde gösterilir. Hitit Tanrıçası “Hepa” da öyle. Bu görüşü yansıtan bir mitoloji yazarının şöyle dediği görülmekte:
“Hebe, Hitit yazıtlarında Hepa, Hepat ya da Hepatu diye adlandırılan büyük Güneş Tanrıça Arin-na’nın Yunancalaştırılmış adı olsa gerek. Hitit yazıtlarında, bu Tanrıçaya, ‘sedir ağaçlarının ülkesinde’ tapıldığı belirtilir. Sedir ağaçlarının ülkesi, Lübnan, Filistin’dir.
Hepa=Hebe ise, Tevrat’ta ilk insanın, yani Adem’in eşi ve bütün insanların anası olarak gösterilen Havva’nın ta kendisidir…”458 Bununla birlikte “Havva”nın, Süryanicedeki, aynı anlama gelen “Havo” olduğu söylenebilir.459
“Sıra”: Çok önemli bir sözcüktür. “Yol” anlamında. Arapça değildir. Süyûtî bu sözcüğün “Rumca” olduğunu anlatır.460 Arapça sözcüklerde de “Yunanca” olduğu açıkça yazılıdır.461
“Salat”: “Namaz” ve “dua” anlamlarında kullanılır. Arapça değildir. A.J. Wensinck, “Salat sözcüğüne, görünüşe göre Kur’an’dan önceki eserlerde rastlanmaz” der.462 Ama “Kur’an’dan önceki eserler”den neyi amaçladığını belirtmez. Bununla birlikte şunları da yazar:
“Bu şekil imla… yalnızca Amini dilinde pek sık rastlanan ‘ât’ (veya öt) ile sonlanan sözcüklerin sonlarında görülmektedir. Bundan dolayı, ‘zekât’, ‘salat’ ve buna benzer sözcüklerin imlasında bir Arami etkisinin kendisini gösterdiği görüşü, gözden uzak tutulmamalıdır…” (Kimini Türkçeleştirdim-T.D.)463
Demek ki, yazarın burada üzerinde durduğu nokta, sözcüğün “imlası”. Öyleyse “Salat sözcüğüne, görünüşe göre, Kur’an’dan önceki eserlerde rastlanmaz” tümcesinde bir çeviri yanlışı olsa gerek. Tümce şöyle olmalı: “Salat sözcüğüne, bu imla biçimiyle, Kur’an’dan önceki eserlerde rastlanmaz.”
Yazar daha sonra şöyle der:
“Aramice Selötâ sözcüğünün türevli oluşu çok açıktır. Kökü olan ‘s-1′, Arami dilinde ‘katmak, bükmek ve germek’ anlamına gelir. ‘Selötâ1 bir mastardır… Çeşitli Arami lehçelerinde, namaz gibi, ayin şeklindeki dua anlamında da kullanılmıştır…” (Kimi sözcükler Türkçeleştirilmişir-T.D.)464
Aramilerle aynı dili paylaşan Süryanilerde de bir “Slutho” sözcüğü vardır ve bu sözcük de “namaz” anlamına gelir.465
Bu durumda, Kur’an’daki “namaz” ya da “ayin biçiminde dua” anlamına gelen “salat” sözcüğünün, “Arami”, “Süryani” dilinden biraz değiştirilerek alındığı belli olmuyor mu?
Daha önce belirtilmişti ki, “Arami”, “Süryani” toplumlarında, “Sa-biîlik” dini geçerliydi. Ve “Sabiîlik”te de “namaz”, “oruç” gibi “ibadetler vardı.466
“Sovm”: Bilindiği gibi, “oruç” demek. Arapça değildir. Süryanice’deki, aynı anlama gelen “savmo” sözcüğünden bozma olduğu anlaşılıyor.467
“Sicil”: “Çeşitli belgelerin yer aldığı, yazıldığı kitap, dosya, kütük”. Arapça değildir. Süyûtfnin aktarmasına göre, İbn Abbas, bu sözcüğün “Habeşçe” olduğunu söylerken, başkaları da “Farisî” (Farsça) olduğunu ileri sürerler.468
“Kitap” (kitab): “İçinde yazı bulunan”. Çoğulu “kütüp” (kütüb). “Sicil”le birlikte de kullanıldığı görülür Kur’an’da. Daha çok “kutsal yazı”ların bulunduğu “kitap” ve “kitaplar” anlatılır. Arapça değildir. “Kitab”ın, Süryanicedeki, aynı anlama gelen “ktobo” sözcüğünden bozma olduğu anlaşılıyor.469
“Esfâr”: “Kitaplar”, özellikle de “kutsal kitaplar” anlamında. Arapça değildir. Süyûtî’nin aktarmasına göre, kimi incelemeci bu sözcüğün, “Süryanice”; kimiyse, “Nabatice” olduğunu söyler.470 Bu sözcüğün tekili “sifr”dir. Süryanicede, “kitapçık” (broşür) anlamına gelen “sifro” sözcüğünden bozmadır.471
“Fur’kan”: Kur’an’da, “Musa ve Harun’a Fur’kan verildiği” bildirilir.472 “Kur’an’ın fur’kan olarak indirildiği” açıklanır.473 Buralarda “kutsal yazı”lann, “kutsal bildiri’lerin anlatılmak istendiği belli oluyor. “Fur’kan”ın, “fark”, “tefrik” sözcükleriyle ilişkili gösterilmek istendiği, kimi Müslüman Kur’an yorumcularınca “iyi ile kötüyü ayırt edici, yanlış ve doğruyu seçmeye yarayan” anlamı verildiği, kimi doğubilimcilerin bile bu anlamı önemser gibi göründükleri görülmekte.474 Ama gerçek olan şu: “Fur’kan” sözcüğü, “kurtuluş, esenlik” (“selamet”) anlamındadır.475 “Kur’an” ve öteki “kutsal bildiriler” için kullanıldığı yerlerde bile bu anlam var. Süryanicedeki “furkono” sözcüğü de aynı anlama (kurtuluş, esenlik anlamına) gelmekte. Demek ki, “fur’kan”, Arapça değildir. “Furkono” sözcüğünden bozmadır.476
“Fur’kan”ın Süryanicedeki sözcük gibi, “kurtuluş, esenlik” anlamına geldiği, Enfâl Suresi’nin 41. ayetinde şöyle denmesinden de açıkça belli olmuyor mu?
“Eğer Allah’a ve iki (savaşçı) topluluğun karşılaştığı gün (Bedir Savaşında), kulumuza indirdiğimiz “fur”kan’a (sağladığımız kurtuluşa, esenliğe) inanıyorsanız, elde ettiğiniz ganimetin beşte birinin; Allah’ın, Peygamberin, onun yakınlarının, öksüzlerin, düşkünlerin ve yolcuların olduğunu kabul edin…”
“Kur’an”: Kur’an’da., bu kitabın kapsamının “Arapça” olduğu sık sık bildirilir.477 Oysa “Kur’an”ın kendi adı bile Arapça değildir. Konunun uzmanlarından sayılagelen ünlü doğubilimci F. Buhl, “Kur’an” için, “Nereden geldiği ve ilk anlamı kuşkulu” diyor.478 Bununla birlikte, Schwally, Wellhausen ve Horovitz gibi ciddi doğubilimci incelemecilerin, “Kur’an” sözcüğünde “okuma” ya da “okunan” anlamına gelen “keryani”, “kiryani” sözcüğünü gördüklerini, o nedenle, bu sözcüğün “Süryani” ya da “İbrani” dillerinden alındığını söylemek gerektiğini belirttiklerini ve “Kur’an” sözcüğünün kökü olarak düşünülen “kara’a” sözcüğünün bile “Arapça olmadığını ortaya koyduklarını” yazıyor.479 “Kıraat” gibi, Süryanicedeki “kıryono” da, “okuma” anlamına gelir.480 Ve dahası: Alak Suresi’nin “ilk vahiy” sayılan ayetlerindeki “ik’ra”‘ sözcüğü gibi, hemen hemen aynı biçimde kullanılan, Süryanicedeki “ik’ri” sözcüğü de “oku!” anlamına gelmekte.481 Buna göre; şu bizim “Peygamber Muhammed”, Süryanilerden […] bir Süryanice sözcükle başlamış “Peygamberliğe”!
“Sure”: Kur’an’ın bölümlerinden her biri. Arapça değildir. F. Buhl, “bu sözcüğün kökenini göstermek için yapılan denemelere karşın, nereden geldiğini bilmiyoruz” diyor. Ve, “Nöldeke, bu sözcüğün yeni-İbrani ‘sûra’ (sıra) olduğunu kabul etmek ister. Fakat ‘satır’ anlamında açıklansa bile, bu açıklama, sözcüğün ilk anlamına götürmez” biçimindeki görüşleriyle sürdürüyor konuyu. Bu arada, “Su-re”nin, Süryanicedeki “surta” (yarı satır, yazı parçası) sözcüğünden türemiş olabileceğini düşünen bir “öneri”ye de yer veriyor. Ama, surelerdeki “Tanrısal bildiri “lerin “parça parça geldiği” yolundaki inanca dayamak koşuluyla böyle bir önerinin kabul edilebileceğini öne sürüyor.482 Yani “Surelerdeki bildirilerin ‘parça parça’ geldikleri savı göz önünde tutulursa, “sure” sözcüğünün, Süryanicedeki ‘yarısatır, yazı parçası’ anlamına gelen ‘surta’ sözcüğünden türetildiği düşünülebilir” demek istiyor. Sonuç: “Sure” sözcüğü, “İbranice”den de, “Süryanice”den de gelmiş olabilir.
“Kırtas”: “Papirüs”, “parşömen” ve “paçavra”dan yapılan, “kutsal yazı”lann da yazılı bulunduğu nesne, “kâğıt” anlamında. Çoğulu “ka-ratis”. Kur’an’da. “tekil” olarak da, çoğul olarak da geçer.483 Süyûtî, bu sözcüğün de Arapça olmadığını belirtir.484 Konunun inceleyicilerinden Adolf Grohmann, “Yunanca” olduğunu ve İspanyolcaya “alcartaz”, Portekizceye de “cartaz” biçiminde geçtiğini yazar.485
Kur’an’da., “kutsal kitap”ları, “kutsal bildiri’leri ve bunların yazılı bulunduğu nesneleri anlatan sözcüklerin Arapça olmaması, tümüne yakın bir çoğunluğun İbrani, Arami-Süryani ve kiminin Yunan, kiminin İran kökenli oluşu çok düşündürücüdür. Bu durum, hem kaynağı yansıtır, hem de, “Arap Muhammed”in, “Arap toplumu”na “Tan-rı’dan bildiriler”i nasıl sunduğunu ortaya koyar.
“Cennet”: Ölümden sonra kavuşulabileceği ileri sürülerek yutturulan uydurma yer. “Mutluluklar dünyası” diye sunulduğunu bilirsiniz. İleride, üzerinde genişçe durulacak. Sözcük, “bahçe” anlamında. Arapça değildir. Süryanice olabilir ve Süryanicedeki aynı anlama gelen “gentho” sözcüğünden bozma olduğu düşünülebilir.486
“Cennet’in, Muhammed Suresi’nin 15. ayetinde şöyle özetlendiği görülür:
“Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennet şöyledir: Orada su ırmakları var. Suyunun tadı ve kokusu bozuk değil. Süt ırmakları var. Tadı bozulmuş değil. Şarap ırmakları var. İçenlere (doyulmaz bir) tat verir. Bal ırmakları var. Süzme bal. Onlar için her türden meyveler de var aynca. Efendileri (Rabbleri) tarafından da bağışlanma. Bunlara kavuşanların durumu, ateşte sürekli kalacak olanların bağırsaklarını paramparça edecek türden kaynar su içirilenlerin durumu gibi sayılabilir mi?”
Bununla birlikte, Muhammed’in burada sunduğu, eski bir […]. Benzeri Tevrat ‘ta da var. Hem de çeşitli bölümlerinde.487 Örneğin Çıkış bölümünün 3. bap ve 8. ayetinde “Efendi” (Rabb), Yahudilere, “süt” ve “bal” akan (bunlarin ırmaklarının bulunduğu) ülkeyi söz verir. Bu ülkenin de “Ken’an” yöresi (Filistin) olduğunu açıklar. Bu yörelerde “süt” ve “bal” ırmaklan bulunmadığını söylemeye gerek var mı?
“Adn”=”Adin”=”Eden”: “Cennet’in adlarından ya da “kesim”lerinden. Arapça değildir. Kur’an’da hep, “Adn bahçeleri” (“cennâtu Adn”) deyimi içinde yer alır.488 Tevrat’ta, da Adem’den söz edilirken şöyle denir: “Ve Rabb (efendi) Allah, doğuya doğru, Aden’de bir bahçe yaptı ve yaptığı adamı (Adem’i) oraya koydu.”489
Demek ki, Tevrat’ta, “Aden”, bir yer adı olarak geçmekte.
Celaleddin Süyûtî, İbn Abbas’ın, Kur’an’daki “Adn cennetleri”ne, “üzüm bağlan” anlamını verdiğini ve “Adn” sözcüğü için “Süryanicedir” dediğini aktarır. Yine Süyûtî’nin aktarmasına göre, kimi Kur’an yorumcusu, bu sözcüğün “Rumca” olduğunu söyler.490
Ne var ki, “Adn” (Aden) sözcüğünün kökü, daha da eskiye dayanır; “Eski Babil” dilinde “bahçe” anlamına gelen bir “Edinu” sözcüğü var.491 “Aden”, bu sözcüğün biraz değişmiş biçimi olabilir.
“Firdevs”: Cennetin adlarından, ya da kesimlerinden. Arapça değildir. “Bahçe, bostan” anlamında. Süyûtî’nin aktarmasına göre, Mü-cahid, bu sözcüğün, “Rumca” olduğunu ve “bostan” anlamına geldiğini, Sûddi’yse “Nabatça” olduğunu ve “üzüm bağı” anlamına geldiğini savunur.492
Gerçekte, “Firdevs” sözcüğü, eski Farsçadaki “paradise” sözcüğünün bozmasıdır. Prof. Dr. Philip K. Hitti’ye göre, “duvarlarla çevrili bahçe, bostan” anlamını içeren “paradise”, İbranice ve Yunanca yoluyla Aramilere geçmiş ve dönüştüğü “Firdevs” biçimi de Aramice yoluyla gelmiştir.493 Buna göre, “Arami”, “Süryani” yoluyla Kur’an’a geçtiği söylenebilir. Süryanicedeki “Firdeyso”sözcüğü de, “bahçe” anlamındadır.494
Konuyu inceleyenlerden D.B. Macdonald, “Firdevs” sözcüğünde, Avesta’da yer alan kökündeki anlamın hiç değişmeden kalmış olmasını ilgi çekici buluyor.495 Prof. Dr. Philip K. Hitti ise, “Firdevs” sözcüğünde iki aşama bulunduğunu, birinci aşamasında “duvarlarla çevrili bahçe, bostan” anlamını içerdiğini, “aslı”nın anlamının bu olduğunu, ama ikinci aşamasında “ileri gelen göksel güçler”in, (yani Tanrı ve saray erkânının) “bulundukları yer” anlamına gelmeye başladığını belirtir.496
Gerçekten de Muhammed’in, “Firdevs “ten söz ederken şunları söylediği bildirilir:
“Tanrı’dan istediğiniz zaman, Firdevs’i isteyin. Çünkü cennetin ortasıdır o. En yüksek yeridir. Onun üstündeyse Rahman’ın (Kral Tanrı’nın) Arş’ı (sarayı, tahtı) bulunur. Cennetin ırmakları da oradan akar.”497
“Firdevs, Rahman’ın makamının bulunduğu kesimdir. Irmakları ağaçlan vardır.”
“…Firdevs’te olanlar, Arş’ın (Tanrı’nın tahtının) gıcırtısını işitirler.498
“Firdevs”, Zerdüştçülükte de Kral Tanrı’nın “makam”ının bulunduğu kesimdir. Bu dinin “kutsal kitap”ı Avesta’ya, Avesta’nın en önemli bölümü olan Vendidad’a göre: Kral Tanrı “Hürmüz” =”Ahura Mazda”, yardımcısı durumundaki “melek”leri ve öteki “saray erkânı’yla birlikte, “Firdevs”in görkemli yöresinde yer alıyor.499 Demek ki, kaynak; “Zerdüştçülük”. “Firdevs” sözcüğünün “aslı”nın bu dinin “kutsal kitap”ında bulunuyor olması da bunu göstermez mi? “Firdevs”, bu dinden, doğrudan da alınmış olabilir, dolaylı yoldan da…Kur’an’da, “cennet”te giyileceği bildirilen giysiler de “Arapça olmayan” sözcüklerle anlatılır.
Cennettekilerin, birtakım kumaşlardan giysiler giyecekleri anlatılır: “Sündüs” olacak! “Sündüs”, Süyûtî’nin aktarmasına göre “Farsça” ya da “Hint” dolaylarında (eskiden) kullanılan bir sözcük.500 “İpekli türünden ince bir kumaş”ın adı. (Bir tür atlas) “Istebrak” olacak! “Farsça” bir sözcük.501 “İpekli türünden kalın bir kumaş”ın adı. “Harir” giyecek cen-nettekiler.502 “İpek, ipekli kumaş” anlamında, “Farsça” bir sözcük.503
Cennettekilerin “gümüş” ve “altın” “bilezikler” takacakları da bildirilir.504 “Erkek, kadın herkes takacak”! “Erkek”lerin de “gümüş” ya da “altın” “bilezikler” takarak süslenir olmalarını düşünebiliyor musunuz? Belki siz yadırgarsınız ama, Muhammed düşünmüş “cennettekiler” için!
Ve cennettekiler, giysilerini giyip süslendikten, takacaklarını da taktıktan sonra “erike”lere oturacaklar.505 Kur’an’da bu sözcük çoğul olarak (“erâik”) kullanılır. Sözcük, Arapça değil, Süyûtî’nin aktarmasına göre “Habeşçe” bir çeşit “taht”, özellikle de “Kral tahtı” anlamında bir sözcük. Cennette “içileceği” bildirilen şeyler anlatılırken de daha çok “Arapça olmayan” sözcükler seçilmiş:
İçilecek şeylere “kâfur” katilmiş olacak!506 “Kâfur”: “Hindistan’da yetişen bir ağaçtan elde edilme, ak, sert kokulu bir madde.”507 Süyûtî’nin de aktardığı gibi, “Farsça” bir sözcük.508
İçilecek şeylere “zencebil” (zencefil) katılmış olacak.509 “Zencebil”, “Güzel kokulu bir bitki”.510 Celaleddin Süyûtînin aktardığı incelemeciler, bu sözcüğün “Farsça” olduğunda görüşbirliği etmekteler.511
İçilecek şeylere, “sonunda kokusu” duyulacak türden “misk” katılacak.512 “Misk”, “Özellikle Türkistan ve Tibet dolaylarında bir tür ceylanın erkeğinin karın derisi altındaki bir bezden çıkarılan güzel kokulu madde.”513 Farsçadaki kökü: “Müşk”.514 Süyûtî’nin aktarmasına göre de, “misk” sözcüğü “Farsça”dır.515
Anlaşılan “Cennet’te “içilecek şeyler” hep “kokulu” olacak!
Bir ayette anlatıldığına göre, cennetteki “pınar’lardan birinin adı, “Selsebil”dir.516 Kimi Kur’an yorumcularının da ileri sürdüklerine göre, bu sözcük, Araplar arasında ilk kez “Kur’an’dan işitilerek” yayılmış.517 “Selsebil”in “içimi kolay tatlı su” anlamında olduğu belirtilir.518 Süyûtî, hangi dilden olduğunu belirtmese de, “Arapça olmadığını” aktarır.519
Kur’an’da, cennetteki (şarap türünden) içkilerin, kimi zaman “ibrik”lerle içileceği açıklanır.520 “İbrik” de “Farsça”dır. Süyûtî de böyle aktarır.521 “İbrik”, bilindiği gibi, “su ve sulu şeyler koymaya yarayan kulplu ve emzikli kap”tır. Ve Türkçede de aynen kullanılır.
Cennette, erkeklere “huriler” verileceğinin bildirildiğini bilirsiniz. Bu cennet kızları, sık sık övülür Kur’an’da.. Bir övülüşleri de şöyledir: “Onlar, birer yakut ve mercan gibidirler.”522
“Yakut”: Bilindiği gibi “değerli bir taş”. Süyûtî’nin aktardığına göre, incelemeciler, bu sözcüğün de “Farsça” olduğu konusunda görüş birliğindedirler.523
“Mercan”: “Çoğu kırmızı renkte, ince dal gibi, süs olarak kullanılan bir madde.” Bu sözcüğün de “Arapça olmadığı”nı aktarır Celaleddin Süyûtî.524
Cennet kızları, bir de “inci”lere benzetilirler. Aynı benzetme, cennette erkeklerin “hizmetlerinde” bulunsunlar diye verileceği bildirilen “oğlanlar” için de yer alır.525
Görülüyor ki, “cennet’te neler bulunacağı anlatılırken, sözler, “Arapça olmayan”, özellikle de “Farsça” olduğu görülen sözcüklerle örülüp donatılmış bulunuyor. “Cennet” düşüncesinin nereden geldiğini oldukça ortaya koyan bir durumdur bu.
“Cehennem”: Arapça değildir. Halim Sabit Şibay, İslam Ansiklopedisinin “cehennem” maddesinde şöyle der: “Ahirette, azap yerinin adı. * İbranice ‘gehinnom’dan (gihinnam) geldiği söylenmektedir.”526 Şunu ekliyor: “Kimi doğubilimciler, bunun, Kudüs’ün yanında eski çağlarda Mo-loch adına yapılan kurbanların yakıldığı kuyunun adından (Hinnom Vadisi) alındığı görüşündedirler. Cihinnam, eski metinlerde bir kelimesine sıfat olarak, ‘çok derin’ manasında kullanılmaktadır.”527 Hayrullah Örs ise Musa ve Yahudilik adlı önemli yapıtında, şunları yazmakta: “Kötülerin gittikleri azap yerinin adı, ‘Hinnom oğullan vadisi’ anlamına gelen ‘Ge bna hinnom’ iken, sonraları ‘Gehenna’ olmuştur. “Gehennd olmuştur. ‘Ge bna hinnom’, Ken’ânilerin (Tanrı) BaTe, kurban edilen çocukları yaktıkları bir vadinin adıydı.”52*
“Asıl Tanrı”yı, dahası: “Tek Tanrı’yı, “Bal” simgeliyordu. Bu “Tanrı”yla ilgili daha önceki açıklamalarda da belirtilmişti bu. Ancak, Tevrat’ın çeşitli bölümlerinde belirtildiğine göre; çocukların “kurban” edildikleri “Tann”nın adı: “Moloch” (Molech) idi.529 Prof. Dr. Philip K. HM, bu “Tanrı’nın, eski Ken’an (Fenike) kentlerinden “Sur” kentinde bir “Kent Tanrısı” olduğunu düşünüyor.530 Ama çocuk kurbanları bu “Tanrı” adına da sunulsa, asıl düşünülen “Tanrı”; “Asıl Tanrıydı, “Ba’l” di. Ben bu görüşteyim.
Çocukların kurban olarak sunuldukları “gehinnom” ya da “gehenna” deresine gelince:
“Kurban’ların “Tann’ya bir “dere”de, bir “çukur”da, “kutsal sayılan” bir “kuyu”nun yanında sunulmaları eski ve epeyce yaygın bir gelenekti. Araştırmalar gösterir ki, “Zemzem Kuyusu” da bu türden bir kuyuydu.531
Sunulan kurbanların sonradan aynı yerde yakılmaları da eski bir gelenek olduğuna göre, sözü edilen “gehinnom” ya da “gehenna” adlı çukurun “ateş çukuru” diye düşünülmesi ve bunun “cehennem” düşüncesine kaynak olması doğaldır.
Burada “dehşet’le görülen o ki, bir “kurban çukuru”ndan, var olmayan bir “cehennem” uydurulup konmuş ortaya. Uydurma “Tanrı Krallığı” adına, sahte umut kaynağı uydurma “cennet” yanında, insanları bir de “korkutarak” işler “tezgâhlamak” için… Ve çağlar boyu inandırılan milyarlarca “insanı kurban etmek” için. Buna ne denir, adını sen koy; ama, “utanıyorum senden” ey “insanoğlu”! “İnanan”ındanda, “inandıran”ındanda!!!
Kur’an’da, “cehennem” anlatılırken kullanılan sözler de, “Arapça olmayan” sözcüklerle donatılıp özellikleştirilmiş bulunmakta.532 “Farsça” olan var yine.533 Dahası, kimi incelemecilerin “Türkçe” saydığı ve “pis kokan soğuk su” anlamına geldiği söylenen “gassak”534 sözcüğü bile var içlerinde. Geçelim:
“Tann Krallığı”nı anlatan “Arş”, “Kürsî”, “melik”, “melek”, “Cebrail”, “Mikail”, “melekût” (Tanrı Krallığı)… gibi sözcüklerin, ayrıca “karşı güç”ü oluşturan “İblis”, “şeytan”, “cibt”, “tâğût” gibi sözcüklerin Kur’an’da. yer aldıkları halde “Arapça olmadıkları”na, çoğunun “İbrani”, “Arami-Süryani”, kiminin “Nabat”, kiminin “Habeş”, kiminin “Yunan” çevrelerinden alınma sözcükler olduğuna “dikkat” çekilmişti. “Tanrı” ve “şeytan” krallıklarında önemli yerleri olan ve değişik konuları içeren başka sözcüklerden de örnekler sıralandı ve bunların da Kur’an’da. geçen önemli sözcükler oldukları halde “Arapça olmadıkları” belirtildi. Bu konularda, gerçeği bir de “sözcüklerin dilinden öğrenmek isteyen herkes, yeterince durup düşünmek zorunda bunlar üzerinde. Şimdi, Kur’an’ın “Tanrı”sını ve “nitelikleri”ni anlatan sözcüklerden birkaçına göz atalım:
“Allah”: Bu sözcük, İslam öncesi Araplarda da vardı.535 Bunu, Kur’an’ın kendisi de belirtir.536
Bilindiği gibi Arapça’da, katıksız Arapça olmayan bir “ilah” sözcüğü var. “Allah” sözcüğü bu sözcükten değişerek oluşmuş olabilir. Bu görüşün savunucuları var.537
Bir de “Arami-Süryani” dilinde bir sözcükle karşılaşılmakta: “Alaha” (Aloho).538 Aynı anlamda.
“Allah” sözcüğü, bu sözcüğün de değişmiş biçimi olabilir. Çok daha haklı olarak bu görüş de savunulur.539
Arap mitolojisini yazanlardan Dr. Muhammed Abdulmuid Han’ın aktarmasına göre Aramı dilinde, “Elah” biçiminde ve “Tanrı” anlamına gelen bir sözcüğe rastlanmıştır.540 Yine bu yazar aktarır ki, eski “Nabati” yazıtlarında da “Hallah” biçiminde bir sözcük görülmekte. “Tann’nın özel adı” gibi kullanılmış bulunmakta.541
“Allah”, sözcüğünün bu sözcüklerden alınmamış olmasını düşünmek kolay mı?
Prof. Dr. Philip K. Hitti’nin de, “Allah’la ilgili şunları yazdığını görüyoruz:
“Bu ad, hayli eskidir. Bu sözcüğe, Güney Arabistan Arapçasındaki kitabelerde rastlanır. Örneğin, el Ula’da bulunan bir Ma’in kitabesinde ve Sebe’den kalma bir başka kitabede olduğu gibi. Fakat İÖ 5. yüzyıldan kalma Lihyâni kitabelerde ‘HLH’ biçiminde, pek bolca görülmektedir. Bu tanrıyı, gerçekte Suriye’den elde etmiş olan Lihyan, Arabistan’da, bu tanrıya ibadetin ilk merkezini oluşturuyordu. Bu ad, Safa kitabelerinde, İslam’dan beş yüzyıl kadar önce, Hallah biçiminde geçmektedir. Aynı biçimde, Suriye’nin Um-mu’1-Cibâl kesiminde bulunmuş, 6. yüzyıla dayandırılan İslam öncesi bir başka Hıristiyan Arap kitabesinde de görülmektedir… “542
Wellhausen de, “Allah sözcüğüne, kitabelerde sık sık rastlarız” diyor.543
Açıkça görülüyor ki, Kur’an’ın “Allah”ı da Arapça değil. “Arap”lara, “Nabati”, “Arami-Süryani” çevrelerinden gelip girmiş bulunmakta. “Allah sözcüğüne, kitabelerde sık sık rastlanır” dendikten sonra şu özetin eklendiğini görüyoruz:
“Miladi 6. ve 7. yüzyıllarda O, bütün putların başını yemiştir. İşleri ciddileştiğinde, büyük tehlike ve yokluk anlarında putataparlar daima, Allah’a yönelirlerdi. Herhangi bir puta değil. Putataparlar için de Allah, Tanrılığın asıl sahibiydi. Muhammed’e gereken, sadece, onların, putları, Allah’ın Allahlığına ortak etmeleriyle savaşmaktı.”544
Bence onun bu “savaş”ı bile, birtakım işleri kotarmaya yönelikti. Sonrakiler tarafından da amaçlı olarak abartılagelmiştir. “Melik”: Bu sözcüğün “Kral “demek olduğu ve “Arapça olmadığı” yukarıda geçti. “Süryanice”sinin “Melko” olduğu da belirtilmişti.545
İşte bu sözcük, Kur’an’da, tam bu biçimi ve bu anlamıyla beş yerde “Tanrı” için kullanılıyor. Yani “Tann”ya “Kral” deniyor.546 Beş kez. Birkaç yerde de yine “Tanrı” için “Kral” anlamına gelecek nitelikte başka biçimlerinin kullanıldığı görülüyor.547
Haşr Suresi’nin 23. ve Cum’a Suresi’nin 1. ayetlerinde, “Tanrı”nın “sıfat’ına “Melik” sıfatıyla başlanmakta.
“Kuddûs”: Yukarıda gösterilen ayetlerde, ikinci olarak da “Kuddûs” deniyor “Tanrı”ya. Bu sözcük, “çok kutsal” anlamını içermekte. Bu sözcük de Arapça değildir. Süryani dilinde, din “Aziz”ine, “ermiş kişi”ye “kadiso” (sanctus) denir.548 Hıristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Ruhu’1 Kudüs) üçlüsünde yer alan “Ruhu’l-Kudüs”ü anımsayın. Oradaki “kutsal ruh”un (Tanrı’nın soluğunun), Muhammed eliyle “Kuddûs” yapıldığını ve “Tanrı”sına bir “sıfat” olarak verildiğini niçin düşünmeyelim? .
“Cebbar”: “Zorba” anlamında. Haşr Suresi’nin 23. ayetinde, “Tanrı’nın bir de “Cebbar”, yani “zorba” olduğu bildirilir. Kur’an’da. bu sözcük, hep “zorba” anlamında kullanılmıştır.549 Örneğin Kaf Suresi’nin 45. ayetinde, Muhammed’e:”.. .Sen onların üzerinde bir cebbar (zorba) değilsin…” denir. Gerçekteyse Muhammed’in yaşamını ve herkesi “cihat” yoluyla savaşarak “Müslüman etme çabası”nı düşünürsek, “Pekâlâ zorbaydı!” diyebiliriz. Tann’sına “zorba” dedikten sonra; doğaldır kendisinin de öyle olması.
“Cebbar” sözcüğü de Arapça değildir: İbranicedeki “geburah”dan gelmiş olabilir. “Geburah”, “güç=kudret” anlamındadır. Ve bu, İslam tasavvufuna da “Tanrı’nın gücü” anlamında, “ceberut” biçiminde geçmiştir.550 Tevfik Fikret de (1867-1915), ünlü “Tarih-i Kadîm” adlı şiirindeki; “Sahib-i kâinat olan ceberut”
dizesinde “ceberuf’u “Tanrı’nın gücü, zorbalığı” anlamında kullanmıştır. Bu dizenin biraz üstünden, biraz da altından alalım; A. Kadir’in Türkçesiyle okuyalım:
“Çok sürmez, köhne kitap (Kur’an, öncekiler), fikri gömen sayfaların, bugün olmazsa yarın yırtılacak. Ama kim yapacak dersin bu işi? Bu öyle büyük, öyle kocaman bir devrim ki, hangi güç kalkar, ben yaparım, der? Yerlerin ve göklerin sahibi mi? Tamam, işte oldu şimdi! Yeri göğü elinde tutan, o kibirli, O somurtkan ve dokunulmaz! Bütün kavgalar onun yüzünden değil mi?”551
O “köhne kitap”, bütün gücüyle, bütün “dehşet”iyle sürüyor yazık ki!.. “Vedûd”: “Seven-sevilen” anlamında. Kur’an’da. “Tanrı” böyle de nitelenir. İki kez.352
Bu sözcük de Arapça kökenli değildir. Eski çağlardaki bir “Tanrı”nın adı yansır bu sözcükle:
Arapların İslam’dan önce tapındıkları, adı Kur’an’da. da yer alan “Vedd” adlı bir “Tanrı”ları vardı.553 Araplar, öteki “Tanrıları gibi bunu da başka toplumlardan almışlar, ileri sürüldüğüne göre, Nuh döneminden, İslam’a değin tapınagelmişlerdi.554 “Nuh” uydurmasını bir yana bırakırsak, bu “Tanrı”ya Arapların uzun süre tapınageldiklerini gerçek saymamak için bir neden yok. “Sevgi Tanrısı”ydı “Vedd”. Eros gibi.555
İşte bu “Tanrı” da, adını daha önceki sözcüklerden almış bulunmakta:
İbranice’de “Devd=Dod” diye bir sözcük var. “Ved”deki “vav” harfi yer değiştirmiş. Bu harf, İbranicedekinde “başta” değil; ortada yer alıyor. Ve “Devd=Dod” sözcüğü de, “sevgi” anlamı içeriyor. Dahası, “Sevgili” anlamında.556 Yani, Kur’an’ın “Tanrı”sının “sıfat’larından olan “Vedûd”un anlamını içermekte.
Bir de “sevgi ağacı” anlamına gelen bir “Babil’li sözcük var: “Dodaim” ya da “Du-Du”.537
Ve eski Babil’in “Yüce Tanrı”sı “Marduk”un da, “Du-Du” sanıyla anıldığı belirtilir.558
Aramilerin “Ulu Tanrı”sının adının da “Eded” (Addu=Hadad) olması, burada anılmaya değer. “Eded”, “yağmur ve gök gürültüsü” Tannsıydı. Tüm “Ulu Tann’lar gibi o da “iki yönlü”ydü; “yağmur” göndererek “yararlı” ve “sel” göndererek “zararlı” olduğuna inanılırdı. Bununla birlikte, özellikle Suriye tarımcılarının “sevgilisi” sayılmaktaydı. Ona olan tapınma, Güneş’e tapınmayla iç içeydi.559 Fenikelilerin “göklerin efendisi” diye nitelenen ünlü “Tann”sı “Ba’l”, bir yönüyle korku, öbür yönüyle umut kaynağı görülen bir “sevgili” Tanrı’nın Aramilerdeki karşılığıydı.560
Kur’an’ın “Tanrı”sını da, bunlar göz önünde tutularak değerlendirmek gerek: Bu Tanrı, bir yandan “zorba” bir “Kral” diye tanıtılıyor, öbür yandan “seven, sevilen”; kısacası, “Sevgili” diye niteleniyorsa durup düşünmek gerek üzerinde. Alındığı kaynaklardaki “Tanrıların “nitelikleri, “iki yönlü” oluşları gözden kaçırılmadan…
“Kayyûm”: “Hiç yitmeyen, uyumayan bir bekçi” anlamı verilir.561 “Tanrı”rının, Kur’an’daki en önemli sayılan “ad” ve “sıfatlarından 562 Arapça değildir.
Celaleddin Süyûtî, bu sözcüğün “Süryanice” olduğunu ve “uyumayan” anlamına geldiğini aktarır. 563
Arapça olmayan, “Arami-Süryani” ya da “İbrani” (Yahudi) çevrelerinden alınma sözcüklerle “Tanrı ad ve sıfatları”, yalnızca bunlar değil kuşkusuz. Ama bu birkaç örnek bile, Muhammed’in “Tanrı”sının, “sıfatlarıyla birlikte nereden, nerelerden gelme olduğunu göstermeye yeter.
Kur’an’daki “Tanrı’nın ad ve sıfatları”, Tevrat’la ve İncil’de sunulanlardan farklı değiller gerçekte. Tümününki de, daha öncekilerden… Yeterli bir inceleme ve karşılaştırmada bu açıkça görülür.
“Tanrı ad ve sıfatlarından her biri, “Putataparlar”ın, “Tanrı”larından birine karşılıktır.
Üç “kutsal kitap”taki “melek”lerden her birinin, yine “Putataparlar”ın “Tanrı’larından birinin karşılığı olduğu gibi.
Bu durum, bir gerçeği, tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor: Söz konusu kopyacı “kutsal kitaplar”, ileri sürüldüğünün tersine, “Tektanrıcı” değil; “Çoktanrıcı”dırlar. Varlıkları için “asıllarını inkâr etme” çabasında olsalar da…
Başka türlü olsalardı, insanlık için durum çok mu değişik olacaktı?
Elbette ki, hayır.
Ben burada, sürdürülegelen bir yalanın, altını çizmiş oluyorum yalnızca. Yineleyerek de olsa…
“Başka türlü olsalardı” diyorum. Olamazdı ki, zaten. Yani bu kitapların sundukları “Tanrı”, gerçekte “Tek” olamazdı. Çünkü, iki şey var ortada: Korku ve umut. Daha önce de üzerinde durulduğu gibi, bunun ikisi de sömürü konusudur ve hiçbirinden vazgeçilemez.
Böyle olunca da, “görünmez güç’lerin, birden çok olması; hangi ad ve nitelik alırlarsa alsınlar iki karşıt çizgide yer almaları şart:
İster “birden çok Tanrı” öne sürersiniz. Kimine “şu Tanrı”, kimine “bu Tanrı” dersiniz.
İster “ikici” olur, birbirine “karşıt” iki “Tanrı” gösterirsiniz. Bunlardan birine “şer”li, öbürüne “hayır”h işler yüklersiniz. Buna göre sıralanan güçler de uydurursunuz: “İyicil’ler, “kötücül”ler, “melek”ler, “şeytan”lar gibi… Başlarına “amir”ler, “komutan”lar da korsunuz bunların.
Ama yaratıp yutturma yolunda olduğunuz “Tanrı”lar “iki” de olsa, “ikiden çok” da olsa, “en tepe”ye bir “güç” yerleştirmeniz gerekir. Toplayıcı olmak, kitleleri istenen yöne yönlendirmek için vazgeçemeyeceğiniz bir koşuldur bu. “Tepe”de öyle bir “görünmez güç” olmalı ki, “tüm güçleri kuşatmalı”. “Kuşatıcı” olması için de “iki yönlü” olmalı. Bir yönüyle, “korku”, öbür yönüyle “umut” vermeli. Yeri geldiğinde, herkese “dur!” yada “yürü!” diyebilmeli.
“İkici” dinlerde de, “çoktanrıcı” dinlerde de bu görülür. Daha “ilker’lerinde bile.565
Ya da ister “tüm tanrılar”a: “Hayır!” der, yalnızca “bir Tanrı” benimsemiş görünürsünüz. Öyle sunarsınız.
Ne var ki, vazgeçilemez bir koşul var önünüzde: Yaratıp “Tektanrı” diye yutturmaya çabaladığınız bu “Tanrı”ya öyle “ad”lar, öyle “sıfaf’lar vermelisiniz ki, her biri, bir “Tanrı”ya “bedel” olsun ve “iki grup”ta sıralansınlar: Bir kesimi, “korku”, öbür kesimi “umut” versin. Yahudilikte, Hıristiyanlıkta ve Müslümanlıkta olduğu gibi… Birincisinde ve üçüncüsünde özellikle…
“Tanrıya verdiğiniz “karşıt nitelikler” de yetmeyebilir. O zaman; “melek’ler, “cin”ler, “şeytan”lar uydurursunuz, sorun kalmaz. Böylece oluşturmak istediğiniz “krallığı” kurup tamamlamış olursunuz.
Üç “kitaplı” dinde olan, budur işte.
Yukarıdaki seçeneklerden hangisi olursa olsun; “fark” görünüştedir. Yalnızca “görünüş”te… “Yutturmadaki yöntem farkı”dır yalnızca.
Yazan: Turan Dursun (Kutsal Kitapların Kaynakları 1’den alıntıdır)
Yukarıdaki dipnot numaraları Turan Dursun’ un orijinal çalışmasında vardır ancak Turan Dursun’un öldürülmesinden sonra evine araştırma için giren polislerin götürdüğü pek çok yazılı çalışma arasında kaybolduğu tahmin ediliyor.
X
KURAN, MUHAMMED TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR

Müslümanlar, Islamiyet dininin anayasası ve kutsal kitabı olarak kabul edilen Kur’an’ın, yaratıcı Tanrı’dan-varsa eğer- geldiğine inanırlar. Çünkü, Muhammed, kendisinin Allah’ın-varsa eğer- elçisi olduğunu iddia ederek, Kuran’daki ayetleri Allah’ın kendisine vahiy yolu ile ilettiğini beyan etmiştir. Bu konuda ne bir şahidi ne de bir delil bulunmaktadır. Dolayısı ile, dinin karanlık çekiciliği ve bilinmezliğin korkusuna kapılan kişiler, bu iddiayı sorgulamaya bile kalkmadan, hemen inanırlar. Aksini düşünmek, Muhammed’i “Acaba doğru mu söylüyor?” diye sorgulamak bile onlara “günah” görünür, bu nedenle de yapamazlar.
Kuran’ın, Allah-varsa eğer- tarafından gelmediğine dair göstergeler vardır. Kişi, Kuran’ı okuduğunda, içindeki akıldışı ve bilimdışı ifadelerden, birbiriyle çelişen ayetlerden bubu kolayca anlayabilir. Çünkü, Allah varsa eğer, bu denli hatalar ve çelişkiler yapmış olamaz.
Cumhuriyet Gazetesi’nde 04 Ekim 2000 tarihinde yayınlanan bir makale, bu düşünceyi doğruluyor. Makaleyi yazan da öyle herhangi birisi değil, İlahiyat Profesörü ünvanına sahip olan Sn.Mehmet Dağ. Bu makaleyi okuyunca, Kuran’ın insan elinden çıktığını, bir başka deyişle Muhammed ve arkadaşlarının hazırlamış olduğunu bir kez daha anlayabiliyoruz. Prof.Dr.Mehmet.Dağ’ın Cumhuriyet’te 04.10.2000 tarihinde yayınlanan makalesini aşağıda sunuyorum:
İslam Dininde Reform, Ama Nasıl?
Prof. Dr. Mehmet DAĞ Ondokuz Mayıs Üni. İlahiyat Fakültesi
Önce ”Kuran’ı yeniden yorumlama” biçiminde başlayan, son zamanlarda ise ”dinde yenileşme” biçiminde ortaya sürülen, özellikle Diyanet kaynaklı tartışmaların, başta Sayın Başbakanımız olmak üzere, kimi çevrelerde sıcak karşılandığı ve laiklik adına desteklendiği görülmektedir. Acaba bu tartışmalar öyle sıcak karşılanacak ve laiklik adına desteklenecek denli anlamlı ve önemli mi? Böyle olduğunu söylemek son derece güç. Gerek Diyanet çevrelerinden kamuya yansıyan söylemler, gerekse ”reform” sözcüğünü mahkûm edip, yerine ”tecdid” (yenileştirme) sözcüğünü yeğleyen ilimcilerin açıklamaları şeriatçı (toplumsal düzeni dine dayandıran) anlayışta bir değişiklik getirmiyor; tersine her yeniliği dinsel bir eksene oturtma amacı taşıyor.
Bu çevrelere göre, ”Kuran’daki hiçbir yargı bağımlı ve koşullu olamaz; onların deyişiyle mutlaktır; bu nedenle her türlü yoruma açıktır; her değişimi ve yeniliği bu yargıların kapsamına yerleştirme olanağı vardır; Kuran gerek nesneler, gerekse insan ilişkileri alanında hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır; Kuran’da eksiklik görenler, Kuran’ı anlayamayanlardır; o halde anlayamayanlara yorum yoluyla anlatmak gerekir.” Aslında bu söylem yeni bir söylem değil. İslam Hicaz bölgesinden çıkıp, daha kültürlü ve örgütlü Kuzey bölgelere yayıldığında, karşılaşılan yeni gerçekler ve değerler karşısında Müslümanların takındığı bir tutumdur. O dönemde eski Yunan, İran ve Hint kökenli kültür hazinesi İslamlaştırılmış; Kuran’daki kimi yargıların bu kültürlerle ilişkisi, böyle bir gelişmeyi kolaylaştırmıştır (1). Geçmişte bu yönde yapılanlar Müslümanın önünü açamamış; tersine o dönemin var olan bilimini ve kültürünü kutsallaştırarak, her türlü devrimsel gelişmenin önünü tıkamıştır. Geçmişte yaşanmış bir deneyimi çağımızda yeniden yaşamanın ya da bu topluma yaşatmanın, bireysel birtakım bencilce doygunlukları gerçekleştirmek dışında, bir anlamı, ülkemize bir yararı olabilir mi?
Aslında bugün yapılması gereken, çağdaş bilimsel yöntemleri Kuran yargılarına (ayetlerine) uygulamaktır; bir başka deyişle, somut gerçeklere dayanmayan hiçbir yorum ve açıklamayı, dayanaksız kestirimleri (tahminleri) kabul etmemektir. Kuran’a bu açıdan bakıldığında, ortaya çıkabilecek, altı çizilmesi gereken doğrular neler olabilir diye araştırıldığında, şu hususlarla karşılaşırız:
a) Kuran tarihsel bir geçmişe dayanır; Babil ve Mısır geleneği, Hellenistik gelenek, Musevi ve İsevi, hatta Maniheist gelenek bu geçmişte önemli bir yer tutar. Bu nedenle İslamcıların Kuran dışı hadis geleneğindeki Musevi öğeleri çağımıza uymuyor gerekçesiyle İsrailiyat diye aşağılamalarının hiçbir anlamı yoktur; çünkü İsrailiyat Kuran’ın kendi içinde vardır.
b) Kuran ayetlerinin toplumsal ve kültürel bir bağlamı vardır. Kuran’daki yargıların hemen hemen tamamı Hicaz bölgesinde yaşanmış ve o sırada yaşanmakta olan bir olguyla ilgilidir. Henüz peygamberi (mürşidi) olmayan putatapıcı (müşrik) Arapların peygamber beklentileri (2), kölelik (3), kadınların durumu (4), örtünme (5), yetimlik (6), yoksulluk (7) bu konuda hemen sayılabilecek kimi örneklerdir.
c) Kuran, 40 yaşında peygamber olan Hz. Muhammed ‘in yaşam deneyiminden, bilgi birikiminden ve ruhsal durumlarından ayrı düşünülemez. Kuran’ın çoğu çözümleri bu yaşam deneyimi, bilgi birikimi ve Hz. Muhammed’in ruhsal eğilimlerine (sevgi, istek ve nefretlerine) dayanır. Sözgelimi, Kuran’ın kölelik konusundaki çözümleri, hem Kuran’ın o dönemde geçerli olan kölelik gerçeğini kabul ettiğini, hem de Hz. Muhammed’in Hicaz dışındaki Ortadoğu kaynaklı kölelik uygulamasıyla ilgili deneyimlerini anımsatmaktadır. Bu uygulamaya göre, kölelik bir kader olmayıp değiştirilebilir; sözgelimi köle, tıpkı Kuran’da yer aldığı gibi, özgürlüğünü satın alabilir (8). Kuran’ın çok kadınla evlilik konusundaki çözümü (9), Hicaz toplumunda var olan yoksul ve zengin kadınlarla ilgili evlilik uygulamasının mutlu bir uzlaşımı gibidir; çünkü Hz. Hatice örneğinde olduğu gibi, zengin kadınlar eşlerinin
çok kadınla evliliğinde önemli bir engel oluşturmaktadır ve özellikle Hicaz bölgesindeki Hıristiyan gelenek de Hz. Muhammed’in bilgisi dışında değildir. Bu nedenle Kuran bir yandan çokeşliliğe izin verirken bir yandan da tekeşliliği önermektedir. Kadına son çare olarak ”dayak” (10) ( İlimcilerin yaptığı gibi, Arapça ”ve ‘dri- buhunne” sözcüğüne işlerine gelen anlamı vererek güçlükten kurtulmanın yolu yoktur), kadınların ikinci dereceden varlık oluşları (11), o dönemin insanlarının kadına bakışıyla ilgilidir. Erkeğin kadına üstünlüğü açıkça Kuran’da yer aldığı gibi, erkeğin kadına hangi açılardan üstün olduğunu belirten hadisleri de (12) dayanaksız bir biçimde uydurma diye yadsımanın bir anlamı yoktur. Bunlar o dönemin yaşanan gerçekleridir; Kuran bu gerçekleri yok saymamıştır.
Hz. Muhammed’in ruhsal durumunu yansıtan ayetlerden birkaç örnek vermek gerekirse; Hz. Muhammed yetimliğin ve yoksulluğun acısını çekmiş olan biridir; Kuran bu paralelde yetimleri ve yoksulları korumaya büyük bir önem verir (13). Yolda kalmışlara yardım (14), Hz. Muhammed’in ticari gezilerinden soyutlanarak ele alınamaz. Hz. Muhammed’in Ayşe ‘ye olan sevgisi evliliğini kurtardığı gibi, zina olayının saptanmasının neredeyse olanaksız birtakım koşullara bağlanmasını sağlamıştır (15). Hz. Muhammed’in gönlünü kölesi Zeyd ‘in karısı Zeynep ‘e kaptırması, Zeynep’in kocasından boşanarak Hz. Muhammed’le evlenmesiyle sonuçlanır (16). Fakat Kuran bu olayları Hz. Muhammed’in duygusal eğilimlerinden soyutlar ve Tanrı’nın bilgisi, takdiri ve ulaştırdığı hayırlı bir sonuca bağlar. Hz. Muhammed’i korumaya alır (17).
ç) Kuran ayetlerinin içeriği Hz. Muhammed’in peygamberlik yaşamında geçirdiği değişime koşut (paralel) bir değişim göstermiştir. Sözgelimi, hicret öncesi ayetler hem daha yumuşak ve hoşgörülü hem de siyasetten uzaktır; buna karşılık Hz. Muhammed’in devlet başkanlığı sürecinin başladığı Medine dönemiyle birlikte ayetler giderek sertleşir, hoşgörü ve yumuşaklık ortadan kalkar; hukuksal düzenlemeler yoğunlaşır. Kuran sık sık ”düşünmek” ten (18) ve ”anımsamak” tan (19) söz etse de, düşünmek ve anımsamak İlimcilerin ve Diyanet camiasının sözünü ettiği gibi, evrendeki nedensel bağlantıları düşünmek ve anımsamak değildir; çünkü Kuran, Tanrı dışında gerçek hiçbir neden kabul etmez. Kuran’a göre, her olayın ardında Tanrı vardır. Geleneğimizde takdir-i ilahinin önemli bir yerinin bulunması ve her şeyin Tanrı’nın iznine bağlanması, Kuran’ın bu bakış açısıyla ilgilidir. Tanrı yaratır, yaratırken özellikle tapınma ve sınav için (20) yarattığı insanı düşünür; insanın çıkarına, yararına ve iyiliğine olan şeyleri yaratır. Örnek vermek gerekirse; Tanrı gündüzü çalışmak, geceyi dinlenmek için (21), şimşeği ve gök gürültüsünü insanları korkutmak için (22), yeryüzü ve gökyüzünü insanların yiyecek ve barınma sağlaması için (23), yıldızları ve öteki ışıklı gök cisimlerini insanların aydınlanmaları ve yollarını bulabilmeleri için (24) yaratmıştır. İşte insanın bunları düşünmesi ve anımsaması ve sonuçta Tanrı’ya yönelmesi gerekir. Kısaca ifade etmek gerekirse, Kuran’da çağdaş bilgiyi kuracak hiçbir şey bulamayız; ama Tanrı’ya inanca yönelten pek çok ayetle karşılaşabiliriz. Kuran bildirisinde dikkati çeken ana amaç, Tanrı’ya inancı sağlamak; böylece Kuran’da tanrısal kaynaklı olduğu ileri sürülen yargıları inananlara kolaylıkla dayatmaktır.
Görüldüğü gibi, hangi kaynaktan geldiği savlanırsa savlansın, toplumsal, ahlaki ve hukuksal yargıları saltık (kayıtsız, koşulsuz) yargılar olarak nitelemenin olanağı yoktur. Bu türden yargıların oluşumunu toplumsal ve kültürel koşullar belirler. O halde ne her şeyi din eksenine oturtmayı amaçlayan Kuran’ı yeniden yorumlama ne de dinde yenileşme toplumumuzu esenliğe çıkarabilir ve ona huzur getirebilir. Yapılması gereken, büyük önder Atatürk ‘ün önderliğinde cumhuriyetimizin ilk 23 yılında olduğu gibi, yeni kuşaklara çağdaş bilimin ne olduğunu, hangi yöntemleri kullanarak anlamlı sonuçlara varılabileceğini iyice öğretmektir. Eğer bu yapılabilirse, insanımız birilerinin yorumuna ve dini yenileştirmesine gerek kalmadan dinini ve inancını pekâla kendisi kurabilir.
(1) Prof. Dr. Mehmet DAĞ, Ondokuz Mayıs Üni. İlahiyat Fakültesi, İslam Felsefesinin Bazı Temel Sorunları Üzerinde Düşünceler, OMÜİF. Dergisi, Sayı 5, Samsun 1991, ss. 9-10,
(2) Kuran’a göre, Tanrı her topluluğa uyarıcı yollamıştır. Araplara da kendi içlerinden birini elçi olarak belirlemek suretiyle bu beklentiye yanıt vermiştir (bkz., Kuran, Fatır (35), 24: ”Geçmiş her topluluk için bir uyarıcı bulunagelmiştir”; Nahl (16), 36: ”And olsun ki, her topluluğa, Allah’a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının, diyen peygamber göndermişizdir”; Ra’d (13), 30: ”Sana vahyettiğimizi okuman için, seni de onlardan önce nice toplulukların gelip geçtiği bir topluluğa gönderdik”; Cum’a (62), 2: ”Ümmi kimseler arasından, kendilerine ayetlerini okuyan, onları arıtan, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur, daha önce, kuşkusuz apaçık bir sapıklık içinde idiler; onlardan başkalarına da -ki henüz onlara katılmamışlardır- Kitap ve hikmeti öğretmek üzere peygamber gönderen Allah’tır”. Bu son ayette, anlaşılacağı üzere, okuma-yazma bilmeyen ya da Kitap’tan yoksun olan anlamına gelen ümmi topluluktan amaçlanan, daha önce peygamberi olmamış putatapıcı Araplardır.
(3) Nur (24) 32-33.
(4) Bakara (2), 221 vdd., 282; Nisa (4), 11, 22 vdd, 34, 176; Ahzab (33), 4.
(5) Nur (24), 31; Ahzab (33), 59.
(6) Bakara (2), 220; Nisa (4), 2 vdd.; En’am (6), 152; İsra (17), 34; Fecr (89), 17; Duha (93), 6-9; Maun (107), 2-3.
(7) Fecr (89) 18; Maun (107), 2-3.
(8) R. N. Frye, The Heritage of Persia, A Mentor Book, New York 1996, ss. 178-179.
(9) Nisa (4), 3.
(10) Nisa (4), 34. Anılan sözcük ancak ”an” (den, dan) edatıyla birlikte kullanıldığında ”den uzaklaşmak” anlamına gelir. Ayette böyle bir şey yoktur. Arapça bilmeyenleri kandırmak için olmadık dil cambazlıkları yapmak gerçek bilim insanlarına yakışmaz.
(11) Bakara (2), 228
(12) Kuran bu konuda neden olarak kadınların unutkanlığını vurgular (bkz. Bakara (2), 282). Hadislere göre, ”kadınların aklı eksiktir; çünkü kadının tanıklığı erkeğin tanıklığının yarısıdır. Dini eksiktir; çünkü kadın aybaşı halinde iken namaz kılamaz” (bkz., Buhari, Hayz, 6; Müslim, İman, 32). Bu hadisler Kuran’ın ruhuna uygundur; uydurma olma olanağı hemen hemen yok gibidir.
(13) Bakara (2), 220; Nisa (4), 2 vdd.; En’am (6), 152; İsra (17), 34 vb. .
(14) Bakara (2), 177.
(15) Nur (24), 11-17. Ayette zina konusunda 4 tanık şart koşulmuştur. Fıkıh kitaplarında tanıkların zina olayını gözle görmeleri zorunlu görülmüştür.
(16) Ahzab (33), 37.
(17) Bkz., 15 ve 16. dipnotlardaki ayetler.
(18) Ta’kilun ya da çeşitli türevleri. Bu sözcükler ayetlerde sık sık geçer. Özellikle insanların iyiliğine ve yararına olarak Tanrı’nın yaratışının dile getirildiği ayetlerin sonuna eklenir. Böylece Tanrı, insanları yaratılış hikmetleri konusunda düşündürmüş olur. Bkz., sözgelimi, Bakara (2), 73, 76, 164, 242; Al-i İmran (3), 65; En’am (6) – 32; Mu’minun (23), 80 vb.
(19) Yetezekkerun ve türevleri de ayetlerde oldukça sık olarak geçer. Bkz., sözgelimi, İbrahim (14), 25; Zümer (39), 9, 27; Mu’min (40), 13 vb. .
(20) Zariyat (51), 56; Mülk (67), 2; Maide (5), 48.
(21) Nebe (78), 9-11; En’am (6), 96.
(22) Ra’d (13), 12-13.
(23) Hicr (15), 19-20: Lukman (31), 10
(24 Furkan (25), 61; Mülk (67), 5; Nuh (71), 16; Hicr (15), 16; En’am (6), 97.
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, 04.10.2000
X
Tanrı “Sitem” Etse ;
” ey akıl verip, dünyayı tüm nimetleriyle birlikte önlerine serdiklerim. İnsan olmanın onur ve gururunu akıl ve vicdan eşliğinde geliştireceğinize benim adıma elçi ve vekil yaratıp birbirinizi bu kadar kolay kandırabiliyorsunuz, onu anladık da, peki benim adımı niye ortaya atıp kullanıyorsunuz?
Diyelim ki ben -her nedense- bütün insanlığı ve tüm canlıları yok etmeye karar veriyorum ve gönderdiğim peygambere gemi yaptırıp içini çok az sayıda insanla ve birer çift hayvanla doldurup sadece onların kurtulmasına izin veriyorum ve bir kitabımda bu gemiyi “ararat” dağına , bir diğerinde de “cudi” dağına oturttuyorum.
Peki bu yolla suda da yaşayabilen tüm canlılara dokunmayıp sadece karada yaşayanları yok ettiğimin farkındasınız herhalde, bu ayrımı neden yaptığımı bileniniz var mı acaba..
Ayrıca dünyada ki tüm suyun toplamından fazla suyu hangi gezegenden taşıyıp getirdim ve ne zaman tekrar geri götürdüm. Bunları hiç düşündünüz mü?
Ama verdiğim aklın hala en fazla -sadece- % 5 ini kullanıp hiç sorgulamadan onaylarsanız asıl bu çelişkilere ben değil siz düşersiniz.
(tekvin, 6/13-22, tekvin, 8/1-19,tekvin, 7/1-24, tekvin, 9/11 ) – (hud 44 , muminun 27, nuh 26 )
Bana mal ettiğiniz bir kitapta yeri-dünyayı- 6 günde yarattığımı bir sonraki kitapta da 4 günde yarattığımı, gökleri ise 2 günde yarattığımı iddia ederek asıl kendinizin nasıl bir çelişkiye düştüğünüzü hiç farketmez misiniz? Yüz milyarlarca galaksiden oluşan evreni 2 günde yarattığımı iddia ederken, “yer” in bu evrenin zaten bir parçası -ve sadece bir zerresi kadar- olduğunu düşünmeden onu “evrenin iki katı zamanda” yarattığımı hangi akla dayanarak iddia etmektesiniz. % 5 ini kullandığınız akla mı?
(tekvin 1:2-9 ,eski ahit/ tekvin: bap-1-2/1-31,2-7)- (a’raf 54 ,yunus 3 , secde 4 , furkan 59 , hud 7)
+ İndirdiğim daha önceki kitabımda- ; “ve allahın sana teslim edeceği bütün halkları bitireceksin ve gözlerin onlara acımayacak….o şehrin ahalisini mutlaka kılıçtan geçireceksin ,onu ve onda olan her şeyi ve hayvanlarını tamamen yok edeceksin.” (tesniye 7/16; 13/15 , ) ve “yavruları gözleri önünde parçalanacak , evleri yağmalanacak,kadınların ırzına geçilecek” (işaya: 15-16)
“müşrikleri nerede görürseniz görün öldürün, yakalayın ,kuşatın, geçit noktalarını tıkayın onların. İbadet ederlerse yollarını açın onların” (tevbe 5 )
Ya da ; “allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin. Eğer aldırmazlarsa o vakit nerede bulursanız onları yakalayın , öldürün ve sakın onlardan veli veya yardımcı edinmeyin” (nisa 89 )
Yani ben nerede sahiplenilirsem karşı tarafın öldürülmesini meşrulaştırıyorum. Yani bir yandan yaratıyorum bir yandan da yarattıklarımı gelin öldürün diye karşı tarafa emirler yağdırıyorum. Sonra da kendinizin yaptığı savaşları, işlediğiniz cinayetleri benim adıma yaptığınızı belirttiğinizde sizi hoş göreceğimi umuyorsunuz. Peki akıl hücrelerinizin biraz daha fazlasını kullanmayı deneseniz de beni düşürdüğünüz çelişkilere asıl kendinizin düştüğünü görebilseniz fena mı olur?
Her türlü üstün yetenek ve yetkiyle donatıp , kıyamete kadar ruhsatlandırdığım “şeytan”ı ; kötülüklerin yaygınlaşması ve günahların işlenebilmesi için insanlığın başına bela edip, sonrada görevlendirdiğim şeytana uyanları cezalandıracağımı ilan ediyorum. Peki hiç düşünmez misiniz asıl “şeytanlık” sizin kötülük eğiliminizin sorumlusu olarak beni görmeniz ve kendi çelişkilerinize beni alet etmeniz. (tesniye 32:41-42) – ( a’raf 11-18 , hicr 28-43 , bakara 30-39 , kehf 50)
Bir yandan “dilediğimi saptırdığımı, dilediğimi doğru yola soktuğumu, iyilik ve kötülüğün benden kaynaklandığını”, ilan etmeme rağmen; “yola gelmeyen bazı toplulukları bu dünyada depremlerle, sellerle yok ettiğimi, diğerlerini öbür dünya da ağır cezalar beklediğini” belirttiğimi iddia ederek beni çelişkiler içerisinde gösterebiliyorsunuz. (bakara 26-247-253-255-272 ,al-i imran 6-13-26-37-40-72-73-74, maide 48-54-117-118 , en’am 17-18-35-39-83-88-89-106-107-111-112-133-137-148-149, a’raf 88-89-100-128-155-156-175-176-188, tevbe 105-106-116, ibrahim 4-10-11-27, yunus 3-25-99-100-107, yusuf 56-74-76-100, ra’d 13-26-27-31-38-39-41)
Birazcık akıl ve vicdan sahiplerinizin ise sonunda ;
“- bütün insanlar özgür, onur ve hakları bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.
– herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.
-yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.
– hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz, kölelik ve köle ticareti her türlü biçimde yasaktır.
– hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.
– herkesin, her nerede olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır.
– herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasanın korunmasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir.” (insan hakları evrensel bildirgesi)
Diye ; sosyal yaşamınızın adil ve barış içerisinde geçebilmesinin doğru kurallarını koyabilirken , bana mal ettiğiniz kitaplarımda ise tam tersine; “her erkeğin başı mesihtir. Kadının başı erkektir. Mesih’in başı tanrı’dır…… Kadın erkeğin yüceliğidir. Çünkü erkek kadından oluşmadı ama kadın erkekten oluştu. Üstelik erkek kadın için yaratılmadı kadın erkek için yaratıldı.” (korintoslulara 1. Mektup 10-11) gibi kadınla erkeğin eşit olmadığını, ya da ;
Din özgürlüğünü tanımayıp bu uğurda öldürmeyi ve savaşı teşvik ettiğimi, “rab” tan başkasına kurban kesenin öldürülmesini emrettiğimi , kadına yarım hisse mirası uygun gördüğümü, şahitliğini yarım saydığımı, erkeğe ‘3 kelime söz’le boşanma hakkı verdiğimi, bu dünya da tüm yasakladıklarımı öbür dünya da sadece erkeklere vaat ettiğimi, kol, bacak kesme cezaları verebildiğimi ve bütün bu çelişkilerle sizlerden daha gerilerde bir irade sergileyebildiğimi bana yakıştırabiliyorsunuz.
(tevrat. Sayılar. 24/8)-(tevbe 5 ,nisa 89, tevbe 19,nisa 95,nisa 104, tevbe 41,hac 78,saff 10-13, nisa 11, bakara 282,talak 1-2, bakara 229-230, maide 33-34, tevbe 123,tevbe 23, tevbe 111,nisa 144, maide 51, nisa139,maide 57, al-i imran 28)
Kendi çelişkilerinizi bana mal etmeyi bırakıp;
Biraz aklınızı kullanmanızı ve akıl kapasitenizi artırmanızı tavsiye ederim…”
Akıl, akıl, akıl
Not;
1-tufan “mit”inin kökeni;
Çok eski çağlarda, insanları yok etmek amacı ile tanrı tarafından büyük bir tufan yapıldığı hikayesinin, yalnız, ilk kutsal kitap tevrat’ta yazılı olduğu sanılıyordu. Fakat geçen yüzyıl içinde george smith’in 1870’ler de babiller’in gılgamış destanının onbirinci tabletlerini bulup,çözümlediği zamandan bu yana tufan öyküsünün bir ibrani yada ilahi bir yaratı olmadığını ortaya koymuştur. George smith babil kaynaklarını incelediği sırada tanrı’nın sözcükleri olarak kabul edilen incilde’ki tufan öyküsünde ki metnin m.ö 17 yy’dan daha yakın bir tarihte yazılamayacağını hatta daha eski bile olabileceğinden bahsetti.daha eski bir zamanda yazılmış yabancı bir hikayeye nasıl bu kadar benzeyebildiği konusunda kafa yordu.özetle smith , israiloğulları’nın babil’de esir düştükleri sırada hikayeyi duyduklarını ve hikayeyi çalıp kendi kitaplarına yerleştirerek sahiplendiklerini iddia etmiştir. Ninive’de yapılan kazılarda çıkan asur kralı asurbanipal’ın kütüphanesi içindeki bir tablette aynı hikaye okununca (1872) büyük bir şaşkınlık yaşanmış ve bu inanç kökünden sarsılmıştı. Gılgamış destanı’nın son kısmını oluşturan bu hikaye, ölümsüzlüğü arayan gılgamış’a, tufandan kurtulup tanrılar tarafından ölümsüzlük verilen utnapiştim tarafından anlatılmıştı.
Buna göre kısaca: insanlar öyle çoğalmıştı ki, tanrılar onların gürültü ve şamatasından uyuyamaz olmuşlar. Bunun üzerine dört büyük tanrı, bu insanları bir tufan ile yok etmeye karar veriyorlar. Bilgelik tanrısı (enki), yarattıkları insanların ortadan kaldırılmasına çok üzülüyor ve şuruppak şehrinde yaşayan utnapiştim’in evinin duvarından seslenerek ;
Tanrıların bir tufan yapmaya karar verdiklerini, bir gemi yapmasını söylüyor. Geminin tarifıni veriyor. Adam söylendiği şekilde gemiyi 7 günde tamamlıyor.utnapiştim geminin içine ailesini, akrabalarını, sanatçıları, kırların evcil ve yaban hayvanlarını dolduruyor. Bu arada altın da almayı unutmuyor. Geminin kapısı kapanır kapanmaz şiddetli bir fırtına ile birlikte yağmur boşanıyor. Sular yalnız gökten boşanmakla kalmıyor, yer tanrıları da yerden fışkırtıyor suları. Tufan öyle azgınlaşıyor ki, onu yaptıran tanrılar bile korkuyor. Bu kıyamet 6 gün 6 gece sürdükten sonra yedinci gün gemi nisir dağına oturuyor. 7 gün bekledikten sonra utnapiştim bir güvercin salıyor dışarı. O konacak yer bulamadığı için geri dönüyor. Daha sonra bir kırlangıç gönderiyor, fakat o da geri geliyor. Son olarak uçurduğu kuzgun geri dönmeyince dışan çıkıyorlar.
Aynı olayın tevrat’ ta ki anlatılışı:
Tevrat’ta (tekvin bap 6-9) bu konu özetle şöyle ;insanlar fena ve bozulmuş olduklarından rab onlan yok etmeye karar veriyor. Nuh, allahı tanıyan, onunla birlikte giden biri. Rab, ona insanlan yok etmek için bir tufan yapacağını, kendisine bir gemi yapmasını söylüyor ve geminin nasıl yapılacağını, içine neler alacağını bildiriyor. Nuh söyleneni yerine getiriyor. Tufan başlıyor ve 40 gün sürüyor. Yeryüzünde her şey yok oluyor. Sular ancak 150 günde azalıyor. Gemi 7. Ayda ve ayın 17. Gününde ararat dağına oturuyor. Tekrar 40 gün bekliyor nuh. Sonra suların tamamıyla çekilip çekilmediğini anlamak için önce bir kuzgun salıyor dışan. O geri gelince bekliyor, bir güvercin uçuruyor. Üçüncü defa gönderdiği güvercin dönmeyince karaya çıkıyorlar. Kurbanlar kesiyor nuh. Rab hoş kokular duyunca artık tekrar tufan yapmamaya karar veriyor. Nuh ile konuşarak bir daha yeryüzünde tufan yapmayacağına ahdediyor.
Tekvin bap 9:12:
Ve allah dedi: benimle sizin ve ebedi devirlerce sizinle beraber olan her canlı mahlukun arasında yapmakta olduğum ahdin alameti şudur: yayımı buluta koydum ve benimle yerin arasında bir ahit alameti olacaktır. Yerin üzerine bulut getirdiğim zaman, yay da bulutta görünecektir.
Nuh 950 yıl yaşadıktan sonra ölüyor. Kurtulan canlılardan ve nuh’un oğullanndan yeni insanlar türüyor.
Aynı olayın incil’ de ki anlatılışı:
Tanrı o sırada var olan ‘dünyayı’, yani yeryü¬zündeki kötü insanların oluşturduğu ortamı küresel bir tufanla yok etmişti ve barışı seven nuh’u ailesiyle birlikte kurtarmıştı. İsa pey¬gamber de şöyle dedi: “nuh’un zamanı nasılsa, insanoğlunun hazır bulunduğu dönem de öyle olacaktır” (matta 24:37-39).
Aynı olayın kuran’ da ki anlatılışı:
Hud suresi, ayet 44:
‘Ey yer, suyu yut, ey gök sen de suyu tut!’ denildi. Su çekilip azaldı, iş bitti, gemi cudi’ye oturdu. ‘Haksızlık yapan millet allah’ın rahmetinden uzak olsun’ denildi.
Mü’minun suresi, ayet 26-29:
Nuh, ‘rabbim beni yalancı çıkarmalarına karşı bana yardım et!’ dedi. Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: ‘gözcülüğümüz altında ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap, bizim emrimiz gelip sular kaynayınca her cinsten birer çifti, içlerinden daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanlar hakkında bana hiç yalvarma. Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır. Sen yanındakilerle o gemiye yerleştiğinde ‘bizi zalimler topluluğundan kurtaran allah’a hamt olsun’ de ve de ki, ‘beni bereketli bir yere indir, sen konuklatanlann en hayırlısısın!’
Şuara suresi, ayet 117-120:
Nuh, ‘rabbim! Kulum beni yalanladı. Artık benimle onların arasında sen hükmünü ver, beni ve beraberimdeki inananlan kurtar!’ dedi. Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri yüklü geminin içinde kurtardık, geri kalanları suda boğduk.
Ankebut suresi, ayet 14, 15:
Ant olsun ki, biz nuh’u kendi kavmine gönderdik de, o, 950 yıl onların arasında kaldı. Sonunda onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi. Ama biz nuh’u ve gemide olanları kurtardık ve bunu alemlere ibret kıldık.
Zariyat suresi, ayet 46:
Bunlardan önce de nuh kavmini helak etmiştik. Çünkü onlar da yoldan çıkmış bir kavimdiler.
2-yerin ve göklerin 6 günde yaratılışı:
Sümer efsanesine göre evrende ilk olarak tanrıça nammu adında büyük uçsuz bucaksız bir su vardı. Tanrıça o sudan büyük bir dağ çıkarıyor. Oğlu hava tanrısı enlil, onu ikiye ayırıyor. Üstü gök oluyor, gök tanrısı onu alıyor, yer olan altı da yer tanrıçası ile hava tanrısının oluyor. Bilgelik tanrısı ile hava tanrısı yeri bitkiler, ağaçlar, sularla donatıyor. Hayvanlar yaratılıyor ve hepsini idare edecek tanrılar meydana getiriliyor.
Tevrat’ ta ki anlatılışı:
Tevrat tekvin 1:2-9.”
Suların yüzü üzerinde allahın ruhu hareket ediyordu: allah ‘suların ortasında kubbe olsun, suları ayırsın’ dedi ve allah kubbeyi yaptı. Altta olan suyu üstte olan sudan ayırdı ve allah kubbeye ‘gök’ ve alttaki kuru toprağa ‘yer’ dedi.” eski ahit/tekvin:bap-1-2/1-31,2-7 “başlangıçta allah gökleri ve yeri yarattı. Ve yer ıssız ve boştu; ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve allah’ın ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu.
Birinci gün: ve allah dedi: ışık olsun ve ışık oldu. Ve allah ışığın iyi olduğunu gördü ve allah ışığı karanlıktan ayırdı. Ve allah ışığa gündüz ve karanlığa gece dedi. Ve akşam oldu ve sabah oldu.
İkinci gün: ve allah dedi: suların ortasında kubbe olsun ve suları sulardan ayırsın. Ve allah kubbeyi yaptı ve kubbe altında olan suları, kubbe üzerinde olan sulardan ayırdı ve böyle oldu. Ve allah kubbeye gök dedi. Ve akşam oldu ve sabah oldu. Üçüncü gün: ve allah dedi: gök altındaki sular bir yere biriksin ve kuru toprak görünsün ve böyle oldu. Ve allah kuru toprağa yer dedi ve suların birikintisine denizler dedi. Ve allah iyi olduğunu gördü)…) ve akşam oldu ve sabah oldu.
Dördüncü gün: ve allah dedi: gündü geceden ayırmak için gök kubbesinde ışıklar oldun.(…) ve akşam oldu ve sabah oldu.
Beşinci gün: ve allah dedi: sular canlı mahlûkatların sürüleri ile kaynaşsın ve yerin üstünde gökler kubbesinin üstünde kuşlar uçsunlar (…) ve akşam oldu ve sabah oldu. Altıncı gün: ve allah dedi: yer cinslerine göre canlı mahlûkları(…)suretimizde benzeyişimize göre insan yapalım(…) ve akşam oldu ve sabah oldu.
Yedinci gün: ve gökler ve yer ve onların bütün orduları imam olundu. Ve allah yaptığı işi yedinci günde bitirdi. Ve yaptığı bütün işten yedinci günde istirahat etti. Ve allah yedinci günü mübarek kıldı. Ve onu takdis etti. Çünkü allah yaratıp yaptığı bütün işten o günde istirahat etti.”
Kuran’ da ki anlatılışı:
A’raf 54 -şüphesiz rabbiniz allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı
Yunus 3 – rabbiniz o allah’dır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra arş üzerine istiva etti (onu hükmü altına aldı), işi tedbir eyliyor. O’nun izni olmaksızın hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte rabbiniz olan allah budur. O’na ibadet ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?
Secde 4 – allah o’dur ki, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerine istivâ buyurmuştur (hakim olmuştur).
Furkan 59 -gökleri ve yeryüzünü ve ikisi arasındakileri altı gün içinde (altı evrede) yaratan sonra da arş’a4 kurulan rahmân’dır. Sen bunu haberdar olana sor!
Hud 7 – o, hanginizin amelinin daha güzel olacağı konusunda sizi imtihan için, henüz arş’ı su üstünde iken gökleri ve yeri altı gün içinde altı evrede) yaratandır.
Bir okuyucudan…
X
Kimden: yasemin <yasemincin@hotmail.com>
Tarih: 8 Temmuz 2014 17:34
Konu: KUR’AN; HİDAYET KAYNAĞI / YOL GÖSTERİCİ! AYETLERİ
Kime: “erzincanli.0024@gmail.com” <erzincanli.0024@gmail.com>

*KUR’AN; HİDAYET KAYNAĞI / YOL GÖSTERİCİ! AYETLERİ*

– Doğruluğundan asla kuşku olmayan bu Kur’an, Allah bilinciyle yaşamak
isteyenler / Allah bilincini içlerinde canlı tutanlar arınmak isteyenler /
korunup sakınanlar / saygılı olanlar için bir kılavuzdur / yol göstermedir
/ doğru yola ulaştırandır / doğru yol göstergesidir. *(BAKARA,2)*
– Kuşkusuz dosdoğru yasa / kılavuzluk Allah’ın yasası / kılavuzluğudur.
*(BAKARA,120)*
– İndirdiğimiz gerçekleri / apaçık delilleri / kanıtları / belgeleri ve
yol göstericiyi / doğru yolu / kılavuz mesajı / anlaşılır biçimde
gösterdiğimiz dosdoğru yolu Kitap’ta apaçık / ayan-beyan gösterdikten sonra
gizleyenleri hem Allah lanetler hem de başka lanetleyenler lanetler.
*(BAKARA,159)*
– Kur’an insanlara yol göstermek / kılavuzluk etmek, iyiyi kötüden,
doğruyu yanlıştan ayırmak / hidayetten kanıtlar getirmek / doğru yolu ve
hak ile batılı birbirinden ayıracak ölçüyü açıklamak / doğruyu ve yanlışı
apaçık ortaya koymak için Ramazan ayında indirildi. *(BAKARA,185)*
– Bu Kur’an, tüm insanlığa bir çağrı / bir açıklama / erdemliler /
korunup sakınanlar / Allah bilinciyle yaşayanlar / Allah bilincini
içlerinde canlı tutanlar için bir yol gösterici / kılavuz / doğruluk
göstergesi ve öğüttür. *(ÂLÎ İMRAN,138)*
– Size Rabbinizden söze dayalı apaçık bir delil / bir beyine / açık
belge, bir hidayet / bir kılavuz / doğruluk göstergesi / bir yol gösterici
/ bir yol gösterme ve bir rahmet / acıma / bir sevgi pınarı / sevgi ve
merhamet kaynağı geldi. *(EN’ÂM,157)*
– Allah elçisini hidayetle / doğru gösterge / doğru yol ve gerçek / hak
dinle gönderdi ki, ortak koşucular hoşlanmasalar da, onların kendi
uydurdukları tüm dinlere üstün kılsın. *(TÖVBE,33)*
– O Kur’an, inanmak isteyenler için, bir rehber / yol gösterici / bir
kılavuz / doğruluk göstergesi / doğru yola ulaştıran bir rehber ve bir
şifadır / sorunları için bir çözüm kaynağıdır / gönüllerine şifa
(kaynağıdır). *(FUSSİLET,44)*
– Ortak koşucuların ve atalarının uydurdukları tüm uyduruk dinlere üstün
kılması için, Allah, elçisini hidayetle / doğruluk göstergesi ve gerçek /
hak dinle gönderdi. *(FETİH,28)*
– Rivayetleri din yapan ortak koşucular hoşlanmasalar da, Allah elçisini
/ Muhammed’i hidayet / doğruluk göstergesi / doğru yol rehberi ve gerçek /
hak din ile gönderdi ki, ortak koşucuların ağızlarıyla uydurdukları tüm
uyduruk dinlerden, Allah’ın dininin üstün olduğunu bildirsin diye.
*(SAFF,9)*
– Biz, dosdoğru yolu gösteren Kur’an’ı / doğruya ve güzele kılavuzlayanı
/ doğruluk rehberi (Kur’an’ı) / doğruluk göstergesini işitir işitmez /
dinleyince ona inandık. *(CİN,13)*
– İnsanlara doğruluk göstergesi / hidayet / doğru yol gösterici
geldiğinde, kendilerini bu yol göstericinin bildirdiklerine inanmaktan ve
Rablerinden bağışlanma dilemekten alıkoyan şey, evvelkilerin / ataların
sünnetini aynen uygulamaları veya başlarına açıkça bir felaketin gelmesini
beklemeleridir. *(KEHF,55)*
– Bu ayetler, inanmak isteyenler için bir kılavuz / yol gösterici /
doğruluk belgesi ve müjdedir. *(NEML,2)*
– Elbette Kur’an bir kılavuzdur / inananlar için bir yol göstericidir /
doğruluk göstergesidir / doğru yolun ne olduğunu gösteriyor ve inananlar
için bir rahmettir / sevgi ve merhamet kaynağıdır / bir sevgi (pınarıdır).
*(NEML,77)*
– Hikmet / bilgelik dolu olan / düşündüren bu Kitap, erdemliler / makbul
kişiler / iyilik ve güzellik sergileyenler / güzel ahlâk sahipleri için bir
yol gösterici / bir kılavuz / bir hidayet / doğruluk göstergesi ve
rahmettir / sevgi ve merhamet kaynağıdır. *(LOKMAN,3)*
– Kimileri, ellerinde bilimsel bir kanıt / Allah’ın indirdiği kılavuz /
yol gösterici / aydınlatıcı bir Kitap olmadan Allah hakkında bilgisizce
tartışır / mücadele edip duruyor. *(LOKMAN,21)*

– İşte bu Allah’ın yol göstermesidir / Allah’ın kendisiyle dilediğini
doğru yola ulaştırdığı, doğru yol rehberidir / işte bu Kitap, Allah’ın
doğruluk göstergesidir, onunla isteyeni doğru yola koyar / bu, Allah’ın
kılavuzudur ki, onunla dilediğini / dileyeni hidayete erdirir.
*(ZÜMER,23)*
– İşte bu Hadis / Kur’an bir rehberdir / yol göstericidir / yol
göstermedir / iyiye ve güzele bir kılavuzdur / doğruluk göstergesidir.
*(CÂSİYE,11)*
– Bu Kur’an, insanların kalp gözlerini açan (bir ışık), içsel kesinliğe
ulaşmış olan bir halk için doğru yola ulaştıran bir rehber / kılavuz / yol
gösterici / doğruluk göstergesi ve bir rahmettir / sevgi ve merhamet
kaynağıdır / Allah’ın (insanlara olan) sevgisinin bir açılımıdır.
*(CÂSİYE,20)*
– Biz, sana bu Kur’an’ı / Kitabı, ortak koşucuların anlaşmazlığa
düştükleri konuları bildiresin ve inanan toplumlara da bir yol gösterici /
kılavuz / doğruluk göstergesi ve bir rahmet / sevgi ve merhamet kaynağı
olması için indirdik. *(NAHL,64)*
– Biz sana bu Kur’an’ı, her şeyi açıklayan bir yol gösterici / her şey
için ayrıntılı bir açıklayıcı / doğruluğa teslim olanlara doğruluk
göstergesi, bir rahmet / sevgi ve merhamet kaynağı / Müslümanlara bir müjde
ve acıma olarak indirdik. *(NAHL,89)*
– Bu Kitap, inanan bir toplum için dosdoğru bir yol gösterici / kılavuz
ve bir iyiliktir / bir rahmettir / Biz iman edecek bir halk için yol
gösterici / sevgi ve merhamet kaynağı / acıma ve doğruluk göstergesi olan
bir Kitap göndermiştik; içindekileri etraflı bir şekilde / bilimsel / ilme
uygun biçimde / en ince ayrıntısına kadar açıklamıştık. *(A’RAF,52)*
– Bu (Kur’an ayetleri) / bu Kitap, Rabbinizden aydınlatmalardır /
Rabbinizden gelen gönül gözleridir / (kalplerinize) Rabbinizden (açılan)
gözlerdir / Rabbinizden gelen göz açıcı belgeler / Rabbinizden vicdanınızın
sesine kulak verme çağrısıdır, inanmak isteyen bir toplum için bir yol
gösterici / doğruya kılavuz ve iyiliktir / rahmettir / sevgi ve şefkat /
merhamet kaynağıdır. *(A’RAF,203)*
– Benden size bir hidayet geldiğinde, kim Benim hidayetime uyarsa o,
sapmaz ve sıkıntıya düşmez / perişan olmaz. *(TÂ HÂ,123)*
– Bu Kur’an, inananlar için bir yol gösterici ve rahmettir. *(YUSUF,111)*
– Allah kimi hidayete erdirirse, doğru yolda yürüyen işte odur.
*(A’RAF,178)*
– Hidayet, Allah’ın kılavuzlamasıdır. *(ÂLÎ İMRAN,73)*
– Selâm, hidayete uyanlaradır. *(TÂ HÂ,47)*
X
KUR’AN; Hidayet Kaynağı / Yol Gösterici Ayetleri
“Grup Yönetici ” <erzincanli.0024@gmail.com>: Dec 02 02:09PM +0200

———- Yönlendirilmiş ileti ———-
Gönderen: yasemin <yasemincin@hotmail.com>
Tarih: 1 Aralık 2014 19:20
Konu: KUR’AN; Hidayet Kaynağı / Yol Gösterici Ayetleri
Alıcı:

*KUR’AN; Hidayet Kaynağı / Yol Gösterici Ayetleri*

• Doğruluğundan asla kuşku olmayan bu Kur’an, Allah bilinciyle
yaşamak isteyenler / Allah bilincini içlerinde canlı tutanlar arınmak
isteyenler / korunup sakınanlar / saygılı olanlar için bir kılavuzdur / yol
göstermedir / doğru yola ulaştırandır / doğru yol göstergesidir.
*(BAKARA,2)*

• Allah’ın izniyle Kur’an’ı, daha önce gelen Kitapları doğrulayıcı
ve onaylayıcı, inananlara / insanlara yol gösterici ve müjde olarak, senin
kalbine indiren / getiren Cebrail / Cibril’dir. *(BAKARA,97)*

• Kuşkusuz dosdoğru yasa / kılavuzluk, Allah’ın yasası /
kılavuzluğudur. *(BAKARA,120)*

• İndirdiğimiz gerçekleri / apaçık delilleri / kanıtları / belgeleri
ve yol göstericiyi / doğru yolu / kılavuz mesajı / anlaşılır biçimde
gösterdiğimiz dosdoğru yolu Kitap’ta apaçık / ayan-beyan gösterdikten sonra
gizleyenleri hem Allah lanetler hem de başka lanetleyenler lanetler.
*(BAKARA,159)*

• Kur’an insanlara yol göstermek / kılavuzluk etmek, iyiyi kötüden,
doğruyu yanlıştan ayırmak / hidayetten kanıtlar getirmek / doğru yolu ve
hak ile batılı birbirinden ayıracak ölçüyü açıklamak / doğruyu ve yanlışı
apaçık ortaya koymak için Ramazan ayında indirildi. *(BAKARA,185)*

• Bu Kur’an, tüm insanlığa bir çağrı / bir açıklama / erdemliler /
korunup sakınanlar / Allah bilinciyle yaşayanlar / Allah bilincini
içlerinde canlı tutanlar için bir yol gösterici / kılavuz / doğruluk
göstergesi ve öğüttür. *(ÂLÎ İMRAN,138)*

• Size Rabbinizden söze dayalı apaçık bir delil / bir beyyine / açık
belge, bir hidayet / bir kılavuz / doğruluk göstergesi / bir yol gösterici
/ bir yol gösterme ve bir rahmet / acıma / bir sevgi pınarı / sevgi ve
merhamet kaynağı geldi. *(EN’ÂM,157)*

• Allah elçisini hidayetle / doğru gösterge / doğru yol ve gerçek /
hak dinle gönderdi ki, ortak koşucular hoşlanmasalar da, onların kendi
uydurdukları tüm dinlere üstün kılsın. *(TÖVBE,33)*

• O Kur’an, inanmak isteyenler için, bir rehber / yol gösterici /
bir kılavuz / doğruluk göstergesi / doğru yola ulaştıran bir rehber ve bir
şifadır / sorunları için bir çözüm kaynağıdır / gönüllerine şifa
(kaynağıdır). *(FUSSİLET,44)*

• Ortak koşucuların ve atalarının uydurdukları tüm uyduruk dinlere
üstün kılması için, Allah, elçisini hidayetle / doğruluk göstergesi ve
gerçek / hak dinle gönderdi. *(FETİH,28)*

• Rivayetleri din yapan ortak koşucular hoşlanmasalar da, Allah
elçisini / Muhammed’i hidayet / doğruluk göstergesi / doğru yol rehberi ve
gerçek / hak din ile gönderdi ki, ortak koşucuların ağızlarıyla
uydurdukları tüm uyduruk dinlerden, Allah’ın dininin üstün olduğunu
bildirsin diye. *(SAFF,9)*

• Biz, dosdoğru yolu gösteren Kur’an’ı / doğruya ve güzele
kılavuzlayanı / doğruluk rehberi (Kur’an’ı) / doğruluk göstergesini işitir
işitmez / dinleyince ona inandık. *(CİN,13)*

• İnsanlara doğruluk göstergesi / hidayet / doğru yol gösterici
geldiğinde, kendilerini bu yol göstericinin bildirdiklerine inanmaktan ve
Rablerinden bağışlanma dilemekten alıkoyan şey, evvelkilerin / ataların
sünnetini aynen uygulamaları veya başlarına açıkça bir felaketin gelmesini
beklemeleridir. *(KEHF,55)*

• Bu ayetler, inanmak isteyenler için bir kılavuz / yol gösterici /
doğruluk belgesi ve müjdedir. *(NEML,2)*

• Elbette Kur’an bir kılavuzdur / inananlar için bir yol
göstericidir / doğruluk göstergesidir / doğru yolun ne olduğunu gösteriyor
ve inananlar için bir rahmettir / sevgi ve merhamet kaynağıdır / bir sevgi
(pınarıdır). *(NEML,77)*

• Hikmet / bilgelik dolu olan / düşündüren bu Kitap, erdemliler /
makbul kişiler / iyilik ve güzellik sergileyenler / güzel ahlâk sahipleri
için bir yol gösterici / bir kılavuz / bir hidayet / doğruluk göstergesi ve
rahmettir / sevgi ve merhamet kaynağıdır. *(LOKMAN,3)*

• Kimileri, ellerinde bilimsel bir kanıt / Allah’ın indirdiği
kılavuz / yol gösterici / aydınlatıcı bir Kitap olmadan Allah hakkında
bilgisizce tartışır / mücadele edip duruyor. *(LOKMAN,21)*

• İşte bu Allah’ın yol göstermesidir / Allah’ın kendisiyle
dilediğini doğru yola ulaştırdığı, doğru yol rehberidir / işte bu Kitap,
Allah’ın doğruluk göstergesidir, onunla isteyeni doğru yola koyar / bu,
Allah’ın kılavuzudur ki, onunla dilediğini / dileyeni hidayete erdirir.
*(ZÜMER,23)*

• İşte bu Kur’an bir rehberdir / yol göstericidir / yol göstermedir
/ iyiye ve güzele bir kılavuzdur / doğruluk göstergesidir. *(CÂSİYE,11)*

• Bu Kur’an, insanların kalp gözlerini açan (bir ışık), içsel
kesinliğe ulaşmış olan bir halk için doğru yola ulaştıran bir rehber /
kılavuz / yol gösterici / doğruluk göstergesi ve bir rahmettir / sevgi ve
merhamet kaynağıdır / Allah’ın (insanlara olan) sevgisinin bir açılımıdır.
*(CÂSİYE,20)*

• Biz, sana bu Kur’an’ı / Kitabı, ortak koşucuların anlaşmazlığa
düştükleri konuları bildiresin ve inanan toplumlara da bir yol gösterici /
kılavuz / doğruluk göstergesi ve bir rahmet / sevgi ve merhamet kaynağı
olması için indirdik. *(NAHL,64)*

• Biz sana bu Kur’an’ı, her şeyi açıklayan bir yol gösterici / her
şey için ayrıntılı bir açıklayıcı / doğruluğa teslim olanlara doğruluk
göstergesi, bir rahmet / sevgi ve merhamet kaynağı / Müslümanlara bir müjde
ve acıma olarak indirdik. *(NAHL,89)*

• Bu Kitap, inanan bir toplum için dosdoğru bir yol gösterici /
kılavuz ve bir iyiliktir / bir rahmettir / Biz iman edecek bir halk için
yol gösterici / sevgi ve merhamet kaynağı / acıma ve doğruluk göstergesi
olan bir Kitap gönderdik. *(A’RAF,52)*

• Bu (Kur’an ayetleri) / bu Kitap, Rabbinizden aydınlatmalardır /
Rabbinizden gelen gönül gözleridir / (kalplerinize) Rabbinizden (açılan)
gözlerdir / Rabbinizden gelen göz açıcı belgeler / Rabbinizden vicdanınızın
sesine kulak verme çağrısıdır, inanmak isteyen bir toplum için bir yol
gösterici / doğruya kılavuz ve iyiliktir / rahmettir / sevgi ve şefkat /
merhamet kaynağıdır. *(A’RAF,203)*

• Benden size bir hidayet geldiğinde, kim Benim hidayetime uyarsa o,
sapmaz ve sıkıntıya düşmez / perişan olmaz. *(TÂ HÂ,123)*

• Bu Kur’an, inananlar için bir yol gösterici ve rahmettir.
*(YUSUF,111)*

• Allah kimi hidayete erdirirse, doğru yolda yürüyen işte odur.
*(A’RAF,178)*

• Hidayet, Allah’ın kılavuzlamasıdır / yürünecek yol, Allah’ın
gösterdiği yoldur. *(ÂLÎ İMRAN,73)*

• Allah kime hidayet verirse / kimleri doğru yola ulaştıracak olursa
/ kimi doğru yola koymuşsa doğru yolu bulan odur / o yolundadır. *(İSRÂ,97)*
Selâm, hidayete uyanlaradır. *(TÂ HÂ,47)*
X
*KUR’AN; Allah’ın Öğütleri Ayetleri*

• Kur’an, sadece Araplara değil, tüm insanlığa öğüt içeren bir
çağrıdır / âlemler için bir hatırlatmadır! *(KALEM,52)*

• Açıkçası, anlatılan bu uyarılar size bir hatırlatma / öğüttür; o
bakımdan, isteyen herkes Rabbine doğru götüren bir yol tutar.
*(MÜZZEMMİL,19)*

• Bütün bunlar, tüm insanlık için uyarıcı bir öğüttür / bir
hatırlatmadır. *(MÜDDESSİR,31)*

• İnkârcılar, öğüt veren bu Kur’an’dan, aslandan ürkmüş sağa-sola
kaçışan yaban eşekleri gibi, neden kaçışıyorlar? *(MÜDDESSİR,49,50,51)*

• Kesinlikle bu Kur’an bir öğüttür / bir hatırlatmadır. Dileyen
herkes ondan öğüt alır. *(MÜDDESSİR,54,55)*

• Bu Kur’an, sizin içinizden doğru / dürüst erdemli davranmak
isteyenlere olduğu gibi, tüm insanlar içinde bir öğüttür / çağrıdır /
uyarıdır / hatırlatmadır. *(TEKVİR,27,28)*

• Eğer öğüt vermen yararlı olacaksa öğüt ver. Allah’a gönülden saygı
duyan kimse öğüt alacaktır. İçi kararmış saygısız olan da öğütten
kaçınacaktır. Öğütten kaçınan saygısız kimse, en büyük ateşe yaslanacaktır.
*(A’LA,9,10,11,12)*

• Hiç kuşkusuz, öğüt alıp şirkten temizlenen ve Rabbinin adını
anarak, sürekli çaba sarf eden kimse mutlu olacaktır. *(A’LA,14,15)*

• Bu Kur’an herkes için bir hatırlatma / bir öğüttür. Dileyen herkes
bu Kur’an’dan öğüt alır. *(ABESE,11,12)*

• Bir müjde ve uyarı olarak / arınmak için çağrıyı ulaştıranlara /
öğüt bırakanlara yemin olsun ki / dile gelin insanoğluna özünü
hatırlatanlar! Uyararak özür bahanesini ortadan kaldıranlar!
*(MÜRSELAT,5,6)*

• Söz verdiğim kıyamet gününün sorumluluğunu taşıyanlara, sen,
Kur’an ile öğüt ver / Kur’an’ı hatırlat. *(KAF,45)*

• Eğer, ortak koşucular düşünseler, bu ayetlerin / işaretlerin
kendilerini yanlış düşüncelerden kurtaracak / engelleyecek en açık uyarı ve
öğüt dolu / bilgelik bulunan haberler olduğunu göreceklerdir. *(KAMER,4)*

• Yemin olsun! Biz, Kur’an’ı düşünülüp öğüt alınması / hatırlama
olsun / anlasınlar diye kolaylaştırdık; o halde yok mu öğüt alıp düşünen /
hatırlayıp anlayan? *(KAMER,17,22,32)*

• Allah’ın uyarısını, öğüdünü ve çağrısını içeren bu hatırlatıcı
Kur’an’a yemin olsun ki, ortak koşucu inkârcılar tam bir büyüklük ve
karşıtlık psikolojisi içindedirler. *(SAD,1,2)*

• Akıl sahipleri ayetlerini / ilkelerini düşünsünler ve öğüt
alsınlar diye, bu şerefli Kur’an’ı sana indirdik. *(SAD,29)*

• Bu Kur’an, onunla insanlara uyarıda bulunasın ve inananlar için de
bir öğüt / hatırlatma olsun diye, Rabbin tarafından sana indirilen bir
Kitap’tır. *(ARAF,2)*

• Bunlar Allah’ın ayetleridir / ilkeleridir, belki onları düşünür,
öğüt alırsınız! *(ARAF,26)*

• Sen ancak o Zikir’e / Kur’an’a uyan / Kur’an’ı can kulağıyla / söz
/ öğüdü dinleyen ve görmediği halde / yalnız başına iken, Râhman olan
Allah’a bilinçli saygı duyan / saygılı olan / Râhman’dan korkan kimseyi
uyarırsın / Râhman’a karşı korku ve titreme içinde olanı uyandırabilirsin.
*(YÂSÎN,11)*

• Size öğüt veriliyorsa bu belâ mıdır?* (YASÎN,19)*

• Muhammed’e vahyedilen ancak Allah’tan gelmiş bir öğüt / hatırlatma
ve (gerçeği) açıklayan apaçık bir Kur’an’dır. Ki o Kur’an ile dirileri /
canlı olanı uyarsın ve ortak koşucu inkârcılar için söylediğimiz azap
tehdidini de açık olarak anlatsın diye indirdik. *(YÂSÎN,69,70)*

• Yemin olsun! Biz, düşünüp öğüt almaları için, buna benzer
örnekleri değişik vesilelerle, tekrar tekrar anlattık / andolsun, onu,
aralarında çeşitli biçimlerde ifade ettik ki öğüt alabilsinler.
*(FURKAN,50)*

• Bu Kur’an, Allah’a saygı duyanlara / Allah’tan korkanlara bir öğüt
/ uyarı / hatırlatma olsun diye, yeri ve görkemli / yüce gökleri yaratan
Allah tarafından indirilmiştir. *(TÂ HÂ,2,3,4)*

• Size Benden bir yol gösterici / hidayet geldiğinde, kim Benim
yoluma uyarsa o sapmaz ve perişan olmaz. Kim de öğütlerime kulak asmazsa /
kim Benim Zikri’mden / Kur’an’ımdan yüz çevirirse, kuşkusuz o da,
sıkıntılarla dolu bir yaşam sürer ve kıyamet günü de onu kör olarak
toplantı yerine getiririz*. (TÂ HÂ,123,124)*

• Rahman’dan kendilerine her yeni öğüt geldiğinde yüz çeviriyorlar /
karşı çıkıp yalanlarlar.* (ŞUARA,5)*

• Ey Muhammed! Biz seni elçi olarak görevlendirdik ve geçmişin
olaylarını sana vahyettik. Rabbinden bir rahmet olarak, olanları sana
gerçek olarak vahyettik / anlattık ki senden önce kendilerine uyarıcı
gelmemiş bir toplumu uyarasın; belki düşünüp öğüt alırlar diye.
*(KASAS,45,46)*

• Yemin olsun! Öğüt alırlar diye, kendilerine çağrıyı / sözümüzü
aralıksız iletip durduk. *(KASAS,51)*

• Biz ortak koşuculara öğüt almaları / hatırlayıp anlamaları /
düşünüp ibret almaları için, gerçekleri / (ayetleri) Kur’an’da her
fırsatta, detaylı / ayrıntılı olarak açıkladık / türlü biçimlerde
anlatıyoruz. *(İSRÂ,41)*

• Bunlar, iman edenler için birer öğüt ve hatırlatmadır / sana
gerçek ve inananlara öğüt ve uyarı / hatırlatma gelmiş bulunmaktadır.
*(HUD,120)*

• Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, bilinçleri şirk
pisliğinden temizleyen bir ilaç / gönülleri rahatlatan bir şifa, inananlara
bir kılavuz / bir yol gösterici / doğruluk göstergesi ve bir rahmet / sevgi
ve şefkat (pınarı) olan Kur’an gelmiş bulunuyor. *(YUNUS,57)*

• Bu Kur’an, tüm dünya halkları için de bir uyarıdır /
hatırlatmadır / bu Kur’an, bütün insanlık için bir öğüttür. *(YUSUF,104)*

• Bu Kur’an tüm insanlara bir hatırlatma / bir çağrıdır / Kur’an
bütün insanlar için bir uyarıdan / öğütten / hatırlatmadan başka bir şey
değildir. *(EN’ÂM,90)*

• Örnekleri düşünüp, doğruya yönelen kimsenin göğsünü, Allah İslâm’a
açarsa, o kimse, Rabbinden bir ışık üzerinde olmaz mı? Allah’ın ayrıntılı
olarak örneklediği bunca öğüde rağmen, kalpleri katılaşmış olanlara
yazıklar olsun. *(ZÜMER,22)*

• Allah, tutarlı, çelişkisiz, uygun olan anlamını, her toplumun
kendisine uygulayabileceği en güzel sözü(Kur’an), çok anlamlı / ara ara
yinelenen en iyi anlatımlı / (hükümleri, öğütleri ve kıssaları) tekrarlanan
bir Kitap halinde indirdi / Allah, sözün en güzelini, bir taraftan ana
temayı sürekli vurgulayarak, diğer taraftan onu benzetmelerle destekleyerek
bir Kitap halinde peyderpey indirdi. Rablerini sayanların / Rablerinden
bilinçle korkanların / Rablerine karşı içlerinde korku ve titreme olanların
derileri / vücutları, Allah’ın bu en güzel hadisini işitince / duyunca
ürperir. Sonra vücutları ve kalpleri Allah’ın verdiği öğütlere karşı /
Allah’ın (sevgisini) hatırlamaları üzerine / Allah’ı anmakla / Allah’ın
Vahyine(Zikrullah) karşı yumuşar, yatışır. İşte bu Allah’ın yol
göstermesidir / Allah’ın, kendisiyle dilediğini doğru yola ulaştırdığı,
doğru yol rehberidir / işte bu Kitap, Allah’ın doğruluk göstergesidir.
Allah her isteyeni ona ulaştırır / Allah onunla lâyık gördüğünü doğru yolda
yürütür. *(ZÜMER,23)*

• Yemin olsun! Biz Kur’an’da insanlara her türden örnekler verdik
ki, herkes düşünüp öğüt alsınlar / hatırlayıp ansınlar. Bu Kur’an’ı Arapça
olarak indirdik ki, belki ortak koşucu Araplar anlarlar da öğüt alırlar ve
Allah’tan sakınırlar / Allah bilincinde olurlar / saygılı olurlar diye.
*(ZÜMER,27,28)*

• Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Kuşkusuz bu Kur’an sana ve
halkına / insanlara bir öğüttür / onur (kaynağıdır) / hatırlatmadır; ondan
sorumlu tutulacaksınız / sorgulanacaksınız!* (ZUHRUF,43,44)*

• Ortak koşucu Araplar anlayıp öğüt alsınlar / düşünsünler diye,
Kur’an’ı Arapça indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık. *(DUHÂN,58) *

• Gözleri Bizim öğüdümüze / Benim Zikrim / Kur’an’ıma karşı kapalı /
perde içinde olan, öfkelerinden onu dinlemeye de tahammülleri olmayan
inkârcılara, o gün cehennemi öyle bir sunarız ki! *(KEHF,100,101)*

• Rablerinden kendilerine ulaşan, söze bürünmüş her yeni öğüt ve
hatırlatmayı / uyarıyı ancak eğlenerek dinliyorlar / hiç ciddiye almazlar.
*(ENBİYA,2)*

• Ey ortak koşucu Araplar / insanlar! Yemin olsun! Size de içinde
öğüt veren ve içinde (gereksinme duyacağınız her türlü ) uyarının bulunduğu
bir Kitap indirmiş bulunuyoruz. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız /
düşünmüyor musunuz? *(ENBİYA,10)*

• Biz onlara öğüt alacakları Kur’an’ı / Zikirlerini / hatırlatma
gönderdik / Biz (bu Kur’an’da) akıllarında (tutmaları gerekli olan her
şeyi) getirdik. Ancak, çokları kendi iyiliklerine olan öğüde / Zikir’e /
Kur’an’a sırt döndüler / gerçekleri hatırlatan (mesajdan) yüz
çevirmektedirler. *(MÜ’MİNÛN,71)*

• Kuşkusuz bu Kur’an, erdemliler / sakınanlar için / saygılı
olanlara / Allah bilincinde olanlara tam bir uyarıcı ve düşündürücü / bir
hatırlatma / bir öğüttür. *(HAKKA,48)*

• Bunda inanan bir toplum için bir rahmet / lütuf ve öğüt /
hatırlatma / sevgimizin bir açılımı vardır. *(ANKEBUT,51)*

• Düşünüp ibret almaları için Allah ayetlerini / belgelerini
insanlara açıklamaktadır / umulur ki / belki öğüt alırsınız diye,
ayetlerini insanlara açıklar ki, düşünüp öğüt alabilsinler! *(BAKARA,221)*

• Bunlar Allah’ın sınırları / öğüt ve uyarılarıdır. Onları göz ardı
etmeyin / Allah’ın ayetlerini ciddiye alın. Kim Allah’ın öğüt ve
uyarılarını göz ardı ederse, işte onlar Allah’ın ayetlerini gizleyenlerdir.
Allah bilmek, öğrenmek isteyen bir topluma ayetlerini açıklar. Allah’ın
buyruklarını / hükümlerini hafife / alaya almayın. Allah’ın size verdiği
nimetini ve size öğüt vermek için, size indirdiği Kitabı ve hikmeti /
bilgeliği düşünün / hatırlayın. *(BAKARA,229,230,231)*

• Allah’ın öğütlerini dinleyin. *(BAKARA,282)* *(ENFAL,1)*

• Bu Kur’an, tüm insanlığa bir çağrı / bir açıklama, erdemliler /
korunup sakınanlar / Allah bilincini içlerinde canlı tutanlar için de bir
yol gösterici / doğruluk göstergesi / kılavuz ve öğüttür.
*(ÂLÎ
İMRAN,138)*

• İkiyüzlüler kendilerine öğütleneni uygulasalardı, onlar için daha
iyi ve daha sağlam olurdu. *(NİSA,66)*

• Bu bir uyarıdır / öğüttür / sadece bir hatırlatma / hatırlatıcı ve
düşündürücüdür. *(İNSAN,29)*

• Yemin olsun! Biz size, her şeyi / gerçeği (bu Kur’an’da), açık
açık / açık-seçik anlatan ayetler / apaçık ilkeler, sizden önce geçmiş
kimselerden örnekler / (ibret alınacak) dersler ve erdemliler / korunanlar
/ saygılı olanlar / Allah bilincini canlı tutanlar için de bir öğüt
indirmiş bulunuyoruz. *(NÛR,34)*

• Ey inananlar, -erkek,kadın- hepiniz Allah’ın öğütlerine kulak
veriniz ki mutlu olabilesiniz. *(NÛR,31)*

• Onlar, kendilerine öğüt verildiğinde / düşünüp taşınmaya
çağrıldıklarında / hatırlamaya yanaşmıyorlar / düşünmüyorlar / kendilerine
kesin deliller gösterilerek anlatıldığında da, öğüt almazlar, onunla alay
ederler / bir ayetle yüz yüze geldiklerinde, dudak büküp eğleniyorlar.
*(SAFFAT,13,14)*
X
Allah Tasavvuru – KUR’AN – Diğer Kitaplar?!
“Grup Yönetici ” <erzincanli.0024@gmail.com>: Feb 08 03:55PM +0200

———- Yönlendirilmiş ileti ———-
Gönderen: yasemin <yasemincin@hotmail.com>
Tarih: 8 Şubat 2015 15:14
Konu: Allah Tasavvuru – KUR’AN – Diğer Kitaplar?!
Alıcı:

*Allah Tasavvuru – KUR’AN – Diğer Kitaplar?!*

Mevlâna, Dalay Lama, Konficyus, Said-i Nursi, Buda, Marks, Turan Dursun
gibi, “din-maneviyat” konusunda birşeyler söylemiş olanların; kitapları
ilgi ile okunuyor, kabul görüyor ve yalan-yanlış anlatımlarla “din”
konusunda ahkam kesenlerin, anlattıkları dinleniyor da nedense; “Din”in
gerçek sahibi, Evrenin-Sistemin Kurucusu-Yönetip Yönlendiricisi olan
Yüceler Yücesi Yaratıcı Güç / Allah / Tanrı’nın Kitabı; “Din” konusunda tek
gerçek kaynak KUR’AN, aynı ilgi ile okunup, kabul görüp, takip edilip,
araştırılmıyor, anlama özgürlüğünün oluşması için çaba gösterilmiyor?!
İnandığını söyleyen bir taraf, Kur’an’ı anlamadan Arapça okuyup, sevap alma
derdinde! Diğer taraf, uygulamada gördüğü akla-mantığa uymayan
şekilcilikleri Kur’an’dan emir(!?) zannedip ve de aşağı tabaka-avam
uygulamaları basitliğine indirgeyip, tümden karşı gelerek reddetmekte!
Bakın her iki taraf da, Kur’an’ın içeriğinden habersiz!!!

Çok kârlı bir satış olan ve boş bırakılan bu alanı da, din işinden
nemalanmak isteyenler(tarikat-cemaat-dergâh;
hoca-şeyh-şıh-pir-hazret-prof.ünvanlı hikaye, rivayet anlatanlar vb.)
doldurmuş bulunmaktadırlar. Bu din satıcıları/dîni, kendi sapkın
düşüncelerini empoze etmek için kullananlar; sürekli bir korku kültürü
içinde, din ve Allah tanıtımı yapmaktadırlar. Allah’ı, yakan, taş eden,
sürekli cezalandıran bir yaratıcı olarak tanıtıp korkutuyorlar ki,
sorgulama yapılamasın. Para karşılığı yaptıkları bu işle; herkesi,
görüntüsüne ve kendi işine gelip-gelmediğine bakıp, Allah adına/yerine
hemen cehenneme, ateşe yolluyorlar. Tabii ki, Allah’ın azabı da, ateşi de,
cehennemi de var ama zalimlere! Zalimlerin de kimler olduğunu, farklı pek
çok ayetinde tanımlıyor. Üstelik ateşe/cehenneme, herkes kendini, kendi
yaptıklarıyla, seçimleriyle götürüyor.

• Kendi elleriyle kendi kuyularını kazdılar / sonunda yaptıklarının
cezası kendilerine isabet etti. *(Nahl,34)*

Küçücük çocukları “Allah yakar, taş eder” diyerek, korku kültürü içinde
yetiştireceğimize; “Allah, sevgisi ve şefkati ile sarıp kucaklar, sizler
iyi-ahlâklı-dürüst-çalışkan-üretken insanlar olmaya çabalayın ama sadece
Allah için çalışın, kula kul olmayın!” diyerek büyütsek, daha sağlıklı
nesillere sahip olmaz mıyız? Bu arada, Allah için çalışma, aslında, insanın
kendisi için çalışması, yani kendi faydasına iş yapmasıdır. Ben demiyorum,
Allah diyor!!!

• Allah için çaba/gayret gösteriyorum diyen kimse, aslında kendisi için çaba
*/*gayret göstermiş olur. *(Ankebut,6)*

Korku kültürü üzerine bina edilmiş bir Allah tasavvuru ile, bu zorlu
yaşam mücadelesini, kendi kendimize ve kendimizi yiyip bitirerek vermeye
çabalıyoruz. Umutsuzluklar, huzursuzluklar, çaresizlikler içinde debelenip
duruyoruz. Birilerinin peşine takılıp, onun rehberliği, ondan duyup
öğrendiklerimizle, onun söylediklerini tek doğru kabul edip, özgürlüğümüzü
kaybetmiş olarak, bu zorlu hayat yolunu yürümeye çabalıyoruz. Gönül/düşünce
sıkıntılarımıza; rehberlik/kılavuzluk edecek, gerçeği öğretecek, ilacımız,
şifamız, çare-umut-güç kaynağımız, huzura kavuşturacak, sevgi ve şefkatle
sarıp kucaklayacak Yaratıcımız; Sözlerinden oluşan Kitabı KUR’AN ile yanı
başımızda, yardıma hazır bekliyor ama bizler, kendileri de yaratılmış, çoğu
ölmüş kişilerin/kulların etrafında dolanıp duruyoruz. Mesnevi’den, Dalay
Lama, Guru, Buda öğretilerinden, risale-i nurlardan, kuantumdan, evrene
mesaj yollamalardan, meleklerden, hacılardan, azizlerden, evliyalardan,
yatırlardan, türbelerden, tasavvuftan, hazretlerden, Bektaşi, Yunus Emre
sözlerinden, okuyup-üfüren hocalardan, muskalardan, cevşenlerden, nazar
boncuklarından ve ölmüş olduğunu unuttuğumuz Peygamberimizin sözleri olduğu
iddia edilen hadislerinden(?!) ve bunları anlatan hocalardan medet umarak;
gönül yorgunluklarımıza şifa olacaklar, dinî/ahlâki hayatımıza yön
verecekler zannıyla oyalanıp duruyoruz. Ya da din konusunda kendi olumsuz
düşüncelerini tek doğru gibi dayatanların etkisinde kalarak, kendi
gerçeğimizin oluşmasına engel oluyoruz. Neden kendi düşüncelerimizle var
olmak için, “Din” de tek gerçek kaynağa, aslına/*KUR’AN*’a bakmıyoruz,
araştırıp anlamaya çalışmıyoruz?!

Hayat, gerçekte; acı, sert, çok zorlayıcı, bazı zamanlar dibe vurdurucu!
Bu zorlu yaşam sürecinin nedenlerini ve dayanma gücümüzün artması için
düşüncelerimize/gönlümüze, şifa/derman olacak çıkış yollarını, çare
kaynaklarını, ilacını, sistemin kurucusu olan Yüce Güç, Kitabı KUR’AN
içine yerleştirmiş.

• Ona yürüyeceği belirgin iki yol/doğruyu ve yanlışı gösterdik.
Fakat o zor olana yanaşmadı/zor yolu aşmaya girişemedi.* (Beled,10,11)*

• Zorluğun yanında mutlaka/kesinlikle/muhakkak bir kolaylık vardır.
Gerçekten, zorluk ile kolaylık iç içedir. Öyleyse, bir işi sonuçlandırınca,
hemen bir başka işe giriş. Ve işlerin için uğraş verirken, yalnızca
Rabbinden iste/arzularını yalnızca Rabbine yönelt. *(İnşirah,5,6,7,8)*

• Allah kuluna yeterli/kâfi değil midir/yetmiyor mu/yetmez mi?!*
(Zümer,36)*

Kur’an’ı tüm ön yargılardan, ön kabullerden kurtulmuş olarak,
sürekli/devamlılık içinde okuyup, anlamak için çabanız arttıkça, Allah
tasavvurunuz da değişmeye başlayacak, Allah’ın sonsuz sevgi-şefkat ile
dopdolu, koruyucu, güven veren, esirgeyen, yardım eden sıfatlarını
hissetmeye ve yavaş yavaş kaygı-korkularınızdan, huzursuzluk, mutsuzluk,
umutsuzluklarınızdan kurtulmaya başlayacak, çözüm yollarını
görebileceksiniz. Allah tasavvuru, Allah kavramı sağlıklı oluşacak,
gönlünüzde/düşüncelerinizde hakettiği yeri bulacak!

• Ey kendilerine yazık ederek/nefislerine karşı haddi/sınırı aşmış
kullar! Allah’ın sevgi ve merhametinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, tüm
günahları affedicidir. Kuşkusuz, Allah çok bağışlayandır, sevgi ve
merhametle dopdoludur/çok esirgeyendir/çok merhamet edicidir. *(Zümer,53)*

• O Kendisinden başka ilah diye bir şey olmayan Allah’tır. O, yarattığı
bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir, engin merhamet
sahibidir/esirgeyendir/çok seven/Rahman’dır, acıyan /bağışlayandır/çok
müşfik olan/Rahîm’dir. O Allah’tır ki, Kendisinden başka ilah/tanrı
yoktur. O, bütün kâinatın hükümdârı, tertemiz, her türlü kötülük, eksiklik,
kusurdan uzak; sapasağlam, güven veren, gözetici, koruyucu, doğrulayıcı ve
güvenilir, en üstün, en güçlü, en şerefli, ihtiyaçları gideren, işleri
düzelten, derman verendir. Tüm en güzel isimler Allah içindir.
*(Haşr,22-23-24)*

• Rabbine iman eden/güvenen bir kimse, hiçbir zaman haksızlığa ve
sıkıntıya uğrama korkusu taşımaz/o hakkının eksik verilmesinden/aptal
yerine konmaktan, kendisine aşırı yük yüklenilmesinden korkmaz. *(Cin,13)*

• Allah’ın rahmetinden/sevgi ve merhametinden/vereceği ferahlıktan umut
kesmeyin. İnkârcı topluluklardan başkası, Allah’ın rahmetinden umut
kesmez/Allah’ın sevgi ve merhametinden ümidini kesenler ancak
kâfirlerdir/Allah’ın ilahlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerdir.
*(Yusuf,87)*

• *Kim Allah’ın Kitabı’na sarılırsa dosdoğru yola iletilmiştir. (Âlî
İmran,101)*