TABULARA, TALANA, YALANA BALTA
TABULARA, TALANA, YALANA
BALTA
IRKÇILIĞA, SÖMÜRÜYE, ŞERİATA
HAYIR!..
Sorumlusu: Av. Hayri BALTA
hayri@tabularatalanayalanabalta.com
www.tabularatalanayalanabalta.com
ERENLER-OZANLAR-YAZANLAR 3
İÇİNDEKİLER
A
Abdullah Şirani 14
Ağlamak İsterken Gülenler 16
Aklın İnanca Ve Dogmalara Karşı
Bitmez Tükenmez Mücadelesi… 17
Anne! Anne! 28
Arif’in Tanrı İle Dostluğu 45
Artık Kitapsız Değilim… 30
Âşık İhsanî 2
Aziz Nesin 3
B
Bakın, Dişleri Ne Kadar Güzel! 54
Bayram Duası!.. 46
Beyazıt Ve Bir Şeyh 53
Birilerine Siyasette Etik Davranma Ve Devlet Adamı Olmak Öğretileri 22
Bişr-İ Hafi’den Hikmetli Sözler 15
Boyun Eğmeyen Şiirler 69
Budist Öğretisi 31
C
Cahit Sıtkı Tarancı 29
Cehalet Diz Boyu 42
D
Değerli Tunçsiperimiz, 24
Diyanet İşleri 13
Düşünür Olmak 55
E
Ekrem Vural Uçtu, Uçmakta 70
Erenlerin Anlayışı… 56
Ermişliğin Anlamı 37
F
Fevzi Günenç 20
G
Gavurcuk!.. 65
Gazi Metin 21
Gerçekleri Görebilmek 38
Gerçeği Söylemek 40
Gerçekler Söylenmelidir 48
Gurur Ve İnat 60
Günahım 25
J
Joseph Goldstein 12
H
Hacı Bektaş Veli 23
Halk Ozanı Karamanlı Nevzat 4
Hallaç’ın Öldürülmesine Neden Olan Sözleri 50
Hikmet Nedir? 41
Hz. Emîr Sultan Seyyit Muhammed Buharı (K.S. ) 9 İ
İbrahim Edhem Hazretleri 33
İlâhi Aşk 47
İlahî Yakınlık 49
K
Karanlığı Seçenler 52
Keseyi Doldurmak… 66
Kiminle Konuşabilirim Bugün? 5
Konuşan Kitap 44
Kuddusî Baba 10
Kutsal Emanetler 58
L
Ledün İlmi 35
M
Mehmet Şevket Eygi 7
Mesnevi’den… 1
Muhammed Belhi 11
N
Neler Oluyor Dünyada? 18
Nesimi, Mahzuni, İhsani… 19
Niçin Sorarsın? 26
O
Olgunlaşmak 57
“O’nu Kullukta Arayan Bulamaz 70
Ö
Öğrenme, Sabır İşidir… 61
Öldürenler Şerefli Oldu!.. 62
Öldükten Sonra Dirilmek 34
Ölü’den Ölü’ye İlim Almak 43
P
Perdeyi Kaldırmak İstiyorsan 32
R
Rıza Tevfik Bölükbaşı 27
Ruh Ve Madde 63
S
Sabrın Sonu Selâmettir 39
Ş
Şeyh Bedreddin 68
Şeyh Ebu Said 6
Şeytan… 64
T
Tanrı Velileri 36
Tanrı Bilgisi 51
Ü
Üç Kere Bilge / Hemes’ten Dinle… 59
V
Velî Vasfı 8
Y
Yücelterek Yücelmek… 67
1. MESNEVİ’DEN…
BİRİNCİ CİLT:
1.Dinle bu ney nasıl şikayet ediyor,ayrılıkları nasıl anlatıyor:
2.Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek kadın.. herkes ağlayıp inledi.
3.Ayrılıktan parça parça olmuş kalp isterim ki iştiyak derdini açayım.
4.Aslından uzak düşmüş kişi yine vuslat zamanını arar.
5.Ben her cemiyette ağladım,inledim.Fena hallilerle de eş oldum iyi hallilerle de.
6.Herkes kendi zannınca benim dostum oldu, ama kimse içimdeki sırları araştırmadı.
7.Benim esrarım feryadımdan uzak değildir, ancak her (her) gözde, kulakta o nur yok.
8.Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lakin canı görmek için kimseye izin yok.
9.Bu neyin sesi ateştir, hava değil; kimde bu ateş yoksa yok olsun.
10.Aşk ateşidir ki neyin içine düşmüştür, aşk coşkunluğudur ki şarabın içine düşmüştür.
11.Ney dosttan ayrılan kişinin arkadaşı, haldaşıdır.
12.Onun perdeleri perdelerimizi yırttı.
13.Ney gibi hem bir zehir, hem bir tiryak, ney gibi hem bir hem dem, hem bir müştak kim gördü?
14.Ney kanla dolu olan yoldan bahsetmekte, Mecnun’un aşkının kıssalarını söylemektedir.
İKİNCİ CİLT:
612.Sen bir mekansın, aslın lamekandır. Bu dükkanı kapa da o dükkanı aç.
704.İster bu cihanın aşkı olsun, ister o cihanın aşkı..Hakiki maşukta suret yoktur.
705.Hakikaten surete aşıksan sevgili ölünce onu niye terk ediyorsun?
894.Su kenarındayken suyu sakınan, esirgeyen, ancak ırmağı görmeyendir.
1270.Nasihatimi dinle: Ten, kuvvetli bir bağdır. Yeniyi istiyorsan, eskiden soyun.
2246.Tanrı Kabe’yi kurdu ama kurdu kuralı ona gitmedi. Halbuki bu eve, benim vücuduma o ebedi diri olan Tanrı’dan başka kimse gelmedi.
ÜÇÜNCÜ CİLT:
30.Bil ki bütün alem yiyen ve yenenden ibarettir.
133.Mezara türbe yapmak, üstüne kubbe kurmak, mana sahiplerine makbul değildir.
268.Peygamber “Tedbir sui zandır” dedi. A boş boğaz, her adımı bir tuzak bil.
375.Nefs, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulmana imkan mı var?
1418.Sevgili tek olan sevgiliye derler. Gelişin de ondandır, sonuncu gidişin de ona.
1426.Hülasa, sofi “ibnal vakittir” fakat vakitten de kurtulmuştur, halden de.
1446.Oğul, kimi arayıcı görürsen ona dost ol, önünde baş indir.
1733.Suretle kaim olan bu cihan hakkında da peygamber “uyuyanın gördüğü bir rüya” dedi.
2302.Gafil olma, ara.. ara ki devlet aramaktadır. Gönüle gelen her ferah bir sıkıntıya bağlıdır.
2305.Kimin gönlü illetlerden arınmışsa onun duası ululuk sahibi Tanrı’ya kadar varır, makbul olur.
2435.Zalimi mazlumdan ayırt eden, zulümkar nefsinin boynunu vurmuş kişidir.
2452.Bu kötü zamanede kafir olsun, fasik olsun herkes kendi perdesini kendi yırtar.
2554.Nefsin sağ elinde tespih ve Kur’an vardır ama yeninde de hançer ve kılıç gizlidir.
2597.Kıçının altına taş koymuş adamın harareti nasıl gider, o adam nasıl soğuk alırsa ahmak da sizden harareti, aşkı, iştiyakı çalar, size soğukluk verir.
2983.Alçaklar, cefaya, derde düştüler mi arınır, temizlenirler. Vefa gördüler mi de cefakar olurlar.
Şu halde onların ibadet edecekleri mescit Cehennem’dir, yabancı kuşun ayağını bağlayan tuzaktır.
Zindan da hırsızın, alçak kişinin ibadet yeridir. Orada daima Allah’ı anar durur.
3033.Yüzünü yıkamayan, hurilerin yüzünü göremez. Peygamber “Namaz ancak huzur-u kalple kılınır” demiştir.
3261.Tasavvuf nedir diye bir uluya sordular da dedi ki: “Sıkıntı zamanı gönülde neşe, ferah bulmaktır.
3387.Dudağını yumup söylemeyen, sırrı gizleyebilen, gayb sırrını öğrenebilir.
3418.İnsan pek latif bir içe maliktir. İnsansan bir an olsun onu ara.
3434.Ölüm kimin nazarında tehlike ise” Tehlikeye atılmayın” emri onadır. Fakat birisinin nazarında ölüm, hakikat kapısının açılmasından ibaret olursa ona ..”Haydin, çabuk olun” hitabı gelir.
3448.Sana bir yerden bir töhmet gelse, mutlaka zulmettiğin biri mihnete düşmüş, beddua etmiştir.
3670.Birisi dedi ki “Alemde derviş yok..olsa bile o derviş dervişlik makamına erişmişse yok olmuş demektir.”
3740.Çocuklar gülüp dururlar, bilenlerinse yüzü ekşidir.
3901.Ben, cemadattandım..öldüm, yetişip gelişen bir varlık, nebat oldum. Nebatken öldüm, hayvan suretinde zuhur ettim.
Hayvanlıktan da geçtim, hayvanken de öldüm de insan oldum. Artık ölümde yok olmaktan ne korkayım?
Bir hamle daha edeyim, insanken öleyim de melekler alemine geçip kol kanat açayım.
Melek olduktan sonra da ırmağı atlamak, melek sıfatını da terk etmek gerek. “Her şey fanidir, helak olur..ancak onun hakikati bakidir.”
DÖRDÜNCÜ CİLT:
164…Tanrı suçları örter…örter ama cezasını da verir.
374.Mürit, önden giden, kılavuz olan şeyhi sınamaya kalkarsa eşektir.
405.Lezzetten geçen, gerçi bütün lezzetlere aldırış etmez bir hale gelir ama hakikatte kendisi lezzet kesilir, lezzetten hiç ayrılmaz olur.
408.İnananlar sayılıdır, çoktur ama iman birdir..Cisimler çoktur ama canları tektir.
742.İşbu yüzden güzel sesi dinlemek aşıklara gıdadır..Çünkü güzel ses dinlemede kalp huzuru ve Tanrıyla birleşme zevki vardır.
743.Adamın içindeki hayaller kuvvetlenir, hatta hayaller, o güzel sesten, o güzel nağmeden suretlere bürünür.
744. Suya ceviz atanın ateşi nasıl kuvvetlendiyse aşk ateşi de güzel seslerle kuvvet bulur.
823.Alemde cismimiz,bizim yüzümüzü örtmektedir..Biz samanla örtülü deniz gibiyiz.
847.Ümmetler içinde gizli olan aşk ümmeti, çevresini kınamalar kaplamış cömertliğe benzer.
863.Aşıkların adı sanı, ar-ı namusu terk ettikleri gibi o da malını mülkünü terk etti.
1681.Bedenin ölümü, sır ehli için bir hediyedir.
1866…ahmağa verilecek en iyi cevap sükuttur.
1956.Bu yiyecekleri yavaş yavaş azalt.. Çünkü bunlar eşek gıdasıdır, hür adamın gıdası değil.
1957.Bunları azalt da asıl gıdayı almaya kabiliyetin olsun, nur lokmalarını yiyesin.
2761.Yerle bir olan, bak hele oklara hedef olur mu hiç.
3304.Ey insanlar, sonsuz rahmet her an akmaktadır, fakat siz uykudasınız anlamıyorsunuz.
3317.Belletme mevkii de bir nevi şehvettir ve her çeşit şehvet yolda olana puttur.
BEŞİNCİ CİLT:
Önsöz’den:
Şeriat muma benzer, yol gösterir. Fakat mumu ele almakla yol aşılmış olmaz. Yola düzüldün mü o gidişin tarikattır, maksadına ulaştın mı o da hakikattir.
İnsan oğlu bu yaşayışından geçer, ölür giderse onun için ne şeriat kalır, ne tarikat ne de hakikat.
59.Çünkü yavaşlık, Tanrı ışığıdır. O çabukluksa şeytanın dürtmesinden meydana gelir.
363.Sofi, saflığı dileyen kişidir. Sofilik, sof elbiseyle, terzilikle, yavaş yavaş yürümeyle olmaz.
670.Halbuki benim düşmanım da benim, benden kaçan da ben. Şu halde işim kıyamete kadar kaçmaktır.
672.Bir adam yokluğa erişir, kendisine yokluğu ziynet edinirse, o adamın Muhammed gibi gölgesi olmaz.
680.Beden mumu, şu görünen mumun aksinedir, yok oldukça can nuru artar.
838.Kimi zıddıyla bir araya bir araya koyarlarsa, onu ölüm azabına uğratmış olurlar.
1177.Az söyleyen adamda derin bir düşünce vardır.Söyleme kabuğu arttı mı iç yok olur.
1251.Sevgili dedi ki: Doğru bütün bunları yaptın ama kulağını iyi aç da dinle:
1252.Aşkın ve sevginin aslının aslı olan bir şey var ki onu yapmadın. Bu yaptıklarının hepsi feridir.
1253.Aşık, söyle dedi, o asıl nedir? Sevgili dedi ki ölmek ve yok olmaktır.
1543.Arayanlar için bu gök kubbenin altında bir adettir kodu,sebepler ve yollar yarattı.
1544.Olan şeylerin pek çoğu o adete göre olagelir. Fakat bazı da olur ki kudret o adeti yırtar, kaldırır.
1545.Hoşluk ve tatlılıkla adet, yol yordam kodu ama sonra da o adeti, o yolu yordamı yırttı, adına mucize dediler.
1548.Sebebi yaratan Tanrı ne dilerse yapar. Mutlak olan kudret, sebepleri de yırtar, ortadan kaldırır.
1635.Şarap ırmağını, gamı defetmek, düşünceyi gidermek ve insana kuvvet ve cesaret vermek için üzümden akıttı.
2018.Ey hacamatçı, korkarım beni hacamat ederken Leyla’yı yaralarsın.
2019.Gönlü aydın olan akıllı kişi, bilir ki benimle Leyla arasında fark yoktur.
2035.Firavun, ben Tanrı’yım dedi, alçaldı. Mansur, ben Hakk’ım dedi kurtuldu.
2184.Aşk karşısında kıl kadar bile korku yoktur. Aşk mezhebinde herkes kurbandır.
2185.Aşk Tanrı sıfatıdır. Fakat korku şehvete kapılmış kulun sıfatıdır.
2186.Kur’an’da “Onlar Tanrı’yı severler “ sözünü okudun ya bu söz “Tanrı da onları sever” sözüne eşittir.
2187.Şu halde muhabbeti de Tanrı sıfatı bil, aşkı da. Azizim, korku Tanrı sıfatı olamaz.
2239.Tanrı şarabını içen arifler, sırları bilirler ama örterler.
2240.İşin sırlarını kime öğretirlerse ağzını mühürler, dikerler.
ALTINCI CİLT:
224.Bütün alem, kendi ihtiyarından, kendi varlığından, sarhoşluk alemine kaçmaktadır.
225.Bu suretle herkes, şarap, çalgı gibi şeylere düşer de kendi aklından bir an olsun kurtulmaya çalışır.
232.Yok olmadıkça hiç kimseye ululuk tapısına varmaya yol yoktur.
233.Göklere yücelme nedir? Sır yokluk. Aşıkların yolu da yokluktur, dini de.
797.Tanrı’ya mensup ruh zindandan kurtuldu. Neden elbisemizi yırtalım, niçin elimizi ısırıp duralım?
822.Herkes yokluktan korkar, işte bütün alem bu yüzden yol sapıtmıştır. Halbuki yokluk asıl sığınılacak yerdir.
845.Tanrı için hizmette bulun. Halkın kabul etmesiyle, reddetmesiyle ne işin var senin?
1144.Birisi insanı nakışlarla bezenmiş balçıktan bir suret görür, öbürü ilim ve amelle dolu bir balçık.
1215.Neden çocuk dokuz ayda yaratılmakta? Çünkü padişahların adeti bir şeyi yavaşlıkla yapmaktır.
1228.İhtiyarlıkta Tanrı’m kafire bile hırs vermesin. Bu hırsı Tanrı kime verdiyse ne kötüdür o kul.
1522.Ey zülfikar, kendi varlığının, benliğinin başını kes. Kendinden geç, derviş gibi ol.
Kendinden geçtin, varlığını bıraktın mı ne yaparsan Tanrı yapar. “Sen atmadın, Tanrı attı” hükmüne girersin.
1536.Şeriat dirilerle zenginler içindir. Hiç mezardaki ölülere şeriat hükümleri tatbik edilir mi?
1537.Yoklukla kendilerinden geçmiş olanlar, o ölülerden yüz kat daha ölüdürler.
1538.Ölü bir kere ölmüş, bu alemden geçmiş gitmiştir. Halbuki sofiler yüz taraftan ölmüşlerdir.
1659.Gayb haberlerini dinleyen bir kulak olmasaydı hiçbir muştucu gökten vahiy getirmezdi.
1695.Tanrı her şeyi görür ama huyu örtmektir.
1973.Çünkü şeriat ya Tanrı ihsanına nail olmayı yahut Tanrı kahrından kurtulmayı arar.
1979.Aşıktan daha deli kimse yoktur. Akıl onun sevdasına karşı kördür, sağırdır.
1983.Ey aşk mezhebine giren, yüzünü kendine çevir. Sana meftun olan senden başkası değildir.
2002.Ney gibi iki ağzımız var. Bir ağız O’nun dudaklarında gizli.
2003.Öbür ağız size görünmede, feryat etmede, havaya bir hay huydur salmada.
2004.Fakat can gözü açık olan bilir ki bu baştan çıkan feryat o baştan da çıkmaktadır.
2005.Neyin bu feryadı, O’nun soluklarından, ruhun hay huyu, O’nun hay huylarındandır.
2006.Ney o’nun dudaklarıyla hemdem olmasaydı alemi şekerle doldurabilir miydi?
2017.Ateşli şarabı ver avucuma da ondan sonra benim sarhoşça debdebemi, azametimi seyret.
2041.Ehil olmayanlara sabretmek, ehil olanlara ciladır. Nerede bir gönül varsa sabırla cilalanır.
2344.Kardeş elini duadan ayırma, kabul edilmiş edilmemiş, bununla ne işin var senin?
2596.Adalet nedir? Bir şeyi layık olduğu yere koymak.
2597.Tanrı’nın yarattığı hiçbir şey abes değildir.Kızgınlık, hilim, öğüt, hile..hepsi doğrudur.
1669.Namaz ve yol gösteren ibadet beş vakit olarak farz edildi. Fakat aşıklar daima namazdadır.
3776.Senin senliğinden başka bir sen gizlidir. Bu varlıkla var olup kendini gören kişiye kurban olayım.
4421.Dünya mülkü, bedene tapanlara helaldir. Biz ise zevali dolmayan aşk saltanatına kurbanız.
4608.Ey temiz adam, bu yüzden Cehennem, aşıkın ateşinden ateşinden zayıflar söner.
4609.Cehennem der ki: Ey ulu er, çabuk geç, yoksa ateşinden ateşim sönecek.
Kaynak:
Mesnevi-Mevlana Celaleddin Rumi
Çeviri:Veled İzbudak
+
KAFİR-MÜSLÜMAN AYRIMI KALKMADIKÇA
Yıkılmadıkça bu medreseler, bu kiliseler…
İnsanlık gelişemez hiçbir zaman…
İman küfür olmadıkça, küfür de iman,
Olmaz bir tanrı kulu gerçek bir insan…
Mevlana, 13.8.200
+
Kör cehalet çirkefleştirir insanları.
Suskunluğum asaletimdendir
Her lafa verecek bir cevabım var elbet
Lakin bir lâfa bakarım laf mi diye,
Bir de söyleyene bakarım adam mı diye
+
Ey Hacca gidenler nereye böyle?
Tez gelin çöllerden döne döne.
Aradığınız sevgili burada,
Duvar bitişik komşunuz.
+
Durun gördünüzse suretsiz suretini onun,
Hac da sizsiniz, Kâbe de, ev sahibi de…
(15.1.2006, Aydınlık. Vural Savaş)
+
MEVLANA’DAN AK PARTİLİLERE…
İnsanlar men edildikleri şeye karşı haris olurlar.
Sen ne kadar kadına, “Kendini sakla, örtün!” diye emretsen; onda, kendini gösterme arzusu o nispette fazlalaşır.
Halkta da, gizlendiğinden dolayı, o kadını görmek temayülü o ka¬dar artar.
Şu halde sen oturmuş, iki taraftan bu görmek ve görülmek arzusunu, rağbetini artırıyor ve bununla da onu ıslah ettiğini zannediyorsun.
Bu yaptığın şey, fesat¬çılığın ta kendisidir.
Onda eğer kötü bir işi yapmamak cevheri varsa sen mani olsan da olmasan da, o güzel ya¬radılışına temiz ve iyi huyuna uyacaktır.
Sen merak et¬me. Aklını, işini, gücünü karıştırma. Bunun aksine de olsa o yine kendi bildiği yolda gidecektir.
(MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ. Yusuf Ziya İnan. Çağdaş Yayınevi. Nisan 1978. s. 141)
x
OKUMAKTAN ZARAR GELMEZ
Okumaktan zarar gelmez, oku, ama Lanet okuma!
Emek ver, kulak ver, ama hiç bir zaman Boş verme!
Rakibini geç, sınıfını geç, ama hiç bir zaman Gülüp geçme!
Günlerini say, servetini say, büyüklerini say ama, hiç bir zaman Yerinde sayma!
Yaklaş, konuş, tanış, ama Uzaklaşma!
Hedefe koş, serhada koş, yardıma koş, ama Ortak koşma!
Paranı ver, gönlünü ver, canını ver, ama Sırrını verme!
Elini aç, gözünü aç, kalbini aç, ama Ağzını açma!
Zulmü devir, nefsi devir, ama Can devirme!
Mal al, akıl al, ama Beddua alma!
Eşini sev, işini beğen, aşını beğen, ama Kendini beğenme!
Davet et, hayret et, affet, tövbe et, ama İhanet etme!
Satıcı ol, alıcı ol, kalıcı ol, bulucu ol, ama Bölücü olma!
Ne yap, ne yapma, itil, atıl, ama Satılma!
Seslen, uslan, ama Yaslanma!
Doğrul, devril, ama Eğilme!
MEVLANA
(Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu’nun 6.4.2010 tarihli iletisi…)
2. ÂŞIK İHSANÎ
GELEN VAR
Düzenbazlar ellediler devleti
Talan var ha beyler, talan var talan
Demokrasi türküleri söylenir
Yalan var ha beyler, yalan var yalan
Onun asıl sahibine tek haber
Vermeden sattılar vatanı yer – yer
Bir hiç iken iki yılda milyoner
Olan var ha beyler, olan var olan
Bir yandan ezilmiş halk zarı – zarı
Hayali, rüyası arpayla darı
Öte yandan milyonları dışarı
Salan var ha beyler, salan var salan
Böyle boş başına bu gidiş nere
Milletin sırtında kol gere gere
İşsizlikten yana her gün bir kere
Ölen var ha beyler, ölen var ölen
Başkaları çıkıp giderken aya
Biz hâlâ bekleriz göl tutsun maya
Bu gidişi ta kökünden yıkmaya
Gelen var ha beyler, gelen var gelen
Dünden Bugüne AŞIK İHSANî.
MAY Yay. 1. Basım 1976, s. 117
BICAK KEMİKTE
Ne günlere duruyorsun arkadaş
Yürü kalk olanca hızınla yürü
Bıçak geldi ta kemiğe dayandı
Karınla oğlunla kızınla yürü
Sözüm sana işçi kardeş bak dinle
Gün bugündür yürü zaman seninle
Ayağından kesilirsen elinle
Olmazsa dişinle dizinle yürü
Sen işsiz kardeşi sen benim gülüm
Böyle yaşamaktan iyidir ölüm
Yürü, kahrolası kuru bir dilim
Ekmeğe sattığın gözünle yürü
Sen köylü kardeşim yarınki güne
Hazırla kendini itilme düne
Yürü senden olmayanın üstüne
Dört yılda bir kesin sözünle yürü
Sen yazar kardeşim dava derinde
Yürü vuruş yan safların birinde
Şu kaba güçlerin her seferinde
Başında patlayan yazınla yürü
Sen terlikçi dostum bir daha yine
Düşman hançer indirmeden derine
Sen onun alnının orta yerine
Çekin örsünle bizinle yürü
Aşık İhsani, Bıçak Kemikte, Berfin yayınları,
Birinci Basım. Eylül 2002, s. 116,117
DİLEKÇE
Ben ne hırsız ne düzenbaz ne katil
Ne bir polis şefi ne de valiyim
Ben beni bileli derman arayan
Yoksul halkın derdi ile doluyum
Sen bay savcı suçlu ara onu bul
Ben kendi çağımda çoğu kula kul
Çoğu sakat çoğu öksüz çoğu dul
Olanların şairiyim diliyim
Türkü demek suç mu oldu, bu mu hak
Al götür dişini başka yere tak
Ben ne bir maşayım ne de bir uşak
Ben halkım, halkımın kendi malıyım
Benim baskılardan yılmadığımı
Üç beş oy’a namaz kılmadığımı
Kürtlerin düşmanı olmadığımı
Herkes bilir, şu dünyada belliyim.
Âşık İhsanı, BIÇAK KEMİKTE,
Birinci Basım. Berfin yayınları, s. 84
+
BICAK KEMİKTE
Ne günlere duruyorsun arkadaş
Yürü kalk olanca hızınla yürü
Bıçak geldi ta kemiğe dayandı
Karınla oğlunla kızınla yürü
Sözüm sana işçi kardeş bak dinle
Gün bugündür yürü zaman seninle
Ayağından kesilirsen elinle
Olmazsa dişinle dizinle yürü
Sen işsiz kardeşi sen benim gülüm
Böyle yaşamaktan iyidir ölüm
Yürü, kahrolası kuru bir dilim
Ekmeğe sattığın gözünle yürü
Sen köylü kardeşim yarınki güne
Hazırla kendini itilme düne
Yürü senden olmayanın üstüne
Dört yılda bir kesin sözünle yürü
Sen yazar kardeşim dava derinde
Yürü vuruş yan safların birinde
Şu kaba güçlerin her seferinde
Başında patlayan yazınla yürü
Sen terlikçi dostum bir daha yine
Düşman hançer indirmeden derine
Sen onun alnının orta yerine
Çekin örsünle bizinle yürü
Aşık İhsani, Bıçak Kemikte, Berfin yayınları,
Birinci Basım. Eylül 2002, s. 116,117
+
ÂŞIK İHSANİ YAŞAMINI YİTİRDİ
(Cumhuriyet, 22.9.2009)
Devrimci ozan Aşık İhsanî ölmüş de, torağa verilmiş de bizim haberimiz yok.
Ne televizyonlarda, ne radyolarda, ne de basında ölümünden söz edilmemiştir. Oysa bu şair 1970’li yıllarda genç yaşlı bütün devrimcilerin sazı sözü olmuştu…
Aşık İhsanî, Adalet Partisi ve Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminde iktidarları sallamıştır. Hemen hemen yazdığı her şiir savcılarca takibe uğramıştır. Hakkında çeşitli davalar açılmış ve hapislerde yatmıştır.
Savcılara hitaben yazdığı şiirin ilk kıtası şöyledir:
“Sen savcı bey suçlu ara onu, onu bul
Ben kendi çağımda çoğu kula kul
Çoğu sakat, çoğu yetim, çoğu dul
Olanların şairiyim, diliyim.”
Aşık İhsanî’den söz edince sevgilisi ve sonra karısı Güllüşah’tan söz etmemek olmaz. Karı koca bu iki âşık ellerinde sazı Türkiye’yi köy köy dolaşmışlardır. Sazları ile, sözleri ile, devrimci şiirleri ile halkın uyanışını sağlamışlardır. Avrupa’daki işçilerimize kadar uzanmışlardır.
YAZACAĞIM!
Yazacağım, bu can tende
Durana dek yazacağım
Eşitsizlik zincirini
Kırana dek yazacağım!
Günüm çıkasıya dardan,
Haber gelesiye yardan
Vurguncuyu şah damardan
Vurana dek yazacağım!
Ağalığın çöküşünü,
Gür suların akışını,
Fakirliğin kalkışını
Görene dek yazacağım!
Sorumluyum ben çağımdan,
Düz ovamdan, dik dağımdan,
Sömürgen’i toprağımdan
Sürene dek yazacağım!
Halkım uyanmasın diye
Gerçekler gizlenir, niye?
Anayasam raftan köye
Girene dek yazacağım!
Aşık İhsanî bu devrimci, halkçı, şiirlerini:
AĞALI DÜNYA,
AŞIK İHSANÎ KİMDİR (Ayhan Yetkiner)
BAKALIM HELE,
BAK TARLANIN TAŞINA,
DÜNDEN BUGÜNE,
OZAN DOLU ANADOLU,
YAZACAĞIM adlı kitaplarında toplamıştır. 1970’li yıllarda yazdığı bu kitaplardaki şiirler halen güncelliğini korumaktadır.
Aşık İhsanî, Aşık Mahzunî, Aşık Hasan Gören (Kul Hasan) Aşık Hüseyin Çırakman, Aşık Nesimi Çimen daha birçok halk ozanı 1966 yıllarda halkın sesi olmuşlardı ve ülkemiz yüzeyinde bir devrimci hava estirmişlerdi.
Aşık ihsanî’nin sevgili karısı Güllüşah’tan çocukları da olmuştur. Sonra ne oldu ise oldu bu evlilik son buldu. Güllüşah’tan sonra 27’e yakın evlilik yaptı ise de mutluluğu yakalayamadı Sonunda da uzun süren bir hastalıktan sonra bu büyük devrimci halk ozanı sessiz sedasız ve yoksulluk içinde yaşama gözlerini yumdu.
İki büyük şair Aşık Mahzuni Şerif ve Aşık İhsanî arka arkaya göçüp gittiler. Göçüp gittiler ama halkçı, devrimci şiirleriyle halkımızın gönlünde yer ettiler.
Anıları önünde saygı ile eğilir yakınlarına, sevenlerine başsağlığı dilerim…
Av. Eren Bilge Balta, 22.4.2009
X
ÂŞIK İHSANÎ: DEVRİMCİ ÂŞIK GELENEĞİNİN İLK TEMSİLCİSİ
“Âşık İhsanı, 1960’lann bur¬cu hurcu devrim kokan orta¬mında; sosyalistlerin, devrim¬ci sendikaların, üniversite gen¬çliğinin yıldızıydı. Toplantılarda sahneye çıktığı zaman ortam elektriklenir, alkıştan yer gök in¬ler, kıyamet kopardı. Omuzla¬rına dökülen saçları, göğsünü döven sakalı, köy işi giysileriy¬le; sazı, sesi, türküleri, şiirleriyle ortalığı birbirine katıyor, girdi¬ği her yerde coşku yaratıyor¬du…” İlhan Selçuk ağabeyin İhsanı ile ilgili bu saptamaları¬na katılmamak olanaksız.
196O’lı yıllar Türkiye’de sınıf mücadelesinin yükseldiği yıl¬lardır. 27 Mayıs hareketinin getirdiği göreceli demokratik ortam, 1961 Anayasası’nın getirdiği demokratik açılımlar, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 15 milletvekiliyle parlamento¬ya girmesi, Türkiye’de sosya¬list düşüncenin serpilip geliş¬mesinde önemli sıçramalar yapmıştır.
Âşık ihsanı de sosyalist dü¬şünceyi seçince halk şiiri dün¬yasına bir bomba gibi düşmüş ve devrimci sosyal yaşamda, geniş yankı bulmuştur… Onun her şiiri ve her türküsü üniver¬site gençliğinin direnişlerinde ve üniversite işgallerinde, iş¬çilerin grevlerinde ve köylüle¬rin toprak mücadelesinde yan¬kılanmış ve devrimci marşlar olarak duyulmuştur.
Daha piyasa halk ozanı ola¬rak adlandırıldığı yıllarda yaz¬dığı sıradan dizelerde “Kars’ı Kağızman’ı Erzurum Van’ı do¬laştım Güllüşah hep senin için” demiştir.
Ya da o yıllardaki ülkeyi yö¬netenler için kaleme aldığı bi¬linçsiz yıllarında yazdığı “Evvel Allah sonra Adnan Menderes” şiirleriyle ki yıllar sonra buna benzer yaptığı yanlışla¬rın özeleştirisini yapmıştır.
Daha sonra sınıf mücadele¬sinin önemini kavrayan İhsanî, şiirlerinde bu mücadelenin önemini sergilemeye başlar, iş¬te 15-16 Haziran büyük işçi di¬renişine yazdığı şiir:
“Düş değil bu hayal değil heh heyt be hey
Yetmiş bin dev işçim kalktı yürüdü.
Kokuşmuş düzene sahip çı¬kanın
Alnının çatına baktı yürüdü.
Yeter demek için patron kâ¬rına
Dev adımlar selam yazdı ya¬rına
İş başından cadde ortalarına
Kükreyen sel gibi aktı yürü¬dü…”
İhsanî köylü sorunlarına kar¬şı da kayıtsız değildir. İşte köyle ilgili yazdıkları:
“Şu yoz köyde üç şey bana dert oldu
Bir tahsildar bir tefeci bir ağa
Yüreğime inmeleri sert oldu
Bir tahsildar bir tefeci bir ağa…”
İhsanî, son şiirlerinden biri¬ni de Uğur Mumcu’nun kat¬ledilmesinden sonra yazmıştır:
UĞURUMUZA
Türkiye’nin Uğur’una
Vurulur mu vurulur mu
Vurulsa da Türkiye
Durulur mu durulur mu?
Vuran pis örgütün biri
İnsanlığın bir yüz kiri
Faşizmin paslı zinciri
Kırılır mı kırılır mı?”
Âşık İhsanî yazdıklarıyla bü¬yük halk ozanları gibi ölüm¬süzlüğe adım atmıştır.
(Hüseyin Kıvanç, Cumhuriyet, 25.4.2009)
x
3. AZİZ NESİN
ATAM İZİNDEYİZ!
Atam hâlâ yaşıyorsak
Edepsizlik sayesinde
Altı oku soruyorsun
Politika dehlizinde
Hele partin senden sonra
Devrimlerin tavizinde
Vasfedeyim halimiz
Kalemime ver izin de
Yobazlarla gericiler
Onlar bizden daha zinde
“Atam, Atam…” derler ama
Bir adınız var sizin de
Halkçılıkla devletçilik
Anlatamam çok hazin de
Çoktan beri sahteciler
Ağır çeker her vezinde
Tek umut var
O da Amerikan dövizinde
Sanayide henüz daha
Cafer için lâzım diye
Sorma Atam halimizi
Hal mi kaldı anlatacak
İşte geldik dizindeyiz
Amerikan bezindeyiz
Yata yata çok yorulduk
Tatil yaptık izindeyiz
Geçeceğiz Avrupa’yı
Ama şimdi izindeyiz
Hocamız var, hacımız var
Uçan kuşa borcumuz var
Eloğlunun ağzındayız
Bahar yaz kış izindeyiz
Evet doğru söylemişsin:
“Türk Milleti çalışkandır!”
Biz de senin izindeyiz
Dinlemekten yorulduk da
Onun için izindeyiz
Zinde kuvvet diye söz var
Kimse bilmez adresini
Ah izindeyiz, vah izindeyiz
Bu gün değil bu yıl değil
Çoktan beri izindeyiz
İlerledik Atam öyle
Şimdi görsen tanımazsın
Amerikan tarzındayız
Arasan da bulamazsın
Seksen yıldır izindeyiz…
Aziz Nesin, Star, 26 Kasım 2003
4. HALK OZANI KARAMANLI NEVZAT
YABANCI HAYRANI KIZLARIMIZA…
Atatürk’ü sevmez, nefret edermiş,
Humeyni hayranı kızımız bizim.
Özgürlük yerine manda istermiş,
Bunları da gördü gözümüz bizim.
Tarihi bilmiyor fikir veriyor,
İngiliz ipine umut seriyor.
Saçma sapan savla sinir geriyor,
Öfkeden kızardı yüzümüz bizim.
Demek öyle, kim güçlüyse ona uy,
Irak’a bak, Müslüman’san utanç duy.
Emperyalistlerde değişmiyor huy,
Kulağa küpedir sözümüz bizim.
Kızımız özel bir hukuk istiyor,
Dine dayanmalı yasamız, diyor.
Millet isyanlarda ‘olamaz’ diyor,
Bu kadar kara mı yazımız bizim.
Bunlar böyle fikri nereden bulur?
Hangi kitap, hangi hocadan alır?
Bu kadar cehalet tahsille olur,
Ne oldu eğitim tezimiz bizim?
Ulus bilinci yok, ümmet kafalı,
Aklı başkalaşmış türban takalı.
Bitleri kanlanmış AB çıkalı,
Beyninden silinmiş izimiz bizim.
Kızım kendine gel, sabrı sınama,
Düşman övüp, Kemalizmi kınama.
Laik sistem ile kumar oynama,
Çağdaş adalettir kozumuz bizim.
Biz bu cehaleti kökten yıkarız,
İstersek Samsun’a yine çıkarız.
Bulur meşaleyi tekrar yakarız,
Nevzatlarda gizli közümüz bizim.
Halk Ozanı Karamanlı Nevzat
Halk ozanımız Karamanlı Nevzat, Atatürk’ü sevmeyen kızlarımıza ince ince dokundurmuş…
(Bir okurumuzdan… Kendisine teşekkür…)
Av. Eren Bilge BALTA, 24.6.2008
5. KİMİNLE KONUŞABİLİRİM BUGÜN?
Kiminle konuşabilirim bugün?
Arkadaşların içi kötü,
Bugünkü dostlar bilmiyor sevmeyi.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Yürekler doymak bilmiyor,
Herkes arkadaşının malını çarpmakta.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Aklı başında adamlar öldü gitti,
Vur kır sardı herkesin yüreğini.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Melek yüzlerinin altında şeytanlıklar,
İyilik her yerden kovuldu artık.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Yürekler doymak bilmiyor,
Kimse onur duymaz yüreğimden ,
Kiminle konuşabilirim bugün?
Doğru insanlar yok artık,
Yeryüzü kötülük edenlere bırakıldı.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Artık dost most kalmadı.
İnsan içini, gidip bilmediği birine açmalı…
Kiminle konuşabilirim bugün?
Sarıyor dünyayı kötülük…,
Bir türlü sonu gelmiyor!
(4000 Yılık Anonim bir şiir…)
DÜŞÜN-BİL DERGİSİ’NDEN
X
6. ŞEYH EBU SAİD
Şeyh ebu Said söylüyor:
– O’nu kullukla arayan bulamaz. O’nu O’nunla arayan bulur.
(Tevhidin Sırları. Muhammed ibn münevver. Kabalcı yayınevi. 1. Baskı. s. 294)
X
7. MEHMET ŞEVKET EYGİ
“Dindarlık lafla, edebiyatla olmaz.
Dindar ki¬şi asla haram yemez, dürüstlükten kıl kadar ay¬rılmaz, halkı aldatmaz, yalan söylemez, verdiği sözü çiğnemez ve emanetlere hıyanet etmez.
Gerçek dindar, sefaletten ölmeyi tercih eder ama haram parayla geçinmeyi hele zenginleşmeyi hiç düşünmez.
Bizi agresif dinsizler, kefere, fecere, İslam ve Müslüman düşmanları mahvediyormuş… Hayır, hayır! Bize içimizdeki münafıklar, din sömürü¬cüleri, mukaddesatı maddi menfaate tahvil eden alçaklar en fazla zarar veriyor.
Müslümanlara uyanın diyorum.”
Mehmet Şevket Eygi, 11 Mart 2008 tarihli Milliyet’teki Melih Aşık köşesinden..
+…
Not:
Demek ki neymiş, kimmiş?
“Bizi mahvedenler; içimizdeki münafıklar, din sömürü¬cüleri,
mukaddesatı maddi menfaate tahvil eden alçaklar mahvediyormuş…
EBB, 1.4.2008
X
8. VELÎ VASFI
İbrahim Hakkı Hz.nin dilinden velî vasfı.
“Ey aziz!
Ulu kişiler demişler ki:
1. Halkın kimi dünyalıktır: Bunlar dünya; zevku safalarına dalmış, ona bağlanarak ayrılmamışlardır…
2. Kimi ukbâlık (Öbür dünya, ahret) tır: Bunlar da âhiretin uçmaklarındaki benzersiz hayatına vurularak saklanmışlardır.
3. Kimisi de ehl-i mânâdır: Bunlar bir kısım uyanık ve seçkin ki¬şiler, ermişlerdir ki ikisine de iltifat etmemiştir. Rızaüllah ile meşgul olup onun sevgisiyle yetinmişlerdir. O bahtiyar¬lar ebedî saadeti burada bulmuşlardır.”
VELİLERİN BAHÇESİ. Bedri Özbey. Tan Matbaası. İst. 1968. s. 52
X
9. Hz. EMÎR SULTAN SEYYİT MUHAMMED BUHARI (K.S. )
CANIM İÇİNDE CÂNÂNI BULDUM.
«Derdi olan gelsin, dermanı buldum,
Canım içinde cânânı buldum.
Canlar mezat olmuş tellâlda gezer,
Cevherler saçan dükkânı buldum.
Zerrece cihan görünmez gözüme,
Hak’ka karşı duran dîvânı buldum.»
VELİLERİN BAHÇESİ. Bedri Özbey. Tan Matbaası. İst. 1968. s. 156
X
10. KUDDUSÎ BABA
ARADIĞIN SENDE
«.Gam çekme gönül, vuslat-ı cânâna erersin,
Sonunda bunun, zevk-i sefasını sürersin.
Sen, sende ara Hak’kı, hemen gezme yaban’da,
Kendinde iken, sen anı gayrı’da ararsın…
Her şam-ü seher âh-ü figân eyle ki, bir gün
Dost bahçesinin güllerini sen de derersin…
Nâ ehl’e sakın derdini bildirme, hazer kıl,
Pes şîşe-i esrarını elinle kırarsın.
Bîçâre gönül, kadrini var şöylece bil kim,
Kuddusî sedef, sen onun içinde cevhersin!»
(VELİLERİN BAHÇESİ. Bedri Özbey. Tan Matbaası. İst. 1968. s. 41)
+
BU SÖZLER KUDDUSİ BABANINDIR:
(Kuddusi Baba: Siyah olarak belirlediğim dizelerinde “Aradığın sende!” demektedir.)
Ne var ki ham ervahlar, ervahi habiseler
Bu gerçeğin bilinmesini istememektedir.
İnsan oğlu Tanrı bilgisine ermeden,
Tanrı’yı “Kendisi ile kalbi arasında bilmeden” (K. 8/24)
Kötülüklerden kendini alamaz.
Ne demiş atalarımız: “Kendini bil kendini;
Kendini bilmezsen patlatırlar enseni…”
Av. Eren Bilge Balta, 15.8.2008
X
11. MUHAMMED BELHİ
Muhammed Belhi; dalga dalga Hacca gidenlere baktı ve mırıldandı:
“Şu dalga dalga insan hali ne tuhaf! Hayranım onlara!…
Dereler, denizler, çöller ve dağlar aşıp geliyorlar. Allah’ın evini ve orada Nebilerin izlerini görmek için…
Halbuki nefis sahralarını aşabilselerdi, orada doğrudan doğruya Allah’ın izini göreceklerdi.”
(HALKADAN PARILTILAR. Necip Fazıl Kısakürek. Türk Neşriyat Yurdu Yayınları. 1954. s 53 )
X
12. JOSEPH GOLDSTEİN
TUTSAK OLMAK
Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır.
Hindistancevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır.
Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner ama kaçamaz. Aslında bu maymunu, tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece onun kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır.
Joseph Goldstein
Tansel Semir’den, 3.6.2008
X
13. DİYANET İŞLERİ
DİYANET: 1923 ZİHNİYETİ YAZIK Kİ DEVAM ETMEDİ
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Şevki Aydın, Türkiye’deki İslam algısı, din tasavvuru konusunda ciddi bilgisizlik olduğunu söyledi.
Din konusundaki cahilliğin sadece halkta olmadığını aydınların da dini konuda bilgisiz olduğunu belirten Aydın, bunun Türkiye’ye özgü bir durum olduğunu savundu.
Son günlerde öğretmen – imam karşıtlığının gündeme getirildiğini anlatan Aydın, bunun çok tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini söyledi.
Cumhuriyeti kuran zihniyetin dini hiçbir zaman bir kenara bırakarak yürümeyi düşünmediğini belirten Aydın şunları söyledi:
“Cumhuriyeti kuranlar, ‘Dini doğru, sağlıklı bilen, çağı doğru kavramış ve ona göre dini öğretebilen din görevlilerini yetiştirelim’ demişler; ama ne yazık ki, atılan bu temeller üzerinde mesele sürdürülmedi.
İlahiyat fakültesi, İmam Hatip okulları kapandı ve öğretmen yetiştirme faaliyetimiz devam ederken, din görevlisi yetiştirme faaliyetine son verildi. Bu da din görevliliği hizmetini cehalete, bilgisizliğe havale etmek demek.
Dini yıllarlarca bilgisizliğe bıraktık.” (Hürriyet, 9.6.2008)
X
14. ABDULLAH ŞİRANİ
Abdullah Şirani Dedi ki:
“Arif, Allah’a, halka uyarak tapmaz; arif, Allah’a, Hakka uyarak tapar.”
+
Dedi ki:
“Dünya, Allah’la kul arasındaki hicap perdesinden başka bir şey değildir.”
+
Dedi ki:
“Marifet, Allah’la kul arasındaki hicap perdesini yırtar.”
+
Dedi ki:
“Şikayet ve gönül darlığı, marifet azlığından gelir.”
(Necip Fazıl Kısakürek. Halkadan Parıltılar. Türk Neşriyat Yurdu. 1954. s. 82)
X
15. BİŞR-İ HAFİ’DEN HİKMETLİ SÖZLER:
İki şeyden kaçın: “Çok yemekten ve çok konuşmaktan.”
Dünyada aziz olmak isteyen diline sahip olsun.
İnsanlar arasında tanınmak isteyen, ahretin tadını alamaz.
Şöhreti seven, Allah’tan korkmaz.
Övülmekten hoşlanmak ahmaklıktır.
Sabır susmaktır. Konuşan, susandan daha hayırsızdır.
Kötü insanlarla arkadaşlık yapan, iyi kimselerin arkasından kötü konuşur.
Dün öldü, yarın doğmadı, bugün can çekişiyor. Sen bu anı değerlendir.
(Emir Şenol’un iletisinden. Kendisine teşekkürler…)
X
16. AĞLAMAK İSTERKEN GÜLENLER
İnsanlar her taraftan kapanmış gibi yaşıyorlar. Varoluşları bir tür kapalılıktan oluşuyor. Varoluşları pencereden yoksun: Ne güneş onların varlıklarına nüfuz edebiliyor, ne rüzgar, ne de yağmur. Öylece, kendi içlerine kapanmış halde yaşıyorlar. Açığa çıkmaktan korkuyorlar. Öyle ya, açığa çıkarlarsa insanlar kendileriyle ilgili fikirlerini değiştirebilir. Ağlamak istediklerinde gülüyorlar. Yoksa insanlar ne düşünür? Ağlamak hanım evlatlarına mahsustur! Ayıplanırlar. Yüzlerine çok güçlü, çelik gibi bir ifade takınırlar ama bunun arkasında ağlamak isteyen, oynamak, bahçeye çıkıp kelebeklerin peşinden koşmak, yaban çiçekleri toplamak isteyen bir çocuk durur. Ama buna asla izin vermezler; kaskatı dururlar. O çocuğu bastırmaya devam ederler. Oysa o çocuk, senin olmaya çalıştığın şeyden çok daha değerlidir çünkü o gerçektir, hakikidir.
Böyle kapalı vaziyette yaşayan insanlar büyüyemez de çünkü büyümek demek varoluşla her an birlik içinde olmak, çırılçıplak olmak, hiçbir şeyi gizlememek, hiçbir sır taşımamak, mevcut ve zırhsız olmak, her türlü risk ve tehlikeye açık olmak demektir. Büyüme ancak o zaman gerçekleşir.
(Sufizm Üzerine Konuşmalar. SIR OSHO. 2008. s. 18)
(BU KİTABI OKUMANIZI ÖNERİRİM…)
X
17. AKLIN İNANCA VE DOGMALARA KARŞI BİTMEZ TÜKENMEZ MÜCADELESİ…
Akılcı düşünce, köktendincilerin ve sahte bilimcilerin tehdidi altında. Bu durumda akla ve Aydınlanmacı dünya görüşüne sahip insanların yapacağı tek şey kalıyor. 0 da karşı saldırıya geçerek akılcılığı savunmak. Ancak harekete geçmeden Önce, aklı reddedenlerin hangi gerekçelerin ardına sığındıklarını anlamakta fayda var.
NevvScientistdergisi, “İnsanların Akıldan Nefret Etmelerinin 7 Nedeni” isimli yazı dizisinde aralarında din adamlarının, sanatçıların ve bilim insanlarının olduğu farklı dünya görüşüne sahip insanların akıl konusundaki düşüncelerine yer veriyor:
+
Aydınlanmacı değerler, akıl¬cılık, özgürlük, demokrasi, çoğulculuk, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve dünyayı doğru anlamak için bilimi esas almaktır.
Tarihi bir olgu olarak Aydınlanma hareketi akla güvenmeyi temel alır; sosyal ve politik sorunlarda bilimsel yaklaşımı benimser; bilimi savunur; ilerlemenin yolunu tıkadığı için dini yaklaşımlara ve her türlü boş inanca karşı çıkar. Adaletsiz sosyal sistemlere karşı sistemli bir mücadele yürütür.
(CUMHURİYET BİLİM TEKNİK, BİLİM TEKNOLOJİ. 15 AĞUSTOS 208 YIL 22 Sayı: 1117)
X
18. NELER OLUYOR DÜNYADA?
Dağıtmak istedikleri kitapta, insanları “bugün Allah için ne yaptın?” diye her gün sorguya çeken bir inancın tektanrısından “ya sen insanlar için ne yap¬tın” diye hesap sorulabilirdi.
Gücü, düzeni, adaleti bir yana, varlığıyla yokluğuyla ilgili tartışmaların bi¬le üç bin yıldır bir sonuca ulaştırılamadığı bir “aşkın özne” insanlara ne vermiş olabilirdi ki?
Günümüze bakmak yeter: Tektanrıcı inancın “yetkin” denilen yaratıcısının, yetkin “tasarımı” ürünü yetkin olma¬sı gereken bir dünyada “neler oluyor yarabbi?”
O’NUN yetkin (kâmil) yaratıkları sayılan insanlar doğa¬ya, birbirlerine neler yapabiliyorlar? Onun ya da ona inanan kullarının tapınaklarını, tapınağa sığınanları yer sarsıntısı, tayfun, sel gibi “doğa güçleri” karşı¬sında etkili bir savunma çıkarabildiğini kim söyleye¬bilir?
Tersine, geçmişte olduğu gibi bugün de, tanrı adına düşünenler, tanrı adına konuşanlar, tanrı adı¬na vuruşanlar, tanrının evi sayılan tapınaklarda, ta¬pınak çıkışlarında birbirlerini acımasızca kıymakta.
O ise “yapmayın kullarım” deyip onları durduramamakta, onlardan hesap soramamakta.
“Hesaplaşma öte dünyada” diyenler çıkacaktır. İyi de bu dünyada hesaplaşamayanlardan ölenler mi, öldürenler mi cen¬netine girecek o bile belirsiz.”
(Alâeddin Şenel. Bilim ve Gelecek, Dergisi. 2008 Ağustos sayısı. Sayı: 54. s. 10)
X
19. NESİMİ, MAHZUNİ, İHSANİ…
KEMAL BURKAY
Bizim kuşağın tanıdık ve dost halk ozanları da bir bir göçüp gidiyorlar. Önce Aşık Nesimi Çimen’i, ardından Mahzuni’yi yitirdik, şimdi de Aşık İhsani.
Cura ustası Nesimi Çimen’i ilk kez 1962 yazında İstanbul’da arkadaşım Ali Yaşar tanıştırdı. Toplumcu bir halk ozanı olarak daha yeni yeni tanındığı bir dönemdi ve Ali onu keşfedip sanat çevrelerine tanıtmakla övünüyordu.
Nesimi daha sonra Halk Oyuncuları’nın temsil ettiği Pir Sultan Abdal oyununda sazı ve sözüyle rol aldı ve 1969 yazında Dersim’e geldi. Oyun valilikçe yasaklanınca olaylar çıktı, bizimle birlikte halk oyuncuları da gözaltına alındılar ve karakolda herkese işkence edildi.
Tutuklandık, on gün süreyle cezaevinde kaldık. İstanbul’dan Halk Oyuncuları’nın avukatı olarak Ali Yaşar (*) geldi ve onun tahliye istemiyle, oyuncuların yanı sıra ben ve bazı arkadaşlarım da bırakıldık.
Nesimi 2 Temmuz 1993 günü, Sivas’ta, Pir Sultan’ı anma şenlikleri sırasında Madımak Oteli’ne yönelik gerici saldırıda yaşamını kaybetti. Bilindiği gibi bu saldırı sırasında aralarında eleştirmen Asım Bezirci, Şair Metin Altıok, Muhlis Akarsu ve Hasret Gültekin’in de olduğu 37 kişi hayatını yitirmiş, Aziz Nesin ise, birçok kişiyle birlikte yaralı olarak kurtulmuştu.
Aşağıda Nesimi’den bir şiir:
DÜNYADA
Dostluklar kurulsun insanlar gülsün
Barış güvercini uçsun dünyada
Yok olsun kötülük düşmanlık ölsün
Barış güvercini uçsun dünyada
Dünya cennet olsun yaşasın insan
Gelin barışalım dökülmesin kan
Son bulsun savaşlar kesilsin figan
Barış güvercini uçsun dünyada
İnsancıl insanlar barıştan yana
Ancak zalim olan kıyar insana
Barış aşkı yayılmalı cihana
Barış güvercini uçsun dünyada
Nesimi der ki ey füze yapanlar
Acımasız zalim cana kıyanlar
Bırak ey yaşasın bütün insanlar
Barış güvercini uçsun dünyada
Ne yazık ki Nesimi’nin barış mesajı cana kıyan zalimlere ulaşmadı veya etkili olmadı. Koşullandırılmış, kışkırtılmış ve acımasız kalabalıklar, hem de din ve tanrı adına ona ve ülkenin pek çok aydınına, sanatçısına kıydılar. Böylece sevap mı kazandılar günah mı?.. Onların bir bölümü hâlâ yaşıyordur; acaba yürekleri rahat mı? Bir bölümü ise bu arada ölmüş olmalılar; eğer bir ”öbür dünya” varsa, onlar cennete mi gittiler, cehenneme mi? Öbür dünyayı bilemem ama bu tür bilmez kişiler ve onlara yön veren bilinçli zalimler bu güzelim dünyayı bize de kendilerine de cehennem etmekteler.
+
Maraş’ın Berçenek köyünden Âşık Mahzuni Şerif’i yitireli ise yedi yıl oldu. 1960’lı yılların sonlarına doğru çıktığı bir turnede geldiği Dersim’de tanışmıştık. Sazı ve sözüyle üretken bir ozandı. Halk şiiri geleneğinin seçkin bir temsilcisi olmanın yanı sıra, emeğin, solun bir sözcüsüydü.
Almanya’ya geldiğinde tanıdıklar yoluyla beni aramıştı. Hastaydı ve bir hastaneye yatırılmıştı. Politikanın yoğun telaşı içinde olduğum bir dönemdi ve İsveç’e hareket etmek üzereydim. Bu nedenle ne yazık ki görüşemedim; kendisini telefonla aradım. Yazdığı ve dokunaklı sesiyle söylediği pek çok türkü bugün de dillerdedir.
İşte onlardan biri:
İŞTE GİDİYORUM ÇEŞMİ SİYAHIM
İşte gidiyorum çeşmi siyahım
Önümüze dağlar sıralansa da
Sermayem derdimdir servetim ahım
Karardıkça bahtım karalansa da
Haydi, dolaşalım yüce dağlarda
Dost beni bıraktı ah ile zarda
Ötmek istiyorum viran bağlarda
Ayağıma cennet kiralansa da
Bağladım canımı zülfün teline
Sen beni bıraktın elin diline
Güldüm Mahzuni’nin berbat haline
Mervanın elinde paralansa da
+
Aşık İhsani ile de, Nesimi’yle olduğu gibi 1960’lı yılların başında İstanbul’da tanıştım. Saçları örüklü, değirmi yüzlü, sessiz sakin Güllüşah’la birlikte idi. Şalvarı, yeleği, uzun, sırtına doğru dökülen saçları, kocaman kara sakalı ve sazı ile tipik bir ”halk aşığı” idi. O ve Güllüşah, Ferhad ile Şirin, Kerem ile Aslı türünden bir ikili oluşturuyorlardı. Sanki geçmişten bir hatıra idiler, yüzyıllardan süzülüp günümüze kadar gelmişlerdi…
Âşık İhsani Diyarbakır’ın bir köyündendi. Babasını küçük yaşta yitirmiş, yoksulluk içinde büyümüştü. Daha çocuk denecek bir yaşta İstanbul’a gelip çeşitli işlerde çalışmıştı. Saz çalmayı yirmisinden sonra öğrenmişti.
Önceleri Demokrat Parti çevrelerinden ilgi gördü, 1960 sonrasında esen sol rüzgârlardan o da etkilendi ve Türkiye İşçi Partisi’ne katıldı. Artık İhsani coşkun sesli, tutkulu bir devrimci ozandı. ”Korksunlar”, ”Balta” gibi şiirleri ve türküleri gençlerin dilinde idi.
12 Mart sonrası 1974 yazında onu Ankara’da binlerce kişinin katıldığı ve halk ozanlarının çalıp söylediği bir konserde izledim. Orada ”Mektup” adlı şiirini okumuştu. Bu parçayı söylerkenki coşkusu, hareketliliği çılgıncaydı, bir rok şarkıcısınınkini andırıyordu.
12 Eylül fırtınası soldaki kabarışın tamamı gibi, bu coşkuyu da bastırdı, halk ozanlarının her birini bir yere savurdu ya da susturdu. Yıllar onları yaşlandırdı, şu ya da bu biçimde hayata veda eder oldular.
Birkaç gün önce İhsani’nin ölümünü de duyduğumda, benzer durumlarda olduğu gibi buruk duygular yaşadım. Yaşar Kemal’in yazısını ve Ozan Şah Turna’nın bazı sitelere yansıyan mektubunu bu duygularla okudum.
12 Eylül öncesi, İhsani ve öteki ozan dostlar gözlerimde canlandılar. Onlarla birlikte bir dönem de sanki çok daha belirgin biçimde geride kalıyordu…
Bu da İhsani’nin şiirlerinden biri:
SİZ O ZAMAN…
Efendiler, beyzadeler
De bakalım vurun bizi
Ne soran var, ne bir eden
Devam edin kırın bizi.
Başımıza möhür basın
Boynumuza ferman asın
Rahatınız bozulmasın
Yadellere sürün bizi.
Bölün; bölük, bölük yarın
Gözümüze perde sarın,
Bizden yana olanların
Aleyhine kurun bizi.
Üstümüze çökün yeyin
Keyfinize bakın geyin
İş istersek yoktur deyin
Kapı kapı yorun bizi.
Dert üstüne dert alırız…
Sanmayın böyle kalırız
Helbet bir gün uyanırız
Siz o zaman görün bizi.
(Dusunceplatformu’ndan, Kemal Burkay. 11.5.2009)
X
20. FEVZİ GÜNENÇ
MAHZUNİ ŞERİF DER…
Dün 17 Mayıs’tı. Mahzuni’yi seven milyonlarca insan için kara bir gün. Yedi yıl önce bir 17 Mayıs’ta yitirmiştik onu.
Mahzuni’nin iki türküsünü çok severim. Biri “Tersname” öbürü “Eyvah”
Eyvah şiiri bir halk türküsünden adapte edilmiştir ama ne adapte. Hiçbir türküyü ezberleyememişimdir ama 50 yıl önce öğrendiğim bu türküyü bugüne dek unutmadım. Türkünün aslı şöyle.
“Karadır bu bahtım kara,
Sözüm kâr etmiyor yâr’a
Sen düşürdün beni dara.
Eyvah Eyvah Eyvah Ey
Kendim Ettim Kendim Buldum.
Gül Gibi Sarardım Soldum.
Eyvah ey…
Bilmez yar gönülden bilmez,
Akar göz yaşlarım dinmez.
Bir kereci yüzüm gülmez.
(Nakarat)
Söylerim sözüm almıyor
O yar yüzüme gülmüyor
Garip gönlümü Bilmiyor
(Nakarat)
Mahzuni’nin Eyvah’ı ise şöyle:
“Karadır şu bahtım kara,
Sözüm kâr etmiyor yâr’a
Ben düşürdüm beni dara.
Eyvah eyvah…
Halkım etti halkım buldu
Eliyle belaya girdi eyvah…
El elinde tarlaları
İniliyor zarı zarı
Çeken yok mu zülfükarı
Eyvah eyvah…
Halkım etti halkım buldu
Eliyle belaya girdi eyvah…
Çoban ağa çoban ağa
Hiç gelmiyor bizim dağa
Düşman girdi güzel bağa
Eyvah eyvah…
Halkım etti halkım buldu
Eliyle belâya girdi eyvah…
Mahzuni’in “Tersname” türküsü de şöyle:
“Sana diyeceğim var eğlen yolcu
Kurduğun yuvayı yık da öyle git
Zamanede ilk görevdir insana
Baştan dinden haktan çık da öyle git
Bir sudan geçince köprüyü devir
Sel basmış tarlaya ırmağı çevir
Birlik dümenini tersine kıvır
Sağa sola sövüp dök de öyle git!
Allah bir deseler sen söyle haşa
Nadan ehliyle hiç çıkılmaz başa
Komşunun açlığı tatlı temaşa
Bir tekme de sen vur; yık da öyle git!
Ortak isen hesap etme ölçmeyi
İhmal etme dost ırzına geçmeyi
Bir döğüşte çok ayıp gör kaçmayı
Beş on yumruk yiyip bık da öyle git!
Elinden tut çamurlara at körü
Beriye öte de; öteye beri
Kapıya gelirse döv misafiri
Bir de ana avrat çek de öyle git!
Kızına bakanın oğlunu öldür
Meclise girersen büyüğe saldır
Kefeni soy mezarlara kül doldur
Ölünün dişini sök de öyle git!
Ciğerin yarası sivri cam ister
Kötü meydanında kendini göster
Adamın cömerdi yavuz it besler
Meteliği başa kak da öyle git!
Küfür eksik etme aziz dilinden
Gaddarlık kılıncın koyma belinden
Hiçbir şey gelmese bile elinden
Fesat tohumunu ek de öyle git!
Hasılı sözümün tersine yürü
Görmesin gözlerin topalı körü
Kısa yerden eksik etme ömürü
Mahzuni Şerif’ten bık da öyle git!”
17 Mayıs 2002’de Almanya’nın Köln kentinde yaşama gözlerini yuman ozan evli, sekiz çocuk, dört torun, yüzlerce şiir ile türkünün sahibiydi.
Yaşamının uzun sayılabilecek bir bölümünü Gaziantep’te geçiren Mahzuni’nin bedeni, Hacı Bektaş Veli Külliyesi’nin yakınındaki Çilehane’ye gömülmüş olsa da o, gönüllerimizde yaşamaktadır.
Bütün ışığını halkına saçtın; saçmayı sürdürüyorsun hala! Aydınlattığın halkının ışıkları da senin üstünde olsun Sevgili Şerif.
Fevzi Günenç, 18.5.2009
X
21. GAZİ METİN
İSLAM BİZİM NEREMİZDE?
Hacı bilmem hoca bilmem
Beş vakit namazı kılmam
Ramazanda oruç tutmam
İslam bizim neremizde ?
Çarşafım yok türbanım yok,
Ehl-i sünnet fermanım yok
Arafat’ta kurbanım yok,
İslam bizim neremizde
Cemimde yok sazımda yok
Karımda yok kızımda yok,
kırpık sakal yüzümde yok
İslam bizim neremizde,
Dem çekerim dolumda yok,
Bilimde yok ilimde yok,
Türkçe duam dilimde yok,
İslam bizim neremizde
Mezhep deyip nifak sokmam,
Tekbir ile insan yakmam,
Tespihim yok takva takmam,
İslam bizim neremizde,
Kandilimiz gecemiz yok
Arapçamız hecemiz yok
Hülleyecek kocamız yok,
İslam bizim neremizde ?
Muhammet’le Ali öldü,
Soyu sopu sürgün geldi,
Meydan Muaviye’ye kaldı,
İslam bizim neremizde,
Ehl-i beyt benim dostum
Ezdiler bağrıma bastım,
Ben İslam’a çoktan küstüm,
İslam bizim neremizde,
Saltanatı halifesi,
Hiç tanımam neyin nesi,
İrticası, Kara sesi
İslam bizim neremizde,
Tutturmuşlar ehl-i sünnet,
Ne cehennem ne de cennet,
Kül köle değilim ümmet,
İslam bizim neremizde,
Tüm dinlerden alıntım var,
Şamanlıktan kalıntım var,
Çok üzgünüm anlatmak zor
İslam bizim neremizde,
Özümde benlik yazılmaz,
Kimseye kuyu kazılmaz,
İç abdestim hiç bozulmaz,
İslam bizim neremizde,
Arıyorum tarıyorum,
Can gözüm var görüyorum,
GAZİ METİN soruyorum,
İslam bizim neremizde?
HÜSEYİN GAZİ METİN (ALEVİ DEDESİ)
X
22. BİRİLERİNE SİYASETTE ETİK DAVRANMA ve DEVLET ADAMI OLMAK ÖĞRETİLERİ
Naci Kaptan
Ya kissaaa !
Ya hisseee !
O ki ,
Ol imparatorluğun yüce ve adaletli hünkari idi,
Ehalinin ekmeğiyle oynayan fırıncıları,
Faiz ile para veren tefeci Moiz’in kurbanını,
Kilosu eksik tartan kantarcının müşterisini
Huzuruna kabul eyler ve dinlerdi.
Tabasını ayırmadan sevgiyle kucaklar idi…
Sen AK’sın,
Sen KARASIN
Demez idi.
Ehaliden kimseyi hor görmez,
“Al ananı da git”
Demez idi!
Fakir fukarayı,
Zengin kişiden daha fazla sever idi…
Frenk’e temenna edip de,
Kendi halkına zulüm etmez idi…
Adalet kantarı doğru tartar idi…
Kadısı, mahkemeyi hemen kurar,
Hünkârı adına,
Adaleti hakça dağıtır idi…
Fakir, fukara,
Garip, gureba için,
Gıda yardımı, yemek yardımı yapar idi…
Emme velâkin bu yardımları yapanlar için
Bir de ferman çıkartmış idi.
Ferman derdi ki;
Yârdim verilecek yoksulların evi bellene,
Yiyecek paketleri yoksul evlerine,
Karanlık basıp,
El ayak ortalıktan çekildikten sonra dağıtıla.
Kapı çalınıp,
Yoksul yardımı kapı önüne bırakıla,
Yardımı veren elle,
Alan el,
Birbirini görmeye…
Zinhar ola ki, ayırım yapılmaya…
Bu AKÇA gibi, rengi karaya dönmüş olsa da bizdendir!
Bu MAVİ, bizden değil!
Denmeye!
***
Bu ülkenin, bu padişahî,
Günlerden Birgen, veziriyle tebdil-i kıyafet eyler,
Yolları Mısır çarşısına düşer…
Çarşı dibindeki kuşçuları dolaşırken,
Hünkâr kuşlara bakar…
Bakar ki güzel keklikler vardır…
Kafes üzerinde ise fiyatları yazılıdır,
Yârim akçe–1 akçe–3 akçe…
Ama bir tanesinde 100 akçe yazılıdır.
Merak eder, kuşçuya sorar;
— Kuşçu efendi bu neden çok pahalıdır?
Kuşçu yanıtlar;
— Bu keklik çok güzel öter, öyle öter ki, gökyüzünde süzülüp geçen
Tüm keklikler onun sesine gelirler. Pusuya yatmış olan avcılar da
Gelen keklikleri avlarlar…
Tebdil kıyafet olan hünkâr, kuşağına davranır,
Yüz akçeyi çıkartır, kuşu satın alır.
Kafesi açar ve kuşun başını burarak kopartır!
Satıcı bağırır;
— Dallandın mı sen adam? Hem yüz akçe verirsin!
Hem de kuşu öldürürsün! Neden?
Hünkâr yanıtlar;
— Ol hangi yaratık ola ki kendi nesline ihanet ede,
Kendi nesebini, avcılara kurban ede, ajanlık ede…
O ki kendi varlığına, halkına ihanet etmiştir…
Destursuz katli vaciptir!
***
Ya kıssaaa!
Ya hisseee !
Eyl fakir fukara, garip guruba ahali,
Gariban ama onurlu ahali…
Sizler ki hep adalet terazinin ötesinde kalanlar.
Terazi tarttığında,
Bu devirde hep hafif kalanlar…
Kürkü kalın olmayanlar…
Sırtı pek olmayanlar…
Eyy keklik gibi olup da,
Gökyüzündeki hemcinslerini çığırmayan ahali…
Kendi cinsini,
Yaban avcısına teslim etmeyen ahali…
Kendisine ve nesebine saygısı olan ahali…
Bu kıssalarla,
Hisseler sizden öteyedir…
Her daim gökten üç elma bekleyenleredir,
Elmaları kaparak,
Alıp da kaçanlaradır…
Tüm elmaları her daim kendilerine
Ve kendi nesebinde olanlara alanlardır!
O kıssalar,
Gökten düşer…
Nereye düşeceği bellidir…
Yeter ki Onlar,
Kıssadan Hisse almayı bilsinler!
Naci Kaptan’ın 12.6.2009 tarihli iletisinden… Kendisine teşekkürler…
X
23. HACI BEKTAŞ VELİ
Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde
Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok
Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde…
Sevgi muhabbeti kaynar yanan ocağımda
Bülbüller şevkle gelir, gül açar bağımızda
Hırslar, kinler yok olur aşkla meydanımızda
Arslanlar, ceylanlar dosttur ocağımızda
Dostumuzla beraber yanarız
Her nefeste aşk ile yaradanı anarız
Erenler meydanına vahdet ile gir de gör
Kırk budaklı şamdanda kırkımız bir yanarız.
Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma
Gerçek erenlerin sözünden çıkma
Eğer insan isen ölmezsin korkma
Aşığı kurt yemez, uç da değildir.
Dervişlik hırkada, taçta değildir
Hararet nardadır, saç’ta değildir
Her ne ararsan insanda ara
Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir.
+
Alevi-Bektaşi. Şiirleri Antolojisi. İsmail Özmen. C.1, s.59
X
24. DEĞERLİ TUNÇSİPERİMİZ,
Biliyorsun, giriş sayfasının yaratıcısı sizsiniz. Bu sayfada önceki yazılanların kaybolup gitmesine gönlüm razı olmadı. İstiyorum ki Giriş Sayfasına yeni bir şiir girdiğimizde eskisini GİRİŞ SAYFASINDAKİLER başlığı altında biriktirelim. Giriş sayfasına da “Eskiler için tıklayınız” diye bir adres koyalım. Okuyucumuz eskiden yazılanları okumak için tıklayınca eskilerin bulunduğu Giriş Sayfası’na ulaşsın.
Giriş Sayfası’ndakini de önce yazarları; sonra da yazarları; sonra da yazdıklarını alfabetik olarak yerleştirelim ki arayanlar aradıklarını önce addan, sonra şiirin başlığından rahatça bulsunlar. . Tıpkı benim aşağıda örneğini verdiğim gibi…
Bir de sizin ilk girdiğiniz bir Mehmet Akif Ersoy şiiri vardı. Çok aradım ama bulamadım. Umarım siz nereden aldığınızı hatırlayarak onu da alfabetik olarak yerleştirirsiniz ve bir örneğini de bana gönderirsiniz….
Bundan böyle giriş sayfasındakileri de haftada bir ve yalnız Pazar günleri değiştirelim ve buna da okuyucularımızı alıştıralım. Bilsinler ki her hafta Pazar günü giriş sayfası güncelleştirilmiş olacak.
Değerli Tunçsiperimiz, önümüzdeki hafta Yazar Okulu Kursunu bitiriyorum. Bu hafta ile birlikte iki haftam kaldı. Kurstan sonra önce Gaziantep’teki kızıma, sonra da İstanbul’daki kızıma gideceğim. Umarım o zaman görüşürüz.
Bilmem bu iki haftayı ve iki yere gitip gelmeyi becerebilir miyim?.. Çünkü gittikçe kendimi güçsüz hissediyorum.
Biliyorum, sana yüküm çok oldu. Sensiz ben bu site işini yürütemezdim. Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Senin değerini de her geçen daha iyi anlıyorum. Altından nasıl kalkacağımı da bilemiyorum. Ayrıca senden ses çıkmıyor. Bir sorun mu var yoksa?..
Evet, WEB tasarım kursuna gittim, bitirdim ama hala kendi siteme giremiyorum. Eskiden girip kaydedemiyordum. Şimdi giremiyorum bile… Yalnızca Sitemi açıp açıp bakıyorum; Konuk Defterime girilmiş mi, Tunçsiperimiz yazıları girmiş mi diye…
Bu arada yeni bir derleme yaptım. SEVENLER-SORANLAR-YERENLER bölümünde yazılanları bir araya getirdim. Adını da SSY koydum. Bana sataşanlara verdiğim yanıtlara baktım da çok güzel yanıtlar vermişim. Kendilerini kendi kitapları ile bağlamışım. Gelirken sana bir örnek getireceğim.
Şimdi yine yoruldum. Bitirmek istiyorum istemeyerek.
Yasemin kızımıza birikmiş sevgi. Ana-babanıza da… Size de…
Şimdi kalınız sağlıcakla,
Av. Hayri Balta 20.5.2002
X
25. GÜNAHIM
Ey benim Allah’ım, anlıyorum ki bütün günahım,
Senin Halik, benim mahluk olmamdır.
Bu gün varım,
ve biliyorum ki var oldukça indinde günahkarım.
Çünkü rakı, şarap, kadın eğlence
Gibi varlığıma yarayan şeylerin mürtekibi sence,
Günahkardır.
Fakat bunların hepsi güzel, Hepsi de ziruha (canlıya: insana) emel,
Hepsi yaşamak için lazım.
Ne zaman bir damla şarapla ıslansa ağzım,
Ne zaman içimi çekse bir kadın,
Beni günahın beşiğinde salladın,
Kenarları sarkık bıyıkları,
Dudakların üstünde kırpılmış,
Sakalı, karanfil yağı kokulu,
Ve sonra,
Evet,
Ve sonra…
Yazarı belli değil…
(Dinde Reform: Kemalizm Dergisi. Sayı 1, s. 19, Yazan bilinmiyor.)
X
26. NİÇİN SORARSIN?
Ne ararsın Tanrı ile aramda!..
Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
Hakikaten gözün yoksa haramda,
Başı açığa, niçin türban sorarsın?
Rakı, şarap içiyorsam sana?
Yoksa sana bir zararım, içerim…
İkimiz de gelsek kıldan köprüye,
Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim…
Esir iken mümkün müdür ibadet?
Yatıp kalkıp Atatürk’e dua et!
Senin gibi dürzülerin yüzünden,
Dininden de soğuyacak bu millet…
İşgaldeki hali sakın unutma!
Atatürk’e dil uzatma sebepsiz…
Sen anandan yine çıkardın amma,
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz…
Not: Bu şiir her ne kadar Neyzen Tevfik’e mal ediliyorsa da anlatım onun anlatımına benzemiyor…
(Yukarıdaki şiirin Çiçekçi Bülent Ulusoy’a ait olduğunu 18 Mayıs 2003 tarihli Hürriyet’ten öğrenmiş bulunuyorum. H.B.)
X.
27. RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI
GÜNAHIMDAN SANA NE?
Nar-ı Cehennemi önüme serme,
Günahımı sayıp kaygılar verme…
Kitapta yerini bana gösterme,
Ben o yazıyı pek seçemem hocam…
Rıza Tevfik Bölükbaşı. 2.9.2002
X
28. ANNE! ANNE!
Anne, anne baksana şu trene..
Tam hareket etmek üzere…
Eşimle, kardeşim, kurbanlık oyun gibi ikisi bir pencerede,
Erkekler ağlamaz derler ama; bak ağlıyorlar sessizce…
İçin için ağlayarak bize el sallıyorlar Anne!..
Nasıl dayanır bu ayrılığa yürek Anne!…
Anne, Anne sarıl şu trene…
Gitmesin eşim, kardeşim, diğer gençlerim cepheye…
Büyüttün bizleri ederek saçını süpürge…
Annem, anneler, kenetleyin saçlarınızı şu hareket etmek üzere olan trene…
Götürmesin gençlerimizi ölüme, düdüğünü öttüre öttüre…
Dayanamam ayrılıkları hasrete,
Hasreti ölüme dönüştürmek üzere giden bu trene…
Anne, anne, kocam gidiyor cepheye….
Ya gözlerini kaybederek dönerse geriye,
O güzelim gözlerini göremeyecek miyim bir daha Anne…
Değer mi Anne, savaşın getirisi eşimin o elâ gözlerine…
Ya kocam kollarını kaybederek dönerse geriye…
Nasıl kucaklayacak beni sevgiyle?
Duvarda asılı duran sazı bile üzülecek bize,
Değer mi Anne, bu savaş sazının bir teline,
Değer mi Anne, bu yersiz savaş senin saçının bir teline…
Anne, Anne, kardeşim ne zaman dönecek geriye?
Ya ceset torbasında ölüsünü gönderirlerse bize…
Ya da ölüleri bile kaybolursa cephede…
Eşimle, kardeşim yerine künyeleri mi gelecek bize…
Anne, Anne hangi acımasız sokacak bu acıyı yüreğimize…
Anne, Anne! Bu savaş değmez gözyaşlarımızın bir damlasına bile…
Anne, Anne karnımdaki bebe de,
Ağlayıp duruyor, babam döner mi dönmez mi diye…
Hissediyor gelecek felâketi karnımdaki bebe bile…
Bu yüzden debelenip duruyor içerde…
Anne, Anne, bebem, kime baba diyecek dünyaya gelince…
Uyuyamam anne eşimle kardeşim ölüm kalım mücadelesi verirken cephede…
Nükleer bombalar yakıyor beni, kimyasal bombalar boğuyor beni düşlerimde…
Uyuyamıyorum Anne biyolojik silahlar nedeniyle hasta olacağım diye…
Anne, Anne bütün dünya “Savaşa Hayır” diyerek yalvarıyor büyüklere…
O büyük Allah duymuyor mu “Savaşa Hayır!” seslerini anne
Allah da durduramazsa kim durduracak bu haksız savaşı söylesene Anne!
(Gönderen adını belirtmemiş…)
Av. Hayri Balta, 7.3.2003
X
29. CAHİT SITKI TARANCI
İSTERİM
Memleket isterim,
Gök mavi, dal yeşil olsun, tarla sarı olsun
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun
Kardeş kavgası nihayet bulsun
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun
Kış günü herkesin evi barkı olsun
Memleket isterim,
Yaşamak sevmek gibi gönülden olsun
Ölürse bir şikâyet ölümden olsun.
Cahit Sıtkı Tarancı’dan…
X
30. ARTIK KİTAPSIZ DEĞİLİM…
En sonunda benim de bir küçük kitabım basılmış oldu.
Şimdi bana kitapsız diyenlerin dili tutulmuş oldu…
Ne var ki sansürcülük içimize işlemiş.
Kitapçılar bile sansürü kendine görev bilmiş.
Kitap verdiğim bir kitapçı şöyle sorguya çekti beni:
“Bu kitapta İslam’a aykırılık var mı?” dedi…
Tutamadım kendimi:
“Türkiye Cumhuriyet yasalarında,
İslam’a aykırı olmayan bir yasa göster öpeyim elini…”
“Ama kimi kitaplarda Allah’a, Peygamber’e sövüyorlar…
Okuyucularımız da: ‘Bu kitabı nasıl satarsın!’ diyorlar.
Aklı başında kimse Allah’a, Peygambere sövmez.
Söven varsa savcılar dava açar rahat l etmez…
Eğer kitap satıcıları sansürcü olursa bu işin içinden çıkılmaz.
Bir başka kitapçı da şöyle demesin mi bana:
“Kitabında Atatürk’e hakaret yoktur ya!”
Arkadaş bunu nasıl sorarsın bana?
Mahkeme kararı ile Atatürkçü biri sayılan
İkinci bir kişi varsa göster bana…
Kitabı basan basımevi benden altı tane kitap istedi…
“Vereceğim: İkisini Valiliğe, ikisini Savcılığa, İkisini Emniyete
Bize verilen emir böyle…”
Bu arada ben de altı tane Milli Kütüphane Genel Müdürlüğüne,
Bir tane Bandrol verene, bir tane de Kültür Bakanlığı’nda ISBN’ye…
1962 yılında küçük bir oyun yazmıştım bir perdelik,
Sahneye koymadan önce kitabım yetkililerce gözden geçirildi fellik fekli…
Aradan geçmiş kırk yıl gibi uzunca bir zaman…
Sansürcülük çıkmamış hala ruhumuzdan…
Ne ise kim bilir daha kaç tane işgüzar çıkacak…
Biliyorum: Kitabımız hakkında gönüllü sansürcüler olacak…
Ne ise kitabımı bulabileceğiniz adresleri sunuyorum aşağıda.
Önce hangi kitapçılarda bulacaksınız Ankara’da…
Alfabetik olarak alt alta yazıyorum:
Kitabımı bulabileceğiniz adresleri veriyorum:
Ardıç Yayınları, Sakarya Cad. No. 1, 7.Kat. 39 numara,
Akçağ Kitabevi Sakarya caddesinde herkesin bildiği sokakta…
Ayyıldız Yayınları, ki bu da Maltepe Camisi karşısında
Eti Pasajı’nda Eti Sinemasının yanında…
Bir de GÜNER kitabevine bakabilirsiniz.
Mithatpaşa Cad. 24/A’dan alabilirsiniz…
Toplum Kitabevinde de var.
Toplum kitabevi Bayındır Sok. 22/1’de satar…
Gelelim İstanbul’a,
Kitabımız dağıtılacak Can Yayınlarında…
İstanbul’da bulunup da kitabımızı almak isteyenler,
0 212 528 36 09 numaraya sık sık telefon etmeliler…
İşte böylece değerli dostlar, sayın okuyucular,
Vardır: Karşımızda yalana, yanlışa kodlanmış insanlar…
Gösterdiğim kaynaklara kızacaklarına,
Bu koşullanmış allameler, kim bilir bana nasıl çatacaklar?..
Merak ediyorum: kimleri ve de gayri resmi mercileri kışkırtarak,
Düşüncelerini açıklamak gibi büyük bir suç işleyen bana nasıl çatacaklar?
Kim bilir hangi karanlık kafalar, o korkunç karanlıklarında,
Bizler gibi aklını kullanan aydınlara hangi tuzakları kuracaklar…
Kim bilir, daha kimler gönüllü sansürcülüğe canla-başla koşacaklar?
Şimdi kalınız sağlıcakla,
Sizler de tanık olacaksınız yanılmadığıma…
Av. Hayri Balta, 28.8.2002
X
31. BUDİST ÖĞRETİSİ
Budist rahipler, artık yetiştiğini düşündükleri bir öğrencilerini, yola çıkmadan önce çağırdılar. Başrahip öğrenciye tek bir soru sordu:
“20 yıldır buradasın, neler öğrendin?”
“Yedi gerçek öğrendim” dedi öğrenci.
“Yirmi yıldır buradasın, sadece yedi gerçek mi öğrendin?”
“Evet, yedi gerçek öğrendim…”
“Say” dedi başrahip, “birincisi…”
“Dostluklar ikiye ayrılır: Kalıcı dostluklar ve geçici dostluklar. Hayatta bir zorluk ortaya çıktığı anda bozulan dostluklar daha çoktur, kalıcı dostluklar çok azdır…”
“İkincisi” dedi başrahip.
“İnsanların çoğunluğu kalplerini ve beyinlerini geçici değerlere ayırmışlar. Bu değerler uğruna kendi gerçek niteliklerinden taviz vermekten, kötü şeyler yapmaktan çekinmiyorlar…”
“Üçüncüsü” dedi başrahip.
“İnsanlar, amaçlarına ulaşmak için birbirlerini ezmekten çekinmiyorlar. Oysa başkasına kötülük yaparak elde edilen her şeyin geldiği gibi ellerinden gideceğini anlamıyorlar…”
“Dördüncü” dedi başrahip.
“İnsanlar gerçekte bir anlamı ve önemi olup olmadığını hiç düşünmedikleri fakat değerli ve anlamlı saydıkları şeyler yüzünden birbirlerine zarar veriyorlar… Bu şekilde hayatı birbirlerine zehir etmeye alışmışlar.”
“Beşinci” dedi başrahip.
“Herkes yanlışın nedenini, başarısızlığın nedenini başkalarında arıyor.”
Kimse, başına ne geldiyse aslında kendi yüzünden geldiğini anlamıyor, kendi suçunu, yanlışını kabul edip düzeltmiyor…”
“Altıncı” dedi başrahip.
“İnsanlar helal lokmanın ve bölüşmenin değerini bilmiyor. En lezzetli lokmanın helal lokma olduğunu unutuyorlar. Vicdanları ve mideleri arasında kaldıkları zaman midelerini tercih ediyorlar…”
“Yedinci” dedi başrahip.
“İnsanlar bir şeye dayanmadan yaşama gücünü bulamıyorlar. Bu yüzden çoğu zaman anlamsız şeylere sarılıyor, güveniyorlar. Asıl sarılmaları ve güvenmeleri gereken belki de tek duygunun sevgi olduğunu anlamamakta ısrar ediyorlar…”
“Güle güle” dedi başrahip
+
Bilmediğini bilenin arkasından gidin,
Bilmediğini bilmeyeni uyandırın,
Bilmediğini bileni öğretin,
Bilmediğini bilmeyenlerden kaçın
(Konfiçyus)
X
32. PERDEYİ KALDIRMAK İSTİYORSAN
Aşağıdaki satırları TASAVVUFİ HİKMETLER ADLI KİTAPTAN ALIYORUM. (İbn Atâullah el-İskenderi. Kurtuba kitap. Birinci Basım. Kasım 2009. s. 61)
İslam’ın özü: Hakk’ı bilerek ve hissederek tanımak ve gereğini yapmaktır.
İslam’ın Türkçe karşılığı da zaten Hakk’a teslim olmaktır; yani iyi olanı, doğru olanı, güzel olanı ve erdemli davranışları yerine getirmektir.
Hakk, görülmez; çünkü maddi bir varlık değildir; ancak bilinir, hissedilir ve dediğim gibi gereği yerine getirilir.
+
İşte kitapta yazılan:
HAKK’I ÖRTEN PERDE YOKTUR
“Cenâb-ı Hak perdelenmiş değildir. O’nu görmekten perdeli olan sensin.
Çünkü eğer bir şey O’nu perdeleseydi, aynı zamanda saklamış olurdu.
Ve şayet O’nu bir saklayan olsaydı, O’nun varlığını kuşatmış olacaktı.
Her kuşatan da, kuşattığı şey için kahhardır (galip ve karşı ko¬nulmazdır).
Halbuki kulları üzerinde kahhâr olan O’dur.
…
Vâcib-ül Vücûd (Varlığı kendinden olup var olmak için başkasına muhtaç olmayan, varlığı zorunlu olan Allah) olduğu için, Hak Teâla hazretlerine bir şeyin hicâb (perde) olması imkânsızdır.
Kul ise, varlığı olmadığından dolayı hicâb (perde) onun için kaçınılmazdır.
Nitekim yokluk ile varlık arasında bir nispet aranmaz.
Cenâb-ı Hak dilediği kimseden, dilediği surette ve dilediği zaman yokluk perdesini kaldırarak o bahtiyarın Hakkı gören gözünü müşahede nuruyla nurlandırır da kendisinin perdelenme sıfatından pak ve uzak olduğunu bil¬dirir.”
+
Eğer doğru, dürüst yaşamı yeğlersen, kimsenin gönlünü kırmaz, hakkını yemezsen, çıkarın için yalan söylemezsen, kanaatkâr bir yaşama razı olursan; dedikodudan, başkasını çekiştirmeden, kendini büyük görmek ve başkalarını aşağılamaktan kaçınırsan “Hakk, gözünü müşahede nuruyla nurlandırarak” gözünü açar.
Öyle ki Tanrı’nın söyleyen dili, gören gözü, duyan kulağı olursun. Bunun anlamı şudur: Ağzından olumsuz bir söz çıkmaz, gözün harama bakmaz, gereksiz sözlere kulağın kapalı olur.
Uzatmayalım; Hakk’a erişmek istiyorsan bütün kötü olan davranışlarından, huylarından, mal mülk sevdasından, makam mevki düşkünlüğünden; asıl önemlisi şan ve şeref düşkünlüğünden sıyrılıp mütevazı bir yaşamı seçmelisin ki gözlerinden Hakk’ı örten perde kalksın ve huzur, güven içinde mutlu bir yaşam sürdürebilesin…
Eren Bilge, G. T. 29.4.2010
X
33. İBRAHİM EDHEM HAZRETLERİ
Afganistan’ın Belh şehri. Sultan İbrahim Ethem’in yaşı çok gençti. Av meraklısıydı. Mahiyetindekilerle beraber ava gitmişti. Sahrada birden bir ceylan beliriverdi. İbrahim Ethem atılıverdi ceylanın peşine. Sultan birden durdu. Elini gözlerine siper edip ilerdeki karartıyı süzmeye başladı. Yaklaştı. Bir karga eli ayağı bağlanmış çaresiz bir adamı besliyordu. Şaşırmıştı. Hemen adamın elini çözdü derdini dinledi.
Haramiler tarafından soyulup bu sahrada ölüme terk edilmişti adam.
Avı bırakarak adamı sarayına getirtti. Bu hadise İbrahim Etmemi derinden etkilemişti. Artık ava gitmiyordu. Bir karganın insana olan merhametini gördükten sonra hayvanlara el kaldırmaktan vazgeçti. Onu esas düşündüren o kargayı oraya sevk edip carsız adamı sahrada besleyen İlahi Merhametti. Geceler ve gündüzler boyu tefekkür etmeye başladı.
İbrahim Ethem bir gece tahtı üzerinde uyuyakalmıştı. Aniden bir gurultu koptu ve irkilerek uyandı. Tavandan sesler geliyordu. Damda birisinin gezdiğini fark etti.
Damdaki kimdir diye seslendi.
Tanıdık biriyim devemi kaybettim onu arıyorum.
Şaşkın adam, damda deve olur mu?
Sen ALLAH u Tela’yı altın taht ve süslü elbiseler içinde olduğun halde arıyorsun da benim damda deve aramam mı tuhaf geliyor?
Bu hadisenin hikmetini anlayan sultan tacını ve kaftanını karsılaştığı bir çobanla değişti. İlahi aşk atasıyla dünya sultanlığını bir hırkaya değişmişti. İnzivaya çekildi ve aşk atasıyla yanmaya başladı.
İbrahim Ethem Hazretlerinden;
Kalbiler 10 şey sebebiyle ölür:
1- ALLAH’I bilip, hakkını ödememek
2- ALLAH’IN kitabını okuyup, hakkını ödememek, onunla amel etmemek
3- Şeytana düşmanlığı iddia edip, onu kendisine dost ve yâr edinmek
4- Resûlüllah’a (SAV) muhabbetinizi iddia edip, onun izini ve sünnetini terk etmek
5- Cenneti sevdiğini iddia edip cennet için amel etmemek
6- Ateşten korktuğunuzu iddia edip, günahlardan sakınmamak
7- Ölümün hak olduğunu kabul etmek, fakat ona hiç hazırlık yapmamak
8- Başkasının ayıplarıyla kendi ayıplarını görmemek
9- ALLAH’IN verdiği rızkı yiyip ona şükretmemek
10- Ölüleri defnedip ondan ibret almamak
Aşk öyle bir tufandır ki; uğradığı yerlerdeki han u mânian yıkar; padişahları derviş eder.”
İşte İbrahim Edhem Hazretleri…
Dillere destan olmuş Belh şehrinin hükümdarı. İlâhî aşkla tutuşunca sarayı terk etti.
Niyazi Mısri Hazretleri, bunu kaleme alarak:
İbrahim Edhem’i derviş eden aşkındır
Derdine düşenin tacı târ u mâr olur
Diye aşkın gücünü dile getirir.
“Aşk, saltanattan terk ettirir. Her şeyin sınırı vardır ama aşk sınır dinlemez. Zincirler koparır.”
İnsanın sinesine ALLAH sevgisi düştüyse artık onun bütün hücreleri o sevgiyle tutuşur. Tacı, tahtı görmez. Saltanatı terk eder.
İbrahim Edhem Hazretleri, sarayı terk edince oğlu ve vezir-i vüzera peşine düştüler. Onu, bir ırmak kenarında dalgın ve mest halde gördüler. Dediler ki:
– Hünkârım! Saray sizi bekliyor. Biz, sizi götürmeye geldik.
İbrahim Edhem Hazretleri başını çevirdi:
– Beni hangi saraya davet ediyorsunuz, taştan kerpiçten yapılan saraya mı? Ben, şimdi gönül sarayına sultan oldum. O saray sizin olsun, dedi ve dönüp bakmadı bile.
“ALLAH, murat ettiği zaman birçok sebepler halk eder ve kulunu irşat eder. Kul ister padişah, ister sıradan bir insan olsun, fark etmez. Kulun kendisinde istidam-ı ezelî varsa ALLAH, verdiğini geri almaz. O, ortaya çıkar.”
İbrahim_i Edhem ” Kuddise Sirruh” hazretlerine sordular ki;
“ALLAHü Teala, “Ey kullarım! Benden isteyiniz! Kabul ederim, veririm” buyuruyor. Hâlbuki, istiyoruz, vermiyor?”
Cevap buyurdu ki;” ALLAHü tealayı çağırırsınız… O’na itaat etmezsiniz.
Peygamberini ” sallallahü aleyhi ve sellem” tanırsınız… O’na uymazsınız.
Kuranı Kerimi okursunuz… Gösterdiği yolda gitmezsiniz.
Cenab-ı Hakkın nimetlerinden faidelenirsiniz… O’na şükretmezsiniz.
Cennetin, ibadet edenler için olduğunu bilirsiniz… Hazırlıkta bulunmazsınız.
Cehennemi asiler için yarattığını bilirsiniz… Ondan sakınmazsınız.
Babalarınızın, dedelerinizin ne olduklarını görür… İbret almazsınız.
Ayıbınıza bakmayıp, başkalarının ayıplarını araştırırsınız.
Böyle olan kimseler, üzerlerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına, gökten ateş yağmadığına şükretsin!
Daha ne isterler? Dualarının neticesi, yalnız bu olursa, yetmez mi ?”
Yener Balta, 7.5.2010
+
Bir gün İbrahim Edhem, Şakîk’e sormuş:
“Ge¬çim hususunda düsturunuz nedir?”
Şakîk cevap ver¬miş;
“Bulursak şükrederiz, bulmazsak sabrederiz…”
İbrahim Edhem bunun üzerine:
“Belh’in köpekleri de sizin yaptığınızı yaparlar…” deyince; Şakîk:
“Ya siz ne yaparsınız?..” demiş.
İbrahim Edhem de şöyle yanıt vermiş:
“Biz, bulduğumuzda dağıtırız, bul¬madığımızda şükrederiz”.
+
Bilindiği gibi İbrahim Edhem Belh kentinin sultanlarındandı…
Ne var ki bu sultanın bir huyu vardı.
Allah’ı arardı.
Bir gün yatağında yatarken, sarayın damından sesler duydu.
Yatağından kalkarak: “Hey oradakiler! Damda ne arıyorsunuz?” diye sordu.
Damdakiler yanıt verdi:
Devemiz kayboldu da…”
İbrahim Edhem darıldı:
“Damda deve aranır mı?”
Damdaki erenler yanıt verdi.
“Ya İbrahim Edhem, sarayda oturarak Allah aranır mı?”
+
İbrahim Edhem’in aklı başına geldi.
Gerçekten de Sarayda oturarak vuslata erilmezdi.
Malını mülkünü, tacını tahtını bıraktı,
Çulsuz çuvalsız sokaklara çıktı.
Bu yazıyı şimdilerin allamelerine aktarıyorum.
Yatı, katı var, çoklarının…
Böyle dindarlık mı olurmuş: Bir eli yağda, bir eli balda,
Şan şöhret, ün mevki avında,,,
Milyarlarca dolar karşılığında televizyonlarda…
İbrahim Edhem’den bir söz daha aktarıyorum:
Yemin ederim ki ben bu tür cahillerden korkuyorum…
Unutulmaz bir sözü daha vardır üstadın:
“Vahşi hayvandan kaçtığınız gibi câhil halktan kaçın…”
Cahillere haber anlatmak deveye hendek atlatmak gibidir.
Ne var ki gerçekleri de söylemek gerekir…
Eren Bilge, 7.5.2010
X
34. ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLMEK
Ben söylemiyorum; Gazali söylüyor.
Bakalım Gazali ne diyor:
+
GAZÂLÎ (H. 455-505)
Gazâlî, “İnsanlar uykudadırlar, öldükten sonra uyanacaklardır” hadîsinin işaret ettiği uyanma işi¬nin, ancak, böyle bir saf kalbin Allah tarafından uyandırılmış olmasıyla ve daha dünyada mümkün olduğunu ileri sürmüş”tür.
(ANA HATLARİYLE İSLAM TASAVVUFU TARİHİ. Prof Dr. Cavit Sunar. Diyanet Yayınları. 1978. s. 52)
+
Öldükten sonra dirilmeyi insanlara yanlış anlatmışlardır. Bütün dinlerde bu böyledir: İnsan ölecek, mezara girecek, sonra dirilecek, hesap verecek…
Ne var ki böyle bir anlayış tıp ilmine aykırıdır. Ölen, kayan bir yıldız gibi kayıp gitmiştir. Toprağa karışmıştır. Ancak arkasında kalanların anılarında olumlu olumsuz anılar kalır. Eğer, olumlu davranışları yoğunsa; bu, “ÖLÜMSÜZLÜKLE” anılır. Böylece uzun süre insanların hafızalarında yaşar. Zamanla bu da kaybolur, tarihe karışır.
İnsanların öldükten sonra dirilecekleri topluma; devletler, krallar, imparatorlar ve yöneticiler tarafından dayatılmıştır. Çünkü devletlere, yöneticilere öldükten sonra cennete gittiğine inanan şehitler gerektir. Şehitlik kavramı olmazsa asker kola kolay ölüme gitmez. Devletler de, İmparatorlar da, Krallar da fetih hakkını kullanamaz…
Bu kısa girişten sonra gelelim asıl konumuza. Gazali’nin de dediği gibi “öldükten sonra dirilmek” değişmeceli (mecazi) anlamlıdır ve altı çizili tümcede de belirtildiği gibi öldükten sonra dirilmek yaşarken söz konusu olacaktır.
İnsanın ölmesi demek; kötü davranışlardan sıyrılması, hırslarına gem vurması, nefsini temizlemesi anlamındadır. Böylece ortaya yepyeni bir insan çıkar.
Demek oluyor ki insan; kötülükten vazgeçecek iyiliğe adapte olacak. Sade ve kanaatkâr bir yaşam sürdürecek… İyilikle, erdemle dolu yepyeni bir insan olacak. Bu arada kendisini fikren ve ruhen geliştirecek, bilgisini artıracak.
İnsanın bu yeni oluşumuna “ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLMEK” adı verilir. Artık insan madde âlemini bırakmış mâna âlemine geçmiştir. Bu oluşum da, din ilminde, “Ölmeden önce ölmek” ve “Yeniden doğmak” diye adlandırılır.
Bu aşamadan sonra insan geçmişiyle hesaplaşmaya başlar. Geçmişte yaptığı yanlış davranışlar zaman zaman anılarında canlanır ve bu yanlış davranışlarının utancı ve cezasını çeker ki bunu da ahrette hesap verme denir.
Ne mutlu “Ölmeden önce ölenlere” ve “Yeniden doğanlara” ve de hesabını yaşarken verenlere…
Eren Bilge, 16.5.2010
X
35. LEDÜN İLMİ
Tanrı’nın gölgesine girince insan bütün korkular ve ölümlerden korunur. Tanrı’nın vasıflarıyla nitelenir.
Tanrı ‘Hayyul Kayyum’ (Her zaman var olan ve zevalsiz olan) vasfına erişirsin. Ölüm seni uzaktan görünce ölür gider.
Tanrısal hayata kavuşursun.
Önce sessiz ve sakin ol ki kimseler duymasın. Bu ledün ilmini altı bin yıl, isterse Nuh gibi uzun ömrün olsa da, medreselerde okusan da elde edemezsin.
Bir gün, bir Tanrı ile olmak o bin yıl tahsil elde etmekten daha üstündür.
(Mak.M. 118; Chittick 103)
+.
(Prof. Dr. Erkan TÜRKMEN. Şems-i Tebrizi’nin Öğretileri. NKM Yayınları. 3. Baskı. Ağustos 2009. s. 98)
+
Bu küçük alıntıda din ilmi ile ilgili açıklanması gereken kavram vardır. Bunları alta alta şöyle sıralayabiliriz:
1. ledün ilmi,
2. Tanrı’nın gölgesine girmek
3. Tanrısal hayata kavuşmak
4. Bir gün bir Tanrı ile olmak
Bu kavramlar açıklığa kavuşturulmadan yukarıdaki paragraf anlaşılmaz.
1. ledün ilmi: İlm-i ledün de denir. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü’ne göre (Prof. Dr. Süleyman uludağ) Allah’tan vasıtasız gelen bilgi, ilham…
Allah katından gelen ilim olarak tanımlanır. Tahsil yapmadan, çaba göstermeden, Allah tarafından vasıta olmaksızın kula öğretilen bilgi olarak da açıklanır… (Bkz. S. 60KASAVVUFÎ HİKMETLER. İbn Atâullah el-İskenderi. Kurtuba Kitap. Birinci Basım. Kasım 2009 s. 60)
2. Tanrı’nın gölgesine girmek: Bu kavramın da birkaç tanımı yapılabilir; ancak burada anlatılmak istenen aklı başında bir din öğretmenin öğrencisi olmak öğütlenmektedir. Din öğretmenliği ise kutsal kitapları ezberleyen nakilciler olmayıp; dini, akıl, bilim, erdem, mantık, sağduyu, mantık kurallarına göre yaşan kişi demektir.
3. Tanrısal hayata kavuşmak: Tanrısal yaşama kavuşmak ölümsüzlüğe erişmek anlamında kullanılmaktadır. Ölümsüzlük de din ilmine göre değişmeceli bir anlatımdır. Yoksa, ölümsüzlük, bir insanın ölmemesi demek değildir. Söz gelimi; İslam Peygamberi de kendisinin ölümsüzlüğünden söz eder ama “ölmeyeceğim” demez…
Okuyalım: “Biz senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar ebedi mi kalacaklar?” (K. 21/34)
Burada İslam Peygamberine seslenen kendi içbenidir…
4. Bir gün bir Tanrı ile olmak: Bu kavram, 2. kavramlar yakından ilgilidir. Allah yolcusu aydınlanmış bir kişi ile dostluk kurmak, ondan aşı almak, ondan feyz almak bin yıllık tahsilden daha irşat edici bir anlamı vardır denmek istiyor…
Artık yukarıdaki küçük paragrafta ne denmek istediğini bir kere daha okuyunca rahatça anlayabiliriz.
Bir öğretmenden alarak kendi içbenliğini temizlersen, hırstan, makamdan kurtulup kendini doğruluğa dürüstlüğe adarsan tanrının gölgesine girmiş olursun. Bu demektir ki yaptığın doğru, dürüst, iyi davranışlar seni kötülükten kurtarır. Böylece tanrısal bir yaşama kavuşursun. Tanrısal bir yaşa demek de kaygısız, endişesiz, korkusuz, huzur ve güven içinde ekmeği bütün bir yaşam sürdürürsün demektir.
Ancak bu ilm-i ledin’den kimseye söz etme. Çünkü anlamazlar; anlamadıkları içinde başına iş açarlar. İyisi mi dili tut. Bu sırrı layık olmayanlara verme… İsa budur için şöyle der:
“Mukaddes olanı köpeklere vermeyin ve incilerinizi domuzların önüne atmayın ki, onları ayakları altında çiğnemesinler ve dönüp sizi parçalamasınlar…” (İncil. Matta. 7/6)
Av. Eren Bilge, 24.5.2010
X
36. TANRI VELİLERİ
Bir gün bir bilgin kişi uyandı ve elinde ne kadar mal mülk varsa: yatak, kitap v.s. Tanrı rızası için dağıtmak istedi.
Dolanıyor ve ağlayarak diyordu, “Bütün ömrümü evlenme boşanma davalarıyla geçirdim ve Tanrı kitabını ihmal ettim. Uğruna vaktimi ziyan ettiğim şeyler hakkında Tanrı’ya ne hesap vereceğim? Tanrı’ya görünen nesneleri nasıl gördüğün işittiğim sözleri nasıl algıladığım hakkında ne cevap vereceğim?”
Burada Tanrı kitabından kastı Kuran değildi. Yol gösteren veliler idi, zira Tanrı’nın canlı kitabı o velidir. Sureler de o dur ve onda başka ayetler de vardır.
Bu görünen kitabı (Kuran’ı HB) bir Yahudi de ezberleyebilir. Nitekim bir Yahudi Bağdat’ta kadılık yaparak hazineler dolusu mal elde etti ve yeraltına gizli olarak sığmaklar inşa ettirdi ve silahlı sa¬vaşçılar topladı. Amacı halifeyi devirip Bağdat’ı ele geçirmekti.
Neyse hikâyeyi uzatmayalım, halife onun bu sahtekârlığından haberdar oldu ve onu yakaladı.
Kaderi ve Kuran ilmi onu kadı¬lığa yükseltmişti ama içi Yahudilik ve köpeklik ile dolu idi (Makalat. M. 316; Chittick 103).
(Prof. Dr. Erkan TÜRKMEN. Şems-i Tebrizi’nin Öğretileri. NKM Yayınları. 3. Baskı. Ağustos 2009. s. 98-99)
+
Yukarıdaki açıklamaları Şems-i Tebriz-i Öğretileri adlı kitabından aldım. Bilindiği gibi Şems-i Tebriz-i; Mevlana’yı gerçek Tanrı bilgisine, din duygusuna ulaştıran bir velidir…
Veli’den kastım: Tanrı’yı koruyup gözeten insan demektir. Nasıl ki bir öğrenci velisi de öğrenciyi koruyup gözetir. İşte bunun gibi Tanrı velileri de Tanrı’yı koruyup gözetir…
Tanrı, öyle hayalimizde yarattığımız asıp kesen, dilediğini cezalandıran, dilediğini bağışlayan bir varlık değildir. Tanrı (Allah), günlük yaşamda her zaman karşılaştığımız olaylarda doğru olanı, güzel olanı, iyi olanı seçme ve yerine getirme işlemidir. Tanım olarak doğa ve toplum yasaları yanında genel ve ortak üstün değerlerdir…
Bir başka tanımla doğruluktur, dürüstlüktür, iyiliktir, güzelliktir, erdemdir, etik ahlaktır.
İşte Tanrı velileri (Her konuda olgunlaşmış Öğretmenler); her zaman doğruluktan, dürüstlükten, erdemden şaşmaz. Bu kavramları daima kutsallaştırır ve yüce tutar. Böylece Tanrı’yı korumuş olurlar.
Bunlar Tanrı’yı korudukları için Tanrı da bunları korur gözetir. Yani bu, şu demektir ki: Doğruluktan, dürüstlükten, iyilikten şaşmayan insanı kimse rahatsız etmez ve ona daima saygı duyar…
Şems, yukarıda parçada Tanrı kitabı ile olgunlaşmış insandan söz etmektedir. Böyle bir insanın eğitimine ve öğretimine girmeyi öğütlemektedir.
İnsanı mâna dünyası ile tanıştıracak olan olgunlaşmış, kendini yetiştirmiş bilge kişilerdir. Bektaşilerde Babalar, Alevilerde dedeler bu görevi üstlenirler…
Eğer bir insan; bilge kişinin öğretim ve eğitiminden geçmemişse mana âleminden haberi yok demektir.
Mana âleminden (dünyasından) haberi olmayan kişiler geldikleri gibi giderler… Dahası kimileri geldikleri gibi de gitmezler… Kendi yaşamlarını berbat ettikleri gibi başkalarının da yaşamlarını burnundan getirdikten sonra giderler…
Av. Eren Bilge, 1.6.2010
X
37 ERMİŞLİĞİN ANLAMI
Velayet (ermişlik) ne demektir? Bu bir orduyu, şehirleri ve köyleri idare etmek anlamında olmayıp kendi nefsini, konuş¬mayı ve sessizliği kontrol altına almak ve öfke zamanında öfke, merhamet zamanında merhamet göstermektir.
Arifler, “Biz ça¬resiziz fakat O güçlüdür” demezler.
Eren kişi kendi niteliklerine sahip olup susması icap eden yerde susar, cevap vermesi gere¬ken yerde cevabını verir. Birisine acınması gerektiğinde acır. Şa¬yet bunları yapamıyorsa onun kendi nitelikleri yük olur. Kont¬rol altına alınca onlara hâkim olur, onların hâkimiyetinden kur¬tulur (Mak.A.27;Kon.50).
(Şems-i Tebrîzi’nin Öğretileri. Prof. Dr. Erkan Türkmen. NKM Yayınları. 3. Baskı. Ağustos 2009. s. 93)
+
Kitabın adı adresi de az yukarıda verilmiştir…
Bu açıklamayı yapan Mevlana’nın Öğreticisi Şems-i Tebrizi’dir.
Velayet veli’den gelir.
Veli ise koruyan, gözeten demektir.
Neyi korur, gözetir?
Allah’ı korur, gözetir…
…
Allah ne demektir?
Asıl bunu bilmek gerektir.
Allah öyle dilediğini bağışlayan,
Dilediğini cezalandıran,
Peygamber gönderen,
Kitap indiren,
Keyfine göre davranan bir varlık değildir…
Bütün genel ve ortak değerleri kapsayan bir kavramdır.
Bu kavramın içinde etik ahlak, erdem, sevgi, vicdan ve hoşgörü vardır.
Bunları yaşam ilkesi olarak kabul edenler,
Kısa zamanda Allah’a (gerçeğe) varır..
Allah, caminin kubbesinde değildir ki çıkıp eteğinden tutasın
Böylece Allah’a erişmiş olasın…
Bak, bu konuya Şems nasıl açıklık getiriyor:
“Önce kendi nefsini, beşeri eğilimlerini, denetim altına alacaksın.
Gerektiğinde öfke, gerektiğinde merhamet göstereceksin.” diyor…
“Eren kişi, olumlu niteliklere sahip olur
Susması gereken yerde susar,
Yanıt vermesi gere¬ken yerde coşar.
Bunları yapamıyorsa kişiliği kendine yük olur.
Kötü duygularını yönlendirmeyi bilirse
Kont¬rol altına alır, onlara hâkim olur,
Böylece nefsinin uşağı olmaktan kurtulur
Aklın egemenliğinde gerçeğe yol bulur..
Ben bu kadar söyledim sen geliştir.
Doğruluktan, dürüstlükten, iyilikten şaşmayan
Kısa zamanda Allah’a (Huzura ve güvene) erişir…
Veli olur, ermiş olur,
Şeytan’la güreşir…
Eren Bilge, 11.6.2010
X
38. GERÇEKLERİ GÖREBİLMEK
“Ey oğul! Senin kendin hakkında düşünmen, tefekkür ve teemmül etmen sana yeter. Çünkü senin haricinde bir şey yoktur. “
(ARİFLERİN AYNASI. SADRETTİN KONEVİ. GELENEK YAYINCILIK Tercüme: Dilaver Gürer. Betül Güçlü. Ali Çoban. Birinci Basım. Şubat 2010 s.28)
+
Tefekkür ve teemmül etmek şu anlamda kullanılmıştır: “Kendin hakkında düşünmen, eksiklerini görmen ve gidermen…”
Demek oluyor ki, asıl olan insanın aklına güvenerek yola çıkmasıdır. İnsan azimli olur biraz da sabır gösterirse bütün engelleri aşar. Elbette insanın içinde yaşadığı aile, ekonomik ve sosyal koşulların de elverişli olması gerekir.
Burada insanın gelişmesine engel; kendisini olumsuz davranışlara sürükleyen, kötü eylem ve düşünceleridir. Burada asıl üzerinde durulması gereken tümce “Çünkü senin haricinde bir şey yoktur” tümcesidir.
Demek isteniyor ki kendi haricinde birine güvenirsen amacına ulaşamazsın. Dualarına karşılık verecek, seni amacına ulaştıracak bir varlık yoktur. Hepsi senin kendindedir. Kendinden başkasına güvenme… Ne varsa kendindedir…
Bu durumda insan aklına şöyle bir soru gelebilir. Bizim haricimizde bir şey yoksa bu, Peygamber gönderen, kitap indiren Allah ne oluyor?..
Atalarının dini üzerine giden, araştırıp tahkik etmeyen insana böyle bir söz rencide edici olarak gelebilir. Ama akıl yürüten, araştıran, inceleyen bir insan günümüzde geçiyor bilgisayarın başına, arama motoruna “TASAVVUF” yazınca bütün İslam düşünürlerinin Batıni görüşleri ekrana geliyor ve araştırmacı da bütün gerçekleri görüyor.
Kendi haricimizde bir varlık yoksa bu öldükten sonra Cennet Cehennem kavramları, şehitlik mertebesi, gazilik gibi kavramların çekiliciliği kalmıyor. Böyle olunca da gerektiğinde savaşmak, ölmek ve öldürmek gibi kavramlar önemini yitiriyor.
Bu kavramların çekiciliğini koruyabilmesi için dinin yaşaması devlet için zorunlu duruma geliyor. Çünkü bu kavramlar çekiciliğini yitirince devlet kitleleri nasıl cephelere sürsün. Kitleler ne için ölsün… Şehit olup Cennet’te yer kapmak daha çekici değil mi?
Bu nedenle diyorum ki dinin yaratıcısı ve koruyucusu devletlerdir… Siz bakmayın bizimkilerin Atatürk Cumhuriyeti ve laik devlet ilkeleri demelerine…
Çin Setti’nden Adriyatik denizine değin ülkelerde gözü olan bir devlet kolay kolay laik ve demokrat olamaz…
Eren Bilge, 29.6.2010
X
39. SABRIN SONU SELÂMETTİR
Eğer bir kişi sıkıntılı anda gülebiliyorsa, geleceğin tatlı günlerini de hissedebiliyor, yani onun gözleri gelecekteki tatlı günleri görebiliyor demektir.
Sabır, geleceği iyi bilmek, sabırsız¬lık ise geleceği iyi bilmemekten ileri gelir.
Geleceğini bilen kişi safların önüne geçer.
Katır bir deveye sormuş, “Neden çoğu kez hep ben kervanın önünde giderim de sen hep arkadan gelir¬sin?”
Deve der ki, “Ben yokuşa vardığımda onun ardından ne¬yin geleceğini bilirim çünkü benim başım yüksek, cesaretim yü¬ce ve gözüm aydındır. Bir bakışta tepenin ardını, diğer bir ba¬kışla ayağımın altını görebilirim”.
Burada deveden kastım sağlam bakışlı şeyhtir. Böyle bir kişi ile ne kadar çok oturursan o kadar ahlakından bir şeyler kaparsın. Hangi yöne yönelse sende olgunluk peyda olur. Sebzeye baksan sende tazelik ve canlılık belirir. Çünkü beraber olduğun kişi seni kendi dünyasına çeker. Bundandır ki Kuran’ı okumak gönlüne temizlik aktarır; zira Kuran peygamberler ve onların hallerinden bahseder. Onların halleri senin gönlüne yerleşir (Mak.M.109; Kon. 74-75). :
(Şems-i Tebrîzi’nin Öğretileri. Prof. Dr. Erkan Türkmen. NKM Yayınları. 3. Baskı. Ağustos 2009. s. 93–94)
+
Pirimiz Şems-i Tebriz-i böyle söylüyor. Sabrın önemini belirtiyor.
Sabrın önemi huzursuz bir ortamda belli olur. Diyelim haksız bir uygulama ile karşı karşıyasınız.. Bu huzursuz ortam uykularınızı haram etmektedir. Burada insanın yapması gereken bu huzursuz ortama kendisinin neden olup olmadığını araştırmasıdır.
Bu huzursuzluğun ortaya çıkmasında kendisinin rolü olmamışsa telaşa kapılmadan sonuna kadar hakkını aramalıdır. Hakkını aramamak, olayı iyiye yormak insanın sorumluluktan kaçması anlamına gelir. Hakkını sonuna kadar aramalı, gerçeğin ortaya çıkması için elinden geleni yapmalıdır.
Bu çabası sonuncunda da huzursuzluk sürüp gidiyorsa artık yapacağı tek şey sabır kavramına sarılmaktır. Öfkelenmeden, telaşlanmadan olayın sonunu beklemekten başka yapacağı bir iş yoktur. Yani sabır…
Pirimiz Şems-i Tebriz-i ikinci olarak deve örneğini gösteriyor. Burada deveden kasıt ileriyi gören öğretmendir. Aydınlık, arif kişidir. İşte insan gerçeğe ulaşabilmesi için muhakkak bir öğretmenin ahlaki, edebi eğitiminden geçmelidir.
Ancak bu öğretmen, eğitici; Şems-i Tebriz-iye göre, sağlam bakışlı olmalıdır.
Nedir sağlam bakışlı olmak. Bir kere akılcı olması gerekir. Aklın önemini diğer bütün kavramlardan önceye almalıdır. Sonra görüşleri bilime ve gerçeğe dayanmalıdır. Zahirî görüşlerin ve anlamların gerçek anlamını (batını anlamını) bilmeli ve gerçekleri görmelidir.
Böyle bir eğitici ve öğretici ile inip kalkan onun güzel ahlakını, edebini, erdemini özümsemeye başlar. Şems-i Tebriz-i’nin dediği gibi onun ahlakı ile Edebi ile, erdemi ile özdeşleşir…
Akılcı, bilimsel, gerçekçi bir öğretmenin ahlakî, edebi ve erdemli eğitiminden geçmeyen kişiler yeniden doğuşa eremez. Kötü düşünce ve duygularını tasviye edemez.
Bir eğiticisi ve öğreticisi olmayan kişiler bu dünyaya ham gelirler ve ham giderler…
Bütün dinlerin eğitim felsefesinin özü özeti budur…
Av. Eren Bilge Balta, 9.7.2010
X
40. GERÇEĞİ SÖYLEMEK
“Ben doğruyu söylemiyorum. Söyleyecek olursam, beni bu yerden atarlar.
Eğer tüm gerçeği söylersem, beni şehirden de atarlar.
Büyükler, küçükler ve hatta Mevlâna bile beni atar.
Bu neden böyle? Sorsanıza. Çünkü Mevlâna herkesin beni terk et¬tiğini görünce, onları kıramaz ve (geçici olarak) onlara katılır
Ama benim nereye gittiğimi öğrendikten sonra beni tekrar bulur.”
(Şems-i Tebrîzi’nin Öğretileri. Prof. Dr. Erkan Türkmen. NKM Yayınları. 3. Baskı. Ağustos 2009. s. 89)
+
Görülüyor ki insanlar tarih boyunca gerçeğe yabancı. Bu nedenle toplumumuzda gerçeği söyleyenler için, 9 köyden kovulmuş denir.
Her toplumun gerçeği başka başkadır. Örnek verirsek Medresede öğretilenle Tekke’de öğretilen başkadır. Medresede öğretileni Tekke’de söylersen sana cahil derler; bunun yanında Tekke’de öğretilenleri Medrese’de söylersen “katline cevaz” verirler.
Bütün bunlara karşın cesur insanlar ölümlerine pahasına da olsa gerçeği söylemekten vazgeçmemişlerdir. Tarih bunun örnekleri ile doludur.
Eğer insanlık uygarlıkta biraz ilerlemişse bu ölümleri pahasına gerçeği söyleme cesaretini gösterenler yüzündendir.
Benim gerçeğim bile topluma ağır gelmektedir. Aklımdan geçenleri, bildiklerimi söylemeye kalkışırsam göreceğim tepkilerin ölçüsü olamaz.
Kendimi Mevlana ile, Şems ile kıyaslayacak kadar vecde gelmiş değilim. Onlar nerde ben nerde… Onların yanında ben gerçekten cahil biriyim. Ben haddimi de, kendi cehaletimi de bilirim. Cehaletimi bildiğim içindir ki 80 yaşında, bu hasta halimde, bir şeyler öğrenebilmek için yırtınıp duruyorum.
Bir insanın; cahil de olsa düşüncelerini açıklama hakkı vardır. Söylemezse cehaleti nasıl anlaşılacaktır. Söylemeli ki cehaleti ortaya çıksın.
Ne var ki bizim toplumda cahile cahil olduğu bile söylenmemektedir. Bu nedenle de cahiller kendisinin bir şey bildiğini sanmaktadır.
Gazetelerde, televizyonlarda bu cahillerin zırvalarını dinlemek benim gibi bir cahile bile ağır geliyor artık…
Av. Eren Bilge Balta, 29.7.2010
G. 30.7.2010
X
41. HİKMET NEDİR?
Bilgili, olgun bildiğimiz bir kişinin sıra dışı bir davranışı, ya da sözü, karşısında “Bu davranışını, ya da sözünü anlamadık ama; bundan bir hikmet vardır elbette!..” diyerek sabırla beklemeye başlarız.
Yapılan davranışın, söylenen sözün anlamadığımız, sonradan anlayabileceğimiz bir amacı ya da nedeni olduğunu kabulle sonucu sabırla beklemeye başlarız.
Anlamı derin olan sözlere de “Hikmetli Sözler” deriz. Dahası bu sözleri Hak Söz olarak kabul etmekten de çekinmeyiz…
Düşünen insanlarda, ariflerde, erenlerde, ermişlerde Hikmet sözcüğünün anlamı, önemi büyüktür. Dahası arifler, erenler, ermişler; hikmetli söz söylemek için birbirleri ile yarışırlar sanki… Bunların amacı daima insanlara yararlı olan sözler söylemek ve insanlara gerçeği anlatmaktır.
Aşağıda Mevlana’nı uyaran Şems’in hikmet hakkındaki sözlerini var. Hele bir bakalım:
Av. Eren Bilgebalta, 31.8.2010
+
Birisi Şems’ten hikmet hakkında bilgi istedi. Şems şunu söyledi, “Hikmet üç çeşittir:
1- Söyleyiş
2- Davranış
3- Görme (Didar).
Hikmet, alimlerin sözleri; abidlerin (ibadet edenlerin) davranışları ve arifleri görmektir.
Hikmet sahibi kendisine zıt gidenlere kızmaz ve kendine eziyet edenlere kin beslemez.
Beyazid-i Bestami’ye sordular:
“Sen hep su ve hava üzerindeymiş gibi yürüyorsun, bunun sebebi ne?”
Dedi ki,
“Kuru saman çöpü daima su üzerinde yüzer, kuşlar havada uçar, sihirbazlar Kaf Dağından Kaf Dağına uçup dururlar. Tanrı erleri ise O’ndan başka hiç bir şeye gönül vermeden bu dünyadan uçup giderler (Eflaki. 656).
Not: ‘Hikmet’ uygulama ile birlikte olan doğru ve mükemmel bilgi.
(Şems-i Tebrîzi’nin Öğretileri. Prof. Dr. Erkan Türkmen. NKM Yayınları. 3. Baskı. Ağustos 2009. s. 45)
X
42. CEHALET DİZ BOYU
Aşağıdaki yazıyı dikkatle okuyun.
Neler söylüyor bu adamlar; Ermişler, erenler?..
Günümüz anlayışına uymayan söylemler. Akıl alacak gibi değil.
Öyleyse bir daha okuyun, belki yeni bir anlayış doğar içinizde…
Yazı, boş şeyler söylemiyor. Anlamlı şeyler söylüyor…
Eğer diyor huzur ve güven içinde yaşamak istiyorsan, alnın ak, başın dik olsun istiyorsan; arzudan, hırstan sıyrıl… Şan şeref peşinden koşma… Günlük gereksinmeni kazandıktan sonra daha fazlası için çırpınma…
Bunun gibi şeyler söylüyor işte. Amaç huzur ve güven içinde yaşamak.
Huzurun kaçtıktan sonra dünyayı kazanmışsın kaç para eder?…
İsa bu konuda şöyle der: “İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yararı olur? İnsan kendi canına karşılık ne verebilir?” (Matta 16:26. Markos. 8/36. Luka. 9/25)
+
Şimdi aşağıda belirttiğim kitabı okumaya başladım.
Kitap baştan sona beni ve benim gibileri azarlıyor.
Bana ve benim gibilere açıkça CAHİL diyor.
“Her soruya yanıt veren, her gördüğünden bahseden ve her bildiğini anlatan bir kimse gördüğünde o şahsın cahil olduğunu anla!…” (s. 12)
Başkasını bilmem ama; tam, bana uyuyor. Ne deyelim bu da bizim kusurumuz, günahımız olsun. Bildiğimizi söylemeyelim de bu karanlıklar devam edip gitsin mi?
Neyse hele bir de siz okuyun bakalım. Size nasıl gelecek?
Av. Eren Bilge Balta, 3.10.2010
+
Talep şan değildir. Razı ol, şan da senin, nam da senin. Varlığını bilinmezlik toprağına göm. Gömülmeyen şey nabit (bitmez HB) olmaz.
Dünya suretlerinin bulaştığı ayna nasıl parlar? Huzura girmeden önce tevbe sularında yıkan. Kader teneffüs ettiğin her nefeste seninle… Eşyadan eşyaya seyahat edip durma. Kendine uzaktan bakmayı öğren. Bir dolap beygirine benziyorsun. Öyle ahmak, öyle hüzün verici…
Hicret ve niyetin kimin için?
Bir gece yarısı uyandığında yatağından kalk, şöyle yıldızlara bir bak. Düşün!..
Değil mi ki içinde bulunduğun yer, konuştuğun kimse sana feyz vermiyor; terke mâni olan ne?
Ölüme ağlama.
Kalbe bak.
Hata ve isyan ile pişman, ibadet ve taat ile neşveli değilsen zaten ölüsün.
Nefsin karanlık orduları fevç fevç akıyorlar.
Zaman ve mekânı dolduran et kokusu. Metin ol…
Vadedilen bir şeyin vukubulmaması seni şüpheye sevketmesin. Basi¬retine güven.
Dünya nimeti için zaaf haline düşersin. Ona doğru koşma. Şükür ipi elinde ya.
Her meseleye cevap veren, her gördüğünü kucaklayan, her bildiğini anlatan bir kim¬se mi gördün; derhal ondan uzaklaş.
Marifetin mukabili inkâr, ilmin mukabili cehalettir.
Melal içindesin.
Yoksul olduğunu düşünüyorsun.
Ne ki senden alınmıştır, o senin hayrınadır.
İçindeki yoksulluğu hissediyor musun? İşte senin için en hayırlı va¬kit. Unutma, ihtiyaç mütemadidir…
(Ataullah İskenderî Tasavvufî Hikmetler. Hikem-i Atâiyye Hazırlayan: Mustafa Kara Dergah Yayınları. Birinci Baskı 1990 Arka Kapak)
X
43. ÖLÜ’DEN ÖLÜ’YE İLİM ALMAK
Ölü’den ölü’ye ilim almak, ne demek?
Söyleyen de sıradan bir kişi değil. İslam evliyalarının ileri gelenlerinden Beyazıt-ı Bestami…
Bir parça din ilmi ile ilgilenen kişi Beyazıt-ı Bestami’yi bilir… Bilmenin ötesinde bilgisinin, ilminin önünde ceketini ilikleyerek saygı ile eğilir.
İşte bu din âlimi öyle bir söz etmiş ki; haydi çık çıkabilirsen işin içinden…
Ne demiş hele bir bakalım:
“Beyazit-i Bestami zâhiri hocalara şöyle demiştir:
“Siz ilminizi ölüden ölüye aldınız; biz ise, diri (Hayy) ve ölümsüz (lâyemut) olan Allah’tan aldık…”
(ANA HATLARİYLE İSLAM TASAVVUFU TARİHİ. s. 106. Prof Dr. Cavit Sunar. Diyanet Yayınları. 1978)
Önce şu Ölü’den Ölü’ye sözlerini açıklayalım…
Din ilminde derine dalanlar, arif olanlar, erenler din ilmini ikiye ayırırlar. İlm-i nakil, ilm-i tahkik…
Arifler, erenler okuduklarının derin (batın) anlamını anlamadan aktaranlara nakilci derler. Yani bunlar okuduklarını naklederler. İşte bunlara batını tasavvufçular Ölü der…
Bunlar kafalarını çalıştırmazlar, okuduklarının derin anlamını anlamazlar.. Okuduklarını kendi anlayışlarına göre anlamlandırırlar.. İşte Beyazıt-ı bu durumdakilerin durumunu “ÖLÜ’DEN ÖLÜ’YE İLİM ALMAK” olarak ifade etmiştir.
Şimdi gelelim “DİRİ ve ÖLÜMSÜZ” olandan ilim almaya…
Burada öncelikle “DİRİ” olanı anlamalıyız.
Diri olan; üzerinden uzun yıllar geçse de değerini yitirmeyen anlamlı sözlerdir.
Bu sözler değerini hiçbir zaman yitirmediği için ÖLÜMSÜZ olarak kabul edilir… Böylesine sözler yüce değerlerden sayıldığı için Allah kapsamı içine alınır.
Yoksa öyle, insanların tasavvurlarında yaratıp yaşattıkları gibi maddi bir varlık yoktur. Böylesine bir anlayış Allah’ın kişileştirilmesi olur. Kişileştirilmiş bir varlık da diri ve ölümsüz kabul edildiğine göre bir yeri olması gerekir. Canlı ve diri olduğu için de beslenmesi gerekir… Bu ise din kitaplarındaki Allah tanımına uymadığı gibi akla, mantığa da sığmaz……
Ya işte böyle biraz düşünmeye başlayınca neler çıkıyor bir sözün altından…
İnsanda bulunan; akıl, mantık, önsezi, sağduyu ve vicdan gibi yüksek değerler yüce olduğu için Allah kapsamı içinde değerlendirilir.
Özetlersek Beyazıt-ı Bestami, biz ilmimizi yüce değerlerden sayılan aklımızdan, mantığımızdan, önsezimizden, sağduyumuzdan ve vicdanımızdan alarak gerçeğe ulaşıyoruz…
Demek istiyor ki biz aktarmacı değiliz; araştırmacıyız. Bu da Yaratan’ın yaratılışımızda bize verdiği özelliklerdir…
Anlaşılması zor bir sözü biraz açabildikse ne mutlu bize…
Av. Eren Bilgebalta, 15.10.2010
X
Sayın Bilge Balta,
Anlamak isteyene anlaşılması zor bir şey yoktur, yeter ki akıl ile algılamayı öğrenmiş olalım.
Yorumunuza yapılacak bir katkı da bulamıyorum.
Harika ifade etmişsiniz.
Ancak bir ilave yapmam gerekirse anlamak üzerine, yine inandıklarını söyleyenlere kitapları ne demiş bakalım.
+
BAKARA SURESİ: 44 İnsanlara hayırda erginliği/dürüstlüğü emredip de öz benliklerinizi unutuyor musunuz? Üstelik de Kitap’ı okuyup durmaktasınız. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?
BAKARA SURESİ: 78 İçlerinde ümmî olanlar da vardır ki Kitap’ı bilmezler, sadece anlamını bilmeden okuyuşlar/hurafeler/hayal ve kuruntular bilirler. Onlar yalnız sanıya saplanırlar.
NİSA SURESİ: 123 İş ne sizin kuruntularınızla/hurafelerinizle/anlamını bilmeden okuyuşlarınızla ne de Ehlikitap’ın kuruntuları/hurafeleri/anlamını bilmeden okuyuşlarıyla çözülür. Kötülük yapan onunla cezalandırılır. Ve böyle biri, kendisi için Allah dışında ne bir dost bulur ne de bir yardımcı.
NİSA SURESİ: 119 “Yemin olsun, onları saptıracağım, onları kuruntulara/hurafelere/anlamını bilmeden okumaya mutlaka iteceğim. Onlara mutlaka emir vereceğim de davarların kulaklarını yaracaklar; onlara muhakkak emredeceğim de Allah’ın yaratışını/yarattıklarını değiştirecekler.” Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı yandaş edinirse açık bir hüsrana kesinlikle yuvarlanmış olacaktır.
NİSA SURESİ: 120 Şeytan, onlara söz verir, ümit verip hayal kurdurur, hurafeye/anlamını bilmeden okumaya iter. Ama o, onlara bir aldanıştan başka hiçbir şey vaat etmez.
Ve Kur’an ve miras konusundaki bazı ayetler.
Sağlık dileklerimle…
Ahmet Dursun, 15.10.2010
X
44. KONUŞAN KİTAP
Hz. Ali; Şam’a gelip Muaviye’nin ordusu ile karşılaştığı zaman ordusuna şöyle demişti:
“Ey kavmim! Ben Allah’ın konuşan kitabıyım; onların mızraklarının ucuna taktıkları kitap (Kuran) sayfaları ise susan kitaptır. Onları hezimete uğratın, sakın vazgeçip geri çekilmeyin!”
(ARİFLERİN Aynası. Mir’atül’l – Arifin. Sadrettin Konevi. Tercüme edenler: Dilâver Gürer, Betül Güçlü Ali Çoban Gelenek Yayıncılık. Birinci Basım. Şubat. 2010.s. 29)
+
Hz. Ali bu sözleri niçin söylemişti? Çünkü Muaviye, Kuran yapraklarını askerlerinin mızraklarının ucuna takmıştı. Ali’nin askerleri bu manzarayı görünce savaşa girmekten kaçınmıştı. Kuran yapraklarının atların ayakları altında çiğnenmesini kabul edemiyorlardı. İşte bunun üzerine Hz. Ali askerlerine:
“Ey kavmim! Ben Allah’ın konuşan kitabıyım; onların mızraklarının ucuna taktıkları kitap (Kuran) sayfaları ise susan kitaptır. Onları hezimete uğratın, sakın vazgeçip geri çekilmeyin!”
Ali’nin bu sözleri ile iki kavramla karşılaşıyoruz. Susan Kitap, Konuşan Kitap…
Burada Susan Kitap denince bütün kutsal kitapları anlamak gerekiyor. Gerçekten bütün kutsal kitaplar gelişen ekonomik, toplumsal ve siyasal olaylar karşısında suskun kalmakta; toplumsal sorunlara çözüm getirememektedir.
Birkaç küçük örnek vermekle yetineceğim. Gerisini okuyucularım getirebilir. Örneğin hiçbir kutsal kitapta Kat Mülkiyeti Yasası, Kooperatifler Yasası, Köy Yasası, Trafik Yasası gibi yasalar yoktur. Bunlar ve diğer toplumsal yasalar Konuşan Kitap olan insanların oluşturduğu Büyük Millet Meclisleri tarafından yapılmaktadır. Zamanla, gelişen toplumsal olaylar karşısında, bunlar da sessiz kalmakta, bu anayasalar da susan bir kitap olmakta ve Büyük Millet Meclisinde bulunan konuşan kitapların çalışmasına gereksinim duyulmaktadır…
Önemli olan Konuşan Kitap olan olgunlaşmış, bilge, bilgili ve erdemli insanlardır. Çünkü bunlar günümüzün sorunlarına yanıt verecek durumdadırlar.
İnsanlara yakışan Susan Kitaplara değil Konuşan Kitaplardan yararlanmasıdır. Zaman zaman da Susan Kitapları okuyarak ruhunu beslemeli ve kendisini erdeme yönelten, olgunlaştıran sözcükleri bulup yaşamına uygulamasıdır…
Av. Eren Bilge, 24.10.2010
+
KATKIDA BULUNANLAR:
Mustafa Dinçer
Hayri Ağabey,
Önce sevgi…
Yasa insanın zavallılığını gösterirken Kutsal Metinler insana gerçeği, (ilkeleri) gösterir. Yasa durmadan değişir çünkü insanın günahkarlığı hiç son bulmaz ama KM bir gün günahın sona ereceği cennet yeryüzünde sonsuz yaşam vaad eder. Hangisin istersiniz güvenilmez yarın değişen yasalar mı sonsuz nimetler veren ve sizi gençleştirip diriltmeye istekli ve yeterli (yasalar size bu vaadi veremez!) Yüce Yaratıcımızı mı dinleyeceksiniz?
Ahmet Dursun ve sizin büyük hatanız şu ki sahte dinlerin hainliklerini Yaratıcı ile karıştırıyorsunuz! Bunu yapmayın bakın ne güzel gelişmeler olacak. Amacınızın bağcı dövmek olmadığının farkındayım ama feci şekilde ikiniz de yanılıyorsunuz.
Sevgi ve saygımız sonsuz.
Mustafa Dinçer, 24.10.2010
X
45. ARİF’İN TANRI İLE DOSTLUĞU
“Tanrı’yı arayan kişi bela ve işkencesiz olmaz.
İlmi arayan kişi gariplik ve horlanmayı göze almalı.
İlmi kolay yoldan elde etmek isteyen ise üzüntü içinde kalır.
Kim ki üzüntülü iken sabrederse muradına erişir ve kim ki makam peşine koşarsa çabuk düşer.
Güçlü olmak isteyen dervişlikte kalır ve dervişlikte sabreden ise güç kazanır.
Âlim şu üç huya sahip olmalı:
Yumuşak huylu,
Tamah et¬meyen,
Kötülüklerden sakınan.
En güzel şey ilim sahibi ve yumuşak huylu olmaktır (Eflaki. 654-655)
.
Not: Arif, Tanrı’nın kendi zatını, sıfatlarını, isimlerini ve fiillerini müşahede ettirdiği kimse (Tasavvuf Terimleri Sözlüğü).
(Şems-i Tebrizi’nin Öğretileri. Prof. Dr. Erkan TÜRKMEN. NKM Yayınları. 3. Baskı. Ağustos 2009. s. 44)
+
Alıntı yapılan kitabın 44. sayfasının başında arifin tanımı şöyle yapılmaktadır. Olduğu gibi alıyorum:
“Arifin (bilgin olanın) belirtisi şudur: Dostu (Tanrı’yı) anmaktan ve dostluğundan bıkmaz.”
Demek ki Tanrı, arifin dostudur. Dostluk bir arada olmayı gerektirir. Yoksa uzayın dışında, bilinmeyen bir yerdeki Tanrı ile nasıl dostluk kurulabilir?..
Kaldı ki dostun dostluğundan bıkmaması da arifin bir özelliğidir. Dostun dostluğundan bıkmamak da ne oluyor…
Bunu biraz açmaya çalışırsak Arif hep özveride bulunan kimsedir. Haksızlığa uğradığında kızıp öfkelenmeyendir. Olaylar karşısında sabırlı olmayı bilendir. Kimse beni anlamıyor diye sızlanmamalıdır. Yalnız yaşamaya alışmalıdır. Çünkü gerçek arif yalnızlığa mahkûm olandır.
Alıntıda vurgulandığı gibi
Tanrı’yı arayan ve Tanrı ile dostluk kuran kişinin başını ağrıtanlar çok olur. Özellikle Tanrı ile dostluk kuran ve bu dostluğa sadık kalan kişiyi, anlamadıkları için, rahat bırakmazlar.
Kolay değildir Tanrı ile dost olmak ve bu dostluğu sürdürmek. Çünkü geleneklerden, göreneklerden sıyrılmak, halkın inanışlarının dışında yaşamak halktan dışlanmak anlamına gelir.
Halkın hayalinde yarattığı bir Tanrı’nın arkasına düşmemek insanı elbette zor duruma düşürür. Geçmişte bütün arifler bu sıkıntıları yaşamışlardır. Çoğu da kâfirdir, zındıktır, meczuptur diye suçlanmıştır. Ne var ki arif bu suçlamaların hiçbirine aldırmamıştır ve o daima dostu Olan Tanrı’ya güvenmiş ve dayanmıştır.
Elbette kolay değildir bütün saldırılar karşısında yumuşak huylu olmak, dünyanın zevkine sefasına tamah etmemek ve de hep kötülüklerden sakınarak doğruluk, dürüstlük, iyilik üzerine kurulmuş (salih amel…) sakin bir yaşam sürdürmek…
Arifin belirtisi sakinliktir. Eğer bir kişi sakin değilse, davranışlarında bir ivedilik varsa o arif değildir.
Arif, sağduyu ile hareket eder. Önsezisi güçlüdür. Mala mülke, şana şöhrete düşkünlüğü yoktur. Aklın önemine inanır. Aklına yatmayanı da ne pahasına olursa yapmaz. İşte bu tür bir yaşam sürdürene Tanrı’nın dostu denir…
Alıntının not bölümünde açıklandığı gibi arife bakan kişi; onda, tanrısal özellikler (olgunluk, erdem, sakinlik, yumuşak huyluluk …) görmelidir.
Av. Eren Bilge, 6.11.2010
X
46. BAYRAM DUASI!..
“Riya münafıklık, aldı yürüdü
Allah’ım hakiki imanı gönder!
Ortalığı küfür, zulüm bürüdü
Nolur bize aklı, iz’anı gönder!
Kur’an rafta durur, banttan okunur
Manasın söylesen, nasıl dokunur
Din adamı derviş bile yutkunur
İmanın özünü, ihlâsı gönder!
Dini dinar olmuş, şehvete tapar
Biraz sıkıştırsan, hedeften sapar
Dışı hoş ya, içi keneften kokar
Allah’ım samimi insanı gönder!
Menfaate kuldur zamane halkı
Vicdanı çürümüş, bozuk ahlakı
Pazarlık pahası, namus talakı
Akıllar uyuşmuş, irfanı gönder!
Öz yağı alınmış, ekşimiş ayran
ABD’ye uşak, AB’ye hayran
Papayla papazla, Sümela bayram
Ayasofya mahzun, insafı gönder!
Kurtulmuş sanılır kiralık kukla
Gâvurlar oynatır gizli çubukla
Alakası yoktur halkla hukukla
Zulmün devranına iflası gönder!
Kalmadı ülkede, sulhu sükûnet
Eşkıyaya danışır, devlet hükümet
PKK’ya hürmet, banaysa şiddet!…
Allah’ım zalime isyanı gönder!
Bir inkılâp lazım, hem de temelden
Adil bir düzeni, kurmak emelden
Mahrum kaldık cehdden, salih amelden
Taatı takvayı, ihsanı gönder!”
+
Mili Çözüm Dergisi.. Şair-yazar Ali Çağıl
+
Genel görüntü böyle,
Yer yoktur başka söze…
Gelin hep birlikte
Amin diyelim biz de…
Av. Eren Bilge, 17.11.2010
X
47. İLÂHİ AŞK
a — İlâhi aşk: müşahede ve tevhid ehli için,
b — Akil aşk: arifler için.
c — Ruhani aşk: aydınlar (havas) için,
d — Tabii aşk: halk (avam) için,
e — Behîml aşk: aşa¬ğılık kişiler (erâzil) için bahis konusudur (Ruzbi-han, Âbheru’l-âşikîn, s. 15)
(TASAVVUF TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ. Prof. Dr. Süleyman Uludağ. Marifet Yayınları İstanbul 1966 s. 61)
+
Sözlükler İlâhî Aşk’ı böyle tanımlar.
Ne var ki insan aklını karıştırırlar.
Terimin anlaşılmaması için
Ellerinden geleni yaparlar…
Öncelikle bilmeniz gereken
Nedir bu ilâhi aşk denen…
Köşe başı fotoğrafçıları şipşak fotograf çeker.
İlk çıkan kartı göstererek: “Bu Şeytanisi!”,
Bundan sonra “Rahmanisi”
Gelecek der….
Şeytanisine bakarsın çirkin bir görüntü, hayalet gibi…
Sonra gelen Rahmanisine bakarsın sanki bir melek gibi…
Yaşamda da bu böyledir.
Doğru ile yanlış, Güzel ile çirkin, İyi ile kötü iç içedir…
Doğru, güzel, iyi olan davranışlara, kavramlara, varlıklara ilâhi adı verilir…
Yanlış, çirkin, kötü olana ise ilâhi olmayan, Şeytan, adı verilir…
Bütün davranışlarını doğruluk, dürüstlük, iyilik üzerine kuran,
Bu özellikleri yansıtanlar için Salih amel sahipleri der Kuran…
Ne pahasına olursa olsun;
Doğruluktan, dürüstlükten,
Güzellikten, iyilikten şaşmayan…
Huzur ve güven içinde olur inan…
Bütün yaşamında olumluluğu yansıtan,
Bunu da bile bile Hak için yapan
Bil ki ilâhi aşka düşmüştür bu insan…
Bu tür insanlar ahlakı, erdemi, güzellikleri, iyilikleri kutsallaştırır.
İlahi olanın, kutsal olanın ipine yapışır.
İşte ilâhi aşk böyle yaşanır…
Yoksa öyle inzivaya çekilmekle,
Çöllere düşmekle,
Maldan mülkten vazgeçmekle,
Mekke’ye, Medine’ye gidip gelmekle
Dünyadan el etek çekmekle
İlâhi aşk yaşanmaz.
Böyle bir kafa ile değil Allah’a
Hiçbir yere varılmaz.
Önemli olan halkın içinde Hak’la yaşamak…
Ne olursa olsun; doğruluktan, dürüstlükten şaşmamak…
İşte ilâhi aşk budur…
Bu da yalnız erenlerde bulunur…
Zanna dayanan bir Allah’a aşık olmak,
Sanki göle yoğurt mayası çalmak…
Aşık olacaksan Hak’ka aşık olmak gerekir.
Bu nedenle Kuran’da::
“Çünkü Allah, Hak’kın ta kendisidir!” (K. 31/30) denir…
Av. Eren Bilge, 9.12.2010
X
48. GERÇEKLER SÖYLENMELİDİR
Baba Erenlerden Hasan Basri adında biri,
Demiş ki:
“Allah, gerçeği halktan saklamayıp onlara açmayı âlimlerin boynuna borç bilmiştir.”
Ne güzel demiştir.
Elbette, bilgi paylaştıkça büyür.
Toplumlar bilgi ile bilimle önünü görür…
Toplumlar
Bilgi ve bilim ışığında yürür…
Bunun içindir ki, gerçekler halka açıklanmalıdır.
Halk, bilgilendikçe ufku açılır…
Ne var ki yanlış bir inanış sonucu akıl, bilgi ve bilim küçümsenmiştir.
Gerçeğe; akıl, bilgi, bilim yoluyla değil,
Din, iman, vahiy yoluyla varılır denmiştir.
Bu söylemi esas alan mollalar,
Halka gerçekleri açıklayanların boynunu vurdular.
Boynunu vurmadıklarını toplumdan dışladılar,
Gerçekleri söyleyenleri sürgünlerde yaşattılar…
Mollalara göre gerçek kutsal kitaplardadır.
Kutsal metinlerin dışına çıkanlar yaşatılmamalıdır.
Böylece Baba Erenlerin söylediği söz boşlukta kalmaktadır.
Halka gerçekleri söyleyenlerle yıldızları
Bir türlü barışmamaktadır…
Ne derlerse desinler,
Ne ederlerse etsinler,
Ne pahasına olursa olsun
Biz aydınların gerçekleri söyleyeceğini bilsinler…
Av. Eren Bilge, 28.12.2010
+
KATKIDA BULUNANLAR:
1. Yener Balta,
Baba,
“Allah, gerçeği halktan saklamayıp onlara açmayı âlimlerin boynuna borç bilmiştir.”
Ne güzel demiştir.
+
Allah, mana olarak vardır, madde olarak yoktur, o bir simgedir. İyi, güzel, doğru değerler bütünüdür dedikten sonra; yukarıda edilen cümlede, yine bir varlık olarak, bir insan olarak kullanılmış anlamı çıkıyor. Bu da bir çelişki olmuyor mu?
Teşekkürler yazın için,
Yener Balta, 28.12.2010
+
Sevgili Yener,
Eleştirin ne desen değer…
Allah, bu sözü nerede, kime söylemiştir?
Söylerken kim duymuştur, kim görmüştür?
Burada Allah simgesel bir anlatımdır.
Demek isteniyor ki;
Gerçeklerin gizlenmemesi, söylenmesi
Aklın, sağduyunun, mantığın gereğidir.
Bu da Allah kavramı ile ifade edilir…
Dediğin gibi Allah:
“Mana olarak vardır, madde olarak yoktur,
O bir simgedir. İyi, güzel, doğru değerler bütünüdür…”
Haklısın, yazıda Allah sözcüğünün karşısına ayraç içinde açıklama yapılması gerekirdi.
Örneğin;
“Allah (Akıl, bilim, gerçek gereği…) gerçeği halktan saklamayıp onlara açmayı âlimlerin boynuna borç bilmiştir.” denebilirdi…
Gözünden kaçmaması ne desen değer…
Bu açıklama yapılamazdı,
Gözüne çarpmasaydı eğer…
Av. Eren Bilge, 28.12.2010
+
2. Mustafa Dinçer:
Hayri Ağabey,
Önce Sevgi Saygı
Yanılıyorsunuz, Hayri Ağabey,
“Mollalara göre gerçek kutsal kitaplardadır.
Kutsal metinlerin dışına çıkanlar yaşatılmamalıdır.”
Bu sözünüzde yanılıyorsunuz. Mollalar, papazlar, hahamlar hiç bir zaman Kutsal Metinlere yönelmediler. Az miktardaki yönelmeleri işlerine geldiği kadardır. Tümü (Sahte dinler) kendi geleneklerini vurguladılar. Mesih de bir keresinde böylelerine “Siz de neden Allahın sözünü GELENEKLERİNİZLE bozuyorsunuz?” diye karşı çıkmıştı.
Lütfen SAHTE DİN GELENEKLERİ ile TANRININ BOZULMAMIŞ SAF SÖZÜNÜ karıştırmayalım.
Saygılar, sevgiler…
Mustafa Dinçer, 28.12.2010
X
49. İLAHÎ YAKINLIK
İşte görüyorsunuz gazetelerin 3. sayfasını: Her gün ırza tecavüz, soygun, gasp, cinayet,
Değer yargısı kalmamış, görünen tam bir kıyamet…
Bütün bunlar insana yakışmayan eylemler,
Bu eylemlere insanı, bencil duygu ve düşünceleri iter.
Demek ki bu asırlar incesinden beri böyle,
Bu nedenle erenler demiştir şöyle:
“Yeryüzündekini değil, gökteki şeyleri düşünün.” (İncil. Koloselilere, 2/3)
(Kıssadan Hisseler, Sarkis Nersesoğlu, Gerçeğe Doğru Kitapları. s. 3)
Yeryüzündekiler dediği insana yakışmayan davranışlardır.
İnsana yakışmayan davranışlar ise düşünmeden yapılanlardır.
Düşünmeden davranmak insanın kendisini bilmemesindendir.
Bunun için de insandan, önce kendisini bilip tanıması istenir.
Bu yüzden Ziya Ceren kitabında şöyle demiştir:
“Tüm yaratılanlar benzerlerini yaratamazlar;
Ancak, yaratanı ile, mânevi bir ilişki kurabilirler.
Böyle bir ilişki için insan önce kendini bilip tanımalıdır.”
(İLÂHÎ YAKINLAK, M. Ziya Ceran, 1988 İstanbul, s. 12)
Kendini bilip tanıyan insan,
Kaçınır kötü davranışlardan…
Kendini bilip tanıyan insanda değer yargısı var.
Böyle bir insan özeleştiri yapar, kendini yargılar…
Hesap verir vicdanına,
Eyleminin olumlu olup olmadığına bakar…
Bunun için de şöyle denir:
“Yeryüzündekini değil, gökteki şeyleri düşünün.”
İnsanın doğru, dürüst, erdemli yaşamı düşünmesi,
İyi olanı yapması; yani, gökteki şeyleri düşünmesindendir.
Bu nedenle Yunus Emre şöyle demiştir:
“Sen çıkarsan aradan,
Kalır seni yaradan…” Yunus Emre
Sen dediği insanın bencil duygularıdır.
İlahî yakınlık için de;
İnsan önce, bencillikten kurtulmalıdır.
İlâhi yakınlık dediği budur.
“Bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah’la “ (K. 50/16; 56/85)
İlâhî yakınlık böyle kurulur.
Av. Eren Bilge, 2.2.2011
X
50. HALLAÇ’IN ÖLDÜRÜLMESİNE NEDEN OLAN SÖZLERİ
“Eğer Allah’ı tanımadınsa, en azından işaretlerini tanı. Ben o işaretim, ben Hakk’ım (ene’l-Hakk), çünkü ben Hakk vesilesiyle gerçekleşen ebedî bir haki-katim.
Dostlarım ve öğretmenlerim İblis ve Firavun’dur.
İblis cehennem ateşiy¬le tehdit edildi, ama vazgeçmedi.
Firavun denizde boğuldu, ama vazgeçmedi. Çünkü o kendisi ile Rabbi arasındaki hiçbir şeyi kabul etmeyecekti.
Ve ben her ne kadar öldürülsem ve ellerimle ayaklarım kesilse de vazgeçmeyeceğim.”
(TASAVVUF, Müslüman Mistiklere Toplu Bakış, A. J. Arberry, Çeviren: İbrahim İpeklikaya, GELENEKYAYINCILIK, Birinci Basım, Ocak 2004, s. 57)
+
Yukarıdaki satırlarda Hallaç-ı Mansur’un derisinin yüzülmesine neden olan sözleri var.
Bu sözler, günümüzde hemen hemen her batınî tasavvufçu tarafından söylenmektedir. Halk da böylesine sözleri olgunlukla karşılamaktadır. Çünkü yaratılan her varlık Hak’ın bir tezahürüdür; yani ondan bir işarettir. Hallaç da bunu belirtmek için “ben Hakk vesilesiyle gerçekleşen ebedî bir haki¬katim.” ve “Ben ondan bir işaretim!” demiştir; ne var ki bu sözleri bilgisizlerce öldürülmesine neden olmuştur. Oysa bunlar günümüz hukukuna göre bir düşünce, inanç ve anlatım özgürlüğüne girer.
Kaldı ki bu sözleri ile Hallaç Allah’ı yüceltmektedir. Örnek de veriyor. Verdiği örnekte İblis; Allah’tan başka kimseye secde etmeyi kabul etmedi ve Firavun da kendi inancından vazgeçmedi ve Musa şeriatını kabul etmedi.
Zaten Kuran da bu konuda şöyle demektedir:
““Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (K. 30/30)
Hallaç da bu ayet gereğince yaratılışın kendine verdiği inançla kendi inancını savundu. Düşünce ve inancı uğruna derisi yüzülerek de olsa ölmeye razı oldu… Bu razı oluşla ölümsüzlüğe kavuştu. Kendisinin derini yüzenlerin adı sanı belli değil ama Hallaç İslam Tasavvufçuların piri oldu.
Bakınız, Hallaçtan yıllarca sonra yaşayan Ensarî bu gereçeği nasıl ifade ediyor:
“İlahî! Azametinin perdeleri arkasına gizlenen, böylece hiçbir gözün göremedi¬ği Rabbim! Ey İhtişamının mükemmelliğinde parlayan, böylece (mistiklerin) kalplerinin Efendisi olarak tanıdıkları Rabbim! Sen her yerde tezahür ederken, nasıl gizli olabilirsin, ya da her yerde hâzır ve nazır ve bizi gözlerken nasıl ga-ib olabilirsin?”
(TASAVVUF, Müslüman Mistiklere Toplu Bakış, A. J. Arberry, Çeviren: İbrahim İpeklikaya, GELENEKYAYINCILIK, Birinci Basım, Ocak 2004, s. 84)
Yaa işte böyle!.. Tarihte ne babayiğitler gelmiş geçmiş ve inançları uğruna neleri göze almış ve böylece de Hak’kı (gerçeği…) yaşatmış…
Ruhları şad olsun!..
Av. Eren Bilge, 18.2.2011
+
HALLAÇ’IN SÖZLERİ
Hallaç; “Öldürülmek üzere getirildiğinde, halkına döndü ve şu sözlerle sona eren bir dua yaptı: ‘Ve Senin kulların Senin dinin uğruna beni öldürmek ve böylece Se¬nin rahmetini kazanmak için burada toplandılar, onları affet Ey Rabbim ve on¬lara merhamet et. Çünkü eğer onlara bana vahyettiğini vahyetmiş olsaydın, onlar bu yaptıklarını yapmayacaklardı ve eğer onlardan gizlendiğin kadar ben¬den de gizlenseydin, bu felakete duçar olmayacaktım. Yaptığın ve dilediğin her şeyden razıyım’ olmuştur.”
(TASAVVUF, Müslüman Mistiklere Toplu Bakış, A. J. Arberry, Çeviren: İbrahim İpeklikaya, GELENEKYAYINCILIK, Birinci Basım, Ocak 2004, s. 84)
+
Hallaç’ın bu sözleri İncil’deki İsa’nın şu sözlerini getiriyor akla.
İsa da şöyle seslenmiştir: kendisini çarmıha germek için hazırlık yapanlara
“Baba, onları bağışla: Çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar.” (İncil, Luka, 23/34)
Evet! Cahiller, neyi niçin yaptıklarını bilmezler.
Onlar yeni görüşlere geçit vermezler.
Bu olayda Hallaç’ın şöyle bir sözü var:
“Eğer onlara, bana vahyettiğini vahyetmiş olsaydın…” diye açıklar.
Hallaç’ın din bilgisinin zayıf olduğu söylenebilir mi?
Bu durumda Hallaç’a: “Sana nasıl olur da vahiy gelir?” denir mi?
Çünkü bizim Allamelere göre yalnız Peygamberlere vahiy gelir…
Öyle ki allamelerce vahiy kapısı kapanmıştır denir.
Ne var ki Kuran’da şöyle bir ayet vardır:
“Allah kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye vahiy ile, ‘Benden başka tanrı olmadığına dair (kullarımı) uyarın ve benden korkun!’ diye gönderir.” (K. 16/2)
Demek ki Allah, yalnız Peygamberlere değil; dilediğine de vahiy gönderir.
Ayrıca Kuran’da Meryem’e de vahiy gönderildiğini söylenir….
Meryem, peygamber midir?.
Yine Kuran’a göre Arı da vahiy alır…
Bu durumda bizim allamelerin sözleri havada kalır…
Bir önemli sözü daha var Hallaç’ın:
Cahillerden gizlendiğini söyler Allah’ın…
İşte sözleri Hallaç’ın:
Ey Allah’ım:
“Eğer onlardan gizlendiğin kadar ben¬den de gizlenseydin, bu felakete duçar olmayacaktım.”
Şöyle demek istemektedir Hallaç:
Cahiller yüzünden yok olmayacak sana olan aşkım…
Anlayana sivri sinek saz.
Anlamayana davul zurna az…
Av. Eren Bilge, 12.3.2011
X
51. TANRI BİLGİSİ
“LEDÜN İLMİ KALICIDIR:
Tanrı’nın gölgesine girince insan bütün korkular ve ölümlerden korunur. Tanrı’nın nitelikleriyle nitelenir.
Tanrı’nın ‘Hayyul Kayyum’ (Her zaman var olan ve zevalsiz olan) niteliğine erişilir.
Ölüm seni uzaktan görünce ölür gider.
Tanrısal ha¬yata kavuşursun.
Önce sessiz ve sakin ol ki kimseler duymasın.
Bu ledün ilmini altı bin yıl, isterse Nuh gibi uzun ömrün olsa da, medreselerde okusan da elde edemezsin.
Bir gün, bir an Tanrı ile olmak o bin yıl tahsil elde etmekten daha üstündür. (Mak. M. 118; Chittick 103).
(Şems-i Tebrîzi’nin Öğretileri. Prof. Dr. Erkan Türkmen. NKM Yayınları. 3. Baskı. Ağustos 2009. s. 98)
+
Günümüzden 7 yüzyıl önce söyleniyor bu sözler.
Günümüzde de söyleyen birini arıyor özlemle gözler…
Ne demek Tanrı’nın gölgesi.
Gölgesinin olması için olması gerek gövdesi…
Oysa Tanrı bir varlık değildir ki gölgesi olsun.
Vatandaş da gitsin Tanrı’nın gölgesinde huzur bulsun.
Bütün bu anlatımlar mecaz anlatımlardır.
Bütün bunların gizli anlamları vardır…
Tanrı, madde olarak yoktur, anlam olarak vardır.
Somut olarak yoktur, soyut olarak vardır.
Varlık olarak yoktur, kavram olarak vardır.
Kişi (zat) olarak yoktur, sıfat olarak vardır…
Tanrı’nın gölgesine sığınmak isteyen önce bunları anlamalıdır.
Tanrısal nitelik; erdem gibi, barış, sevgi gibi olumlu nitelikler
Alçak gönüllülük, kanaatkarlık gibi yüce insanı duygular,
dünyaca kabul edilen ortak değerler, yüce kavramlar,
Toplum yararına duygular, düşünceler, eylemlerdir…
Bu ortak değerleri yaşamına uygularsan
Olursun tanrısal yaşama kavuşan bir insan…
Bu bilgiye Tanrı Bilgisi (ilm-i ledün) denir.
Tanrı Bilgisi binlerce kitaba bedeldir.
“Bir gün, bir an Tanrı ile olmak…” bir anlam ifade etmez.
Tanrı’nın bir kere tadını alan kimse asla ondan vazgeçmez…
Diyor ki. “Sen yazıp sen okuyorsun!..”
Diyorum ki: “Doğru söylüyorsun!..”
Yeter ki bir aydınlık, bir ışık olsun
Bu ışık karanlığı boğsun…
Av. Eren Bilge, 1.4.2011
X
52. KARANLIĞI SEÇENLER
Kim ki karanlığı seçerse rezilliği seçmiş olur.
Bütün vücudu dil kesilir.
Sorular, cevaplar ve dil zenginliği belirir; ancak, Tanrı âleminden hiç haberi olmaz (Mak. M. 626; Chitick 1204)
(Şems-i Tebrîzi’nin Öğretileri. Prof. Dr. Erkan Türkmen. NKM Yayınları. 3. Baskı. Ağustos 2009. s. 99)
+
Gelin önce kara renkle belirlediğim terimlerin anlamına açıklık getirmeye çalışalım.
Karanlığı seçmek demek öncelikle bencillik demektir. Bu da kendini beğenmekle özdeştir. İnsan bir kere kendini beğenmeye görsün; dünya bir lokma olsa, onu da kendine verseler, az görür. Daha çoğunu ister. Çünkü o kendini olgunlaşmış insan olarak görür. Bu dünyanın nimetlerini olgunlaşmış insana kısmet olmasın da cahile mi kısmet olsun!.. Olacak iş mi bu…
Bunlar aynı zanda şan, şeref düşkünü olurlar. Herkes kendilerinden söz etsin isterler. Dahası makam mevki, unvan mansıp sahibi olmak isterler. Bütün çabaları da bunun içindir. Sorulan her soruya verecek bir yanıtları vardır. Verdikleri yanıtlar akla yatkın mı, bilimsel mi, günümüz ahlak anlayışına uygun mu, günümüz hukukunda yeri var mı? Buna önem vermezler… Yeter ki soru karşısında yanıt vermiş olsun… Dinleyenler kendini allâme sansın… Oysa bilmez ki boş tenekenin sesi çok çıkar; dolu tenekenin sesi tok çıkar.
İşte Şems bu gibi kişiler için söylüyor yukarıdaki sözleri…Bunlar için Tanrı âleminden (dünyasından) haberi olmayanlar diyor.
Tanrı âleminden haberi olanlar öyle ulu orta konuşmazlar. Her soruya yanıt vermezler. Önce soruyu sorana, yanıt vermeye layık olup olmadıklarına, söylediklerini anlayacak aşamaya gelip gelmediğine bakarlar. Haber anlamayanlara söyledikleri sözleri sözlerin boşa gideceğini bilirler. Bu gibiler İçin İsa ne demişti: “İncilerinizi domuzların önüne atmayın!” Çünkü domuzlar incinin değerini bilmezler.
İyisi mi bu karakterde insanlarla karşılaşıldığında susmalı…
Av. Eren Bilge, 22.4.2011
X
53. BEYAZIT ve BİR ŞEYH
Beyazıt (Tanrı rahmet eylesin) hacca gidiyordu. Hangi şehre varsa ilk olarak oranın şeyhini ziyaret ederdi ve daha sonra başka işlere girişirdi.
Basra’ya vardığında oranın şeyhini ziyaret etti. Şeyh sordu,
“Beyazıt, nereye gidiyor¬sun?”
“Mekke’ye Tanrı evini ziyarete gidiyorum.”
Şeyh \ona yine sordu,
‘Yolluk olarak kaç paran var?”
Beyazıt, “Yirmi dört dirhemim var.” dedi.
Şeyh dedi, “Peki, kalk etrafımda yedi kez tur at ve o parayı bana ver”.
Beyazıt kalkıp şeyhi öptü ve paraları onun önüne koydu.
Şeyh dedi:
“Gittiğin yer Tanrının evidir .ama evin sahibi o ev yapıldığından bu yana orada görünmedi; fakat bu gönül evi yapıldığından beri Tanrı buradan hiç ayrılmadı.
(Mak. M. 264; Chittick 141; az farkla Kon. II. 124).
(Şems-i Tebrîzi’nin Öğretileri. Prof. Dr. Erkan Türkmen. NKM Yayınları. 3. Baskı. Ağustos 2009. s. 101)
+
Menkıbenin anlaşılmayacak yanı yok.
Basra Şeyhi Beyazıt’a. “Hacca gidip geleceğine; olgunlaşmış, kemale ermiş bir adamla görüş. Oraya gidip gelmek sende bir değişiklik yapmaz ama olgunlaşmış, kemale ermiş bir adamla yapacağın söyleşi sende yeni bir görüş ufku oluşturur…”
İslam tasavvufçuları başından beri merkez olarak insanı görmüşler, “her şeyin özü, özeti insandır…” demişlerdir.
Allah adına konuşanlar şöyle bir hadisten söz ederler: “Hiçbir yere sığmadım; mümin kulumun kalbine sığdım…”
Dikkatinizden kaçmasın. Her insanın kalbine sığdım demiyor; mü’min kulumun diyor. Burada mü’min kişi kemale ermiş olan kişidir.
Bu hadis’in kaynağı olan ayet de şöyle:
“Allah, kişi ile kalbi arasına girer. (K. 8/24)
Din adamları, bu hadis ve ayet üzerinde halkı aydınlatacaklarına hurafelere dayalı bir din eğitimini yeğlerler. İnsanları, birbirlerini sevip saymaya yönlendireceklerine kafir Müslim ayrımı yaparak düşmanlığa motive ederler…Bu öğretiler siyasi öğretilerdir. Dinin aslında sevgi, sevmek vardır. Bu konuda şu tür ayetler çoktur ama din adamları bu konuları işlemezler…
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü’min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?” (K. 10/99)
Allah (Peygamberin sağduyusu, öngörüsü, iç beni…) bile Peygamberini böyle uyardığına göre; olgunlaşmış insana düşen kafirin, imansızın, dinsizin bizim gibi düşünmemesini hak görmemiz gerekiyor.
Şeyh’in Beyazıt’a söylediği gibi, hangi insanın yüreğinde Tanrı sevgisi varsa dostluğu onunla kurmak gerek… Olgunlaşmamış, ham kalmış insandan, onu incitmeden ve ona hissettirmeden uzaklaşmak gerek…
Özetlersek: Esas olan insan sevgisidir. Bize ne? Hangi görüşten, hangi dinden olursa olsun… Bize insanın doğru dürüst olanı, sözü ile eylemi bir olanı, olgunlaşmış olanı gerek… Biraz seçkincilik gibi oluyor ama huzur ve güvenimiz için bize gerek olan bu…
Av. Eren Bilge, 13.5.2011
X
54. BAKIN, DİŞLERİ NE KADAR GÜZEL!
Bir Tanrı adamı (şeyh) ölmüş bir leşin yanından geçen bazı insanların burunlarını tutarak, yüzlerini öte tarafa çevirip ya¬nından hızla geçtiklerini gördü. Şeyh oradan geçerken ne bur¬nunu tuttu ne de yüzünü çevirdi.
Şeyhe sordular,
“Ne görüyorsu¬nuz?”
Dedi ki,
“Bakın, dişleri ne kadar da beyaz ve muntazammış.” (Mak.A.31; Kon.55).
(Şems-i Tebrîzi’nin Öğretileri. Prof. Dr. Erkan Türkmen. NKM Yayınları. 3. Baskı. Ağustos 2009. s. 93)
+
Yukarıdaki alıntı, bizlere, bir olayın iyi yanını görmemizi öğütlüyor.
Bu duygu halkımız arasında da şöyle dile getirilir. Yarısı suyla dolu bir bardak gösterilir. “Boş mu, dolu mu?” diye sorulur. İyimser olanlar. “Yarısı dolu bir bardak!” diye yanıtlar. Kötümser olanlar ise: “Yarısı boş! bir bardak!” diye yanıtlar. Böyle bir sonuçta kişi; soruyu yanıtlayan hakkında yargıya varır: İyimser, kötümser…
Ne var ki bu olayda şeyhin davranışı yanlış. İnsan bir leş karşısında ağzını, burnunu kapatır ve bir an için oradan uzaklaşır. Çünkü leşin kokusu dayanılamayacak kadar ağırdır…Bereket doğa bir de leş yiyicileri yaratmış da; doğayı, leş kokusundan kurtarmaktadırlar. Bu leş yiyiciler olmasaydı; ne olurdu bu doğanın hali…
Eğer ölüler kokmamış olsaydı hiçbir canlı bir an önce ölüsünden kurtulmak istemezdi. Doğa bunu öylesine ayarlamış ki ister istemez bütün canlılar ölülerinden bir an önce kurtulmaya bakar. Ölenlerin bir an önce yerine yerleştirilmesinin nedeni de budur…
Güzelin hatırı için kötüye katlanılmaz. İnsan kötüden bir an önce uzaklaşmaya bakmalıdır. Eğer böyle yapılmazsa kötü kötülüğünün ayrımında olmaz ve biz de onun kötülüğünün devamına ortam hazırlamış oluruz. Bunun için sevdiğimiz bir kişinin olumsuz bir davranışını görürsek onu güzellikle uyarmak yapılacak en doğru davranıştır. Onu kırarım düşüncesiyle sesimizi çıkarmazsak onu kötü davranışı ile baş başa bırakmış oluruz.
Elbette kötü davranışını gördüğümüz dostumuzu uyarmak da onu aşağılık duygusuna sürükleyecek tarzda olmamalıdır. Bu uyarıyı da ustalıkla ve onu kırmadan yapmak da bir marifettir. Önemli olan bu marifeti göstermektir.
Av. Eren Bilge, 4.6.2011
X
55. DÜŞÜNÜR OLMAK
Sevgili Yıldız hanım,
Devrim, bir anlamda bitmeyen bir savaştır, devrimci olmak kolay mı!
Üzülüp moralimizi ve sağlığımızı bozmanın hiçbir yararı olmaz. Kendini bilime adayanlar, dünya savaşı bile çıksa, araştırmalarından başka bir şeyle ilgilenmezler. Böyle kendini bilimsel ideallere adamak ne güzeldir!
Devrim için tek şart var: inanmak.
Mustafa Kemal Atatürk demiş ki: “Zafer, zafer benimdir!” diyebilenindir.. Demek ki, zafer zafere inananındır, zafer durmadan ağlayıp sızlayanın değildir..
Neye inanmak? diye sorarsan, derim ki, asıl olan ne istediğini tam olarak bilmek ve bilimin zaferine inanmak. Tıpkı dünyanın yuvarlak olduğuna inanmak gibi.
Kendini kutsal sanan binlerce kişi dese ki, dünya düzdür, yine de gözümüzün gördüğü elimizin tuttuğu bilimsel gerçeğe inanmak zorundayız.
Hiçbir kutsal kitapta yazmasa da yerçekimi vardır ve cisimler düşer; işte buna inanmak zorundayız.
Bilgisayar evrimleşiyor, telefon evrimleşiyor, otomobil evrimleşiyor, hayvanlar evrimleşiyor, bitkiler evrimleşiyor, toplumlar evrimleşiyor. Bütün evren ve bütün varlık sistemi hiç durmayan ve hiç bitmeyen bir değişim ve evrim içindedir, bunu apaçık görüyoruz, buna inanmak zorundayız. Bu bilimsel düşünüştür. Gördüğüne, denediğine inanmak, görmediğin deneyemediğin hiçbir şeye inanmamak…
Deneyerek ve görerek biliyorum ki, yalancılar toplumları ve kendilerini yıllarca aldatır; fakat bilimsel gerçekleri değiştiremezler. Gerçek gerçektir! Milyonlarca insanı kurban da etseler gerçeği gizleyemezler.
Haa.. Toplumlar özellikle aldatılmak istiyorlarsa,o başka.
Ama, emperyalistler kendi çelişkileri içinde boğulacaklardır, bu da bilimsel gerçektir.. Toplumlar aldatılmak isteseler de, bir gün gelecek, bundan vazgeçeceklerdir. Çünkü geceler biter güneş doğar.
Demek ki, bilimsel anlamda inanmak devrimin tek şartıdır. Öyleyse bilimsel olmak, bilimsel olmayı öğrenmek zorundayız. İşte ben buna ‘bilimsel inanç’, ya da yalnızca ‘inanç’ diyorum.
Şimdi kendi kendimize, neden bilimsel düşünce yönünde olanlar dünyamızda ve ülkemizde sorunlarla karşılaşıyor?, diye sorabiliriz.
Ben, çoğu durumda bilimsellik yönünde uğraşanların, kendi bilimsel düşünüşlerine yeterince inanmadığı kanısındayım.. İstiyoruz ki, biri gelsin bizi kurtarsın. İstiyoruz ki, kötü insanlar bizim açıklamalarımızla hemen yola gelip melek gibi iyi olsunlar.
İstiyoruz ki, köpek giremez diye kapıya yazınca hiçbir köpek bahçemize girmesin. İstiyoruz ki, biz aldatmak kötüdür deyince, artık hiçbir bakkal bizi aldatmasın. İstiyoruz ki, dost sandıklarımız bize ihanet etmesinler. İstiyoruz ki, büyük halk kitleleri propagandaya kanmasınlar, küçük menfaatlerini unutup büyük felsefeleri görsünler, emperyalistlerden korkup sinmesinler.
İstiyoruz ki, Türkler Türklere karşı kendi aramızda kahve sohbeti gibi dertleşip öz-propaganda yapınca, hemen sokaktaki Amerikalı hakikati görsün ve Obama yola gelsin. (Bir tek yabancı dil propaganda servisimiz bile yok! Kürt enstitümüz yok, Ermeni enstitümüz yok, Rus enstitümüz yok, Yunan enstitümüz yok..)
İstiyoruz ki hiçbir derinlemesine inceleme yapmadan, işimize geldiği gibi kafadan atıverince bütün dünya hemen aysın ve aydınlansın.
İstiyoruz ki, biz Kıbrıslı Türkler haklıdır diyince, bütün Dünya ülkeleri hemen Kıbrıs’ı tanımak için kuyruğa geçsinler. İstiyoruz ki, hukuk ve mantık tartışmalarıyla bütün dünyayı dize getirelim. İstiyoruz ki, haklı olduğumuzu anlatınca herkes hemen anlasın. İstiyoruz ki, Atatürk doğru bir söz söyleyince, bütün dünya bu sözü hemen kabul etsin ve bu söze hemen uysun. İstiyoruz ki, emperyalistler birkaç mantık münakaşasıyla yola geliversinler ve insanları sömürmekten vazgeçsinler..
Mustafa Kemal, İstiklâl Savaşı’nda müstevlileri (istilâcıları) mantıklı münakaşalarla ve hukuksal savunmalarla mı yendi?
Hayır! Bilgisiyle, zekâsıyla ve bilimsel düşünüşle onları yeneceğine inandı ve buna uygun olarak savaşıp onları yendi değil mi? Öyleyse biz de bilgimizi arttırmak, zekâmızı işletmek ve bunlarla düşmanı yeneceğimize inanmak zorundayız. Hazır lop biri gelip bizi asla kurtarmayacaktır!
Cahil kitleler vardırlar, bu kaçınılmaz bir bilimsel gerçektir. Ve bu cahil kitleler aldatılmaya, yönlendirilmeye, manipüle edilmeye, sömürülmeye müsaittirler. Ve düşman bunları inceliyor bilgi topluyor, sonra da bilgisiyle, bilimsel düşünmesiyle ve zekâsıyla onları aldatıyor, sömürüyor, tuzağa düşürüyor, kıyıma uğratıyor.. Aldatmak için İleri Propaganda Bilimi yöntemlerini kullanıyor, insanların nasıl satın alınacağını Sosyal Mühendislik Bilimi ile inceliyor ve buna dayanarak satın almak – bölmek – iti ite kırdırmak – hükmetmek ve ezmek yöntemlerini geliştiriyor ve bunları kullanıyor..
Fizik, Kimya, Elektronik, Nükleer Fizik, Güneş Fiziği vs. vs. Bilimlerini kullanarak silah icat ve üretimini gerçekleştiriyor. Yapay depremler bile yapabiliyor.. Bunlar çağımızın silâhlarıdır. Ata binmek ve kılıç kalkan kullanmakla bu bilimleri kötüye kullanarak silâhlanmaya karşı çıkılamaz.
Bilim adamları özel hayatlarını bilimsel namusa tercih ediyorlar.. Çünkü emperyalistler onları Psikoloji biliminin olanaklarını kullanarak ikna ediyorlar.. Onlara ‘ben zevkimi yaşayayım da, dünya batarsa batsın’ felsefesini ve ‘para -ve iktidar- için her şeyi satabilirim felsefesini’ Sosyoloji ve Psikoloji bilimlerini kötüye kullanmak suretiyle benimsetiyorlar. Onlar da bir kere satıldılar mıydı artık vatanlarını da, felsefelerini de, kişiliklerini de, inançlarını da, ana babalarını da, eski ve yeni sevgililerini de kolayca gazetecilere, casuslara, şirketlere… kim para verirse ona satabiliyorlar.. Bu da emperyalistlerin silâhı.. Macchiavelli yazmış hepsini kitabında…
Onun için ben de diyorum ki, devrimci olmak zor; yanında en yakınların bile satılsa, satılmayacak ve direnecek kadar sağlam bir inanç ister.. Bu ruh kaç kişide var?, bilmiyoruz. Belki de böyle çok insan var, açlıktan ölse de ruhunu satmayan belki çok isimsiz kahraman var.. onlar meşhur falan olmazlar.. şöhret, para, şan, şeref hepsi sizin, yiyin efendiler yiyin, demiş Tevfik Fikret değil mi?
Bu sessiz kahramanlar olağanüstü durumlarda Atatürk gibi ortaya çıkarlar, ama bizim onların ortaya çıkışını beklemeye, moralimizi bozup savaştan vazgeçmeye, sorumluluk yükünü sırtımızdan atıvermeye hakkımız var mı?
Saygı ve sevgilerimle,
Dr. Armağan Büker, 23.6.2011
X
56. ERENLERİN ANLAYIŞI…
Hoşgörüye Mevlana rubailerinden bir örnek verebiliriz.
“Bazen görünmeyen, gizli kalan; bazen görünen, belli olan bi¬ziz.
Biz bazen müminiz, bazen Musa’nın dinindeyiz, bazen de Hıristiyan’ız.
Bu gönlümüz, her gönlün örneği olmak için, her gün bir başka suretle görünür, kendini gösterir? (Can, 2001: 1527 numaralı rubai).
Kuran’ı Kerim’de: “O’nun elçilerinden hiçbirini ayırmayız” diye buyrulmuştur (2\285). Mevlana, Vahdet’i Vücud’u da hoşgörüyü de Kur’an-ı Kerim’de bulur.
(Gönülden Gönüle MEVLANA SİMGESİ. Seçil Büker-Aydan Özsoy, Ütopya Yayınları. Kasım 2009, s. 24
+
Dinde zorlama yoktur; herkesin inancına saygı vardır.
Esas olan anlayıştır, hoşgörüdür, sevgidir; eğer kendi inancını dayatmıyorsa…
Kuran’daki şu ayet bu nedenle dile getirilmektedir. “”O’nun elçilerinden hiçbirini ayırmayız.” (K. 2/285)
Mevlana, bu ayetten hareketle “Biz; bazen müminiz, bazen Musa’nın dinindeyiz, bazen de Hıristiyan’ız…” der…
Hoşgörüsü olmayan sıradan bir insan buna büyük bir tepki gösterir. Ne demek, İslam dururken; Yahudi olmak, Hıristiyan olmak…
Bu tepkiler, bizim; özü, akılcılık, ahlak, sağduyu ve vicdan olan yüksek değerlere olan tutkunluğumuzu ve düşkünlüğümüzü engelleyemez. Bizler iç in esas olan insana saygı, sevgidir. Dini inancı ne olursa olsun; yeter ki doğru dürüst olsun…Bize ne onun neye inandığından…
Doğru, güzel, iyi olan davranışı kimde görsek beğenir, alırız.
Fuzulî bu anlayışı şu sözleri ile dile getirmiştir:
“Güzel gördüm taparım,
Çirkin gördüm kaçarım…”
Bizleri, şeriat kuralları bağlamaz Bu özellik bizlere yaratan tarafından verilmiştir. Bu yüzden de din ilminde bizim gibiler için:
“Allah hikmeti dilediğine verir.” (K. 2/269)
“İşte bu, Allah’ın hidayetidir, kullarından dilediğini ona iletir.”(K. 6/88)
Allah’ın hidayeti ve hikmeti çalışıp çabalama ile olmaz; bu yaratılıştan olur.
Halkın sevgisini kazanmak için onların ağzınca verenler en bedbaht olanlardır.
Şair bu gerçeği şu dizeleri ile dile getirir:
“En bedbaht insan odur ki, halkın beğenisini kazanmak için marifet göstermeye kalkar…”
Av. Eren Bilge, 13.7.2011
X
57. OLGUNLAŞMAK
“OLGUNLAŞMIŞ İNSAN: AHLÂK, EDEB, İLİM ve İRFAN sahibi bir İnsandır.
Yalan söylemez, kötülük yapamaz, tembel olmaz, doğruluk ve adaletten ayrılmaz, sözünde durur, emaneti korur, sır saklar… Her duyduğunu, her gördüğünü söylemez. çıkarları için başkasını kullanmaz, yaşantısı tertemizdir…
Sabırlı, Kanaatkar, her şey’e razı, mütevekkil, geçimini kendisi sağlar, başkasına el açmaz, alıcı değil verici olur.
Bütün yardımını Allahtan (Doğruluktan, dürüstlükten, iyilikten, helalinden…) bekler. İnandığı yolda rahatça yürür…
Kimliği yukarıda belirtilen saygıdeğer yolcu, HAKK’ yolunda, kendisiyle beraber, varlıkları inceleyerek, ruhsal yaşamında bazı yeni niyetler besleyerek, bunların zuhuruna! tanık olmakta, her tanık olduğu bilim ile, zan ve niyetlerini yenileyerek, yeni bilgilerle ve yeni uygulamalarla olgunlaşmaktadır.”
(İLÂHÎ YAKINLIK, m. Ziya Ceran, 1988, İstanbul. s. 46)
+
Görüldüğü gibi salt tapınmakla; Cami’ye, Havra’ya, Kilise’ye ve diğer tapınaklara gidilmekle olgun insan olunamıyor. Bu oluşuma din dilinde “İlahi Yakınlık” denir; öyle kimi insanların sandığı gibi insanın dışında, göklerde, bilinmeyen bir yerde bulunduğu var sayılan bir maddi varlığa nasıl olur da ilâhî yakınlık sağlanır. Eğer Allah denilen varlık böyle bir varlık olsaydı; bu varlığa hiçbir zaman yakınlık sağlanamazdı.
Böyle bir varlığın bulunduğuna inanan zan içindedir.
Bu konuda Muhittin Arabî Şöyle demektedir:
“Allah, kulun zannına göre oluşan ilâhtır…” (Özün Özü, s. 93)
Bu gerçek Kuran’ın birkaç ayetinde aşağıdaki şekilde dile getirilir:
“Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.” (K. 6/116. 10/36, 66. 53./28)
Bu ayete Muhammed Esed şöyle bir yorum getiriyor. Okuyalım:
“Yani, insan hayatının gerçek mahiyeti ve onun nihaî kaderi, vahiy meselesi, Allah ile insan arasındaki ilişki, iyi ile kötünün anlamı vb. konularda. Böyle zan ve tahminler, insanın manevî hakikatlerden sapmasına yol açmak dışında, ayrıca, Kur’an’ın atıfta bulunduğu keyfî davranış kurallarına ve uydurulmuş yasaklara sebebiyet verirler.”
İşin başı sonu: Doğruluktur, dürüstlüktür, iyiliktir. Bunun yanında insanın kendini geliştirerek bilgisini artırmaktır.
Yukarıda açıklandığı gibi helal kazancı ile geçinerek kimseye yük olmamaktır.
Güzel davranışlarla, güzel düşüncelerle dolu olmaktır. Zaten tapınmaların amacı da insanın bu şekilde olgunlaşmasını sağlamaktır. Bu amaca yönelik olmayan; yani, borç ödemeye bağlı olan bir tapınma biçimi insanın olgunlaşmasını sağlamaz. Ne acı ki din adamları bütün tapınmaları Allah’a borç ödeme olarak kabul ederek uygulamaya sokmuşlardır.
Av. Eren Bilge, 3.8.2011
X
58. KUTSAL EMANETLER
MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ
Gazetelerde, TV’lerde bir “sakal” davası sürüp gidiyor.
21. yüzyılda hâlâ -ilkçağın insanları gibi- totem peşinde koşuyoruz!
Hz. Muhammed, bunu önlemek için, “Yâ Rab, benim eşyalarımı tapınak vasıtası yapma!..” demiş.
Bu hadis, peygamberin ağzından çıktığını bütün hadisçilerin kabul ettikleri 17 hadisten biridir. Bu sözü söyleyen Hz. Muhammed, tıraş olurken kılla…rını toplattırır mıydı?
Dünyada yüzlerce “Sakal-ı Şerif” diye tanımlanan kıl var.
Hepsi uydurma. Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki “Kutsal Emanetler” diye saklanan birçok eşya, onun-bunun saraya bahşiş almak için getirdikleri nesneler.
“Fatıma Anamız”ın seccadesi denen seccade, 17. asır halısı…
Peygamber’in teyemmüm taşı olarak saklanan taş ise bir Asur tableti!..
Bunun gibi daha birçokları var… Bunları bir kitap halinde toplayan ilk Müze Müdürü Tahsin Öz’ün 1953 yılında basılan kitabı, ne yazık ki zamanın yönetimi tarafından hemen toplattırıldı ve o günden bugüne de ülkeyi aynı kafada olanlar idare etti! Uydurulmuş şeylere inanmak, doğruları araştırmaktan daha kolay geliyor insanımıza…
Bu sakal olayı, bana başka bir olayı hatırlattı: 1970-78 yılları arasında, eşim Kemal Çığ Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü idi. Daha önce de -1944’ten beri- Müdür Yardımcısı ve Kitaplık Şefi olarak çalışıyordu müzede. Müdürlüğü esnasında, o zamanın Diyanet İşleri Başkanı Lütfü Doğan, “Kutsal Emanetler”i ziyaret etmek için randevu istiyor. Kemal Çığ, gazetecileri getirmemek koşulu ile halka kapalı olan bir günde randevuyu veriyor.
Kararlaştırılan günde büyük bir cemaat akın ediyor “Kutsal Emanetler Salonu”na. Peygamberin hırkası olarak tanımlanan hırka çıkarılıyor. Gelenler büyük bir huşu içinde dualara, kuran okumalara başlıyorlar ve sonunda her ay bu ziyareti yapmaya karar veriyorlar…
Salonda iş bitince, eşim, baştakileri odasına kahve içmek için davet ediyor. Tam kahveler bitmek üzere iken Kemal Çığ, “Hazır bütün din büyüklerimiz burada iken kafamı kurcalayan bir soruyu sormak istiyorum.” diyor ve sorusunu soruyor:
“Benim bildiğime göre, Hz. Muhammed’in ağzından çıktığından bütün muhaddislerin hemfikir olduğu 17 hadisten biri, ‘Yâ Rab, benim eşyalarımı tapınak vasıtası yapma!..’dır. Şimdi sizin hırka’ya ve diğer eşyalara dualar yapmanız bu hadis’e karşı değil midir?”
Bu söz üzerine, gelenlerin hepsi birden yerlerinden fırlarlar ve bir şey söyleyemeden oradan ayrılırlar! Fakat, her ay gelmeyi istedikleri halde bir daha uğramamaları da Kemal Çığ’ın sorusunun yanıtı olmuştur…
Şimdi ben de bugünkü hocalarımıza soruyorum:
Böyle bir hadis’i biliyor musunuz? Biliyorsanız, neden bir sakal kılı, bir hırka peşine düşenleri ve onlara dua edip onlardan medet umanları uyarmıyorsunuz? Neden?
Muazzez İlmiye Çığ, (Mehmet Teceren iletisinden, 26.8.201, kendisine teşekkürler…)
+
EEKLENEN BİR İKİ SÖZ
Yazı eksiksiz, tastamam…
Tam yazıya ben ne yazsam…
Yine de bir iki söz etmeden duramam:
Kuran’ın ilk suresi Fatiha’da: “(Allah’ım!) Yalnız sana ibadet eder yalnız senden yardım dileriz.” (K. 1/5) denir.
Bizimkiler, hırkadan, sakaldan imdat bekler, onlara dua eder, onlar karşısında ağlar, gözyaşı döker.
Onlardan keramet bekler.
Akıl, sağduyu kılavuz olmazsa,
Bilim, teknoloji benimsenmezse
“Uydurulmuş şeylere inandıkça…”
Hırkadan, sakaldan medet umdukça,
Muhtaç olursunuz o çadırlara…
Koşun koşun iftar çadırlarına,
Orada sizi bekliyor sıcak çorba…
Av. Eren Bilge, 27.8.201
X
59. ÜÇ KERE BİLGE / HEMES’TEN DİNLE…
Yazılarımızda, “batınî, ezotrik, gizli öğreti” terimleri çokça geçmektedir. Aslında bu terimler dinde felsefe yapmak, derine dalmak anlamınadır. Bu anlayış, dinsel deyim ve terimlerin daha derin bir anlamı olduğuna inanmaktır.
Bu anlayışın günümüze değin gelmesi Hermes’e bağlanmıştır. Hermes’in niteliği ezoterik kitaplarda Üç Kere Bilge olarak belirtilmiştir.
Hermes ise bu bilgileri Mu İmparatorluğundan almış; Mısır firavunlarına ve rahiplerine aktarmıştır.Oradan da Musa,İsa, Muhammed tarafından günümüze değin gelmiştir.
Hermes’e göre bu bilgileri halktan gizleme gereği, bu gibi öğretilerin çoğunluğun halkın geleneksel inançlarıyla çatışmasından doğar.
Bundan başka yüksek bilgilerin belli bir kültür çizgisine erişenlerce anlaşıla-bileceği gerekçesi de gizliliği zorunlu kılmıştır.
Bu anlamda Aristoteles öğretisi de içrek sayılmaktadır, Aristoteles sabah¬ları seçkin öğrenicilerine ve akşamları da halka ders verirmiş; ancak, Aristoteles’in, sabahları öğrencilerin verdiği bilgilerle, akşamları halka öğrettikleri de bilgiler de ayrı ayrı bilgilermiş…
Ezoterik öğreti bu ekole ka¬tılmayı ve öğrenme işlemini birtakım biçimlere, tören-lere .simgelere bağlar. Öğretilecek gerçeklerin azar azar ve alıştırarak verilmesini gerektirir. Bu yüzden de çeşitli aşama dereceleri kurmak, bunların birinden öbürüne geçebilmek için çeşitli sınavlar tertiplemek zorundadır.
Hermesçiliğin, Yunan kaynakları aracılığıyla aktarılan şu sözlerinde Ezoterizmin (İçrekliğin) ge¬rekçesi açıklanmaktadır:
“Her akıl, büyük gerçekleri kavrayamaz. Çoğunluk, ya aptal ya kötüdür.
Aptallar gerçek karşısında akıllarını büsbütün yitirirler, kötülerse bu gerçeği kötüye kullanarak büsbütün kötülük ederler.
Gerçeği gizlemekten başka çıkar bir yol yoktur. Bilmek, bulmak, susmak gerek.”
Büyük Türk Gizemcisi Şeyh Bedrettin (1357-1420) de bu konuda şunları söylemektedir:
“Her bilgi, kendi aşamasında (mertebesinde) hak’tır.
Gerçek halka daha işin başında söylenirse yollarını sapıtırlar, ya da gerçeği söyleyeni suçlarlar.
Halk ve Hak, ortalama bir yolla ve ayrı ayrı gözetilerek birbirlerine alıştırılmalıdır. Ama herhalde Halk, Hak ve Hakikate (gerçeğe) alıştırılmalıdır.”
Yazılarımızda bu ilklere aykırı anlatımlar vardır. Ancak şu unutulmamalıdır ki artık ülkemizde demokrasiye ve ifade özgürlüğüne doğru yelken açılmaktadır. Bu ortamda da Türk aydınlarına düşen görev de gerçekleri halka açıklamaktır.
Ne var ki aydınlarımız pek çoğunda gerçekleri açıklama cesareti görülmemektedir…
Tarih elbette aydınlarımızın bu aymazlığını değerlendirecektir.
Av. Eren Bilge, 15.9.2011
+
Not: Bu yazının hazırlanmasında Orhan Hançerlioğlu’nun FELSEFE SÖZLÜĞÜ’nün İÇREK bölümünden yararlanılmıştır.
X
60. GURUR VE İNAT
Kendisine has yaşam biçimiyle tanınan dü¬şünür Diyojen, bir gün zenginliğinden baş¬ka bir özelliği olmayan gururlu bir adam ile dar bir köprüde karşılaşmış. İkisinden birisinin yol vermesi gerekiyormuş.
Zengin adam:
“Ben kenara çekilerek bir serseriye yol ver¬mem,” demiş.
Diyojen, kenara çekilmiş ve:
“Ben veririm,” demiş.
(Dr. Yaşar Ateşoğlu, BİLGELİK ÖYKÜLERİ, s. 70)
+
Gurur ve inat’ı örneklendiren kısa bir fıkra.
Düşünme olasılığı yaratıyor insana…
Alçak gönüllü olmanın ne zararı olur insana.
Kapışmak yakışır mı olgun insana, aptalla…
Varsın o yol vermesin bize,
Seve seve yol veririz biz kendisine…
Alçak gönüllülüktür esas olan…
Alçak gönüllü olursan,
Kurtulursun her türlü beladan…
+
Ermişin birinden, keramet göstermesini istemişler.
“Haydi şu ağacı yürüt de görelim!” demişler
O da bir ders vermek için soranlara:
Seslenmiş karşısında duran ağaca:
“Yürü gel, haydi yanıma!..”
Ağaç bu yürür mü?
Ermiş kişi, bunu bilmez olur mu?
Ama ders vermektir amacı.
Şimdi yakalamıştır aradığı fırsatı:
“Biz alçak gönüllüyüz!..
Ağaç yürümezse biz yürürüz!..”
Diyerek yürümüş ağaca doğru…
Böylece izleyenlere çök güzel bir ders vermiş oldu…
İşte böyle, bizler yaşamda,
Alttan alırsak daima…
Başımıza gelmez öyle…
Olur olmaz bela…
Av. Eren Bilge, 2.10.2011
X
61. ÖĞRENME, SABIR İŞİDİR…
Halkımız bu gerçeği çok güzel dile getirmiştir.
“İlmin başı sabır; acele etme!” demiştir.
Gerçekten de öğrenmek kadar zor bir uğraşı yoktur.
Öğrenmek isteyenlerin yolu yokuştur…
Bu nedenle olsa 4. Halife Ali:
Bana bir sözcük öğretenin kulu kulesi olurum!” demiştir.
Kulu kölesi olurumdan amaç: “Ona saygı duyar, minnettar olurum!” demektir.
Kul köle olmak Arapçadır; Türkçe değildir.
Aşağıda bir alıntı okuyacaksınız; ama, alıntı yaptığım kitabı unutmuşum
Ancak alıntı yaptığım kitabın sayfasını yazmışım.
Bu alıntıda bilginin tanımı yapılmıştır.
“BİLGİ; O bilgidir ki, GERÇEĞİ buldurup, yanlışı ayırt ettirir!..” denmiştir.
Alıntının önemi: “Bilgi’nin tahsilinde, yılmadan sürdürülecek bir ÇABA vardır. “ denmesidir.
Gerçekten de bilgilenmek için sabır ve güçlü bir irade gösterme çabası gerekir.
Sözü daha fazla uzatmadan alıntıyı okuyalım.
Bilmem size nasıl gelecek bakalım…
Av. Eren Bilge, 29.10.2011
+
BİLGİ; O bilgidir ki, GERÇEĞİ buldurup, yanlışı ayırt ettirebilmelidir.
Bilgi’nin tahsilinde, yılmadan sürdürülecek bir ÇABA vardır.
Bu çaba içinde, ALLAH ve PEYGAMBER sevgisi başta gelir ki, hiç bir çıkar gözetmeksizin, yılmadan çalışmak, çalışmaktır.
“İNSAN için, kendi SA’YİNDEN (emeğinden) başka bir şey yoktur.” (K. 53/39) buyruğu buna işarettir.
Birdenbire, hiç bir BİLGİ, tam ve olgun düzeye erişemez. Daha önceki bilgilerin hazmedilmesi gerekir ki, yenileri verilsin.
Zahiri taam (Yemek) gibi, sıhhatli bir bünyede yenilenler hazım oldukça, onu izleyen öğünlerde bir acıkma olur. Hazmetmeyenler, acıkmazlar, hatta hasta bile olurlar.
İlim tahsilinde ACELECİLİK hiç yararlı bir şey değildir. Onun için, en ufak bir BİLGİNİN, mutlaka anlaşılması ve hazmedilmesi (Uygulanmadan sonuç hâsıl etmek) gerektir] s. 46
X
62. ÖLDÜRENLER ŞEREFLİ OLDU!…
Aşağıdaki satırları Şeyh Bedrettin’in VÂRİDÂT adlı eserinden alıyorum. Çeviriyi Cemil Yener yapmış, 1970’te Elif yayınları basmış. Bakmak isterseniz s. 51 ve 52’ye bakabilirsiniz. Her paragraf üzerinde ayrı ayrı yorumda bulunmak istiyorum.
Bakalım başarabilecek miyim?
1. “Vâridât’ta, bir gün yer yüzünde büyük bir değişiklik olacağı, bütün kötülüklerin, ikiliklerin ortadan kal¬kacağı ve Tanrı’nın rahmanî sıfatının gerçekleşeceği; böylece bütün pürüzlerin silineceği söyleniyor (s. 99-100) “
Din ilminde böyle bir duruma; yani ikiliğin ortadan kalkmasına vahdet denir. Böylece yeryüzündeki bütün kötülükler ortadan kalkacak ve yalnızca iyilikler hüküm sürecektir. Bütün dinlerin özlemi budur. Bu ise kapitalist ekonomi ile olmaz…
2. “Muhyiddin îbn-i Arabî, Fusus-ül Hikem adlı eserin-de, Tanrı’nın Rahman Adı üzerinde uzun uzadıya durur ve dünyada ölüm cezasının, kısas’ın, recm cezasının, ahrette de cehennem işkencesinin bu en yüce Tanrı adına yakış¬madığını savunur.”
Muhittin Arabi’nin bu öngörüsü Cehennem işkencesi dışında, bir kısım İslam ülkelerinde bile gerçekleşmiştir. Hemen hemen çoğu İslam ülkelerinde bile ölüm cezası, kısasa kısas, recm cezası yasaklanmıştır. Cehennem işkencesinin ise ruhsal bir durum olduğu hemen hemen aklı başında ilahiyatçılarımız tarafından da kabul edilmektedir. Çünkü böyle bir anlayış Tanrı’nın Rahman ve Rahim sıfatı ile bağdaşmamaktadır. Böyle bir yakıştırma Tanrı’ya noksan sıfatları yakıştırmak olur ki noksn sıfatlar Tanrı’ya yakıştırılalamaz…
3. “Tasvir edilen bu dünyada, ortadan kaldırılacak önemli kötülüklerden biri; karşıtlıklar, ikiliklerdir. Zen¬gin – yoksul, Müslüman – Hıristiyan – musevi vb… ve bun¬lardan doğan çekişmeler…”
Bu sözleri söyleyenler günümüzden en az 7-8 yüz yıl önce yaşamış erenlerdir.
Ortalıkta ne sosyal adalet, ne sosyalizm, ne komünizm vardır. Ne var ki bu erenler kötülüklerin ortadan kalkmasını, karşıtlıkların giderilmesini; yani,yoksul zengin ikililiğinin ortadan kalkmasını, insanların kafir Müslim diye birbirine girmesini önlemek için ölümü göze alarak fikir yürütmüşlerdir.
Biz materyalist aydınlar da bu konuda çat pat bir şeyler söylemek istedik; anamızdan emdiğimizi burnumuzdan getirdiler; bütün aydınları tundan tuna attılar…Zulümden, işkenceden, kıyımdan, katliamlardan geçirdiler.
Bütün bu katliamlar yapılırken ülkenin başbakanı “Ölen de öldüren de şerefli kimselerdir!” diyerek tarihe geçmiştir…
Ne oldu sonra? Sonunda ülkemizi mafyaya, tarikatlara, cemaatlere getirip teslim ettiler.
Av. Eren Bilge, 18.11.2011
X
63. RUH ve MADDE
Şeyh Bedrettin, günümüzden 600 yıl önce yaşamış bir Osmanlı aydınıdır.
Osmanlı’nın; hem Adalet Bakanı hem de Diyanet İşleri Başkanıdır…
İşte bu Osmanlı aydınının ruh ve madde hakkındaki görüşleri aşağıdadır…
Bir de günümüzdekilerin ruh ve madde hakkındaki görüşlerine bakılmalıdır…
+
“Ruhun, maddeden ayrı bir var¬lığı olmadığı, madde ortadan kalkınca ruhun ve başka soyut varlıkların da yok olacağı ileri sürülür. (s. 68)
Başka bir yerde ruhun, maddenin bileşimlerinden başka bir şey olmadığı, insan, hayvan ve bitki ruhlarının birbirlerinden farklı olmasının, bileşimlerindeki ayrılıktan ileri geldiği savunulur. (s. 81)
Bu iki görüş birbirini tamamlar ve çağımızın canlı anlayışına çok yaklaşır.
(Şeyh Bedrettin’in VÂRİDÂT. adlı eserinden alıyorum. Çeviri: Cemil Yener Elif yayınları 1970 s. 43)
+
Bu durumda ne Cennet ne Cehennem kalır.
Cennet de Cehennem de insan ruhunda aranmalıdır.
Kötü bir iş yapınca vicdan huzursuzluğu duyarız.
Hesap sorulacağı düşüncesi ile çırpınır dururuz.
İyi bir iş yapınca vicdanen rahat ve mutlu oluruz.
Kaygı ve korku duymayız huzurlu oluruz…
Cennet ve Cehennem gerçeği böyle algılanırsa
Yararlı olur insanlığa…
Bu gerçek aşağıdaki biçimde dile getirilir kutsal kitaplarda:
Cahillerin, dini taklidide kalanların sözlerine inanma…
“Çünkü insanların başına gelen hayvanların da başına geliyor. Aynı sonu paylaşıyorlar. Biri nasıl ölüyorsa, öbürü de öyle ölüyor. Hepsi aynı soluğu taşıyor. İnsanın hayvandan üstünlüğü yoktur. Çünkü her şey boş.
İkisi de aynı yere gidiyor; topraktan gelmiş, toprağa dönüyor.
Kim biliyor insan ruhunun yukarıya çıktığını, hayvan ruhunun aşağıya, yeraltına indiğini? “Ruhunun” ya da “Soluğunun”.
Sonuçta insanın yaptığı işten zevk almasından daha iyi bir şey olmadığını gördüm. Çünkü onun payına düşen budur. Kendisinden sonra olacakları görmesi için kim onu geri getirebilir?”
(Tevrat. Vaiz, 3/19-22)
Bu sözlerin yalanlandığı görülmemiştir hiçbir kutsal kitapta…
Demek ki ahım şahım bir ayrılık yokmuş insanla hayvan arasında…
Av. Eren Bilge, 7.12.2011
X
64. ŞEYTAN…
Kur’an’da şeytan, her türlü kötülüğün, olumsuzluğun kendisi¬ne nispet edildiği bir varlıktır.
Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp gösteriş maksadıyla insanlara yardım edenlerin şeyta¬nın arkadaşı olarak isimlendirilmesi (Nisa, 4/38),
İçki, kumar, putlar ve fal oklarının şeytanın pis işlerinden olarak tanımlan¬ması (Mâide, 5/90),
Savurganlığın şeytan kardeşliği olarak ifa¬de edilmesi (İsrâ, 17/26-27), Şeytan’ın insan üzerindeki simgesel etkisini ifade eder. Ayrıca Kur’an’da şeytanların taraftarları ve dostlarından SÖZ edilmiş (Nisa, 4/75-76; A’raf, 7/27; Mücadele, 58/19) olması, kötülüğü sembolize eden pek çok türden şeytanî varlık olduğunu göstermektedir.
(DİYANET TAKVİMİ, 30 Aralık 2011)
+
Görüldüğü gibi Diyanet İşleri Başkanlığı; Şeytan’ı ”Her türlü kötülüğün, olumsuzluğun kendisi¬ne nispet edildiği sembolik bir varlık…” olarak göstermektedir.
Burada üzerinde durulması gereken nokta “sembolik bir varlık…”; gerçek somut bir varlık mı, yoksa, soyut bir varlık mı?
Simgesel (Sembolik) anlatım, somut bir varlıkla soyut bir varlığı anlatmaktır… Örneğin: Zeytin dalı görününce akla barış gelir. Zeytin dalı somuttur; oysa barış soyuttur…
Şeytan denince akla; her türlü kötülük, olumsuzluk, yakışıksız davranışlar akla gelir.
Daha özetleyerek söyleyecek olursak Şeytan; insanı, yüz kızartıcı davranışlara sürükleyen olumsuz duygu ve düşüncelerdir.
Şeytan, insanın bulunduğu yerde bulunur. Yaratan değil ama Allah da insanın bulunduğu yerde bulunur. Yoksa öyle sanıldığı gibi insanın dışında maddi bir varlık olarak şeytan yoktur. Eğer öyle maddî bir varlık bulunsa idi; insanın yapacağı ilk iş, topu ile, tüfeği ile, lazeri ile böyle bir varlığı ortadan kaldırmak olurdu. Tarih boyunca böyle bir olay yaşanmadığına göre demek ki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da dediği gibi Şeytan somut değil soyut bir kavramdır.
Örneğin Şeyh Bedrettin Şeytan’ı şöyle tanımlar: “Şeytan; kötülüklerdir, kötülükler de birliğin bozulmasıdır. (Varidat. Cemil Yener. s. 52)
Yine bir başka yerde de Şeytan’ı şöyle tanımlar: “Cin, Melek, Şeytan denilen şeyler gerçek varlıklar değildir. Bunların hepsi, yanlış anlamaktan doğmuş, birtakım saçma inançlardır. Melek, varlıkların kendinde bulunan kuvvetlerdir…” (Varidat, Cemil Yener, s. 54)
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Şeytan’ı, kenarından, kıyısından yarım yamalak ağızla da olsa her türlü kötülüğün, olumsuzluğun ta kendisi saymış olması yine de olumlu bir gelişmedir.
Av. Eren Bilge, 31.12.2011
+
KATKIDA BULUNANLAR:
Merhabalar ,
Sen on parmakla hızlı yazıyorsun, yazılarında bazı aksaklıklar oluyor.
Senin anlatımın ile alıntıladıkların bazen iç içe geçebiliyor, bu da anlatımı
bozuyor. Ya da anlam değişiyor. Lütfen yazını daha sonra gözden geçir.
Bu önerim bir ukalalık olarak algılanmasın .Sevdiklerimize gördüğümüz aksaklıkları söylemez isek o sevgi yüzeysel kalır.
Bu arada ; senin Agnostik ya da Deist olabileceğin kanım bu yazında Deist
olarak pekişti . Bu da bir eleştiri ya da bir ima değil , aman ha.
Yeni yılda yazılarının hız kesmeden devamını diler sevgi ve saygılarımı iletirim.
Servet Şahin, 31..12.2011
+
Merhabalar ,
Sen on parmakla hızlı yazıyorsun, yazılarında bazı aksaklıklar oluyor.
Senin anlatımın ile alıntıladıkların bazen iç içe geçebiliyor, bu da anlatımı bozuyor. Ya da anlam değişiyor. Lütfen yazını daha sonra gözden geçir.
Bu önerim bir ukalalık olarak algılanmasın. Sevdiklerimize gördüğümüz aksaklıkları söylemez isek o sevgi yüzeysel kalır.
Bu arada; senin Agnostik ya da Deist olabileceğin kanım bu yazında Deist olarak pekişti . Bu da bir eleştiri ya da bir ima değil , aman ha.
Yeni yılda yazılarının hız kesmeden devamını diler sevgi ve saygılarımı iletirim.
Servet Şahin, 31..12.2011
+
Sayın Servet Şahin,
Uyarıların için teşekkür…
Bundan böyle daha dikkatli olurum.
Ben yazıyı yazdıktan sonra en az beş kere okurum.
Bundan böyle bir kere de senin için okurum…
Yazılarımda gördüğün aksaklıkları bildirmezsen bana,..
Ben yanlışlarımla baş başa bıraktığını unutma..
“Agnostik ya da Deist” olabilir misin demişsin bana…
Kimse bir ad koyamadı bana, gençliğimden bu yana…
“Agnostik” Yaratan’ın bilinemezliği demektir.
Oysa Hayri Balta bilinebilirliğini söylemektedir.
Aklın, bilimin elinden hiçbir şey kurtulmaz.
Bilim, bilme isteğidir; bilmeden duramaz.
“Deist” insan dışında maddî bir gücün varlığına inanır.
Hayri Balta ise;
İnsan dışında maddî bir gücün olmadığına inanır.
H. B., Yaratan ile Allah’ı birbirinden ayırmıştır.
Yaratanı insanın dışında; Allah’ı ise,
İnsanın şah damarında aramıştır.
Allah’ı ve Şeytan’ı insanın olduğu yerde aramalıdır.
Allah da, Şeytan’da İnsan varsa vardır.
H. B. Materyalist bir insandır.
Materyalist insan ise Yaratan’ın madde olduğuna inanır…
Bu inanış bilimseldir.
Bilime göre (Lavezion Yasası):
“Madde yoktan var olmamıştır yok da olmayacaktır…”
Şimdi kal sağlıcakla,
Sevgiler sana…
Av. Eren Bilge, 3.12.2011
X
65. GAVURCUK!..
“Eğer bir kimse bütün halkı okutarak yetiştireceğine inanıyorsa; o, her şeyden habersiz bir gavurcuktur. Öyle bir insanın hiçbir yetkisi hiçbir şeyden bilgisi yoktur.” (MÂKÂLAT, Şems-i Tebrizî. ATAÇ YAYINEVİ3. Baskı 2007 s. 136)
+
Görüldüğü gibi Şems-i Tebrizî; birinci olarak, gerçekten habersiz kişiyi “gavurcuk” olarak niteliyor.
Dil ilminde gerçekten habersiz, gerçeği saklayan kişiye gavur (kâfir) denir…
İkinci olarak ise halka gerçekleri söyleyerek, onları okutarak, onlara yazı göndererek aydınlatmanın olanaksız olduğunu anlatıyor.
Halkımız bu gerçeği şu sözleri ile dile getirir: “Okumak ile cehalet gider ama eşeklik baki kalır…”
Gerçekten insanın cehaletten kurtulması başka adam olması başkadır.
Hani bir fıkra vardır. Vali olmuş, babasını çağırttırmış.
“Bak, demiş, bana adam olamazsın demiştin; işte şimdi bir vali olarak karşındayım!..”
Babası yanıtı yapıştırmış:
“Ben sana vali olamazsın demedim ki; ben sana adam olamazsın demiştim. Adam olsaydın babanı ayağına çağırtır mı idin?..”
Burada adam olmak demek bir insanın yeniden doğmasıdır. Toplumun geleneğinden, göreneğinden kurtulmuş, duygularına hakim olmayı becermiş, aklını kullanabilen, gerçeklere saygılı insan anlamınadır. Bu oluşum İslamiyet’te “Ölmeden önce ölmek!”; Hıristiyanlıkta ise “Yeniden Doğmak” olarak dile getirilir.
Ben yazılarımda “Yeniden Doğmak” ı yeğliyorum. “Ölmeden önce ölmeyi” gerçekçi bulmuyorum. “Ölmeden önce ölmek”, bana göre olanaksız, gibidir. Çünkü “Can çıkar huy çıkmaz!..” demiş atalarımız.
“Ölmeden önce ölmekte” terbiye vardır. Terbiye ile eğitilen insan, çıkarı söz konusu olunca, aslına döner… Günümüzde “Ölmeden önce öldüklerini ileri sürenler”; güzel bir kadın gördükleri zaman feleklerini şaşırarak kırk yıllık evliliklerini yıkmışlardır.
Bir insanın yeniden doğması için olgunlaşmış bir öğretmenin eğitiminden geçmesi gerektir. Onunla inip kalkması, onun özelliklerini benimsemesi gerekir. Bunun tersini ileri sürenler bir gavurcuk olmaktan öteye gidemez.
Av. Eren Bilge, 19.1.2012
X
66. KESEYİ DOLDURMAK…
1950 yılından bu yana kutsal kitapları, zaman buldukça, okurum. Aşağıdaki İsa Peygamber ile ilgili kıssayla ilk olarak karşılaşıyorum. Okuyalım:
“Bir gün, bazı kişiler Hz. İsa’ya hakaret ettiler. O, buna onlar için hayır dua ederek cevap verdi.
Bir havarisi sordu: “Neden o adamlara dua ettiniz? Onların size yaptı¬ğı muameleye kızmadınız mı?”
Hz. İsa şöyle cevap verdi: “Ben yalnızca kesemde bulunanı harcayabilirim.”
(Kalp, Nefes ve Ruh. Prof. Dr. Robert Frager Temmuz 2010. Gelenek Yayınları. s. 214)
+
Gerçekten insan kesesinde ne varsa onu harcar. Eğer İsa’nın içinde; kin, nefret, öfke, gibi olumsuz duygular olsaydı kendisine saygısızlık edenlere karşı hayır dualarda bulunmazdı.
Bunun içindir ki İsa şöyle demiştir:
“Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür.
Siz hem Tanrı`ya, hem de paraya kulluk edemezsiniz. (İncil. Matta 6:24)”
Aynı sözler başka bir bölümde başka bir ayette de geçiyor. Buna da bir göz atalım:
“Hiçbir uşak iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür.
Siz hem Tanrı`ya, hem paraya kulluk edemezsiniz. (İncil. Luka 16:13)
Burada Tanrı’dan amaç: Doğruluk, dürüstlük, erdem, iyilik, sevgi gibi genel ve evrensel değerleri kapsayan kavramdır. Daha özetlersek; güven ve huzur içinde, kimseye muhtaç olmadan, emeğin karşılığında geçinmektir.
Paradan amaçlanan ise: Dünya malına, mülküne, şana şöhrete, makama ve mansıba eğilimdir.
İnsan, bu ikisinden birine hizmet edebilir. İkisine birden hizmet edemez. Hem dünyanın malına, mülküne, şanına şöhretine, makamına ve mansıbına eğilim duyacaksın; hem de güven ve huzur içinde yaşayacaksın buna olanak yoktur.
Bakınız Gazali bu konuda ne diyor:
“Küfür ile imanın mahiyetlerini, hakikat¬lerini ve tariflerini, hak ile dalaletin sırlarını kalpleri mal ve makam sevgisi ile kir¬lenmiş ve paslanmış olan kimseler idrak edemezler.
İlahları heva heves, mabudlan amirler, kıbleleri maddi menfaat, yöntemleri ben¬lik, arzulan makam ve şehvet, ibadetleri zenginlere hizmet, zikirleri vesvese ve de¬sise, hazineleri kurnazlık, düşünceleri meşrep ve menfaatlerinin gerektirdiği şe¬kilde hilebazlık olan kişilerin hakikate ulaşmaları mümkün değildir
Çünkü böyle olanların meselesi hakika¬ti anlamak değil, içinde bulundukları duru¬mu her ne olursa olsun kendi lehlerine çevirmektir.” (İmam Gazali, İslam’da Müsa¬maha, 8-9. Aydınlık, 23 Şubat 2012, Eren Erdem’den…)
Anlatmaya çalıştığımız kendimizi nasıl olgunlaştırmalıyız?..
Özlü bir tanımını yaparsak tasavvuf insanın kendini mükemmelleştirme çabasıdır. Din ilminde, gün be gün mükemmelliğe ulaşma çabasına vuslat denir. Yani Tanrı’ya ulaşmak; yani, gerçeğe varmak… Gerçeğe erişmenin ilk koşulu Tanrı’yı kendi benliğinde hissetmektir…
Bunun içinde ilk koşul keseyi olumlu kavramlar, evrensel ve genel değerler, erdemsel davranışlarla doldurmaktır… Keseyi olumlu kavramlarla, erdemle, evrensel ve genel değerlerle doldurursak haksız saldırılar karşısında olgunlumuzu yitirmeyiz…
Av. Eren Bilge, 23.2.2012
X
67. YÜCELTEREK YÜCELMEK…
İnsan yücelmek istiyorsa yüceltmelidir.
İnsanın yücesi; yücelterek yücelir…
Bir insanı alçaltmak ise aşağılıkların işidir.
Bilin ki kim aşağılıyorsa sizi; o, aşağılıktır.
Aşağılayanı gördün mü yapılacak iş,
Hemen ondan kaçmaktır.
Yine bir insan seni suçluyorsa; bil ki, o suçludur.
Suçlayanı gördün mü yapılacak iş,
Koşarcasına oradan uzaklaşmaktır.
Baktın yüz vermiyor, güler yüz göstermiyor.
Kazanmaya çalışma onu,
Onu kazanmaya çalıştıkça
Uzatırsın yolu…
Kimseyi incitme sakın…
Eğer varsa zerre kadar aklın…
Ne demek istediğimi anlamak için,
Aşağıdaki iletiye bakın…
Av. Eren Bilge, 19.3.2012
+
Bir adam kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır.
Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektas Veli’nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergâhlar ayni zamanda aşevi işlevi görüyordu.
Durumu Hacı Bektas Veli’ye anlatır ve Hacı Bektas Veli :
– ‘ Helal değildir ‘ diye bu kurbanı geri çevirir.
Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve ayni durumu Mevlana’ya anlatır.
Mevlana ise ; bu hediyeyi kabul eder.
Adam ayni şeyi Hacı Bektas Veli’ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana’ya bunun sebebini sorar.
Mevlana söyle der:
– Biz bir karga isek Hacı Bektas Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz.
O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektas dergâhı’na gider ve Hacı Bektas Veli’ye, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektas Veli’ye sorar.
Hacı Bektas da söyle der:
– Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir.
Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez.
Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.”
Böylesi tevazu ve incelikle, birbirlerini yermek yerine yüceltebilmeyi
becerebilen bir insan olmamız dileğiyle…
X
68. ŞEYH BEDREDDİN
s 398 Büyük Türk özdekçisi Şeyh Bedrettin (1357-1420)’e göre Tanrı dünyayı yaratmış ve insana vermiştir, dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır. İnsanlar eşit olarak yaratılmış birinin mal toplayıp öbürünün aç kalması Tanrının an aykırıdır. Ben şenin evinde kendi evim gibi oturabilmı sen benim eşyamı kendi eşyan gibi kullanabilmelisin, bütün bunlar hepfiniz içindir ve hepimizindir. Ruhlar, i lerde (Maddelerde) bulunan güçlerden ibarettir. İnsanı ğe de kötülüğe de kendi gücü sürükler, bizler iyilik güci Melek ve kötülük gücümüze Şeytan deriz. Bu güçler sad« sanlarda değil, bütün cisimlerde vardır. Örneğin bir ye tanesi bir neden ve güçle oluşur. Kıyamet belirtileri b beklenmektedir, kıyametin kopacağı yoktur. Vücut zerrel bir kez dağıldıktan sonra bir daha bir araya gelmeleri i setlerin dirilmesi imkânsızdır. Her güzel şey cennet, her şey cehennemdir, dünyada olup bitenlerden başka ne c vardır, ne de_ cehennem. Kutsal kitaplarda sözü edilen c ve cehennem “hayal âleminde tahakkuk etmiştir”. Bütü mazlar niyazlar ve ibadetler insanın içini arıtmak içindir. çak ibadetin sının, koşulu, biçimi yoktur. Kaldı ki ayrı din adamlarının işleri karıştırmasından doğmuştur, bunla tadan kaldırılırsa bütün dinler bir olur. Bütün insanlar Tanrının kuludurlar ve kardeştirler. Birbirlerini sevenler ve sayanlar, hiç bir din farkı gözetmeksizin, her zaman birleje-bilirler. Hükümet seçimle kurulmalıdır, ulus tam bir özgürlük ininde oyunu kullanabilmelidir. Zorbalığa boyun eğilmemelidir… Toplumbilimci Ziya Gökalp (1876-1024), Tanzimat adı verilen yenilegme çabasindanberi tartışılan çeşitli düşünce akımlarını “Türk ulusundanım, İslâm ümmetindenim, Batı uygarlığmda-nım’ formülüyle birleştirmiş ve özellikle Osmanlı Ümmetçiliği içinde yitirilmiş bulunan ulusçuluğa yeni bir yön vermiştir. Kültürün halka yönelmesi, Dinle Devlet işlerinin ayrılması (Lâiklik), Doğu bilimlerinin yerini Batı bilimlerine bırakma¬sı, kadınlarla erkeklerin hukuk bakımından eşit olması, Türk tarihinin toplumbilimsel ve nesnel bir yöntemle incelenmesi, Türk tarihinin Orta Asya’daki ilk İmparatorluklardan başla¬tılması gibi yeni düşünceler savunmuştur. Ziya Gökalp’m öne¬mi, yeni Türkiye Cumhuriyetinin düşünsel temellerini hazırla¬mış olmasındadır… Nasıl çeşitli Batı uluslarının düşünürleri II1 İstivan felsefesi disiplini içinde belirmislerse Türk düşünür¬leri de İslâm felsefesi disiplini içinde belirmiş.* erdir. Bu di¬siplinin dışında kalan ilk Türk düşünürü Ziya Gökalp’tir.
X
Eklenecek söz var mı bilemiyorum.
Bir dost gönedrmiş ben de alıyorum.
Shakespeare der ki:
Kendimi her zaman mutlu hissederim. Neden biliyor musunuz?
– Çünkü hiç kimseden bir şey ummam. Beklentiler daima yaralar.
– Hayat kısadır, öyleyse hayatınızı sevin.
– Mutlu olun ve gülümsemeye devam edin.
– Sadece kendiniz için yaşayın
Ve
– Konuşmadan önce dinleyin,
– Yazmadan önce düşünün,
– Harcamadan önce kazanın,
– Dua etmeden önce bağışlayın,
– İncitmeden önce hissedin ,
– Nefret etmeden önce sevin,
– Vazgeçmeden önce çabalayın,
– Ölmeden önce yaşayın.
Hayat budur. Onu hissedin, onu yaşayın ve ondan hoşnut olun.
– Testinin içinde ne varsa, dışına da o sızar…
X
Eskiden ”hamili kart yakinimdir” geçerliydi YDD de işler artık böyle
Baba : Benim seçtiğim bi kızla evlenmeni istiyorum.
Oğul : Hayır !
Baba : Kız Bill Gates’in kızı
Oğul : O zaman tamam
+
Baba Bill Gates’e gider:
Baba : Kızını oğlumla evlendirmek istiyorum
Bill Gates : Hayır
Baba : Ama oğlum dünya bankasının CEO’su.
Bill Gates : O zaman tamam
+
Baba dünya bankasının başkasına gider.
Baba : Oğlumu CEO yap !
Başkan : Hayır.
Baba : Oglum Bill Gates’in damadı!
Başkan : O zaman tamam…
X
69. BOYUN EĞMEYEN ŞİİRLER
Kırmızı Beyaz Alarm!
Dikkat! Dikkat! Dikkat!
Göğün ordularına yıldırım talimat:
Yığınak, sığınak, barınak,
Sarıldık ocak bucak, çalındı sancak,
Bıçak çekildi kudretimize.
İblise rahmet okutan çıktı sandıktan,
Çıktı dayandı hanemize.
Hile, dolap düzen, kahpelik,
Katmerli şiddet, kat be kat kemlik.
Girdi tersanelere, dershanemize.
Aymazda avlandı gelinlik kız.
Şeddeli yezit sultan oldu.
Kubilay kanlısı geçti başa.
Tek tip cehalet çıktı ininden,
Çıktı yüklendi kışlamıza.
Yalın kılıç yakalandı kılıçtar,
Ak pusu içinde kara tuzak.
Kemali keyfiyette faş olundu niyet:
“Yine çiğnendi yeminler,”
Yamyassı edildi hakkaniyet.
Ulusun süt bebeği, kalkışsın ulus.
Dikkat! Dikkat! Dikkat!
Yurtseverler karargahlara!
Şeyhler, şıhlar, tebdili zevat,
Saiti Yanki ordusu, afyon yutmuş,
Kıravatlanmış kavi kavat.
Yetimler vandalı, öksüz voyvadası,
Sakal kesmiş, kafa kazıtmış,
Baş vermiş yarım kulaç tasmaya,
Basmış gazına resmi plakanın .
Gidiyor garnizon basmaya.
Alaca it, bulaca kurtla karıştı,
Çıngıraklı yılan, çıyanla yarışıyor.
Çapanoğlu be Derviş Vahdeti,
Anzavur bellemesi, iki rekat arası
Sivri dişli İngiliz’le sarışıyor.
Dikkat! Dikkat! Dikkat!
Öncüler semersiz atlara!
Hortladı haçlı haramisi,
Tek tip melun, çok tip melanet,
Namussuzların ser be serisi…
Yüz yıllık melanet çıktı mezarından,
Çıktı dayandı kapılara.
Dan dan dan! Dum dum!”
Demir adamlar ön saflara
(Hüseyin Haydar. Aydınlık. 21.4.2012)
70. “O’NU KULLUKTA ARAYAN BULAMAZ”
Şeyh Ebu Said; TEVHİDİN SIRLARI adlı kitabında (Kabalcı yayınları. 2003. s. 294) geçen aşağıda sözleri sık sık akma gelir beni uzun uzun düşündürür.
Bu ermişimiz Türkistan doğumlu bir Türk’tür. Bir Müslüman bilgesi, ermişidir ve Müslümanlığında da kuşku yoktur.
Bu bilgemiz yukarıda adı geçen kitabında aynen şöyle demektedir:
“O’nu kullukta arayan bulamaz. O’nu, O’nunla arayan hemencecik buluverir.” der.
Bilgemiz, niçin “O’nu kullukta arayan bulamaz. O’nu, O’nunla arayan hemencecik buluverir.” demektedir.
Niçin namaz kılan, oruç tutan, Hac’ca giden, kurban kesen, fitre ve zekatını veren demiyor da, ki bunlar kulluk olarak dile getirilir, O’nu, O’nunla arayan hemencecik buluverir…” demektedir.
Burada O demekle Tanrı’yı kastetmektedir ki… Peki o zaman Tanrı ne demektir. Asıl yanıtlamamız gereken soru budur?
Tanrı, yukarılarda, bilinmeyen bir yerlerde kişiselleştirilmiş, nesnelleştirilmiş bir varlık mıdır? Böyle düşünürsek çok yanılırız ve bu bizim zannımızdan oluşan bir Tanrı anlayışıdır…
Bu zan konusunda Kuran şöyle demektedir:
“Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.” (K. 6/ 116 Ayrıca bak: 10/36. 66. 53/28)
Yine Kuran, Salih amellere çok önem vermektedir. Salih amellere göre yaşayanlar Allah’a ulaşır demektedir. Aşağıdaki ayetlerde bu görüşümüzü doğrulamaktadır:
“İman edip salih ameller işleyen kimseler için mağfiret ve bol rızık vardır.” ( K. 22/50)
“İman edip salih ameller işleyenlere ise, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur.” (K. 85/11)
“İman edip salih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır. (K. 98/7)
Şimdi gelelim Şeyhimizin özlü sözüne… Bilgemiz demek istiyor ki: Doğruluk, dürüstlük, iyilik gibi olumlu kavramlar, erdemli yaşam gibi genel değerler, ki bunlar yüce değerler olduğu için Allah kavramının kapsamı içindedir, doğrultusunda yaşayanlar “O’nu, O’nunla hemencecik buluverir…”
Av. Hayri Balta, 16.6.2012
71. NEYZEN EKREM VURAL UÇTU, UÇMAKTA…
O, toplumda Neyzen olarak tanınırdı. Evet neyzendi. TRT’de Müzik Dairesi başkanlığı bile yapmıştı. Yüzlerce öğrencisi vardı. Onlara ders verirdi. Ancak öğrencilere ders verirken; onlara ahlak ve edep dersleri de verirdi. Bu konuda kendisi de güzel bir örnekti.
Hani “İslam güzel ahlaktır!” denir ya. İşte bu konuda Neyzenimizi örnek gösterilebiliriz…
Her şeyden önce dinlemesini bilirdi. Ancak konuyu daha derinleştirmek için araya girerdi. Yalnızca konuyu daha açmak için soru sorardı. Sorduğu sorularla akıllara takılan sorunun aydınlığa kavuşmasını sağlardı.
Alçak gönüllülükte de bir örnekti. Hiçbir zaman kendini ileri sürmemiştir. Ben de varım dememiştir.
Önemli özelliğinden biri de müzik uğraşısı ve öğretisi yanında tasavvufla da uğraşırdı. Bu konuda araştırma yapardı. Bazı tasavvuf üstatlarının toplantısına katılırdı. Ama kendisinin bu konuda bir savı (iddiası) yoktu. Her şeyde olduğu gibi bu konuda da kendisini perdelerdi.
Tasavvufla ilgilendiğini ancak çevresindeki müzik öğrencileri bilirdi; zaten o da, hissettirmeden tasavvufun ana konularında görüşlerini açıklamaktan kendini alamazdı.
Kendisini etkileyen mürşitler içinde Gaziantepli Düşünür Dr. Emin Kılıç Kale en önde gelirdi. Ondan çok feyz aldığını söylerdi. Yaşamını da onun öğretisi üzerine kurmuştu.
Din öğretisinde ölüm olayı Hak’ka yürümekle anlatılır. Oysa ölümle Hak’ka yürünmez. Hak’ka yaşarken yürünür. Eğer Hak’tan amaç toprak ise ona bir sözüm yoktur. İnsan ölünce nasıl topraktan geldiyse yine toprağa döner. Bu da Hak’ka yürümekle anlatılır.
Eğer Hak’ka yürümekle Allah’a yürümek anlatılıyorsa bunu kabul edemem. Çünkü insan ölünce Hak’ka yürümez. İnsan yaşarken Hak’ka yürür.
Ekrem Vural dostum da yaşarken hakka yürüyenlerdi ve yazımın başında da belirttiğim İslam’ın aradığı güzel ahlak, erdem, edep sahibi kişilerdendi.
Ekrem Vural için öldü diyemiyorum. Ekrem Vural uçtu, uçmakta…
Anıları önünde saygı ile eğilirim.
Av. Hayri Balta, 15.7.2012
X
AV. HAYRİ BALTA’NIN ÖZGEÇMİŞİ
1932 yılında Gaziantep’te doğdu. 10 yaşında iken annesi öldü. Babası, eşinin ölümüne dayanamayarak yaşama küstü.
Çocukluğunun kış günlerini Gaziantep’in Tabakhane semtinde; yaz günlerini de Gaziantep’e yakın İbrahimli köyündeki bağlarında geçirdi.
Yaz günlerinin gecelerinde kayan gök taşlarını görünce “Tanrım! Ölen annemi geri gönder!” diye dileklerde bulundu…
Dileklerinin yerine getirilmemesi üzerine sükut-u hayale uğradı ve Allah’ı aramaya başladı…
1945 yılında Gaziantep Lisesi Ortaokul 1. Sınıfa giderken yapılan bir temizlik yoklamasında Türkçe öğretmeni: “Gömleğin kirli, git değiştir gel!” deyince, çok da istediği halde, utancından bir daha okula gidemedi…
Okula gidememesine karşın; okuma ve öğrenme tutkusu ile yanıp tutuştu. Okuyamamış olmasının eksikliğini; günlük gazeteleri, haftalık ve aylık dergilerle kitaplar okuyarak gidermeye çalıştı.
Okuldan koptuğu yıllarda geçimini dericilik ve kilimci kalfalığı yaparak sağlamaya çalıştı… Çalışmaktan artan boş zamanlarında futbol oynadı. Kendisi futbolu değil de futbol kendisini bıraktığı zaman futbol hakemlik kursunu bitirdi.
Stajyer olarak yönettiği ilk maçta taraftarlarca geleneksel tezahürat yapılınca futbol hakemliğini bıraktı.
25 yaşında Gaziantepli tasavvufçu, tekke ve tasavvuf müziği ustası olgun insan Dindar Filozof Dr. Emin Kılıç Kale’den; Ahlak, tasavvuf, yaşam ve müzik dersleri aldı… O toplulukta kimi zaman tef çaldı ve kimi zaman da ney (nay) üfledi.
Bu toplulukta “fırınlara girip çıktı”, “ölmeden önce öldü”, “yeniden doğdu”. Bu topluluğa “ölü” olarak girdi “diri” olarak çıktı.
Dünya görüşü nedeniyle kavmiyetçi ve ümmetçi kişilerce hakaretlere ve iftiralara uğrayarak komünistlikten yargılandı.
Yargılama sonunda mahkeme: “Hayri Balta, Atatürkçü ve aydın bir kimse!” (Gaziantep Sorgu Hakimliği. E. 962. K. 127/16) diye karar verdi. Böylece Türkiye’de mahkeme kararı ile “Atatürkçü ve Aydın” sayılan bir kişi oldu. Ne var ki aklanmasına karşın 10’a yakın işyerinden kovuldu. 10’a yakın ev değiştirmek ve sonunda Gaziantep’ten ayrılmak zorunda kaldı…
1965 yılında, 33 yaşında iken, Gaziantep Lisesi Akşam Ortaokuluna başladı. 1969 yılında dört yıllık olan bu okulu sınıf ve okul birincisi olarak bitirdi.
Gaziantep Akşam Lisesi 1. Sınıfında okurken “Kavmiyetçi ve Ümmetçi” kişilerce rahat verilmemesi üzerine 11 Mart 1971’de Ankara’ya göçtü.
Gaziantep’ten ayrıldıktan bir gün sonra 12 Mart 1971’de Ordu, yönetime el koydu. Böylece 12 Mart’ın hışmından kurtulmuş oldu. Eğer o tarihte Gaziantep’te olsaydı başına gelecek vardı…
Ankara’ya gelir gelmez Anafartalar Akşam Lisesi 1. sınıfına kaydını yaptırdı ve Genel-İş Genel Merkezi Hukuk Bürosunda yazman, bir süre sonra da muhasebe bölümünde muhasebeci ve daktilo olarak çalıştıktan sonra muhasebe şefliğine getirildi.
Gündüzleri çalıştı, akşamları okula gitti. 4 yıllık Anafartalar Akşam lisesini bitirdikten sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Akşam Türkçe Bölümüne kaydını yaptırarak derslere gidip gelmeye başladı. 15 gün sonra yaşının geçmiş olduğu gerekçesiyle okuldan kaydı silindi.
Bunun üzerine yılmadı bir yıl da üniversite sınavlarına çalıştıktan sonra 1974’te Ankara Hukuk Fakültesine girmeyi başardı ve hem çalışıp hem okuyarak 1979 yılında Hukuk Fakültesini bitirdi ve bir yıl da staj gördükten sonra 1981 yılında (49 yaşında) avukatlığa başladı.
Hukuk Fakültesi öğrencisi iken: 27 Mart l977 yılında ölüm döşeğindeki babaannesini görmek için gittiği Gaziantep’te, gece yarısı evinin önünde, faşistlerce kurşunlandı… Sağ göğsünden giren kurşun akciğerinin üst lobunu delerek kürek kemiğinden çıktı. 15 gün ağzından kan geldikten sonra “hayatî tehlikeyi” atlatarak yeniden yaşama döndü. Hâlâ zaman zaman kurşun yarasının acısını hisseder ve düşlerinde yakın mesafeden ateş edilen tabanca sesi ile uyanır…
Avukatlık yaptığı sırada Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Kurucu Yönetim Kurulunda ve seçimle gelen ilk iki Yönetim Kurulunda Genel Sekreter yardımcısı olarak görevli iken 11 Mart 1991 tarihinde ağır bir kalp krizi geçirip kalbinin % 70’i çalışamaz bir duruma gelince ADD’ deki görevini ve avukatlığı bıraktı. O günden bu güne değin de evinde tek başına yaşamaktadır.
Yaşamı boyunca emeğinden başka geliri olmadığı için eşi ve dört çocuğu ile geçim zorluğu çekti. Ankara’da iki kışı, ailesi ile birlikte elektrik sobası ile geçirdi…
65 yaşına kadar yoksul olarak yaşadıktan sonra babaannesinden kendisine kalan trilyon değerinde taşınmazları, kendisine yeteri kadarını ayırdıktan sonra, kalanını dört kızına bıraktı…
Şu an dört kızından 6 torunu bulunmaktadır. Torunlarından biri Amerika’da bir üniversitede Siyaset Bilimi Hocalığı yapmaktadır. Biri de İnşaat Fakültesini bitirmiştir.
Yaşamı boyunca, hastalığında bile, bir Aydınlanmacı olarak düşünce özgürlüğünü, laikliği ve Cumhuriyetin kazanımlarını korumaya çalışmıştır. Laikliği savunmak için birçok dava açmış ve açılmasına da neden olmuştur.
Gaziantep yerel gazetelerinin, bir ikisi dışında, hemen hemen hepsine günlük yazı verdi. Kimisi kapandığı için, kimisinden de, bir süre sonra, yazılarına yer verilmediği için ayrıldı.
Ankara’da ise Barış ve Ulus gazetelerinde ve kimi dergilerde yazdı.
Bu günkü tarih itibariyle basılmış 25 kitabı vardır. Bu kitaplar parasız olarak okuyuculara dağıtılmaktadır… (Kitapların listesi aşağıdadır…)
2000 yılından beri www.tabularatalanayalanabalta.com adresli Sitesinde aydınlanma savaşını sürdürmektedir.
Düşünce ve inanışlarından ötürü hakaretlere, küfürlere ve tehditlere karşın; bireyciliğe karşı toplumculuğu, dine karşı bilimi, şeriata karşı cumhuriyeti, teokrasiye karşı laikliği, vahye karşı aklı, yaratılış teorisine karşı evrim teorisini savunmaktadır.
Ne var ki çok az kişi tarafından anlaşılabilmiştir. Şimdi bile dinciler tarafından dinsiz; dinsizler tarafından da dinci sayılır…
Av. Hayri BALTA, 11.2.2014
+
TABULARA TALANA YALANA BALTA YAYINLARI: 33
Alfabetik olarak:
1. Allah Denince 1/6
2. Allah Denince 2/6
3. Allah Denince 3/6
4. Allah Denince 4/6
5. Allah Denince 5/6
6. Allah Denince 6/6
7. Aydınlanma
8. Aydınlara Mektup
9. Bir Aydın Adayı
10. Cambaz
11. Erenler-Ozanlar-Yazanlar 1
12. Erenler-Ozanlar-Yazanlar 2
13. Erenler-Ozanlar-Yazanlar 3
14. Kızma Yok
15. Laiklerin El Kitabı
16. Laikliği Benimsemeden…
17. Laiklik Bir Yaşam Biçimidir
18. Muhbir ve Tertipçilerim
19. Muzır’dan Kes!..
20. Röportaj ve …
21. Sırların Sırrı
22. Son Nokta
23. SSS (Sevenler Soranlar Sövenler)
24. Taç’a Atılanlar
25. Tanrı’ya Yakınlık
26. Yitmiş Bir Adam
NOT:
Yayınlanacak olanlar: www.tabularatalanayalanabalta.com adresli sitemizde sıralanmaktadır.
Şu adresten de bana ulaşabilirsiniz: hayri@tabularatalanayalanabalta. com
Av. Hayri Balta, 21.9. 2013
X