TABULARA, TALANA, YALANA BALTA

TABULARA, TALANA, YALANA BALTA

IRKÇILIĞA, SÖMÜRÜYE, ŞERİATA HAYIR!..

Sorumlusu: Av. Hayri BALTA
hayri@tabularatalanayalanabalta.com
www.tabularatalanayalanabalta.com

ERENLER-OZANLAR-YAZANLAR 1

İÇİNDEKİLER
A
Aşık Dersimi 28
Aşık Kul Hasan 35
Âşık Mahzunî 33
Âşık Serdarî 12
Âşık Veysel 24
Aşık Zebuni 10
Av. Eren Bilge Balta’dan 36
B
Behzar Kara 30
Bekir Coşkun 18
Ben Özdek 15
Bu Bayram da Evdeyiz 8
Büyük Yokoluşlar 44
C
Charles Robert Darwin 39
D
Dağlarca 21
Diyeceğim Var Nar Ağacına 9
G
Genel Görüşler 37
Gitme 14
Görünlü Âşık Gülhani 3
Gülten Akın 29
H
Hacı Bayram Veli 7
L
Levent Ertürk 19
M
Mehmet Akif Ersoy 6
Melih Cevdet Anday 27 Metin Eloğlu 20
Mezar 26
M. Rızâ Issız’ Dan Rubailer 11
N
Nazım Hikmet 42
Neyzen Tevfik 34
O
Oğlum 17
Ö
Ömer Hayam 4
P
Pablo Neruda 43
R
Rahmi Turan 23
S
S. Aldanır 16
Sunuş 1
Ş
Şeyh Ebu Said 40
Şiirde Devrimci Tavır 41
T.
Tanrıyı Algılamak 5
Tevfik Fikret 25
Türklere Gerekse Din, İşte Şeyh Bedrettin 2
Ü
Ümit Yaşar Oğuzcan 22
Y.
Yasakçılara… 31
Yaşayan Bir Ölüye Yazılan Şiir 32
Yuf Baba 38
Yunus Emre 13
1. SUNUŞ

ERENLER-OZANLAR-YAZANLAR adlı bu dosyamızda Ermişler ve Halk Ozanları var…
Tanıtacağımız Ermişler ve Halk Ozanları gerçeği söylemişlerdir.
Bunlar halka ayna olmuşlar, halkın çektiği yoksulluğu ve yoksunluğu yöneticiler için dile getirmişlerdir…
Kimileri de din ve tasavvuf konusunda halktan gizlenen ilm-i ledün bilgilerini (Batınî, Ezoterik, Gizli Din Bilgileri, Mecaz ve Simgesel anlatımları…) halka aktarmışlardır.
Bu ermişler öyle babayiğittirler ki inançları uğruna baş vermekten çekinmemişlerdir.
Yazımıza bunlardan biri olan Şeyh Bedreddin’le başlayacağız. Zaman buldukça diğer ermişlerden de alıntı yapacağız.
Göreceğiz ki Ermişler ve Halk Ozanları insanların gerçeği görmesi, iyi olanı yapması, erdemli ve olgun olması için; dincilerin tanıtmak istedikleri Allah’a, Kutsal kitaplara, Peygambere gereksinim duymamışlardır.
Bunlar bütün engellemelere karşın gerçekleri halka söylemişlerdir. Ne var ki bu duygu ve düşüncelerini, halkın sorunlarını, özlemlerini dile getirdikleri için de hep dışlanmışlardır.
Bu Ermişlerimiz ve Ozanlarımız, kimi zaman da şeriatçıların inandıkları ve inandırmaya çalıştıkları “Allah ile tekellüfsüz, şakalı bir sesleniş ile konuşmuşlar; ona sitem etmişler, ona takılmışlardır.”
Ozanlarımızın bu tür şiirlerine edebiyatta “şathiyat-ı sofiyane” adı verilir; yani bir tür Allah’ı eleştirmek…
Ne var ki özellikle İslam tarihinde Allah’ı eleştirmek mümkün olduğu halde Peygamberleri eleştiren çıkmamıştır. Buna karşın Batı Dünyasında Allah’ı ve peygamberleri eleştirmek bir gelenek haline gelişmiş; bu tür eleştiriler insanlığın gelişmesi, daha sağlıklı düşünebilmesi için gerekli görülmüştür.
İslam tarihinde ise Allah’ı eleştirenler çıkmış da Peygamberi eleştiren çıkmamıştır. Peygamberi eleştirmek Atatürk’le başlamış olup; İlhan Arsel, Turan Dursun, Abdullah Rıza Ergüven ve diğer aydınlanmacılarla sürdürülmüştür. Ancak Sünnî bir toplumdan gelmeme karşın; küçüklüğümde, kimi halktan kişilerin gizliden gizliye Peygamberleri eleştirdiklerine tanık olmuşumdur.
Örneğin İbrahim’in karısını kız kardeşim diye Fravun’a göndermesi, Lut ve Nuh olayları yanında, İslam Peygamberinin 53 yaşında iken 9 yaşındaki bir çocukla ve evlatlığının boşadığı karısıyla evlenmesini ve bu peygamberin Mut’a nikâhına cevaz vermesi, kocalara, karılarını dövme hakkı tanıması gibi konuların tartışılıp eleştirildiğine tanık olmuşumdur.
Bu konuların konuşulduğu bir ortamda çok yakından tanığım bir mobilyacının “Olamaz böyle şey!” demesi üzerine bu sözleri söyleyen debbağ Hacı ustam hemen kitaplığından Kuran’ı ve “Sahih-i Buhari”yi indirerek ayet leri ve hadisleri gösterince mobilyacı tanıdığım, ne diyeceğini şaşırmıştır. Ne var ki sonra da “Vardır bir hikmeti!” diyerek debbağ hocamı zındıklıkla suçlamıştır.
Bu olay gösteriyor ki halkımızda din konusunda bir eleştiri düşüncesi gelişmemiştir. Örneğin: Kendi çocuklarını; kuran kurslarına ve İmam Hatip Liselerine göndermeyerek batı dünyasının paralı okullarında gönderenlere halkımız; “Neden çocuklarınızı imam Hatip Liselerine ve İlahiyat Fakültelerine göndermiyorsunuz?” deme alışkanlığını kazanmamıştır…
Halkımızın bu zaafını bilen din tüccarı politikacılar din istismarının kendilerine bol bol oy getirdiğinin bilincinde olarak köy enstitülerini kapatarak dinsel öğretimi hızlandırmışlardır. Böylece Cumhuriyetimizin etkinliğini azaltarak halkımızı Ortaçağ karanlığına sürüklemeye çalışmışlardır…
İşte bu din istismarına karşı kimi yürekli aydınlarımız, ermişler ve halk ozanlarımız gerçekleri anlatma yoluna gitmişlerdir…
İstenmiştir ki halkımız bu din tüccarlarının yalanlarına kanmasın, akıl ve bilim yolundan giderek güzelim dünyamızı bir cennet haline getirebilsin…
Ne var ki laiklik ilkesinden rahatsız olan politikacılar sünnî mezhebini koruyup kollamada birbirleriyle yarışmaktadırlar. Bu nedenle de halkın aydınlanmasına büyük katkıda bulunan Köy Enstitüleri ve Halkevlerini kapatmışlardır. Böylece Atatürkçülerin, ilericilerin ve halkçı aydınların önünü tıkanmışlar, türlü nedenlerle aydınlarımızın yaşamlarını burunlarından getirmişlerdir. Kimilerinin yurt dışına kaçmalarına neden olmuşlar kimlilerini de ortadan kaldırmışlardır.
Eğer laik devletimiz; gerçekten laik olsaydı tabuları eleştiren halkçı aydınlarımıza böylesine acımasızca yaklaşmazdı. Onlara, düşüncelerini açıklayacak bir ortam yaratırdı ve batıl itikatların ve hurafelerin eleştirilmesini yasaklamazdı.
Laik devletimiz sanıyor ki din birleştiricidir; bütünleştiricidir. Oysa bütün dinler birleştirici, bütünleştirici değil; tersine, bölücüdür. Bütün dinler insanları dinli dinsiz, diye, günahlı-günahsız diye, mümin müşrik diye böler, Mezhep, tarikat, cemaat olarak böler. Böylece insanları birbirine düşürerek kendi varlığını sürdürmeye çalışır.
Dinin bütünleştirici olmadığını; tersine bölücü olduğunu ilk görenlerin başında Atatürk gelmektedir…
Bütün dinler bölücülüğün tek nedenidir. Kendi aralarında mezhep ve tarikat kavgaları ve katliamları unutulmamalıdır. Oysa artık bunların çağı geçmiştir…
Artık insanların birbirlerini dinli-dinsiz diye suçlamadan; barış içinde, yaşamaları yanında düşünce ve inançlarını rahatça açıklamaktan korkmaması dönemi başlamalıdır.
Bütün bunlara karşın gelecek için umutsuz olmamalıyız. Gelişen ve giderek yaygınlaşan bu demokrasi, laiklik, düşünce ve insan hakları furyası sürdüğü sürece bütün dinliler ve dinsizler düşüncelerini rahatça açıklayarak birbirlerini anlayışla ve hoşgörü ile yaklaşmayı öğreneceklerdir. Yeter ki devletler bu konuda çaba gösterebilsin…
Artık ne kadar baskı yapılırsa yapılsın tabular yıkılacaktır. Çünkü insanoğlunun sağlıklı düşünebilmesi için Allah’ın da, Kutsal Kitapların da, Peygamberlerin de eleştirilmesi gerekir…
Devletimiz laiklik ilkesini korumak istiyorsa; sunnî mezhebini koruyup kollamaktan, onları finanse etmekten bir an önce vazgeçmeli ve düşüncelerini açıklamak isteyenlerin önünü açmalıdır…
İnsanlık onuru bütün baskı ve yasaklara karşın tabuları yıkacaktır. Allah’ı da, Peygamberleri de, Kutsal kitapları da eleştirmekten vazgeçmeyip günümüz ahlak ve hukuku ile bağdaşmayan dinsel hükümleri sergileyerek insanları bu din tüccarlarının yalanlarından kurtaracaktır…
Aklını çalıştıran, sağduyusunu kullanan, vicdanının sesine kulak veren, doğru dürüst yaşayan, alçak gönüllü, erdem sahibi ve olgun aydınlar, ermişler ve halk ozanları, her türlü engellemeye karşın doğru bildiklerini anlatarak yaşanan bu korkunç karanlıktan insanları kurtaracaklardır…
Av. Hayri Balta, 1.2.2014

1. TÜRKLERE GEREKSE DİN – İŞTE ŞEYH BEDRETTİN

Tanıyacağımız ermişler, gerçeği söyler…
Bu ermişler babayiğittirler…
İnançları uğruna çekinmeden baş vermişler…

Dosyamıza ilkin Şeyh Bedreddin’den başlayacağız.
Zaman buldukça diğer ermişlerden de alıntı yapacağız.

Göreceğiz ki insanların gerçeği görmesi, doğruları söylemesi, iyi olanı seçmesi ve de erdemli yaşaması, ortak değerlerde birleşmesi için; ne Allah’a, ne Kutsal kitaba ne de Peygamberlere gereksinimi vardır.
Aklını çalıştıran, doğru dürüst yaşayan, erdem sahibi insan Tanrı ile baş başa kalır…

35 yaşında tanıdım Şeyh Bedrettin’ini ben
Siz de tanıyın vakit geçirmeden…

Hep şu soruyu sordum kendi kendime ben:
Laik Devlet Şeyh Bedrettin’e yer vermez neden?
Adını, yapıtlarını niçin saklar milletten?

Şeyh Bedrettin Osmanlı’nın kazaskeridir.
Kazasker; hem din hem de hukuk lideridir.
Din ilminde mesafe almak isteyen
Şeyh Bedreddin’i tanıyıp bilmelidir.

Müslüman’sa Müslüman
Hem de bir Türk koskocaman…

Osmanlı ise Osmanlı oğlu Osmanlı…
Dinde, felsefede, tasavvufta zamanının sultanı…
Böylesine bir bilge yetiştirmiştir Anadolu, Osmanlı…

Anadolu ermişlerin yuvasıdır,
Şeyh Bedrettin ise ermişlerin ustasıdır…

Şeyh Bedreddin’i tanırsanız…
Devlet’in Şeyh Bedrettin’den niçin korktuğunu anlarsınız…

Dinsiz toplum olmaz denir,
Din dediğin Bedreddin’dedir…
Türklere gerekse din..
İşte Şeyh Bedreddin…
+
Şeyh Bedreddin’le ilgili ilk bilgileri Meydan Larousse’den vereceğiz:
SİMAVNALI BEDREDDİN (Mahmud), Türk mutasavvıfı (Simavna, Edirne 1359-1420 Serez).
Simavna kadısı İsrail’in oğlu.
Memleketinde, Konya’da, Kahire’de Mantık, felsefe, ilâhiyat öğrendi, okudu…
İntisap ettiği Ahlatlı Şeyh Seyid Hüseyin’in emriyle Tebriz’e giderek Timur’un bilgiler arasında yaptırdığı tartışmalara katıldı.
Mısır hükümdarlarından Berkuk’un oğlu Ferah’a ders verdi. Hüseyin’in ölümünden sonra onun yerine geçti. Halep, Konya ve Tire’ye gitti.
Sakız adasının ruhani reisini müritleri arasına aldı. Daha sonra Edirne’ye döndü. Musa Çelebi’nin kazaskeri oldu. Çelebi Mehmed’in saltanatı ele geçirmesinden sonra İznik’e sürüldü.
Burada halkı ayaklanmaya yönetecek propagandalara başladı. Müritlerinden Börklüce Mustafa’nın yardımıyla Aydın ve Karaburun’da taraftarlar kazandı.
İznik’ten kaçarak İsfendiyaroğulları’nın yanına sığındı. Oradan Zağra’ya gitti. Silistre, Dobruca, Deliorman’da dolaşarak düşüncelerini yaydı.
Müritlerini toplayarak bir devlet kuracağını, din farkını ortadan kaldıracağını, toprakları paylaştıracağını ileri sürdü.
Batınilikle birleşen görüşleri hızla yayıldı: Börklüce Karaburun’da; Torlak Kemal Manisa’da yenilgiye uğratıldı.
Bu eylemleri nedeniyle, Çelebi Sultan Mehmet tarafından üstüne asker gönderildi. Bedreddin de ele geçirilerek Serez’e getirildi.
Padişah’ın karşısında bir bilim kurulu tarafından sorguya çekildi. Mevlânâ Acemî’nin verdiği fetvaya göre “malı haram, kanı helâl” sayılarak Serez çarşısında asıldı.
Serez’deki mezarından çıkarılan kemikleri 1924’te İstanbul’a getirildi, 1961’de Sultanmahmut türbesi haziresine gömüldü. Tarih boyunca adı ve mezarı halktan gizlendi.
Edirne’de bir zaviyesi, Bursa’da bir mescidi vardır.
+
Bedreddin’e göre Tanrı’nın özüyle (zatı) yaratılanlar (mahlukat) birdir; arada, varlık ve oluş bakımından bir ayrılık yoktur.
Evren (âlem) yaratılmamıştır (kadimdir); Yani yoktan var olmamıştır; yok da olmayacaktır. Ezelden ebede vardır ve yok olmayacaktır.
Bedrettin’in bu görüşleri bilimle koşuttur. Bilim ise “Hiçbir maddenin yoktan var olmadığını ve de yok olmayacağını bulmuştur.” (Lavezion: Maddenin Sakınımı Yasası…)
İlâhî irade (Tanrı iradesi) yanlış yorumlanan bir kavramdır. Çünkü gerçek Tanrı iradesi bir varlığın özünde olanı, gerçekleşebilecek güç ve nitelik taşıyanı, Tanrı’nın istemesinden başka bir şey değildir.
Tanrı iradesi varlığın özünde “oluş gücüyle” sınırlıdır. Bir varlığın özünde bulunmayanı Tanrı da isteyemez, istese de yaratamaz. Varlık (vücud) âlemi birdir.
Dünya ve âhiret iki ayrı varlık değildir. Ölümden sonra dirilme (haşr) olmadığı gibi, dünyanın dışında başka bir âlem de yoktur.
Cennet, cehennem birer kavram olmaktan öteye geçemez. Her ikisi de, insanın dünyadaki mutluluğu ve mutsuzluğuyla ilgili birer kavramdır. Dünyada mutlu olan cennette, mutsuz olan cehennemde yaşıyor demektir.
Kuran’da geçen bütün kavramlar, buyruklar birer örnektir. Gerçek amaç insanlara doğruyu, ayrı ayrı nitelikleriyle anlatmaktır. Bütün dünya malları, insanların ortaklaşa yararlanması içindir. Yeryüzünde gerçekten bölünmüş toprak parçası yoktur.
İnsan yaşar ölür. Doğumla başlayan hayat ölümle biter.
Ruh, bedenden ayrı, bağımsız bir varlık değildir. Bedenle ruh da göçer gider. Beden dışında ruhun özel bir hayatı yoktur.
Bütün manevi varlıklar insan düşüncesinin özünden doğmuştur. Gerçek olan insandır.
+
Eserleri:
Fıkıh: İki faslın Derlemesi; İşaretlerin En Seçkinleri, Kolaylaştırma;
Tasavvuf: Hikmetler İncisi.
Yorumu: Kalplerin Sevinci.
Tefsir: Kalplerin Nuru.
Gramerle ilgili: Mücevher Gerdanlıkları. Fetihlerin Işığı.
En ünlü eseri Arapça Varidat’tır,
+
Aynı bilgiler İslam Ansiklopedisinde de vardır. İslam Ansiklopedisi daha geniş olarak almıştır. Ama adetleri olduğu üzere “İbahilikle” (Dinin haram saydığını helal saymak…) suçlamıştır…
Tanrı, Cennet, cehennem ve dinsel konulardaki görüşlerini öğrenmek isteyen Şeyh Bedrettin’in Varidat adlı eserini yineleyerek okumalıdır.
Varidat’ı okumak isteyenler öncelikle Emekli İmam Baki Yaşar Altınok tarafından yazılan Varidat’ı okumalıdır.
(İsteme adresi: Necatibey Cad. Ankara Kapalı Çarşı ve İşhanı 8/27 Sıhhıye /
Ankara. Tel. 0312 232 02 02)
+
“Vâridât Arapça isimdir. “Varide” sözcüğünün çoğuludur. Anımsanan, içe doğan şeyler, esinler, anlamına gelir. Akla gelen, içe doğan düşünce. Hakk’tan kulun gönlüne, kalbine gelen anlamlar, içte beliren tanrısal haller; yani olumlu duygu ve düşünceler… (Esat Korkmaz, Ansiklopedik, ALEVİLİK-BEKTAŞİLİK TERİMLERİ SÖZGLÜĞÜ s. 370)
Din felsefesinde (tasavvufta): Kendisini paylaşımcılığa, doğruluğa, dürüstlüğe, bilgeliye, erdeme adayan ve belli bir mertebeye ulaşan kişilere “Olgun insan = (İnsan-ı kâmil)” adı verilir. Şeriat anlayışına göre de insan-ı kâmil’e “kul” denir. Kulluk büyük bir mertebedir; ama öyle her Müslüman’a “Allah’ın kulu…” denmez.
İslam’daki “Allah’ın kulu” terimi; Hıristiyanlık’taki “Allah’ın oğlu!” teriminin karşılığıdır. (Bkz. İncil. Yuhanna, 1/12)
“Allah’ın kulu”nun ve “Hıristiyanlıktaki “Allah’ın oğlu”nun İslam tasavvufundaki karşılığı ise “İnsan-ı Kâmil”dir.
Erdemli, olgun bir insan olan insan-ı kâmil’in içine doğan duygu ve düşüncelere, esin (ilham, vahiy) denir ki; bu esinlerin, bir ermiş kişide birikerek dışa yansımasına Varidat’tan adı verilir…
Aşağıda benim açıklama ve yorumlarım parantez () içinde elden geldiğince kolay ve anlaşılacak biçimde verilmiştir. Vecihi Timüroğlu’nun yorumları ise çift tırnak “- – -“ içinde verilmiştir.
+
SİMAV’LI ŞEYH BEDRETTİN

(Aşağıda okuyacağınız satırlar Vecihi Timuroğlu’nun Şeyh Bedrettin VARİDAT adlı kitabından alınmıştır. Birinci Basım, 1979)
“Bilginlerin ve bilgelerin sultanı, evliyaların ve gerçek peşinde olanların ekseni:
Dedi ki: Bağışlayan ve yargılayan Tanrı adıyla. Bilesiniz ki, ahiret işleri, cahillerin “Cahil: Bilgisiz, bilmez, anlayışsız, budala… Çoğulu: Cühelâ, cehele, cünhâ!” anladığı gibi değildir. Çünkü o âlem, görünen âleme benzemez (Burada görünen ve görünmeyen âlemden söz edilmektedir. Sakın bu deyimlerden; bir bu dünya, bir de görünmeyen dünya; yani fiziksel olarak öldükten sonra gideceğimiz sanılan öte dünya anlaşılmasın.)
Görünen âlem: Görüp yaşadığımız şimdiki zaman…
Görünmeyen âlem: Yarın ya da öbür gün kısacası gelecekte yaşayacağımız yaşam; yani fiziksel olarak öldükten sonra gidileceğini sandığımız öbür dünya değil…
“Görünmeyen Âlem” denince bir de; düşünce, yani anlam (mâna) alemi anlaşılmalıdır.
Mâna âlemine dalan kişi bir daha bu dünyaya dönemez. Yani malla, mülkle, şanla şerefle ilgilenmez. O yalnızca kendini yargılar ve geliştirmeye çalışır. Bu da Tanrı’yı (Allah’ı…) hissetmekle ve masivadan (Tanrı’dan başka her şey…) vazgeçmekle mümkündür.
Bu durumu Bayan ermişlerden Rabia şöyle anlatmaya çalışır. “Gönlümü madde âlemine saldım, döndü geldi. Mânâ âlemine saldım bir daha dönmedi…”
Cahil, cühela ise, ruhlar âlemine (mâna âlemine) giremez.
Resuller (Tanrı’dan aldığını değil de Tanrı’nın varlığını ileri sürenler) ve de seçkin kişiler sözleriyle bunun böyle olduğunu doğrulamışlardır. Gel gör ki söylediklerini çok az kişi anlamıştır.
Kuşku duymadan bilesin ki: kitaplarda bildirilen ve dillerde dolaşan cennet, huri, köşkler, ağaçlar, yemişler, kevserler, eziyet, ateş ve benzerleri gibi nimetler ve cezalar birlikte anlatılır. Şeyh de Kuran ve Hadis töresince hareket ediyor.” anlamları, öyle açık seçik anlamlardan değildir.
Bunların ancak seçkin ermişlere ayan olan derin anlamları vardır. (Kuran’da geçen cennet-cehennem ve ceza ve mükâfat hem gerçek anlamda, hem de simgesel -mecaz- anlamda anlatılmaktadır. Sıradan insanlar için gerçek anlamda; havas, ermiş, seçilmiş, kişiler ise mecaz ve simgesel anlamda anlar. İslam Peygamberi bu gerçeği şöyle anlatır: (“Ben ellerimde birer torba ile geldim. Birini Ali’ye, diğerini ise halka verdim. Eğer Ali’ye verdiğimi halka verseydim; halk, beni parçalardı…”)
İbadetler şunun için konmuştur ki, gönüller; geçici şeylerden uzaklaşıp ulu varlığa ve ilki – sonu olmayan Rab’ba doğru sürüklensin. Gıllı kışlı bir gönülle bin yıl namaz kılsan, hiçbir sevap kazanamazsın. (Burada iki dinsel terim geçmektedir. Biri Rab: Bu sözcüğü anlayabilmek için önce mürebbiye sözcüğünün anlamına bakmamız gerekir. Bilindiği gibi mürebbiye çocukları eğiten öğretmenlerin eski adıdır. Böylece mürebbiye, mürebbiyesi olduğu çocuğu eğiterek onu yepyeni bir kişi durumuna getiriyor ki bu durum din de Rab –Tanrı olarak- adlandırılır. Bu eğiticiliği nedeniyle İsa’ya Rab -Tanrı- denmiştir. İslam literatüründe ise İsa Ruhul kelam olarak anılır. Yani Allah’ın söz…
Sevap terimine gelince bu da günah gibi dinsel bir terim olup Arapça kökenlidir. Bu nedenle Atatürk dinsel terimler için: (“… kaza ve kader, talih ve tesadüf deyimleri Arapçadır, Türkleri ilgilendirmez.”) demiştir…
(İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler, Kaynak yayınları, 6. baskı. İçindekiler bölümünden önceki sayfada…)
Sevap tasvipten gelir. Yani halkın, aklın, bilimin, erdemin, sağduyunun doğruladığı düşünce ve davranışlar; doğru, yerinde bir davranış olduğu için halk tarafından tasvip edilir; yani onaylanır ve bu nedenle “sevap” sayılır. Halk tarafından beğenilmeyen tutum ve davranışlara ise “Günah” denir. Dolayısıyla biz Türklerde günah-sevap terimleri yerine; doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin sıfatlarını kullanmalıyız ki; akıl, bilim, erdem ve sağduyu verilerine göre yaşam sürebilelim…
Bu vücut için süreklilik yoktur. Yokolduktan sonra, parçaları birleşip eski halini alamaz. Ölülerin dirilmesinden murat bu değildir.
Ey cahil, sen neredesin? Dünya ile uğraşırken Hak’kı anlamaya elin varmıyor. Kamâlât dahi senin dediğin gibi değildir. Bilsen bile, Hak’ka uzak olduğun için, kamâlâta yönelemiyorsun. Dört kitapta ve resul sözünde anlatılan şeyleri kendine avlak yap ki, gönlün hak ile buluşsun.
Sen, türlü yemişlerle, birçok şeylerle aldatılan çocuğa benzersin. Çocuğa, dersten ürkmesin diye hoşa giden benzetmeler yapılır.
Bu dalgın gönül, Tanrı’nın ve Resul’ün kuldan istediklerini, kitaplardan öğrenebileceğini sanma. Öğrendikçe, Hak’kı kavramaktan uzaklaşırsın. Tanrı buyruğu; sözle, harfle, Arapça ile ya da başka dillerle anlaşılmaz.
O, kendi özü gereği olan bir varlıktır. Kalem “Evrenin yaratılışından yıkılışına kadar olacak her şeyi yazan… (Madde, maddenin oluşum ve değişimi..)” her şeyin aslıdır ve görünen alemde “Mutlak varlığın (maddenin…) maddeye dönüşüp; bitki, hayvan, insan ve ergin insan olması için geçirilen süreçler…” olup bitecekleri kendi üzerinde yazar.
(Dikkat: Yukarıdaki sözleri söyleyen zamanının en büyük Din Âlimidir. Bu sıfat kendisine Timürlenk’in huzurunda yapılan dini bir yarışmayı kazandığı için verilmiştir. Anlayacağınız günümüz anlayışına göre din dışı sözleri; ben değil, Osmanlının Kazaskeri Şeyh Bedrettin söylüyor. (Yukarıda adı geçen kitap. s. 77, 78. )

2. GÖRÜNLÜ ÂŞIK GÜLHANİ,

BARIŞ GETİRMİŞ

İncinse de incitmemiş insanı,
Kine Hacı Bektaş barış getirmiş.
Her tarafa yaymış ilim irfanı
Yöne Hacı Bektaş barış getirmiş.

Görüşleri kök salınca derine
Kalbi temiz durmuş Hakk’ın darına
Rehber olmuş, önder olmuş yarına
Düne Hacı Bektaş barış getirmiş.

İnsanoğlu birbirine çatmasın
Dil, din, ırk, çıkar içine katmasın
Hak eşit yaratmış ayrı tutmasın
Cana Hacı Bektaş barış getirmiş.

Ele, bele, dile sahip olursan
Ne güzel öğüttür eğer bilirsen
Dergâhı açıktır buyur gelirsen
Sana Hacı Bektaş barış getirmiş.

Bilgisizler çatlar ölür hırsından
Onlar baktığını görür tersinden
Nevşehir, Kırşehir, Niğde, Mersin’den
Van’a Hacı Bektaş barış getirmiş.

Aslanı ceylana dost eden veli
Gönlünü sevgiye üst eden veli
Âlemi kendine mest eden veli
Çin’e Hacı Bektaş barış getirmiş.

Yılma ey GÜLHANÎ usanma yılma
Kör şeytana uyma gel esir olma
Kılıcı, kamayı eline alma
Kın’a Hacı Bektaş barış getirmiş

3.ÖMER HAYYAM

GİRİŞ

Ömer Hayam, günümüzden bin yıl kadar önce yaşamıştır.
Günün anlayışına aykırı görüşlerini çekinmeden açıklamıştır.

Görüşlerinden ötürü eleştirilmiş ise de işinden atılmamıştır.
İslam dünyasında görüşlerini rahatça açıklamıştır.

Aşağıdaki Hayam rubaileri bana gönderilen iletilerden alınmıştır.
Böylece dağınıklıktan kurtarılmış bir araya toplanmıştır.

Kimi rubailerde anlam ve biçime uygun olarak düzeltmeler yapılmıştır.
Hiçbir zaman anlamda değişiklik yapılmamıştır.
Hayam’ın dünya görüşünü gösterir aşağıdaki şiiri örnek olarak veriyorum:

BEN ÖLÜNCE

Ben ölünce güller, selviler,
Sabahlar, aksamlar, sevinçler, tasalar yok.
Ben oldukça var bu dünya…
Ben yok, o da yok

Bu şiirinde Hayyam, dünya görüşünü açıklıyor.
Oysa Hayyam olmadığı halde dünya var…

Bu bütün tasavvufçuların dünya görüşüdür…
Bu dünya görüşüne öznel ruhçuluk denir.
Bu demektir ki “Dünyayı yaratan benim.
Ben olmasaydım bu dünya olmazdı…”

Bu görüşleriyle Tasavvufçular Şeriatçılardan ayrılır.
Ancak; bu dünyayı, bir yaratan vardır…
O da Allah’tır…

Bu görüşe de nesnel ruhçuluk denir.
Bu iki görüş karşısında bilimsel bir görüş daha vardır.
Buna da materyalizm denir.

Materyalizme göre ise biz olsak da olmasak da bu dünya vardır.
Bizi yaratan ise evrendir, dünyadır, maddedir…
Allah ise insanın olduğu yerdeki yüksek değerlerdir…
Av. Eren Bilge 7.8.2010

ÖLÜM DEĞİL Mİ?

Ölüm değil mi dünyadaki payın…
Nedir öyleyse dünyayla savaşın?
Senin zorun sermayeden yememek,
Bekle, bekle de başkası yer yarın…
+
BİR ELDE KADEH

Bir elde kadeh, bir elde Kuran
Bir helaldir işimiz, bir haram
Şu yarım yamalak dünyada
Ne tam kâfiriz, ne tam Müslüman
+
BEN OLMAYINCA

Ben olmayınca bu güller, bu sehviler yok,
Sabahlar, aksamlar, sevinçler, tasalar yok.
Ben oldukça var bu dünya,
Ben yok, o da yok
+
CENNET CEHENNEM

Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim;
Ceyhun nehri kanlı gözyaşımızdır bizim;
Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,
Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim.
+
Z A M A N

Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?
Sana düşer azapların, tövbelerin beteri.
Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:
Demek ki sen ne yaptığını bilmez biri.
+
NEDİR BU DÜKKÂNLAR?

Nedir bu dükkânlar, hanlar, hamamlar?
Ev mi dayanır bu sel yatağına?
Bu rüzgârlı yerde mum mu yanar?
Bu evren her gece ne gömlekler diker,
Kimini gelen, kimini giden giyer.
Her sabah nice sevinçlerle doğar dünya,
Her aksam nice dertler toprağa kavuşur gider.
+
ŞARAP 1

Şarap, sen benim günüm, güneşimsin
Seninle öyle bir dolsun ki içim
Bir tanıdık görünce beni sokakta
Oooo… Merhaba şarap…
Nereye böyle desin?
+
ŞARAP 2

Şarap mimarıdır yıkık gönüllerin
Süzülmüştür cani o güzel üzümlerin
Kim demiştir ser diye bu hayırlı suya?
Siz o şerden bana bir kaç kadeh daha verin
+
ÇOK İÇİNCE

Çok içtim mi aklim azalır
İçmedim mi neşem dağılır
Ne sarhoş ne ayık bir hal var ya
En iyisi o anda yasamaktır
+
SEFA SÜR

Geçmiş günü beyhude yere yâd etme,
Bir gelmemiş an için de feryat etme
Geçmiş gelecek masal bunlar hep
Eğlenmene bak ömrünü berbat etme.
+
NİCELERİ GELDİ

Niceleri geldi, neler istediler,
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler.
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.
+
DÜNYADA NE VAR

Dünyada ne var, kendine dert eyleyecek,
Bir gün gelecek ki can bedenden gidecek,
Zümrüt çayır üstünde, sefa sür iki gün…
Zira senin üstünde de otlar bitecek
+
İÇİN TEMİZ…

İçin temiz olmadıksan sonra
Hacı hoca olmuşsun, kaç para!
Hırka, tespih, post, seccade güzel;
Ama Tanrı kanar mı bunlara?
+
TANRI

Tanrı, cennette şarap içeceksin der
Aynı Tanrı şarabı nasıl haram eder
Hamza bir Arap’ın devesini öldürmüş
Şarabı yalnız ona haram etmiş Peygamber TANRI

Tanrı, cennette şarap içeceksin der
Aynı Tanrı şarabı nasıl haram eder
Hamza bir Arap’ın devesini öldürmüş
Şarabı yalnız ona haram etmiş Peygamber
+
TANRI BİZE

Tanrı bize cennette vaat ettiği şarabı
Niçin haram etsin bu dünyada, akla sığar mı?
Bir sarhoş Arap, devesini vurmuş Hamza’nın
Peygamber de yasak etmiş Arap’a şarabı
+
BENİ ÖZENE BEZENE

Beni özene bezene yaratan kim? sen
Ne yapacağımı da yazmışsın önceden
Demek günah işleten de sensin bana
O zaman nedir o cennet cehennem?
+
KİM SENİN

Kim senin ‘yasa’nı çiğnemedi ki söyle?
Günahsız bir ömrün ne tadı kalır söyle.
Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen eğer
Seninle benim aramda ne fark kalır ki söyle
+
TANRI BİZİ

Tanrı bizi çamurdan yarattığında
Biliyordu bu dünyada ne işimiz olacak
İşlediğim günahlar hep onun emriyledir
O halde cehennemde beni niçin yakacak?
+
İSTEDİKLERİ

Putların, Kabe’nin istediği: Kölelik;
Çanların, ezanın dilediği: Kölelik;
Mihraptı, kiliseydi, tespihti, salipti
Nedir hepsinin özlediği: Kölelik.
+
GÜNAH

Hayyam, günahım var diye tasalanma
Bunun için dertlere düşmek boşuna.
Günah olacak ki Tanrı bağışlasın:
Rahmet neye yarar günah olmayınca.
+
BİR GİTTİN Mİ?

Ey dörtle yedinin doğurduğu insan,
Dörtle yedidir seni dertlere salan.
Boşuna mı şarap iç diyorum sana:
Bir gittin mi bir gelme yok, inan.
+
GÜÇLÜ TANRI

Güçlü olduğuna inandırdın beni;
Bol bol da verdin bana vereceklerini.
Yüz yıl günah işleyip bilmek isterim:
Günahlar mı sonsuz, senin rahmetin mi?
+
DERT İÇİNDE SEVİNCİ BUL DA YAŞA

Dert içinde sevinci bul da yaşa;
Haksız düzende haklı ol da yaşa;
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,
Varından, yoğundan kurtul da yaşa
+
BULUT GELDİ

Bulut geldi; lalede bir renk bir renk
Şimdi kızıl şarap içmemiz gerek.
Şu seyrettiğin serin yeşillikler
Yarın senin toprağında bitecek.
+
KİM GÖRMÜŞ?

Kim görmüş o cenneti, cehennemi?
Kim gitmiş de getirmiş haberini?
Kimselerin bilmediği bir dünya
Özlenmeye, korkulmaya değer mi?
+
SORACAĞIM

İsyan edip karşında duracağım, neredesin?
Karanlığı, ışığa yoracağım, neredesin?
İbadete karşılık cenneti alacaksam
‘Bağış mı ticaret mi’ diye soracağım, neredesin?
+
EŞEK EŞEĞİ BEĞENİR

Dünya, üç beş bilgisizin elinde,
Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde
Üzülme, eşek eşeği beğenir,
Bir hayır var sana kötü demelerinde
+
SIRRA EREMEZSİN

Sen bu dünyanın sırrına eremezsin
Erenlerin dilini de sökemezsin
Öyleyse iç şarabı, cennet et dünyayı
Öteki cennete ya girer, ya giremezsin
+
NİCELERİ GELDİ GİTTİ

Niceleri geldi, neler istediler…
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler…
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler
+
SEN İÇMİYORSAN

Sen içmiyorsan içenleri kınama bari
Bırak aldatmacayı iki yüzlülükleri
Şarap içmem diye övünüyorsun ama
Yediğin haltlar yanında şarap nedir ki..
+
EY KARA CÜBBELİ

Ey kara cübbeli senin gündüzün gece
Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere
Onlar yaratanın sanatı peşindeler
Seninse aklın abdest bozan şeylerde…
+
EY KÖR!

Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!
+
BEN KADEHTEN ELİMİ;

Ben kadehten çekmem artık elimi;
Tutmam senin kitabını minberini.
Sen kuru bir softasın, ben yaş bir sapık
Cehennemde sen mi daha iyi yanarsın, ben mi?..
+
YAŞAMIN SIRLARINI BİLEYDİN

Yaşamın sırlarını bileydin
Ölümün de sırlarını çözerdin
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok
Yarın akılsız neyi bileceksin
+
SONSUZ HAYAT KAYNAĞIDIR

Şarap sonsuz hayat kaynağıdır, iç;
Gençlik sevincinin pınarıdır, iç;
Gamı yakar eritir ateş gibi,
Sağlık sularından şifalıdır, iç.
+
CAN BİR ŞARAPTIR

Can bir şaraptır, insan onun destisi;
Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi.
Hayyam, bilir misin nedir bu ölümü varlık:
Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı.
+
DÜNYADA AKLA DEĞER VEREN YOK

Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el alem!
+
ÖMÜR DEFTERİNDEN

Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce;
Halden anlar bir dost gelip falı görünce;
Ne mutlu sana, dedi; daha ne istersin:
Ay gibi bir sevgili, yıl gibi bir gece.
+
BAHAR GELDİ

Bahar geldi; başka bir şey istemem kafamda;
Hele akla hiç yer vermem bahar soframda;
Şarap, seninleyim bu mevsim, koru beni:
Söğüt ağacı, sen de ser gölgeni altıma.
+
GECE, GÜL BAHÇESİNDE

Gece, gül bahçesinde ararken seni,
Gülden gelen kokun sarhoş etti beni;
Seni anlatmaya başlayınca güle
Baktım kuşlar da dinliyor hikâyemi
+
DÜŞÜNCE GÖKLERİNİN

Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi;
Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi;
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar,
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi.
+
BEN OLMAYINCA

Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok.
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.
+
GÜNEŞİ BALÇIKLA SIVAMAK

Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil;
Erdiğim sırları söylemek elimde değil;
Aklım düşüncenin derin denizlerinden
Bir inci çıkardı ki delmek elimde değil.
+
GÖREN GÖZE

Gören göze güzel, çirkin hepsi bir;
Aşıklara cennet, cehennem, hepsi bir;
Ermiş ha çul giymiş, ha atlas;
Yün yastık, taş yastık, seven başa hepsi bir
+
BU DÜNYAYA

Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben;
Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.
Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,
Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden.
+
BU VARLIK DENİZİ

Bu varlık denizi nerden gelmiş bilen yok;
Öyle büyük bir inci ki bu büyük sır delen yok;
Herkes aklına eseni söylemiş durmuş,
İşin kaynağına giden yolu bulan yok.
+
SEHER YELİ

Seher yeli eser yırtar eteğini gülün
Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler
Kopup dallarından toprak olmadalar her gün
+
GÖNLÜMÜN DİLEDİĞİ

Gönlümün dilediği gül yüzüne bakmak;
Elimin özlediği kadehi kavramak.
Her zerrem nasibini almalı dünyadan
Yarın güle kavuşturmadan beni toprak.
+
FELEK DOĞRUYU

Felek doğruyu eğriyi tartaydı,
Her işine güzel demek kolaydı.
Böyle mi yaşardı iyiler dünyada,
Evrenin özü doğruluk olaydı?
+
GÖNÜL DEDİ

Gönül dedi: Ben neyim ki, bir damla sadece;
Ben nerde, görmediğim koca deniz nerde!
Böyle diyen gönül denize kavuşunca
Baktı kendinden başka şey yok görünürde.
+
DÜN GECE

Dün gece usul boylu sevgilim ve ben,
Bir kıyıda gül rengi şarap içerken;
Sedefli bir kabuk açıldı karşımızda;
Sabah müjdecisi çıkıverdi içinden.
+
EŞİ DOSTU

Eşi dostu verdik birer birer toprağa;
Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.
Sen, yorgun katır, hala bu kalleş çöldesin;
Sırtında bunca yük, yürü bakalım hala.
+
DERT İÇİNDE

Dert içinde sevinci bul da yaşa;
Haksız düzende haklı ol da yaşa;
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,
Varından yoğundan kurtul da yaşa.
+
AÇILMAZ KAPILARI

Açılmaz kapıları açmanız mı gerek?
Dünyada insanca yaşamanız mı gerek?
Bırakın öyleyse iki dünyayı birden:
Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek! AÇILMAZ KAPILARI
Açılmaz kapıları açmanız mı gerek?
Dünyada insanca yaşamanız mı gerek?
Bırakın öyleyse iki dünyayı birden:
Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek!
+
GÖNÜL

Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol;
Her istediğini onda ara, onda bul.
Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe:
Koy canını ortaya, soyulursan soyul.
+
BİZ DE ÇOCUKTUK

Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik;
Bildiklerimizle övündük, eğlendik.
Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra?
Bir bulut gibi geldik, yel gibi geçtik.
+
EN DOĞRUSU

En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen;
İyilik seven kötülük edemez zaten.
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur:
Düşmanınsa dostun olur iyilik edersen.
+
GÖK YABAN GÜLLERİ

Gök yaban gülleri döküyor eteğinden
Bir çiçek yağmuruna tutuldu sanki çimen
Gül şarap dolsun kadehimin lalesine
Mor buluttan yere yaseminler düşerken.
+
SAKİ,

Saki, gökler, denizlerce dolgunum;
İçime sığmaz oldu coşkunluğum;
Ak saçlarımla sarhoş ettin beni,
Kış ortasında bahar bulutuyum!
+
GEÇMİŞ GÜNÜ

Geçmiş günü beyhude yere yad etme
Bir gelmemiş an için de feryat etme
Geçmiş gelecek masal bütün bunlar hep
Eğlenmene bak ömrünü berbat etme
+
BU ŞARABI

Bu şarabı dilenci içti, bey oldu gitti.
Bu şarabı tilki içti, aslan kesildi.
Bu şarabı ihtiyar içti, oldu delikanlı.
Delikanlı içti, ömrü bi uzadı, bi uzadı, bi uzadı
+
DOYACAK KADAR
Doyacak kadar aşın varsa,
başını sokacak bir damın,
insanoğluna kulluk etmiyorsan,
başkasının sırtında değilse geçimin,
tamam, güneşli günler içindesin.
+
BİR GÜN YIKILIR
Bir gün yıkılır saltanatın, yapma güzel;
Fırsat sana el vermiş iken, ver bize el.
Bir ülkeye benzer bu güzellik, sonu yok,
Bir gün çıkar elden; hadi, lütfetmeye gel!
+
TAN RÜZGÂRI ESMİŞ
Tan rüzgarı esmiş, düşmüş gül etekten.
Bülbül güle tutkun, hem öylesi içten.
Kalk, içkini doldur, savrulmada dallar;
Sönmüş göreceksin, gül, bir sabah erken.
+
BEN, GÖNLÜ TEMİZ
Ben, gönlü temiz insana kurban olayım.
Gezsin başım üstünde benim, hoş tutayım.
Ham insanı al karşına, söylet azıcık,
Dön, sonra cehennem ne imiş, gel sorayım.
+
TANRI SENDE

Dün özledim de seni coştum birden bire;
Çıktım senin yerin dedikleri göklere.
Bir ses yükseldi ta yukarıda, yıldızlardan:
Gafil, dedi; bizde sandığın Tanrı sende!
+
YEDİĞİN HALTLAR

Sen içmiyorsan, içenleri kınama bari;
Bırak aldatmacayı, iki yüzlülükleri;
Şarap içmem diye övünüyorsun, ama,
Yediğin haltlar yanında şarap nedir ki?
+
TESTİCİ

Bir testici gördüm, çamur içindeydi:
Ayağı çarkında, elinde bir testi;
Testinin başında bir yoksulun ayağı
Kulpunda bir padişahın kellesi..
+
MAHPUSUM

Ben bugün beden kafesinde mahpusum;
Yol olma özlemiyle sarhoş olmuşum;
Varlığın ayıbından kurtarırsa beni
Yoksulluğun kulu, kölesi olurum.
+
BİR SOLUKLUK CANIMIZ

Bir solukluk canımız var, o da saki, senden.
Gerçi hoşlanmadı halk, gitti ne yapsak, bizden.
Kalan içkim geceden bir yudum ancak, bilirim.
Yaşamından, ama kaç gün geri kalmış; bilmem.
+
DÜŞMÜŞ FELEĞİN ÇARKINA

Düşmüş feleğin çarkına, hep fırlanırız,
Sizler onu esrarlı fenermiş sanınız.
Evren koca fanus ve güneş lambasıdır.
Bizler de biçim, simge, bireyler kalırız.
Biliyor musun, selviyle süsenin hürriyeti neden dillere düştü, neden yollara yayıldı? Süsenin on dili vardır, ama gene de susmaktadır; selvinin yüz eli vardır, gene de eli kısadır, bir yere uzanmaz.
+
Açıklama
Selvi – Süsen – Hürriyet:
Selvi uzayıp giden, sağa-sola eğilmeyen bir ağaç olduğu için edebiyatta hürriyeti temsil eder olmuştur.
Süsenin de, çiçek yapraklarının her biri, bir dile benzetilmiş, fakat söz söyleyemediği için susmak timsali sayılmıştır.
+
Hayyam, selvinin elleri – kolları var; fakat bir yere uzatmıyor; süseninde dili var; fakat bir söz söylemiyor; onun için hür bunlar demekle, devrinde sağ – esen kalmanın, bir yere el uzatmamakla, bir söz söylememekle mümkün labileceğini de anlatmış oluyor.
+
Ey gül, sen, bir gönül kapanın, bir sevgilinin yüzüne benziyorsun; ey şarap, sen cana canlar katan bir dilberin la’l dudaklarını andırıyorsun. Ey benimle; kavga edip duran baht, her solukta daha da yabancı davranıyorsun bana; sen, bir bildiğe benziyorsun.
+
BİR SOLUKLUK CANIMIZ VAR

Bir solukluk canımız var, o da saki, senden.
Gerçi hoşlanmadı halk, gitti ne yapsak, bizden.
Kalan içkim geceden bir yudum ancak, bilirim.
Yaşamından, ama kaç gün geri kalmış; bilmem.
+
DÜŞMÜŞ FELEĞİN ÇARKINA

Düşmüş feleğin çarkına, hep fırlanırız,
Sizler onu esrarlı fenermiş sanınız.
Evren koca fanus ve güneş lambasıdır.
Bizler de biçim, simge, bireyler kalırız.

Biliyor musun, selviyle süsenin hürriyeti neden dillere düştü, neden yollara yayıldı?
Süsenin on dili vardır, ama gene de susmaktadır; selvinin yüz eli vardır, gene de eli kısadır, bir yere uzanmaz.
Açıklama
Selvi – Süsen – Hürriyet
Selvi uzayıp giden, sağa-sola eğilmeyen bir ağaç olduğu için edebiyatta hürriyeti temsil eder olmuştur. Süsenin de, çiçek yapraklarının her biri, bir dile benzetilmiş, fakat söz söyleyemediği için susmak timsali sayılmıştır.
(Abdülbaki Gölpınarlı, Hayyam ve Rubaileri)
+
Aşağıdaki Ömer Hayam rubailerini dostumuz Dr. Mehmet Teceren göndermiş.
Kendisine teşekkür ederken; şu Deniz Feneri’nin kararttığı dünyamızda biraz düşünerek gülelim…
Av. Eren Bilge Balta, 12.9.2008
+
SEN BU DÜNYANIN

Sen bu dünyanın sırrına eremezsin
Erenlerin dilini de sökemezsin
Öyleyse iç şarabı, cennet et dünyayı
Öteki cennete ya girer, ya giremezsin
+
SEN İÇMİYORSAN

Sen içmiyorsan içenleri kınama bari
Bırak aldatmacayı iki yüzlülükleri
Şarap içmem diye övünüyorsun ama
Yediğin haltlar yanında şarap nedir ki..
+
‘IRMAKLARINDAN ŞARAPLAR AKACAK’

‘Irmaklarından şaraplar akacak’ diyorsun
Cennet-i alâ meyhane midir?
‘Her mümin’e iki huri’ diyorsun
Cennet-i alâ kerhane midir?
+
İSYAN EDİP

İsyan edip karşında duracağım, neredesin?
Karanlığı, ışığa yoracağım, neredesin?
İbadete karşılık cenneti alacaksam
‘Bağış mı ticaret mi’ diye soracağım, neredesin?
+
DÜNYA ÜÇ BEŞ

Dünya üç beş bilgisizin elinde
Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde
Üzülme, eşek eşeği beğenir
Bir hayır var sana kötü demelerinde
+
SEN SOFUSUN

Sen sofusun hep dinden dem vurursun
Bana da sapık dinsiz der durursun
Peki, ben ne görünüyorsam o’yum
Y a sen ne görünüyorsan o’ musun?
+
EY KARA CÜBBELİ

Ey kara cübbeli senin gündüzün gece
Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere
Onlar yaratanın sanatı peşindeler
Seninse aklın abdest bozan şeylerde…
+
BEN KADEHTEN

Ben kadehten çekmem artık elimi;
Tutmam senin kitabını minberini.
Sen kuru bir softasın, ben yaş bir sapık
Cehennemde sen mi daha iyi yanarsın, ben mi?..
+
Seni kuru softaların softası seni
Seni cehenneme kömür olası seni
Sen mi haktan rahmet dileyeceksin bana ?
Hakka akıl öğretmek senin haddine mi ?
+
Yaşamın sırlarını bileydin
Ölümün de sırlarını çözerdin
Bugün aklın var bir şey bildiğin yok
Yarın akılsız neyi bileceksin
+
Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş!
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş!
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!
+
Kim yüreğini uydurduysa aklına,
Bir anını yitirmedi bu dünyada,
Ya tanrı uğruna emek verdi candan,
Ya rahatını aradı buldu şarapta.
+
Yaşamını akla uydurman gerekir.
Ama bilmezsin akla uygun olan nedir?
Bereket eli çabuktur zaman ustanın.
Başına vura vura sana öğretir…
+
Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim.
Ceyhun nehri kanlı göz yaşımızdır bizim.
Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,
Cennetse şenlendirdiğimiz günlerdir bizim.
+
Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?
Sana düşer azapların, tövbelerin beteri.
Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:
Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri.
+
Yaşamın sırlarını bilseydin
Ölümün sırlarını da çözerdin.
Bu gün yaşıyorsun bir şey bildiğin yok,
Yarın öldüğünde nasıl bileceksin?
+
Aşk kitabını evirdim, çevirdim.
Bir adam konuştu kitabın içinden,
Dedi: Yüreği yanmış bir adam:
“Kimdir mutlu kişi, bilir misin?
Bir karısı olacak; anlayışlı, olgun, güzel mi, güzel…
Bir gecesi olacak yıl kadar uzun.”
+
Çetiner Çalış’tan

Cennette huriler varmış kara gözlü
Şarabında oradaymış en güzeli
Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz
Bak bir yanda şarap bir yanda sevgili.
+

Şarap, sen benim günüm, güneşimsin
Seninle öyle bir dolsun ki içim
Bir tanıdık görünce beni sokakta
Oooo… Merhaba şarap… Nereye böyle desin?
+
Şarap mimaridir yıkık gönüllerin
Süzülmüştür cani o güzel üzümlerin
Kim demiştir ser diye bu hayırlı suya?
Siz o serden bana bir kaç kadeh daha verin
+
Çok içtim mi aklim azalır
İçmedim mi neşem dağılır
Ne sarhoş ne ayık bir hal var ya
En iyisi o anda yasamaktır
+
Sen bu dünyanın sırlarına eremezsin
Erenlerin dilini de bilemezsin
İyisi mi iç şarabı, cennet et bu dünyayı
Öbür cennete ya girer, ya giremezsin.
+
Şarabın adı kötüye çıkmış, kendi hoş,
Hele bir güzelle içersen daha bir hoş;
Harammış şarap, olsun, bana göre hava hoş;
Hem, bana sorarsan, haram olan her şey hoş

Felek delik deşik ediyorsun yüreğimi;
Yırtıyorsun ikide bir sevinç gömleğimi,
Esen yelleri ateş ediyorsun bana;
Çamura çeviriyorsun içeceğimi.
+
Cennette huriler varmış kara gözlü
Şarabında oradaymış en güzeli
Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz
Bak bir yanda şarap bir yanda sevgili.
+
Gökte bir okuz varmış, adi da Pervin,
Bir öküz de altındaymış yerin.
Siz tepişmesine bakın,
Aradaki şu eşeklerin.
+
Ben olmayınca bu güller, bu selviler yok,
Sabahlar, aksamlar, sevinçler, tasalar yok.
Ben oldukça var bu dünya,
Ben yok, o da yok.
+
Şarap, sen benim günüm, güneşimsin
Seninle öyle bir dolsun ki içim
Bir tanıdık görünce beni sokakta
Oooo… Merhaba şarap… Nereye böyle desin?
+
Şarap mimarıdır yıkık gönüllerin
Süzülmüştür canı o güzel üzümlerin
Kim demiştir şer diye bu hayırlı suya?
Siz o şerden bana bir kaç kadeh daha verin
+
Bir elde kadeh, bir elde Kuran
Bir helaldir isimiz, bir haram
Su yarim yamalak dünyada
Ne tam kafiriz, ne tam Müslüman
+
Çok içtim mi aklım azalır
İçmedim mi neşem dağılır
Ne sarhoş ne ayık bir hal var ya
En iyisi o anda yaşamaktır
+
AKIL

Kim yüreğini uydurduysa aklına,
Bir anını yitirmedi bu dünyada,
Ya tanrı uğruna emek verdi candan,
Ya rahatını aradı buldu şarapta.
+
ZAMAN

Yaşamını akla uydurman gerekir.
Ama bilmezsin akla uygun olan nedir?
Bereket eli çabuktur zaman ustanın.
Başına vura vura sana öğretir…
+
CENNET/CEHENNEM

Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim.
Ceyhun nehri kanlı göz yaşımızdır bizim.
Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,
Cennetse şenlendirdiğimiz günlerdir bizim.
+
İÇİN TEMİZ OLMADIKTAN SONRA

İçin temiz olmadıktan sonra,
Hacı, hoca olmuşsun kaç para!
Hırka, tespih, post, seccade güzel…
Ama Tanrı kanar mı bunlara?..
+
ÖLÜM

Yaşamın sırlarını bilseydin
Ölüm sırlarını da çözerdin.
Bu gün yaşıyorsun bir şey bildiğin yok,
Yarın ölünce neyi bileceksin?
+
TANRI’YA

Var mı dünyada günah işlemeyen, söyle:
Yaşanır mı hiç günah işlemeden, söyle;
Günahkarım diye beni yakacaksan Cehennemde,
Yüceliğin kalır mı benden, söyle..
+
BİLMEZ MİSİN

Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?
Sana düşer azapların, tövbelerin beteri.
Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:
Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri.
+
MUTLU KİŞİ

Aşk kitabını evirdim, çevirdim.
Bir adam konuştu kitabın içinden,
Dedi: Yüreği yanmış bir adam:
“Kimdir mutlu kişi, bilir misin?
Bir karısı olacak güzel mi, güzel…
Bir gecesi olacak yıl kadar uzun.”
+
CENNETTE HURİLER VARMIŞ

Cennette huriler varmış kara gözlü
Şarabında oradaymış en güzeli
Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz
Bak bir yanda şarap bir yanda sevgili.
+
GÖKTE BİR ÖKÜZ VARMIŞ,

Gökte bir öküz varmış, adı da Pervin,
Bir öküz de altındaymış
Gökte bir öküz varmış, adı da Pervin,
Bir öküz de altındaymış yerin.
Siz tepişmesine bakın,
Aradaki şu eşeklerin.
+
BENDEN MUHAMMED MUSTAFA’YA SAYGI VE SELAM:
Benden Muhammed Mustafa’ya saygı ve selam:
Deyin ki, hoş görünürse, bir şey soracak Hayyam:
Neden Yüce Efendimizin buyruklarında
Ekşi ayran helal da güzelim şarap haram?
+
Benden Hayyam’ a selam söyleyin demiş peygamber;
Sözlerimi yanlış anlamışsa çiylik eder:
Ben şarabı herkese haram etmiş değilim ki
Hamlara haramdır, doğru, ama olgunlar içer.
+
CELLÂDINA

Cellâdına âşık olmuşsa bir millet
İster ezan, ister çan dinlet
İtiraz etmiyorsa sürü illet
Müstahaktır ona her türlü zillet
+
4.T A N R I’Y I A L G I L A M A K

Canlandırmaya çalışırken Tanrı’yı, Her nedense insan getirirsiniz gözünüzün önüne.
Yalan mı?

Hatta bu hayali kuran, ister kadın, ister erkek olsun,
Canlandırılan Tanrı… Kesinlikle ERKEKTİR!
YALAN MI?

Ve mutlaka hayalinizi, gökyüzüne bakarak kurarsınız.
Sizce Tanrı, oralarda bir yerde olmalı.
Birileri ne kadar “Tanrı her yerdedir!” derse desin,
Asla çöp kovasında düşlenmez Tanrı.

Zengini de yoksulu da düşlerken Tanrı’yı,
Varsıl; bir eli yağda diğeri balda, bir bey kişidir o.
Çöplerden doyurmaz Tanrı karnını.
Evrenin oluşumuyla sınırlı sorumlu tutsanız Tanrı’yı bir şey
demeyeceğim.
Ama yok!

Mutlaka getirip her işe bulaştıracaksınız!
Kafanıza göre bir yaşam çizecek ve Tanrı’ya mal edeceksiniz.
Ve eninde sonunda kaymağı siz yiyeceksiniz.

Bazen, “Olsaydı şu Tanrı keşke!” diyorum kendi kendime.
Olsaydı… Duman ederdi sizin gibi düzenbazları gördüğü yerde…
Selah, 30.6.2003
+
Yukarıdaki şiiri Selah adlı bir arkadaş a-mail kutuma göndermiş. Kendisini tanımam. Daha önce de yazışmışlığım yok. Şiiri kendisi mi yazmış bir başkası mı bunu da bilmiyorum. Bu konuda bir açıklama da yok.
Ama bir gerçeği vurguluyor bu şiir. Kim yazmışsa güzel yazmış…
İnsanlık asırlardır Evrenin, doğanın yasaları ile Tanrı’nın yasalarını birbirine karıştırıyor. Doğa yasalarını Tanrı sanıyor, aldanıyor…
Yanılgısını nedeni de şu: İnsanlık asırlardır inandığı Tanrı’dan bir türlü yardım göremediği gibi; aynı Tanrı’ya inanan tek tanrılı dinler ise birbirini öldürüp duruyor, malını yağmalıyor, karısını, kızını cariye, erkek çocuklarını ise köle olarak alıp satıyor…
Tanrı: Milleti soyup soğana çevirerek yoksulluk ve açlık sınırında bırakan hortumcuların, soyguncuların, vurguncuların, komisyoncuların, rüşvetçilerin ümüğünü sıkardı, dedikleri gibi olsaydı…
Dokunulmazlığı kaldıracağız diyerek iktidara gelip de iktidar olunca dokunulmazlığı kaldırmaya yanaşmayanlara şedit bir Osmanlı tokadı atardı.
Keşke olsaydı şu Tanrı… Mardin’de 13 yaşındaki N.Ç.’ye tecavüz edenlerin tecavüzünü önlerdi.
Av. Hayri Balta, 30.6.2005

5.AKİF ERSOY

Atatürk’ü değil de Hümeyni’ye seven ve İngiliz mandasında inançlarını daha iyi yaşayacağını sanan türbanlı kızımıza… MEHMET AKİF ERSOY söylüyor…

“Hani Müslümanlık bir uhuvvet (kardeşlik) husule getirecekti. Nerede?..
“Her tarafta Müslümanlık cehalet, Müslümanlar ise sefalet içinde mahvolup gidiyor. ..
“Müslümanların hepsi cahil; Arab’ı cahil, Türk’ü cahil, Kürt’ü cahil, Arnavut’u cahil, hepsi cahil. Hepimiz igvaata (kışkırtmaya) kapılıyoruz…
“Biz cehaletimiz yüzünden dini bu hale getirdik; din de bizi bu hale getirdi.”
“İslam dini bir miskinlik (uyuşukluk) dini oldu”
+
“Mısır’a üniversitedeki görevine tekrar döndükten sonra Mehmet Akif, yazdığı bir mektubunda; “..Mısır’da on bir yıl kaldım. Fakat on bir saat daha kalsaydım artık çıldırırdım. Sana halisane (içtenlikle) bir fikrimi söyleyeyim mi: İnsanlık da Türkiye’de, Milliyetçilik de Türkiye’de, Müslümanlık da Türkiye’de, hürriyetçilik de Türkiye’de…
Eğer varsa, Allah benim ömrümden alıp, (Mustafa Kemal’i kastederek) o’na versin…’ diyor.” (Cengiz Özakıncı, Dünden Bugüne Türklerde Dil ve Din)
x
Onların birçoğu ahrâr-ı izam oldu bugün;
Mürteci, nah kafa, bizler…
Kerem et; hâli düşün!
Bu cehâlet yürümez, asra bakın: Asr-ı ulûm!
Başlasın terbiyeniz âilelerden, oğlum.
Vakit, 19.11.200
+
YA TAASSUP

Ya taassup! O kadar yol almış maskaraca
Bir yol almış ki, bakarsın başı misvaklı hoca
Mütehassısken edepsizliğin eşkâlinde
En ufak şeyden olur dini hemen rencide.”
+
“Müslümanlık denilen ruh-i ilahi arasak
Müslüman’ız diyen insan yığınından ne uzak!.”
+
Hamakatin aşıyor hadd-ı itidalı yeter.
Ekilmeden biçilen tarla nerde var, göster.”

Bekayı hak tanıyan, sa’y-i bir vazife bilir.
Çalış, çalış ki, beka, sa’y olursa hak edilir.”
+
“Müslümanlık nerde, geçmiş bizden insanlık bile
Âdem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile
Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir
Varsa şayet söyleyin, bir parçacık insafınız
Böyle kansız mıydı ”haşa” kahraman eslâfınız? (Geçmişiniz…)”

“Demek, İslam’ın ancak namı kalmış Müslümanlarda”
+
“Gaza” namıyla dindaş öldüren biçare dindaşlar”
+
(6 Ocak 2001. Star. Yaşar Nuri Öztürk. Safahat’tan…)
X
6. HACI BAYRAM VELİ

Bilmek istersen seni
Cân peşinde ara cânı
Geç cânandan bul ânı
Sen seni bil sen seni

Kim bildi efâlini
Ol bildi sıfâtını
Anda gördü zatını
Sen seni bil sen seni

Görünen sıfâtındır
Anı gören zâtındır
Gayri ne hâcetindir
Sen seni bil sen seni

Kim ki hayrete vardı
Nûrâ müsteğrak oldu,
Tevhid-i zâtı buldu
Sen seni bil sen seni

Bayram özünü bildi
Bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil sen seni

Vakit, 19.11.2003

7.BU BAYRAM DA EVDEYİZ

Elâlem tatile çıktı dokuz gün
Biz bu bayram da evdeyiz
Bu imkânsızlık odaya tıktı
Biz bu bayram da evdeyiz

Çocukların pabucu yok giysinler
Sokaklarda çıkıp boyun eğsinler
Kimler duyacaksa varsın duysunlar
Biz bu bayram da evdeyiz

Bugün çok dertliyim gelmen yanıma
Bir bayramlık alamadım hanıma
Bu gariplik dokunuyor kanıma
Biz bu bayram da evdeyiz

İster isyan et, ister kudur
Yoksulun katığı ekmekle sudur
Değişmez, fakirin kaderi budur
Biz bu bayram da evdeyiz

Ali der, yırtıldı memurun cebi
Görünür astarı, görünür bezi
Maalesef her bayram olduğu gibi
Biz bu bayram da evdeyiz…

Ali DİLKİ-İstanbul, Gözcü, 26.11.2003

8. DİYECEĞİM VAR NAR AĞACINA

Etin kanını yiyor/sevinçlerim/günışığını söğütlere vuran
Bir uğultuyla büyüyor ellerim/ kapılar açılmadan

Aydınlığın ucunda Spinoza/beni söylüyor katıksız
Bir tohum bir dala büyüyor/dal bir tohuma

Ateşini yiyor toprağın bedenim/sevincini taşıyor dörtnala
Ah! Son ermesin türkülerim/diyeceğim var nar ağacına

Coştuğunu gördüm denizin/dalgaları bordaya vuran
Dudakların türküsün söyledi susuzluğum/gün batımı her akşam

Toprakta gezindi ayaklarım/taşlar, ağılı otlar çakıllar üstünde
Ağrısına durdum çayırların/göğün sevincine

Dönüşün coşkusuyla emziren memelerin/Yunus’un şiirlerinde acı yanıklığa
Turfanda meyvelerin tadını buldum/dudaklarında

Abdullah Rıza Ergüven, Berfin BAHAR dergisi. Aralık 2004

9. ÂŞIK ZEBUNİ

İŞÇİ MEMUR AYRIMI OLMADIĞI HALDE

Nedir memur demek, nedir bu işçi
Seni bölüp yemek, sömürmek için
Nasıl hile bulmuş düzenin piçi,
Emeğini yiyip geğirmek için

Emek satıyoruz dahası var mı?
Hak ödemek sizce bu kadar ar mı?
İşçiler bir ayrı, memur bir ayrı
Birleşin hileyi sıyırmak için

Emekçi yiğidim, aslanım, canım
Barışta üreten, harpte civanım
Yoktur dünyada böyle bir arım
Parçala, böl yönet sömürmek için

Değişmez yasalar, hakkımız aynı
Vergide yüksektir işçinin payı
Kimisi mafyadır, kimisi dayı
Devamlı patronu kayırmak için

İşçiye haram mı uçağa binmek
Ömründe bir kere denize girmek
Çoluk çocuğuna istikbal vermek
Çabamız kodoşu doyurmak için

ZEBUNİ der, dostlar bir yere varak
Ayrılık yapmayı sen artık bırak
Hak alınır hep beraber olursak
Birleşin, gür sesi duyurmak için

GÖNÜL BAHÇESİNİN GÜLLERİ
Ali Fazıl Bozdağ, (Ozan Zebuni) Ankara. 1995 s. 49

VERME ÖYLE DUR

Güzele iyiye meylin yok ise
İşe yaramazsın gelme öyle dur
Ne fikrin var ne ürettin bir nesne
Tam bir madrabazsın gelme öyle dur

Kibirden günahtan yüzlerin kara
Sevgisiz Borçlusun varılmaz dara
Servetle kumaşla örterim sanma
Örtme gerçekleri sarma öyle dur

Zalime karşı çık ferman ise de
Serveti pek çok harman ise de
Ellerin derdine derman ise de
İyi olmaz yaralar sürme öyle dur

ZEBUNİ her yerde söyledim bunu
Halk için veririm can ile ruhu
Senin haram lokman doyurmaz beni
Ben zaten istemem verme öyle dur

Zalim zalim gelme öyle dur
Şubat -1975

(GÖNÜL BAHÇESİNİN GÜLLERİ
Ali Fazıl Bozdağa (Ozan Zebuni)Tekışık Yayancıcılık. Ank. 1995. s. 60)

10. M. RIZÂ ISSIZ’DAN RUBAİLER:

Öldürdüler Bir türlü kanımıza girdiler
Gençlimize çaldılar gün göstermediler
Belledik bu kan emci asalakları
İşte şimdi öfkemizin menzilindeler

Eskilerde, bolca papaz çıkarmış bura halkı-
Şimdilerde imam, Diyanet İşleri Başkanı..
Kraldan fazla kralcı bu bukalemunlar
Hep iktidardan yana – çakal iştahlı!

Ne, güzellik vermiş O’na yaradan(!)
Ne elde ne dilde bir yetenek
O’nu acınmak içinmiş yaratmış Tanrı (!)
Görevi yerlerde sürünmek!

“Allah’ın izni olmadan, insanın başına bir şey gelmez” diyor Kuran
Öyleyse nedir bu zalim curcuna(…)
Bu nasıl Tanrı, bu nasıl din, iman?!

(HETERODOKSİT. KORAYAYIN. 1. Baskı. Ağustos 1966. s. 60-61)

11.ÂŞIK SERDARÎ

BÖYLE NE OLACAK

Nesini söyleyeyim canım efendim
Gayri düzen tutmaz telimiz bizim
Arzuhal eylesem deftere sığmaz
Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim

Beylerin yediği baklava börek
Kahvaltıya eder keteli çörek
Fukaraya sordum size ne gerek
Düğürcük çorbası balımız bizim

Serdari bu hal böyle ne olacak
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Zalimler yıkılıp viran olacak
Akıbet alınır öcümüz bizim
D.B. Tercüman, 24.1.2005

12. YUNUS EMRE

Derviş, çalış kazan ye yedir
Bir gönül ele getir
Bin Kabe’den yeğrektir,
Bir gönül ziyareti.

Eğer bir müminin kalbin kırarsan
Hakka eylediğin secde değildir.

Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil.

Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var Hacca
Hepsinden iyice
Bir gönüle girmektir.

Not: Yukarıdaki iki şiiri Gaziantep Zafer Gazetesi yazarlarından Halil Eyupoğlu göndermiştir. Kendisine teşekkürler…

BEN DERVİŞİM DİYENE

Ben dervişim diyene bir ün edesim gelir
Seğirdiben sesine vurup yetesim gelir.

Sırat kıldan incedir kılıçtan keskindir
Varıp onun üstünde evler kurasım gelir

Altında gayya vardır içi nar ile pürdür
Varuban ol gölgede yatasım gelir

Oda gölge der isem ta’n etmeyin hocalar
Hatırınız hoş olsun yanıp tütesim gelir

Ben günahımca yanam ramet suyuyla yunam
İki kanat takıp biraz uçasım gelir

Derviş bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir

Yunus Emre (Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, Yargıtay Yargıcı İsmail Özmen, Saypa yayınevi, 1. Cilt. s. 78,79)
x
Hak’kı kaçan bulasın
Hak’ka kul olmayınca
Erenler eşiğine
Yaslanıp yatmayınca

Bir bağ ki viran ola
İçi dikenle dola
Ayıklamak neylesin
Od ile yakmayınca

Issızlık u yabanda
Od mu bulunur onda
Kavı taşı çakmağı
Bir yerde olmayınca

Issızlıkta kalma sen
Odunu söndürme sen
Odu kaçan bulasın
Ocağa varmayınca

Ol hakikat güneşi
Doğar vahdet burcundan
Şûle vermez Yunus’a
Hicaplar kalkmayınca

Bahası canın anın
Mal ile davar değil
Sevdik mi el ele girer
Sevdikler vermeyince

Dostu kanda bulasın
Sende durmak ile sen
Ol imaret eylemez
Sen viran olmayınca

Sözü Yunus’tan işit
Kibir kılma tut öğüt
Ol seni sora gelmez
Sen yavu varmayınca
X
İki cihan zindan ise
Gere bana bostan ola
Ne gam gussa günahıma
Çün inayet dosttan ola

Varam ben dosta kul olam
Her dem açılan kul olam
Ya söyliyem bülbül olam
Durağım gülüstan olan

Şükür Hak’kı gördü gözüm
Erenlere toprak yüzüm
Söz bilene iş bu sözüm
Gerek şekeristan ola

Aşkına doymadı özüm
Açıldı ansızın gözüm
Yunus emre senin sözün
Âlemlere destan olan
+
Her dem yüzüm süre duram
Her dem ayım yeni doğar
Her gün bir bayramdır bana
Yazım kışım yeni bahar

Onun nuru karanlığı
Sürer gönül hücresinden
Karanlık ile aydınlık
Bir hücreye sığar

Sözüm el gün için değil
Sevenlere bir söz yeter
Sevdiğimi söylemezsem
Sevmek derdi beni boğar

Ben ayımı yerde gördüm
Ne işim var gökyüzünde
Benim gözüm yerde gerek
Bana rahmet yerden yağar
+
SEN ERGİN OLAMAZSIN

Erginlik der ki bana
Sen ergin olamazsın
Gel ne deyeyim sana
Sen ergin olamazsın

Ergin bağrı taş gerek
Gözü dolu yaş gerek
Koyundan yavaş gerek
Sen ergin olamazsın

Döğene elsiz gerek
Söğene dilsiz gerek
Ergin gönülsüz gerek
Sen ergin olamazsın

Dilin ile şakırsın
Çok maniler okursun
Vara yoğa kakırsın
Sen ergin olamazsın

Kakımak varmışsa ger
Muhammed de kakırdı
Bu kakımak sende var
Sen ergin olamazsın

Doğruya varmayınca
Gerçeğe ermeyince
Hak nasip etmeyince
Sen ergin olamazsın

Ergin Yunus gel imdi
Ummanlara dal imdi
Ummana dalmayınca
Sen ergin olamazsın

Yunus Emre, Sabahattin Eyuboğlu
Cem Yayınevi, 1985
X
ERENLER BİR DENİZDİR

Erenler bir denizdir
Bahr gerek denizden
Aşık gerek dalası
Girip Cevher alası

Yine biz bahri olduk
Denizden gevher aldık
Sarraf gerek gevherin
Kıymetini bilesi

Yürü var epsem olgıl
Ne simsarlık satarsın
Ali gibi er gerek
İş bu sırra eresi

Muhammed Hakkı bildi
Hakkı kendinde buldu
Cümle yerde Hak hazır
Göz gerekir göresi

Âlimler kitap düzer
Karayı aka yazar
Gönüllerde yazılı
Bu kitabın suresi

Şöyle deli olmuşum
Bilmezem dünden günü
Yüreğime işledi
Aşk okunun yarası

Gel şimdi Miskin Yunus
Tut erenler eteğin
Cümlesi miskinlikte
Yokluk imiş çaresi

ALEVİ-BEKTAŞİ ŞİİRLERİ ANTOLOJİSİ
İSMAİL ÖZMEN
1.KİTAP 13.14.15.YÜZYIL SAYPA YAYIN DAĞITIM 1. BASKI 1995. s. 108
x
13. GİTME

Gitme yağmur bulutları
var
Yalnızım, cılızım
Yüreğim çıplak
Dayanamaz gitmelerine

Belli belirsiz gülümsemelerin
Göremem sis kalır ardında
Gitme kal
Güneş var ardında yağmur
Bulutlarının
Güneş altında
umarsızım
Gölgesiz kalırım
Dayanmaz yüreğim gitmelerine
Gitme kal
5 şubat 2005, Turgay Delibalta, Manisa Kula
14. BEN ÖZDEK

Çamurdan tanrılar yaratıp
Tapındı insanlar.
Burunlarında demir halkalı tutsaklar
Sümerlerde.

Çalılıklar arkasına saklandı
Tanrı,
Üfürüğünde oğul…
“Olmazsam yaratmazdı dünyaları”
Deyip…
Göklere uçurdular imgelemlerimi
Köleleşen insan yüzünde
Odalıklar,
Cariyeler,
Bedelli özgür kılındı.
Başkaldırısı Spartakus’ün,
Cehennem ustaları
Sürüdü üstümüze,
Düşlerinde,
Alıp yerden
Gökleri yağmaladılar.
Yer koynunda gezinen
Suyundan içtiğim ırmak
Bakılmamış tarlanın istemi,
Şimşek çaktı,
Depremle sallandı yer,
Yağmur yağdı…
Bağlayıp imgelemlerinin
Kuyruğuna…

Göğe uçurdular…
“Güneşi gözlerimizden aldılar.”
Kirlendi gökler.
Gene
Bulutlar yere indi,
Koynunda,
Toprağın.
Karalığın üstüne.
Ha… olmuşsun canlı,
Ha… olmamışsın…
Doğa kendi döngüsünde.
Kaygısı var mı?
Venüs’ ün
Ateşinden
Yer gök ve suyun.

Ben ÖZDEK.
Doğanın çocuğuyum.
Varlığım ortada.
Ya sen?
Mağara imgelemlerinin
HİÇLİĞİSİN!!!

Turgay Delibalta, Manisa Kula

15. S. ALDANIR

Açıklama: Şairimizin adı S. Aldanır’dır. S. Aldanır’la ilgili bilgiler 11,12 Mart 2005’ten bu yana yayınlanmaktadır.
Adı geçen şairimiz; asıl adını gizlemektedir. Meşhur olayım dememektedir. Gizemli şairimiz kendini gizlemektedir. Eski deyimle şairimiz “mütenekkiren” dir. “Mütenekkiren ise “Kendini belli etmeyen, ortaya çıkmayan, tebdil gezen” demektir.
Şairimizi kimliğini öğrenmek isteyen yukarıda tarihini bildirdiğim Cumhuriyet gazetesini izlemelidir. Çünkü röportaj devam etmektedir.
H.B. 12 Mart 2005

KONYA’DA BİR KUYUNUN DEMECİ

Hiç sormayın bana diyor o kuyu
Hiç sormamış olun siz bana
Ben kuyu değilim aslında
Dolduruşuna geldim abdest hırsızı halkın
Ki hiç mi yüreği yıkanamayan
Kaldım burada kuyu taklidi yaparak
Nasıl ki semalarla şebi aruslarla
Nasıl ki ahret hırsızı halkın dolduruşuyla
Ölü taklidi yaparak nasıl ki burada
Hep yaka silkerek burada kalan
Mevlana’ya bir sorun
Evet kuyu haklı diyecek kesin olarak
S. Aldanır

DEMEÇ

Karışmam
Tam açıklamadı demeyin sonra bana
Yan yana öylesine mahzun aman aman
Çarşı balıklarına dönersiniz tablalarda
Şu rüzgârlarınıza dalgalarınıza
yıldızlarınıza kadar
Sarılın ülkenizi sımsıkı tutun aman aman
Hain sayılırsınız yoksa karışmam
Hücreye atılırsınız da asılırsınız da
Kaç vatan olmuştu kaç ulusa bilmez
Değilsiniz
Lakin bir bir sayamasanız da
Şu hercai toprağınız şimdiki gökleriniz
Şimdiki denizimiz
S. Aldanır

VATAN ve ŞİİR

Bütün tartışmamız bu
Sevgili vatanımla
“Kimin kimden alacağı var”
“Kim kime borçlu”

Oysa güç oluyor bu tartışma
Suç oluyor üstelik
Hiç bilmeyenler arasında
Vatan borcu
S. Aldanır

UZUN HAVA

Hürriyet Adalet
Müsavat
Vatan
Millet
Memleket
Evet evet
S. Aldanır

KİMYACI

Atatürk adamdı
Adam gibi
Adam idi
Adamsız bir ülkeyi
Adam etti Adam gibi

Mülk-mülksüz
Çoluk-çocuksuz
Gitti
Adam gibi
S. Aldanır

TAVLA ŞAMYİNONU

Yaşasın
Kazandınız bu partiyi de
Oyun üstüne oyun
Mars üstüne mars yaptınız
Her elde en güç kapıları açtınız
Yok ustalığınıza diyecek
Ne güzel de geliyor zarınız
Memleket gibi hep yek
Vatan gibi düşeş
Millet gibi gele
S. Aldanır

DOĞAYA DEMEÇ

Evet biz sonradan göre biz evet sonradan olma
Siz atadan babadan görme evet
Siz hepiniz ağa biz yanaşma
Evet yürek ister akıl ister size güvenmeye
Dayanmaya

Uçak havaya
Vapur denize
Vatan toprağa
Şiir lagalugaya ALDANIR’sa hava civaya
Evet aldanırsa
S. Aldanır

NERUDA’NIN DEMECİ

Daha ağrına giden ne var
Yaşlı bir şairin
Generalim teğmenim
Ne var daha gücüne giden
Bundan başka daha
Beş anakarada
Hep savunma zorunda
Kalmasından
Okul basan kitap yakan
Ordusunu kendi ülkesini
S. Aldanır

MARŞMARŞ

Korkma sönmez
Korkumuz yok/
Bu şafaklarda yüzen
Alsancak
Kuşkumuz da yok
Her şafakta yüzecek bu alsancak
Bir de şu ekmeği
Doğru dürüst paylaşsak.

Halim Şefik Güzelson, 1969 (1913-1990) Cumhuriyet’ten, 28.3.2005

16. OĞLUM

(Bir babanın doğum gününde oğluna mektubudur…)

Sevgili oğlum
Bu gün tam on yedi yaşındasın
Görüyorum ki artık
Her şeyin farkındasın
Ama ne zaman ararsam seni
Ya diskoda
Ya barda
Ya ekran başındasın.

Haklısın oğlum
Devir artık bu devir
Sen de çemberini çağına göre çevir
Senin neyine
Resim roman şiir
Senin neyine
Sanat ve sair
Ne diyor meşhur televizyon büyükleri
Vur patlasın çal oynasın
Devir artık bu devir.

Nasılsa
Son düğmesi de koptu insanlığın
Vefa can çekişiyor arka sokaklarda
Umut mendil sallıyor giden trenlerin ardından
Onur, adres arıyor mezarlıklarda.

Ama sen de haklısın
Sana mı kaldı
Kurtarmak vatanı
Sana mı kaldı
Uyandırmak yatanı
Sana mı kaldı
Duvara yapıştırmak
Bu memleketi satanı…

Gel gör ki oğlum
Senin de kurtuluşun yok bu gidişten
Ne etsen ne yapsan
Bir düğün
Bir bayram
Bir lale devri
Hangi ekrana baksan…

Km kiminle evleniyor
Kim kiminle çıldırıyor
Kim kime daldan dala
Gelinim olur musun diyor.

Kimin umurunda yarınlar
Kimin umurunda çocuklar
Kimin umurunda bu isyankar çığlıklar…

Bir kavgadır
Bir yarıştır
Bir rezalettir gidiyor

Kime sorsan
Cevaplar dünden hazır
Halk böyle istiyor oğlum
Halk böyle istiyor…

Gel gör ki
Bir reyting uğruna
Ne ‘güneşler batıyor’ oğlum
Ne güneşler batıyor..
Ahmet Selçuk İLKAN (MİLLİYET. MELİH AŞIK.16.4.2005).

17. Bekir COŞKUN

ANLAMIYOR…

Arkadaş bunu anlamıyor.
AB ile müzakerelere tarih verilmesini iktidara yaranmak açısından
fırsat bildiği için…
Bir tek şu soruya yanıt verebilse anlayacak:
AB istiyorsa hangi Türkiye’yi istiyor?
– Batı alfabesini kullanan, modern okullarda çocuklarını okutan,
nüfusunun yüzde 80’i Avrupalılar gibi giyinen-kuşanan, Mustafa
Kemal’in devrim yasaları ile bugünkü laik cumhuriyet rejimine ve
modern kimliğine kavuşmuş Türkiye’yi mi?
– Yoksa türbanlı-tesettürlü, Iran görüntülü, Arap alfabesine yapışmış
bırakmayan, kadını reddeden, çocukları Kuran kurslarında yetiştirmeyi
arzulayan, tarikatların eteğine yapışmış, zinadan faize kadar her
fırsatta şeriat hukukuna koşan ve Mustafa Kemal’in devrim yasalarını
çöpe atmaya çalışan Türkiye’yi mi?
Hangisini?..
*
Eğer bizim gibi `Birinci Türkiye’yi istediler’ diyorsanız, o zaman
Brüksel’de aldıklarımız azdır.
Yok eğer türbanı-tesettürü, tarikat ve imamları ile İran’a
benzetilen `İkinci Türkiye’yi istediler’ diyorsanız, Brüksel’de
alınanlar çoktur.
Zafer kutlayabilirsiniz…
*
Arkadaş bunu anlayamaz…
Laik cumhuriyet devrimlerine birileri sahip çıktığı için bugün
Türkiye’nin AB kapısını aralayabildiğini bilemez…
O çağdaş, uygar, laik, Batılı Türkiye için çırpınan insanlar
sayesinde iki gündür bayram yaptığını düşünemez.
O insanlara hakaret-küfür etmesi bundandır…
O insanlar hakaret ve küfrün de ötesinde, bedelin daha da ağırını
ödediler aslında:
Yakıldılar…
Vuruldular…
Öldürüldüler…
*
Ben ‘Zafer mi-hezimet mi’ tartışmasına girmiyorum.
Türkiye, hedefi 1920’lerde çizilmiş medeniyetler dünyasına doğru düşe-
kalka ilerliyor.
Eğer bir zafer varsa; kendisini yıkmak isteyenleri dahi sırtına
alarak uygarlığa taşıyacak kadar sağlam kurulduğundandır.
Bunu arkadaş anlayamaz…
Anlamaz…

Bekir COŞKUN, Hürriyet 21.12.2004

İTALYAN KRAVAT

Anlamıyor musunuz?..
Başınızda bir dinci iktidar var, laikliğe karşılar ve kadınların başına türban istiyorlar.
Buna karşı çıkanlara elbette kızacaklar.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Bumin’in sözlerinin ‘Bum…’ diye patlayıcı etki yapması bu yüzden.
Görüyorsunuz; demek ki kadınların türbanı asla vazgeçilmez bir siyasi simgedir ve mücadele sürmektedir.
*
Erkekler?..
Onların İtalyan kravat, Frenk gömlek, İngiliz ceket giymesinde bir sakınca yok.
Çünkü iktidar koltuğunda oturabilmek, iktidarın nimetlerinden yararlanabilmek için ‘ecnebi’ kılığına girmeleri gerekiyor, onlar da giriyorlar.
Sabahları asri pantolonlara iki ayaklarını birden sokup bir zıplayışta içine yerleşmeleri gerekiyor, yerleşiyorlar.
Ama kadınlar öyle değil.
Kadınlar her zaman daha dürüsttür.
*
Elbette laik devlette türban olmaz.
Çünkü laik devlet dini, imanı, inancı, mezhebi ne olursa olsun, tüm yurttaşlarına aynı uzaklıktadır.
Bir Rum vatandaş, ya da Ermeni, ya da Alevi, ya da dinsiz… Kim olursa olsun devlet kapısına aynı saygı ve güven ile koşmalıdır laik devlette.
Orada dini simgeler olmamalı.
Yok eğer, ‘Bu 1400 yıllık İslam’a uygun giysidir’ derseniz…
Nedir o İtalyan kravatlar, İngiliz ceketler, Frenk gömlekler?..
*
Doğrusunu isterseniz dinci erkekler, laik cumhuriyete karşı cesaret edemedikleri bir kavgayı kadınların üzerinden veriyorlar.
Öne sürdükleri kadınlar.
O kadınlardan binlercesi, tesettüre uygun giysiler yüzünden üniversitede okuyamadılar, kamuda görev alamadılar, hayallerindeki o çalışan-kazanan kadın çoktan yok olup gitti.
Ama Tayyip Erdoğan, Başbakan olabildi.
Öbürü TBMM Başkanı, diğerleri bakan-mebus…
Frenk gömlek, İngiliz ceket…
İtalyan kravat…
Yakışıyor mu?
Yakışıyor…
Bekir Coşkun. Hürriyet. 27 Nisan 2005

18. LEVENT ERTÜRK

HIZIR’A ADANAN BİR ŞİİR

Merhaba ey zaman yolcusu,
Merhaba!
Hoş geldin yüzyılımıza!

Bir duvar yarığından uzanan namlu,
Havayı yaran kurşun ıslıkları,
Yerde kan, et, saç demetleri,
Acı, haykırış, beddua,
Sıkılan yumruklar, intikam yeminleri
On saniyelik haber değeri var şimdi!

Kola ve hamburger, pizza ve bir parça cips,
Ekranda ateşli bir boks maçı
Bir orta yapılıyor kaleye
Hep gülümseyen bir haber spikeri
Tartışmalar, tartışmalar, tartışmalar…

Acil servis kapısında kavga
Borsa ve döviz haberleri
Rekabet, sınırsız bir rekabet
Repo, tahvil, hisse senedi para, para, para
Bütün rakamlar yukarıya!

Satılabilen her şey satılacaktır
Duydun mu, her şey dedim her şey
Anne çocuk, inanç ve tanrı sana her şey dedim, anlasana
Ah, sevgi mi?
Yol kenarında,
Müşteri arıyor kendisine!
O evet o, şimdi
Baştan aşağı boyanmış,
Şehrin en ucuz fahişesi.
Merhaba ey zaman yolcusu,
Merhaba !
Hoş geldin yüzyılımıza!

Oysa böyle mi başladı yolculuk?
Ateşten yürekler vardı buzu eriten
İnanç kamçıları, sabır okları
Yepyeni bir günün şafağında
Saygıyla okunan kutsal kitap’ın sayfalar
Roma’yı yerle bir eden nefes
Bir mağarada yankılanan o ses
Artık magazin sayfalarında…
Merhaba ey zaman yolcusu,
Merhaba!
Hoş geldin yüzyılımıza!

Dindarı bile farklı artık bu dünyanın
Dur! Kaçma!
Daha göstereceklerim var sana!
Hırs, telaş, acele, benlik davası
Var mı yok mu tartışmaları
Canlı yayında

O’nu ispatlayan cebir denklemleri
Kafamıza vurur gibi,
Yeraltı dünyasında fare matematiği…
Nerde tuttuğu zaman tanrı’nın elleriyle tutanlar
Nerde baktığı zaman tanrı’nın gözleriyle
Bakanlar
Tek bir söz etmeden sevgi kemendini atanlar
O’nun gören gözü, yürüyen ayağı olanlar?
Ah, ilahiyatçıdan bol şey arama!
Merhaba ey zaman yolcusu,
Merhaba!

Hoş geldin yüzyılımıza!
Kalbim için için tutuşuyor
Ağlamak istemiyorum
Ama
Ne mümkün hakkı arayan seli durdurmak
Dosdoğru yaşayanları görme hasretini
Bütün kelimeleri paramparça eden o sevgiyi
Sahi…
Hala kaldı mı dünyamızda
Var ve yok demenin çok ötesinde
Ruhu çöllere süren derin bağlılık
Mızraklara siper olan sineler
Peygamberle birlikte kılınan cuma namazı!
Çarmıhtaki için dua eden kadınlar
Düşmana uzanan yardım eli
Dur! Yeni bir dizi başladı!
Uzaktan kumanda nerde?

Of! Bu film çok sıkıcı!
On ikinci kanalda ilahiyatçıların kavgaları
Yirminci kanalda mankenler
Yedinci kanalda türban davası
Cep telefonları
Faks mesajları
Sokak çocukları
Gösteriler, patlayan bombalar
Ve yine
Tartışmalar, tartışmalar, tartışmalar…

Merhaba ey zaman yolcusu, merhaba
Hoş geldin yüzyılımıza!
Bize bir şimşek gerek!
Ey zaman yolcusu, git ve haber ver
Git ve söyle, köpeklerin saltanatı var diye
“bu dünyanın prensi” artık rakipsiz
Anlat bunları bir bir gönüllerin efendisine
Şimdi hoş bir hikaye gibi
Sanki hiç yaşamadılar nur elçileri
“ayağa kalk Lazarus!” demişti,
O, baştan aşağı sevgi olan
Tek bir bakışı ile kalbe inanç
Olduran
Bütün entrikaları ve hesapları boşa çıkaran
Hastaya şifa veren o el
Ümitsize sonsuzluk kapısını açan merhamet
Düşkünü ayağa kaldıran tanrı nefesi
Ölüyü dirilten hesapsız sevgi
Hep o’nun için ağlıyorum
O’nu bir defa görebilmek için
Üstümdeki çamuru silmesi için
Keşke, yanında olsaydım son nefesinde
Ben de onunla birlikte seslenseydim bitmeyen arayışa

Baba!
Niye terk ettin beni ölümsüzlük şafağında ?
Dua, sabır, uzun bekleyiş
Ruh ve beden çürürken yolları gözleyiş
Nesilden nesile aktarılan kıssalar
Hatıralar, hatıralar

İşte dünyanın gerçeği
Sonsuz şifaya layık olan
Sadece
Doğru zamanda, doğru işi yapan
Seçilen ve adanan
Geride kalanlar
Hep aldatan ve aldanan
Yılanları ürperten karanlık
Bütün sesleri boğan sessizlik
Ebedi tefekkür, en aziz hediye
Sonra, bir şimşek indi bütün insanlığa
Yine mızraptan çıktı bir Kureyş gecesinde
Mutlak kudret’in ölümsüzlük oku …
Oku !
Yaradan rabbinin adıyla oku!
Ne oldu o gece o mağarada
Bilmek için can vermeye değen muamma
Saflar ayrıldı birbirinden, hem de ebediyet boyunca
Bir yanda yeğen, bir yanda amca
İşte, kahraman Ali!
Sabırsızlanıyor batılı yerle bir etmek için
Hamza, zırhının içinde sessiz,
Metanet dolu
Orda, Bilal duruyor, dünkü köle
Kureyş soylularınca itilip kakılan bilal
Derisi farklı, soyu sopu farklı
Ama şimdi peygamber birleştiriciliğinin bir parçası
Ve saflar dalgalandı birden o geliyordu,
Sanki bir nefes, bir ses, canlanmış yürüyordu
Hiç kimsede en ufak bir kararsızlık kalmıyordu o yürürken
Ardından çölü sürüklüyordu
Ne arabaları vardı, ne de çeşit çeşit haberleşme cihazları
Ama konuşmadan konuşuyorlardı birbirleriyle
Çünkü doğru söylüyorlardı her şeyleri ile
Kılıçları olmasa da dağıtırlardı küfür saflarını
İnanmak, o’na inanmak?
Sadece, o’na savrulan mızraklara
Etten bir duvar örenlerin harcı
Gerisi mi?
İşte bizim gibi
Dedikodu, hasret ve sancı…

Yine bir bomba patlamış bir yerlerde
Yine uzmanlar konuşuyor sevgi diye diye
Barış ve kardeşlik sözleri
“bu dünyanın prensinin” yalan elçileri
Yalan! Yalan, ruhumuzda akrep zehiri
Tepeden tırnağa içindeyiz bu çirkefin…

Loş ofislerde çekiştirmeler
Rekabet ve başarı için didişmeler
Haydi! Düşene bir tekme de benden!
Ne güzel değil mi, düşkünlere acımak…

Ama
Öyle bir devirdeyiz ki şimdi
Düşkünü bile hak etmiyor o sevgiyi
Anladın mı zaman yolcusu …
Ne zalim kaldı, ne mazlum
Üstteki de alttaki de çürüdü gitti
Belki, bunun için artık ses vermiyor
Bizi o sese layık görmüyor
Ebediyet bekçileri
Merhaba ey zaman yolcusu,
Merhaba!
Hoş geldin yüzyılımıza!

Ben mi?
Bana aldırma
Işık bekleyen kör
Elmasa dönmeyi isteyen taş parçası
Aslan olmak isteyen sırtlan
Gül gibi kokmak isteyen zehirli sarmaşık
Mümin olmak isteyen kararsız
Yönünü bulamayan berduş
Ne ararsan var, uzun lafın kısası
Fakat,
“bir şey var” önüne set çekilemeyen
Bütün karanlıkları dağıtan bir şey
Fahişeyi fahişe yapan kim
Kim takdir ediyor altın ve kumu
Kim buyurdu ışığa ve çamura
Çamurun suçu ne kaderinde bu varsa…

Nasıl aşabiliriz, bizi çoktan aşanı
Nasıl yırtabiliriz ebedi hükmü
Hem de o hükmün gereğini
Yerine getirdikten sonra
Kalem kurumadı mı?
Her şeyin üstünde olan kitap yazılmadı mı?

Öyleyse çarpışmak niye
Biteviye, biteyive…

Yine de
Sonsuzluğa dokunmak mümkün
Hem de her şeye rağmen
Sadece istemek yeter…

Fakat istemek başlı başına hüner
Belki eskiler haklı
Nasip, hepsi nasip
Dilenci ve kral
Arada ne var?

İşte böyle zaman yolcusu
Sizdeki inanç bizlerde yok
Şüphe sardı her yanımızı
Artık yırtamayız karanlıkları
Toplama kampları, ceza evleri
Açlık, kıtlık ve hastalıklar
Tepeden bomba yağıyor
Konuşan tek şey silahlar
Biz buyuz işte, geride kalan her şey yalan
Dev gibi alışveriş merkezlerimiz var…

Yazar kasalar, gülen kızlar, reklam kampanyaları
Üst üste katlıyor yalanları
Bebekler ölmüş, kimin umurunda
Yanımda karım var ve çocuklarım
Buzdolabı dolu ve ben
Mutluyum…

Hele tuttuğum takım kazanmışsa!
Alnına mermi sıkılan ben olsaydım
Canım, ne fark eder,
O zaman ben ekranda beş on saniye kalırdım…

Şaşırma zaman yolcusu, olan sadece bu
Ezen ve ezileni birleştiren işte bu
Güçlü olma tutkusu
Sadece roller değişik, kafan mı karıştı?
Hiç şüphen olmasın, ezilen, bir fırsatını
Bulursa eğer
Aynı hayatı o da yaşayacak ve ağlayacak
Ve gözyaşları dökecek
Ve hakikatten
Ve aşktan ve sevgiden
Ve barış ve kardeşlikten
Ve ve ve
Daha bir sürü “ve” kullanarak sana anlatacak ne kadar sevgi dolu olduğunu
Sonra alışverişe gidecek
Sepetini tıka basa dolduracak
Aziz ve evliya öyküleri anlatacak
Sen de onu kalbi sevgi dolu bir insan zannedeceksin
Sen de aldanacaksın, bütün o ilmine rağmen
Bak, alınma, kızma bana, sana daha bu şiirin başında
Ne dedim, hatırla
“satılabilen her şey satılacaktır.”
Bir başka şair (umarım ben şairimdir)
Aşktan, köprünün kenarını yalayarak geçen teknelerden
Anlaşılamamaktan söz etmişti
Demişti ki:
“belki benim de elime üç beş kuruş geçer
Karnım doyar benim de.”
Hah, işte tam böyle!
Bakarsın, birisi bu şiirin telif hakkını almak için
Bana bir yazı gönderir ve ücretimi sorar
Ben de söylerim o kişiye kaç para ettiğimi
Elime hesap makinesini alırım değerimi
Merhaba ey zaman yolcusu,
Merhaba!
Hoş geldin yüzyılımıza!

Artık konuşacak bir şey kalmadı
Sen ne anlatırsan anlat, biz bildiğimizi okuyacağız
Çünkü bizim “okuduğumuz” şey, okumaya mecbur olduğumuz kitap
Yani, hesap ve kitap
Şimdilik kapılar kapalı…

Açacak cesaret yok ve adale kuvveti
Kendi dünyamızda hapis kaldık
Üstelik kimse bilmiyor bu esareti
Zaman, bizleri de kıskıvrak yakaladı
İşte sahnedeyiz, ışıklar pırıl pırıl parlıyor
Oyuncu ve seyredenler karşılıklı aldatıyor birbirlerini
Kimin şikayet etmeye hakkı var tiyatrodaki yerini
Git, artık git, zaman yolcusu
Seni düşündükçe daha çok acı çekiyorum
Bilmemek istiyorum, böylece huzurlu olmak
Hiç bir şey bilmeden yaşamak
Kaderimi görüyorum
O kaderi siz değiştirin; benim gücüm yok
Kapının ardındakini görmek
Ve kapıyı hep yumruklamak, yumrukladığını sanmak
“umut” her zaman var.

Fakat umut edebilecek inanç nerde?
Artık yeter zaman yolcusu
Işıklar söndürülürsün ve insin perde.
Belki böylece biter bu acı
Bu sonsuz Tanrı arayışı

19. METİN ELOĞLU

TO BE OR NOT TO BE

Mahmutpaşa’da iki dükkancığı var topu topu
Balat’ta bir fabrikacığı var işte
Emirgan’da bir yalıcığı var o kadar
Bir karıcığı var, üç tanecik kapatması
Kalbi var azıcık, şekeri var epeyce
Daha daha bir hususiciği
Akşamdan akşama iki okka viskiciği
Mapusta bir oğulcuğu
Genelevde bir kızcağızı var

Okur-yazarlığı mı?
Okur-yazarlığı yok.

Metin Eloğlu:
+
¹ TO BE OR NOT TO BE (olmak veya olmamak) olsa gerek. HB.
Yukarıdaki şiiri gönderen Levent Ertürk’e teşekkürler. 22.5.2005
20. DAĞLARCA
.
Kararmış bir gökyüzü altında yürür Dağlarca. Kara göğü deler mavileri yakalar. Uçan kuşun kanadında özgürlüğü yakalar.
Lakin demokratik cumhuriyetin altını oyanlar, sıkma başa alkış tutanlar, Kuran kurslarını açanlar, mollaları, şeyhleri, şıhları savunanlar nefret eder ondan!..
Çünkü O, aydınlıktır!..
Lafını esirgemez!..

EFENDİLERİN YÜREĞİ BUZ.

“Siz Ali bey, Veli Beyefendi busunuz.
Gelecekler önünde suçlusunuz.

Yöneteceksiniz de ulaşacak ha,
Çağdaş uygarlığa ulusunuz.

Ön karanlık, art karanlık. Sağ karanlık, sol karanlık
Kara toprak içine mi gömülüyoruz.

Bir ülke, yarısı çırılçıplak,
Yarısının yediği ekmek, tuz

Uyur itleri, inekleri, ayıları,
Bütün aydınları uykusuz…

Milyonu trahom toplumun, milyonu sıtma…
Milyonu verem bilmiyor muyuz?

Ne olmuşuz, ne yapmışlar bize,
Nasıl bağlanmış elimiz, kolumuz.

Böyle giderse biline hep,
Mustafa Kemal’le bile yokuz.

De, yüreğin nice yanarsa yansın,
Efendilerin yüreği buz…”
+
Şiir dilinin önderidir Fazıl Hüsnü Dağlarca…
Vehbi Koç Vakfı’nın “Vehbi Koç Edebiyat Ödülü”nü alan Dağlarca’yı kutluyorum…
Gizli din okullarının korunup kollandığı, laikliğin aşındırıldığı bir dönemde Fazıl Hüsnü ışık saçıyor Türkiye’de…
Ben Dağlarca’nın şiirleriyle büyüdüm…
Şiiri onun dizelerinde sevdim!…
Merhaba yüce insan, merhaba Dağlarca!..
(Cumhuriyet, Hikmet Çetinkaya, 3.6..2005
+
Hangi mahallede imam yok
Ben orada öleceğim
Kimse görmesin ne kadar güzel.
Ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.

Ölüler namına, azade ve temiz.
Meçhul denizlerde balık
Müslüman değil miyim, hâşâ,
Fakat istemiyorum, kalabalık.

Hiçbir dua yerine getiremez,
Benim kâinatlardan uzaklığımı,
Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar;
Çılgınca seviyorum sıcaklığımı…

(Cumhuriyet, 2.8.2005)

21. ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

GERİYE GERİYE

Veriliyor her yerde, hız geriye geriye,
Herkes ileri gitsin, biz geriye geriye.

Uygarlık neyimize, şeriat gerek bize,
Ne oldu dilimize, söz geriye geriye.

Ak atlara binelim, oturup dövünelim,
Bırakın da dönelim, tez geriye geriye.

Ne uydurma, ne sitem, gerisi cümle alem,
Nazlanma sen de kalem, yaz geriye geriye.

O bir takım adamlar, geride kılmış karar
Sen istediğin kadar, kız geriye geriye.

Şairim, hiç yılma sen, neler oluyor bilsen
Ne yazıp ne söylesen az geriye geriye…

26.6.2005 ihli Gözcü

22. RAHMİ TURAN

KARANLIK GECELERE DOĞRU

Kim getirdi ülkeye, karanlık geceleri,
Bu kapkara suratlar acep kimin eseri?
Büyük balık küçük balığı hiç durmadan yutarsa
Dinecek mi hiç halkımın gözyaşı, alın teri?
26.6.2005 tarihli Gözcü

23. ÂŞIK VEYSEL

BU ÂLEMİ GÖREN SENSİN

Bu âlemi gören sensin
Yok gözünde perde senin
Haksıza yol veren sensin
Yok mu bunda suçun senin

Kâinatı sen yarattın
Her şeyi yoktan mı var ettin
Beni çıplak dışarı – attın
Cömertliğin nerde senin

Evli misin ergen misin
Eşin yoktur bir sen misin
Çarkı sema nur sen misin
Bu balkıyan nur da senin

Kilise’de despot keşiş
İsa Allah’ın oğlu demiş
Meryem Ana neyinmiş
Bu işin var bir de senin

Kimden korktun da gizlendin
Çok arandın, çok izlendin
Göster yüzünü çok nazlandın
Yüzün mahrem ferde senin

Bin bir ismin bir cismin var
Oğlun, kızın ne hısmın var
Her bir irenkte resmin var
Nere baksam orda sensin

Türlü türlü dillerin var
Ne acayip hallerin var
Ne karanlık yolların var
Sırat köprün nerde senin

Âdemi sürdün bakmadın
Cennete de bırakmadın
Şeytanı niçin yakmadın
Cehennemin var da senin

Veysel neden aklın ermez
Uzun kısa dilin durmaz
Eller tutmaz gözler görmez
Bu acayip sır da senin

24. TEVFİK FİKRET,

TARİH-İ KADİM

Kahramanlık… Esası kan vahşet;
Beldeler çiğne, ordular mahvet;
Kes, kopar, kır, sürükle, ez, yak, yık;
Ne ‘aman!’ bil ne ‘ah!’ işit, ne yazık!

Geçtiğin yer ölüm, elem dolsun;
Ne ekinden eser, ne ot, ne yosun!
Sönsün evler, sürünsün aileler;
Kalmasın hırpalanmadık bir yer;

Her ocak benzesin mezar taşına;
Damlar insin yetimlerin başına;

Parçalan, ey parıltısı sönmüş taç!
Şu yığınlarca sefil ve muhtaç
Hep senin, işte, hep senin eserin!
Gözyaşından yapılma incilerin…

Ne savaşçı, ne savaş, ne istilâ:
Ne sataşma, ne saltanat, ne eşkıya…

Yırtılır ey köhne kitap yarın,
Fikirlere mezar olan sayfaların…

Şüphe, bir nura doğru koşmaktır;
Hakkı aydınlatmak akıl için haktır.

Göçüyorsun da gök ve yeryüzünle
Yok tabiatta bir inilti bile
+
11 Ağustos 2005. Cumhuriyet.

25. MEZAR

Bir gün biz de bu parka geleceğiz
Ahbap, arkadaş omuzunda,
Ve dağlara, taşlara benzeyeceğiz
Öyle sessiz, öyle manidar…

26. MELİH CEVDET ANDAY

Konuşmak yok artık bu yerde
Yolculuk hevesi, avarelik yok
Evine, toprağına bağlı herkes
Muharebe derdi, para derdi yok

Yalnız yaşayanlar için midir, diyor mezarlık
Toprak üstündeki her bitki
Yerin dibine doğru büyüyenler de var
Hep yaşayanlar için mi?

Belki de ağaçlardan yukarıya doğru
Uzayan bir şey vardır mezarlardan
Sonsuz hürriyete benzer bir şey,
Öyle sessiz, öyle kocaman…
Bir bu tesellisi kaldı mezarlığın
Yoksa ölünün hali yaman…

Melih Cevdet Anday, (Anıları önünde saygı ile eğilerek…)

27. AŞIK DERSİMÎ,

TAŞ YAĞIYOR

Biz sevgiyi tanrılardan aldık
Yüzümüzü gümüş sularda yıkadık
Sevdalı yürekler gibi asıldık dağlara
Tabutlardan barışı çiçek diye topladık.

Bir yol çizdi aydınlık kardeşliğin kalbine
Uyuttuk geceleri ninnilerle
Döndük Semahı çırılçıplak gerçeklerle
Karanlıklardan aydınlığı çiçek diye topladık

Bak, şu tabutlar içinde giden ölümsüzler
Taşır deniz gibi yüreğimden eskizler
Attığım her adımda karanlıklar yitip gitmekte
Türkülerimizle geceleri aydınlattık.

Aşık Dersimî’yem böyle söyler, böyle yazaram
Çalar buza kesmiş memleketimin ağıdını bağlamam
Görüyor musun taş yağıyor türkülerin başına
Nasıl olur da halkımın açlığına ağlamam

28. GÜLTEN AKIN
YÜKSEK EVDE OTURANIN TÜRKÜSÜ

Evleri yüksek kurdular
Önlerine uzun balkon
Sular aşağıda kaldı
Aşağıda kaldı ağaçlar

Evleri yüksek kurdular
On bin basamak merdiven
Bakışlar uzakta kaldı
Uzakta kaldı dostluklar

Evleri yüksek kurdular
Cama betona boğdular
Usumuzdaydı unuttuk
Topraktan uzakta kaldı
Toprağa bağlı olanlar

(20 Ekim 2002 tarihli Milliyet Pazar.)

29. BEHZAR KARA/ELAZIĞ

VAY BAŞIMA GELEN

Ben abdalın biriyim on para etmem
Dönüp dolaşır, düşerim aynı çamura
Atacak oyumu hiç mi hiç bilmem
Ağanın bir dediğinin iki etmem
+
Dedelerimiz içtiler esrarI demi
Biz olduk yarı divane, yarı deli
Her gün binlerce gadaya veririz genci
Aramızda paylaşırız hep kederi
+
Yabancılar buldular atomu lazeri
Biz hep yaptık imam hatip ile cami
Diyanete ayırdık katrilyonluk bütçeyi
Nerede bulayım okulu hastaneyi
+
İç ve dış borç 205 milyar dolar
Her yıl cennet için harcarız 5 milyar dolar
Bir gün IMF de bizi kapıdan kovar
Analar, bacılar kardeşler baş yolar
+
Beni soyanları getirdim iktidara
Arkalarından koşarım o yana, bu yana
Onlar aralarında düştü rant kavgasına
Behzat söyler halkın gelen başına

.4.10.2002, GÖZCÜ.
x
30. YASAKÇILARA…

“… Giderek değişmiş yasaklar,
Sanık sandalyesinde kitaplar,
Ozanlar, yazanlar, ve de gizlice okuyanlar,
Gün olmuş, asalım demişler bunları ve aykırı düşünenleri,
Sonunda müebbet almış en ehveni

Bir gün demokrasi gelecek demişler,
Umut bu ya oturup beklemiş bizimkiler,
Bir ara gelir gibi olmuş demokrasi,
Bir de bakmışlar ki gitmiş ellerindeki…

Bir de bakmışlar ki haykırıyor yasakçıbaşılar
Yaşasın yasaklar! Yaşasın yasaklar!…
Diye haykırıyor yasakçı başılar…

Naci Ünver,
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi Başkanı.

31. YAŞAYAN BİR ÖLÜYE YAZILAN ŞİİR

Ey bu Şiiri okuyan, ben bir garip dinsizim,
Kıblesiz, kilisesiz, camisiz, mezhepsizim.

Dinsizim dedim diye, hemen hor görme beni,
Önce dinle, sonra kendince yargıla beni.

Bil ki sen de tıpkı bir çocuk gibisin,
Çukur var, gitme deriz, inanmaz, direnirsin.

Sonra yanınca canın başlarsın ağlamaya,
Kızmaya, küfretmeye, çevreni suçlamaya.

Bak, senden ibaret değil bu koskoca varlık,
Aman Fikret (düşün) bunları, yormadan seni ihtiyarlık.

Sanki bir kalp gibi çarpıyor sevgili evrenimiz,
Bir kaç şey okumakla “hakkı” nasıl biliriz?

Ama bildim der çıkar bazıları orta yerlere
Ve sebep olurlar ölümlere, sayısız kederlere.

Arif kişi bilgiyi mal edemez kendine,
Bildikçe, saygısı artar bilmediğine.

Rab, Allah ve Yahova, isimdir bunlar, uyan!
Boşa hatmediyor demektir, kitapları böyle okuyan.

Hiç sevgilinin ismi değişmekle aşk değişir mi?
En az senin kadar seviyor İsa, Musa diyen kişi.

Bunlar hep zahirdedir, aldanma, kanma sakın,
Gerçek, “o pek yakındır sana, şahdamarından da yakın.”

İncil der ki, “mertek senin de gözünde duruyor !”
Bunu anlamayan, yakıyor, yıkıyor, kavuruyor.

Evliyanın mezarı fayda etmez ki sana;
Yıldız nasıl yardım etsin, çamurda hoplayıp zıplayana?

Kalplerdeki nefreti Allah diye yorumlayanın,
Şifa olmaz derdine ayetleri Kuran’ın..

Kimmiş o Allah’ı tekelinde tutmak isteyen kim?
Bilsin ki ben Rabbi mi küfrümle de severim!

Var bir cehennem elbet, eğer illa ateş istersen,
Kendini ateşe atan sensin yine, yalnız sen!

Ah, ne çok tuzak vardır Hakk’a uzanan yolda,
Sen de öğren ve öğret, öyle bomboş oturma.

Bazıları, ben ne yapayım kuru bilgiyi derler,
İşte böyle böyle kendilerine yazık ederler.

Sen gitmezsen bilgi gelmez senin yanına;
Ancak küstahlar çağırır öğretmeni ayağına.

Küçük görme maddeyi ve onu tanıyanı,
Madde olmasa mana nerde barınacaktı?

Oku elbette Yunus’u, Mansur’u, Mevlana’yı,
Ama Kepler, Aristo, Hawking’i de tanı…

Âlimler yüceldi bu alemde bilgisiyle
Kimse yok edemez onları cahillik silgisiyle

Yaşadılar farklı farklı yerlerde ve zamanda
Her biri ayrı damla bu kocaman ummanda

İncitmemek için kalpleri, halka her şeyi anlatmadılar,
Kitapları masallarla, sembollerle yazdılar

Hazır değilse kişi, ona çok yüklenilmez,
İlkokul çocuğuna cebir dersi verilmez.

Bırak artık boş boş kafir mümin demeyi
Bu bin yıllık kuru ekmeği yemeyi

Bir ziyafet sofrası duruyor orta yerde!
Sen ekmeğe kandın gittin, gözde olunca perde.

Ya gönülden koşacak, sofraya konacaksın
Ya da umarsız gibi kırıntıyla kanacaksın.

Aman ha, dikkatli ol ulular sofrasında!
Sağ sola saldırma, görgüsüz, saygısızca…

Yemeği bir seferde indiremezsin midene,
Miden hazır olmaz ki, ağzın hazır olsa bile.

Böyle aceleciler de var bu koskocaman alemde
Bunlar hazmedemezler, kusarlar orta yere

Alet ederler her bilgiyi kibirlerine
Düşman yaparlar insanları birbirlerine

Zaman az, işse pek çok ve işliyor saatler
Asla kurtarmayacak seni kuru vaatler.

Yıldız olmak istersen kendin tutuşacaksın!
“Kendini yakıp, küllerinden yeniden doğacaksın”

Geçip iman küfürden aşkta erir gidersin,
Kimsin denildiğinde, sen de “enel hak” dersin!

Yazıklar olsun o insana, bunları bilmeyecekse,
İnsan olarak doğup, tanrı olarak ölmeyecekse…

Fikret
+
Not: Bu ŞİİR, e-mail kutuma gönderilmiş olup AD, SOYAD bildirilmemiştir. Bilen varsa bildirmesini rica ederim.
Av. Hayri Balta. 12.9.2002

33. ÂŞIK MAHZUNî

YUUH! YUH!

Ben hoca değilim muska yazmadım.
Ben hacı değilim Arap gezmedim.
Kuvvetliyi sevip, zayıf ezmedim.
Namussuza boyun eğdimse yuh!

Yuh yuh! Yuh yuh!…

Aşık Mahzuni Şerif, 19.5.2002

34. NEYZEN TEVFİK
” Allah mekandan münezzehtir, ben metelikten ”
+
” Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler.
Künyeni almak için partiye ettim telefon,
Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler. ”
+
Not: Neyzenin boynunda eski yazıyla “hiç” yazıyor.
*münezzeh: tenzih edilmiş, kusur ve noksanlıklardan uzak

Ulu Tanrım bu Arab açmazı Türk’ü yendi.
Tam bin üç yüz sene biçâreye Müslim dendi.
Altı bin yıl bu masal gezdiği ağızdan ağıza.
Kapılan yandı bu iman denilen mıknatısa!”
Neyzen Tevfik
+
Bilimsel olmayan sözlerle beni kandıramazsın
Kulak asmaz insanımız Ortaçağ verilerine,
Bunlar mıdır, en güzel şekilde yarattım dediğin?
Bak şu insan diye yarattığın eşşek sürüsüne…
+
HİZBULLAH

Hizbullah’ta akıl, fikir arama,
Sanma dünyadan uslanır giderler…
Bu kafa ile ölünceye kadar,
Cehl içinde yuvarlanır giderler…

(Neyzen Tevfik’ten esinlenerek…H.B.)
+
35. ÂŞIK KUL HASAN

KUL HASAN (HASAN GÖREN) KENDİ AĞZINDAN ÖZGEÇMİŞİ

Sevgili okuyucularım,
Özgeçmişimi anlatmadan önce en derin saygılarımı sunarım. Merhaba…
Bendeniz Halk ozanlarınızdan Kul Hasan Gören. Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinin Emirilyas köyünde 1933’nde dünyaya gelmişim.
Benim özgeçmişimi bir yazar veya bir romancı yazıp anlatsa benim kadar özgeçmişimi bilemeyeceği şüphe götürmez bir gerçektir. Bu nedenden dolayı özgeçmişimi kendim yazıp anlatmaya karar verdim.
Köyümüzde okul yoktu. Arıtaş köyünden bir kekeç eğitmen verdiler bizim köye. Köy odasında üç yıl okuyabildim. Yani, ilkokul üçten sonra okuyamadım. Bu nedenden dolayı yazımda, anlatımda, kelime keskiliği olabileceğini düşünerek hoşgörünüze sığınarak affınızı diler tekrar saygılar sunarım.
Babamın adı, soyadı Hamit Gören. Babamın anasının adı Hatçe Gören. Anamın adı Gülkız Gören. Üç kız kardeşim var. Fadime, Hacce, Döndü. Halen yaşıyorlar. Bir de anadan oğlan kardeşim Durdu var idi. Ben köyden ayrılıp Ankara’ya geldikten sonra kardeşim Durdu, Tanrı’nın rahmetine kavuştu. Ben köyden ayrılmadan; babam, anam, ebem de Tanrı’nın rahmetine kavuşmuştu.
Babamın üç kız çocuğu olup oğlan evladı olmadığı için yatıp kalkıp “Allah’ım, bir oğlan evladı da bana ver!” diye yalvarmış. Bir gün rüyasında orta boylu, aksakallı bir adam babama: “Evladım senin bir oğlan evladın olacak, benim adımı köy!” der. Babam: “Sen kimsin ki senin adını koyayım?” diye sorar. “Ben senin Yemen harbinde şehit düşen baban Hasan’ım!” der.
Dedem askeri gittiginde babam üç yaşında imiş. Babasını tanımadığını söylerdi. Ebemin başka evladı olmamış. Bir tek babamın başını beklemiş. Kocaya da gitmemiş.
Babam, çok saf garibanın teki idi. Gördüğü rüyayı anama anlatmaktan utanıyor da; ebeme, rüyasını anlatıyor: “Hele anama gelinine sor bakalım, hamile midir?” diye. Ebem, “Gelinim, Hamid’im rüyasında babasını görmüş. Senin bir oğlun olacak. Adımı koy, demiş. Yoksa hamile misin?” diye sorar. Anam, hamileyim demekten utandığı için “Hayır!, hamile değilim. Aç tavuk düşünde darı görürmüş!” diye güler. Ve nihayet üç kızdan sonra ben olmuşum.
Adım, dedemin adı Hasan olmuş. Babam beni 16 yaşımda askere gitmeden evlendirdi. Bir tek evladımdır; bel ki ölürüm de evliliğini göremem!” diye. Gerçekten de çok yaşamadı. Önce ebemi kaybettim. Sonra babam ile ilk doğan sevgi adında üç yaşında oğlan çocuğumu kaybettim. Daha sonra da anamı kaybettim. En ufak bir gelir kaynağım olmadığı için köyü terk etmek zorunda kaldım. Köyden göçmeden Mustafa, Latife, Gaykusuz, Sakine olmak üzere iki oğlan, iki kız çocuğumuz vardı.
1960 yılında köyden ayrıldım. Önce Mersin’de bir kış geçirdim. Ordan Silifke’ye göçtüm. Silifke’den de Ankara’ya geldim. Halen Ankara’da ikamet etmekteyim.
Köydeki çileli yaşamımızdan biraz daha bahsetmek istiyorum. Köyde iken ben 12 yaşında idim. Ekim-Kasım-aralık aylarında 2-3 saat yol çeken Dikmen dağına eşşeklerle oduna giderdik, kışın sobada yakmak için…Kömür yoktu, tezek odun yakardık. Sabah horozları öter ötmez kalkardık. Benim odun etmeye gücüm yetmez; fakat, babama birazcık yardımcı olabilirdim. Bizden başka komşular da oduna giderdi. Uyanan, uyanmayanlara haber verir hep birden giderlerdi oduna.
Köydeki zengin olanlar kavak, söğüt keser, kurutur, eşeklerle oduna gitmez; bizim gibi yoksul, gariban takımı eşeklerle odun çeker…Odun çeken gariban komşuların adlarından bir kaçını sayalım: Kör Cuma, Topuz Memmet, Kör Kara, Kör Fazlı, Kör Hüsük… daha adını hatırlayamadığım niceleri şafak yıldızı doğmadan köyden ayrılırdık. Dikmen dağına varana kadar ancak güneş doğardı.
“Köyünüz körler köyümü?” diye sormak aklınıza gelebilir. Evet, yalan söylemiyorum. Tamamı kör değil; fakat, Anadolu köylerimizde göz doktoru olmadığı için gözü ağrıyan göz hastalarına ebe karılar çeşitli ilaç önerirlerdi. “Göktaşı ez, boya ile karıştır. Gözüne damlat geçer!” derlerdi. İşte bu yüzden tamamen kör olmasa bile kiminin tök gözü, kimin iki gözü bozatmış; kimisi de tamamen görmez olmuş.
Geri kalmışlığımızın birçok acı gerçeğinden bir tanesini daha hatırlatmadan geçemeyeceğim. Malum, çiçek aşısı olmadığı için bir çok insan çiçek hastalığından ölmüş; ölmeyen de çapar kalmış… Ayrıca halkımızın cehaletten gelen ilginç bir huyu da var. Ana adının dışında bir de benzetme takma adı var. Yüzüne söylemesen bile kıybetine söylerler malum. “Er lakabı ile anılır!” diye bir benzeme daha yaparlar. Mesela, babamdan başlayalım. Çiçekten kalma çapar adı Çapar Hamit, Çapar Duran, Çapar Ali, Çapar Mahdı, Kör Ömer, Kör Yusuf, İbibik İbrahim, Çilek Hasan, Motur Hasan, Taş Kelle’nin ala, ötürüklü Koca, Dingiş Osman, Besdik Selman, Mazı Kertiği Halil, Selli Rıza, Çik Durdu, Kabaklı Durdu, Korkarca Omar, Cüce Mahmut, Sarı Paşa, Cırık Muharrem, Götlek Musa, Sarı Kazım, bana da Dede Hasan derlerdi saz çaldığım için. Bizim köyde, kaza’da çevre köylerde halen bana Dede Hasan deler. Halk ozanı Kul Hasan olduğumu yeni yeni öğreniyorlar; kasetlerimden, TV’den…
Evet sevgili okurlarım, bu takma adı ben takmadım, halkımız kendi takmış. Adını anamadığım köylümüz afetsin beni. Her şeye rağmen köylümüzü çok seviyorum. Alevi, Sünnîsi ile hepsini kucaklar, öper, saygı-sevgiler sunarım. Halkımızın, köylümüzün hiç suçu yok. Ulu önder Atatürk’ümüz gittikten sonra köy Enstitülerini kapatan, eşit eğitimi halkımıza, köylümüze çok gören siyasetlerde suç…
Evet sevgili halkım, sizlerin aşıkı olduğum için; bana, Halk Ozanı Kul Hasan diyorlar. Onun için ben sayın okuyucularım demiyorum, sevgili halkım diyorum.
Babam, köye ağası Kör Sadık’ın çiftçiliğini yapardı. Öküz ağanın, toprak ağanın, tohum ağanın, emek babamın idi. Yıl on iki ay çalışır, çabalar, hasat zamanı köy ağası Kör Sadık gelir, dört teneke mahsulün üçünü ağa alır; birini, babama verirdi. Dörtte bir ne ki… babam onu da muhtara, bekçiye, kalaycıya derken kışlık un, bulgur erzakı yarım yamalak bir kaç teneke yapar.
“Yavrularım bu kış ortasında biter, perişan oluruz, en iyi göçü yükletip Adana’ya gidelim veya Maraş’ın Berfiz köylerine… Nasıl olsa bir iş bulur çalışırız, aç ölmeyiz. Nisan, yaz ayı geliriz evde bıraktığımız unu-bulguru mutdan bulmuş gibi oluruz. O zaman Kuşkuş yemlik, Kenker , Madımak da çıkar, perişan olmayız!” derdi babam.
Ebem Hacce’ye lakap olarak Deve Haçce derlerdi. İri-yarı güçlü bir kadındı. Yüz kilo tuz torbasını taş merdivenden ikinci kata çıkardığını söylerdi. Eline öküz gönü geçmezdi. Eşek gönünden çarık diker, her akşam onu tuzlar, su serper ıslatır, sabahleyin yün çorapla yumuşamış çarığını giyer, çif sürmeye giderdi. Erkeklerin yapamadığı ağır işleri yapabilen bir güce sahipti. Ben karasaban ile çift sürmeyi, tohum ekmeyi, birçok işleri ebemden öğrendim.
Beni çok severdi. “Hem torunumsun, hem de şehit kocamın adısın, ciğerimin, bir tanemsin.” derdi. Dedem askerde şehit olunca bir tek babamın başını beklemiş, kocaya da gitmemiş, kocaya gitmediği için de akrabalarımız ve tüm köy halkı “Haccem!” derler çok değer verirlerdi. “Her kadın Haccem gibi nefsini yenip de bir çocuğun başını bekleyemez!” derlerdi ebeme…
Evet sevgili güzel halkım, çektiğim çileleri; halkın, yani sizlerin dertlerini dile getiren şiirleri, abartmak gibi olmasın, yüz kitap yazsam sığmaz ve de kitap bastırmaya maddi gücüm de yok. Fakat bendeki kültürü ölüp de toprağa gömmek istemiyorum en azından… Bu yazdığım kitabımı sizlere sunmayı düşündüm saygılarım ile.
Köyden göçmeden önce sazım omzunda il, ilçe, köy-kasaba çok gezdim. Gezdiğim yerlerde nere gitsem, halk başıma toplanır, sazımı-sözümü dinler, beni severlerdi. Sazından başka bir gelir kaynağı yok diye bana yardımda bulunurlardı. Fakat “Genç adam, çalışsa olmaz mı? Halkın sırtından geçinmek kolayına gidiyor…” diyenler de oluyordu.
Mustafa, Latife, Kaygusuz, Sakine dört bebe de olmuştu. Köy ağası Kör Sadık’ın çiftçiliğini yapacak gücüm de yoktu. En iyisi köyden göçüp bir şehre gitmem daha uygun bir umut kapısı görünüyordu. Şehri göç ersem nasıl olsa bir iş bulurum, çocuklarım da belki okuma imkanı bulur ya bir sanat öğrenir diyerek köyden göç meye karar verdim. Fakat köyden göçmek için en az biraz para lazımdı. İçinde oturduğum evi ölü fiyatına dört yüz liraya sattım. Anadan akrabalar, kız kardeşlerim başıma toplandı. Sazımı elime aldım. Aşağıdaki şiiri sundum:

AĞLASIN

Kalktı gönül göç eyledi yurdundan
Çalayım sazımı teller ağlasın
Kurtulmadım yoksulluğun derdinden
Bülbülün yitiren güller ağlasın
+
Bülbül oldum arzum kaldı güllerde
Dertlerimi destan yaptım dillerde
Kuzularım ile gurbet ellerde
Bizi gören dertli kullar ağlasın
+
Fatma, Haççe, Döndü hasret kalırsa
Garbi yeli esip karlar erirse
Sohbette destanım hatırlanırsa
Türkümü söyleyen diller ağlasın

Evet sevgili halkım, yaratılışta her insanın ayrı bir özelliği var. Koyma su ile değirmen dönmez, diye gerçek bir atasözü var. Ben beş yaşında iken köyümüze gezici saz çalan bir ozan veya bir dede misafir olursa; ben, anama: “Beni götür oraya!” diye rica ederdim. Götürmezse ağlardım. Anam beni sırtlayıp götürürdü. Bizim akrabaların içinde; kadın-erkek alevi deyişlerini koro halinde hep beraber söylerlerdi. Ben de sadece üç deyiş öğrenmiştim. Sazım yoktu; fakat bir kaynak var idi içimde. Elime bir odun parçası veya bir deynek verirlerdi. Onu saz olarak çalar söylerdim. Bu öğrendiğim üç deyişin baş dörtlüklerini sunayım:

Karga konsa gül dalına, ne bilsin gülün kıymetin
Kendi kıymetin bilmeyen ne bilsin elin kıymetin
+
Bu dünyanın ötesini gördüm diyen yalan söyler
Sefasını baştan başa sürdüm diyen yalan söyler
+
Yolcu oldum yola düştüm yollarım Ali çağırır
Bülbül oldum güle düştüm güllerim Ali çağırır

Babamın öz kardeşi karolan amcam çok aşklı söz çalarmış, ben yetişmedim. Köyümüze gelen dede, aşık veya derviş birkaç gün misafir olduktan sonra gideceği zaman ona yardım eder para verirler, memnun eder gönderirlermiş.
7 Ekim 1947’de evlendim. 1949 yılı Ebemi kaybettim. Ebemin ardından, 1951 de babamı kaybettim. 10 Ekim 1954 asker oldum, 1956 da terhis…1957 yılı ilk doğan Şevki adında oğlumu kaybettim. 1959 da annemi kaybettim.

HOŞGELDİNİZ

Afşinliler Derneğine
Hoş geldiniz hoş geldiniz
Sevgi dostluk yemeğine
Hoş geldiniz hoş geldiniz

Yedi Uyurlar uyansın
Karanlıklar aydınlansın
Cümle dostlar neşelensin
Hoş geldiniz hoş geldiniz

Derneğin baş adı Afşin
Her üyenin her yurttaşın
Yaşatalım ki yaşasın
Hoş geldiniz hoş geldiniz

Tanışalım kaynaşalım
Özveride birleşelim
Çalışalım gürleşelim
Hoş geldiniz hoş geldiniz

Vatandaşın her ferdinde
Çare bulalım derdine
Türkiye’nin Başkent’ine
Hoş geldiniz hoş geldiniz

Fetilleler soyun benim
İnsan sevmek huyum benim
Emirilyas köyüm benim
Hoş geldiniz hoş geldiniz

Efendimiz işçi köylü
Sevdiğimiz Anadolu
Kul Hasan Afşin doğumlu
Hoş geldiniz hoş geldiniz

Aşık Kul Hasan (Hasan Gören)

ELİNDE KALDIK

Dini siyasete alet edeli,
Muskacı hocanın elinde kaldık.
Emire, Fadime Şahin yaralı,
Dünya basının dilinde kaldık.

Susurlukta kirli bomba patladı,
Hüseyin Kocadağ, Çatlı atladı.
Azmendici, Hizbullahçı hortladı,
Şeriatçıların yelinde kaldık.

Kulak ver ey halkım aydın sesine,
Laik demokrasi döndü tersine,
Kara bulut çöktü yurdun üstüne,
Kara mollaların selinde kaldık.

Müslüm Gündüz, Kalkancılar, Memişler,
Nice muska yazmış nâne yemişler,
Gerçek konuşana solcu demişler,
Sekizinci madde emrinde kaldık.

Vekil seçtik çete kurdu baş oldu,
Ettikleri yemin sözü boş oldu,
Mafya çete fırtınası kış oldu,
Pislik batağının gölünde kaldık.

Yüzde doksan dokuz Müslüman kardaş,
Bir kişi için mi bu kanlı savaş,
Aziz halkım uyan imdada ulaş,
SANKİ Arabistan çölünde kaldık.

Yoksul halkım gönlüm matemde yasta,
Hasret çimen yandı gül deste deste,
Otu beş can kurban verdik Sivas’ta,
Diri diri yandık külünde kaldık.

Atatürk’ümüzle uyandık kalktık,
Cumhur rejimini halkla yarattık,
Karanlığı aydınlattık mum yaktık,
Sapmadık Atatürk yolunda kaldık.

Kul Hasan der kuzu yiyen kurdumuz,
İran, Arabistan olmaz yurdumuz,
Atatürksüz olur mu halk ordumuz,
Çağdışı kafanın elinde kaldık.
Aşık Kul Hasan, Halk Ozanı Hasan Gören, 7 Şubat 1977
+
Şeriatı savunan Derendeli Hulusi ile Mahzuni Şerif’in arkadaşı Osman Dağlı’nın birbirlerine yazdıkları şiir:

ALDI HULUSİ

Hele dikkat eyle yaptığın işe
İmanı kalbinden men ettin Osman
Nefsi emareyi geçirdin başa
İblis’in dediğin sen ettin Osman

ALDI OSMAN DAĞLI

Dikkat edilmeden yapılmaz bir iş
İptida bu sözün söz değil softa
Âlemden evvela nefsine giriş
İblislik müride öz değil softa

H.
Bilmem nerden aldın sen bu mayayı
Ortaya çıkardın batıl davayı
Hani nettin iman ile hayatı
Küfürü alemde şan ettin Osman

O. D.
Kuran-ı natıktan aldım mayayı
Haktır Hak görmüşüm ulu davayı
Sende görür göz yok benim mayayı
Ademe hor bakan göz değil softa

H.
Sebebi ne idi Hak dinin yıktın
Kök atmış fidanı yeriden söktün
Sekiz yüz haneye küfürü soktun
Hidayet yolunu son ettin Osman

O. D.
Dine gücüm yetmez o Muhammed’in
Yıkıldı diyenler kurtarsın kendin
Sekiz yüz haneye şirk sokan sensin
Hidayet direği buz değil softa

H.
Dedeyle Hocayı bir mi görücün
Kuran’ın emrine yan mı durucun
Hakkın huzuruna nasıl varıcın
Her halde Mevlâ’ya kin ettin Osman
İblisin dediğin sen ettin Osman

O. D.
Dedem savuyullah Muhammed Ali
Kaç hocayı övmüş Kuran’ın yolu
Ancak Rabbil alem soracak kulu
Şefaat kânimiz siz değil softa

H.
Ehli küfür ile konar göç ersin
Necis sofrasında demler içersin
Huzur-u mahşerde nere kaçarsın
Her halde Mevlâ’ya kin ettin Osman
İblisin dediğin sen ettin Osman

O. D.
Ehli küfür değil hakkın kulları
Kokla kendi kendin necisten fari
Musa da boynuna taktı yuları
İnsan güruhu Hak yoz değil softa

H.
Tapıyorsun şerif ile Hasan’a
Bunlar kimdir yakışır mı bu sana
Sır diyorlar sır ne ise desene
Cismi olmayanı can ettin Osman

O. D.
Hasan arkadaşım Şerif kardeşim
Muhammed sevgilim Ali güneşim
Sırrım ehl-i beyt’tir sevmektir işim
Can cisme revadır toz değil softa

H.
Sözlerimi cevabını beklerim
İnşallah aslı yok seni yoklarım
Sırrı haktır derunumda saklarım
Elifi âlemde sin ettin Osman

O. D.
Sana cevabımdır kardeşçe yaşa
Etna bil kendini çalınma taşa
Derunundaki bir Hak değil haşa
Kıblesiz çöktüğün diz değil softa

Osman Dağlım sevmek bahrine dalan
Hasan’la Hüseyin söylemez yalan
Kaç dostun var şerif gibi saz çalan
Telinin feryadı saz değil softa

AÇIKLAMA: Hulusi’nin Şerif dediği Mahsuni Şerif; Hasan dediği bendeniz Aşık Kul Hasan.
Aslında Osman Dağlı K.Maraş Afşin ilçesinin eski adı Hunu, yeni adı Arıtaş köyünden
Babası hoca, kendisi de hafız idi.
Osman Dağlı önce benim ile arkadaşlık kurdu. Daha sonra Mahsuni Şerif ile muhasip oldu. Alevi-Bektaşi görüşünü savunmakla birlikte bir çok devrimci şiirler yazdı ve yazmaya da devam ediyor.
Aşık Kul Hasan (Hasan Gören
+
MAHSUNİ HALKIN BAĞRINA GÖMÜLDÜ

Kul Hasan der, Hazret aşkın dağ olsun,
Yattığın yer, gül, gülüstan, bağ olsun,
Türkiye Halkının başı sağ olsun,
Hasan Gören (Kul Hasan):
(Büyük Halk ozanı Mahsuni Şerif”in anısı önünde saygı ile eğilerek… H.B.)

B A K I N

Devrim devrim diye öldüler,
Deniz’e, Yusuf’a, İnan’a bakın,
Seve seve halka kurban oldular,
Mahir’e, Ulaş’a, Sinan’a bakın.

Devrim için niceleri dövüldü,
Kontrgerilla kamplarında boğuldu,
Nazım Hikmet yurtdışına kovuldu,
Vatanına hasret kalana bakın.

Lânet olsun halka düşman bakana,
Halkın yavruların boyadı kana,
Elbet kalmaz doktor Kisincır sana,
Tüm dünyaya fitne salana bakın.

Devrimci genç nesil canda canımız,
İşçiler şah damardaki kanımız,
Sahte temel atmış kör bakanımız,
Ben geçeceğim diyor yalana bakın.

Kul Hasan’ım imdat olmaz Kerim’den,
Halk kurtara faşizmin şerrinden,
Halk devrimin özlüyoruz derinden,
Yurdun her tarafı virane bakın.

Aşık Kul Hasan, Halk Ozanı Hasan Gören, 3.11.1973

OY NENNİ NENNİ

Nesimi Çimenler yazar ozanlar
Halka gerçekleri söyledi gitti
Halk aşkına diri diri yananlar
Yanarak evlada etti gitti

Uyan kalk ayağa oy neni
Yananın feryadın duy neni

Türkiye’nin aydın beynin yaktılar
İlgililer seyreyledi baktılar
Sanma Hasret Akarsu’lar öldüler
Halk derdini destan eyledi gitti

Uyan kalk ayağa oy neni
Yananın feryadın duy neni

Kul Hasan’ım yarem çok derin sızlar
Gönlüm Hasret’le Çimen’i özler
Nice devrimciler nice Deniz’ler
Devrim türküsünü söyledi gitti

Uyan kalk ayağa oy neni
Yananın feryadın duy neni

17 eylül 1993, Ankara
G. T. 21.11.2004

BOZ ABADAN TOZ ÇIKAR

Seyreyledim siyaseti seçimi
Önsöz selam tatlı tatlı söz çıkar
Pek nazik konur çeker için
Bülbülüm der son deminde kaz çıkar

Beş kuruşa iner tütün tüteya
Beşi yalan yüzde yüzden öteye
Her şey mezat döker saçar ortaya
Kumaş dedikleri kara bez çıkar

Halk sömüren hep göbekli zırıltı
Çenesi çok kuru kuru gürültü
Birin aslı yok boş bir dırıltı
Gazetede kaba kaba poz çıkar

Al sana binlikler bir keyf eyleye
Porpokanta bir söz fazla söyleye
Çal babam sopayı işçiye köylüye
Her vurdukça boz abadan toz çıkar

Tefeciler vurgun zevke bayana
Fakir halkın hakkı gelmez vicdana
Her zaman tersine dönmez devrana
Bu kışın sonunda bir de yaz çıkar

Seçim yaklaşınca bahar yaz olur
Seçim biter soğuk yüzlü güz olur
Oy kazanmak için nazlı kız olur
Gerdek günü binde biri kız çıkar

Kul Hasan’ım biz emekçi erleriz
Çıkarcının bağrın taşlak oklarız
Umutluyuz gece gündüz bekleriz
Elbet bir gün bir gerçekçi göz çıkar

7 Mart 1970, Ankara

ÖLMEZ, HALKIN BAĞRINDA

Diyorlar ki Nazım öldü kayboldu
Nazım Hikmet ölmez halkın bağrında
Sanma Nazım Sofyetlere gömüldü
Nazım Hikmet ölmez halkın bağrında

Nazım Hikmet ışık tutardı çağa
Karşı çıktı halk sömüren alçağa
Halkın gönlündeki girmez toprağa
Nazım Hikmet ölmez halkın bağrında

Yılmaz Güney’ler var halkına öz yar
Pir Sultan Abdal’ı korkutamaz dar
Nice Deniz gibi devrimcimiz var
Nazım Hikmet ölmez halkın bağrında

Ham meyvelerimiz yetirmeliyiz
Halk devrimin yapıp bitirmeliyiz
Kurtuluşa erip kurtulmalıyız
Nazım Hikmet ölmez halkın bağrında

Kul Hasan’ım Nazım gerçekçi ozan
Ezilen halkların derdini yazan
Nazım tüm dünyada dillere destan
Nazım Hikmet ölmez halkın bağrında

Sovyetler: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kısa söylenişi olan “Sovyetler”in halk dilinde bozulmuş hali.. (YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ. Şiirler. Alev Yayınları. Birinci Basım. Mayıs 2004. s. 59 ) (G.T. 19.12.2004)

EZİLENDEN MİYİZ, EZENDEN MİYİZ?

Gel kardeşim senin ile dertleşek
Ezilenden miyiz ezenden miyiz
Bizi ezenlere karşı birleşek
Ezilenden miyiz ezenden miyiz

Hepimizin insan ana babamız
Siyah beyaz bir çamurdan mayamız
Sınıf kavgasıdır bizim kavgamız
Ezilenden miyiz ezenden miyiz

Haksızlığa karşı olan her insan
Birleşmesi gerek ezilen her can
Karabaş Kızılbaş Kürt Türk Müslüman
Ezilenden miyiz ezenden miyiz

Sizin aşıkınız garip Kul Hasan
Gerçekler ortada gün gibi ayan
Yeter uyuttular gözün aç uyan
Ezilenden miyiz ezenden miyiz

(YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ. Şiirler. Alev Yayınları. Birinci Basım. Mayıs 2004. s. 43)

OZAN

İki bin yılının uygar çağında
Uygarca düşünüp yazmalı ozan
Boğulmasın fikir suçu ağında
Özgürce sazın çalmalı ozan

Ozan halkın gözü kulağı dili
Atomdan güçlüdür sazının teli
Irmak olmuş halkın akan göz seli
Halk ile ağlayıp gülmeli ozan

İletişimi yok ozanlar kayıp
Yarasın sarma bulmalı talip
Tüm dünya halkına mesaj gönderip
Barış güvercini salmalı ozan

Füze atom tüm silahlar kalkmalı
İnsanca bir yaşamaya bakmalı
Vize yasak duvarını kırmalı
Halklar ile dostluk kurmalı ozan

Kul Hasan’ım bağnazlıktan geçerek
Gençerleri anlayarak seçerek
Bütün insanlığa kucak açarak
Kucaklayıp öpüp sarmalı ozan
7 Ekim 200 Ankara
(YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ. Şiirler. Alev Yayınları. Birinci Basım. Mayıs 2004. s. 14)

YOLDAŞLAR

Tüm dünya halkının derdi var bende
Ünüm derdi bölüşelim yurttaşlar
Rahman ve rahim olan sende
Kamillere danışalım yoldaşlar

İlim mürşit rehberimiz pirimiz
Yüzdüler yaktılar gerçek erimiz
Emek insan Kabe hak didarımız
Kucaklaşıp görüşelim yoldaşlar

O emektir her varlığı yaratan
Münafıklar yok olmalı sıradan
Üzgünlüğü kaldıralım aradan
Niyazlaşıp barışalım yoldaşlar

İnanlığa hizmet Pir Sultan yolu
Satılmış Padişah nefsinin kulu
Tatlı arı gibi yapalım balı
Pırıl pırıl çalışalım yoldaşlar

Asalak krala hiç saygı duyma
Ret et hırsızlara oyunu verme
Talih kader yazgı deyip durma
İnsan tanrı tanışalım yoldaşlar

Sevgili tanrının evi insandır
İnsanlığa inanmayan şeytandır
Niyaz kıl insana rahim rahmandır
Erenlere erişelim yoldaşlar.

Hu çekip niyaz kıl didara
Aşık ol Mansur ol çek özün dara
Tövbe et ikrar ver Ali Haydar’a
İkrar ile sarışalım yoldaşlar

Rehberimiz olsun Abdal Pir Sultan
Aşkı Niyaz tüm dostlara Kul Hasan
Bacı kardaş ırmak gibi ak uyan
Ummanlara karışalım yoldaşlar

4 Kasım 1993 Londra.
(YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Alev Yayınları. Birinci Basım.
Mayıs 2004. s. 15)

ELLERİNİZDE ELLERİMİZDE

Emekçi anamız kadınlarımız
Yükselir yarınlar ellerinizde
Emek sevgi bizim kutsal Kabe’miz
Yükselir yarınlar ellerimizde

Emeğe derinden saygılıyız biz
Sevecen barışçı sevgiliyiz biz
Bize bağlı bizim geleceğimiz
Yükselir yarınlar ellerimizde

Ana bacı kardaş ayrı değiliz
Siz olmasaydınız var olmazdık biz
Üretken çilekeş kadınlarımız
Yükselir yarınlar ellerimizde

Aşıklara sevda olan sizsiniz
Mecnunlara Leyla olan sizsiniz
Biz Kerem’iz Aslıhan’ısınız siz
Yükselir yarınlar ellerimizde

Kara çarşaf peçe yüzden kalkmalı
Uygur eşit yaşama bakmalı
Çete mafya aydınlığa çıkmalı
Yükselir yarınlar ellerimizde

Bir çağrı yapmalı ilçeye ile
Yol göstermeliyiz kör ile kele
İşçi köylü tüm halkımız elele
Yükselir yarınlar ellerimizde

Meşalemiz olsun Sivas’ta yanan
Diri diri yandı otuz beş insan
Saygı, sevgi sunar Aşık Kul Hasan
Yükselir yarınlar ellerimizde

1 Nisan 1997, Ankara
(YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Alev Yayınları. Birinci Basım.
Mayıs 2004. s. 17)

YALAN MI?

Vatanımı dost diyerek düşmana
Kira ile sattıkları yalan mı
Yabancı, üs kurmuş yurdun bağrına
Horozlanıp öttükleri yalan mı

İşçi köylü ağlar ekmek aş diye
Körler keli seçmiş büyük baş diye
Gelin kızlar yurt dışında iş diye
Kan ağlayıp gezdikleri yalan mı

Fabrika işçinin toprak köylünün
Olmadıkça bitmez kavgamız her gün
Devrim yapmadıkça çözülmez düğüm
Demokrasi cici dedik yalan mı

Yüz kırk bir yüz kırk iki uygulanıyor
Fikir özgürlüğü burgulanıyor
Cinayetler her gün sergileniyor
Halkın kanı döktükleri yalan mı

Kul Hasan tarihin sola devranı
Halk unutmaz nice Mahir Sinan’ı
Yusuf aslan Hüseyin İnan’ı
Denizleri astıkları yalan mı

7 Temmuz 1974
(YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Alev Yayınları. Birinci Basım.
Mayıs 2004. s. 44)

BOZUK DÜZEN

Bozuk düzen yerin dibine geçsin
Halkımı çağ dışı koyduktan sonra
Başa hangi şoför geçerse geçsin
Motor sakat, bozuk olduktan sonra

Toprak reformu yapılacakmış
Türk halkı hız ile kalkınacakmış
Demokrasi yasa korunacakmış
Özgürlük kafese girdikten sonra

Be kardeşim açlık ölümden öte
Aç ölsem yalvarmam it oğlu ite
Halk kavuşacakmış refah hayata
Yoksulu sömürüp soyduktan sonra

Tarihin akışı uyacak çağa
Bir gün hesap verir satılmış ağa
Kul Hasan’ı gömmesinler toprağa
Kuşlar yesin beni öldükten sonra
+
YÜRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Aşık Kul Hasan. Alev Yay. s. 35

KÖYLÜ KIZININ

Sırtında şeleği yorgun muzdarip
İşte budur hali köylü kızının
Şu füze çağında durum ne garip
Karışmış saç teli köylü kızının

Entarisi basma çilesi şelek
Hiç mi acımıyor vicdansız felek
Gam dolu sepeti bakışı melek
Aslı boz abalı köylü kızının

Soğuk kuyu ayağındaki keliği
Örgülüdür bıtıraklı beliği
Alın teri ekmeğinin katığı
Yüreği yaralı köylü kızının

Çizgi çizgi şalvarı var dizinde
Masum bir bakış var gonca yüzünde
Elinde dürümü açlık özünde
Başı pek belalı köylü kızının

Dudağını gözlerini boyamaz
Moda deyi burjuvaya uyamaz
Oje bilmez uzun tırnak koyamaz
Her halinden belli köylü kızının

Kul Hasan’ım der kibir gün gelecek
Köylü halka işçi önder olacak
Halk çocuklarını da okutacak
Şakıyacak köylü kızının dili

30 Ekim 1978, Ankara.
YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Aşık Kul Hasan. Alev Yay. s. 21

DOSTUM

Aşk muhabbet badesini
Pir aşkına iç be dostum
Sev güzelin sadesini
Gerçeği sev seç be dostum

Su katma içelim sade
Aşıka aşk verir bade
Dost cemali canlı Kabe
Her Niyazi haç be dostum

Haksızlığın tapusu
Ver münkire hepsini
Aşk muhabbet kapısı
Kerem eyle aç be dostum

Kul Hasan’ım hak insanda
Sevgisi ciğerde canda
Haksız insanın yanında
Hak sevmesi suç mu be dostum

YAŞIYOR

Ruhi Su ölür mü halkın kalbinde
Çağlar boyu yaşayacak yaşıyor
Halkın sesi halk destanı dilinde
Çağlar boyu yaşayacak yaşıyor

Sevgili dostlarım şu gerçek bir söz
Tarihte bellolur ak yüz kara yüz
Aziz dostlar Ruhi Su bizim dostumuz
Çağlar boyu yaşayacak yaşıyor

Tarihin akışı asla önlenmez
Halkı gerçek seven yolundan dönülmez
Halk ölmez halkın ozanı ölmez
Çağlar boyu yaşayacak yaşıyor

Altmış doktor rica ettiler Alman
Pasaport vermedi büyükbaş şişman
Gerçek insan gerçek eser yaratan
Çağlar boyu yaşayacak yaşıyor

Öldü sayılır mı halka mal olan
Irmak gibi akıp denizi bulan
Halk ile ağlayan halk ile gülen
Çağlar boyu yaşayacak yaşıyor

Asalak kan emen yavşaklar bitler
Asla boyun eğmez namerde mertler
Halk türküsü halk destanı ağlar
Çağlar boyu yaşayacak yaşıyor

Halkın düşmanı satılmış dürzü
Çamurla sıvanmaz güneşin yüzü
Hiç susar mı halkın dili avazı
Çağlar boyu yaşayacak yaşıyor

Gerçek ozan dönmez gerçekçi yoldan
Halkını sevmeyen ne anlar halden
Bizim dostlar bizim bu cennet vatan
Çağlar boyu yaşayacak yaşıyor

Halkın Ruhi, halk bağrında yaşıyan
Halkla yaşar halk aşığı Kul Hasan
Ölümsüzdür ölmezliğe kavuşan
Çağlar boyu yaşayacak yaşıyor

29 Nisan 1992, Ankara
(YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Aşık Kul Hasan. Alev Yay. s. 74

GEL GAYRİ

Sanma ki Türk halkı seni unuttu
Neredesin mavi gözlüm gel gayri
Yaptığın devrimler yozlaştı gitti
Neredesin mavi gözlüm gel gayri

Cumhuriyete baş kaldırıyorlar
Laikliğe resmen saldırıyorlar
Seni seveni öldürüyorlar
Neredesin mavi gözlüm gel gayri

Bağımsız izinden İnönü saptı
Kırk yedi’de halkı bağımlı yaptı
İkili anlaştı imza attı
Neredesin mavi gözlüm gel gayri

Kovduğun düşmanlar geri geldiler
Yurduma atomlu üsler kurdular
NATO karakolluğuna verdiler
Neredesin mavi gözlüm gel gayri

Halkı kurtar emperyalist ağından
Geri bıraktılar uygar çağından
Güneş gibi doğ halkın bağrından
Neredesin mavi gözlüm gel gayri

Kenan paşa seni elde koz yaptı
Anayasal düzenimiz toz yaptı
Partileri sendikayı kapattı
Neredesin mavi gözlüm gel gayri

Hele gel de gör bak neler oldu
Fakülte türbanlı kızlarla doldu
Laik cumhuriyet nerede kaldı
Neredesin mavi gözlüm gel gayri

Kul Hasan’ım aziz atam uyan kalk
İşçi, köylü seni özler cümle halk
Aslanın yurduna çakal girdi bak
Neredesin mavi gözlüm gel gayri
+
8 Şubat 1990, Ankara
¹: Alevi-Bektaşi ozanlarının çoğunda Atatürk’e sesleniş içerikli şiirler görmekteyiz. Onların nezdinde Atatürk, Mehdi kurtarıcıdır.
(YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ. Şiirler. Aşık Kul Hasan. Alev Yay. s. 55

BAŞKA YOL BULAMADIM

Bir dünya var bir de dünya insanı
İnsanlıktan başka yol bulamadım
İnsan dolu bu dünyanın her yanı
İnsanlıktan başka yol bulamadım

Tüm insanlar insan doğdu anadan
Tüm silahlar yok olmalı dünyadan
İnsan mıdır insanlığı yok eden
İnsanlıktan başka yol bulamadım

Filistin halkının dereni yarası
Yara açan tarihin yüz karası
Bu yaranın yine insan çaresi
İnsanlıktan başka yol bulamadım

Hele bak komşumuz Irak’la İran
Salvador, Vietnam, Filistin, Lübnan
Kanayan yarayı sarmalı insan
İnsanlıktan başka yol bulamadım

İnsanlık atomla silahla olmaz
Gerçek insan insanları öldürmez
Atomlar patlarsa yaşantı kalmaz
İnsanlıktan başka yol bulamadım.

Silah için harcanıyor milyarlar
Bu silahlar insanlığı yaralar
İnsan için harcanmalı paralar
İnsanlıktan başka yol bulamadım

İnsan oldum nice yaran öğrendim
Gerek bir ikrarda duran öğrendim
İncil Tevrat Zebur Kuran öğrendim
İnsanlıktan başka yol bulamadım

Hak olmalı insanlığın davası
Yok olmalı haksız çıkar kavgası
Cümle meleklerin insan Kabe’si
İnsanlıktan başka yol bulamadım

Cümle azizlerin ulusu insan
Allah’ın aslanı Ali’si insan
Hakkın sevgilisi velisi insan
İnsanlıktan başka yol bulamadım

Ana baba insan bizim yarimiz
Halkın derdin destan etmek karımız
İnsanlık hak dedi bize pirimiz
İnsanlıktan başka yol bulamadım

Emeğin birlikte bal yapan arı
İnsandır insanın yazı baharı
Baki kalan insanlığın eseri
İnsanlıktan başka yol bulamadım

Kul Hasan’ım insan benim pederim
Her dem insanlığın methin ederim
Yurtta sulh cihanda barış özlerim
İnsanlıktan başka yol bulamadım
+
(YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ. Şiirler. Aşık Kul Hasan. Alev Yay. s. 19

BAYRAM OLMAZ¹

Bozuk düzen kökünden
Yıkmayınca bayram olmaz
Sömürgecileri toptan
Yakmayınca bayram olmaz

Hani demokrasi babam
Niçin işlemiyor neden
Fikir suçu tüm dünyadan
Kalkmayınca bayram olmaz

Kul Hasan Hüseyin İnan
Gözlerimden akan al kan
Deniz Aslanlar zindandan
Çıkmayınca bayram olmaz
+
¹ Kul Hasan bu şiirin, ilk kaseti olan Bana Bana’da seslendirdi.

BAKSANA

Halk düşmanı hırsız satıyor halkı
Aziz yurttaş uyan senindir yargı
Kaldı mı vatanın işgalden farkı
Gizli gizli anlaşıyor baksana

Yabancılar uçuştular geldiler
Türk halkın uyuduğun bildiler
İşbirlikçilerle ortak oldular
Türkiye’yi paylaşıyor baksana

Vatanımı kira ile sattılar
Tatlı aşımıza zehir kattılar
Yurdu viran halkı al kan ettiler
Köpek kurtlar uluşuyor baksana

Bu ders emperyalist kancası gibi
Halkımızın beygirin yoncası gibi
Kurtuluş savaşı öncesi gibi
Günden güne karışıyor baksana

Kul Hasan’ım der ki her gün soygun var
Ölen yaralanan birçok baygın var
Her tarafta alev alev yangın var
Yanıp tutup tutuşuyor baksana
13 Mart 2005-06-29
+
(YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Aşık Kul Hasan. Alev Yay. s. 22

HAÇ BENDE

Cümle meleklerin secdegahım
Kabe bende kıble bende hac bende

Hakikat şehrinin padişahıyım
Aba bende hırka bende taç bende

İkrarsıza yalancıya kanarsam
Cehennemin ateşine yanarsam
Lanet olsun ikrarımdan dönersem
Hata bende günah bende suç bende

Kerem olur aslı hana yanarım
Aşkın badesini içer kanarım
Dost adını destan yazar sunarım
Defter bende kalem bende uç bende

Kul Hasan’ım candan baştan geçerim
Gerçeklere kucağımı açarım
Misafir gelmişim konar göçerim
Kervan bende katar bende göç bende
26 Mart 1992, Afşin
(YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Aşık Kul Hasan. Alev Yay. s. 89

BİR SEN İÇ SEVDİĞİM

Abu hayat Allah’ın meyhanesinden
Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver
Kırkların içtiği üzüm suyundan
Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver

Gerçek aşık olan yolundan dönmez
Gerçek erenlerin gülleri solmaz
Aşkın dolusunu içenler ölmez
Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver

Hele biraz düşün aziz muhterem
İçmeden aslıya yanar mı Kerem
Aşkın dolusunu içenler ölmez
Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver

Kul Hasan’ım pir aşkına içelim
İçelim baştan candan geçelim
Ölmeden önce ölelim göcelim
Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver
(YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Aşık Kul Hasan. Alev Yay. s. 76.

BEN ALLAHSIZ ADAM MIYIM…

Allah’a yok demem haşa
Ben Allahsız adam mıyım?
Gaipte aramam boşa
Ben Allahsız adam mıyım?

Adem bahardır adem yaz
Adem kıble adem hicaz
Melek bana kılar niyaz
Ben Allahsız adam mıyım?

Gözümdeki gören haktır
Kalbimdeki duran haktır
Nefes alıp veren haktır
Ben Allahsız adam mıyım?

Be hey yobaz ey salak
Allah kayıp sanan ahmak
Ben ademdeyim dedi hak
Ben Allahsız adam mıyım?

Kul Hasan Allah’a bende
Şah darımdaki kanda
Canımın içindeki canda
Ben Allahsız adam mıyım?
+
(YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Aşık Kul Hasan. Alev Yay. s. 92. G. T. 1.9. 2005)

IŞIKLAR GÖRDÜM¹

Rıza bahçesini gezdim seyrettim
Nice genç, ihtiyar aşıklar gördüm
Görüştüm, kaynaştım, muhabbet ettim
Nice Ceylan nice Işık’lar gördüm

Sırma Yürük koşturuyor koşuyor
Tufan Güven hizmet yapıp coşuyor
Hasta kedi bile özgür yaşıyor
Kaygusuz’a ortak keşikler gördüm

Gönülleri bağlı Merdan Ali’ye
Her can aşık Muhabbete doluya
Niyatazları Hacı Bektaş Veli’ye
Daha nice bağrı yanıklar gördüm

Kul Hasan’ın derdi hasret yarası
Kabe yolu iki kaşın arası
Yoldaş dosta açık Rıza hanesi
Daha nice nice konuklar gördüm.

(YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Aşık Kul Hasan. Alev Yay. s. 12. G. T. 15.9. 2005)
X
¹: Kul Hasan bu şiiri Rıza Yörükoğlu’nun evine konuk olduğu günlerde yazmıştır. Şiirde geçen isimler, o dönemde Yürükoğlu ile aynı evde yaşayan, yakın çalışma arkadaşlarıdır.

PERİŞANIM BEN

Gül yüzlü sultanım acı halime
Sevi aşkın ile perişanım ben
Güzel adın destan oldu dilime
Aşkının esiri dervişanım ben

Bu mecnun gönlümün sensin Leyla’sı
Yıkma senin evin gönül kabe’si
Serimden gitmiyor aşkın sevdası
Seninle kaynayıp karışanım ben

Seyit Nesimi’nin izinden şaşmam
Hallacı Mansur’un özünden şaşmam
Gerçek erenlerin sözünden şaşmam
Pir Sultan Abdal’a erişenim ben

Kul Hasan sen varsın gözyaşımda
Nere gitsem seni gördüm karşımda
Gündüz hayalimde gece düşümde
Seninle sarıp sarışanım ben

28 Mart 1992, Ankara
YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Aşık Kul Hasan. Alev Yay. s. 133.

İNSAN OLMADIKTAN SONRA

Dünya malın neyleyim
İnsan olmadıktan sonra
Derdim kime anlatayım
İnsan olmadıktan sonra
Kimi yer kimisi bakar
İşte kavga bundan kopar
Padişah olsan ne çıkar
İnsan olmadıktan sonra

İkiyüzlü olan alçak
Bülbülüm der öter cak cak
Yalancı olur mu gerçek
İnsan olmadıktan sonra

İnsan insana inanır
Siyah beyaz birdir çamur
İnsan hakkını kim tanır
İnsan olmadıktan sonra

İnsan var şeytandan kalmaz
Bildiğini şeytan bilmez
Her insana hak verilmez
İnsan olmadıktan sonra

Ezilen üzülen ana
Yüzü heç gülmez baksana
Evladın olsa sana ne
İnsan olmadıktan sonra

Kul Hasan’ım Allah derim
Her zaman niyaz ederim
Dünyada kalmaz eserim
İnsan olmadıktan sonra
+
YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Aşık Kul Hasan. Alev Yay. s. 65.

BABO BABO

Senin derdin beni deli ediyor
Uyan feryadımı duy babo babo
Gözyaşımı bahar sel ediyor
Halk dertli ben dertli oy babo babo

Gerçek demokrasi er olmak mertlik
Dert biter mi olmayınca eşitlik
Köylere bakarak şehir cennetlik
Cehennem hayatı köy babo babo

Köyler ören viran göçüyor yurttaş
Kimi yurtdışına uçuyor babo
Köyünden yurdundan geçiyor yurttaş
İşsiz garip netsin uy babo babo

Aziz kardaş en gerçekçi yolu seç
Asalağı seçme haklı kulu seç
Sağcıyı denedin bir de solu seç
Oylarını sola koy babo babo

Karanlığın aydın ışığıyım ben
Gerçek demokrasi beşiğiyim ben
Kul Hasan’ım halkım aşığıyım
Beni halktan biri say babo babo
+11 Mart 1987
YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Aşık Kul Hasan. Alev Yay. s. 29.

GELECEK

O güzelim sosyalizm düzeni
Göz yaşlarını döke döke gelecek
Temizlemek için halkı ezeni
Kızılırmak aka aka gelecek

Aziz yurttaş dert çok bak neler neler
Yoksul halkın derdi bağrımı deler
Analar babalar dede nineler
Bellerini büke büke gelecek

Dinleyecek anlayacak ozanı
Tanıyacak kara bahtı yazanı
Halkı güldürmeyen bozuk düzeni
Temelinden söke söke gelecek

Kurulacak köklü devrim heyeti
Kurtaracak memleketi milleti
NATO’yu,CENTO’yu, keneyi biti,
Haşaratı yaka yaka gelecek

Kul Hasan’ım yok edecek minneti
Sürecek yurdumdan yabancı iti
Türkiye Sosyalist Cumhuriyeti
Bayrağını çeke çeke gelecek.
(13 Temmuz 1967)
+
YİRMİNCİ YÜZYILIN İNSANLARIYIZ.
Şiirler. Aşık Kul Hasan. Alev Yay. s. 45.

GÜLELİM*

Aziz dünya ulusları günaydın,
Ağlayanı güldürelim gülelim,
Kana bulamadan uygarlık çağın,
Silahları kaldıralım gülelim.

İşçim gülelim/Köylüm gülelim
Yolcum gülelim/Dostlar gülelim**

Atom tahribatları kalkmalı hemen
Patlarsa yanmaz mı patlatan şeytan
Dünya ateşlenir yanar cümle can,
Bu ateşi söndürelim, gülelim.

Hukuk dışı diktatörlük süreni
Vicdansızca insanlara kıyanı
Halk sırtına binip halk sömüreni
Sırtımızdan indirelim gülelim

Kul Hasan’ım barış, bitir davayı
Özlemim hata mı ey emmi dayı
Doğu batı güney kuzey dünyayı
Yaz bahara döndürelim gülelim

*Kul Hasan bu şiirini, Ada Müzik tarafından yayınlanan “Yana Yana” adlı kasetinde çocuklarıyla birlikte seslendirmiştir.
**Bu dörtlük türkü içinde nakarat olarak seslendirilmiştir…5.11.2004

IŞIK SAÇTI DA GİTTİ

Basın güneşimiz parçalanarak,
Karanlığa ışık saçtı da gitti,
Asla gerçeklerden ayrılmayarak,
Haksızlığa savaş açtı da gitti.

Güldal’ına elvada dost demeden,
Parça parça oldu nazik beden,
Pare pare olan her paresinden
Karanfil gülleri saçtı da gitti.

Güldal bacı hiç üzülme olaya,
Ailecek hedeftiniz belaya,
Uğur halkın gönlündeki saraya,
Ben ölmem diyerek göçtü de gitti.

Ceyhan Mumcu, Güldal Mumcu güllerim,
Halk sağolsun başsağlığı dilerim,
Uğur halk bağrına kazdı mezarın,
Ölmezliğe doğru uçtu da gitti.

Kul Hasan’ım der ki Uğurlar ölmez,
Ölenin tarihte eseri kalmaz,
Halkı gerçek seven halktan ayrılmaz,
Sanma ki halkından geçti de gitti.

Aşık Kul Hasan, Halk Ozanı Hasan Gören,
Güncelleme Tarihi: 28.7.2004

KIRILAMAZ Kİ

Sermaye düzeni yıkılmadıkça
Halka dönük düzen kurulmadıkça
Yabancı üs sürülmedikçe
Korkusuz bir rüya görülmez ki

Bağımsız Türkiye hürleşmedikçe
Gerici akımlar körleşmedikçe
Gerçek demokrasi yerleşmedikçe
Özlenen hedefe varılamaz ki

Hırsız tilki, halk ekmeğin çaldıkça
İşçi, köylü perperişan oldukça
Fikir suçu yürürlükte kaldıkça
Gerçek demokrasi denilemez ki

Kurtuluş savaşı verilmiyorsa
Halka dönük düzen kurulmuyorsa
Mebus işçi gibi yorulmuyorsa
Halkın yaraları sarılamaz ki

KUL HASAN’IM halka danışmadıkça
Gerçekleri tek tek konuşmadıkça
Örgütsel eyleme dönüşmedikçe
Sömürünün çarkı kırılamaz ki

(Kul Hasan, Pir Sultan abdal dergisi, Ocak. 1994. S. 11, s. 37)

MUM IŞIĞINDA

Aziz halkım senin için mum yandı,
Yürü halkım yürü mum ışığında.

Bıçak geldi ta kemiğe dayandı,
Yürü halkım yürü mum ışığında.

Uğur’a karanfil gül ile yürü,
Yağan yağmur ile sel ile yürü,

Ozan sazını al tel ile yürü,
Yürü halkım yürü mum ışığında.

Basın sordu yetkiliye şişmana,
Dediler ki çıkarırız meydana,

Slogan at uyuyan halk uyana,
Yürü halkım yürü mum ışığında.

Sen yürü ki Uğur Mumcu ölmesin,
Halkım artık yalana kanmasın,

Her gönülde bir mum yansın sönmesin,
Yürü halkım yürü mum ışığında.

Bir mum yak ki hiç sönmesin özünde,
Özgürlüğün gülü açsın yüzünde,

Laik demokrasi Ata izinde,
Yürü halkım yürü mum ışığında.

Açılan gülümüz solmasın diye,
Atatürk’ü seven ölmesin diye,

Dost ağlayıp düşman gülmesin diye,
Yürü halkım yürü mum ışığında.

Şahlan yürü usanmadan yılmadan,
Hava bozuk yağmur, kar var demeden

Kardeş kavgasına meydan vermeden,
Yürü halkım yürü mum ışığında.

Halk yürürse meçhul katil bulunur,
Suçlu suçsuz kim olduğu bilinir,

Grev yapmayınca hak mı alınır,
Yürü halkım yürü mum ışığında.

Kara sesler tutturmuşlar din diye,
Laiklik var iken ayrılık niye,

Uygarlık çağından kaldık geriye,
Yürü halkım yürü mum ışığında.

Kemal Horzum nerde kaldı bak hele,
Soyguncu vurguncu bulunmaz hala,

Asıl gezen hırsızları yakala,
Yürü halkım yürü mum ışığında.

Yürü Güldal güller gülene kadar,
Yürü halkım yürü mum ışığında.

Kul Hasan’ım halktan doğdum halk peder,
Uğur’un ölümü olamaz kader,
Aşık Kul Hasan, Halk Ozanı Hasan Gören

YARATMAZDIM BEN

Allah’ım senin yerinde olsaydım
Başta kör şeytanı yaratmazdım ben
Her şeye kadir-i mutlak olsaydım
Saklanıp gizlenip aratmazdım ben

Gizlenmezdim çıkar idim meydana
Hiç kimsenin gücü yetmezdi bana
Hakim olsa idim cümle cihana
Haksızı yaşatıp var etmezdim ben

Ahireti getirirdim dünyaya
Eşit hak tanırdım bayana baya
Herkesi koyardım cennet âlâya
Cehennemde yakıp nar etmezdim ben

Sen olsaydım kestirmezdim başı
Yok ederdim bu dünyadan savaşı
Güzel yarattığım kullara karşı
Silah yapıp fitne üretmezdim ben

Kul Hasan’ım kullarıma kızmazdım
Kullarımdan asla ayrı gezmezdim
Kulumun kaderin kara yazmazdım
Haklıyı haksıza yar etmezdim ben
Kul Hasan, Halk Ozanı Hasan Gören, 22.9.1994, Ankara

SENDEN KORKMUYORLAR ALLAH’IM

Bu depremi Allah yaptı diyorlar
Söze hile katıyorlar Allah’ım
Şerefsizler senden utanmıyorlar
Seni suçlu tutuyorlar Allah’ım

Kaçak yapılara ruhsat verdiler
Nice milyarlarca rüşvet verdiler
Deprem yapan Tanrı suçlu dediler
Suçu sana atıyorlar Allah’ım

Yıkılmamış sağlam yapılan bina
Suçlu şeytan suçun atıyor sana
Ruhsat veren halkı boyadı kana
Halkı soyup yutuyorlar Allah’ım

Deprem kuşağında Marmara Bolu
Yıkıntıların altı ceset dolu
Belli oldu, göründü asıl suçlu
Suçluyu affediyorlar Allah’ım

Arsa mafyasına al sat demişler
Halkı uyut kandır aldat demişler
Vurgunu paylaşmış birlik yemişler
Para pula tapıyorlar Allah’ım

Binaları çürük yapıp sattılar
Suçu Allah’a atıp çıktılar
Yüz binlerce ölü şişip koktular
Kanal kazıp örtüyorlar Allah’ım

Kul Hasan halk derdi sinemde yara
Diyorlar ki halkın kaderi kara
Asalağın dini imanı para
Senden asla korkmuyorlar Allah’ım
Aşık Kul Hasan, Halk ozanı Hasan Gören, 3.9.1999

ALLAH OLSAM

Allah olsam sağlam düzen kurardım
Kimse yakıp yıkıp bozmasın diye
Savaş yapan devletleri bağlardım
İnsanlığa mezar kazmasın diye

Hayat yaşamayı ballandırırdım
Binbir çiçek eker güllendirirdim
Asalağı hemen uslandırırdım
İnsanları üzüp ezmesin diye

Ahret hesabını burada görürdüm
Cennet hayalini terk edin derdim
Erkeklere birer kadın verirdim
Dört kadınla yatıp azmasın diye

Engür şarap benim sevgili badem
Allah olsam bile insandır kabem
Dünyadan yobazlığı yok ederdim
Laikliğe fitne dizmesin diye

Kul Hasan’ım yanlış yola gitmezdim
İnsanlıktan gayrısına tapmazdım
Papazı hocayı vekil yapmazdım
Yalan yanlış fetva yazmasın diye
Aşık Kul Hasan, Halk ozanı Hasan Gören, 12.4.2002
X
SEN DEĞİL MİSİN (1)

Tanrım sen yarattın cümle cihanı
Şah damarımdaki kan sen değil misin?
Şeytan mı yarattı kendi kendini
Şeytanı yaratan sen değil misin?

Gebert gitsin halka düşman şeytanı
Şeytanın şerrinden kurtar insanı
Suçun hepsi sende suçlama beni
Şeytana göz yuman sen değil misin?

Cümleyi yaratan ey kadir sultan
Şeytanı öldür ki kurtulsun insan
Yoksa senden daha güçlü mü şeytan
Şeytan düşman diyen sen değil misin?

Kadirliğin bildir, şeytanı öldür
Yarattığın gülün yüzünü güldür
Cümle kullarını Cennete doldur
Ağlatan, güldüren sen değil misin?

Allah’ım işine aklım şaşıyor
Ölmüyor, yitmiyor şeytan yaşıyor
Ömrünü kısaltmak sana düşüyor
Ömrünü uzatan sen değil misin?

Şeytanı yaşatmak yakışmaz sana
Şeytan düşman sana cümle insana
Hele düşün Kerbela’ya baksana
Mervan’ı şımartan sen değil misin?

Muhammet Mustafa sevgilim dedin
Masum ehli beytin ne hale koydun
Yezide kıymadın hatırın saydın
Hüseyni ağlatan sen değil misin?

Seni sevenleri şehit ettiler
Ehli beytin aldı esir ettiler
Üryan edip ezerek incittiler
Bu hali seyreden sen değil misin?
Hani merhametin bol idi senin
Bu mu adaletin şerefin şanın
Haddin bildirmedin Yezit Mervan’ın
Cezasız bırakan sen değil misin?

Ben Allah’ım deyip kula bakmazsan
Zalimlerin tacın tahtın yıkmazsan
Masum yetimlere sahip çıkmazsan
Zalime ezdiren sen değil misin?

Gizlenip saklanma ey gani kerim
Yumuşak davranma zalime derim
Eğer sen yazdıysan kaderim benim
Suçlu, suçsuz yazan sen değil misin?

Kul Hasan’ım der ki Allahlık sende
Sen yardım et bize iki cihanda
Diyorsan ki sen bendesin ben sende
Canımın içinde can değil misin?
Aşık Kul Hasan, (Halk ozanı Hasan Gören), 1.8.1996, Ankara
X
SEN DEĞİL MİSİN (2)

Allah’ım işine aklım şaşıyor
Ölmüyor, yitmiyor şeytan yaşıyor
Ömrünü kısaltmak sana düşüyor
Şeytanı yaşatan sen değil misin
Şeytanı yaşatmak yakışmaz sana
Şeytan düşman, sana, bana, insana
Hele düşün Kerbela’ya baksana
Mervan’ı şımartan sen değil misin

Muhammet Mustafa sevgilim dedin
Masum ehl-i Beyt’in ne hale koydun
Yezid’e kıymadın hatırın saydın
Hüseyn’i ağlatan sen değil misin

Seni sevenleri şehit ettiler
Ehl-i Beyt’in aldı esir ettiler
Üryanı zelil edip incittiler
Bunları seyreden sen değil misin?

Hani merhametin bol idi senin
Bu mu adaletin, şerefin şanın
Haddin bildirmedin Yezit Mervan’ın
Cezasız bırakan sen değil misin

Allah’ım deyip yoksula bakmazsan
Zalimin tacın tahtın yıkmazsan
Masum yetimlere sahip çıkmazsan
Zalime ezdiren sen değil misin

Gizlenip saklanma ey gani kerim
Yumuşak davranma zalime derim
Eğer sen yazdıysam kaderim benim
Suçlu suçsuz yazan sen değil misin

Kul Hasan’ım der ki Allah’lık sende
Sen yardım et iki cihanda bize
Diyorsan ki sen bendesin ben sende
Canımın içinde can değil misin
Aşık Kul Hasan, Halk ozanı Hasan Gören, 1.8.1996

BANA YETER

Senden başkasına Allah’ım demem
İkilik istemem bir bana yeter
Ahiret de cennet huri istemem
Dünyadan bir huri ver bana yeter

Senin hasretinden kan ağlar didem
Gözyaşımı silmezsen ben kime gidem
Korkutamaz beni yedi cehennem
Aşkınla yandığım kor bana yeter

Senden başkasına kanmam, inanmam
Senden gayrısını sadık yar sanmam
Sen benim ol başka bir şey istemem
Bu aşık gönlümü gör yeter

Aşık Kul Hasan’ım vazgeçmem senden
Göster cemalini saklama benden
Kölen olam kovma beni kapından
Kapında kul olmak kâr, bana yeter

Halk ozanı Aşık Kul Hasan, 13.4.1994, Ankara

ALLAHSIZ ADAM MIYIM?

Allah’a yok demem haşa
Ben Allahsız adam mıyım
Kayıpta aramam boşa
Ben Allahsız adam mıyım

Adem bahardır, Adem yaz
Adem kıble, Adem hicaz
Melek bana kıyar niyaz
Ben Allahsız adam mıyım

Gözümdeki gören Hak’tır
Kalbimdeki duran Hak’tır
Nefes alıp veren Hak’tır
Ben Allahsız adam mıyım

Kul Hasan Allah’a bende
Hak, şah damarımda kanda
Canımın içinde canda
Ben Allahsız adam mıyım

Aşık Kul Hasan, Halk Ozanı Hasan Gören, 12 Haziran 1993, Ankara
X
GÖRÜYORUM

İnsan-ı kâmilde gerçekçi kulda
Ben Allah’ın varlığını görüyorum
Çiçekte, çimende, bülbülde, gülde
Ben Allah’ın varlığını görüyorum

Her ne yana baksam Allah var başta
Bismillah yazılı göz ile kaşta
Geceleri ayda, gündüz güneşte
Ben Allah’ın varlığını görüyorum

Her yüzde Allah’ın nuru var parlar
Allah’ı ademde göremez körler
Meleklere Adem’e secdegah derler
Ben Allah’ın varlığını görüyorum

Aziz yurttaş tefekkür et düşün bak
Allahsız döner mi bu çark-ı felek
Allah kayıp ise kayıp demek yok
Ben Allah’ın varlığını görüyorum

Kul Hasan’ım Allah insanda inan
Böyle buyuruyor dört kitap Kuran
Secde eylemedi Ademe şeytan
Ben Allah’ın varlığını görüyorum
Aşık Kul Hasan, Halk Ozanı Hasan Gören, 14.5.1994, Ankara
X
ANLAMAZ

Görgüsüz bilgisiz duygusuz cahil
Gerçek halden hakikatten anlamaz
Gerçekten dersini almayan gafil
Gerçek halden hakikatten anlamaz

Ey-nel yakin¹ hak insanda bilmeyen
Şeytan benliğinden geri kalmayan
Hakikat didara aşık olmayan
Saz çalmasın bilmez telden anlamaz

Bazı insanlar var inek gibiler
Mikrop saçan sivrisinek gibiler
İkrarsız yalancı dönek gibiler
Allah’ın haberin kuldan anlamaz

Halkın kanın emen patron ağalar
Milyarları çalıp yutan boğalar
Leşe aşık akbaba kel kargalar
Has bahçede açan gülden anlamaz

Kul Hasan’ım der ki sözde kancıklar
Gerçek insan değil şu insancıklar
Dışkı yuvarlayan kara böcekler
Arıdan çiçekten baldan anlamaz
Haziran 1993, Ankara
(Av. Hayri Balta’ya çatanlar için yazılmıştır…)
+
¹ Ey-nel yakin “Ey-nel yakin”, Arapça “göz” ve “sağlam bilgi” sözcüklerinden tamlama. “Kendi gözüyle görmüş gibi, kesin” anlamına gelir. Alevi – Bektaşilikte, tanrıyı kendi yüzünde görmek anlamında kullanılır.

KESKİN BALTA’YA BENZER

Hayri dostun sözü soy adı gibi
Hep sözleri keskin baltaya benzer
İrticaya kemal kılıcı gibi
Hep sözleri keskin baltaya benzer

Müslüman’ım deyip halk aldatana
Cennette parselli arsa satana
Dini siyasete alet edene
Hep sözleri keskin baltaya benzer

Şiddet ayetlerin uygulayana
Ben Allah’ın memuruyum diyene
Acımasız nice cana kıyana
Hep sözleri keskin baltaya benzer

Fuhuşun patronu olan Adnan dinciye
Cüppeli, sarıklı Ahmet Hocaya
Şevki Yılmaz gibi selli niceye
Hep sözleri keskin baltaya benzer

Dedi Kul Hasan’ım can dostum, kardeş
Hasan Mezarcı’ya olamam yoldaş
Mukaddes vazifem yobazla savaş
Hep sözleri keskin baltaya benzer.

Halk Ozanı Kul Hasan Gören,
Av. Hayri Balta’ya saygı ile sunar.
27.9.2002
X
35.AV. EREN BİLGE BALTA’DAN:

Sıkıntıda olan bir kişi: “Allah büyüktür” der. Bunun anlamı: “Üzülme, bir çaresi bulunur elbet…” demektir…
+
Bilgeye sormuşlar:
– Bu kadar okudun da eline ne geçti?
– Bilgisizliğimi anladım… Bu yetmez mi?
+
Bilge: “Allah’ım beni koru!” diye yalvaran öğrencisine:
– Ey oğul; bil ki, sen Allah’ı korumazsan, Allah seni korumaz..
+
Öğrencisi Bilge’ye sormuş:
– Gerçek nerededir?
– Maddî gerçek mi, manevî gerçek mi?
– Her ikisi de…
– Maddî gerçek; Yaratan’dır, her yerde hazır ve nazırdır ve görünür; manevi gerçek insanın düşüncesidir, görünmez…
+
Bilge’ye sormuşlar:
-Tanrı’yı nasıl bulabiliriz?
– Ey oğul bil ki Tanrı’yı kullukla bulamazsınız: O’nu, O’nunla bulabilirsiniz…
+
Artık nasıl yorumlarsanız yorumlayınız; biz, dindar olmayı böyle biliriz: Ruh temizliği ve erdemli davranış…
15.3.2008
X
36.GENEL GÖRÜŞLER:

Derste hoca sorar:
– Günahlarımızı affettirmek için ne yapmalıyız?
Uzun bir sessizlikten sonra biri atılır:
– İlk önce günah işlemeliyiz hocam!
Akşam. 16.6.2007
x
Bilge sık sık yakınırmış
Ama kimse anlamazmış:
– Kırk yıl vahdet davulunu çaldım, kimse anlamadı…
18.6.207
x
Kör cehalet çirkefleştirir insanları!
Suskunluğum asaletimdendir…
Her lafa verecek bir cevabım var…Lakin bir lafa bakarım “Laf mı” diye; bir de söyleyene bakarım “Adam mı ” diye…
Yener Balta’dan, 13.9.2007
x
Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç; cahiller tarafından yönetilmeye razı olmaktır.
Eflatun
X
36. YUF BABA

Yuf Baba ölmüş. Teneşire yatırmışlar. Yıkayan hoca bakmış ki Yuf Baba’nın koltuk altı, eteği kıl içinde….
Hoca temiz¬liğini yaparken bir yandan da homurdanıyormuş:
“- Lanet herif, ne vardı, acı şuralarını temizleyeydin?..”
Yuf Baba başını kaldırarak:
“- İçimi temizlemeden dışıma fırsat bulamadım ki…”
X
37. CHARLES ROBERT DARWİN

Merhamet ve şefkat simgesi olan bir Allah canlıyı canlıya canlı canlı yem eder mi? Aklı olan niçin böyle diye düşünmez mi?

Etrafımızda, evrende tasarım ve iyilikseverlik bulunduğuna dair bir kanıt göremiyorum. Dünya üzerinde hala çok fazla sır var. Bir kedinin bir fare ile oynadığı evrenin, kadir-i mutlak ve merhamet sahibi bir tanrı tarafından tasarlandığı fikrine inanmaya kendimi ikna edemiyorum.
Charles Robert Darwin (İngiliz doğa bilimci) 1809 – 1882
X
40. THOMAS EDİSON

Cesaretimi kaybetmiyorum; çünkü vazgeçilen her yanlış girişim, ileri doğru
atılmış yeni bir adımdır.
Star Box book Gazetesi, 2.8.2003
X
41. ŞİİRDE DEVRİMCİ TAVIR

Şiir “düşünmekle yazmak arasında bir boşluk, şair ise bu boşlukta özgürce uçmaya çalışan hafif kanatlı bir şeydir.” Sanatçının bu özgürlük uçuşu, atalarımızın mağara duvarlarına çizdiği ilk resimle başlar.
Bireyin duyarlı oluşumlar yaratabilmesi için; insandan yana bir ideolojisi olması gerekir. Bunu besleyen kaynak ise sosyoloji, psikoloji, tarih ve felsefedir.
Bu birikim; akıl, cesaret ve estetik kaygılarla birleşerek savaşçı bir zırh oluşturur. Bu zırhı giyen gerçek bir sanatçı, hiçbir zaman egemenlere ödün vermez.
Şiirde en azından içerik anlamında devrimci tavırdan söz edebilmek için, o şiirin öncelikle ezilenden yana olup egemen iktidarın zulmüne karşı tavır alması gerekir.
Sömürü ve rekabetin hâkim olduğu insan merkezli dünya tasarımı; devrimci özelliğini yitirmiş, yaşamı olumlu yönde değiştirme iddiasını kaybetmiştir.
Eleştirel akla en çok ihtiyaç duyulan bir dönemdir bu. Sorgulatan şiir iktidar için tehlikedir. Bu bakımdan, şairlerin baskı altına alınması kötüdür ama saçma değildir.
Günümüzde, muhalefet ile iktidar aynı o eğerlere sahiptir; aynılaşmış bir ideolojinin parçası gibidirler. Muhalefet, iktidarı ele geçirdiğinde, egemen etiğinin tıpkısı olup çıkar. Bu tıpkılık, mevcut sistematiği muhafazaya dayalıdır. İktidarın muhafazakârlığı buradan gelir.
Can Yücel’in “ Muhalefetle muhabbetim olmamıştır” sözü, muhalif bir şairin tavrını göstermesi bakımından ilginçtir. Muhalif olabilmeyi devrimci bir tavır olarak kabul edersek, muhalifliğin özelliklerini şu şekilde satırbaşlarıyla sıralayabiliriz.
Eşitlikçidir;
Cinsiyetçiliği reddeder;
Referansları sınırsız ve sınıfsız bir hayatın imgesidir;
Gelecek sezgisiyle oluşturduğu bir ütopyası vardır
İktidar talebine daha baştan reddiye çıkarır ve herhangi bir sınıfa, zümreye, kesime devrimci olma rolünü vermeye karşı çıkar;
Kendi sesinin tınısıyla söylemeyi yeğler; kodlanmış, inanca dönüşmüş ne varsa bunlara karşı çıkarak, hepsinin şifresini çözer. Bunun için referansı; özgürlük, adalet ve vicdandır…
Bize özgürlükçü ve eşitlikçi bir dünya için mücadele edilebileceğini hatırlatan şiir devrimcidir.
Var olanı sorgulamak sanatçının varlık nedeni ise, gerçeğin değiştirilebilir olduğunu imgeleyen de sanat yapıtlarıdır.
Muhalif olmanın referansları, sınırsız ve sınıfsız bir hayatın hayalidir.
Devrimci şiir, olmayanı hayal edebilir ama asla yalan söylemez. Devrimci şiir gelecektir, umuttur, özlemdir, kötümserlik bilmez, iyimserdir, gençtir, delikanlıdır. Yakışıklıdır devrimci şiir. Yeni ıslanmış bir toprak gibi sonsuzluk kokar.
Yaşamak! Bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim. Nazım Hikmet.
Onur SEZGİN, 21.6.2008

42 NAZIM HİKMET

KEREM GİBİ

Hava kurşun gibi ağır,
Bağır bağır bağırıyorum
Koşun kurşun eritmeye çağırıyorum…
O diyor ki bana:
– Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem gibi yana yana…

“Deeert çok, hem dert yok!”
Yüreklerin kulaktan sağır…
Hava kurşun gibi ağır…
Ben diyorum ki ona:
– Kül olayım Kerem gibi yana yana…

Ben yanmazsam
Sen yanmazsan
Biz yanmazsak
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…

Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır bağır bağırıyorum.
Koşun kurşun eritmeye çağırıyorum…
Nazım HİKMET

KABAHAT SENİN

Koyun gibisin kardeşim
Gocuklu celep kaldırınca sopasını
Sürüye katılırsın hemen
Ve adeta mağrur koşarsın salhaneye
Dünyanın en tuhaf mahlûkusun sen
Hani derya icre olup
Deryayı bilmeyen balıktan tuhaf
Ve dünyada bu zulümler senin sayende
Ve açsak yorgunsak al kan içindeysek eğer
Ve hala şıramızı vermemek için eziliyorsak
Kabahat senin
Demeğe dilim varmıyor
Kabahatin çoğu senin canım kardeşim
Nazım HİKMET

İNSAN OLAN VATANINI SATAR MI?

İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Onu didik didik didiklediler.
saçlarından tutup sürüklediler.
götürüp kâfire “Buyur…” ettiler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Gün gelir çarh düzüne çevrilir,
Günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

UMUT ÖLMEZ

Umuda bin kurşun sıksa da ölüm,
Unutma umuda kurşun işlemez gülüm.

Nazım HİKMET

43. PABLO NERUDA

Neden öldün Nazım?
Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi?

Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
koyu gibi kapkara zindanlardan
canavarların, zorbaların, acıların kuyuları
ellerinde izi vardı eziyetlerin.
hınç oklarını aradım gözlerinde,
oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
yaralar ve ışıklar içinde

Pablo NERUDA

44. BÜYÜK YOK OLUŞLAR;

Büyük yok oluşlar;
Fırtınalar gibidir,
Ansızın eser
Yuvarlanarak gelen bir çığ gibi soğuk
ve sessizce büyür
Sonra her şeyi bir anda silip süpürür.

Onur Sezgin 28-05-2008

45. ÂŞIK ŞİRÎ

TANRI İLE BİR’DİM

Cihan var olmadan ketm-i ademde
Hak ile birlikte yoldaş idim ben
Yarattı bu mülkü çünkü o demde
Yaptım tasvirini nakkaş idim ben

Anasırdan bir libâsa büründüm
Nâ-ü bâd-ü hâk-âbdan göründüm
Hayrülbeşer ile dünyaya geldim
Âdem ile bir yaş idim ben

Âdemin sulbünden Şit olup geldim
Nuhu nebi olup Tufan’a girdim.
Bir zaman bu mülke İbrahim oldum
Yaptım Beytullah’ı taş taşıdım ben

Şu fena mülküne çok gelip gittim
Yağmur olup yağdım ot olup bittim
Urum diyarını ben irşat ettim
Horasan’dan gelen Bektaş idim ben

Gâhi nebi gâhi veli göründüm
Gâhi uslu gâhi deli göründüm
Gâhi Ahmet gâhi Ali göründüm
Kimse bilmez sırrımı kalleş idim ben

Şimdi hamdülillâh ŞİRî dediler
Geldim gittim zatım hiç bilmediler
Sırrımı kimseler fehmetmediler
Hep mahlûk kuluna kardaş idim ben
+
Açıklama: ŞİRî 18. yüzyıl ozanlarından olup şiirinde “Ben Tanrı ile birdim” demek istiyor.
Ketm-i “adem: İnsanın cevheri
Anasır: Canlıyı oluşturan dört unsur. Güneş, toprak, hava, su…
Nâ-ü bâd-ü hâk-âbdan: Canlının yaratılışın dört unsuru. Güneş, toprak, hava, su…
X
AV. HAYRİ BALTA’NIN ÖZGEÇMİŞİ

1932 yılında Gaziantep’te doğdu. 10 yaşında iken annesi öldü. Babası, eşinin ölümüne dayanamayarak yaşama küstü.
Çocukluğunun kış günlerini Gaziantep’in Tabakhane semtinde; yaz günlerini de Gaziantep’e yakın İbrahimli köyündeki bağlarında geçirdi.
Yaz günlerinin gecelerinde kayan gök taşlarını görünce “Tanrım! Ölen annemi geri gönder!” diye dileklerde bulundu…
Dileklerinin yerine getirilmemesi üzerine sükut-u hayale uğradı ve Allah’ı aramaya başladı…
1945 yılında Gaziantep lisesi Ortaokul 1. Sınıfa giderken yapılan bir temizlik yoklamasında Türkçe öğretmeni: “Gömleğin kirli, git değiştir gel!” deyince, çok da istediği halde, utancından bir daha okula gidemedi…
Okula gidememesine karşın; okuma ve öğrenme tutkusu ile yanıp tutuştu. Okuyamamış olmasının eksikliğini; günlük gazeteleri, haftalık ve aylık dergilerle kitaplar okuyarak gidermeye çalıştı.
Okuldan koptuğu yıllarda geçimini dericilik ve kilimci kalfalığı yaparak sağlamaya çalıştı… Çalışmaktan artan boş zamanlarında futbol oynadı. Kendisi futbolu değil de futbol kendisini bıraktığı zaman futbol hakemlik kursunu bitirdi.
Stajyer olarak yönettiği ilk maçta taraftarlarca geleneksel tezahürat yapılınca futbol hakemliğini bıraktı.
25 yaşında Gaziantepli tasavvufçu, tekke ve tasavvuf müziği ustası olgun insan Dindar Filozof Dr. Emin Kılıç Kale’den; Ahlak, tasavvuf, yaşam ve müzik dersleri aldı… O toplulukta kimi zaman tef çaldı ve kimi zaman da ney (nay) üfledi.
Bu toplulukta “fırınlara girip çıktı”, “ölmeden önce öldü”, “yeniden doğdu”. Bu topluluğa “ölü” olarak girdi “diri” olarak çıktı.
Dünya görüşü nedeniyle kavmiyetçi ve ümmetçi kişilerce hakaretlere ve iftiralara uğrayarak komünistlikten yargılandı.
Yargılama sonunda mahkeme: “Hayri Balta, Atatürkçü ve aydın bir kimse!” (Gaziantep Sorgu Hakimliği. E. 962. K. 127/16) diye karar verdi. Böylece Türkiye’de mahkeme kararı ile “Atatürkçü ve Aydın” sayılan bir kişi oldu. Ne var ki aklanmasına karşın 10’a yakın işyerinden kovuldu. 10’a yakın ev değiştirmek ve sonunda Gaziantep’ten ayrılmak zorunda kaldı…
1965 yılında, 33 yaşında iken, Gaziantep Lisesi Akşam Ortaokuluna başladı. 1969 yılında dört yıllık olan bu okulu sınıf ve okul birincisi olarak bitirdi.
Gaziantep Akşam Lisesi 1. Sınıfında okurken “Kavmiyetçi ve Ümmetçi” kişilerce rahat verilmemesi üzerine 11 Mart 1971’de Ankara’ya göçtü.
Gaziantep’ten ayrıldıktan bir gün sonra 12 Mart 1971’de Ordu, yönetime el koydu. Böylece 12 Mart’ın hışmından kurtulmuş oldu. Eğer o tarihte Gaziantep’te olsaydı başına gelecek vardı…
Ankara’ya gelir gelmez Anafartalar Akşam Lisesi 1. sınıfına kaydını yaptırdı ve Genel-İş Genel Merkezi Hukuk Bürosunda yazman, bir süre sonra da muhasebe bölümünde muhasebeci ve daktilo olarak çalıştıktan sonra muhasebe şefliğine getirildi.
Gündüzleri çalıştı, akşamları okula gitti. 4 yıllık Anafartalar Akşam lisesini bitirdikten sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Akşam Türkçe Bölümüne kaydını yaptırarak derslere gidip gelmeye başladı. 15 gün sonra yaşının geçmiş olduğu gerekçesiyle okuldan kaydı silindi.
Bunun üzerine yılmadı bir yıl da üniversite sınavlarına çalıştıktan sonra 1974’te Ankara Hukuk Fakültesine girmeyi başardı ve hem çalışıp hem okuyarak 1979 yılında Hukuk Fakültesini bitirdi ve bir yıl da staj gördükten sonra 1980 yılında (48 yaşında) avukatlığa başladı.
Hukuk Fakültesi öğrencisi iken: 27 Mart l977 yılında ölüm döşeğindeki babaannesini görmek için gittiği Gaziantep’te, gece yarısı evinin önünde, faşistlerce kurşunlandı… Sağ göğsünden giren kurşun akciğerinin üst lobunu delerek kürek kemiğinden çıktı. 15 gün ağzından kan geldikten sonra “hayatî tehlikeyi” atlatarak yeniden yaşama döndü. Hâlâ zaman zaman kurşun yarasının acısını hisseder ve düşlerinde yakın mesafeden ateş edilen tabanca sesi ile uyanır…
Avukatlık yaptığı sırada Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucu yönetim kurulunda ve seçimle gelen ilk iki Yönetim Kurulunda Genel Sekreter yardımcısı olarak görevli iken 11 Mart 1991 tarihinde ağır bir kalp krizi geçirip kalbinin % 70’i çalışamaz bir duruma gelince ADD’deki görevini ve avukatlığı bıraktı. O günden bu güne değin de evinde tek başına yaşamaktadır.
Yaşamı boyunca emeğinden başka geliri olmadığı için eşi ve dört çocuğu ile geçim zorluğu çekti. Ankara’da iki kışı, ailesi ile birlikte, odunsuz, kömürsüz, elektrik sobası ile geçirdi…
65 yaşına kadar yoksul olarak yaşadıktan sonra babaannesinden kendisine kalan trilyon değerinde taşınmazları, kendisine yeteri kadarını ayırdıktan sonra, kalanını dört kızına bıraktı…
Şu an dört kızından 6 torunu bulunmaktadır. Torunlarından biri Amerika’da Siyaset Bilimi doktorası yapmaktadır. Biri de İnşaat Fakültesini bitirmiştir.
Yaşamı boyunca, hastalığında bile, bir Aydınlanmacı olarak düşünce özgürlüğünü, laikliği ve Cumhuriyetin kazanımlarını korumaya çalışmıştır. Laikliği savunmak için birçok dava açmış ve açılmasına da neden olmuştur.
Gaziantep yerel gazetelerinin, bir ikisi dışında, hemen hemen hepsine günlük yazı verdi. Kimisi kapandığı için, kimisinden de, bir süre sonra, yazılarına yer verilmediği için ayrıldı.
Ankara’da ise Barış ve Ulus gazetelerinde ve kimi dergilerde yazdı.
Bu günkü tarih itibariyle basılmış 27 kitabı vardır; basılmamışların sayısı ise 250’yi aşmaktadır. Bu kitaplar parasız olarak okuyuculara dağıtılmaktadır… (Basılan kKitapların listesi aşağıdadır…)
2000 yılından beri www.tabularatalanayalanabalta.com adresli Sitesinde aydınlanma savaşını sürdürmektedir.
Düşünce ve inanışlarından ötürü hakaretlere, küfürlere ve tehditlere karşın; bireyciliğe karşı toplumculuğu, dine karşı bilimi, şeriata karşı cumhuriyeti, teokrasiye karşı laikliği, vahye karşı aklı, yaratılış teorisine karşı evrim teorisini savunmaktadır.
Ne var ki çok az kişi tarafından anlaşılabilmiştir. Şimdi bile dinciler tarafından dinsiz; dinsizler tarafından da dinci sayılır…
Av. Hayri BALTA, 4.10.2014
+
TABULARA TALANA YALANA BALTA YAYINLARI:
Alfabetik olarak:
1. Allah Denince 1/6
2. Allah Denince 2/6
3. Aydınlanma
4. Aydınlara Mektup
5. Bir Aydın Adayı
6. Cambaz
7. Emanet (Şafık Günenç’in Emaneti)
8. Erenlerin Dünyası
9. Erenler Ozanlar
10. İncil’den
11. Kızma Yok
12. Kuran’a Akılcı Bir bakış (Kuran’dan)
13. Laiklerin El Kitabı
14. Laikliği Benimsemeden…
15. Laiklik Bir Yaşam Biçimidir
16. Misyonere Yanıt
17. Muhbir ve Tertipçilerim
18. Muzır’dan Kes!..
19. Röportaj ve …
20. Sırların Sırrı
21. Son Nokta
22. SSS (Sevenler Soranlar Sövenler)
23. Taç’a Atılanlar
24. Takvimlerden 1
25. Tanrı’ya Yakınlık
26. Tevrat’tan
27. Yitmiş Bir Adam
X

NOT:
Yayınlanacak olanlar: www.tabularatalanayalanabalta.com adresli sitemizde sıralanmaktadır.
Şu adresten de bana ulaşabilirsiniz: hayri@tabularatalanayalanabalta. com
Av. Hayri Balta, 11.2.2014

XX