EPİSTOMOLOJİK
EPİSTOMOLOJİK (Bilgi Kuramı) AÇIDAN İMAN
Doç.Dr.Hanifi ÖZCAN
Marmara Ünv.İlahiyat Fak.Vakfı Yayınları.
No:59
İstanbul/1992
Hıristiyan Skolastik düşüncesinde sırasıyla,zan-iman ve Bilgi şeklinde bir sıralanma söz konusudur. Halbuki İslam’da bu sıra: Zan-(istidlali) bilgi-iman şeklindedir. İslam’da imanın bilgiden sonra gelmesi ve bir bilgi unsuru ihtiva etmesi hem modern anlayışa hem de epistemolojik yaklaşıma uygundur.(Sh.34)
İslam’da iman süreci: İlgi-Şüphe-Zan-İnanç-(İstidlali) bilgi-iman şeklinde sıralamak daha uygundur. (Sh.35)
Bu iman sürecini oluşturan zihni durumlardan hiç birisi tek başına iman olarak adlandırılamaz. Yalnızca iman sürecinde bir aşamadırlar. “İlgi” hariç,bu aşamalardan bir önceki bir sonrakinde aynen devam etmez. Ancak bir önceki,bir sonrakinin meydana gelmesini sağladığı için,sadece onda bir unsur olarak bulunabilir. (Sh.35)
ilgi : iman sürecinin ilk aşaması olarak kabul edilmiştir. İmanın yolu ilgiden geçtiği ve iman süreci “ilgi” ile başladığı için,dine en uzak olanlar agnostik veya ateist olanlar değil,bilakis dine uzaktan veya yakından hiç ilgi duymayanlardır. O halde,dine karşı ilgisizlik,din konusunda olumsuz bir tavır takınmaktan veya bir kararsızlık ve şüphe içinde bulunmaktan daha olumsuz bir durumdur. Çünkü,ilgisizlik “nötr” bir durumu ifade etmekte,dolayısıyla insanın olumlu veya olumsuz herhangi bir davranışta bulunmasını gerektirmemektedir. Kısacası ilgisizlik bir şeyi olduğu gibi terk etmektir. Onda ne iman,ne iletişim,ne de iletişime hazırlık söz konusudur. Oysa,ilgiden sonra gelen kararsızlık veya şüphe bir arayış ve bir çaba içinde olmayı ifade edebilmektedir. (Sh.40) (Şu halde insanlara dini anlatırken her şeyden evvel dine ilgi uyandırmalıdır.)
Şüphe : Burada söz konusu edilen ve imana götüren yolda kat edilmesi gereken bir mesafe ve aşama olan “şüphe” inançtan,yani bir hüküm verme durumundan önce gelen;başka bir alternatifin farkında olmanın bir neticesi olduğu için, iki alternatif arasında gidip gelen,dolayısıyla olumlu veya olumsuz bir hükme ulaşamayan bir zihin durumudur. Şüphe,bu haliyle,ne inançla,ne de inançsızlıkla bağdaşır. Yani her ikisine de zıttır. Ancak “şüphe”de şüphe olarak kalma anlamının yanında bir de “dayanak arama”, yani inceleme ve araştırma anlamı (inceleme ve araştırmaya açık olma hali) vardır. Zaten,insan zihninin sürekli şüphe halinde kalması kolay değildir. Çünkü,şüphe huzursuz ve tatmin edilmemiş bir zihin halidir. Ondan derhal kendimizi kurtarıp,yani şüpheden kaynaklanan zihin gerginliğini ortadan kaldırıp bir “hüküm” bir inanç safhasına,bir başka deyişle şüpheden sonra gelen sükunet haline geçmeğe çalışılır. (Sh.40)
İman sürecinde Şüphe geçici de olsa,önemli bir yere sahiptir. Çünkü,o zihni rahatsızlık verdiği insanı bir hüküm ve karar aşamasına geçmeğe zorladığı için,zihin ondan kurtulmağa çalışmaktadır. Ancak,zihin,bu çaba neticesinde yine de doğrudan,tam bir hüküm aşaması olan inanç durumuna değil,daha ziyade kısmi bir hüküm durumunu ifade ettiği için inanca çok yaklaşan ve inançla şüphe arasında bir ara basamak ,bir köprü görevi gören yani,bir yönü şüpheye,diğer yönü inanca bakan “zan” durumuna geçebilmektedir. (Sh.43)
Zan : Zan aşamasında,zihin şüphedeki kadar tedirgin değildir. Çünkü,o kesin olmayan bir karar ve hüküm noktasına ulaşmıştır. Ancak,zannın doğru veya yanlış olması ihtimal dahilindedir. (Bu safhadaki bir insanın yanlış zanları düzeltilmeli) (Sh.44)
İnanç : Bir şeyi “kişisel güvene dayanarak kabul veya reddetme,bir başka deyişle,doğru veya yanlış olma ihtimali hakkında,zan ya da kanaatten kaynaklanan bir güven taşıyan sübjektif bir duyguya dayanarak kabul veya reddetme anlamıdır. Burada “güven” kabul veya reddin,yani olumlu veya olumsuz hükmün sebebi olmaktadır. Hükmün bu anlamda,güvene dayanması ise orada herhangi bir yeterli doğrulamanın yapılmadığını,ancak bir kişisel tatminin bulunduğunu gösterir. Bu kişisel tatmin veya sübjektif yeterliliğin bir ifadesi olan “güven” ya akla, ya duyguya veya iradeye uygunluktan kaynaklanan bir duygudur. (Sh.49)
İman : İlgi ile başlayan zihni bir sürecin son aşaması, teemmül ve düşünme sürecinin sona erdiği bir sınır, ulaşılan bir karar ve bir hüküm noktasıdır. (Sh.68)
Tasdik : İnsanın bütün duygu, irade, şuur ve aklına dayanan rıza ve kabulü bildiren bir ruh halini dile getirmektedir. (Sh.69)
Tasavvur ve taakkul tasdik değildir. O halde “tasavvur-u küfür” veya “taakkul-ü küfür” tasdik-i küfür değildir. Sadece vesvesedir. İnsanın bu vesveseden rahatsızlık duyması da imanına delalet eder. Bu sebeple anlık olarak tasavvur edilen veya taakkul edilen (akla uygun görülen) imana zıt duygu ve düşünceleri, onları tasdik etmek olarak kabul etmemelidir. Mesela,bir an dünyanın yörüngesinden çıktığını tasavvur veya taakkul etsek,bu gerçekten dünyanın yörüngesinden çıktığını tastik ettiğimiz anlamına gelir mi? O halde,insanın elinde olmadan kalbine gelen imana aykırı taakkul ve tasavvurları böyle değerlendirmeli,imanımızdan şüpheye düşmemeliyiz. (Bak Risale-i Nur/ Sözler)
Muhyiddin-i Arabi(Fisus-ul Hikem)
Bir itikad sahibi ancak nefsinin icad ettiği şeyle, Allah’a inanır. Şu hale göre de onun taptığı ilah itikadında yarattığı ilah’tan ibaret olur. Demek ki itikat sahipleri ancak nefislerini ve nefislerinde icad ettikleri şeyi gördüler. Şu hale göre, sen halkın Allah bilgisi mertebelerini düşün. Bu görüş mertebesi onların kıyamet gününde Allah’ı görmek hususundaki mertebelerinin aynıdır. (Sayfa-88) Şu halde, sakın ki itikadda hususi bir bağ ile bağlanmış olmayasın. Ve ondan başkasını inkar etmiyesin. Bu taktirde çok hayırdan mahrum kalırsın.