YOK ŞİMDİ

YOK ŞİMDİ!

Terkedilmiş belli, belli ki dahasını istiyorlar, diğerleri gibi. O güzelim Yenimahalle’nin eski evlerini teker teker yıkıp yerine yenisini dikiyorlar.

Sokaklarından geçerken buruk bir duyguya kapılıyorum. Kim bilir belki sahiplerinin ömrünü tamamladığı, kalan mirascılarının da değer verdiklerinden mi, ihtiyaç duymadıklarından mı dokunmadıkları bir kaç bina dışında göremiyorum eskiden kalan izleri. Onlar rehber oluyor hatıralarıma. Bir de kendi kendimle yarıştığım o uzadıkça uzayan her çıkışımda da saymaktan bıkmadığım yorucu uzun merdivenler… Anılardan silinmeyen herşeyin ilkini öğrendiğim okulum. Biz küçük olduğumuz için mi bize büyük geliyordu o zaman.

Yeni yapılanma adına estetikten yoksun; yapanla yaptırana dahası kalsın diye üst üste yığılan taşları evimiz diye niteliyorlar. Yaşanılası kalmayan mahallenin eski sevimli havasından eser yok şimdi. Her evin sembolu haline gelen yaşayanları. Her sabah kapısının önünde geleni geçeni selamlan Ebe Hanım Teyzesi… Yok şimdi! Ne kendisi, ne de o tek varlığı olan evi, bahçesi ve sevimli kedileri.. Dişisinin kimin kömürlüğüne yavruladığını merak ederken her bahar, kaybettiği tekirini beyaz kumaşa kefen niyetine sararak, gözünde biriken yaşları bizden saklamadan akıtan, bahçesinin güneş girmeyen bir köşesine kurumuş yaprakları sağa sola savurup derince bir çukur kazarak, elleri titreye titreye gömdüğünü biz çocuklar izlemiştik sesizce. Belki de ilk ölümle yüzleştik. Gidenin toprakla buluşacağını bilmeden.

Şimdi tam sırası. Evlerin ön ve arka bahçelerinde öbek öbek eflatunla yeşilin kaynaştığı, kokusuna doyamadığım, dalında durması ile yetinmeyip daha yakınımda olmasını istediğim için koparıp vazoya koyduğum leylaklar.
Tüm evlerin bahçesinde olmazsa olmaz kayısı, kiraz, elma, erik ağaçları. Daha olgunlaşmasına bile fırsat tanımadığımız izinsiz koparılan o unutulmaz tatlar, kalanı ile reçeller yapılan.

Şimdi bakıyorum “çok katlı köy binaları”nın girişlerine bir avuç toprak bırakıyorlar. Üzerine “basmayınız” yazılı yavan yeşil düz alan. İlk baharın parlak renklerinin izlerine rastlanmıyor şimdilerde…

Yıllarca yaşadığım Yenimahalleme döndüğümde eskiden kalan izler tat vermiyor bana. Aklıma bile geldiğinde ürpertiyor anılar. Anılar bozulmamalı oysaki. İlk heyecanların yaşandığı, yaz akşamlarının doyumsuz paylaşımları, bir sonraki akşama bırakıldığı arkası yarın oyunları. İnsanların birbirine henüz yabancılaşmadığı, yaşayanların bir bütün olduğu mahalleler… Selamsız sabahsız karşılaşmalar, sorğulayıcı bakışlar, yapay komşuculuklar nedir bilinmezdi o sıralar.

Kadının işi evi olduğu, okuldan gelecek olan çocuğunu beklediği, akşam iş çıkışı babaların bayram sevincinde kapıda karşılandığı, bir ziyafet gibi yenen akşam yemeklerinden sonra televizyon izlemek için gidilen tahta sandalyeli, çakıl taşlı aile çay bahçeleri. Tadına doyamadığımız kalkmaksızın yenen çekirdeğin ayakkabımızın neredeyse üzerini kapatacak çoklukta sınırsızca yendiği o güzel yaz akşamları.

Ne değişmedi ki. Herşey… O zaman nedenini bilemediğim uzunca beklenen kuyruklar. İki paket yağ için geçen zaman. Üst komşu Ahmet Amca’nın selam sabahı çok diye iki de ondan gelen sana yağına ne çok sevinirdi annem…
Evde pişen yemekten en yakın komşuya neredeyse hergün karşılıklı tadımlık verilen tabaklar…

Şimdi aynı katı paylaştığımız kapı komşu ile kim olduğunu bilmeden alelacele verilen selamlar. Çok katlı binalarda, neredeyse bir sokağın bir binaya sığdırıldığı kentleşme denen o yapılaşmada yaşadığımız yabancılaşma! Bireysellik adına kişinin kendinden uzaklaştığı bir dönemin daha da kötüye gittiğini görüyor, hissediyor olsak da, anlar da kalan izler bozulmasın dileğim…

YENER BALTA
23 NİSAN 2006