KIZMAK YOK

TANRI KELAMI… (2)

Din konusuyla neden ilgileniyorum. Bir kere biz bu ülkenin yurttaşıyız ve bu toplumda yaşıyoruz.

Her ne denli kabul etmesek de İslâm kültürünün etkisi altındayız.

Bu kültürü bilmek zorundayız. Ama din kültürünü okuyup araştırdığımız zaman ayrımına varıyoruz ki Peygamberlerin söylemek istediğini ne Hıristiyan cemaati, ne Yahudi cemaati, ne de İslâm cemaati anlayamamış.

Bütün bu cemaatler yanlış bilgilendirilmişler, yanlışa kodlanmış.

Doğruyu gerçeği söyledin mi hemen tepki gösteriyorlar.

Hiç de üstlerine görev olmadığı halde insanı öldürmeye kalkıyorlar (Ramazanlarda oruç tutmadığı için öldürülenleri hatırlayalım…)

Bunun yanında benim Atatürkçü bir kişiliğim de var.

Bugün herkes 10 Kasımlarda Atatürkçülükten söz ediyor.

Ayrıca Atatürkçülüğün eskidiğinden de söz edenler var.

Bunun yanında Atatürkçülüğün saldırı altında olması gerçeği de var.

Bugün Atatürkçülüğe yapılan saldırılar din adına yapılıyor.

Şimdi ben bir Atatürkçüyüm.

Atatürkçü Düşünce Demeği’nin kurucu üyelerindenim ve halen de Atatürkçü Düşünce Derneği Yönetim Kurulu üyesiyim..

Ayrıca, “Atatürkçü ve aydın oluşum” mahkeme kararıyla da saptanmış biriyim…

Bilindiği gibi Atatürkçülüğe yapılan saldırılar din adına yapılmaktadır.

Eğer bir insan din adına Atatürk’e ilkelerine, ülkülerine saldırıyorsa bu inanış olmaktan çıkar ve siyasal bir ideoloji durumuna gelir.

Bütün dinler ortaçağ ideolojileridir.

Atatürk ise akıl çağının öncüsüdür.

Ortaçağ ise iman çağıdır…

Ve akıl çağının aydınları, düşünürleri, yazarları şeriat saldırısına karşı gerçekleri açıklamazlarsa gerçek saygısını yitirmiş oldukları gibi insanlığa da kötülük yapmış olurlar.

Bu nedenlerle halkımızın din diye bildiği, bellediği şeylerin simgesel bir kavram olduğu konusunda elimizden geldiğince açıklamalar yaparak gerçeği ortaya çıkarmak zorundayız.

Böylelikle hem dine hizmet etmiş oluruz hem de insanlığa hizmet oluruz.

Aydın olarak görevimiz aklını imana kurban etmiş din adamlarının etkisinden kurtarmalıyız.

Dinsel terimler ve kavramların hemen hemen hepsinin simgesel bir anlamı vardır.

Tanrı bir simgesel anlatımdır. Kutsal Kitapların gökten inmesi simgesel bir anlatımdır.

Kuran Tanrı kelamıdır deniyor ya bu da simgesel bir anlatımdır.

Şeytan, Cennet, Cehennem bir simgesel anlatımdır.

Bizler simgesel anlatımların gerçeklerini halka anlatmakla yükümlüyüz.

Bu işi politikacılar yapamaz, krallar, sultanlar yapamaz.

Gerçeği halka anlatmak bunların çıkarına aykırıdır.

Bu işi ancak halkına karşı sorumluluk duygusu olan aydınlar yapar…

Şimdi yukarıda sıraladıklarımızdan “TANRI KELAMI” kavramını ele alalım. “Kuran Tanrı Kelamı”dır denince ne anlamalıyız? İşte aydının görevi burada başlar.

Bakınız bu konuda Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Neşet Çağatay 31 Ocak 1990 tarihli Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasında aynen şöyle demektedir.

Unutmayalım bu sözleri söyleyen bir İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi olup aynı zamanda din profesörüdür…

“Kuran, Tanrı tarafından gökten indirilmiş değildir. Çünkü Yüce Tanrı gökte değil her yerde ve bizimledir!”

Koca İlahiyat Profesörü, Mollaların tersine:

  1. “Kuran Tanrı tarafından gökten indirilmiş değildir,” diyor.

  2. “Yüce Tanrı gökte değil; her yerde ve bizimledir” diyor.

Öyleyse bizler neden, avuçlarımızı, göğe doğru yükselterek dua ediyoruz.

Bunun nedenini halkımıza anlatmalı değil miyiz?

Tanrı bizimledir diyor.

Bu ne demektir?

Bu konular üzerinde, biz Türk aydınları sorumluluğumuz gereği, durmamalı mıyız?

Aydın olarak bunları halka açıklamak zorundayız.

Yoksa Evren Paşa gibi halkı gaza getirmek gibi bir düşüncem yok.

Düşüncem bir aydın olarak kendi düşüncemi açıklamak, gerçekleri söylemektir.

Halkımıza karşı sorumluluğumu yerine getirmektir…

Şimdi Tanrı Kelamı denince ne anlamalıyız? Bu konuda uzman olduğundan kuşku duymayacağımız Mevlana ne demiş, bir de buna bakalım:

Mevlâna’nın Tanrı Kelamı hakkındaki düşüncelerini Ariflerin Menkıbeleri adlı kitabın 317. sayfasından aktarıyorum:

“Bir gün Sultan Veled buyurdu ki; dostlardan biri gelip bana, babamı şikayet ederek Danişmentler; “Mevlâna, Mesnevîye niçin Kuran diyor, diye benimle münakaşa ettiler. Ben kulunuz onlara cevaben “Mesnevi Kuran’ın tefsiridir” dedim.

Babam bunu işitince bir müddet sustu. Sonra “Ey köpek, niçin Kuran olmasın, ey eşek, niçin Kuran olmasın, ey kız kardeşi fahişe, niçin Kuran olmasın?

- Peygamberlerin, velilerin söz kalıpları içinde ilahi sırların nurlarından başka bir şey yoktur.

Tanrı’nın kelamı onların temiz yüreklerinde kaynamış ve ırmak gibi olan dillerinden akmıştır.”

Özetle belirtirsek Mevlâna kendi oğluna öfkelenerek Mesnevi niçin Kuran olmasın diye çıkışıyor?

Hem de günümüzden 7 yüz yıl kadar önce açıklıyor…

Ve anlatıyor: “Tanrı’nın kelamı Peygamberlerin, velilerin temiz yüreklerinde kaynamış ve ırmak gibi olan dillerinden akmıştır!” diyor ve bu nedenle kendi temiz, yüreğinden kaynayıp ırmak gibi akan 6 ciltlik Mesnevisi için niçin Kuran olmasın diye sertçe tepki gösteriyor.

Demek ki Tanrı Kelamı denince Peygamberlerin, Velilerin söz kalıpları içinde söylediği sözleri anlamalıyız.

Peygamberler bu sözleri vahiy yoluyla aldıklarını söylerler, şairler (Veliler) de ilham yoluyla aldıklarını söylerler. Peygamberlere gelen vahyin kaynağı ile şairlere gelen ilhamın kaynağı da aynıdır. Allah: (İnsanları iyiliğe yönelten duygu = Ruhul Kudüs)…

Öyle ki bir arkadaşımız bile olumlu, güzel söz söyleyince ona “Yahu seni Allah mı söyletti” demekten kendimizi alamayız.

Yine bir keşif sırasında “Allah kalbime doğdurdu” diye aynı gerçeği ifade ederiz…

Şimdi genç kızlarımız “Tesettür kuralı Tanrı emridir” diye sokaklara dökülüyorlar.

Oysa Kuran’ın dokuz yerinde Tanrı bir şeyin olmasını murat ettiği takdirde “OL demesi yeterlidir!”

Sonra yine Kuran’ın birkaç yerinde “Tanrı dilediğini yerine getirendir” denmektedir.

Bütün bu sözler yukarda bir yerlerde oturan bir güç tarafından Peygamber’e vahiy yoluyla iletilmiş sözlerse o zaman bir Atatürk gelip de Kuran’daki tesettür kuralını işlemez hale getiremez.

Örneğin Kuran’daki muamelata ilişkin kuralları işlemez duruma getiremez.

Çünkü Allah’ın emrini değiştirmeye kimsenin gücü yetmez.

Örneğin güneşin doğuşunu, ayın yörüngesini, yıldızların kayışını hangi insan değiştirebilir?…

Buna hangi insanın gücü yetebilir?…

Çünkü bunlar gerçekten Allah’ın (Evren’in) iradesine tabi olarak bir yörüngede gidip gelir…

İşte bu nedenlerle Kuran’ın 275 yerinde ”Niçin düşünmüyorsunuz, niçin akıl erdirmiyorsunuz?” diye buyrulduğu için insanlarımıza aklı ve düşünmeyi önermiş…

Demek ki gerçek Diyanetçilerin anlattığı gibi değil. Derinlerde bir giz var.

İşte aydının görevi, derinlerdeki bu gizi bulup çıkararak halka mal etmektir… En büyük ibadet budur…

Bu yazdıklarımı yineleyerek okuyunuz.

Eğer ne demek istediğimi anlarsanız düğüm çorap söküğü gibi sökülür…

Şimdi bir ayet sunuyorum.

Bütün din adamlarına soruyorum:

Allah’tan başka bir Allah mı var ki; Allah, sevmediği bir kişi için: “(K. 63/4) Allah onları kahretsin!” diyor.

Bu ayete göre Kuran Tanrı sözü değil; Peygamber sözüdür. Ancak insan sevmediği birinin kahrolmasını Allah’tan isteyebilir.

Ne var ki kimilerinin bu gerçeği anlamayacak kadar kalp gözü kapalıdır…

Sayın Barlas bana takılarak bu yazıları yazmama neden olduğu için Barlas’a dostça teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.

Gaziantep’te Bugün, 30 Ağustos 1990

xxx

125- KORKMAYALIM, BİRAZ DÜŞÜNELİM…