KIZMAK YOK

99-OKOUME AĞACI… 

Okoume ağacı konusu geçtiğimiz pazar TRT 1. Kanalında bilim adamlarımızca tartışıldı. Okoume’nin Türkçe karşılığı kavakmış. Bu kavak ağacı Afrika’da Gabon’da yetişirmiş. Gabon’da yetişip kesildikten sonra Danimarka’dan ithal edilen bu ağaç Türkiye’de bir fabrikanın hızarından geçirildiğinde görülmüş ki “Bismillahirrahmanirrahim Muhammed” yazıları var. Ağaçtaki yazı kulî stilindedir. Kavak ağacının boyu 340 cm, eni ise 65 cm.

Bu kavak ağacı kesilince Şener Aykuteli tarafından Topkapı Saray Müzesine bağışlanmış. Müzeye bağış tutanağında Ağaçta “Samet” ve “Taha” sözcüklerinin de yazılı olduğu belirtilmektedir. Ne var ki televizyonda Barış Manço yönetiminde yapılan tartışmada “Samet” ve “Taha” sözcüklerinden hiç söz edilmedi. Buna da bir türlü aklım ermedi.

Bilim adamlarımızın bir bölümü ağaçtaki yazının doğal olmadığı konusuna değinirken bir kısmı bilim adamları ise doğal olduğu görüşünde direttiler. Ben bu tartışmaları izlerken İstanbul’un Fethi sırasında papazların tartışmasını anımsadım. Fatih’in askerleri surları aşarken Hıristiyan papazları da melekler dişi mi erkek mi onu tartışırlarmış. Fatih’in askerlerini karşılarında gördükleri zaman akılları başlarına gelmiş ama iş işten geçmiş.

Bizde yaşam pahalılığı çekilmez duruma gelmişken, paramızın değeri her yıl % 75’i aşkın değer yitirirken. Güneydoğu Anadolu’da anarşi her gün can alırken, Kıbrıs, Trakya, Bulgaristan sorunları bizi zorlarken kavak ağacındaki yazı ile meşgul oluyoruz…

Bu kavak ağacı bundan 6 ay kadar önce Suudi Arabistan Büyükelçiliğince Hilton Oteli’nde gösterildi. Bu gösteride Erdal İnönü’de, Erbakan da, Arap ileri gelenleri de vardı. Ben de oradaydım…

Ağaç ışıklandırılmış olarak sahnede gösteriliyordu. Her bakana bilgi veriliyordu. Ancak benim dikkatimi ağaç değil de Hilton Oteli salonunda ziyaretçiler için hazırlanmış yiyeceklerle meyveler çekmişti. Sofrada kuş sütü eksikti. Ağaca şöyle bir göz atan yiyeceklere ve meyvelere gömülüyordu. Ben bu yüksek tabakanın aç gözlülüğünü izledikçe Tevfik Fikret’in “Aksırıncaya kadar tıksırıncaya kadar yiyin!” şiirini mırıldanıyordum.

Bir ara Şener Aykuteli ile karşılaştık. Birlikte ağacı izledik. Şener Aykuteli’ye bir soru yönelttim: “Allah mucizesini niçin Arapça yazı ile göstermiş. Türkçe olmaz mıydı?” dedim. Bu sorum Şener  Aykuteli’yi şaşırttı. Öyle ya bu denli kelli felli adamlar gelmiş. Bakanlar gelmiş. Hepsi bakmış bakmış hayretini dile getirmiş de bir ben pişmiş aşa soğuk su katıyorum. Ortalığı karıştırıyorum. Bana şöyle yanıt verdi “Allah’ın işine akıl sır ermez!”…

Bu arada başımıza birkaç kişi toplandı. Ben ortalarında tek kaldım. İnanmamış olduğumu göstermekle dine karşı gelmiş gibi oldum. Akılları bir türlü almıyordu, benim inanmamış olmamı. Oysa ben başıma toplanmış bulunan kelli felli adamların Allah konusunda böylesine bilgisizlik içinde oluşlarının nedenini araştırıyordum. Hiç diyordum: “Allah inancı sağlam olan insan Allah’tan mucize bekler mi?” Her gün çevremizde gördüğümüz her canlı, her cansız ve dünyamızda oluşan oluş (zuhur) bir mucize değil mi? Daha ne mucize bekliyorlar bunlar, bilmem ki?

Bu gerçek Kuran’da şöyle açıklanıyor. “12/105: Göklerde ve yerde nice belgeler vardır ki, yanlarından yüzlerini çevirerek geçerler” (Diyanet Çevirisi).

Allah’ın varlığını göstermesi için mucizeye gereksinimi yok ki? Her şey gözümüzün önünde akıp gidiyor. Bakınız Kuran, 57/3’te “Görünen ve görünmeyen (Zahir ve Batın) Tanrı…” diyor…

Bir toplum Tanrı konusunda bu kadar bilgisiz olamaz…

Gaziantep, Bugün, 16 Mart 1990

100- İRTİCANIN KESTİĞİ PARMAK