- KALIPLAŞMIŞ DÜŞÜNCE…
Batı düşüncesinden uzak, Osmanlı kafasındaki aydınlarımız ileriden beri batı kültürüne karşı olmuşlardır. Bazıları da “Batının tekniğini alalım ama kültürünü almayalım!” diye ileri görüşlülük taslamıştır. Oysa batının kültürü ile tekniği birbirinin ürünüdür. Kültürü olmazsa tekniği de olmaz…
Batıyı öykünmeye gerçek aydınlar da karşı çıkmışlardır. Bunlara göre amaç öykünmek olmamalıdır; amaç, özümsemektir.
Batının öykünülmesine herkes karşı çıkar. Batı öykünülmemeli, özümsenmeli ki yararlı ola; yoksa, öykünme ile bir yere varılmaz.
Osmanlı kafasından kurtulamayan aydınlar, kendi kaynaklarımıza dönmeyi salık verirler. Kendi kültürümüzün, kendi düşün adamlarımızın düşüncelerinin özümsenmesini isterler. Ancak bir koşulla: Din dışı düşünceye kaymamak koşuluyla.
Oysa kalıplaşmış düşünce olmaz…O düşünce değildir, doğmadır. Düşüncenin din dışı olanı da vardır. Dine koşut olanı da…
Ne var ki bizde din dışı düşünceler daha kaynağında “dinsizlik”, “zındıklık” suçlaması ile anında bastırılmıştır. İnsanoğlunun gelecekteki yaşantısı dinsel kurallara göre, daha dünyaya gelmeden önce belirlenmiştir. Örneğin; ayaklarını nasıl kullanacağı, ayakyoluna giderken ilkin hangi ayağını atacağı, camiye girerken hangi ayakla gireceğini, yine ayakyolunda hangi eli ile ve hangi elinin parmağı ile temizleneceği dinsel emirler olarak daha çocukken insanın kafasına yerleştirilmiştir.
Böyle olunca insanoğlu aklını çalıştırma gereği duymamaktadır. Akıl, bir bilgisayar gibi programlanmakta, şeriatça nasıl programlanmışsa öylece hareket etmektedir. Bunun zararı da akla olmaktadır. Çünkü böyle programlanan insanın düşünmesine, yaratmasına gereksinimi kalmamıştır. İşle bu nedenle tüm İslâm dünyası geri kalmıştır…
Bu dinsel uygulamaya karşı çıkan kendi din bilginlerimiz de vardır. Aklın önemini vurgulayan aydınlarımız; açık görüşleri, parlak zekâları, cesurca girişimleri ile halk katında yer almışlar, saygı görmüşlerdir.
Osmanlı şeriatla bütünleştiği için Sünni düşünce dışında hiçbir düşünceye gelişme olanağı tanımamış, bu amaçla binlerce kişiyi kılıçtan geçirmiştir…
Kendi kaynaklarımıza, kendi düşün adamlarımıza dönmek istiyorsak; Mevlana’ya, Hacı Bektaşî Veliye, Yunus Emre’ye, Şeyh Bedrettin Simavi’ye, Pir Sultan Abdal’a yönelmeli; onların, hayatlarını, düşüncelerini bilmeliyiz. İsmail Maşuki (Oğlanlar Şeyhi), Sütçü Beşir, Molla Kabız, Molla Lütfi gibi din bilginlerinin dinsel düşünceye getirdikleri yorumlarını, görüşlerini, uygulamalarını incelemeliyiz.
Osmanlı kafasındaki aydınlar kendi kaynaklarımıza dönse bile; bunların özgür düşüncelerine, yaratıcılıklarına, akla verdikleri değerlere, bu dünyaya verdikleri öneme, yaşama şevkle sarılmalarına, çalıp söyleyip oynamalarına katlanamaz. Çünkü Osmanlı kafasındaki aydın için bu dünya önemli değildir. Önemli olan öteki dünyadır. Bu dünya yalancıdır, bu dünya geçicidir.
Osmanlı düşüncesini kafalarından atamayan aydınlarımız Osmanlı döneminde yetişen din bilginlerimizin yıllarca önce ileri sürdükleri düşünceleri kabul edemeyecek kadar geri yapıdadırlar. Eğer Osmanlı döneminde yetişen din bilginlerimizin dine getirdikleri; aydınlık görüşlere, yaratıcılığa, hareket ve canlılığa saygı duysalardı bu gün Türkiye’miz Avrupa’dan da ileri olurdu…
Şimdi bile Çağdaş Cumhuriyet’in çocuklarının aklını, yaratıcılığını köreltme çabası ile Allah’a hizmet arz ettiklerini sanan aymazlar vardır. Bu tür çabaların boşuna olduğunu söylemekte de yarar vardır. Çünkü eninde sonunda aydınlık karanlığı boğacaktır…
Özgür Gaziantep, 9 Eylül 1986
86-DOMUZLAR