KIZMAK YOK
- DİN ve TANRI KONUSUNDA…
ANAP iktidarı geçtiğimiz günlerde “Tanrı’yı ve dini korumak düşüncesiyle” TCK 175. maddesini değiştirdi.
TCK 175’e göre: “Her kim devletçe tanınmış olan dinlerden birini tahkir maksadıyla dini işlerin yahut ibadet ve ayinin icrasını men veya ihlal ederse bir aydan altı aya kadar hapis olunur” şeklinde idi.
Getirilen değişiklikle hapislik cezası 6 aydan başlıyor.
Önce bir aydan başlıyordu, şimdi 6 aydan başlıyor.
Demek ki 1 aylık ceza yetmiyor ve yetmediği için 6 ay ceza verilmek isteniyor.
Anlaşılan ceza vermekle olmuyormuş. Gerçekten de tanrı ve din anlayışı insana kendisinden gerek. Kendisinde dinî bir eğilim, dinî bir idrak olmayan insanda yasakla, ceza ile din duygusu yaratmak.
Ne anlamsız, ne biçimsiz bir tutum Tanrı korkusu yaratmak!
İşin bir de başka yönü de var. 1982 Anayasası’nın 10. maddesinin 1. fıkrasında aynen şöyle yazar:
“Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”
ANAP iktidarı getirdiği değişiklikle bu eşitlik ilkesini zedelemiştir.
Bir adam, bir başkasına “Ulan senin felsefi inancına …” dese hiç bir ceza görmeyecektir.
Bu gün birçok toplumlarda dinsel düşünce aşılmış, insanlar yaşamlarına felsefi inançları ile yön vermektedir.
Kaldı ki dine de, Tanrı’ya da küfreden insan bilinçli olarak küfretmemektedir.
Öfke ile küfür etmektedir.
Adanalı bir asker arkadaşım vardı…
Allahlı küfürden başka bir şey bilmezdi.
Küfür bir anormalliğin, bir kendinden geçmişliğin belirtisidir.
Sinirlenen insanın bilinçli davranması söz konusu değildir.
Uygulamamızda bile öfke ile yapılan hakaretimiz sözlerden dolayı sanıklara, hakaret kastı olmadığı için ceza verilmemektedir.
Yurdumuzda Adanalılar sinirlendikleri an ağızlarından çıkanı kulakları duymaz.
Adana’daki ceza yargıçlarının işi zor: Çünkü Adanalılar Allahsız küfür yapmaz…
Yargıçlar öfke ile ağzından çıkanı kulağı duymayanları nasıl cezalandıracaktır.
Bu küfürbazlarda manevi unsur olan kastı nasıl bulacaklardır?
Gerçekten de Adana’da çalışan ceza yargıçlarının işi zor olacaktır.
Asıl önemlisi Tanrı’nın insanlarca korunmaya gereksinimi var mı?
Tanrı kendini koruyamaz mı?
Kendi kendini koruyamayan Tanrı’ya Tanrı denir mi?
Asıl üstünde durulması gereken konu budur.
Bir Tanrı, insanların korumasına nasıl gereksinim duyar.
İnsanların korumasına gereksinimi olan bir “Tanrı’nın Tanrısallığından söz edebilir miyiz?
Çok şükür benim inandığım Tanrı’nın insanlar tarafından korunmaya gereksinimi yoktur…
Önce; Tanrı nedir? Din nedir? Bu kavramlara bir açıklık getirme zorunluluğu vardır.
Tanrı insanın biyolojik yapısının içindedir.
İnsan toplumun beğenmediği, yasaların suç saydığı bir işi yaparken içinden bir ses kendisini uyarır. “Cız” diye bir uyarıcı alır. İşte bu vicdan (Tanrı’dır…)
Din edebiyatında buna ruhul kudüs (Cebrail) denir…
Yunus Emre, bu gerçeği şöyle dile getirmiştir:
“Bir ben var bende tenden içeri!” demiştir…
Din ise bir yaşama yöntemidir.
Her kim Tanrı’ya ve dine karşı gelirse, geldiği an cezasını görmeye başlar.
Önce kötü eylemlerimizden kurtulmak gerekir.
Din edebiyatında buna “ölmek” denir.
Yani insan duyarsızsa, kötülüğe bağışıklık kazanmışsa; o insan, yaşarken bile ölüdür.
Sonra şu önemli gerçeği de belirteyim: “Tan ölülerin değil dirilerin Tanrısıdır. (İncil, Matta, 20/22).
Anlayan beri gelsin…
Din, şeriat demek değildir.
Bunu da anlayan beri gelsin…
Din Allah’ın,
Şeriat, Peygamberlerin…
Bu konu için Kuran’daki şu ayete bakılmasını öneririm. (K. 30/30)
Cezanın, öldükten sonra, öte dünyada verileceği anlayışı bilimsel değildir…
İnsan, eğer ölmeden önce ölmüşse, suçunun cezasını yaşarken görür.
ANAP’lıların böyle bir Din ve Tanrı anlayışı olsaydı, öyle bir yasaya gerek duymazlardı.
Din anlayışı çok yüce bir duygudur. Yeter ki içimizde olan bu duyguyu duyalım.
İçimizden gelen uyarıcılara kulak verelim.
Benliğimizdeki akıl, sağduyu, vicdan bileşiminin, doğa yasalarının Tanrı olduğunu bilelim…
Ankara, Barış, 18 Ocak 1986
- YASAKLAR DÖNEMİ